Halil Çivi şiri : ÖZGÜR İNSAN OL

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Şairi

 

 

ÖZGÜR İNSAN OL

Tanrı seni özgür insan yaratmış,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Akıl, fikir, vicdan ile donatmış,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Cehaletin ateşiyle kavrulma,
Çıkar için uçtan uca savrulma,
Akıl, bilim rotasından ayrılma,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Yaradan özgürce yaratmış seni,
Köle etme özgür doğmuş bedeni,
Özgür yaşa, utandırma Ata’nı,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Akıl terazidir, her şeyi tartar,
Doğruyu ayırır, yanlışı atar,
Dogmatik fikirler aklını yutar,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Özgürlük ışığı akılla yanar,
Cehalet yangını akılla söner,
Ekonomi çarkı akılla döner,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Din ahlaktır; kula kulluk değildir,
Aklın ışığıdır, körlük değildir,
Çıkara kul olmak, mertlik değildir,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
İster ağa olsun, ister bey, paşa,
Hiçbiri Tanrıya eş olmaz, haşa,
Hiç kimseden korkma, düşme telaşa,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Tüm krallar… şahlar… insan soyudur,
Birçoğu zorbadır, azı iyidir,
Demokrasi, insanlığın huyudur,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Servete, şehvete, mala kul olma,
Zehiri gizlenmiş dile kul olma,
Çiçek ol arı ol, bala kul olma,
Kula kuluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
İstersen erkek ol, isterse kadın,
Eğer özgürleşmek ise muradın,
Akıl, bilim olsun iki kanadın,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Akıl, bilim sana şaşmaz rotadır,
Okulsuz, mesleksiz kalmak hatadır,
Kula kulluk esaretten ötedir,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Hayallerin özgür kanatlar taksın,
Umutların berrak su gibi aksın,
Önyargılar seni özgür bıraksın,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Eğitimden şaşma, mesleğini kap,
Düzgün ahlak ile kendine yer yap,
Tapmak zorunluysa, aklın ile tap,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Her şerbet bal olmaz, doldurup içme,
Dibi görünmeyen sulardan geçme,
Dinbazın, yobazın ağına düşme,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Özgürlük umuttur, ekmektir, aştır,
Zorbalık yapana eğilmez baştır,
Akıl, bilim sana sadık yoldaştır,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.
Xxx
Halil Çivi sözü dosdoğru döşer,
Ders alsın, uyansın, şaşmasın beşer,
Özgürlükten korkan hep köle yaşar,
Kula kulluk olmaz, özgür insan ol.

PRENS SABAHATTİN HANGİ PARTİDEN ADAY?

Lütfü KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. – İTÜ

Önümüzdeki seçimlerin en gözde adayı Prens Sabahattin. Seçime katılacak partilerin büyük çoğunluğu adını gizlemeye çalışsa bile Prens Sabahattin’den güç almaya çalışıyor. Cumhurbaşkanı adayları kesinleşti. Milletvekili aday listeleri henüz kesinleşmese bile aday adayları belli. Ne var ki yakın zamanda açıklanacak listelerde Prens Sabahattin adını göremeyeceksiniz. Çünkü Prens Sabahattin 1948’de öldü. Yaşasaydı, kuşkusuz seçime girecek partilerin büyük çoğunluğu bu adı listelerine yazmak için yarışacaklardı. Peki, kimdi bu Prens Sabahattin?

Bizim kuşağın devrimcileri derin kuramsal tartışmalara girdiklerinde, tartışmayı ya Jöntürk hareketinden ya da İzmir’de yapılan (17 Şubat 1923) Türkiye İktisat Kongresinden başlatırlardı. Kısa süre önce bu İktisat Kongresinin 100. Yıl anmasında kürsüye çıkartılan bir konuşmacı da Prens Sabahattin’in tezlerini savunarak Kongreyi kirletmişti. Şu sıralar pek çok siyasal parti de Prens Sabahattin ile kirlenme yarışına girdi ve kirlendikçe gururlanıyorlar.

Türkiye’de 150 yıllık demokrasi savaşımının (1876’yı başlangıç alırsak) öncülüğünü yapan Jön Türk hareketi ilk bölünmeyi ve kirlenmeyi Prens Sabahattin ile yaşadı. Sabahattin, Liberalizm adına savunduğu tezlerle emperyalizmin böl ve yönet kuralının/kuramının sinsi savunuculuğunu yaptı. Bugün internet sitelerinin arama motorlarına Prens Sabahattin yazdığınızda karşınıza Prens’in kimliğinden önce savunduğu yıkıcı fikirler çıkar. Sabahattin gerçekten de bir Osmanlı Prensidir. Osmanlı Adliye Nazırı Mahmud Celaleddin Paşa ile Sultan Abdülmecid’in kızı, Sultan II. Abdülhamid’in kız kardeşi Seniha Sultan’ın oğludur. Ancak Prens Sabahattin’in ünlü olması yüz yılı aşkın bir süre Türk siyasetindeki ana ayrımı başlatan kuramsal temeli ortaya koymasından ileri gelir. Prens Sabahattin adı ADEM-İ MERKEZİYET kavramı ile özdeşleşmiştir. Adem-i Merkeziyet, merkezin zayıflatılarak yerel yönetimlere güç verilmesi, yerinden yönetim, bugünkü söylemle YEREL YÖNETİMLERE ÖZERKLİK. (AB, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı-AYYÖŞ)

Batılı güçlü devletler, sömürgecilik döneminde elde ettikleri varsıllıklarla 1. Sanayi Devrimini başlatarak (İngiltere, 1760) güçlenirken, bizim gibi ülkelerin iç pazarını gelişmiş sanayi ürünleri ile çökertip sanayi ürünleri yanında yıkıcı emperyal düşüncelerini de pazarlıyorlardı. Siyasal ve askeri yapılarını güçlendirir, bünyelerinde tekil-üniter yapıyı güçlendirerek egemen kılarken, bizlerin payına da Adem-i Merkeziyet yani bölünme düşüyordu. Koskoca Osmanlı ülkesi iç pazarı yok edilip borca batırıldıkça millet birliğini güçlendirip ayağa kalkacağına, bölünüp parçalanıyordu. Baskıcı II. Abdülhamid rejimini yıkmanın formülü olarak, Jöntürk hareketinin içine de bölücülük serpiştiriliyordu. Adem-i Merkeziyet düşüncesi, geçen yüzyılın başında onlarca devletçiğin doğup gelişmesinin bayrağı oluyordu. Abdülhamid diktasını devirip, 2. Meşrutiyet Devrimini gerçekleştiren, özgürlük ve kardeşlik fikrinin egemen olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti‘nin karşısında bu kez Ahrar Fırkası beliriyor ve 10 Eylül 1908’de kuruluşunu ilan ediyordu. Ahrar Fırkası 30 Ocak 1910’da kapatılmış olsa bile, siyasal yaşamımızdan hiç eksilmedi ve siyasal dünyamıza Ademi-i Merkeziyet, bir başka deyişle YEREL ÖZERKLİK kavramını yerleştirdi. Bir bakıma bugün ülkemizdeki Sağ-sol, Devrimcilik-Karşı Devrimcilik, Ulusalcılık-İşbirlikçilik karşıtlıkları Prens Sabahattin’in, daha başka bir deyişle Ahrar Fırkası’nın hediyesidir. Bu tarihten sonra kurulan Hürriyet ve İtilaf Fırkası ile Cumhuriyet devrinde kurulan (1924), Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası programlarının en başına hep Adem-i Merkeziyet kavramını yerleştirmişler, daha sonra kurulan ve sağ partiler (1930-Serbest Cumhuriyet Fırkası, Demokrat Parti, Adalet Partisi, Yeni Türkiye Partisi, Anavatan Partisi, Doğruyol Partisi vb.) programlarına açıkça yazmasalar bile hep bu geleneğin izleyicisi olduklarını kimi kez açık, kimi kez gizli söyleyegelmiştir. (Bu partilerin bir başka ortak söylemi de inançlara özgürlük olmuştur.)

Adem-i Merkeziyet (Yerel Özerklik) düşüncesinin yaşam bulamadığı tek örgüt İttihat ve Terakki Cemiyeti ile bu örgütün en bilinçli ve yurtsever kadrolarının içinden doğan Cumhuriyet Halk Partisi olagelmiştir. Ta ki yakın zamana dek…

Bugün ülkemizde HDP (PKK) başta olmak üzere, Hüda Par, Deva, Gelecek, Saadet vb. partiler ile adı duyulmadık pek çok partinin dilinden YEREL ÖZERKLİK kavramı düşmemektedir. Bu kavram ayrılıkçılığın üstü kapalı kimi kez de utangaç söylenişidir. Ne yazık ki son zamanlarda YEREL ÖZERKLİK başka bir deyişle Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı söylemi en çok Cumhuriyet devrimini gerçekleştiren ve Adem-i Merkeziyet kavramı ile mücadele eden Partinin diline yerleşmiş ve programına konmuştur.

Prens Sabahattin bugün yaşasaydı Adem-i Merkeziyet düşüncesini yaşatmak için yukarıda adı geçen partilerden birinden gönül rahatlığı ile aday olabilirdi. Ancak uğrayamayacağı tek parti Atatürk’ün partisi olurdu. Ne yazık ki en çok şaşıracağı olay da, Atatürk’ün partisinde kendi düşüncesinin hem de hararetle savunuluyor olması olurdu.

Partilerin programlarında PRENS SABAHATTİN VARSA, DİKKATLİ OLUN…

Depremden depreme bir arpa boyu

Recep Yılmaz | PolitikYol Haber SitesiRecep Yılmaz
İnşaat Mühendisi
29 Mart 2023, Cumhuriyet

Depremden sonra TV kanallarında günlerce fay hatlarını dinledik. Türkiye gibi yerin altındaki levhaların kesişim bölgesinde yer alan bir deprem kuşağı ülkesinin fay gerçeğini öğrenmeyen kalmadı. Ancak her deprem sonrası günlerce fayı konuşmak boğulan bir topluma yüzme öğretmek yerine denizin derinliğini anlatmak gibi bir şeydir.

  • Çünkü deprem değil kâr hırsı öldürür, “imar barışı” öldürür, vurdumduymazlık öldürür!

Artık eski ve güvensiz binaların dönüşümünün neden yapılmadığını, nasıl yapılacağını, ne zaman yapılacağını somut bir biçimde ortaya koymak ve sorgulamak gerekiyor. Yapı stokunu depreme dayanıklı bir biçimde dönüştürmedikçe bir sonraki depremde hangi ilimize ağlayacağımızı kestirmek zor değil!

‘Paran kadar’ dönüşüm

  • Bu düzen en çok yoksul halkı yani emekçileri vuruyor.

Yıllar önce olanakları ölçüsünde “başını sokacak” bir ev sahibi olmuş ve bugün güvensiz olduğunu bile bile o evde oturmak zorunda olan milyonlarca insan var. Yine kirası daha uygun olduğu için güvensiz binalarda oturmak zorunda olan milyonlarca insan var. Sosyal devlet topluma güvenli bir barınma hakkı sunamıyor. Yalnızca “Cebinde 1 milyon lira varsa müteahhidini bul, yık, yaptır” diyor. Şu an uygulanmakta olan “kentsel dönüşüm” sistemi sorunu çözmekten çok uzakta.

Peki, siyasal iktidar ne yapıyor? Bugüne dek ciddi bir karar almadığı gibi işin kötüsü her kezinde siyasal hamaset diliyle toplumu kutuplaştırıp günü kurtarmaya çalışıyor. Aynı iktidarın 2018’de tüm itirazlara karşın çıkardığı imar barışı ile durum daha da içinden çıkılmaz bir noktaya geldi. Binlerce kaçak kat, kaçak bina, kaçak bölüm yasal zırha kavuştu.

Bırakın deprem güvenliğini, afet planını, kentleri içinden çıkılmaz bir duruma getirdiler. İmar rantı yaratmak için işlenen kent suçlarını saymaya kalksak sayfalar yetmez.

Ateş herkesi yakmalı!

Yaşadığımız her depremin çok büyük felaketlere neden olmasını önlemek için artık geniş kapsamlı çalışmalara gereksinimimiz var.

Bu durumda güvenli evleri, güvenli mahalleleri, güvenli kentleri nasıl inşa edeceğiz? Kamu otoriteleri ne yaptı? Yasa yapıcılar ne yaptı? Toplanan vergilerin ne kadarı deprem güvenliğine harcandı? Doyurucu bir yanıt yok!

Kent planlaması, imara açılan bölgeler, sorunlu zeminler, inşaat yapım süreçleri, malzeme niteliği ve denetimi, üretim niteliği ve denetimi, belediye, müteahhit (yüklenici) ve yapı denetim kuruluşlarının sorumlulukları, şantiye şefi uygulaması, mühendis eğitimi, yapı ustası eğitimi ve mevcut (varolan) yapıların dönüşümü gibi birçok konu başlığı hakkında esaslı (temelli) düzenlemelerin yapılması gerekiyor.

“Ateş düştüğü yeri yakar” denilir ancak bu kez ateş herkesi yakmak zorunda!

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Mart 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SORUŞTUR/MA

İçişleri Bakanlığı, İ. Melih ve dönemin bürokratları hakkında Ankapark’ın yapım ihaleleri nedeniyle 750 milyon dolarlık kamu zararının oluştuğu iddiasıyla savcılıkça soruşturma açılmasına izin vermedi.

Kamu zararı iktidarı ilgilendirmez, soruşturmaya değmez!..

KAYIP

Sinan Ateş’in katilinin kaçışına yardım eden Tolgahan Demirbaş’ın MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde yakalandığına dair (ilişkin) polis tutanağının kaybolduğu iddia edildi.

Mafya-parti-devlet üçgeni…

BATIŞ

F. Erbakan, AKP ile ittifaka giderse partinin batacağını söyledikten iki gün sonra ittifak yaptı.

Batsın…

UZANTI

RTE, “3-4 oy daha fazla kapmak için bölücü örgütün siyasi uzantıları dahil tüm marjinal yapılarla iş tutmaktan çekinmeyenlere, bu milletin geleceğini emanet edemeyiz.”

HÜDA-PAR‘ı kastetti değil mi?…

YÜKSEK

RTE, deprem bölgesinde çocuklara otobüsten oyuncak attı. (AS: Biz utanıyoruz O’nun yerine)

Halktan kopuş, yukarıdan bakış, yüksekten atış…

LİYAKAT

Lefkoşa Büyükelçisi Feyzioğlu, Atatürk düşmanı Ayasofya İmamı Demirkan’ı ağırladı ve web sayfasında gururla yayımladı. (AS: Adalet Bakanı olmaya takmış!)

Atina Büyükelçisi, Yunanistan’ın Türk egemenliğinden kurtuluş gününü kutladı.

Liyakat yerine yalakalık temel alınınca…

İNCE

İkinci tura kalarak %60 ile cumhurbaşkanı olacağını iddia eden M. İnce, yüz bin imzaya ancak 4. günde ulaştı. Öyle planladıklarını söyledi.

İnce ince at yenilsin!…

SALAKLIK

Dokuz yıl sonra RTE’nin diplomasının sureti (örneği) yayımlandı (Aslı nedense üniversitede imiş).

Dekan yerinde görünen imza sahibinin o tarihte profesör değil doçent olduğu saptandı.

Diplomanın o tarihteki formatta olmadığı belirlendi.

Sıra numarası iki belgede farklı verilmiş.

Kitabına değil defterine bile uyduramamışlar…

TEMEL

RTE deprem bölgesinde göstermelik temeller attı. Ortaya çıkınca iş makinaları yollandı.

Oy için depremzedeyi kandırandan ne beklenir?..

ESARET

MHP lideri Bahçeli, partililerin açıklamalarına dayanarak HÜDA PAR’ın Hizbullah’la bağlantısı yok diyor. AMED duyarlılığını HÜDA Par’a karşı gösteremiyor.

İnsan bir kere teslim olmaya görsün…

NALCI

23 Ocak 2023’te İMZA başlıklı İğne‘mde şöyle yazmıştım:

Doğu Perinçek cumhurbaşkanı adayı olabilmek için imza kampanyası başlattı.

100 bini bilmem ama üçün biri garanti…

Tutturamadım. Dördün birine daha yakın…

İKİZ

28 Şubat davasında yerel mahkeme altı kişiye ceza verdi.

  • FETÖ gitti sanılmasın kendisi de ikizi de görevde…

MUHARREM İNCE’YE AÇIK MEKTUP

Zeki Sarıhan
zekisarihan.com
26 Mart 2023

Muharrem Bey,

14 Mayıs 2023 günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday oldunuz. Genel Başkanı olduğunuz Memleket Partisini de milletvekili seçimlerine sokacaksınız. Size dostlarınız tarafından yapılan çeşitli uyarılara ve ricalara karşın bu kararınızdan dönmeyeceğinizi ilan ediyorsunuz. Eğer seçimlere girmekten vazgeçerseniz, bunda da pazarlık yoluyla önemli bir kazanım elde etmek istediğiniz anlaşılıyor.

Konuşmalarınızda çok yüksekten atmanıza karşın, dışarıdan nasıl görüldüğünüzü size bildirmek istedim. Hırsınıza mağlup oluyorsunuz. Bu seçimlerde önemli bir varlık gösteremeyeceksiniz. Altı siyasal parti başkanının, iki Büyükşehir Belediye başkanının aday olduğu, HDP’nin destek verdiği bu seçimde sizin ve partinizin dişe dokunur bir varlık göstermesi olanaksızdır.

Eskiden üyesi olduğunuz, ekmeğini yediğiniz CHP’den ayrılıp ayrı bir parti kuranların hepsi sizin gibi yüksekten atmalarına karşın, siyasal partiler mezarlığında yerlerini aldı. Halen çabalamakta olan bazılarının gideceği yer de orasıdır. Bu size ders olmalıydı.

Siyasette kararlı olmanın, etkili söz söylemenin kimi getirileri vardır. Ancak bunlar bir kadroya ve programa dayandığı sürece bir işe yarayabilir. Yoksa sırf kişisel ihtiraslarını doyurmak için yapılacak ataklar, saman alevi gibi yanıp sönmeye mahkûmdur. Türk siyaset yelpazesinde sosyalistler, sosyal demokratalar, çeşit çeşit milliyetçiler, merkez sağcılar, liberaller, şeriatçılar örgütlüdürler. Bunların bir kesiminin ortak paydası da Atatürkçülüktür. Siyaset meydanında bir boşluk yoktur ki bunu doldurmak için ortaya atılmış olasınız.

CHP Genel Başkanlığına aday olduğunuz zaman adınızı anmadan, “O’nu Hiç Gözüm Tutmamıştı” diye yazmıştım. Geçmişteki tanışıklığımızdan doğan bir nedenle. (Ulusal Eğitim Derneği’ne üye olduğunuz halde ödenti vermemek için bu dernekten istifa etmiştiniz.) Kemal Kılıçdaroğlu, ısrarlarınıza dayanamayarak sizi Cumhurbaşkanı adayı ilan ettiğinde, Tek Adam Rejimine karşı olan herkes gibi size oy verdim. Kazanamamak sizin kusurunuz değildi. Türkiye’nin sosyolojisi henüz buna hazır değildi. Ama Kılıçdaroğlu birkaç yıldır taş üstüne taş koyarak Millet İttifakını kurdu. Tek başına girse kazanılamayacak bir seçimde CHP’yi olası bir iktidarın en güçlü ögesi durumuna getirdi.

  • Milyonlarca insan 14 Mayıs’ta daha adil, daha demokrat, daha dürüst bir Türkiye’ye gözlerimizi açmaya hazırlanırken,
  • Salt tavan yapan egonuzu doyurmak için bu İttifaka çomak sokmak, aklın alacağı iş değil.
  • İktidar tirollerimnin size yağdırdığı övgüler sizin için bir ders olmalı değil mi?

Koskoca CHP’nin, ortaklarıyla ve dışarıdan desteklerle alacağı oyları siz hangi zeminden, hangi kadro ve programla alacaksınız? Tümüyle hayal dünyasında geziniyorsunuz. “Makron gibi 3. yol olacağım.” diyorsunuz. Evet dünyada bunların örnekleri var ama bu sakat bir siyasettir. Kurumların çürümüşlüğünden, kitlelerin umutsuzluğundan ortaya çıkar. Türk toplumu ise bir süreden beri çaresiz (umarsız) olmadığını anladı ve iktidarı devralmak için çözümler üretti.

Sayın İnce,

  • Biz hissediyoruz ve biliyoruz ki, gerçek amacınız, seçimleri kaybettirerek CHP’den ve Kılıçdaroğlu’ndan intikam almaktır.
  • Amacınıza ulaştığınız takdirde bütün devrimci, demokrat, özgürlükçü kamuoyu sizi sonsuza dek lanetle anacaktır.

Şu sıralarda yanınızda bulunan devşirme bir kesimin size olan bağlılığına güvenmeyin. Herhangi bir siyasal geçmişi olmayan, bir ideolojisi bile bulunmayan bu kesim, yitirdiğinizi anladığı anda sizi yalnız bırakacaktır. Bunların genç olduğunu söyleyerek sanki bu durum başlı başına bir meziyetmiş gibi konuşuyorsunuz. Onlar hangi gençlik akımından geliyorlar ve neyi temsil ediyorlar? Siyasal tarihimizde bir Genç Parti de oldu. Bir seçimde %7.5 gibi oy bile aldı. Şimdi bu partinin yandaşları nerede?

Zararın neresinden dönülse kârdır” atasözünü anımsayarak Cumhurbaşkanlığı
ve Kılıçdaroğlu’nun önünü kesme sevdasından vazgeçseniz iyi olur.

Bu tutumunuz, seçim sonuçları açıklandığında düşeceğiniz durumdan sizin için daha az hasarlı olacaktır.

TAYYİP ERDOĞAN, CUMHURBAŞKANI ADAYI OLAMAZ !…

Ümit YALIM
Milli Savunma Bakanlığı Eski Genel Sekreteri

*2014’de Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına itiraz ettim.

*Erdoğan’ın Başbakanlığı döneminde 16 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı’nın savunulmadan Yunan askerine teslim edilmesi nedeniyle yapmış olduğum itiraz YSK tarafından reddedildi.

*Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra 2014-2018 arasındaki dönemde 2 Türk Adası daha savunulmadan Yunan askerlerine teslim edildi.

*2018’de Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına yine itiraz ettim.

*Erdoğan’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde 18 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı’nın savunulmadan Yunan askerine teslim edilmesi nedeniyle yapmış olduğum itiraz YSK tarafından yine reddedildi.

*Erdoğan Cumhurbaşkanı seçildikten sonra 2018-2023 yılları arasındaki dönemde 2 Türk Adası ve 1 Türk Kayalığı daha savunulmadan Yunan askerlerine teslim edildi.

*28 Mart 2023’de Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) başvurarak Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı adaylığına üçüncü kez itiraz ettim.

*Erdoğan’ın Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde 20 Türk Adası ve 2 Türk Kayalığı’nın savunulmadan Yunan askerine teslim edilmesi nedeniyle YSK’ya gönderdiğim itiraz dilekçesi ek dosyada sunulmuştur.

YSK TAYYİP ERDOĞAN’IN CB ADAYLIĞI’NA İTİRAZ DİLEKÇESİ-3

Saygılarımla. 29.3.23

Management of Outbreaks, Epidemics & Pandemics

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 29th March 2023, we’ll conduct a 3 hours on-line lecture on MS-TEAMS for
Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Management of Outbreaks, Epidemics & Pandemics

The need for greater international co-operation, better local, regional and global networks for communicable disease surveillance and pandemic planning are crucial issues to be debated on.

Occasionally, the amount of disease in a community rises above the expected level.

Epidemic refers to an increase, often sudden, in the number of cases of a disease
above what is normally expected in that population in that area. 

Outbreak carries the same definition of epidemic, but is often used for a
more limited geographic area.

Cluster refers to an aggregation of cases grouped in place and time that are
suspected to be greater than the number expected, even though the expected number
may not be known. 

Pandemic refers to an epidemic that has spread over several countries or continents,
usually affecting a large number of people: Covid-19 Pandemc; inter-continental epidemic!
The annual
 cumulative number of deaths due to major infectious and parasitic diseases
is estimated at approximately 13.3 million 
in children and young adults (one in two deaths in developing countries).

Six diseases cause 90% of these deaths, namely: acute respiratory infections including pneumonia and influenza (3.5 million), acquired immune deficiency syndrome (AIDS) (2.3 million), diarrhoeal diseases (2.2 million), tuberculosis (1.5 million), malaria (1.1 million) and measles (0.9 million) (22).

Rabies, the leading cause of death in the zoonotic disease group, accounts for between 40K and 60K deaths per year.

Here are 70 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 7,1 MB)
Please click the link below to review slides.

Management of Outbreaks, Epidemics & Pandemics

  • “These are not ordinary times where we play politics and juggle with the safety of the society. These are the times that demand prompt decisions and utter responsibility towards not just the self but our kind – the humankind.”

With respect and love. 29th March 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

KUTSAL RAMAZAN AYINDA YAPILAN İBADETLERİN ANLAM VE ÖNEMİ ÜZERİNE KISA NOTLAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Sosyolojik açıdan tüm dinler, inançlar ve kutsal kitapların final (sonal) amacı ibadet (tapınç) değildir.

Güzel ahlaklı insanlar ve toplumsal barış ve kardeşliği inşa etmektir (kurmaktır).

İnsanların güzel ahlaklı ve adil kişiler olarak arınabilmelerine katkı sunmaktır.

Başta insan soyu, doĝa ve çevre olmak üzere, tüm canlıların hak ve hukukuna saygılı olabilmektir.
***

İslam dini dahil, tüm kutsal öğretilerde hem bireysel ve hem de kamusal açıdan, güzel ahlak ve adalet öznedir, yani erişilmesi gereken ana hedeftir.

İbadetler (tapınımlar) ise nesne, yani bu ana hedefe götüren yollar ve araçlardır.

Gerçek olan; yaşam boyu bireysel, ailesel, mesleksel ve kamusal her türlü ilişkilerde hiçbir zaman hak, hukuk adalet, güzel ahlak, liyakat (yaraşırlık) ve vicdan rotasından sapmamak, asla kimseye zarar vermemek (Primum non necere!), kula kul olmamak ve kul hakkı yememektir.

Tutulan oruçlar ve yapılan tüm ibadetlerin (tapınıların), güzel ahlak ve adaleti amaçladığının bilincinde olan, yüreğini başkalarına karşı kin, nefret, cebir ve şiddetten arındırarak toplumsal dayanışma ve birliğimize katkı sunan tüm içten inanç sahibi kardeşlerimize ne mutlu…

Demokratik – laik bir ülkedeki din ve vicdan özgürlüğünün bilincinde olarak, oruç tutan, tutmayan herkese, sevgi, kardeşlik ve barış içinde kalarak; gönlünce, özgür, bilinçli sağlıklı ve hayırlı ramazanlar dilerim.

Halk kontrolü eline aldı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Mart 2023, Cumhuriyet

 

İnsanlık tarihinde, bütün hakların tek bir devrimle bir anda elde edildiği tek bir örnek yoktur. İnsan, mükemmel bir varlık olmadığı için, ne yazık ki adım adım, ağır aksak, düşe kalka, öğrene öğrene, zaman içinde ilerlemekte ve gelişmektedir.

14 Mayıs 2023 seçimleri de bu çerçevede ele alınmalıdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığında anlaşan “Millet İttifakı”nın ve “6’lı masa”nın, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet alanlarında yapısal reformların gerçekleşmesi konusunda yetersiz kaldığı bir gerçektir.

Ancak söz konusu ittifakın, başka alanlarda, örneğin, yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin artmasının sağlanması konusunda gerçekleştireceği reformlar, AKP’nin kurduğu teokratik diktatörlük rejiminin sona ermesi doğrultusunda büyük bir adım olacaktır.

Bu büyük adım gelecekte, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet konusunda daha ileri reformların yapılması olasılığını da doğuracaktır. AKP’nin kurduğu despotik, dogmatik, teokratik düzenle, anayasada belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin inşa edilemeyeceği açıktır.
***
Muhalefet cephesinde, bu yalın gerçeği dikkate almadan ve kavramadan hareket eden her siyasetçi, siyaset sahnesinden silinecektir.

Halkın çoğunluğu, ekonomik krizin yarattığı olumsuz ortamın da etkisiyle, Türkiye’nin AKP iktidarında dibe vurduğunun, bundan daha kötüsünün olamayacağının farkındadır.

  • Gerçekleştirilen tüm araştırmalara göre, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı şu anda seçimi kazanma olasılığı olan tek cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
  • Halk bu nedenle, ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanmasını zora sokacak olan her siyasetçiyi, oylarıyla sandığa gömecektir.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bu nedenle, siyaseten yok olmaktan son anda kurtulmuştur. Akşener’in yarattığı kriz nedeniyle on binlerce kişi 48 saat içinde İYİ Parti üyeliğinden istifa etmiştir; İYİ Parti Genel Merkezi, çığ gibi gelen tepkiler nedeniyle neye uğradığını şaşırmıştır.

Siyasetçilerin hatalarından, hırslarından, egolarından bunalan halk,
artık kontrolü (denetimi) eline almıştır.

Bundan sonra halk siyasetçilere ayak uydurmayacaktır, siyasetçi halka ayak uydurmak zorunda kalacaktır! Bu kritik dönemde halka ayak uyduramayan siyasetçi, halkta karşılık bulamayacaktır. Halkın vizyonu, siyasetçinin vizyonunun ötesine geçmiştir.

Memleket Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan da, bu gerçeği dikkate alarak hareket etmelidirler.
***
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın, AKP’nin ve MHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın lehine cumhurbaşkanı aday adaylığından çekileceğini ve HÜDA PAR adlı şeriatçı ve bölücü “partinin”, AKP’nin himayesinde TBMM’ye milletvekili sokacağını açıklamalarından sonra, Memleket Partisi’nin ve Zafer Partisi’nin, yeni oluşan dengeleri de dikkate alarak, tutumlarını gözden geçirmeleri, ayrıca kaçınılmaz hale (duruma) gelmiştir.

  • Halk ne yapıp edip, kuruluşunun 100. yılında, Cumhuriyeti yıkılmaktan kurtaracaktır!

UCM, cezasızlık, istisnacılık, hukuk ve evrensellik

DÜNYA 22.03.2023, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa notumuz yazının altındadır..)

 

ABD’nin ilk kadın dışişleri bakanı Madeleine Albright, geçen yıl 84 yaşında öldüğünde, yakın tarihi anımsayan pek çok insanın aklına Iraklı çocuklarla ilgili değerlendirmesi düştü. 1996 yılında CBS’in ünlü ‘60 Dakika’ programında, ABD’nin 1991 yılındaki Körfez Savaşı sonrasında Irak’a uyguladığı ağır ambargo politikasını yorumlarken, sunucunun “Yarım milyon (Iraklı) çocuğun öldüğünü duyduk. Yani bu Hiroşima’da ölen çocuk sayısından daha fazla. Ve bilirsiniz, bu bedel buna değer mi?” sorusuna, “Bence bu çok zor bir seçim… ama bedel, bizce, buna değer” yanıtını vermişti.

Bu sözler ABD’nin dünyadaki hegemonyasını ‘sınır tanımadan’ tesis ederken ‘göze aldıklarının’ ifadesiydi. Haliyle kendini ‘insan hakları’ şampiyonu gören ABD ‘istisnacılığına’ dair ‘etik’ tartışma yarattı, hem Amerika’da hem de dünyada çok eleştirildi.

‘BEBEK NAKİL OPERASYONU’

Amerikan ‘istisnacılığının’ çocuklarla ilişkisi bakımından başka tür bir olay, Albright’ın bu sözlerinden 21 yıl öncesinde yaşanmıştı. ABD’nin komünizme açtığı savaşın en kanlı ‘sahnelerinden’ birisi olan Vietnam’daki büyük hezimet günlerinde, Vietkong’un zaferi eli kulağındayken, 30 Nisan 1975’te son Amerikan askerinin Saigon’dan (Ho Chi Minh) kaotik çekilmesi öncesinde…

Olay tarihe ‘Bebek Nakil Operasyonu’ (Operation Babylift) olarak geçti. Yani, ABD ordusunun 3-26 Nisan 1975 tarihlerinde ‘Güney’ Vietnamlıların bir kısmı yetim/öksüz bebek ve çocuklarını taşıdığı operasyon. Amerikan ‘iyi niyetiyle’ başlatılan operasyon Vietnam savaşı gibi büyük bir faciaya dönüştü. 4 Nisan’daki operasyonun ilk uçuşu, arızalanan uçağın çamurlu bir pirinç tarlasına çakılmasıyla 78 çocuğun yaşamını yitirmesiyle başladı. Ardından tam sayı bilinmemekle birlikte 3300’den çok Vietnamlı çocuk ve bebek ABD’nin yanı sıra müttefik Avustralya, Fransa, Batı Almanya ve Kanada’ya nakledildi. Dönemin Başkanı Gerald Ford, ilk yetim uçağını karşılayıp kundaklanmış bir bebekle poz verirken, Vietnam yıkımından Amerikan ‘istisnacılığının’ etik görüntüsünü sunmaktaydı. Salt başkan değil, Hollywood yıldızları da bu işe koşmuştu. ‘Bebek Nakil Operasyonu’nda sonradan pedofili olduğu ortaya çıkan Playboy’un editörü Hugh Hefner’in de özel uçağı ‘Big Bunny’ ile rol oynadığını belirtmeli.

Çok sonra ‘Vietnam’ın Kayıp Çocukları’, ‘Da Nanglı Kız’, ‘Değerli Kargo’ gibi belgesellere ve eleştirel makalelere konu olan bu operasyon, tam bir drama dönüştü. Bir kere, nakledilen çocuklar salt yetim ve öksüzler değildi, Vietnamlı ailelerin sonradan geri almak üzere emanet ettiği çocuklar söz konusuydu. Operasyon sırasında bu çocukların dosyaları karıştırılmış, evlat edinme ajanslarının rıza gözetmeden yerleştirdiği kimi çocuklar aileleri tarafından sonradan bulunmuş ancak geri alma süreci, mahkemeler eşliğinde tüm taraflar açısından büyük bir rezalete dönüşmüştü. Yalnızca 12 dolayında çocuğun gerçek ailelerine dönebildiği belirtiliyor. Aradan geçen zamanda büyüyen ‘Ameriasya’ olgusunu ortaya çıkaran çocuklardan ‘teessüflerini’ ifade edenler ve biyolojik ailelerini gidip bulanlar eksik olmadı. Elbette pek çok eleştiri dile getirildi. Tabii ki Amerikan ‘istisnacılığı’ Ameriasyalı ‘uyumu’ konusunda şahane öyküler çıkardı.

‘AVRUPA BAHÇESİNİN İSTİSNACILIĞI’

Amerikan tarihi ve ‘istisnacılığı’ eleştiriler için haddinden fazla ‘zengin’. Son bir yıldır Ukrayna çatışması sayesinde ABD karşısında ‘yerlere kadar eğilmiş’ Avrupa ‘istisnacılığı’ ile de test ediliyoruz. AB dış politika şefi Josep Borrell’in ‘dünya jungle’ına gitmesi gerektiğini söylediği ‘Avrupa bahçesinin’ bu kez yeni yüzyıldaki ‘insanlık abidesi’ heyecanı yaratan hukuk üzerinden… Sovyet sosyalizmini gömen Avrupa’nın -elbette yine ABD öncülüğünde- kanlı Yugoslavya savaşı ile yeniden çizdiği harita sonrasında, başta Afrika olmak üzere 3. dünya üzerinde kurduğu ‘siyasetten azade’ addedilen evrensel yargı’ iddiası üzerinden. Ve tabii salt ‘yenik ve zayıfları’ hedef alacak şekilde…

Geçen hafta son yıllarda sesi az işitilen Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) biraz da talihsiz bir zamanlama ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya’nın Çocuk Koruma Ajansı’nın başındaki Maria Lvova-Belova hakkında ‘tutuklama kararı’ verdi. Ukrayna’nın Rus asıllıların yaşadığı Donbass’ta çatışma sahasından çocukları tahliye ettikleri için ‘savaş suçuyla’ itham ediliyorlar. ‘Ukrayna çocuklarını’ kaçırmakla yani…

‘CEPHE HATTINA ÇOK UZAK OLMAYAN YETİMHANE’

UCM savcısı Karim Ahmad Khan, ‘tutuklama kararı’ gerekçesini açıklarken, Ukrayna’da cephe hattına çok uzakta olmayan bir yetimhaneyi ziyaret ettiğini belirterek, ‘çocuklara ne olduğu konusunda acil eylem ihtiyacının’ altını çizdi. Khan, “İddia edilen suçlardan sorumlu olanların adalet önüne çıkarılmasını ve çocukların ailelerine ve toplumlarına geri dönmelerini sağlamalıyız” diye de ekledi.

Khan’ın eski Sovyet Cumhuriyeti Ukrayna’da Rusların yaşadığından yahut darbe ile tetiklenen sekiz yıllık iç savaş sırasında ve Rusya müdahalesi sonrasında milyonlarca Rus asıllı ailenin Banderistlerin eline düşmemek için Rusya’ya gittiklerinden haberi var mı, bilmiyoruz. Örneğin Türkiye haberlerinde ‘Kürtler’ vurgusunu eksik etmeyen Batı medyası Ukrayna haberlerinde ‘Ruslardan’ söz etmeyerek ‘Ukraynalı’ demeyi tercih ediyor. Fakat bunun da ötesinde verili ‘UCM hukuku’ açısından ortada sıkıntılı bir görüntü var. Ne Rusya, ne Ukrayna, ne de zaten dünyanın egemen gücü ve bu savaşın baş sürdürücüsü ABD, UCM’ye taraf. Bu kez ön plandaki aktör, müttefiki ABD’nin aksine vaktiyle 1990’ların sonunda Roma Statüsü’nü benimseyip UCM’nin sadık savunucusu olmuş Avrupalılar. ‘Haritayı istedikleri gibi çizemeyince’ devletlerin egemenliklerini anımsayanlar açısından hayli karışık bir durum söz konusu.

Esasen 2002’de kurulan UCM’nin kurucu belgesi Roma Statüsü’nü 123 ülke imza atıp onaylamış durumda. UCM yalnızca kişileri yargılayabiliyor. Gerçekte bugüne dek dokunabildikleri ‘yenilmiş ve zayıflar’. BM temelli uluslararası hukuku ve egemenlik haklarını kezlerce ihlal etmiş, işlenen savaş suçları sabit ‘güçlü’ ABD’nin hiçbir liderine, örneğin, bu müthiş ‘evrensel yargı’ ilkesi dokunabilmiş değil.

‘EVRENSEL YARGININ DOKUNAMADIKLARI…’

Gerçekte ABD, 1990’ların sonunda Demokrat Bill Clinton döneminde ‘liberal müdahalecilik’ açısından kullanışlılığını hesaba katarak Roma sürecine katılsa da son tahlilde (çözümlemede) Amerikan siyaseti ‘siyasi motivasyonlarla yargılama platformu’ oluşturacağı için bu işten uzak durdu. Statü’yü başkanlığının son gününde imzalayan Clinton, Senato’ya ‘onaylanmamasını’ salık vermeyi ihmal etmemişti. Ve ikili dokunulmazlık anlaşmalarını zorlayan ABD, 2002’de George W. Bush baştayken, BM barış operasyonlarında görev alan personeline muafiyet tanınmadıkça tüm operasyonları veto etmekle bile tehdit etmişti.

‘LAHEY’İ İŞGAL YASASI’

UCM’nin bugünkü ‘talihsiz’ zamanlaması, Putin ve Lvova-Belova hakkındaki kararı tam da ABD’nin 20 Mart 2003’te kitle imha silahları yalanı ile başlayan Irak işgalinin 20’inci yıldönümüne denk getirmiş olması. Bu işgal, Clinton’ın yerini almış Bush yönetiminin UCM’ye karşı sert hamlelerine yol açmıştı. ABD’de 2002’de ‘Amerikan Görevlilerini Koruma Yasası’ (American Servicemembers Protection Act-ASPA) çıkarıldı. UCM ile mali yardım ve her tür işbirliğini men eden (yasaklayan) bu yasanın 8. bölümü ABD Başkanı’na, herhangi bir Amerikan askeri, seçilmiş yahut atanmış yetkilisinin ‘savaş suçu’ gerekçesiyle ‘saçının teline dokunulması’ halinde askeri müdahaleye varan bir yetki tanıyor. Bu yüzden o gün bugündür ‘Lahey’i İşgal Yasası’ olarak biliniyor.

Nitekim UCM, ‘güçlü’ ABD’ye karşı hiçbir şey yapamadı. Kör göze parmak misali (örneği) Ebu Gureyb skandalında ABD yönetimi dünya çapında rezil olduğu için 11 askerine kendisi ceza vermek durumunda kalırken, diğerleri suçlanmadan kınama cezasıyla ‘yırttılar’. UCM, ABD’nin Irak işgali ortağı Britanya hakkında 2005’de dosya açsa da bir yıl içinde kapattı. 2014’te buna yeniden yeltenen UCM altı yılın sonundaki raporunda Britanya makamlarının ‘soruşturma isteksizliği bulunduğu’ sonucua varamadığı gerekçesiyle yine davasını kendisi kapattı!

En son 2020’de UCM’nin Khan’dan önceki savcısı Fatou Bensouda, Afganistan işgalinde Taliban’ın yanı sıra ABD ordusu ve CIA’nın işkencelerinden ötürü dava açmaya kalkıştığında Trump yönetiminin hışmına uğradı. Bensouda’ya seyahat yasağı ve mal varlığını dondurma dahil yaptırım uygulandı. Biden yönetimi 2021 başında bu kararı geri çekse de, Bensouda’nın görevi de zaten bitmişti.

BIDEN’IN UCM YORUMU

‘Avrupa bahçesinin’ UCM’siyle böyle bir tarih varken, Putin-Lvova-Belova kararı sonrası Biden ne etsin? Geçen hafta Biden’a UCM’nin tutuklama kararının yarım ağızla PR’ını yapmak düştü. UCM savcısının kararı için “Haklı olduğunu düşünüyorum” dedi Biden, ama mecburen ekledi: “Ancak sorun şu ki, bu bizim tarafımızdan da uluslararası alanda tanınmıyor. Ama bence çok güçlü bir noktaya parmak basıyor. Putin açıkça savaş suçu işledi.”

‘SCHOLZ’A GÖRE KİMSE HUKUKUN ÜZERİNDE DEĞİL’

Vaktiyle Belgrad’ın ‘bütün köprülerinin Amerikan pilotları tarafından bombalanmasını’ salık verirkenki tutkulu konuşması bilinen Biden’ın ‘savaş suçlarından’ bahsetmesi komik elbette. Trajikomik olan ise, ülkesinin sivil altyapı projesi Kuzey Akım-2’ye terör saldırısı karşısında kayıtsız kalan Almanya Şansölyesi Olaf Scholz’un “UCM savaş suçlarını soruşturma hakkına sahip. Kimse hukukun üzerinde değil şimdi netleşen şey budur.” demesi.

Donbass’tan ‘çocuk kaçırmakla’ itham edilen (suçlanan) Rusya, gerekçesini şöyle aktarıyor: ‘Cephe hattındaki çocukların yaşamlarını korumak ve neonazilerin ünlü kamplarında beyinlerinin yıkanmasını önlemek’.

Ukrayna krizi; 2014’de ABD destekli darbe ile iç savaşın tetiklendiği bir ülkede, BM Güvenlik Konseyi onaylı, yani uluslararası hukuk niteliği taşıyan Minsk Anlaşması’nın çöpe atılmasıyla başladı. Moskova, BM Anlaşması’nın ‘meşru müdafaa hakkı’ içeren 51’inci maddesine atıf (gönderme) yapıyor. Batı egemenlik alanına çekilip ‘işgal’ diye nitelendiriyor. Çatışma karmaşık tarihsel ve siyasal dinamikler içeriyor ve İkinci Dünya Savaşı sonunda oluşmuş verili uluslararası siyaset ve hukuk düzenini sorgulatıyor. Şimdi UCM kararıyla buna, Batı’nın kökleşmiş ‘istisnacılık’ ve ‘tarihsel üstünlük’ algısıyla ‘insancıl hukuk’ eklendi.

Rusya açısından ironik olan; SSCB’nin çöküşünün ‘zayıflığıyla’ neredeyse seyirci olarak izlediği Yugoslavya’nın parçalanmasının adeta hukuksal vasıtasına (aracına) dönüşen UCM’yi kuran Roma Statüsü’nü 2000’de imzalamış olması. Bugün BM Anlaşması ve hukukuna göre Kosova hala Sırbistan’a aitken, Avrupa ‘istisnacılığı’ hala teskin edemediği bölgesel krizde bile dönüp ‘ne ettiğine’ bakacak değil. Moskova ise Roma Statüsü’ndeki imzasını ancak 2014’de Kırım’ın referandumla birliğe geri dönmesinin ardından 2016’da geri çekmişti. 2000’lerin liberal perspektifinden (bakışından) UCM’ye küresel siyaset ve düzeni dikkatten kaçırarak haddinden fazla paye biçen dünya solunu da not düşmek gerek. ‘Evrensel adalet‘ uman hepimizin takkeyi önümüze koyup düşünecek çok şeyi var.

‘EVRENSELLİKTEN SAĞA DÖNÜNCE HUKUK, CEZASIZLIK, İSTİSNACILIK’

Savaş ve çatışmalarda etik değerler, en zor sorunlar. Vaktiyle ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman, Roma Staüsü’nün UCM savcı ve yargıçlarının eline ‘ciddi anlamda kontrolsüz (denetimsiz) yetki verdiğini ve tartışmanın siyasallaşmasının kapılarını açtığını’ söylemişti. Tartışmanın bizatihi (doğrudan) kendisi siyasi. ‘Yasa’ herkes için geçerli olmuyorsa, güçlünün cezasızlığı ve istisnacılığı’ işletiliyorsa, ‘asgari rıza’ bozulduysa, hukuk tartışılsa bile ‘evrensellik’ iddiası farsa dönüşüyor.
==============================
Dostlar,

Üstteki makalenin yazarı Sayın Karan’ın uluslararası ilişkiler – dış politika alanlarında yetkin ve birikimli bir kişi olduğu açık. Ancak kullanılan dil, tek sözcükle, üstelik son derece “ağdalı”! (Eski deyimle “lügat paralama” demek istemedik). Konu zaten karmaşık ve teknik. Bir de oldukça eski, güncel olmayan Türkçe ve ek olarak yabancı sözcükleri kullanarak, “Türkçe” mi yazılmış oldu ?

Oysa yaşayan güncel Türkçe sözcüklerle (çok az örnekte ayraç içinde verdik) ve daha kısa tümcelerle, tümce içi ögeleri yer yer alt alta sıralayarak… çok daha rahat okunması ve anlaşılması sağlanabilirdi.

Makale, içeriği bakımından önemli. Batı’nın sözde evrensel / uluslararası hukukunun nasıl bir çifte standartla gölgelendiği (en hafif deyimiyle) sergilenmekte. Putin hakkında alınan tutuklama kararı ve Biden, Scholz tarafından tezcanlılıkla sahiplenilmesi, uluslararası alanda yepyeni bir gerginlik kaynağı. Üstelik verili durum zaten yeterince sıkıntılı.

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2023, Ankara
 
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik