Etiket arşivi: Mustafa Kemal

TÜRKİYE İKTİSAT KONGRESİ VE MAHMUT ESAT BOZKURT

Dostlar,
İzmir’den dostumuz E. Kur. Alb. Ş. Osman Aras, Cumhuriyet tarihimizde 17 Şubat günü ile ilgili 2 önemli olayı anımsatıyor iletisinde..
Paylaşalım..

17 Şubat.1926’da  “Türk Medeni Kanunu” (Ord. Prof. Dr. Hıfzı Veldet Velidedeoğlu ‘nun Türkçeleştirmesi ile Yurttaşlar Yasası) T.B.M.M.’de kabul edildi. Yurttaşlar Yasası, hukuksal düzenin çağdaş bir yapıya kavuşması yolunda devrimsel bir adımdır.
İsviçre Medeni Yasası temel alınarak Kişi, Aile, Miras, Borçlar ve Eşya hukuku (5 temel Medeni Hukuk alanı) yeniden düzenlendi. Bu çağcıl (modern) yasa ile Türk vatandaşları arasında din, mezhep, dil, ırk ve cinsiyet ayrımı sona erdirildi. Osmanlı döneminin Müslüman tebaa için şeriat temelli MECELLE‘si yürürlükten kaldırıldı.

Türklüğün bir ırktan gelme ve bir kan bağı sorunu olmadığı; tersine bir millete mensup olma  ve bir kültür sorunu olduğu gerçeğinden kalkılarak, Mustafa Kemal‘in
Türk milletini tanımlayan özlü ve somut anlatımı yaşama geçirildi :

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.”

Dikkat buyurulsun, Anayasadan “Türk milleti” kavramını silmeye kalkışan dış güdümlü AKP-BDP ortaklığı da iyi okusun : Bu tanım kimseyi dışlıyor mu?

Bu tanım ile ABD’de 52 “millet” dikkat buyuruslsun gene, “etnisite” değil, 52 milletten
bir AMERİKAN MİLLETİ/ULUSU yaratılmamış mıdır? Bu sayede ABD Dünyanın
en büyük ve güçlü ulus devleti olmamış mıdır? Bu 52 millet kendisini “Amerika’lı” değil, “AMERİKAN” -milleti- olarak tanımlamaktadır.

O halde bu hayın tuzak halkımıza neden kurulmaktadır ??
Başbakan RT Erdoğan neyin sözcülüğünü ve ne adına yapmaktadır ??

**********************************

Yeni Medeni Yasa ile (1926) kadınlar ilk kez 2. sınıf insan olmaktan kurtularak yasa önünde gerçek anlamda eşit yurttaş hakkına sahip oldular. Mirastan eşit pay, mahkemede tanıklıkta eşitlik hakkı edindiler. Erkeklerin 4 eşe dek evlenme hakkı ve
tek yanlı olarak eşini “boş ol” diyerek boşaması vahşeti sona erdirildi. Medeni Yasa’da 2011 değişikliği ile de “koca” nın ailenin reisi olması kuralı da kaldırıldı, karı-koca eşit hak ve yükümlülük üstlendi. Bu kazanımları özellikle kadınlarımızın koruması gerek..

******************
Bir de üzücü, çoook üzücü olay var ki, 17 Şubat 1993’te, Jandarma Genel Komutanımız Org. Eşref Bitlis, uçağına yabancılarca yapılan bir sabotajla öldürülmüştü..Bu bağlamda ABD / CIA suçlandı belgelerle fakat Türkiye üzerine gidemedi bu lanetli cinayetin ve katillerin.. Çook yazık..

Sevgi ve saygı ile.
17.3.13, Ankara
Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
==============================================
Lozan Barış Konferansı’nın kesintiye uğradığı dönemde,17 Şubat 1923 günü İzmir’de, 1135 delegenin katılımı ile toplanan TÜRKİYE İKTİSAT KONGRESİ’nin 90. Yıldönümü Ulusumuza Kutlu Olsun!
(Gazi M. Kemal Paşa’nın bir ay önce evlendiği Uşşakizade Muammer Beyin kızı
Latife Hanım’ın önderliğinde, kadınlarımızın da katıldığı ilk Kongredir.)


İKTİSAT KONGRESİ ve MAHMUT ESAT BOZKURT

Şahap Osman ARAS (*)

17 Şubat 1923 tarihi, Türkiye İktisat Kongresi’nin İzmir’deki bir üzüm / incir deposunda toplandığı gündür. Kongreyi, Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa bir söylevle açmıştı. Bugün bu tarihsel olayın 90. yıldönümünü idrak ederken, bir başka tarihsel olayı da coşkuyla kutlamaktayız.

87 yıl önce, 17 Şubat 1926’da Türk Medeni Kanunu kabul edilmişti.

Her iki olayın mimarı olan Mahmut Esat Bozkurt (1892-1943) 1923’te İktisat Bakanı, 1926’da Adalet Bakanı olarak görev üstlenmiştir. Mahmut Esat Bey, Aydın İlimizin Kuşadası’nda doğan ve yurdumuz düşman işgaline uğrayınca, İsviçre’deki öğrenimini yarıda bırakarak, İstiklal Savaşımıza katılmak için koşup gelen bir Kuva-yı Milliye mücahididir.

Gazi Paşa, Türkiye İktisat Kongresini açış konuşmasında;

  • “Askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun
    iktisadi zaferlerle taçlandırılmadıkça sonuçsuz kalır.”

diyerek, çok önemli bir mesaj vermiştir.

O’nun ekonomi politikası; denk bütçe, savurganlığın önlenmesi, ihracatın ithalatı karşılaması (yani, dış ticaret açığı olmaMası), enflasyonsuz hızlı kalkınma ve sosyal adalet ilkelerine dayanmakta idi. Günümüzdeki (2012 yılı) cari açık 49 milyar Dolardır… 10 yıllık bir zaman diliminde art arda yaşanan Balkan Savaşı, 1. Dünya Savaşı ve İstiklal Savaşı’nın ardından, bir yandan Osmanlı’dan miras kalan Düyun-u Umumiye borçları ödenmekte iken, bütçe gelirlerinin ¼’ünü oluşturan Aşar Vergisi de kaldırıldığı halde; 15 yıl boyunca
her yıl ortalama % 6,5 büyüme hızı gerçekleştirilebilmiştir. Bu dönemde
(1923-38) 15 yıllık toplam enflasyon ise yalnızca %2,2’de kalmıştır! Batı’lılar
bu görkemli başarıyı ATATÜRK’ün EKONOMİ MUCİZESİ olarak tanımlamaktadır.

(*)Şahap Osman ARAS, Emekli Kurmay Albay (17 Şubat 2013 – İZMİR)

DİNDE REFORM..

DİNDE REFORM..

“Ateist laiklik” ve “sapkın dincilik”; birbirinin ikiz kardeşi olarak gelişmiştir, özünde ikisi de”din düşmanı”dır.

Laiklik, toplumun din adına baskı altına alınmasına karşı çıkmaktır; esas olarak.

Aynı zamanda toplumun, başka “kutsallıklar” adına da baskı altına alınmasına karşı çıkmaktır.

Bu haliyle, laiklikte din adamı veya dindar; toplumu, kendi dini adına baskı altında tutmaya kalkışamayacaktır.

Aslında, bu tür bir laiklik anlayışı; “Senin dinin sana benim dinim bana” sözleri ile Kuran’da da bulunmaktadır.

    Kısacası, laikliğin amacı; dini yok etmeye çalışmak değil, din adına kurulan veya kurulmaya çalışılan baskıya izin vermemektir.

Laiklik; birilerinin, kendi dininden olmayanları, kendi dinini farklı yorumlayan veya icra eden mezhepleri ya da hiçbir dine inanmayanları, hatta Tanrının varlığına karşı çıkanları, baskı altına alıp, aşağılamak hatta yok etmek yoluna gitmesi nedeniyle ortaya çıkmıştır.

Bu baskının sebebi, din adına söz söyleme hakkı bulanların cesaretidir.

Laiklik; bu cesareti kırmak, bu insanların kendilerini Allah’ın vekili yerine koymalarına engel olmaktır.

Laikliğin ilk çıkışında, dinci yönetim sistemlerine duyulan tepki olduğu gibi, bir süre sonra dinsel yönetimlerle ve yapılarla dinin kendisi özdeşleştirilmeye başlanmıştır.

Laiklik adına dinsel baskı değil din yok edilmeye, bu defa din aşağılanmaya başlanmıştır ki, biz buna “ateist laiklik” diyoruz.

Bu da, Fransız Aydınlanmacılığı‘nın bir sonucu ve türevidir.

Ateist laiklikte; gerçek laikliğin sınırı aşılmış, dindarı ya da din adamını yaratan madem ki dindir, dinsel baskıyı ortadan kaldırmanın en iyi yolu da
dini ortadan kaldırmaktır, mantığına geçilmiştir.

Bu defa da, tıpkı Rusya’da olduğu gibi, sıradan inananlar bile büyük bir baskı altına alınmıştır.

Rusya Müslümanlarının ya da Balkan Müslümanlarının çektikleri acılar bilinir.
Her ikisinde de Kuran okumak veya bulundurmak bile suç olmuştur.

Ateistler istemiştir ki; toplum dini ve Kuran’ı bilmesin, okumasın, öğrenmesin!

Oysa ki laiklik; dinsel metinlerin yok edilmesi değil, dinsel metinler üzerindeki tekelin kırılması mücadelesidir.

Bunun için ise birkaç temel şart vardır:
Birincisi; her kul, temel okuma yazmayı öğrenmelidir.

İkincisi, kullar arasında kız-erkek ayrımı yapılmadan herkes okuma yazma öğrenmelidir.

Üçüncüsü, kutsal kitaplara herkes ulaşabilmelidir.

Dördüncüsü; ulaşılan bu kutsal kitap, okuyacak olanın kendi ana dilinde olmak zorundadır.

Ve beşincisi olarak da, bu okuma işlemi sırasında veya öncesinde-sonrasında, din adına birilerinin yönlendirmesi olmamalıdır.

Aslında, Hıristiyan dininde reformla İslam dininde reform tartışmaları açısından son derece önemli bir noktadır bu.

İncil, çok uzun yıllar boyunca sadece Latincede yazılmış ve okunmuştur.
İncil’i koruyan bir teokratik sistem, yani Papalık olduğu için İncil diğer dillere çevrilememiştir.

Papalık, kendi dilleri olan Latince ile İncil üzerinde bir tekel kurmuştur.
Böylece İncil’i kendileri okuyup, yorumlayacak ve din adına sadece kendileri karar vereceklerdi.

İncil’in yazılı hale gelişi, Hz. İsa’nın ölümünden tahminen en az 60 yıl sonra gerçekleşti. Bu tarihten sonra 1.500 yıl boyunca da İncil, Roma’nın tekeli altında kaldı ve diğer dillere çevrilemedi.

Luther’in dinde reform dediği şey ise, dinde yani kutsal kitapta yazılanları değiştirmek değildi; O, bu kitabı Alman diline tercüme etmek istiyordu.

Yani İncil’de yazılanların reforme edilmesi değil, İncil’in ana dile çevrilmesi dinde reform denilen şeydi.

İslam açısından ise, bu tür bir reforma ihtiyaç pek olmadı.

Kuran, Arapça geldi.

Sahabeler bu Kuranı ezberlediler, daha sonra Arap dili ile yazılı hale geldi.

Ama Kuran üzerine bir Arap tekeli ve Arapça tekeli ilk başta oluşmadı.

Kuran, kısa süre içinde Fars diline çevrildi.

Türkler, Müslümanlığı benimsemeye başladıklarında da Arapça öğrenmediler; bunun yerine, Kuran’ı kendi dillerine çevirdiler.

Topluca Müslümanlığı benimseyen Karahanlı devrinde Kuran, Karahanlı Türkçesi’ne çevrildi.

Yine Anadolu Selçukluları ve Osmanlılar döneminde, Kuran’ın dönemin Türkçesine çevrildiği bilinmektedir.

Kısacası, İslam’da reform diyebileceğimiz şey, zaten her devirde gerçekleşmiştir.

==========================================

Dinde Reform 2

Ama bu modern din, yani İslam, İngiliz ajanı Vahabiler tarafından yozlaştırılmış ve Kuran ve din üzerine bir Arap tekeli kurulmaya çalışılmıştır.

Vahabi sapkınlar, Kuran’ın dilinin Arapça olduğunu ve başka dilde ibadet edilemeyeceğini iddia ederlerken, aslında Hz. Muhammed ve ardıllarına da ihanet ediyorlardı ama asıl hedefleri Türklerdi.

Çünkü Türkler, Müslümanlığın hem kurtarıcısı, hem koruyucusu, hem de geliştiricisiydi.

Tarih boyunca kurulan Türk devletlerinde İslam üzerinde tekel kurulmamış, halkın dinini yaşamasına karışılmamış, dinsel hoşgörü hakim kılınmıştır.

Vahabi ırkçıları, Türkleri Müslümanlıktan temizlemek istemiş, bu nedenle Arap dilini ön plana çıkartmışlardır.

    Vahabiler aynı zamanda Türk’ün Allah’a ulaşma yöntemi olan tasavvufa savaş açmışlardır.

Bir süre sonra bu Vahabi sapkınlığı Türk ülkelerinde de egemen olacak ve Türkçe ibadet ve Kuran okumak yanlış bulunacaktır.

Ta ki Atatürk gelene kadar.

    Mustafa Kemal, Hıristiyan işgalcileri ülkeden attıktan sonra, Kuran’ın Türk diline çevrilmesini de sağlamıştır.

Yine dönemin ideologlarından Ziya Gökalp Türkçe Kuran ve ezanın önemini şu şiiriyle halka anlatmaya çalışacaktır:

    “Bir ülke ki, camiinde Türkçe ezan okunur,
    Köylü anlar manasını namazdaki duanın..
    Bir ülke ki, mektebinde Türkçe Kur’an okunur,
    Küçük, büyük herkes bilir buyruğunu Huda’nın;
    Ey Türkoğlu, işte senin orasıdır vatanın!”

Bu noktada çok güncel bir meseleyi de laiklik ve dincilik açısından tartışabiliriz.

AKP’nin tümüyle gerici ve de bölücü amaçlarla hazırladığı 4+4+4 eğitim sistemi, ilk öğretimden başlayarak seçmeli Kuran ve Hz. Peygamber’in hayatı derslerini müfredata soktu.

Bu uygulama çok tartışıldı.

Eğitimi verecek hocaların hangi zihniyette olduğunu elbette biliyoruz, üstelik henüz dinsel eğitim yaşına varmayan çocuklara bu eğitimin verileceğini görüyoruz ve bunun laiklik açısından bir yanlışlık olduğunu tespit ediyoruz.

Biz böyle dedikçe, kimi uyanık dincilerse; görüyor musunuz Kuran okunmasına karşı çıkıyorlar diyor!

Aslında ülkemizdeki laiklik gündeminin en önemli düğüm noktası tam da burasıdır.

Türkiye gibi, dinsel sapkınlığın örgütlendiği ve iktidara yerleştiği ülkelerde, en iyi laiklik mücadelesi, tam da Kuran okuyarak ve Kuran okutarak yapılır!

Kuran artık bu ülkede evlerin vitrinlerinden insin, çocuklar, gençler onu eline alsın, okusun ve tam da Ziya Gökalp’in dediği gibi Tanrı’nın buyruğunu bilsin!

Eğer bu yapılırsa, buyruk verme yetkisinin Allah’ta olduğunu, Allah’ın peygamberi Hz. Muhammed’e bile emretme yetkisi vermediğini, sadece tebliğ görevi verdiğini görürler.

İddia ediyorum, bu ülkede laikler Kuran kursu açsınlar, iyi din ve tarih eğitimi almış hocalarla çocuklara Kuran öğretsinler, dinciler o zaman Kuran kursları kapatılsın diyecektir.

Ve yine en önemli eksiğimizi vurgulamaktan kaçınmayalım.

Bu ülkede de, diğer Müslüman ülkelerde de, halk Kuran okumaz, Kuran’ı okuyanlar gelir ve halka Kuran’da ne yazdığını söylerler.

Elbette kendi işlerine geldiği gibi.

Ve elbette Allah’ın da Hz. Muhammed’in de en fazla karşı çıktıkları gibi.

    Laikliğin önündeki engel, Kuran üzerindeki dinci tekeldir.

Din üzerinde, Hz. Muhammed üzerinde hak iddia edenler, Hz. Muhammed’in mirasçısı değildirler; çünkü İslam ne dinsel teokrasi ne de ırksal sultanlık getirmiştir.

Peygamber tektir ve onun takipçisi onun ümmetidir.
Yani tüm Müslümanlar…

İşte dinci sapkınlık; aslında halkın dini, imanı, Kuran’ı öğrenmesine karşıdır, çünkü buradan ekmek yemektedir.

Ve yine bilelim ki dinci sapkınlar, aslında Arapçayı da bilmemektedir.
Onlar sadece Kuran’ı hatmederler.
Kuran’ı hatmetmek, Hz. Muhammed döneminin uygulamasıdır ama zaten hatmedenler Arapça biliyordu.

Oysa bizde Arapça bilmeyenler onu hatmettiğinden, hiçbir anlamı olmamaktadır, çünkü ezberlediğini tekrarlayan, ne dediğini bilmemektedir!

Ve yine laiklik peşinde koşanlar; çocuklarını Fransızca, İngilizce kursları yerine, Arapça kurslarına gönderseler, yine büyük bir laik adım atarlar.

Böylece çocuklarımız Kuran’ı orijinalinden okumayı ve anlamayı öğrenir.
İşte o zaman dinci sapkına hiç ekmek kalmaz.

Sonuç olarak, dinde reform meselesi; dinin değiştirilmesi, yumuşatılması meselesi olarak yanlış tarif edilmiştir.

    Dinde reform, dini halka vermektir.

Zaten Allah da dini halka göndermiştir, aracılara değil.

Laiklik bu şekliyle konulduğunda, dinci gericilik elindeki tüm sömürü araçlarını kaybedecektir.

Laiklik için bu büyük adımı atmaya, Kuran okumaya ve okunması için kampanya açmaya var mısınız?

http://www.ulusalparti.net
Cesuryorum
3.10.12

Cesuryorum
www.cesuryorum.com


Bu sayfa; Atatürk’e, Türk Toplumu’na, Türk Devleti’ne zarar verenlerin, hakaret edenlerin, Türkiye’nin kaynaklarını sömürenlerin, Atatürk’ün kurduğu çağdaş, laik, demokratik ve tam bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmak isteyenlerin açıkça ifşa edildiği ve gerçek yüzlerinin gösterilmek istendiği bir sayfadır!

Cesuryorum

“Benim en büyük hasletim, TÜRK olarak doğmamdır!..”
Mareşal Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK

”Bizler;
Gözünde Vatanını,
Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen,
Vicdanında dinini saklayabilen,
Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız…”
Nusret DEMİRAL

“Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, HAYAT’tır!”
Nusret DEMİRAL

Şiir : Kuvayı Milliye Şehitleri – Nazım Hikmet / Martyrs of National Forces (Kuvayı Milliye) by Nazim Hikmet

kuvvayi_milliye_sehitleri_nazim_hikmet

Servis Edilen Yeni Osmanlıcılık ve ATATÜRK’ün Osmanlılar Hakkında Görüşleri / Recently Served Neo-Ottomanizm and Atatürk’s Opinions on Ottomans

Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturk’un_Gorusleri

19 Mayıs 1919 Kuvayı Milliye Ruhu ve Günümüz

19_Mayis_1919_kuvayi_milliye_ruhu_ve_gunumuz

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün sözleri..

Ataturk’un_sozleri

ATATÜRK’ü Anlamak

ATATÜRK’ü Anlamak..
O’nu doğru anladık mı, doğru uyguladık mı?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. profsaltik@gmail.com
ADD Bilim-Danışma Kurulu Yazmanı

“Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü anladık ve doğru uyguladık mı?” içerikli sorunun oluşturduğu yazımızın başlığını irdeleyebilmek için, sanırız O’nun kimi sözlerini ele alarak ilerlemek uygun olur.
Ata’ya Göre 1838 İngiliz Ticaret Anlaşması (Balta Limanı Anlaşması) ve Osmanlı’ya yükü :

“ Tanzimat’ın açtığı serbest ticaret devri, Avrupa rekabetine karşı kendisini savunamayan ekonomimizi, bir de kapitülasyon zincirine bağladı. Yabancılar kazanç vergisi vermiyorlardı. Gümrüklerimizi ellerinde tutuyorlardı. İstedikleri zaman istedikleri eşyayı, istedikleri koşullarda memleketimize sokuyorlardı. Bu sayede mutlak egemen olmuşlardı. Rekabet gerçekten çok gayri meşru, hakikaten çok kahredici idi. Rakiplerimiz, bu yolla, gelişmeye uygun sanayimizi de mahvettiler. Ziraatimizi de rehin aldılar.” (1 Mart 1922, TBMM)

3 Kasım 1839’da Osmanlı Padişahı, Batı emperyalistlerinin “Tanzimat” (Regulations) adı altında dayatmalarına boyun eğiyordu. Koca Osmanlı’nın düzeni kalmamış, darmadağın olmuştu ki;
Batı, O’nu “tanzim etme” (düzenleme) hakkını her nasılsa kendinde görebiliyordu! Dahası, Saltanatın aymazlık ve çaresizliği, bu boyun eğişi getiriyordu. Haşmetlinin Fermanı İstanbul Gülhane Parkı’nda davul zurna ile tebaaya duyuruluyordu. Koca imparatorluk ağır biçimde aşağılanıyor, bir başka devletin kendisini “düzenlemesine” (tanzim etmesine, tanzimat) boyun eğebiliyordu.

Peki bununla kaldı mı, Osmanlı İmparatorluğu kurtulabildi mi?
Ne gezer? Elini verenin kolunu kaptırması örneği, çöküşü süren Devlete yalnızca 17 yıl sonra daha ağır bir aşağılayıcı dayatma geldi: Islahat..

“Tanzimat” ile düzelemeyen “Hasta adam” Osmanlı Devleti, Batı’lı emperyallerce bu kez “ıslah” edilecekti. Ziya Paşa’nın “Nush (nasihat) ile uslanmayanın hakkı tekdir (azar), tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir.” sözünü çağrıştırırcasına, Osmanlı’ya, benzetmek yerinde ise önce Tanzimat ile nasihatta bulunulmuştur. Olmayınca sıra azarlamaya gelmiştir : Islahat Fermanı..

Ne var ki, Osmanlı’ya azar da yetmemiş, 1881’de borçlarını ödeyemeyerek iflas edince maliyesine el konmuştur. Ancak bu darbenin adı Düyun-u Umumiyedir. “Genel Borçlar İdaresi” diye retorik tuzakla öğrendiğimiz. Derken sıra dayağa gelmiş ve 10 Ağustos 1920’de Sevr Anlaşması ile hasta Osmanlı devleti yıkılmıştır. 1299’da Söğüt kasabasında başlayan 621 yıllık görkemli serüven, çok acı biçimde sonlandırılmıştı.

Bu acı tabloyu Mustafa Kemal Paşa 84 yıl sonra yüksek tarih bilinciyle, TBBM’nin gizli oturumda milletin vekillerine aktarmıştır. Günümüze gelirsek, AB ile 1959’dan bu yana süregelen karasevdamız bağlamında 1996’da yürürlüğe giren sözde Gümrük Birliği’ne bakalım. Yüzlerce milyar dolar dış ticaret açığı başta olmak üzere uğratıldığımız çok yönlü yıkımın bilançosu nasıl açıklanabilir? Büyük Atatürk’ün Balta Limanı Anlaşması’nın çok ağır, telafisi olmayan ve devletin yıkımıyla sonlanan sonuçlarını irdeleyen konuşmasında “ Tanzimat” sözcüğünün yerine “Gümrük Birliği” koysak, tam da bugüne denk düşmez mi?

İşte “tarih yinelemedir (tekerrürdür)” özdeyişinin tipik bir örneği.. Oysa tarihten gerekli dersler akıllıca çıkarılabilse -ki Balta Limanı Anlaşması’nı 84 yıl sonra değerlendiren Atatürk bunu yapıyor..-
tarih yineler mi? Günümüzde çöken tarım, dışa bağımlı hastalıklı sanayimiz, ulusal gelire yaklaşan borçlar.. bırakalım doğru uygulamayı, Mustafa Kemal Paşa’yı anladığımızı mı gösteriyor mu?
O, şu sözlerin de sahibi :

“ Bütün Dünya bilsin ki, benim için bir taraflılık vardır : Cumhuriyet taraftarlığı, düşünsel ve toplumsal devrim taraftarlığı… Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda 1 bireyi, dışarıda düşünmek istemiyorum.”

Bu hedefi doğru anladık ve uyguladık mı? Laik-demokratik-halkçı devleti güçlendirerek sürdürebildik mi? Cumhuriyeti, O’nun özlemiyle “Özellikle kimsesizlerin kimsesi” kılabildik mi, milyonlarca halk kitlelerini yoksulluğa, işsizliğe, eğitimsizliğe, sadaka kültürüne mahkum etmedik mi? Gelir dağılımı yeryüzünün en kötü ülkelerinden biri olmadık mı? 2 Temmuz 1993’te Sivas’ta, “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” naralarıyla 37 insanı yakan Cumhuriyet düşmanları nerede yetişti ve yakalanıp yargılandılar mı? Oysa 23 Aralık 1930’da Menemen’de Kubilay’ı şehit edenler, Atatürk döneminde derhal yakalanmış ve hızla yargılanarak ölüm cezasına çaptırılmışlardı.

Cumhuriyet’in 7. yılında “Efendim, Türkiye ne zaman Batılılaşacak, ne zaman Amerikanlaşacak?” diye soran ABD’li gazeteciye şu yanıtı vermişti :

“Türkiye, bir maymun değildir ve hiçbir milleti de taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak ne de Batılılaşacaktır; o yalnızca
ÖZ-LE-ŞE-CEK-TİR!” [ Türk Kültürü, Kasım 1965, sayı 37, sf. 64 ]

AB yandaşları ve 1959’dan bu yana tüm hükümetler ve Devlet, AB’ye üyeliği (üyelik hayalini!) sürekli bir devlet politikası kılarken “Atatürk de yaşasaydı Türkiye’yi AB’ye sokmaya çalışırdı..” demediler mi?
Oysa aynı AB’nin Avrupa Parlamentosu’nun 21 Mayıs 2008 kararlarına bakalım !

Türk Askeri Ada’dan çekilsin, Türk Ordusu’nun yönetim üzerindeki etkisi kaldırılsın, (!?)

“Kürt Açılımı” konusunda gecikilmesin, Ordu’nun içindeki “Ergenekon” kökünden kazınsın (??!) (tümce aynen böyle).

AKP’li Dışişleri Bakanı Ali Babacan’dan tarihsel itiraf : Washington ziyareti sırasında ABD Dışişleri Bakanı C. Rice ile görüşen Babacan’ın, Fransa’nın tutumuna karşı destek isterken;

“Türkiye’nin AB’ye alınmayacağını biliyoruz. Ama ortaya çıkan olumsuz havanın dağılması ve Türkiye’de kamuoyunun tepki göstermemesi için Fransa’ya baskı yapmanızı istiyoruz.” dediği öğrenildi. (Cumhuriyet, 11.06.08)

Halbuki, 1989 AT Sosyal Şartı İşçilerin Temel Hakları (12. md.)
Serbest dolaşım,
Çalışma ve adil ücret isteme hakkı,
Çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi,
Sendika özgürlüğü ve toplu pazarlık hakkı,
Sosyal koruma,
Mesleksel eğitim..

haklarını düzenlerken, Batı’nın bu tarihsel ikiyüzlülüğünü
fark etmeyen siyasal kadrolar işbaşına gelebilir miydi?

Kanada’da Prof. Dr. Michel Chossudovsky diyor ki
(“ Yoksulluğun Küreselleşmesi ” adlı kitabından..) :

“Ulusal Program, bir aldatmacadır! Türkiye gibi gelişmekte olan
pek çok ülke, Batı tarafından yeniden koloni (yeni sömürge) durumuna getirilmeye çalışılıyor!” gibi uyarılara göz yumulabilir miydi? ABD’nin, Türkiye’yi bölme planlarına karşılık yine de tek yanlı olarak bu ülke ile hastalıklı bir stratejik müttefik ilişkisi sürdürülebilir miydi? (E. Alb. Ralph Peters, Haziran 2006, www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899)

ABD’li General Wesley Clark’ın, “5 yıl içinde 7 ülkeyi ele geçireceğiz! Irak, Suriye, Lübnan, Libya, Somali, Sudan, İran…” (www.yukselendeniz.com, 30.06.07) tehdidi karşısında Atatürkçü
dış politika ne tutum alırdı?

“Bizim dış politikamız basit ve doğrudur. Herkesle dostluk kurmak isteriz. Ama hiç kimse ile ittifak ve bloklaşma yapmayız.” ilkesi (Ata’nın 1925-37 arasında 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras) doğru anlaşılsa ve uygulansa idi, Türkiye’nin emperyalizmin saldırgan gücü NATO içinde yeri olabilir miydi?
Ülkemiz ve Ulusumuz çoook zor günlerde.. Çanlar kimin için çalıyor? A y ı r d ı n d a mıyız?

Liberalizm’in peygamberi Adam Smith bile; “Sağlık hizmeti, Piyasaya bırakılamayacak denli önemli, kritik bir alandır. ” demekte iken
(The wealth of nations (1776);

Türk Devrim’in yaratıcısı Yüce ATATÜRK; “.. Devrimin ve Devrimciliğin kendisine yaşamsal görevler yüklediği Türk Ulusu’nun sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde özenle durduğumuz milli davamızdır..”

“ Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde durulacak ulusal sorunumuzdur. Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımdan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.” derken, sağlık hizmetlerinde yaşanan köktenci ve yaygın özelleştirmeyi nasıl açıklayabiliriz?

Atatürk sağlık hizmetlerini EN BİRİNCİ devlet ödevi sayarken,
Sağlık Bakanı R. Akdağ’ın insanımızı müşteri gören anlayışını nereye koyacağız? (Milliyet, 26.7.2003)

“Okuyup-yazma bilmeyen tek bir yurttaş bırakılmamalıdır. Kalkınma savaşının gerektirdiği teknik işgücü yetiştirilmelidir. Yurt sorunlarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, kuşaktan kuşağa yaşatacak birey ve kurumlar yaratılmalıdır. Gençliği yetiştiriniz, Onlara ilim ve irfanın müsbet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız.” (Atatürk, 1937 TBMM açış konuşmasından..)

Yukarıdaki hedefin gerekleri yerine getirilebildi mi? Okulda örgün eğitim süremiz ortalama 5,3 yıl dolayında. TOKİ 8 yılda yarım milyona yakın konut, 332 cami yaparken öğrenci yurtları yetersizliği neden sürüyor? Neden yalnızca 63 yurt-pansiyon yapılabildi? (www.toki.gov.tr, 19.2.11) Gençler tarikatların örümcek ağlarına düşürülsünler diye mi?

Çin Devrimi’nin efsane önderi MAO’nun öykünmesi göğsümüzü kabartmadan öte bir işe yarıyor mu?

“Ben Çin’in Atatürk’üyüm!”

Bu ülke lise tarih kitaplarında yeryüzünün gelmiş geçmiş en büyük 4 devrimcisi arasında Ata’mızı neden çocuklarına öğretiyor; biz neden okullarda ders kitaplarından çıkarmaya bakıyoruz??

1935’te Şangay Meydanı’nda binlerce Çinliye, Uzun Yürüyüş öncesinde bir konuşma yapan Mao Ze Tung’un ilk sözleri şöyle:

“Ben, Çin’in Atatürk’üyüm…”

1948’den günümüze dek, 1,5 milyar nüfuslu Çin Halk Cumhuriyeti’nin okullarında 8 ve 9. sınıflarda okutulan Yakınçağ Tarihi ders kitaplarının kapağında ve içinde yer alan “Atatürk ve Cumhuriyet Devrimleri”, bize neyi çağrıştırıyor? Cumhuriyet, Yaşam eki,
Dursun Özden, 15.07.2008)

Atatürk’ü örnek alan Devrimleriyle Çin bir dünya devi olmuşken
biz Türkiye olarak neredeyiz ??

Atatürk’ü Çin halkı mı doğru anlayıp uyguladı,
O’nun milleti olarak biz Türkler mi?

Bir başka çok başarılı devrimci önder, Küba’nın kurtarıcı ve kurucusu Fidel Castro’dan:

“Asıl devrimci Atatürk!”

Mart 1997’de Habitat Toplantısı için İstanbul’a gelen Küba lideri Fidel Castro, konuşmasında şöyle dedi:

“Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptıklarını ben asla başaramazdım.
Asıl devrimci Atatürk. Bu denli büyük bir devrim yaptım, ama
Kemal Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım.”
(Cumhuriyet, Yaşam eki, Dursun Özden, 15.07.2008)

Küba’lı devrimci Fidel Castro’ya isteği üzerine, Havana Büyükelçimiz Bllal Şimşir, Atatürk’ümüzün İngilizce NUTUK’unu sağlar. F. Castro’ nun Atatürk sevgisi ve tutkusunun kaynağı; O’nun büyük eseri olan “Nutuk” kitabını özümseyerek okumasında ve Devrimci Mustafa Kemal Atatürk’ün ilk anti-emperyalist savaşımını utkuya eriştiren 1919 Ruhu’ndan esinlenmesinde yatıyor.
(Cumhuriyet, Yaşam eki, Dursun Özden, 15.07.2008)

Fidel Castro: “Devrimci Kemal Atatürk varken, Türk gençleri neden kendilerine başka önder arıyorlar? Atatürk, 1919’da Anadolu’dan düşmanları kovmak için Bandırma Gemisi’yle Samsun’a çıktı ve
anti-emperyalist bir savaş verdi ve zafere erişti. Biz, Atatürk’ün
bu devrimci savaşından etkilendik, esinlendik ve tam 40 yıl sonra, 1959’da Granma Gemisi’yle Havana’ya çıktık. Ülkemizden emperyalistleri ve işbirlikçisi Faşist Batista rejimini yıkmak için. Biz de zafere eriştik.“ (Cumhuriyet, Yaşam eki, Dursun Özden, 15.07.2008)

Fidel Castro: “Bizim ve tüm mazlum halkların esin kaynağıdır Devrimci Kemal Atatürk… Sağdan sola doğru yazılan Arap harfli ALFABE’yi bırakıp, soldan sağa doğru yazılan Latin harfli ABECE’ye geçilen Harf Devrimi başta olmak üzere, bir dizi Çağdaş ve Aydınlanmacı Cumhuriyet Devrimlerini bu kadar kısa sürede
biz asla başaramazdık. Atatürk sosyalist olsa da aynı şeyleri yapardı. Kendinize başka esin kaynağı aramayın. Büyük bir deha ve komutan olan Kemal Atatürk’ün kıymetini bilin ve kendinize başka önder,
yol ve yordam aramayın.” (Özden, 15.07.2008)

CHE’NİN ÇANTASINDAN “NUTUK” ÇIKTI !

Sevgilisine Nazım’dan en güzel aşk şiirleri okuyan ve mektuplar yazan Dr. Ernesto Che Guevara, tam bir Nazım tutkunuydu. Küba Devrimi’nin öncülerinden ve Fidel Castro’nun yoldaşı Arjantinli devrimci doktor Che Guevara, Bolivya’da özgürlük savaşında yakalanıp öldürüldüğünde sırt çantasından; “GRAND DISCURSO – Revolucionario Kemal Atatürk” (Atatürk’ün Büyük Nutuk’u), Türk Şairi Nazım Hikmet’in “Kuvayı Milliye Destanı“ kitabı çıktı. (Özden, 2008)

Atatürk’ün Uluslararası tekelci sermaye hakkında uyarıları :

“Bir yandan Batı’nın işçi sınıfı, öte yandan Asya ve Afrika’nın köleleştirilmiş halkları milletlerarası sermayenin kendilerini yıkmak ve efendilerine büyük çıkarlar sağlamak için köle durumuna getirilmek istediğini anladığı ve sömürge politikasının işlediği suç Dünya işçilerince kavrandığı gün burjuvazinin gücü sona erecektir.”

Türkiye’nin IMF ile 1958’den bu yana süren sözde “Niyet Mektupları” süreci ile ağır biçimde borçlandırılarak sürüklendiği konumu göz önüne alalım. O’nun döneminde hemen hemen hiç borç alınmadan, Batılıların deyimi ile EKONOMİ MUCİZESİ yaratarak olanaksızlıklar ve 1929 dünya ekonomik bunalımı ortamında 1923-38 arasında istikrarlı biçimde ortalama %6,5 büyüme sağladığını anımsayalım.. Üstelik 15 yılda toplam %2,2 enflasyon ile. (www.selimsomcag.org/, 10.09.05)

Günümüzde ise Batı’nın emperyalist sermayesinin 2 temel kurumu (maşası) olarak IMF ve DB’nın oyuncağı kılınan bir ülke durumuna sürüklenişimiz çok hüzün verici; dahası çok da tehlikeli.. Ayrıca, belalı Ortadoğu coğrafyasında BOP (sonra GOKAP) kapsamında emperyalist ABD’nin Eşbaşkanlığıyla nasıl maşa durumuna indirgendiğimizi de ibretle izlemekteyiz. Niyetler açık açık adeta tebliğ edilirken :

“ Yeni Dünya Düzenini, Tek Dünya Devleti’ni propaganda yaparak, para harcayarak, kan dökerek kuracağız!” (Arthur Schlesinger,
CFR Dergisi Foreign Affairs, 1995)

4 Temmuz 2003’te ABD işgalindeki Irak’ın kuzeyinde askerlerimizin başına çuval geçirildiği de ortada!

“Başarımız, kuşkusuz birlikte olacaktır. Eğer ulus; ortak amaca
hep birlikte çaba göstererek yürürse, mutlaka başaracaktır.” (1923) sözleri de O’nun katılımcı demokrasiye inancını pekiştiriyor.

Küreselleşme = Yeni Emperyalizm için söylenenler…

“ Küreselleşme, görüşlerimizi ve uygulamalarımızı başkalarına
kabul ettirmek için kullandığımız süslü bir sözden başka bir şey değildir! ” (Prof. Dr. Nial Fergusson, The Guardian, 31 October 2001) derken; Yurtsever Atatürk aşığı ozanımız Fazıl Hüsnü DAĞLARCA, (öl. 15.02.08) sanatının gücüyle şamar gibi
yanıt veriyor :

Küreselleşme madensel bir yürektir
Yer yuvarlağını dolarla tartabilmek, değerlendirebilmektir,
Bankalara kilitleyebilmektir.
Oysa yeryüzüleşmektir birbirimizi sevmemiz
Birbirimizi düşünmemiz
Birbirimizin yardımına koşmamız,
Birbirimizi yaşamamız.. (Empati!)

KüreseleşTİRme = Yeni emperyalizm uğursuz denklemi aklı başında tüm dünya aydınlarınca kurulurken ülkemizin savruluşunu ve KüreseleşTİRmeci = Yeni emperyalizst düzen göbeğinde bağlanışına ne demeli ?

Uyarı yine O’ndan; anladık mı ki, doğru uygulama olanağımız olsun ?

“ Birtakım sözcükler vardır ki, sık sık dile getirildikleri halde,
hatta aydınlar arasında bile onu tümü ile anlayan oldukça azdır.”

Seçimler hakkındaki kritik uyarısını ne denli kavradık ??

“Efendiler, sırası gelmişken, aziz Milletime şunu tavsiye ederim ki; başının üzerine çıkaracağı adamların k a n ı n d a k i ö z c e v h e r i çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an bile geri kalmasın.”

Avrasya Birliği

Avrupalılarca kurulmaya çalışılan Avrupa Birleşik Devletleri (AET, AT, AB.. süreci), dünyaya kan kusturan ABD, epey bir zamandır yapılan Afrika Birliği kurma toplantıları, yeni bir güç ve denge ögesi olması için kurulması koşul olan ve geç kalınmaması gereken bir Birlik, Avrasya Birliği’dir. BM, Batı’ya oyuncak yapılmıştır! NAFTA vb. çok tipik örneklerdir. Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin’in kurduğu ekonomik birlik BRIC (Güney Afrika da katıldı BRICS oldu) çok tipik olarak, küreselleşen Batılı emperyalist sömürge düzenine bir başkaldırıdır. Türkiye, bu Birlikle en azından ekonomik ilişkiler kurmalıdır.

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşımı meslek edinmek.”

Büyük Atatürk’ün en temel söylemlerindendir. Türkiye 60 yılı aşkın bir zamandır Batı emperyalizmi iç içedir ve bölünüp parçalanma eşiğine sürüklenmiştir. Artık stratejik hataya son vererek, bu kampla
ilişkileri normalleştirmek, Atatürk’ü doğru anlamak ve uygulamak için ilk ve temel adımlardandır.

Batı emperyalizmi tarafından yer üstü ve yeraltı varlıklarına
göz konulan ülkelerin; Afrika gibi, ilerde kendileri ile aynı yazgıyı paylaşabilecekleri içtenlikli ve açık olarak aktarılarak, bölge ülkeleri ile yeni güç birlikleri ve anlaşmalar yapmaları zorunludur.

Bölünme yok, birleşme var!

D i k k a t !

1. Emperyalizm, ABD ve AB maskesi altında ne yazık ki
Batı’lı 2 kaynaktan gelmektedir!
2. Çağımızda Küreselleşen emperyalizmin ana hedeflerinin
en başında gelen, hiç kuşkusuz, zenginlikleriyle Avrasya
.
“İnsanın aslı ne ise nesli de o olur..” derler.. Günümüzde en tipik örnek, ABD ve AB’nin sömürgecilik ve soygunculuk alışkanlığının; koşullar oluştuğunda, o çok övündükleri Batı uygarlığı (!?) ve insanlık değerlerini hiçe sayarak tüm dünyayı sömürmek için acımasız politikalar geliştirerek yabanıl geçmişlerine dönüşleridir..

Yüce ATATÜRK’ün görkemli evrensel söylemi ise :

“YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ!” tır..

Şu acı tarihsel itirafa bakalım :

..alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık..

“Beş yıl önce Başkan Ronald Reagan bize, 3. Dünyayı kapitalizm çarkının serbestçe döneceği yeni bir alan yapma konusunda sıkı bir talimat vermişti. Biz o zaman ne büyük bir sevinçle, ne büyük bir görev duygusuyla işe atılmıştık. 1983 yılından sonra yaptığımız her şey; ’Ya güney küreyi özelleştireceğiz, ya da öleceğiz’ kararlılığına dayanıyordu. Bu amaca ulaşmak için, 1983-1988 arasında Latin Amerika ve Afrika’da alçakça, ekonomik bir tımarhane yarattık.” {Davidson L Budhoo, Open Letter of Resignation from the staff of the IMF, syf. 102}

“Türk Bankacılık Sistemi Vizyon 2023” kongresi, İstanbul

Eski Pamukbank Genel Müdürü Bülent Şenver, Türk bankacılık sektörünün uluslararası bankacılık sermayesinin denetimi altına girmesinden duyduğu üzüntüyü dile getirerek;

“Yakın dönemde artık Türk bankacılık sistemini uluslararası bankacılık sermayesi kontrol edecek. Bu artık kaçınılmaz bir gerçek ve geriye dönüşü mümkün değil..” (Cumhuriyet, 26.06.08)

Oysa Merkez Bankası, İş Bankası, Etibank, Sümerbank..
Atatürk döneminde TAM BAĞIMSIZLIK için açıldı.

MAI’nin (Multilateral Agreement for Investment, Çok Taraflı Yatırım Anlaşması) kimi temel maddeleri (Kabul tarihi, 13 Ağustos 1999; Ecevit-Yılmaz-Bahçeli 3’lü koalisyonu, 57. hükümet) :

– Emeğin mal oluşunun düşürülmesi için her türlü sosyal güvenlik
ve yardımın yanı sıra örgütlenmesinin önüne geçilmesi;

– Üretimde kullanılacak ham madde ve ara malda birincil önceliğin üretimin yapıldığı ülke olması ya da belli bir oranın bu ülkeden karşılanması ilkesinin yerine, fiyatının düşük olduğu yerden
dışalımına (ithaline) bıraktırmasını.. gibi temel konuları içerir.

DİKKAT : Anlaşmayı imzalayan devletler, 5 yıl süre ile anlaşmadan çıkamayacak ve çıktıktan sonra da 15 yıl süre ile tüm anlaşma kurallarını uygulamak zorunda bırakılacaklardır!?!
(Katolik nikahından beter!)

İnsan aklı ile dalga geçen, bir akıl tutulması örneği olan, insanımızı ve ortak aklımızı adeta mankurtlaştıran böylesine katledici bir anlaşmaya Atatürk döneminde imza atılabilir miydi??

Kamu öncülüğünde sanayi politikaları!

Türk ekonomisinin doğru yoldan sapmış gidişinin doğru yola girişi için neler yapması gerektiğini Harvard’lı ekonomi hocası Prof. Rodrik şöyle özetlemektedir :

1. Büyüme için işgücünün yüksek verimli sanayi sektörüne
kaydırılması gerek.
2. Kamu öncülüğünde sanayi politikaları. Bu kamu ve özel sektörün
sürekli diyalog içinde olması ile olanaklı.
3. Sanayi politikasının temel amacı yapısal dönüşümü
hızlandırmaktır. Bu bir diyalog sürecidir, kârlılığı gözetir
ama disiplin de uygular, öncelikler belirler ve saydamdır.
4. Şu anki konumda Türkiye’nin kur politikasını değiştirme lüksü yok.
Bu yüzden sanayi politikalarını belirlerken maalesef kur politikalarını kullanamayacaksınız (Prof.Dr.Dani RODRIK , Harvard Üniversitesi, www.simalyildizi.net/index.php?topic=1146.0, 30.12.07)

Çin ve Güney Amerika ülkeleri Atatürk’ün ekonomi politikasını izliyorlar. Görkemli başarıları ortada.

İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.
Bu, tekellerin ileri sürdükleri üzere ‘dünyadan kopma‘ ve ‘içe kapanma‘ değildir. Bu, emperyalizme karşı çıkma, sömürgeleşme sürecinden kopma ve dünyanın ¾’ünden daha büyük bir bölümünde yaşayan Güneyin İnsanlarına açılma demektir. (Prof. KALDONE G. NWEIHED, Venezuela’nın Ankara Büyükelçisi, Çev. B. T. Gürel, Memleket Yayınları, 2006)

VATAN TEHLİKEDE Mİ?

Evet!
Nasıl kurtulacağız??
Atatürk’ü doğru anlayıp uygulayarak, yeniden Atatürk’e dönerek!
Şu sözler de O’nun :

“ Biz Batı emperyalistlerine karşı yalnız kurtuluş ve bağımsızlığımızı
korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda Batılı emperyalistlerin
güçleri ve bilinen her aracı ile Türk ulusunu emperyalizme araç
yapmak istemelerine de engel oluyoruz. Böylece bütün insanlığa
hizmet ettiğimiz kanısındayız.”

“ Yaşamda en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir.”

“ BENİM EN BÜYÜK ESERİM CUMHURİYET’tir.”

“ Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen ulusal yıkımların
yarattığı uyanıklığın ve bu sevgili yurdun her köşesini sulayan
kanların karşılığıdır. Bu sonucu, Türk gençliğine kutsal bir armağan
olarak bırakıyorum.”

En zor anlarda bile ulusuna ve kendine güvenini, umudunu yitirmedi:

“ Vatan kesinlikle esenliğe kavuşacak, ulus kesinlikle mutlu olacaktır.
Çünkü kendi esenliğini, kendi mutluluğunu ülkenin ve ulusun
esenliği için feda edebilecek vatan evlatları çoktur.”

Emperyalizme karşı mücadelede mazlum milletlere çıkış yolunu gösteren Büyük Devrimci GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ü sonsuzluğa uğurlayışımızdan 73-74 yıl sonra;

Kemalist Devrimi tamamlama azim ve kararlılığı ile

saygı ve şükranla anıyoruz..

Başta SÖYLEV (NUTUK) olmak üzere Söylev ve Demeçlerini ve de eylemini bir kez daha özenle okuyup özümseyerek, özümseterek, ülkemizin içine sürüklendiği bataklığın ana nedeninin Kemalizm’i yadsıma olduğunu da bunca yıllık acı deneyimden sonra artık
daha çok gecikmeden kavramalı, kavratmalıyız..

Tek çare, yeniden ATATÜRK’tür!