Etiket arşivi: Erzurum Kongresi

YARININ ADAMI : ATATÜRK

  • “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”
    (Ahmet Taner Kışlalı)

Yarının adamı Atatürk bir tümceyle ancak bu kadar iyi anlatılabilirdi.

Yıl 1905, Selanik.

Atatürk, Bulgar Türkolog Manolov’la gelecekte kullanılacak Türk abecesini konuşacak denli yarının adamıdır. Kimselerin akıl edemediğini akıl etmekle yetinmez, yaşama geçirmeyi tasarladığını çekinmeksizin dışavurur.

Yıl 1905, Şam.

Şam’da konuşlu Osmanlı ordusundaki görevi sırasında ordunun korumakla yükümlü olduğu halkın değerli eşyalarını elinden alarak tepeden tırnağa herkese pay düşecek şekilde paylaştığına tanık olur. Ordunun tüm unsurları bu konuda uzlaşmış gibidir. Halk dışında hemen herkes durumdan hoşnuttur. Mustafa Kemal, arkadaşı Müfit (Özdeş)’le bu ürpertici gerçeğin dışında kalır. Bununla da yetinmez. Yanlışın sürdürülmesinin önüne geçmeye çalışır. Kendi deyişiyle “yarının adamı” olarak yapması gerekeni yapmıştır.

Yıl 1919, Erzurum.

Erzurum Kongresi sırasında Mazhar Müfit (Kansu) Beye bir dizi not aldırır. Cumhuriyet, devrimler ve başkaca köklü değişiklikler o sırada bile şekillenmiş durumdadır O’nun kafasında. Yarının adamı, kendisini hayalcilikle suçlayan Mazhar Müfit beye devrimleri bir bir yaşama geçirirken o geceyi anımsatmayı unutmaz.

Geleceğin öncülüğünü yapmak geçmişteki olumlulukları günümüze taşımaya engel değildir.

Dil devrimi kapsamında yapılan onlardan biridir.

Halkla iletişim kurma gereksinimi duymayan saray çevresinin anlaşma aracı olmaktan öteye geçemeyen Farsça-Arapça kırması Osmanlıca yarının adamı Atatürk’ün önde gelen sorunudur. Karanlıkta kalan toplumun ışıkla buluşmasının önündeki biricik engel olan Osmanlıca’nın yerine konacak dil hazırdır. Seçkinlerin kullanmadığı, horladığı Türkçe, Anadolu halkının dilinde varlığını sürdürmüştür. Yarının adamının yaptığı onu derin dondurucudan çıkartıp kullanıma sunması olmuştur.

Geçmişten günümüze taşınan bir başka yenilik kadın devrimiydi.

Orhun yazıtlarından XIV ve XV. yüzyıla dek Türk kadını özgür bir varlıktı. Fas’tan Orta Asya’ya uzanan coğrafyada yolculuk yapan ünlü Arap gezgin İbn Battuta’nın Türk kadınının baskın konumuna tanıklığı önemlidir. Geçmişte kalmış bu olumluluk Osmanlı dönemi boyunca tersine dönmüştür. Tıpkı dilde yaptığı gibi, yarının adamı Atatürk, Cumhuriyet kurulduğunda okuryazar oranının % 1’i bile yakalayamadığı, toplumun yarısı kadını yeniden yükseklere, hak ettiği yere taşımıştır.

Öylesine hızla yapmıştır ki kadın devrimini Avrupa’da Fransa ve İsviçre başta olmak üzere kimi devletler bu konuda Türkiye Cumhuriyeti’nin gerisinde kalmışlardır.

Yarının adamı Atatürk’ten birkaç örnekle yetiniyoruz. Gerçek sayı kitapları dolduracak çokluktadır.

Tam da bu nedenle öldüğünde yeniden doğandır, hiç ölmeyendir yarının adamı Atatürk!

Büyüklüğüne ve üstünlüğüne yaklaşabilene, çapına erişebilene rastlamak neredeyse olanaksızdır.

Bizlerin O’na sevgisi ve saygısı olağan bir durumdur.

Çanakkale’de savaştığı İngiliz mareşal Birdwood, Ankara’daki törende engelli ayağına inat onu hazırolda uğurlamıştır.

Yunan önder Elefterios Venizelos’un yarının adamını Nobel barış ödülüne aday göstermesi de karşıtlarının saygısını kazanmış olmasına önemli örnektir.

Bu dünyaya gelmiş az sayıdaki yarının adamından birine sahip olmanın haklı gururu ve kıvancıyla…

Yüce anısı önünde saygıyla eğilerek…

Azim ve Karar, 09.11.2022

Kurtuluşun İlk Adımı 19 Mayıs 1919; 103. Yılında ADD 33 Yaşında!

Kurtuluşun İlk Adımı
19 Mayıs 1919; 103. Yılında

ADD 33 Yaşında!

Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal Paşa’nın, 3 yıl 3 ay 22 gün süren kutlu yürüyüşünün 19 Mayıs 1919’da Samsun Limanı’nda atılan İLK ADIM’ının 103. yıldönümünü kutluyoruz. 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

103 yıl sonra yine iç ve dış sorunlarla boğuşuyoruz. Yine emperyalizm boğazımıza çökmüş, ülkemizi bölmek için oyun üzerine oyun kuruyor. Yine karanlık güçler ve hain işbirlikçileri iş başında. Üstelik günümüz koşullarının yarattığı, sayıları milyonları bulan ve demografik yapımızı tarumar eden geçici (!) sığınmacılar ve benzeri başka sorunlarımız da var. 1919’un karanlık tablosundan farklı olarak, güzel yurdumuz bir silahlı işgal altında değil tabii, ama kimi zihinlerin işgal edildiği gün gibi ortada.

Bütün bu olumsuzluklara karşın;

  • Yüz yıl önce Ulusal Kurtuluş Savaşını zafere ulaştıran, Cumhuriyeti kuran, Aydınlanma Devrimleri ile Ulusumuza çağ atlatan Mustafa Kemal Atatürk’ün rehberliği gibi,
  • Türk Ulusu’nun bağımsızlık tutkusu, Laik Cumhuriyet ve demokrasiye bağlılığı gibi,
  • 103 yıl önceye göre çok daha eğitimli ve zengin (nitelikli) insan kaynağımız gibi,
  • Milli Mücadeledeki cesaret ve kararlılıklarını sürdüren kahraman kadınlarımız ve her yaştan gençlerimiz gibi,
  • Kemalist düşünceyi ve Cumhuriyet değerlerini yeniden halkımıza ulaştıran, deneyimli, eğitimli, gözü pek devrimci kadrolara sahip, ülke sathına yayılmış ve
  • 33 yıl önce bugün kurulmuş ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ gibi

ufkumuzu aydınlatan, umudumuzu yükselten, Ulusumuzu yüreklendiren çok önemli değerlerimiz var.

30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi (AS: silah bıraktırma) sonrası, 13 Kasım 1918 günü İstanbul’a gelen Mustafa Kemal Paşa, Boğaz’a demirlemiş emperyalist donanmasını gördüğünde -Ulusuna duyduğu güvenle- “Geldikleri gibi giderler” demiş ve asla terk etmediği bu inançla İstanbul’da geçirdiği 6 ay boyunca kafasında kurguladığı zaferin planlarını ilmek ilmek örmüş, kendisini hayalci bulanlara karşın Bandırma vapuruna binme cesaretini gösteren 18 adsız kahramanla Samsun’dan başlayarak Türk Milleti’ni ayağa kaldırmıştı. (AS: 3 yurtsever Hekim idi!)

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Geldikleri gibi giderler” sözü, işgalcilerin kendiliklerinden gidecekleri hayaline değil, akıl ve bilim temelli YA İSTİKLAL, YA ÖLÜM şiarına (AS: ilkesine) dayanıyordu.

Amasya Genelgesinden Erzurum Kongresine, Sivas Kongresinden, Büyük Millet Meclisi’ne, Birinci ve İkinci İnönü zaferlerinden Sakarya ve Dumlupınar’a, İzmir rıhtımından Mudanya’ya, Lozan’a, Montrö ve Hatay’a kadar hep ANTİEMPERYALİST ve TAM BAĞIMSIZ TÜRKİYE hedefli KEMALİST İDEOLOJİ izlenecekti.

Bu tarihin en haklı, en ahlâklı ve en namuslu mücadelesini veren Kuvayı Milliyecilerin önü, emperyalist işgalciler kadar, Osmanlı Sarayı’nın Vahdettinleri, Damat Feritleri, Ali Kemalleri, Kuvayı İnzibatiyecileri, Anzavur Ahmet çeteleri ile gerici isyancılar ve emperyalizmin kadim işbirlikçileri dinci yapılanmalar tarafından da kesilmek istendi. Tıpkı bugün ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’nin önünün kesilmek istenmesi gibi. Tıpkı Kurucu Genel Başkanımız Prof. Dr. Muammer Aksoy’un Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurduktan 8,5 ay sonra katledilmesi gibi. Tıpkı kurucumuz Doç. Dr. Bahriye Üçok’un, Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Ahmet Taner Kışlalı’nın paramparça edilmeleri, Genel Başkanımız Şener Eruygur ve pek çok yöneticimizin iktidar destekli FETÖ kumpas davaları ile zindana atılmaları gibi…

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları için, Toros dağlarında, Istrancalarda, Kaçkarlarda, Antep’te, Ege’de yanan çoban ateşleri umut ışığı olmuş, yurdun her köşesinde kurulan Müdafaa-i Hukuk ve Reddi İlhak cemiyetleri ile Kuvayı Milliye örgütleri O’nun milletin azim ve kararını harekete geçirme çabasına omuz vermede halka önderlik etmişti. Günümüzde de ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ, Mustafa Kemal’in Askeri olan on binlerce üyesi ve bugünün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olma bilinci ile Atatürk’ün 20 Ekim 1927 günü GENÇLİĞE HİTABE’si ile verdiği görevinin başında, Milletinin hizmetindedir.

103 yıl önce güneş bir 19 Mayıs sabahı Samsun’dan doğmuştu.

O GÜNEŞ YENİDEN DOĞACAK, inanıyoruz.

Çünkü; Ulusumuza güveniyoruz. Çünkü Türk Ulusu “Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile,
âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır.” 
diyen o büyük devrimciyi
hiç yanıltmadı, yine yanıltmayacaktır.

19 Mayıs 1919’da Samsun’dan yola çıkan Mustafa Kemal Paşa ile dava ve silah arkadaşlarını, Türkiye Cumhuriyeti’ne kanları ve canlarıyla yaşam veren Kemalist Devrimcileri şükran ve saygıyla anarken;

  • ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİMİZ’in kurucularını ve ödenemez emekleri ile bugüne ulaştıran yüz binlerce Atatürkçüyü minnetle yad ediyor, yaşamlarını sürdürenlere sağlık ve esenlik diliyoruz.

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak;

  • KEMALİZM’in namus sesini bir SİS ÇANI gibi yurdumuz semalarına asma
  • Ve yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşma azim ve kararımızı yineliyor,

Aziz Milletimizin 19 Mayıs Atatürk’ü Anma ve Gençlik ve Spor Bayramı’nı kutluyoruz.

Saygılarımızla…

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL MERKEZİ
===========================================
Dostlar,

Yukarıdaki iletiyi biz de bütünüyle (“aynen” yerine) benimsiyor ve paylaşıyoruz.

Değerli meslektaşımız, ADD Genel Başkanı Sayın Dr. M. Hüsnü Bozkurt ve çalışma arkadaşlarını, ölçüsüz özverileri, kısa sürede ulaştıkları somut ve büyük başarı nedeniyle içtenlikle kutluyoruz. Bundan sonraki hizmetleri için de gönülden destekliyoruz.

Ulusumuzun da ADD’yi bu tarihsel – ulusal savaşımında gereğince ve yeterince destekleyeceğini umuyor ve çok kıdemli bir ADD üyesi / neferi olarak bu çağrıyı bir de biz yapıyoruz.

Çalışmaları ve nasıl destek olabileceğinizi görmek için lütfen ADD web sitesini ziyaret ediniz :

www.add.org.tr..

Üye olmak, bağış yapmak, burs vermek, duyuruları – yazıları…. paylaşmak için…

CIA Ankara istasyon Şefi Graham Fuller, 2008’de Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabından : (Bu tweet iletimiz 32 bini aşkın insan tarafından okundu..)

  • “Türkler Kemalizmi terkedip ılımlı İslamı benimsemeli. Ilımlı İslam Kemalizmi silme amaçlı karşıdevrim ve karşısında Türk ordusu ile ulusalcı aydınlar; tasfiye edilmeleri gerek”

ADD saflarında ULUSAL BİRLİK dışında kurtuluş var mı??
Batı emperyalizmi Sevr‘i çöpe atmadı…
Vargücüyle uygulamaya çalışıyor, gecikmeyle de olsa.
***
Güncelliği nedeniyle buraya ekleyelim :

Eğer Atatürk Havaalanını pistlerini kırarak ranta açmak / yağmalamak VATAN HAİNLİĞİ değil ise, başka hiçbir şey değildir!
Bu işi yapanlar gerçekten vatan haini değil iseler, bunu kanıtlamak için derhal yıkımı durdursun!

Sevgi ve saygı ile. 21 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
ADD Bilim Kurulu 2. Başkanı, 30 yıllık üye / nefer
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Kurtuluşa giden yol

Av. Hüseyin ÖZBEK
TBB Önceki Başkan Yardımcısı

19 Mayıs 2022, Cumhuriyet

 

Nutuk, Türk yurdunun 19 Mayıs 1919 tarihli panoramasıyla başlar. 9. Ordu Müfettişi Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı gün çizdiği ülke manzarası hiç iç açıcı değildir. 1. Paylaşım Savaşının galiplerinin sabırla bekledikleri günler nihayet gelip çatmıştır. Hasta adamın zengin mirası paylaşılacaktır.

Mondros Mütarekesi ile Türklere silah bıraktırılmış, Sevr’e giden yolun ilk aşaması tamamlanmıştır. Türk Ordusu dağıtılmış, tersanelerine girilmiş, silah ve cephanesine el konulmuş, işgale karşı olası direniş dinamiklerinin tasfiyesine yönelik sert uygulamalar devreye sokulmuştur. Savaşın beklenenden uzun sürmesine ve maliyetinin artmasına neden olan Türklere insaflı davranılmayacak, Anadolu’nun dar bir alanına (o da şimdilik) sıkıştırılacak, başkentleri denetim altına alınacaktır.

Bağlaşıkların, Osmanlı İmparatorluğunun mirasından paylarına düşecek yerler önceden kararlaştırıldığı için nihai barış antlaşmasının (Sevr ) bir an önce imzalanması için hazırlıklar hızla sürdürülmektedir. Anadolu Türklüğünün Batılı beyaz efendiye bir daha karşı koyamaz hale getirilmesi işi Yunanistan’a ihale edilmiştir.

Yunan Ordusunun, felaketle sonlanacak Küçük Asya (İkinci Troya Seferi) macerasının arka planında Birleşik Krallığın örtülü hesapları vardır. Sevr’e karşı olası Türk direnişi bastırılacak, direnç dinamikleri yok edilmiş Anadolu, galiplerin sömürge coğrafyasına dönüştürülecek, Türkler yurtsuzlaştırılacaktır.

16 Mayıs’ta İstanbul’dan başlayan yolculuğun üç aktörü üç farklı amacı vardır. İngilizler, yöre halkının, Samsun ve çevresindeki Pontus kalkışmasına gösterdiği tepkiden rahatsızdır. Bu konuda Vahidettin ve hükümeti sıkıştırmaktadır. İngiliz baskısından bunalan Vahidettin, Türkleri direniş yerine teslimiyete ikna edecek dirayetli bir Paşa aramaktadır! Sarayın, yöredeki milli tansiyonu söndürmek için yetkilendirdiği Sarı Paşa’nın ajandasında ise gönderenleri pişman edecek bambaşka öncelikler vardır!

Sarı Paşa’nın 13 Kasım 1918 – 15 Mayıs 1919 arası İstanbul’da geçirdiği 6 ay, payitaht merkezli bir kurtuluşun olanaklı olmadığını göstermiştir. Kurtuluş, Anadolu’dan ve Anadolu’yu arkaya alarak gerçekleştirilebilecektir. 16 Mayıs’ta (AS: yola çıkarken edinilmiş olan,) mülki ve askeri anlamda çok geniş yetkiler içeren 9. Ordu Müfettişliği, Milli Mücadelenin ilk dönemi için son derece önemlidir. Sarı Paşa’nın günü geldiğinde Saltanatı ve Sarayı tarihin çöplüğüne gönderecek bir sürecin başlangıcının kısa öyküsü, anlattığımız gibidir.

Ege’nin, Trakya’nın, Trabzon ve çevresinin, doğu illerinin işgali ile Yunan, Ermeni ve Pontus yurdu yapılmak istenmesine karşı yöresel örgütlenmelerin ülkenin bütününü kapsar duruma getirilmesi, kurumsallaşması ve merkezileşmesi Sarı Paşa’nın öncülüğünde gerçekleşecektir. Büyük harpten yenilgiyle çıkan Türklerin üzerine çökmüş karamsarlık ve edilgenlikten sıyrılıp yeniden ayağa kalkmaları pek kolay görünmemektedir. Anafartalar Kahramanı Mustafa Kemal’e Anadolu’da duyulan güven ve saygı, ilk adımların atılabilmesinin ve direnç çekirdeğinin oluşturulabilmesinin en önemli dayanağı olacaktır.

20-21 Haziran 1919 Amasya Genelgesi (Paşalar deklarasyonu) işgalcilere ve Mütareke Hükümetine karşı ilk isyan manifestosudur.

  • “Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığının yine milletin iradesiyle sağlanacağı”

gerçekte bir ihtilal çağrısıdır. Ülkenin kurtuluşuna yönelik Sivas’ta yapılacak kongre kararı ise İstanbul’un otoritesine meydan okumaktır.

Yüzyılların emperyal deneyimiyle İngilizler, merkezi önderlikten yoksun bölgesel dirençlerin, Sarı Paşa’nın stratejik adımlarıyla ülkenin tümünü kapsayan bir kalkışmaya dönüşme tehlikesini ilk andan görmüşlerdir. Gerçek liderini bulup bir kez harlanan isyan ateşini söndürmenin ne denli zor olacağının bilincindedirler. Bölgedeki milli tansiyonu (ulusal gerilimi) düşürmek şöyle dursun, artırıp merkezileştiren Mustafa Kemal’in görevine derhal son verilip geri çağrılması için Sarayı sıkıştırmaya başlamışlardır bile. Amasya Genelgesi’nin uygulamaya dönüşmemesi için planlar yapılacak, önlemler alınmaya çalışılacaktır.

Kurtuluş yolundaki büyük dönemeç Sivas Kongresidir. Bu nedenle, Erzurum Kongresi’nin ardından yapılacak Sivas Kongresi’nin engellenmesi için her türlü çaba, açık ve örtülü entrikalar devreye sokulur. Sonuç, Saray ve İngilizler için tam bir düş kırıklığıdır. Sivas Kongresi’nin basılması girişimleri sonuçsuz kaldığı gibi, başlangıçta çoğu delegenin yandaş olduğu Amerikan Mandasının yerini kongre bitiminde İstiklal-i Tam (Tam bağımsızlık) alacaktır!

Sivas Kongresiyle oluş(turul)an Heyet-i Temsiliye, 23 Nisan 1920’de Milli Mücadelenin meşruiyet organı (Türkiye) Büyük Millet Meclisine yetkisini terk edene dek varlığını sürdürecektir. Kurtuluşa giden yolda doğru atılan ilk adım, süreç içinde milyonların bağımsızlık yürüyüşüne dönüşecektir. Doğru atılan ilk adımın ardından ulus devleti, tekil (üniter) yapıyı, çağdaş, laik hukuk devletini temel alan Cumhuriyet gelecek, Ortaçağın dinci (teokratik) kurumları tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır!

19 Mayıs, Türk Milletinin yeniden dirilişinin onur günüdür. 19 Mayıs, Anadolu’yu Türk yurdu olmaktan çıkarıp, emperyalizmin vesayetinde Pontus, Ermeni ve kimi etnisiteler arasında paylaştırma düşlerinin hayal kırıklığına dönüştürülmesinin de ilk adımıdır.

Milli Kurtuluşun ilk adımına, yeniden dirilişin onur gününe, Pontus soykırımı iftirasıyla leke sürmenin yavuz hırsızın ev sahibini bastırmasından öte bir anlam taşımayacağı, suyun öte yakası ve arkasındakilerce iyice anlaşılmalıdır! Çünkü komşunun bünyesi, yeni bir Küçük Asya serüvenini asla kaldıramayacaktır!

99. YILINDA 30 AĞUSTOS’un, 9 EYLÜL 1922’nin GÜNCEL ANLAMI

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Falih Rıfkı Atay 30 Ağustos utkusu (zaferi) için şunları yazdı :

  • Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu Batının pençesinden; vicdanımızı ve düşüncemizi Doğunun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos zaferine borçluyuz.

Giriş                                        :

  • “Onlar (Yunanlar) zafer ve megalo idea için dövüştüler. Fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar.” (A. H. Lybeyer, “Türk’ün Ateşle İmtihanı” Halide Edip Adıvar, Atlas Kitabevi, İst., 1994, syf. 177)

Osmanlı’nın Milli Savunma Bakanı (Harbiye Nazırı) Enver Paşa ve arkadaşlarının son derece yanlış, serüvenci politik kararları ile 1. Dünya Savaşı’na Almanların yanında giren (1914) Osmanlı Devleti, bağlaşığı (müttefiki) Almanya’nın yenilmesiyle; Mustafa Kemal Paşa öncülüğünde Çanakkale gibi kimi savaşlarda ciddi askeri başarılarına karşın yenik sayılmış, ateşkes (mütareke, silah bırakışması) istemek zorunda kalmıştı. Mondros Ateşkes Anlaşması’nın (Mütarekesi’nin)  kurallarını çiğneyen Batı’lı işgalciler, Megalo İdea veya Büyük İyonya düşleri ile kışkırttıkları Yunan komşumuzu silahlandırarak (silah satarak!) Batı Anadolu’ya sürmüşler ve 15 Mayıs 1919’da İzmir işgal edilmişti.

Son Osmanlı Padişahı 6. Mehmet Vahidettin tarafından kabul edilen önce 30 Ekim 1918 Mondros Ateşkesi (Mütarekesi), sonra da 10 Ağustos 1920’de bağıtlanan Sevr Andlaşması ile, Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye kalan en az bin yıllık anavatan toprakları Anadolu da Batılı emperyalistlerce hızla işgal edilmiştir!

Mütareke İstanbul’u Çaresiz / İşbirlikçi!

Mondros Ateşkesi sonrası İstanbul’da ülkenin kurtuluşu için büyük çabalar harcayan Mustafa Kemal Paşa, çıkış yolu bulamayınca, koşulların hızla parçalanmaya (Sevr’e!) gittiğini engin sezgisiyle kavramıştı. Bu bağlamda, kurtuluş Anadolu’daydı.. Anadolu halkına gidip işgali, yurdun parçalanışını, Saltanatın ise çaresizliğini ve hatta ihanetini anlatmalıydı. İzmir’in işgali, Anadolu halkı için çok ciddi bir uyarıcı olmuştu. Kemal Paşa, Anadolu halkına haklı olarak öylesine güveniyordu ki; 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru ile İstanbul Boğazı’ndan hareket ederken, hem İstanbul’daki İngiliz ve Fransız donanmasını, hem de İzmir işgalcisi Yunanları adresleyerek,

Geldikleri gibi giderler..” diyordu.

Son Padişah Vahdettin, İstanbul’da “İngiliz Sevenler Derneği” ne üye olacak denli aymazlık, sapkınlık ve ihanet içindeydi. Yunan işgaline karşı savaşmak memleketin hayrına değildi, Vahdettin’in fermanlarına göre.. Mustafa Kemal Paşa öncülüğündeki Kuvvayı Milliyeci’lere katılmak suçtu, isyandı.. Hatta Şeyh-ül İslam efendiye (!?) göre işgalci Yunan ordusu Halife ordusu idi!!??

Mustafa Kemal Paşa, 3 gün süren çok tehlikeli bir deniz yolculuğunun ardından 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basarak Kurtuluş Savaşı’nı örgütlemeye koyulmuştu. Bu arada Mondros Ateşkesi çiğnenerek ülke işgal ediliyor, ordu dağıtılıyor (terhis ediliyor), silahlarına el konuyordu. Kemal Paşa, 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak;

1. Ülkenin bütünlüğü ve ulusun geleceği tehdit altındadır.
2. Bu durumdan kurtuluş ancak Ulusun azim ve kararlılığı ile olanaklı olacaktır .. diyordu.

Bu amaçla Erzurum Kongresi’ne girerken (23 Temmuz 1919), Padişah Vahidettin Kemal Paşa’yı idama mahkum etmiş, Kemal Paşa da bütün askeri görevlerini, Paşa ve Ordu Denetçisi (Müfettişi) sanını (unvanını) bırakarak istifa etmişti (8 Temmuz 1919). Erzurum Kongresi’ne katılan bir avuç yurtseverin huzuruna, güçlükle bulunan bir sivil elbise ile çıkmış ve şöyle demişti :

Sine-i millette, ferd-i mücahidim.. (Ulusun bağrında tek başına bir savaşçıyım..)

Kurtuluş Savaşı Örgütleniyor

Erzurum Kongresi’ni Sivas Kongresi ve çok sayıda yerel kurtuluş kongreleri izler..
Mustafa Kemal Paşa’ya göre, “.. bu Ulus, tutsak olmaktansa ölsün, daha iyidir..” Anadolu halkı da aynı kanıdadır. İnanılmaz bir savaşıma (mücadeleye), örgütlenmeye girişilir. Anadolu’da bir “Kutsal İsyan” başlatılmıştır, Hasan İzzettin Dinamo‘ya göre.. ve yine aynı saygın yazarın ciltlerce yazdığı üzere Kutsal Barış‘a da uzanılacaktır sonunda…

Ankara’ya dönülür Kongreler sonrası 27 Aralık 1919’da…

İnsanlık tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir ulusal direniş destanı yazılmaktadır. Akıllara durgunluk veren bir girişimle, 23 Nisan 1920’de Büyük Millet Meclisi açılır. Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nı işgalci İngilizlerin basarak kapatmasından (16 Mart 1920) 40 gün bile geçmemiştir, zamanlama çok ustacadır. Bu arada Anadolu’da, işgalcilere karşı yerel savaşlarla ilerleyen yaygın bir karşı koyuş yaşanmaktadır.

10 Ocak 1921’de, Albay İsmet Bey, 1. İnönü Utkusu’nu (Zaferi’ni) kazandı Yunan ordusu karşısında..

24 Ocak 1921’de, BMM, Anayasa (Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) çıkardı! (1924, 1961 ve 1982’de de yenilendi..) Kurtuluş Savaşı bile Hukuk içinde yapılacaktı Meclis öncülüğünde. İlk BMM, İngilizlerin basarak dağıttığı Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nın da işlevini üstlenmişti adeta..

1 Nisan 1921’de, General İsmet Paşa, 2. İnönü Utkusu’nu (Zaferi’ni) kazanır Yunan ordusu karşısında..

Ulusal Kurtuluş Savaşı’nda bu utku, Mustafa Kemal Paşa’nın çok yerinde anlatımıyla,
“Milletin maküs talihini” (aksi giden talihini) de yenen bir utku olmuştu. Batı (Garp) Cephesi Komutanı İsmet Paşa’ya gönderdiği kutlama telgrafında aynen böyle diyordu Mustafa Kemal Paşa büyük bir değerbilirlikle :

  • Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa Hazretlerine!
    Siz orada yalnız düşmanı yenmekle kalmadınız, ulusun aksi giden talihini de çevirdiniz..”

Olağanüstü zor koşullarda, bin bir yoklukla, işgal altında, boynunda Padişah’ın idam fermanıyla,
Yunan uçaklarından atılan fetvalarla halkın Yunan işgaline direnmemesi, Kemal Paşa yandaşı Kuvvacıların cezalandırılacağı.. duyurularının baskısıyla.. Anadolu halkı direniyor, “Çılgın Türkler” teslim olmuyordu.. (Turgut Özakman’ın aynı adlı kitabı..)

Kurtuluş Savaşı için, işgale son vermek ve Sevr’i yırtarak anayurdu bağımsızlığına eriştirmek için hummalı bir hazırlık da sürdürülüyordu bir yandan.. 5 Ağustos 1921’de BMM, Mustafa Kemal Paşa’ya Başkomutanlık görevini verdi. 23 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa, 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı’nı başlattı. 13 Eylül 1921’de Mustafa Kemal Paşa Sakarya Zaferi’ni kazandı. Polatlı’ya dek gelen İngiliz emperyalizminin maşası Yunan ordusu Sakarya’nın batısına sürüldü.

19 Eylül 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya BMM tarafından, Sakarya Zaferini kazanması nedeniyle Mareşallik rütbesi ve Gazi sanı (unvanı) verildi.

“Büyük Taaruz”a Hazırlık :

İzmir ve Batı Anadolu, İstanbul.. Sakarya Utkusu’na (Zafer’ine) karşın hâlâ işgal altındaydı. İşgalci Yunan birlikleri Ege’de olmadık zulümleri işliyorlardı. Toplu öldürmeler, yakıp yıkmalar, sürgünler, ırza tecavüzler, hasta askerlerinin battaniyelerini halka dağıtarak frengi (sifiliz), çiçek vb. bulaşıcı hastalıkları halka yayan biyolojik savaş vd. (Yılmaz Özdil, Son Cür’et)

Büyük bir gizlilik ve diplomatik ustalıkla, gözlerden kaçırılarak, Sakarya Utkusu’nun ardından moral kazanan ulus, topyekun bir seferberlikle son saldırıya hazırlanıyordu; eşsiz komutan Mareşal Mustafa Kemal öncülüğünde.. Anadolu’nun “kılıç artığı” halkı, nesi var nesi yok, ulusal ordu için ölçüsüz bir özveri içindeydi. Batılı emperyalistler, Anadolu’da kalan halka, “Kılıç artığı” diyorlardı.. Yıllardır “doğraya doğraya” bitiremedikleri, gençlerini-subaylarını yitirmiş, kadın-yaşlı-çocuk ve hastalıklarla boğuşan yoksul, çaresiz Anadolu halkına.

İnebolu’dan geceleri kağnılar sabahlara dek silah ve cephane taşıyordu.. Kadınlar, çocuklar ilkel işliklerde (atelye) cephane üretiyorlardı narin elleri ve parmaklarıyla geceler boyu.. Top mermilerini bile yontuyorlardı namluya girsin diye! Büyük ulusal ozan Cahit Külebi’nin şiirlerinde inanılmaz ustalık ve duyarlıkla aktardığı üzere; hasta, bakımsız, cılız öküzler koşukta öldüğünde, kendilerini koşuyorlardı kağnı arabasına kadınlarımız!..

Elif kadın, gecenin ayazında top mermileri kağnıda ıslanmasın diye bebesinin örtüsünü cephanelerin üstüne kaydırıyor ve bir süre sonra bebeğinin donduğuna tanık oluyordu! 7 düvelin üstüne çullandığı ve yalnızca savaşta yenik saydığı bir ulusa anayurdunu parçalayarak Sevr
Andlaşması’ını dayatmakla yetinmeyip; Ulusu tarih sahnesinden de silmeyi yüzyıllardır tasarladığı bir tarihsel yok ediş, SOYKIRIM süreci (NUTUK’taki betimleme) yaşanıyordu Anadolu’da..

Sevr Andlaşması, “..Batılıların yüzyıllardan beri tasarladıkları bir suikast planı..” idi Kemal Paşa’ya göre. SÖYLEV’inde (NUTUK), Lozan ve Sevr’i karşılaştırırken bu acı değerlendirmenin altını çiziyor, tarihe not düşüyordu..

Doğu cephesinden silah ve cephane trenle Batı cephesine taşınırken, makinistlerin ensesinde silah dayalı idi; çünkü Türk makinist yok idi treni yürütecek!. Türkler salt asker ve çiftçi idi Osmanlı’nın zalım düzeninde.

Büyük Taarruz ve Sonuçları

Büyük Taarruz’un başlatıldığı 25/26 Ağustos 1922 gecesi, Yunan Orduları komutanı General Trikupis, İzmir’de kuştüyü yastıklarda sabahlarken; Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, 1874 m yükseltili (rakımlı) Kocatepe’de Mehmetçik’le omuz omuzadır. Tıpkı Mehmetçik gibi, kaputunu üstüne çekerek, haşin ayazda öylece sabahlar.

26 Ağustos 1922’de Gazi Mustafa Kemal Paşa, Afyon Kocatepe’de, sabah 04.30’da Büyük Taarruzu başlattı. Bütün seferberlik çabalarına karşın, Batı emperyalizminin donattığı Yunan ordusu ile ordumuzun donanımı pek çok bakımdan denk değildi. Azim ve özveri, ölçüsüz yurt sevgisi ve Kemal Paşa’nın üstün komutanlık yetenekleriyle, aleyhimize olan fark kapatılacaktı.. Lybeyer’in yerinde aktarımı ile, yazımızın Giriş bölümünde de verdiğimiz üzere;

  • “ Onlar (Yunanlılar) zafer ve megalo idea için dövüştüler. Fakat Türkler ocaklarını ve yurtlarını korumak için savaştılar.”

26 Ağustos tarihi rastlantısal değildi. Büyük Selçuklu Hükümdarı Alpaslan’ın Bizans İmparatoru Romen Diyojen’i Muş / Malazgirt ovasında yenerek Anadolu’yu Türk yurdu yapma başlangıç günü idi. Ne yazık ki Osmanlı bu yurdu da düşmana bırakmıştı Sevr Andlaşmasını onaylayarak. İşte anavatan toprakları kurtarılacaktı 851 yıl sonra 1 kez daha!

Gerçek bir ölüm-kalım savaşı yaşanıyordu.. Çiğiltepe’yi, Başkomutan’a verdiği söz üzerine yarım saat içinde düşüremeyen Albay Reşat Bey, onuruna yediremeyerek beylik silahı ile canına kıyıyordu. Oysa 2 dakika sonra tepe Yunan’dan alınıyordu! İlk saldırıda, Yunan ordusunun elindeki tahkimli mevziler ele geçirildi ve 27 Ağustos’ta Afyon işgalden kurtarıldı. Yenik düşman, 27 Ağustos gecesi İzmir’e çekilmek istedi. Fakat, Fahrettin Altay Paşa komutasındaki süvariler düşmanın gerilerine sarkarak, çekilme yollarını kesmişti. 30 Ağustos günü, beş Yunan tümeni Dumlupınar’ın kuzeyinde kuşatılarak yok edildi. Bu kuşatmadan kurtulmayı başaran General Trikupis, 2 Eylül günü Uşak dolayında yakalandı. Süvarilerimiz düşmanın haberleşme olanaklarını ve demiryolu bağını kesmişti. Bu nedenle Trikupis, Hacı Anesti’nin görevden alınarak kendisinin “Küçük Asya Ordusu” Başkomutanlığına atandığını, tutsak düştüğü birliğin Türk komutanından öğrendi.

General Trikupis, Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın huzuruna getirildi, kılıcı alınmadı. Başkomutan Mareşal Mustafa Kemal Paşa tutsaklara yer gösterip, kahve ısmarladı ve sonra; “Nasıl oldu, anlatın?” diyerek, düşman tarafında yaşananları sorguladı… General Trikupis, Büyük Taarruzun başladığı gece Afyon’da bir baloda eğlendiklerini; bir ucu Kütahya’da, öbür ucu Afyon’daki Türk saldırısının Yunan mevzilerini hızla ezip geçtiğini; sele kapılmış gibi Murat Dağı eteklerine sürüklendiklerini ve Kızıltaş Deresi yamaçlarında kapana kıstırıldıklarını, bütün çıplaklığı ile anlattı. Bundan sonrasını doğrudan General Trikupis’ten aktaralım :

“Durumu anlamaya, telgraf hatlarımızı kullanmaya ve Atina’daki Başkomutanımızla bağlantı kurmaya bile zaman bulamadık. 30 Ağustos gününe dek, toplarımızı az çok kullanarak, geri çekiliyorduk. Fakat, sırtımızı o yamaca (Kızlıtaş yamaçlarına) dayadıktan sonra, kıpırdamaya bile gücümüz kalmadı. Öğleden sonra, topçumuzu da kullanamaz duruma düştük. Ancak tüfeklerimizi kullanabiliyorduk. Bir an geldi ki, tüfeklerimizi bile ateşleyemeyecek biçimde, bir darlığa sıkıştırıldık. İşte o zaman, süngüleriniz parıldamaya başladı. Arkamız, önümüz, her yanımız süngü. Artık, sonumuz gelmişti. Atımı bile bulamadım. Ormanların içinde, yaya olarak yollara düştüm.”

Tutsak Yunan Generali, bozgunu böylece anlattıktan sonra, Gazi’ye sorar:

“Peki, siz bu savaşı nereden yönetiyordunuz?”

Mareşal Mustafa Kemal yanıt verir:

  • İşte, tam o süngülerin parladığı yerden!” (Şahap Osman Aras’tan..)

Tutsak Yunan Generali Trikupis şaşırır, müthiş bir heyecana kapılır ve saygı ile doğrulur;

“Savaş böyle kazanılır.” der. “Yoksa, yüzlerce kilometre uzaklıktaki bir yattan, harita üzerinde pergelle ölçüp biçerek, savaş yönetilmez..”

30 Ağustos 1922’de Gazi Mustafa Kemal Paşa Dumlupınar’da Başkomutan Meydan Savaşı’nı kazandı.. Başkomutan şu tarihsel buyruğu verdi :

  • Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, ileri!(Günümüz Ege denizini kastederek..)

Yengin (muzaffer) Ordu, Batı emperyalizminin maşası işgalci Yunan ordusunu İzmir’e dek 10 gün kovaladı! Kaçarken bile yolları, köprüleri, demiryollarını harap ettiler; evleri, köyleri, hayvanları, ormanları yaktılar.. Tarayıp öldürdükleri hayvan sürülerini su kuyularına doldurdular! Bunca kin – nefret – düşmanlık nasıl açıklanabilir? Osmanlı’nın çok övündüğü fetih ve vali atayarak vergiye bağlama ve yönetme geleneği (haydi küstahlığı demeyelim) nedeniyle yüzlerce yıl bağımsızlık ateşiyle tutuşan Yunan halkının intikamı mı acaba?!
…….
9 Eylül 1922 günü İzmir’de sevinç gözyaşları sel oldu. 16 Mayıs 1919’dan başlayarak 3,5 yıla yakın işgal, kan, zulüm altında inleyen Ege’nin incisi, özgürlüğüne kavuşmuştu. İşgalde Yunan’a ilk kurşunu sıkan ve oracıkta şehit edilen Gazeteci Hasan Tahsin’in ruhu şad edilmişti.
10 Eylül 1922’de Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa İzmir’e girdi. Hükümet konağına gelişinde ayaklarına Yunan bayrağı serilmişti..

  • Bayrak bir ulusun onurudur, kaldırın..” dedi ve insanlığa bir ders daha verdi.

Mondros (Silah Bırakışması) Mütarekesi, Sevr yırtıldı.. İşgalciler İstanbul’u ve Anadolu’yu zaman içinde terk ettiler.. Önceki yıl (2019) 30 Ağustos kutlamalarında toplu taşımanın ücretsiz olması önerisini, AKP’li Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, “30 Ağustos, halkın tamamını ilgilendiren bir bayram değil” diyerek sıkılmadan geri çevirmişti! Oysa 8 Temmuz 1920’den beri 2 yılı aşkın süredir Yunan işgali altında inleyen Bursa, 9 Eylül 1922’de Yunan ordusunu denize döken ordumuzun kuzeye yönelmesi ile 2 gün sonra 11 Eylül 1922’de işgalden kurtarılmıştı. Bu cehalet ya da kasıt, adı geçen kişiyi yerin dibine sokar mı acaba? AKP’ye ve bu kişiye oy veren iyiniyetli yurttaşlarımızın bilgisine özellikle sunmak isteriz bu utanç tablosunu.
***
1 Kasım 1922’de Saltanat (Padişahlık) kaldırıldı. Padişah 16 gün sonra İngilizlere sığınarak Malaya Zırhlısı ile kaçtı.. Mustafa Kemal Paşa Osmanlı hanedanının kanını dökmedi, yurt dışına sürgün edildiler. Zaten Türk / Atatürk Devrimi yeryüzünün en kansız devrilerinin başında gelir.
20 Kasım 1922’de Lozan barış görüşmeleri başladı ve çok zorlu bir süreç sonunda (2 ay kesintiyle 8 aya yakın) Türkiye, 24 Temmuz 1923’te, Misak-ı Milli sınırlarının uluslararası tapusunu aldı, uluslararası hukukça egemen bir devlet olarak tanındı. Lozan tabumuzdur!

  • 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi!

Ozanlar ozanı koca Nazım Hikmet, Kurtuluş Savaşı Destanı’nı yazdı :

Dağlarda tek tek ateşler yanıyordu.
Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki, şayak kalpaklı adam
nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden
güzel, rahat günlere inanıyordu
ve gülen bıyıklarıyla duruyordu ki mavzerinin yanında,
birdenbire beş adım sağında O’nu gördü.
Paşalar onun arkasındaydılar.
O, saati sordu.
Paşalar : «Üç’ dediler.
Sarışın bir kurda benziyordu.
Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı.
Yürüdü uçurumun başına kadar,
eğildi, durdu.
Bıraksalar
ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak
ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak
Kocatepe’den Afyon Ovası’na atlayacaktı…

Yengin (muzaffer) Başkomutan Mareşal Gazi Mustafa Kemal Paşa tarihe şu notları düştü 2 yıl sonra:

“…. 30 Ağustos Zaferi, Türk Tarihi’nin en önemli dönüm noktasıdır. Ulusal tarihimiz çok büyük, parlak zaferlerle doludur, ama Türk Ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuçlu, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni bir akım vermekte kesin etkili bir meydan savaşı hatırlamıyorum. Besbelli ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı, ölümsüz yaşayışı burada taçlandırıldı. Bu alanda akan Türk kanları, bu göklerde uçuşan şehit ruhları, devletimizin, cumhuriyetimizin ölümsüz koruyucularıdır …”

 “ .. Gençler! Geleceğe güvenimizi güçlendiren ve sürdüren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitimle, bilgi ile, insanlıkta üstünlüğün, yurt sevgisinin, düşünce özgürlüğünün en değerli örneği olacaksınız. Ey yükselen yeni kuşak! Cumhuriyeti biz kurduk, O’nu yükseltecek ve yaşatacak sizlersiniz.. ”

Yukarıdaki sözler, Yüce Önder ATATÜRK’ün 30 Ağustos 1922’de kazanılan olağanüstü utkunun 2. yıldönümünde (1924) Dumlupınar’da yaptığı konuşmadan alındı. Bu görkemli konuşmanın üzerinden 97 yıl geçti. Ulusal Kurtuluş Savaşımızın dönüm noktası olan böylesi bir günde; aradan geçen 99 yıl, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ü doğrulayan bir siyasal tarih laboratuvarı oldu. Nice devletler yıkıldı, nice devlet başkanlarının yontuları (heykelleri), hatta cesetleri yerlerde sürüklendi eli kanlı emperyalistlerce.

Ama Türk Devrimi tüm görkemiyle, son 19 yıldır AKP eliyle vefasızca, tarih bilincinden derin yoksunlukla, gaddarca, hatta düşmanca… epey yara almış olsa da, her şeye karşın ayakta, dimdik.. Bu karşıdevrim ayracı da kapatılacak elbette!

Pakistan Devlet Başkanı M. Ali Cinnah’ın 30 Ağustos utkusunun ardından Londra’da dile getirdikleri çok düşündürücü ve öğreticidir :

 “ .. Ne biz ne de her kıtada yaşamakta olan tutsak ve mazlum ulusları bundan sonra tutamayacaksınız. Mustafa Kemal ve Türkler ki, kendileri için hazırlanan tabutu yayılmacıların başına geçirmişlerdir; şimdi Dünyada başlarına tabutlar geçirilecek başkaları da benzer sonuçlara hazırlanmalıdırlar.” (11.09.1922, Londra)

Hindistan Devlet Başkanı Mahatma Ghandi’nin de 08.09.1922’de düzenlediği basın toplantısında, bağımsızlık ve özgürlük ateşini harlayan sözleri, tarihe ulusça övünmemiz gereken notlar düşüyor :

 “ Türkiye Orduları bir devir kapatmıştır. Şimdi mazlum ve tutsak devletler ve uluslar artık vazgeçilmez bir reçeteye sahiptirler. Mustafa Kemal’in utkusu, Dünya için özgürlük ve bağımsızlık sancağıdır.” Ve “Mustafa Kemal İngilizleri yenene kadar Tanrı’yı da İngiliz’in yanında zannediyordum.”

Sonuç                                                 :

Mustafa Kemal Paşa, 04 Ekim 1922’de TBMM’de Büyük Taarruz’u anlattığı konuşmasında, bir yıl önce Başkomutan atanırken söz verdiği gibi “Yunan Ordusunun harimi ismetimizde tamamen boğulduğunu” açıkladı. 1922 Büyük Taarruzu 30 Ağustos utkusu ise Türklerin Anadolu’da yeniden tutunmalarını sağladı.

Emperyalizmin sömürgeleri, Türk Ulusunun, UNESCO’nun 1979 kararıyla da onaylandığı üzere yeryüzünün ilk ve tek anti-emperyalist bağımsızlık savaşını başarmış olmasından cesaret alarak tutsaklığa başkaldırıyor ve Atatürk’ün savaşım yöntemini örnek alarak başarılı oluyorlar. Bu görkemli tarihsel dönüşüm ve başarının uluslararası tarihsel kıvancı, Yüce Atatürk’ün önderliğindeki Ulusumuzundur. Bu yüzdendir ki, hazımsız ve kinci, sömürgen emperyalizmin ülkemizle görülecek büyük hesabı vardır!

Geleceği, bize Yüce Atatürk’ün kutsal emaneti Türkiye Cumhuriyeti’nin parlak geleceğini, Cumhuriyet ordusunun aydınlık beyinli, yiğit yürekli ve yurtsever subayları ile biz Kemalist aydınlar el ele Ulusumuza öncülük ederek, “tüm ulusçu ve cumhuriyetçi güçleri bir araya getirerek” kuracağız.

Bu duygularla, 99 yıl sonra bir kez daha, ulusumuzun ve Ordumuzun 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı ve 9 Eylül’ü kutluyoruz!

Yüce Atatürk’ün ulusumuza kutsal emaneti Cumhuriyeti, 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde belirlenen temel özelliklerini –ulusal dayanışma ve adalet anlayışı içinde,

– insan haklarına saygılı,
– Atatürk ulusalcılığına bağlı,
– Başlangıçta (Anayasanın) belirtilen temel ilkelere dayanan,
– demokratik,
– lâik ve
– sosyal bir
– hukuk Devleti

koruyup daha da geliştirerek özgür ve tam bağımsız olarak sonsuza dek yaşatacağımızdan hiç kimsenin kuşkusu olmasın!

Bu arada 1 Eylül’ler, Dünyamıza barış getirsin.. Büyük asker Atatürk’ümüzün dileği, özlemi de buydu :

  • YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ!

Hemen ve sürekli, adil, onurlu, kalıcı barış istiyoruz tüm dünyada ve yurdumuzda! Savaşı, Önderimiz gibi, “ulusun yaşamı tehlikeye düşmedikçe cinayet” sayıyoruz!
Yaşadığımız kimi sıkıntılar geçici.. Binlerce yıllık ulusal tarihimizde elbette yer yer zor dönemler olabilir. Ancak Türk Ulusunun, kendisinin geleceğine kastetmeye niyetli tüm güçleri kahredecek gücü, birikimi, önderi ve kararlılığı, deneyimi hep oldu. Bunlara bugün, dünden daha çok sahip olduğumuzdan kesinlikle kuşku duyulmamalıdır.

Ama herhalde bu; AB’si ile, Gümrük Birliği ile NAFTA, APEC, IMF, DB, DTÖ, Bilderberg, TLC, CFR, BM’siyle… KüreselleşTİRme masalları ardına saklanan “yeni emperyalizm” ile; dinci – Batı işbirlikçisi / maşası iktidarlar ile asla değil!

Örgütlü ve uyanık olarak, akıl ve bilimle, günün değişen tehditleri ve fırsatları hızla ve doğru algılanarak, Cumhuriyetimiz sonsuza dek özgür ve tam bağımsız olarak yaşatılacaktır. Bizim adlandırmamızla “Post-modern”, Genelkurmay Başkanı merhum Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın nitelemesiyle “karanlık savaşlar“ın hedef ve yöntemlerinin ayırdında olarak..

Şu sözler, Atatürk’ten günümüze sağlam reçeteler olarak tarihsel bilincimizde yankı buluyor (4 Ekim 1922) :

 “ Arkadaşlar! Ulusumuz, tek bir insan gibi gösterdiği sarsılmaz birlik ve çaba sayesinde bu başarıyı hazırlamıştır. Ulusumuzun barış işlerinde de barıştan sonraki işlerde de aynı himmet ve çaba içinde, aynı birliği göstererek bu utkuyu tamamlayacağından kuşkum yoktur. ” (Söylev ve Demeçler syf. 247)

Türk halkı, Ata’sının uyarısının farkındadır ve gereğini dün olduğu gibi bugün de yarın da şaşmaz sağduyusu ve tarih bilinci ile, vefa ile yerine getirmesini bilecektir. Çağımızda küreselleşen emperyalizmin ve işbirlikçisi iktidarların da ayırdındadır. Sevgin (Aziz) şehit ve gazilerimizin kutsal anılarına ancak böyle hürmet edebileceğimizin, yaraşır (layık) olabileceğimizin ayırdındayız. Onları sonsuz bir şükran, minnet ve özlemle anıyoruz. Bağımsızlık, özgürlük, Vatan uğrunda canlarını veren tüm şehitlerimizin, Yüce Önderimizin hatıraları önünde bağlılık ve saygıyla eğiliyoruz. Atalarımız, ulusun-vatanın namusu için çoluk-çocuk demeden boşuna ölmediler, rahat uyusunlar.

AKP iktidarını; Cumhuriyet’i var eden değerlerle ve kutsallarımızla uğraşmayı bırakarak, gaflet, dalalet hatta hıyanetten sıyrılarak ülkesi ve ulusu ile bölünmez bütünlüğümüze bağlı ve saygılı kalmaya çalışıyoruz. Anayasanın ilk 3 maddesi kesin ve net kırmızı çizgilerimizdir. Anayasaya sadakat borcu yemini etmişlerdir TBMM’de; ahde vefa boyunlarının borcudur. Son Türk Devleti asla kurda – kuşa yem edilmeyecektir, elbette gerekirse bu zihniyete karşı da! Bu ulusal kararlılığımız hiç akıldan çıkarılmamalıdır.

30 Ağustos 1922 Utkusu, 1 Eylül Dünya Barış Günü (1945’te 1. Dünya Savaşı’nın bitimi nedeniyle) ve İzmir’in kurtuluşu 9 Eylül 1922 Yurdumuza, Ulusumuza ve tüm insanlığa kutlu, mutlu ve ders olsun dileriz.

Aşağıdaki yazımıza da bakılmasını öneririz..

Söyleşi : 26 Ağustos – 9 Eylül 1922 Döneminin Yakın Tarihimizdeki Yeri..

Sevgi ve saygı ile. 30 Ağustos 2021 

Not : Bu arada, 17 Ağustos 1999 depreminde yitirdiğimiz “resmen” 20 bin dolayında insanımızın acıları da yüreğimizde. Onları da özlemle anıyoruz.. Gerekli dersleri çıkararak, bundan böyle deprem vb. doğa olaylarına hazırlıklı olmamız zorunluğu çok açık ki, afetlere dönüşmesinler..

TBMM’nin 101. yıldönümü

Alev Coşkun
Alev Coşkun
23 Nisan 2021, Cumhuriyet

 

TBMM, 101 yıl önce bugün açıldı ve milletin kaderine el koydu. Bir yanda işgaller, öte yanda padişah ve işbirlikçilerin türlü tezgâhları sürüyordu, iç savaş başlatılmıştı. Ellerinde yeşil bayraklarla savaşan isyancılar Ankara’nın yakınlarına kadar uzanmışlardı. Ufak da olsa bir askeri birliğe sahip olmayan Ankara’ya her an girmeleri olanaklıydı. Bu koşullar altında Ankara’da Meclis’in açılabilmesi olağanüstü bir olaydı, bir mucizeydi. Atatürk’ün örgütlenme dehasının en etkin göstergesidir. Kısa bir anımsatma yapalım:

SON OSMANLI MECLİSİ

Son Osmanlı Meclisi (Meclis-i Mebusan) 12 Ocak 1920’de İstanbul’da toplanmıştı. Yabancı işgal ordularının denetimi altında bulunan İstanbul’da Meclis’in toplanmasını Atatürk doğru bulmuyordu. Her an işgal güçlerinin Meclis’i basarak dağıtacaklarını düşünüyordu. Bu nedenle Meclis’in Anadolu’da toplanmasının gerektiği görüşünü ileriye sürmüştü. Ancak bütün arkadaşları Meclis’in İstanbul’da toplanmasını istiyorlardı.

Kendisi Erzurum’dan milletvekili seçildiği halde İstanbul Meclisi’ne gitmedi. Nitekim açılışından sadece iki ay 6 gün sonra İngiliz askerleri Meclis’i bastılar; Atatürk’ün öngörüsü kısa sürede gerçekleşmişti.

MECLİS’İN EN ÖNEMLİ KARARI

İstanbul’da toplanan son Osmanlı Meclisi’nin yaptığı en önemli iş, 28 Ocak 1920 günkü gizli oturumunda, “misakı- milli”yi (milli ant) kabul etmesidir. Misak-ı milli daha sonra, 17 Şubat 1920 tarihli açık oturumunda tekrar kabul edildi ve tüm dünya parlamentolarına gönderildi. Bu tavır emperyalist işgalcileri memnun etmemişti. 10 Mart 1920’de Londra’da toplanan savaş galipleri devletler; İngiltere, Fransa, İtalya yeni kararlar aldılar. İstanbul tekrar işgal edilecekti.

Zaten askeri birlikler tarafından denetim altında tuttukları İstanbul’u daha da etkin biçimde kontrol etmek, bakanlıklara denetim subayları yerleştirmek ve kimi aydınları yakalayıp Malta Adası’na sürgüne göndermek amacını taşıyorlardı. 15 Mart’ta İstanbul’da Kuvayı Milliye yandaşı eski Savunma Bakanı Mersinli Cemal Paşa, eski Genelkurmay Başkanı Cevat Çobanlı Paşa, ünlü düşünür Ziya Gökalp gibi aydınlar tutuklandılar.

16 Mart 1920’de Harbiye Bakanlığı ve stratejik bölgeler denetim altına alındı, Şehzadebaşı Karakolu basıldı, 5 asker şehit edildi. Meclis basıldı, Rauf Orbay, Kara Vasıf Bey ve kimi milletvekilleri tutuklandı. Hepsi Malta Adası’na götürüldü. Yabancı askerlerin işgali altında bulunan İstanbul’da Meclis’in toplanmasını doğru bulmayan Atatürk’ün dedikleri bir bir gerçekleşiyordu.

OLANAK

İstanbul’da Meclis’in işgal edilmesi Mustafa Kemal için bir olanak da yaratıyordu. Sivas Kongresi’nde seçilmiş Temsilciler Kurulu Başkanı olarak 19 Mart 1920’de tüm illere gönderdiği genelgede, Ankara’da “olağanüstü yetkilere sahip bir meclis toplanacağını ve bütün illerde 15 gün içinde seçim yapılmasını” istedi. Mustafa Kemal, İstanbul’da İngilizlerin yaptıkları tutuklamalara karşı bir önlem olarak da, Anadolu’da bulunan yabancı subayların tutuklanmasına karar verdi. Erzurum’da bulunan ünlü İngiliz albayı Rawlinson da içinde olmak üzere yabancı subaylar tutuklandılar.

MECLİS’İN AÇILIŞI VE TEHLİKE 

Mustafa Kemal’in Ankara’da bir Meclis toplanacağını belirten bu bildirisinden Meclis’in 23 Nisan 1920’de açılışına kadar geçen 35 gün (AS: 16 Mart – 23 Nisan 38 gün), tuzaklar ve zorluklarla doludur. Ankara’da bir Meclis’in toplanacağının açıklanması aslında en çok İngilizleri tedirgin etmişti. İngilizler, Anadolu’da bir Meclis açılırsa sonunda millicilerin yeni bir devlet kurmaya doğru gideceklerini çok iyi biliyorlardı. Bu konuda elde edilecek başarının Britanya İmparatorluğu’nun sömürge topraklarındaki halkları da etkileyeceğini düşünüyorlardı. Öyleyse Meclis’in açılışı önlenmeliydi.

Padişah da kendi tahtının sallantıda olduğunu görüyordu. Bu nedenle Mustafa Kemal’in Meclis’in toplanacağını belirten 19 Mart 1920 tarihli bildirisinden sonra, çok etkin girişimler başlattılar. Amaç, Ankara’daki Kuvayı Milliye’yi çökertmek ve Meclis’in açılışını engellemekti. Meclis’in toplanması girişimi, başlamadan çökertilmeliydi.

İÇ İSYANLAR

Bu nedenle Meclis’in açılışı öncesindeki günlerde İngiliz Yüksek Komiserliği’nin stratejik planlaması ve İstanbul Hükümeti’nin karar ve uygulamalarıyla iç isyanlar başlatıldı. İngiliz altınları isyan bölgelerine akıyordu. Adapazarı, Bolu, Gerede bölgesinde başlayan dinsel içeriklere dayalı ayaklanmalar, Ankara’nın ilçeleri Nallıhan ve Beypazarı’na kadar uzanmıştı.

  • Meclis açılmadan önce Mustafa Kemal, “çembere alınmak” isteniyordu. 

Padişah O’nu asi ilan etmişti, Gâvur İmamlar, Anzavur’lar, Teali-i İslam, Müderrisler Cemiyeti gibi dine dayalı oluşumları harekete geçirmişlerdi. Şeyhülislam Dürrizade Abdullah, yayımladığı fetvasında Mustafa Kemal ve Kuvayı Milliyecilerin öldürülmelerinin dinen vacip (gerekli) olduğunu, bu uğurda hizmet edenlerin gazi, ölenlerin şehit olacağını belirtiyordu. Bu fetva, İngiliz uçaklarıyla havadan Anadolu’daki kentlerin üzerine atılarak dağıtılıyordu. Elinde ufak bir askeri birliği bile olmayan Mustafa Kemal, o günlerde bir yandan iç isyanlarla uğraşırken öte yandan da Meclis’in açılması için çalışıyordu.

UĞURSUZ BİR İHTİMAL (OLASILIK)

Mustafa Kemal, Nutuk’ta, “uğursuz bir ihtimal”den söz ediyor. Düzce, Hendek, Gerede ve Bolu’da başlayan isyanların Nallıhan ve Beypazarı üzerinden Ankara’ya yaklaştığını belirtiyor. “Meclis’in bu yüzden toplanamaması ihtimali (olasılığı) korkunç bir yenilgi olurdu” diyor.

BİR AN ÖNCE MECLİS’İ AÇMAK

Atatürk, bu korkunç ve “uğursuz” olasılık karşısında neler yaptığını şöyle anlatıyor:

“Bir yandan bu isyan dalgalarını durdurmaya çalışıyordum. Öte yandan Ankara’da toplanmakta olan ve genel durumu daha iyice bilmeyen milletvekillerini dehşete düşürecek olaylar karşısında bırakmamaya çalışıyordum. Böylece durumların ortaya çıkmasıyla Meclis’in toplanamaması gibi uğursuz ihtimalleri önlemek çarelerini düşünüyordum.”

Sonunda, gelebilmiş olan milletvekilleriyle yetinerek Meclis’in, Nisanın 23’üncü cuma günü açılmasına karar verildi.

MECLİS’İN AÇILIŞI, DİNSEL TÖREN

23 Nisan Cuma günü, Mustafa Kemal ve milletvekilleri halkla birlikte cuma namazını Hacı Bayram Camisi’nde kıldılar. Namazdan sonra, sokakları dolduran halkın arasından hocaları, sarıklı, kalpaklı, fesli milletvekilleri, ileri gelen idare adamlarıyla Hacı Bayram Camisi’nden Millet Meclisi’nin açılacağı binaya doğru ilerlediler.

En yaşlı milletvekili olarak Sinop milletvekili Şerif Bey, Meclis’i saat 14.45’te açtı. Geçici başkan

  • Tam bağımsız olarak yaşamak isteyen, tarih boyunca hiçbir yerden emir almayan milletimiz” diye başlayan konuşmasında “Meclis’in, milletin kadrine sahip çıktığını” belirtti.24 NİSAN OTURUMU

Ertesi gün Meclis, yine Geçici Başkan Şerif Bey’in başkanlığında saat 10.00’da açıldı. Sabah saat 10’da Meclis açılınca Mustafa Kemal söz aldı ve uzunluğu nedeniyle ardı ardına üç oturum süren bir konuşma yaptı. Bu konuşma Erzurum Kongresi’nden Meclis açılışına kadar geçen süredeki tüm olayların ve gelişmelerin milletvekillerine sunulmasıdır. Atatürk, olup bitenleri üç evreye ayırarak anlattı. Birinci evre, Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan Erzurum Kongresi’ne; ikinci evre, Erzurum Kongresi’nden 16 Mart işgal hareketine; üçüncü evre 16 Mart’tan Meclis’in açılışına kadar geçen aşamalardır.

Mustafa Kemal, Erzurum ve Sivas kongrelerinde milli bir sınır çizildiğini ve bu sınır içinde oturan Türk, Kürt, Çerkes ve diğer İslam unsurlarının “Bütün maksatlarını bütün manasıyla” birleştirdiklerini ve kardeş halklar olarak tek bir amaca yöneldiklerini belirtti. Mustafa Kemal, “misakımilli”yi anlatıyordu.

700 YILLIK HAYATIN SORUMLULUĞU

Bu konuşma, 19 Mayıs 1919’dan o güne Atatürk’ün yaptığı en uzun, en kapsamlı konuşmadır. Milli Mücadele tarihimizin çok önemli bir belgesidir. Bu konuşma aslında bir bilgilendirme, millete ve tarihe hesap verme konuşmasıydı. Milli Mücadele’nin 30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması’yla başlayan ve 23 Nisan 1920’ye kadar geçen 1.5 yıllık bir döneminin ele alınıp analiz edilmesiydi. Mustafa Kemal, konuşmasını şöyle bağladı:

  • “Bu dakikadan başlayarak, 700 yıllık büyük ve güçlü bir hayattan sonra çöküntünün kenarında henüz ayakta durabilen Osmanlı devletinin geleceğinin sorumluluğu, saygıdeğer kurulunuzun çalışmalarını yönlendirecektir.” Atatürk böylece, Meclis’e tarihi sorumluluğunu da hatırlatmış oluyordu.

YENİ BİR DEVLET KURULUYOR

Şevket Süreyya, Atatürk’ün 4 saat süren bu nutkunu şöyle tanımlıyor:

“Bu nutuk bir asker nutku değildi. Bu nutukta, dinleyenleri sürükleyecek hissi unsurlardan, büyük sözlerden ve heyecana hitap eden haykırışlardan eser yoktu. Mustafa Kemal nutkunda, kendilerini Ankara’da tam yetkilere sahip, bağımsız bir Meclis çağırmaya ve bir hükümet kurmaya götüren şartları; aklın, mantığın zorunlulukları ile dile getiriyordu. O’na göre bu Meclis, artık padişahın meclisi değildi… Kısacası yeni bir devlet kuruluyordu.”

REFİK ŞEVKET’İN MEKTUBU

Meclis’in genç milletvekillerinden ve daha sonraları Meclis kürsüsünde hukuksal konularda etkinliğini gösterecek olan Kuvayı Milliyeci, Saruhan Milletvekili Refik Şevket (İnce), kardeşi Hamit Şevket’e yazdığı mektupta, Meclis’in açılışını ve Mustafa Kemal’in konuşmasını şöyle betimlemiş:

“Meclis açıldı, birtakım işlemlerden sonra Mustafa Kemal Paşa kürsüye geldi. Kalpaklı ve dolaklı idi. Sade ve temiz bir giyinişi vardı. Edası (tavırları) vakur (ağırbaşlı) ve etkileyici idi. Büyük bir kalabalık, Meclis binasını tam anlamıyla işgal etmişti. Söze pek gür olmayan fakat her kelimesine gereken mana ve ahengi veren kalınca sesi ile başladı. Biz O’nu kulaklarımızı, gözlerimizi, benliğimizi vermiş bir halde dinliyorduk.”

PADİŞAH’A GİDELİM UZLAŞALIM

Kuşkusuz Meclis içinde padişah ve halifeye bağlı milletvekilleri de vardı. Medrese kökenli bir grup milletvekili Meclis’ten bir kurul oluşturulmasını, bu kurulun İstanbul’a gitmesini padişahı ziyaret etmesini ve bir uzlaşma yolu bulunmasını istiyordu. Bu konuda bir önerge de hazırlanmıştı. Meclis bir kurul oluşturacak, bu kurul padişaha gidecek, adeta padişahtan “icazet” (izin) alacak. Bu yol Atatürk için kabul edilebilecek bir öneri değildi. Çok tehlikeli, temel amacı kökten zedeleyici bir görüştü. O gün, 4 saat konuşmasına karşın Mustafa Kemal, “gizli oturum” isteyerek bir kez daha kürsüye çıktı.

MUSTAFA KEMAL’İN ÖNERGESİ 

Mustafa Kemal, konuşması bitince Meclis’e bir önerge sundu ve okunmasını istedi. Bu çok önemli önergedeki temel ilkeler şöyledir:

1) Bir hükümet kurulması zorunludur.
2) Geçici olarak bir devlet başkanı seçmek veya padişaha bir vekil tanımak doğru değildir.

Mustafa Kemal, Anzavur kuvvetlerinin ve isyan edenlerin Damat Ferit Hükümeti tarafından desteklendiğini ve Damat Ferit’in İngilizlerin tam etkisi altında olduğunu da belirtti.

İZLENECEK İKİ YOL

Konuşmasının sonunu şöyle bağladı: “Karşımızda iki yol vardır” diyerek anlattı: “Birincisi, Damat Ferit Hükümeti’nin kabul ettiğini yani İngilizlere esir olmayı kabul etmek, şerefimizi, hayatımızı, her şeyimizi bırakmak, yani İngilizlere esir olmaktır. Bu kabul edilirse, o zaman yapılacak bir şey yoktur.

İkincisi, eğer Meclis olarak milleti ‘namus ve şeref’ içinde yaşatmak istiyorsak, kabul edeceğimiz yol ve bu yolun esası bütün gücümüzü kullanarak bizi ortadan kaldırmaya çalışan ‘düşmanların emel ve amaçlarını’ kırmak, karşı çıkmaktır” dedi.

İSTANBUL DEMEK LONDRA DEMEKTİR

Mustafa Kemal, İstanbul’a gönderilmesi düşünülen kurul için de şöyle konuştu: “İstanbul’la anlaşmaya çalışmaktan bir sonuç alınamaz. Çünkü İstanbul demek Londra demektir. İngilizlerle anlaşamayan doğru Malta’ya gider. İstanbul’a gidecek kurul, İngilizlere uymayı kabul ederse padişaha ulaşabilir. Yoksa, Malta’ya gönderilir.”

KONUYU ENİNE BOYUNA DÜŞÜNÜN

Bu konuşmalar yapılırken, Meclis henüz başkanını seçmemişti. Bu derece açık konuşan Mustafa Kemal, konuşmasını Meclis Başkanlığı’na getirerek şunları söyledi: “Başkanlık söz konusu olduğunda, ‘bütün arkadaşlarım’ büyük sevgi ve yakınlık gösteriyorlar, bana başkanlık teklif ediyorlar. Ancak şöyle bir durum vardır. Düşmanlara ‘milletin müdrik (anlayışlı) ve kuvvetli’ olduğunu göstermek gerekiyor. İngilizler, işgal için verdikleri notada benim ismimi anmışlardır. Onun için Meclis bana oy verecekse konuyu enine boyuna düşünmelidir. Ben kendi hesabıma, milletin bağımsızlığı elde edilene kadar çalışmaya ant içmiş bulunduğumu tekrar ifade etmek isterim.”

Mustafa Kemal, bu konuşma için Nutuk’ta “Milletvekillerini uyardım, bana verilecek oylar konusunda sakıncaların dikkate alınmasını söyledim” diyor ve kendisine oy verilirken “Milletin ve memleketin geleceği ve yararları için düşünülerek oy kullanılmasını rica ettim” diyor.

MECLİS BAŞKANLIĞI

Bu gizli oturumdaki açıklamalardan sonra, açık oturuma, Meclis Başkanlığı seçimine geçildi. Başkanlık için tek aday Mustafa Kemal’di ve hazır bulunan 115 milletvekilinin 110’unun oyunu alarak Meclis Başkanlığı’na seçildi. Türkiye’de yeni bir devlet kuruluşu için yollar açılmıştı.

Bu yazı Alev Coşkun’un Cumhuriyet Kitapları’ndan yakında çıkacak Samsun’dan Sonra En Zor 19 Ay adını taşıyan kitaptan özetlenmiştir.

MÎSAK-I MİLLÎ !

MÎSAK-I MİLLÎ !

Değerli arkadaşlar,
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

1. Dünya savaşından yenik çıkan, zaten topraklarının çok büyük bölümünü yitirmiş olan Osmanlı Devletinin hiç değilse çekirdek “Anavatan topraklarını kurtarmak” hedefiyle 19 Mayıs 1919 da Samsun’a çıkan Mustafa Kemal‘in önderliğinde milli mücadele başlatılmış oldu….

21/22 Haziran 1919 gecesi Mustafa Kemal Paşa Amasya’da bir Genelge yayınladı :

“Vatanı ve Milletin bağımsızlığını,
yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır!”

***
23 Temmuz 1919’da başlayan Erzurum Kongresinde (Amasya Genelgesindeki söylemin eyleme geçirilmesi) kararı alınmış, ardından…
4 Eylül1919 Sivas’ta başlatılan Kuvay-ı Milliye toplantısında, Misak-ı Milli hedeflerinin gerçekleştirilmesi için milli mücadelenin sevk ve idaresini yürütmekle görevli Heyet-i Temsiliyye‘nin, Ankara’da faaliyet göstermesi kararı alınmıştı.
Ulusal amaç ve hedefleri ve ulusal sınırları belirleyen Misak-ı Milli (AS: Ulusal And) kararlarını (bkz. haritada kırmızı ile gösterilen alan) İstanbul’daki Osmanlı Meclisi de oybirliği ile kabul etmiş ve 20 Ocak 1920’de bütün dünyaya resmen ilan ederek son tarihsel görevini yerine getirmiştir..

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

Zaten “de facto(AS: gerçekte, fiilen) bitik olan Osmanlı devleti, TBMM’nin 1 Kasım 1922’de “Saltanatın ilgası” kararıyla resmen sona ermiş oldu…
Son Osmanlı Hükümdarı Vahdettin, 17 Kasım’da işgalci devlet İngiltere’den iltica ricasında bulunmuş ve bir İngiliz zırhlısıyla (AS: Malaya) İstanbul’dan ayrılmış, Malta’ya gitmiştir…
***
Misak-ı Milli 6 maddeden oluşur. (bu günkü dille)
1. Ulusal sınırlar içinde vatan bir bütündür, kesinlikle bölünemez.
2. İşgal altında olmayan Osmanlı toprakları bölünmez bir bütündür. Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada işgal altında bulunan bölgelerin ve Arap topraklarının geleceğine, bu bölgede yaşayan halk karar verecektir. Halk oylamasıyla bu toprakların durumu belli olacaktır.
3. Batı Trakya ve Elviye-i Selase (3 vilayet) dâhilinde bulunan Kars, Ardahan ve Batum’un durumu, Arap bölgelerinde olduğu gibi yine halk oylamasıyla karara bağlanacaktır.
4. Türkleri mali, idari ve siyasi yönden olumsuz etkileyen kapitülasyonlar kesinlikle kabul edilmeyecektir.
5. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının güvenliği ve tehlikeden uzak tutulması ile ilgili önlemler alınacak ve bu Boğazların ticaret gemilerine açılıp açılmaması ile ilgili kararlar Türkiye ile birlikte ilgili devletler arasında yapılacak olan anlaşmaya göre belirlenecektir.
6. Ülkemizde yaşayan Hristiyan ve öbür azınlıklara, başka ülkelerde Müslümanlara tanınan haklar ölçüsünde hak tanınacaktır.
***

Değerli arkadaşlar,
Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti‘nin bu zor koşullardaki doğuşunu bilmeyenler, değerini de bilemezler; O zamanlar açıkça görünen işgalci düşmana karşı verilen amansız savaşın bugün görünmeyen, sinsi düşmanın içten işgaline karşı davam edişini göremezler.
Bu sinsi düşman, Arap emperyalizmi dahil, küresel Emperyalizmin yandaşlığını yapanlardır;
Küresel Kapitalist-Finans sömürü sisteminin yardakçılığını, ortakçılığını yapanlardır.
Yüz yıl önce, bir Ağacı “yangın” dan kurtaran ve yeniden yeşerten insanların ardıllarına, bugün aynı Ağacın “içten çürütülüşüne” karşı savaşmak düşüyor.
Sevgilerimle. æ
______________
Not. Mustafa Kemal‘in düşündeki harita “misak-ı milli” haritasıydı; özellikle, şimdi güneyde gerekli görülen 30 km güvenlik şeridi ta o zamandan belirlenmişti, Hatay-Halep-Musul hattı olarak.
Sevr‘i dayatanların Türklere bıraktığı (250 bin km2) toprakların haritası Mustafa Kemal’in düşlediği (1 milyon km2) hartanın dörtte biriydi; Lozan’da, o zor koşullarda başarılı bir diplomasi ile Vatan topraklarının ancak %80 kadarı (784 bin km2) kurtarılabildi. (Amiral Soner Polat‘ın da dile getirdiği gibi) Mavi vatanın batı sınırı, Ege’de, 12 adaları da içine alan D25.30′ boylamdır. æ
================================
Dostlar,

Gerçek bir Cumhuriyet aydını olan bilge insan Prof. Dr. D. Ali Ercan hocamızdan (Nükleer Fizik uzmanıdır) öğrenmeyi sürdürüyoruz.. 80’i aşan kronolojik yaşı ile birlikte, Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün Aydın sorumluluğu ile her gün bizlere önemli olguları anımsatıyor, öğretiyor.

Kendisinin çok sayıda yazısını web sitemizde paylaşmaktan, birlikte açıkoturum – konferanslara katılmaktan, kendilerinin başkanlığında ADD Genel Merkezi Bilim – Danışma Kurulunda yıllarca bulunmaktan (yazman olarak) çok mutluyuz.

ADD Genel Başkan yardımcılığı görevimizi 2006 Haziran’ında kendisine devretmekten de..

Ve de halen, dostu olmaktan..

Lütfen O’nu kişisel facebook sitesinde izleyiniz..

Biz de Sevr Anlaşması haritasını koyalım, Milli Mücadele’nin ve Lozan’ın başarısını net olarak görelim..

Unutmayalım :
  • Sevr paçavrasını son Osmanlı padişahı onayladı;
  • Ankara’daki ilk Meclis ise kabul edenleri VATAN HAİNİ ilan etti ve bu paçavrayı tanımadığını dünyaya duyurdu!
Atatürk yaşasa idi, Lozan’ın eksiklerinden olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi ve Hatay’ın anavatana katılması gibi, emin olabiliriz ki; 12 Adalar da bize geçerdi, Musul – Kerkük de.. Olmadı ne yazık ki!
Şimdilerde AKP = RTE, “devlet projesi” masalı ile Montrö’yü delmek amacıyla Kanal İstanbul projesine gövdesini siper etmiş durumda.. ABD dayatıyor, çaresizler.. Ancak Montrö’yü böylesine uluslararası hukuku hiçe sayarak delme olanağı yok. Sözleşmenin özü, Karadeniz’deki ticari – savunma amaçlı gemi – silah – asker trafiğini ve rejimini düzenlemektir. Kanal açarak bu rejim değiştirilemez.

Sevgi ve saygı ile. 30 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

19 Mayısları Unutmamak

19 Mayısları Unutmamak

Batılılaşma ne demek?..(TAMAMI) - Aydınlık Gazetesi

Doç. Dr. Hüner TUNCER
Cumhuriyet, 19 Mayıs 2020

Mustafa Kemal’in, 1919 mayısında Anadolu’ya ayak bastığında kararı şuydu: Ulusal egemenliğe dayalı tam bağımsız bir Türk devletinin kurulması. Temel ilke, Türk ulusunun onurlu bir ulus olarak yaşamasıydı. Bu da, ancak tam bağımsız olmakla sağlanabilirdi. Bağımsızlıktan yoksun bir ulus, uşaklıktan öte bir gözle görülmeye layık olamazdı. Mustafa Kemal’in sözleriyle, yabancı bir devletin güdümüne girmeyi istemek, güçsüzlüğü ve uyuşukluğu benimsemekten başka bir şey değildi.

Mustafa Kemal, 1927 yılında kaleme aldığı Nutuk’a şu sözlerle başlar*:

“1919 senesi Mayıs’ının 19. günü Samsun’a çıktım. Genel vaziyet ve manzara: Osmanlı Devleti’nin dahil bulunduğu grup (İttifak Devletleri), Harbi Umumi’de (Birinci Dünya Savaşı) mağlup olmuş, Osmanlı ordusu her tarafta zedelenmiş, şartları ağır bir mütarekename (ateşkes antlaşması) imzalanmış, Büyük Harbin uzun seneleri zarfında, millet yorgun ve fakir bir halde. Millet ve memleketi Harbi Umumi’ye sevk edenler, kendi hayatları endişesine düşerek, memleketten firar etmişler. Saltanat ve hilafet mevkiini işgal eden Vahdettin, soysuzlaşmış, şahsını ve yalnız tahtını temin edebileceğini tahayyül ettiği alçakça tedbirler araştırmakta. Damat Ferit Paşa’nın riyasetindeki kabine; aciz, haysiyetsiz, korkak, yalnız Padişah’ın iradesine tabi ve onunla beraber şahıslarını koruyabilecek herhangi bir vaziyete razı.

  • Ordunun elinden silahları ve cephanesi alınmış ve alınmakta…

İtilaf devletleri, mütareke hükümlerine riayete lüzum görmüyorlar. Birer vesile ile, İtilaf donanmaları ve askerleri İstanbul’da. Adana vilayeti Fransızlar; Urfa, Maraş, Ayıntap (Antep), İngilizler tarafından işgal edilmiş. Antalya ve Konya’da İtalyan askeri kıtaları; Merzifon ve Samsun’da İngiliz askerleri bulunuyor. Her tarafta yabancı subay ve memurları ve özel adamları faaliyette. Nihayet, söze başlangıç kabul ettiğimiz tarihten dört gün evvel, 15 Mayıs 1919da İtilaf devletlerinin rızasıyla Yunan ordusu İzmir’e çıkarılıyor.

Bundan başka memleketin her tarafında, Hırıstiyan unsurlar gizli, açık, özel emel ve maksatlarının elde edilmesinin teminine, devletin bir an evvel çökmesine mesai sarf ediyorlar.”

İşte, Mustafa Kemal Atatürk’ün devraldığı ve üzerine yepyeni bir Cumhuriyet’i kurduğu Türkiye’de, 1919 Mayısı’ndaki durum budur!

BİR TÜRK DEVLETİ DOĞUYOR

19 Mayıs 1919, yeni bir Türk Devleti’nin doğmakta olduğunun simgesidir. 600 yıllık Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkıntıları üzerinde yeni bir Türk Devleti’ni kurma amacıyla Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak basmış ve geri dönüşü olmayan bir süreci başlatmıştır.

Ulusal Kurtuluş Savaşımız, 19 Mayıs 1919’da başlatılmış; Atatürk‘ümüzün liderliği altında yürütülen bu mucizevi savaşı, yine mucizevi nitelikteki devrimler izlemiştir. Atatürk’ün amacı, yalnızca bir savaşı kazanmak değildi; bu büyük insanın asıl savaşı, çağdaş, uygar nitelikteki devrimlerle yepyeni bir Türkiye yaratmak yolunda olmuştu.

Atatürk, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, onun yönergeleri doğrultusunda hareket etmeyi kabul etmiş olan kendisine sadık arkadaşlarıyla birlikte kazanmış; ancak, devrimleri tek başına yaşama geçirmiştir. Onun en yakınında bulunanlar bile, zaman zaman bu büyük insanın adımlarına ayak uyduramamış; onun gerisinde kalmıştır. Mustafa Kemal, 1919 yılında toplanan Erzurum Kongresi’nde zaferden sonra hükümet şeklinin Cumhuriyet olacağını dile getirmiş; ancak arkadaşları, onun bu düşüncesini paylaşmaktan çok uzak kalmıştı.

TERSİNE GİDİŞ

Şu gerçeği göz ardı etmemek gerekir diye düşünüyorum: 1950 yılından bu yana, ülkemizde Atatürk Devrimi’ne karşı bir süreç başlatılmış ve günümüze değin süren bu süreçte iktidara gelen hükümetlerin çoğunluğu, din öğesini istismar etmek suretiyle, halkımızın büyük çoğunluğunu bu karşıdevrim sürecine inandırma yolunda çaba harcamıştır. Öte yandan ülkemizi yöneten kadrolar, genellikle iktidarlarını sürdürebilmek amacıyla, Atatürk Devrimi’ni kendi dünya görüşleri çerçevesinde yorumlama yoluna gitmiş ve özellikle cahil ve eğitimsiz kitleleri etkileri altına almayı başarmıştır.

Ancak biz Atatürkçü aydınlar, büyük önderimizin bize 1919’da gösterdiği yoldan azimle ve sabırla ve bütün engellemelere karşı gelerek yürümeyi sürdürecek ve Atatürk Devrimi’ni ulusumuza benimsetmeyi, o büyük insana olan sevgimizin, saygımızın ve vefa borcumuzun bir göstergesi olarak başlıca görevimiz sayacağız.

Büyük Atatürk! Bizler, senin hedeflediğin çağdaş Türkiye’yi yaratmadaki kudreti damarlarımızda akan kanda bulacağız!

* Gazi Mustafa Kemal, Nutuk, Kaynak Yayınları, Ankara, Kasım 2016, s. 3

KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

KUTSAL SAVAŞI YÖNETEN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ

Ahmet Nişancı
E. Öğretmen, 23.04.2020

Ulusların yaşamlarında önemli günler vardır.

Bu önemli günler uluslarca Ulusal Günler ve Milli Bayramlar olarak kutlanır.

Yeni Türkiye Devleti Cumhuriyet’i 29 Ekim 1923 günü ilan ve kabul etmişse de, Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek kuruluş tarihinin birçok tarih ve sosyal bilimci tarafından 23 Nisan 1920 olduğu, bu tarihin Türkiye Devletinin doğum günü olduğu konusundaki değerlendirmelere de katılmakta bir sakınca görülmemelidir.

23 Nisan 1920 / Kutsal Savaşı Yöneten T. B. M. Meclisinin Açılışı

23 Nisan 2020 Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) açılışının (100.) Yüzüncü Yılı. Ulusların yaşamında önemli günlerin yükselişlerin yüz yıl ya da yüz yıllara ulaşmasının tarihsel anlamının değerlendirilmesi ve o yüz yılın her türlü koşullar zorlanarak da olsa en üst düzey görevlilerin katılımıyla, en üst düzey hazırlık ve etkinliklerle kutlanması modern bir ülke için vazgeçilemeyecek bir görevdir. (“zorlanarak” sözcüğü Corona Virüs/ Covid 19 salgını nedeniyle kullanılmıştır.) Bu önemin nedeninin yediden yetmişe tüm vatandaşlar tarafından bilinmesi, gereğinin yerine getirilmesi ve gelecek kuşaklara aktarılması gerekir.

Osmanlı Padişahı ve Saray Yönetimi Yok Düzeyindedir

Altı yüz yıl Türk Yurdu, yönetildiği Osmanlı İmparatorluğu 1. Dünya Savaşından yenik çıkınca, Padişahuın kabul ettiği Sevr Antlaşması ile parçalanmanın eşiğine gelmiştir. Ülkemizin birçok yeri Emperyalist Avrupa Devletleri /İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan tarafından tam bir işgal altındadır ve paylaşılmak için gün sayılmaktadırlar. Doğuda Ermeniler kışkırtılarak başkaldırmıştır ve orada bağımsız bir devlet kurma arzusundadırlar; içimizde azınlık olarak yüzyıllardır iyi komşuluk ilişkileri ve varlık içinde, ayrıcalıklı olarak yaşayan Rumlar, Ermeniler hainlik içindedirler; İstanbul’da Padişah Vahdettin ve saray yönetimi, ülkemiz gibi tutsaklık altındadır, teslim alınmışlardır. (AS: Ama Sevr Aanlaşmasını kabulş etti!?)

Ulusun kurtuluşunu topluca karşı koyulacak bir savaşta gören Mustafa Kemal,  Amasya Genelgesi’yle (22 Haziran 1919) kurtuluşun yolunu gösterecektir.

  • Vatanın Bütünlüğü, Milletin İstiklâli tehlikededir.  
    (Amasya genelgesi 1. madde)
  • Milletin Bağımsızlığını Yine Milletin Azmi ve Kararı Kurtaracaktır. 
    (Amasya Genelgesi 3. madde) 

Erzurum Kongresi öncesinde General Üniformasını çıkararak milletin bir ferdi olarak kurtuluşa giden Kutsal İsyanı başlatacaktır. Sivas Kongresi ile oluşturulan Önder Kadrosuyla Ankara’ya gelerek milletin azmi ve kararını temsil edecek TBMM açılacak ve Türk Kurtuluş Savaşı bu Kutsal İsyanı yönetecek Meclisle başarıya ulaşacaktır.

23 Nisan 1920 : Kutsal Savaşı Yöneten Türkiye Büyük Millet Meclisinin Açılışı

Kurtuluşu ve Kuruluşu yönetecek T.B.M. Meclisi 23 Nisan 1920 Cuma günü dualarla açıldı. Ankara’da yeni bir Türk Devleti kurmak üzere başında yeminli Mustafa Kemal’in olduğu yeni bir Ulusal Meclis, önünde kurtarılacak bir yurt göreviyle yükümlü, zor bir görevin beklediği, üstesinden gelebilmek için varlıklarını her şeyin üstünde tutmak zorunda olan yurdu kurtarmak görevine soyunmuş bir T.B.M. Meclisi Hükümeti vardır artık. Kuruluş aşamasındaki bu 1. Meclis her ideolojiden ve meslekten insanlarla kurulu bir karma yapı barındırmaktadır. Bu Meclis, birçok konuda geriye dönük kişilerin atılımların önüne set koymaya çalışmalarına karşın, Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa’nın akılcı yönetimiyle Kurtuluş Savaşını üstün bir başarıyla yönetmiştir.

Meclisin Önündeki Zorluklarla Dolu Büyük Görevin Açmazları

Bir Kutsal İsyanla başlayarak kazanılan bu Kutsal Savaş ve sonunda sağlanan Kutsal Barış hangi güçlükler aşılarak kazanılmıştır? Bu soruyu ve yanıtını milletin her bireyinin beyinlerinde bir fırtına yaratırcasına oluşturup yerleştirmedikçe ve bugünkü nesilden gelecek kuşaklara aktarma görevini yerine getiremedikçe Türkiye Cumhuriyeti için tehlike her zaman var olacaktır.

Meclisin açıldığı zaman içinde Sevr Antlaşması Osmanlı Devleti’ni yönetenler tarafından kabullenilmiş, tehlike olarak değerlendirdikleri yörelerimiz, topraklarımız işgal güçlerinin yeni bahaneleriyle işgal ettikleri önceki topraklarımıza eklenmektedir. İngilizlerin desteğiyle İzmir’e asker çıkaran Yunan Kuvvetleri ilerlemelerini Aydın, Afyon boyunca genişletmekte ve geçtikleri kentlerimizi yakıp yıkmakta ve halkımızı vahşice katletmekte, kadınlarımızın, kızlarımızın namuslarını kirletmekte, çocuklarımızı süngüleyerek eğlenmektedirler.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetine karşı, Osmanlı Saray Yönetiminin teşvik ve destekleriyle iç isyanlar çıkarılarak kurtuluş hareketine engeller koymaya çalışılmakta, içimizde yüzyıllarca en iyi şekilde varlık içinde ve ayrıcalıklı olarak yaşattığımız Rumlar, Ermeniler hainlikleriyle işgal güçlerinin yanında yer almakta, biz komşularını kalleşçe arkadan vurmaktadırlar.

Savaş sürecinde Türk toplumunun yapısı, Ordunun durumu, savaş ekonomisi, halkın desteği bir başka yazıya bırakılarak; bu metinde Atatürk’ün Ulusal Bayram olmanın yanında Türk çocuklarına bayram olarak armağan ettiği 23 Nisan’ın geçirdiği evrelere yer verilmiştir.

23 Nisan’ın Geçirdiği Evrelere Ait Bilgiler

23 Nisan 1920,  T.B.M. Meclisi’nin açılışıyla ulusumuzun tarihinde çok önemli bir gün olma özelliği, ulusallık kazanmıştır. Bu ulusal günün bugüne değin kutlanması aşamasında geçirdiği evrelerin hepsi akılda tutulamasa da, zaman zaman hatırlanması için evinizdeki önem verdiğiniz bir bilgi dosyasında bulundurulması, özellikle de çocuklarınıza bu günün öneminin kavratılması okullarımıza/ öğretmenlerimize olduğu kadar aileler için de bir görev olmalıdır.

1-      1920 / 23 Nisan – Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır.
2-      1921/ 23 Nisan – İlk olarak Bayram olarak kutlanmıştır.
3-      1921/ 2 Mayıs – 23 Nisan Yasa ile Milli Bayram olarak kabul edilmiş ve Ceride-i Resmiye (Resmi Gazete)’ de yayınlanarak yürürlüğe girmiştir.  İki maddeden oluşan kanunun;

  1. Maddesi: “TBMM’nin ilk yevmi küşadı (açılış zamanı) olan 23 Nisan günü milli bayramdır.”
  2. Maddesi: “Tarihi kabulünden muteber (geçerli) olan işbu kanunun icrasına (yürütülmesine) Türkiye Büyük Millet Meclisi memurdur. Bu yasanın kabul edilmesiyle 23 Nisan her yıl coşkuyla ve büyük bir mutlulukla milli bayram olarak kutlanmıştır.
    4-      1924, 23 Nisan’ın her yıl Mustafa Kemal (Atatürk ) buyruğu ile Egemenlik Bayramı olarak kutlanmasına karar verilmştir.
    5-      1927/ Ulusal Egemenlik Bayramı Türkiye Himaye-i Etfal  (Çocuk Esirgeme) Cemiyeti’nin öncülüğünde daha ayrıntılı bir bayram kutlamasına dönüştürülmüştür.
    6-      1929/ 23 Nisan Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından Türk Çocuklarına armağan edilmiş ve 23 Nisan Çocuk Haftasına dönüştürülmüş, zengin etkinliklerle kutlamalar yapılması gelenekleşmiştir.
    7-      1935/ 27 Mayıs tarihinde kabul edilen “Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun ile 22 Nisan öğleden sonra ve 23 Nisan gününün Ulusal Egemenlik Bayramı olarak kutlanması yasalaşmıştır.
    8-      1979 /  23 Nisan Ulusal Egemenlik Bayramımız Yurtdışındaki temsilciliklerimizde de ve ilk olarak davet edilen dünya çocuklarının katılımıyla Uluslararası Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlanmıştır.
    9-      1983/ 20 Nisan –1981 tarihli Ulusal Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanunda yapılan değişiklikle 23 Nisan ““Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” olarak düzenlenmiştir.  Böylece 1929 yılından bu yana Mustafa Kemal (Atatürk) ‘in bayram olarak çocuklara armağan etmiş olduğu “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı‘na “Çocuk” sözcüğü yasayla eklenmiştir.

Bu 23 Nisan’da yüzüncü yılını kutlayacağımız Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı coşku içinde kutlamamız salgın durumu alan Korona Virüs bulaşı nedeniyle olanaklı olmasa da, büyüklü küçüklü hepimiz bu bayramı içimizde çocuksu bir sevinç içinde yaşamalı, yaşatmalıyız.

Ulusumuzun kurtuluşa giden yolunda bir köşe başı taşı olan 23 Nisan’ı bize sonsuza dek kutlayacağımız bir ulusal gün olarak armağan ve emanet eden Yüce Atatürk’e, O’nun dava ve silah arkadaşlarına, milyonlarca şehitlerimize sonsuz şükranlarımızı sunuyoruz; ruhları sevinçli olsun.

  • Ulusumuzun Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı,
    tüm ulusumuza kutlu olsun!

100. YIL COŞKUSU

100. YIL COŞKUSU

Suay Karaman

15 Mayıs 1919 tarihinde İzmir’i işgal eden düşmana ilk kurşunu sıkan Hasan Tahsin, (gerçek adı Osman Nevres, Hukuku Beşer-İnsan Hakları Gazetesi’nin yazarı) hemen oracıkta öldürülmüştür. Ancak bu ölüm, ertesi gün 16 Mayıs 1919’da bağımsızlık ateşini yakmak için Samsun’a gidecek olan Mustafa Kemal Paşa’nın yolunu aydınlatmıştır.

19 Mayıs 1919 tarihi Milli Mücadelemizin başlangıcıdır, ilk adımıdır. Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak ayak bastığı Samsun’da yakılan bağımsızlık ateşi, emperyalizme karşı mazlum ulusun kutsal isyanının başlangıcıdır. Bu süreçte 28 Mayıs 1919 Havza Genelgesi, 22 Haziran 1919 Amasya Genelgesi, 23 Temmuz 1919 Erzurum Kongresi, 4 Eylül 1919 Sivas Kongresi halka dayalı bir mücadelenin önemli olgularıdır ve bağımsızlığa giden yolun kilometre taşlarıdır. 23 Nisan 1920’de Ankara’da TBMM açılarak, bağımsızlık mücadelesi kurumsal kimliğe dayandırılmıştır. Büyük utkuların (zaferlerin) ardından 9 Eylül 1922’de düşmanın İzmir’de denize dökülmesiyle 3 yıl, 3 ay, 21 gün süren Ulusal Kurtuluş Savaşı’mız başarıyla sona ermiştir.

İşte bu yüzden;

  • 19 Mayıs 1919, vatanın kurtulması için örgütlenen Anadolu insanının bağımsızlık mücadelesinin başlangıcıdır.
  • 19 Mayıs 1919, emperyalizme karşı kazanılan ilk savaşın adıdır.
  • 19 Mayıs 1919, ulus bilincinin ilk ışığıdır, egemenliğin millete ait olduğunun belgelenmesidir.
  • 19 Mayıs 1919, çağdaş ülkeler düzeyine çıkmamızı sağlayan ilke ve devrimlerin habercisidir,
  • 19 Mayıs 1919, Ülkemizin aydınlık geleceğidir.
  • 19 Mayıs 1919 tarihi, eşsiz liderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün, her türlü baskıya karşın Samsun’dan ülkemizin üzerine bir güneş gibi doğmasıdır.

Kurtuluş savaşı sırasında 14 Temmuz 1919 tarihli Alemdar Gazetesinde padişah ve halife Vahdettin’in söylemini anımsamak gerekir:

  • “İslam kilidinin anahtarını, İngiltere’nin güvenilir eline teslim etmekte, İslam alemi için hiçbir tehlike yoktur.”

Bu hain Vahdettin 17 Kasım 1922’de İngiliz zırhlısına binerek kaçtı. 8 Ocak 1920 tarihli Peyam-ı Sabah Gazetesinde hainlerin öncülerinden Ali Kemal şunu yazmıştı:

  • “Anadolu’da ne yaptığını bilmeyen Mustafa Kemal ve arkadaşlarının hareketine öncelikle son verilmesi gerekir.”

İşgal yıllarının işbirlikçi Mütareke basınının en önde gelen yazarı hain Ali Kemal, 6 Kasım 1922’dee İzmit’te linç edilerek öldürüldü.

Yüz yıl önce bağımsızlık mücadelesi verilen bu topraklarda,

  • bugün emperyalizme ve yerli işbirlikçilerine karşı yeniden bağımsızlık mücadelesi vermekteyiz.

Çünkü Atatürk’ün ölümünden sonra ülkemizi yönetemeyen iktidarların elinde, yeniden emperyalizme yem olan ülkemiz, bugün tarihinin en kötü ekonomik ve siyasi krizi ile karşı karşıyadır. Bağımsızlık mücadelemizin başlangıcından 100 yıl sonra, ülkemizin genel durumu hiç iç açıcı değildir.

Ülkemizin ulusal kuruluşları özelleştirme gerekçesiyle peş keş çekilmiştir. Yeraltı ve yer üstü zenginliklerimiz emperyalist güçlere pazarlanmaktadır. Tarım ve hayvancılığımız bitirilmiş, sanayimiz çökertilmiş, ekonomi batırılmıştır.

  • İşsizlik, yoksulluk ve yolsuzluk en üst düzeye ulaşmıştır.
  • Terör yıllardır can almaya devam etmektedir.
  • Laik ve demokratik eğitim yerini ortaçağın imam eğitimine bırakmıştır.
  • Anayasa ve hukuk dışı tutum ve davranışlar büyük boyutlara ulaşmıştır.
  • Şaibeli halk oylamasıyla rejim değiştirilmiştir, seçimler yenilenmektedir.
  • Dış politikada saygınlığımız bitirilmiştir, komşularımızla savaşır duruma getirilmekteyiz.

Yüz yıl sonra 19 Mayıs’ı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı, bugünkü siyasal ortamla birlikte düşünürsek umutsuzluğa kapılabiliriz.

  • Ancak Mustafa Kemal’in gençleri için umutsuzluk yoktur. Ne olursa olsun emperyalizme karşı özgürlük savaşını yeniden kazanacağız, tıpkı Mustafa Kemal Paşa gibi. Ülkemizi yeniden kalkındırıp, aydınlatacağız, tıpkı Mustafa Kemal Atatürk gibi.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı başlatmasının üzerinden 100 yıl geçti. Yalnızca 15 yılda gerçekleştirdiği eserlerini ölümünden sonra, 81 yıldır içerden ve dışarıdan yıkmaya çalışıyorlar. Ancak yıkamıyorlar ve hiçbir zaman da yıkamayacaklar. Bağımsızlık ve özgürlük türkülerinin söylendiği bu topraklarda Mustafa Kemal’in gençleri, ilkelere ve devrimlere sahip çıkmanın bilinciyle eserlerini koruyacaktır. Bundan kimsenin kuşkusu olmasın.

19 MAYIS’A DOĞRU…

19 MAYIS’A DOĞRU…

Dr. Ceyhun BALCI

“Mustafa Kemal yenmeden önce İngilizleri Tanrı sanırdım.”
Gandi

Trablusgarp’ta başlayan, Balkanlarda süren savaşlar Türklerin karanlık döneminin önemli köşe taşlarıdır. Birinci Dünya Savaşı yenilgisi karanlık sayfaların yıkımla bütünleşmesi anlamı taşımıştır.

Çanakkale’yi topla, tüfekle geçemeyenler donanmalarını muzaffer edayla demirlemişlerdir Boğaziçi’ne!

Fransız Generald’Esperey’in at üstünde Fatih’e öykünmenin yanı sıra yaklaşık 500 yıl sonra İstanbul’a girişi, alınan öcün fotoğrafı gibidir.

Dünya paylaşım savaşının önde gelen amaçlarından birisi olan Osmanlı’nın yıkımı ve paylaşımındadır sıra.

Tam da o günlerde, Kasım 1918’de istanbul’a gelen Mustafa Kemal, umutların en solgun ve ölgün olduğu sırada “Geldikleri gibi giderler!” diyerek tam bir hesap ve tasarım insanı olduğunu ortaya koymuştur.

İstanbul’un işgal edildiği günlerde son padişah VI. Mehmet Vahdettin’in öncelikli ve belki de tek derdi kendisiyle birlikte saltanatını kurtarmaktır. Ingilizlerin gözüne girme, onları güzelleme aşkı bundandır.

Padişah taht derdindeyken “Geldikleri gibi giderler!” diyebilecek denli özgüven sahibi Mustafa Kemal ise İstanbul’da ilk iş olarak Minber gazetesini çıkartmaya başlamıştır. Çalışmaları kamuoyu oluşturmayı gerektiğine göre son derece yerindedir bu davranışı. Tıpkı Sivas’ta İradei Milliye’yi, Ankara’da Hakimiyeti Milliye’yi çıkarttığı gibi.

Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı ve sonrasında Anadolu’da Milli Mücadele’yi örgütleme çalışmaları şu ya da bu biçimde yazılmış ve belgelenmiştir. Kasım 1918’den Mayıs 1919’a kadarki zaman aralığı ise hak ettiği ilgiyi görmemiştir her nedense. (AS: Dr. Alev Coşkun, “6 Ay” adıyla bu dönemi kitaplaştırdı..)

Öncelikli amacı ve hedefi Osmanlı kabinesinde Harbiye Bakanı olarak yer almak olsa da bu amacına erişememiştir. Boş durmamış, bu kez Meclisi Mebusan üzerinde etkili olmaya çalışmış ve Osmanlı meclisinin aldığı son karar olan Misakı Milli kararının ortaya çıkmasındaki etkisiyle başarılı da olmuştur. Bilindiği gibi bu önemli karar Milli Mücadelenin de çerçevesi olmuştur ve.

İstanbul’da bir gününü bile boşa geçirmeyen Mustafa Kemal’in bu zaman aralığında padişahı tahttan indirmeyi de içeren bir dizi köktenci yaklaşımı denediği ve bu doğrultuda gereken her şeyi yaptığı belgelidir.

İzmir’in işgalinin ertesinde Samsun’a yola çıkışı son ve kaçınılmaz seçeneğidir. Öne sürüldüğü gibi Bandırma vapuru tıka basa altınla da dolu değildir. Zaten o günün Osmanlı Devleti’nin elinde Bandırma’yı dolduracak kadar altının bulunması da söz konusu değildir. Başka açıdan bakıldığında bu ve benzeri çoğu gülünç ve gerçeklikten yoksun savın Mustafa Kemal’in başardıklarının yüceliğini onayladığı bir gerçektir.

Yazının başındaki Gandi sözüyle de vurgulandığı gibi Mustafa Kemal’in başarısı Tanrısallıkla bile özdeşleştirilebilir. Mustafa Kemal’in bundan 100 yıl önce Samsun’a attığı ilk adımın her şeyin ötesinde inancın, kararlılığın ve önceden tasarlılığın gereği bir eylem olduğunun altı çizilmelidir.

Pek çok kaynakta Mustafa Kemal’in Erzurum Kongresi sırasında Cumhuriyet’i kurma kararlılığında olduğu yazıldır. Hatta, bunu öğrenen Mazhar Müfit’in geçirdiği şaşkınlık da çok etkileyici biçimde betimlenmiştir pek çok kaynakta. Eğer şaşırılacaksa Mustafa Kemal’in şu sözleri çok daha etkileyicidir : Yıl 1906!

“Milleti egemen kılmak” “bunaltıcı bir mutlakiyetçiliğe devrimle karşılık vermek ve çürük ve külüstür bir yönetimi yıkmak” “ülkeyi kurtarmak” gibi sözler o zamanlarda çılgınlığın ve isyancı yapının göstergesi sayılmış olsa da gerçekleştirileceğine olasılık tanınmamış olmalıdır. (*)

Yüzyılın başında söylediklerini yüzyılın çeyreği sonlanmadan yaşama geçirmiş olması çok söze gerek bırakmıyor.
____________________________

* Muhammed Sadiq, Çeviren  Funda Keskin Ata, Türk Devrimi ve Hindistan Özgürlük Hareketi, Türk Tarih Kurumu, Ankara, 2018.