Kategori arşivi: Hekim Saltık

ŞİDDETE KARŞI TOPLUMSAL UZLAŞI..

Dostlar,

Çiğdemim Derneği öncülüğünde, Sayın Av. Neslihan Özfidan ve Sayın Rıza Sümer‘in çabalarıyla,
13 Ocak 2025 günü saat 21:00’de bir “zoom oturumu” yapıldı.
Konuşmacı olarak bize görev verilmişti.
Yaklaşık 50 dakika dolayında bir sunum yaptık ve ardından soruları yanıtlamaya çalıştık,
katkılar paylaşıldı.

Aktarımımızın bir özeti PDF dosyası olarak aşağıda, indirilip okunmasını, paylaşılmasını ve
yararlı olmasını dileriz.

ŞİDDETE KARŞI TOPLUMSAL UZLAŞI, Dr. Ahmet SALTIK, zoom oturumu notları, 13.01.2025

(338 KB, 8 sayfa)

Toplantıyı düzenleyen, bizi konuşmacı olarak onurlandıran ve oturumu sabırla izleyerek
katkı veren tüm katılımcılara teşekkür ederiz.

ŞİDDET, ne yazık ki, küresel emperyalizmin özellikle son yarım yy’da katlanılmaz ve sürdürülemez kertede artan sömürüsü temelli olarak nicelik ve nitelik olarak kaygı veren boyutlara ulaştı.

Türkiye’de ise ” TEK ADAM REJİMİ” doğası gereği, başlıbaşına çok yönlü baskı ve şiddet aracı. Denetlenebilirlik ve hesap sorulabilirlik yok.. Erkler ayrılığı yok.. Hızla demokrasiye dönülmeli.

  • İnsanın insana kulluğunu, emeğin sömürüsünü yok etmeli kök nedenler olarak.

Oturum youtube üzerinden eşzamanlı yayınlandı. Erişim içi lütfen tıklayınız :

https://youtu.be/–LYebv_Bng?si=_LCg1UIWFLRyv6Uu

Sevgi ve saygı ile. 15 Ocak 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Cumhuriyet TV konuşmamız : Aile Hekimleri, İade edilen tarım ürünleri, Çin’de yeni salgın mı??

Dostlar,

Cumhuriyet TV‘den Sn. İrem Karataş ile bir söyleşimiz oldu.

3 konuyu işledik :

1. Pestisit vb. kalıntılar nedeniyle geri gönderilen dışsatım tarım ürünleri sorunu
2. Aile Hekimleri 3. kez iş bırakıyor : Ne istiyorlar??
3. Çin’de yeni salgın mı? HMPV enfeksiyonları

Sn. Karatş’ın yönelttiği bu 3 soruya yanıt verdik.
Toplam 36 dakika.. (reklamlar dahil)

İzlenmesi, yararlı olması ve gereklerinin yapılması umudu ile.

Sevgi ve saygı ile. 13 Ocak 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com 
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Halk sağlığında yapay zekâ

Prof. Dr. Çağatay Güler

11 Ocak 2025 Cumhuriyet

Yapay zekâ, birçok alanda olduğu gibi verilerin çözümlenmesi, eğilimlerin belirlenmesi ve müdahalelerin tasarımında devrim yaratarak halk sağlığına evrimsel katkılar sağlayabilir. Elektronik sağlık kayıtları, sosyal medya paylaşımları ve çevresel veriler gibi çeşitli devasa sağlık verisini (AS: “Big data“!) erken belirtileri saptayacak biçimde çözümleyerek salgınların erken evrede belirlenmesini sağlayabilir.

Kestirimsel modeller, kamu sağlığı kuruluşlarının kaynakları daha etkili bir biçimde paylaştırmasına ve potansiyel sağlık tehditlerine hızla yanıt vermesini sağlayabilir. Hastalıkların yayılmasını çözümleyip, örüntüleri belirleyerek; nüfus yoğunluğu, seyahat düzenleri ve iklim koşulları gibi etmenlere dayalı olarak gelecekteki olası salgınları kestirebilir.
Böylece halk sağlığı müdahalelerine ve politikalarına yön gösterebilir.

Yapay zekâ, halk sağlığı davranışlarını ve duygularını anlamak için sosyal medyayı,
arama motoru sorgularını ve öbür çevrimiçi verileri çözümleyerek sağlık kampanyalarının ve mesajlarının (iletilerinin) uygun biçimde oluşturulmasına yardımcı olabilir.

İLAÇ KULLANIMINA ETKİSİ

Yapay zekâ destekli benzetimler (simülasyon), araştırmacıların hastalıkların nasıl geliştiğini ve potansiyel tedavilerle nasıl etkileştiğini anlamalarını kolaylaştırabilir. Potansiyel ilaç adaylarını belirlemek ve bunların etkinliğinin ve güvenliğinin kestirimi için büyük veri kümelerini çözümleyerek ilaç geliştirme sürecini hızlandırabilir. Demografik verileri, hastalıkların yaygınlığını ve tedarik zinciri lojistiğini değerlendirerek aşı dağıtımını en uygun duruma getirebilir. Aşı uygulamalarının gerçek zamanlı izlenmesi, aşılama programlarının güvenliğini ve etkinliğini artırabilir.

Sağlık kuruluşlarından gelen verileri çözümleyerek minicanlıların antibiyotiklere direncinin ortaya çıkışını ve yayılmasını izleyebileceğinden uygun antibiyotik kullanımını yönlendirebilir. Sağlık birimlerinin hasta kabul oranlarının, kaynak istemlerinin ve personel (çalışan) gereksinimlerinin kestirimiyle kaynak dağılımını iyileştirerek sağlık sistemleri üzerindeki
yükü azaltabilir.

ÇEVRESEL VERİLERİ ÇÖZÜMLEYEBİLİR

Hava ve su kalitesini (niteliğini) izlemek, kirlilik düzeylerini kestirmek ve bunların
halk sağlığı üzerindeki etkilerini değerlendirmek için çevresel verileri çözümleyebilir.

Hasta verilerini, hastalığın ilerleyişini kestirebilecek biçimde çözümleyerek ve daha iyi sağlık sonuçları elde edecek biçimde kişiselleştirilmiş müdahaleler (girişimler) önererek süreğen hastalıkların yönetilmesine yardımcı olabilir. Farklı müdahalelerin ve senaryoların etkisini modelleyerek politika kararlarına bilgi sağlayabileceğinden, en etkili izlemlerin seçilmesine yardımcı olabilir.

Yapay zekâ, doğa nedenli afetler, salgınlar ve öbürr acil durumların olası etkilerinin kestirimini sağlayarak kaynak ayrımını yönlendirebileceğinden, müdahale planlarının oluşturulmasını kolaylaştırabilir.

Demografik ve sağlık verilerini çözümleyerek farklı topluluklardaki sağlık eşitsizliklerini belirleyebileceğinden sağlık hizmetlerine erişim eşitsizliklerinin ve sonuçlarının somutlaşmasını sağlar.

ASAL ve ETİK SORUN

Ancak yapay zekânın halk sağlığı alanında kullanımının etik, yasal, teknik ve sosyal etmenlerden kaynaklanan kimi sorunları da söz konusu olabilir. Kapsamlı verilere dayandığından
hasta mahremiyeti, veri ihlalleri ve hassas sağlık bilgilerine yetkisiz erişimle ilgili
endişeleri artırmaktadır.

Yapay zekâ zincir-işlemleri, biçimlendiği verilerdeki yan tutmaları devralabileceğinden var olan eşitsizlikleri sağlık-bakım sonuçlarına yansıtabilir. Kestirimlerin doğruluğu büyük ölçüde
eldeki verilerin niteliğine ve miktarına bağlı olduğundan, kestirimlerdeki hatalar
halk sağlığı kararlarını olumsuz etkileyebilir.
Onam (rıza), karar verme yetkisi, önerilere ilişkin sorumluluk ve hesap verebilirlikle ilgili
etik sorunlar ortaya çıkabilir.

Yalnızca yapay zekâ araçlarına bağlı olmak, sağlık okuryazarlığını ve hastanın anlaşılmasını engelleyerek teknolojiye aşırı güvenmeye yol açabilir. Yapay zekâ araçlarına aşırı güvenmek, insan yargılaması ve deneyiminin etkinliğini azaltarak yanlış kararlara neden olabilir.
Buna mevzuat zorlukları, kaynak kısıtlılığına bağlı engeller, değişime karşı direncin yarattığı güçlükler eklenebilir.

Yapay zekâ kullanım yetkinliği ancak bu güçlüklerin üstesinden gelinmesiyle kazanılabilir.

Türkiye’de Malpraktis ve Hekim Hakları

Dostlar,

09 Ocak 2025 günü, Ankara Üniv. Tıp Fakültesinde bir kurultay (Simpozyum) vardı.

  • 16. Geleneksel Mediko-Legal Düzlem
    T
    ıbbi Uygulama Hataları (Malpraktis) Simpozyumu

Bizim sunumuzun konusu şöyleydi : Türkiye’de Malpraktis ve Hekim Hakları

44 yansıdan oluşan sunumumuzu katılımcılarla paylaştık yaklaşık 20 dakika içinde. Kurultay eş zamanlı olarak sanal ortamda da yayınlandı. Yansıları izlemek için aşağıdaki
pdf dosyasını (2MB) tıklayınız : Türkiye’de Malpraktis ve Hekim Hakları

Ülkemiz sağlık ortamı, genel koşullarında olduğu gibi pek çok açıdan sorunlu.
Bunlardan biri de “hatalı tıp uygulamaları” : Malpraktis!

Suçlanan “günah keçileri” de  genellikle sağlık hizmeti sunucuları, özellikle hekimler.

Oysa kök neden sağlık hizmetlerinin kurumsal yapı ve işleyişi ile doğrudan bağlantılı.

Yararlı olması dileğiyle.

Sevgi ve saygı ile. 10 Ocak 2025, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

HEKİMLER İŞ BIRAKIYOR : 6-10 Ocak G(ö)revi Hakkında Hukuksal Çerçeve

Değerli Meslektaşımız,

Birinci Basamak sağlık hizmetleri alanında örgütlü sağlık emek-meslek örgütleri,
6-10 Ocak 2025 tarihlerinde Aile Sağlığı Merkezlerinde,
8 Ocak 2025 günü ise tüm sağlık kurumlarında
iş bırakacaktır.

Aile hekimlerinin yaşadıkları sorunları, taleplerini ve toplumun nitelikli sağlık hizmetine erişimin önündeki engelleri toplumla paylaşabilmek için, 6-10 Ocak 2025 tarihlerinde sağlık hizmetleri resmi tatillerdeki gibi sunulacaktır.

Bilinmesini isteriz ki; sağlık çalışanlarının meslek kuruluşunun ve sendikaların aldığı karara dayalı yapacağı bu etkinlik, anayasal haklar arasında yer alan örgütlenme, düşünce ve ifade özgürlüğünün kullanımı niteliğindedir. Örgütlenme özgürlüğü önündeki hukuksal engeller, hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları hem de ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler doğrultusunda yeniden düzenlenerek bu konudaki engeller kaldırılmaya çalışılmıştır.

Sağlık çalışanlarının görevlerini yerine getirirken, yetkili mercilere gerekli kararların aldırılmasında kamuoyu oluşturmak için çaba göstermesi, baskı grubu oluşturması ve bunun için hukuka uygun bütün yöntemleri kullanması demokrasinin gereklerindendir. Anayasanın 26. maddesi ile herkesin, düşüncelerini söz, yazı, resim ve başka yollarla tek başına veya toplu olarak yayma hakkında sahip olduğu belirtilerek ifade özgürlüğü teminat altına alınmıştır. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin çok sayıda kararında belirtildiği üzere herkes görüşlerini açıklama ve anlatım özgürlüğüne sahiptir. Bu özgürlüklerin kısıtlanabilmesi, öncelikle iki koşula bağlıdır. Bunlardan birincisi, yasa ile söz konusu sınırlamanın kurallarının belirlenmiş olması, diğeri ise, demokratik bir toplum için kabul edilebilir ve gerekli bulunmasıdır. Kuşkusuz her türlü sınırlama, bu koşulların yanı sıra ancak ölçülülük ilkesi de gözetilerek yapılması halinde mümkündür.

Hekimlerin belirtilen hususlara dikkat ederek yapacakları bu etkinlikte, sağlık çalışanlarının talepleri gündeme taşınarak, ‘düşünceyi yayma hakkı’ kullanılacaktır.

Bu tür eylemler, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Sözleşmeleri, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, Avrupa Sosyal Şartı ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasası uyarınca demokratik hak kullanımı niteliğindedir. Bu eylem sebebiyle sağlık çalışanlarının soruşturmaya uğratılması, ulusal ve uluslararası düzenlemeler ile yargısal kararlara aykırılık oluşturacaktır. Nitekim geçmişte benzer eylemlere katıldıkları gerekçesi ile haklarında hukuka aykırı biçimde soruşturma başlatılan kamu görevlileri hakkında beraat kararları verildiği gibi, idari işlemlerin hukuka aykırı olduğu da yargı mercilerince tespit edilmiştir.

Bütün bunlara rağmen, hekimlerimizin söz konusu meşru hak arayışı ve sonrasında gerçekleşebilecek olası idari soruşturma ve benzeri durumlarda Türk Tabipleri Birliği ve Ankara Tabip Odası Hukuk Bürosu hekimlerimize gerekli hukuksal desteği verecektir. Bilgilerinize sunarız.

Saygılarımızla,

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu
***
İş Bırakma Eylemi Bildirgesi

https://www.ttb.org.tr/535yi3s 

4-5 Nisan 2008 tarihlerinde “TTB Etik Bildirgeler Çalıştayı”nda geliştirilmiş,
20 Haziran 2009 tarihinde “TTB II. Etik Bildirgeler Çalıştayı”nda güncellenmiş,
26 Haziran 2009 tarihinde TTB 58. Büyük Kongre’sinde kabul edilmiştir.

Türk Tabipleri Birliği Hekimlik Meslek Etiği Kuralları’nda, hekimin sağlığa bütüncül yaklaşmak sorumluluğu olduğu ve insanın kendisini geliştirmesinin ancak sağlıklı yaşam koşullarında olanaklı olduğu belirtilmektedir:

  • “Hekimler, hekimlik mesleğinin içinde yer aldığı toplumsal ve kültürel koşullardan soyutlanmayacağı ve insanın sahip olduğu olanakları geliştirebilmesinin en temel koşulunun onun bedensel ve ruhsal sağlığı olduğunun bilincini taşırlar.”

Diğer bir temel sorumluluk ise, insan yaşamı ve sağlığını korumak olarak gösterilmektedir:

  • Hekimin öncelikli görevi, hastalıkları önlemeye ve bilimsel gerekleri yerine getirerek hastaları iyileştirmeye çalışarak insanın yaşamını ve sağlığını korumaktır. Meslek uygulaması sırasında insan onurunu gözetmesi de, hekimin öncelikli ödevidir.”

Bu sorumluluklar, sağlık hizmeti sunarken içinde yaşanılan toplumsal koşulları da dikkate almayı gerektirir. Çünkü bilimsel olarak gösterilmiştir ki, bireylerin ve toplumların sağlık düzeyi, sadece sunulan sağlık hizmetleri ile değil, toplumsal sınıf, eğitim, genetik, beslenme, barınma, çalışma ve çevre koşulları gibi pek çok etken tarafından belirlenmektedir.

Türk Tabipleri Birliği, yukarıda tanımlanan hekim sorumlulukları bağlamında, aşağıdaki iki gerekçe ile iş bırakma eyleminin meslek ahlakına uygun olduğunu bildirir:

  1. Uygulanan politikalar bireylerin gereksindikleri sağlık hizmetine erişimini kısıtlıyor ya da engelliyor olabilir. Ayrıca toplumsal eşitsizlikler, insan hakları ihlalleri, çevre sağlığı sorunları, sağlıksız barınma koşulları, olumsuz çalışma ortamı ve işsizlik gibi sağlığın diğer belirleyenlerine ilişkin olumsuz koşullar da söz konusu olabilir. Tüm bu koşullar birey ve toplumun sağlığını etkilediğinden ve sağlık hakkının gerekleri ile çeliştiğinden, politika belirleme yetkisi ve uygulama gücü olanları uyarmak ve kamuoyunda farkındalık yaratmak, hekimlerin toplumsal sorumlulukları arasındadır. Bu amaçla meslek örgütü aracılığıyla yetkililerle görüşülebilir, basın açıklamasında bulunulabilir, yürüyüş düzenlenebilir, eğitim ve yayın etkinliklerinde bulunulabilir ve gereğinde iş bırakılabilir. Gebeler, çocuklar, acil hastalar, diyaliz hastaları, kanser hastaları, yoğun bakım hastaları ve yatarak tedavi gören hastalara hizmet sunumunu aksatmayan ve sağlık hakkını savunan iş bırakma eylemi, meslek ahlakı ile uyumludur.
  2. İş bırakma eylemini meslek ahlakı açısından haklı çıkaran diğer bir gerekçe, hekimlerin özlük haklarındaki kayıplardır. Bu gerekçe sağlık hakkının yaşama geçirilmesi ile paralellik içerir. Çünkü sağlık çalışanları ancak insanca yaşayabilecek koşullarda sağlıklı olabilecekler ve emeklerinin karşılığını aldıklarında, güvenceli bir ortamda çalıştıklarında daha iyi sağlık hizmeti sunabileceklerdir. Sağlık çalışanları arasında dayanışma yerine rekabet ortamı yaratmayı, özelleştirme ve sözleşmeli çalışma uygulamaları ile ucuz işgücü ve güvencesiz çalışma yaşamı oluşturmayı amaçlayan politikalar sağlık çalışanlarının ve toplumun sağlığına olumsuz etki edecek, eşitsizlikleri artıracaktır.

İş bırakma kararı alındığında toplum önceden bilgilendirilmeli, ayrıca iş bırakma eyleminin gerekçeleri toplumla yeterince açık ve anlaşılır biçimde paylaşılmalıdır.

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

Dear Phase 1 Students of

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 24th December 2024, we conducted a 2 hours lecture face to face for Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School with the title / topic of

HEALTH EDUCATION & PROMOTION

45 slides, 3.6 MB, main material for this lecture, please click the link for pdf file :

Health Education & Promotion AHMET SALTIK

Below are 56 additional slides having a rich and up to date content (PDF 1,7 MB) to support main file above :

And a very valuable supplement, 15 pages, 1 MB : Health Education and Promotion (Concepts)

These files were uploaded Atılım University Medical School, Moodle System.

With respect and love. 28th December 2024, Ankara

Have a very happy new year all of you..


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
LLM (Health Law), BSc (Political Sciences & Public Administration)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

TÜRKİYE’de TOPLUMSAL GIDA GÜVENLİĞİ, SU ve SULAMA HAVZALARININ ÖNEMİ VE DOĞRU YÖNETİMİ

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski  Dekanı
Şair – Yazar

Bütün canlıların temel yaşam kaynağı sudur. Bitki, böcek, hayvan… ve insan; yani tüm canlılar, her türlü beslenme girdilerine su sayesinde ulaşır, su aracılığı ile beslenir, büyür, gelişir; yine bedenlerindeki istenmeyen çıktıları su sayesinde dışarı atarlar. Eğer su yoksa canlıların temel beslenme maddeleri yani canlı yaşam da olmaz. İnsan soyu dahil, hiçbir canlı için susuz yaşam yoktur.

Su, tükenmeyen bol bir kaynak değildir, tersine kıttır. Bu nedenle de özenli, bilinçli ve planlı kullanılmayı gerektirir

Suyun varlığının güvenli olarak sürmesi için, kendine özgü biyolojik ve fiziksel yaşam döngüsü içinde yeniden kendini üretebilmesine zarar vermemek, engel çıkarmamak gerekir. Bu nedenle, başta orman varlığı olmak üzere, akarsu havzalarının, derelerin, çayların, ırmakların ve her türlü su kaynaklarının hem özenle korunması, hem kirletilmemesi ve hem de suların israf edilmemesi gereklidir. Ayrıca, sanılanın aksine, Türkiye su zengini (varsılı) değil, su yoksulu bir ülkedir.

Ayrıca, Türkiye’de doğan ve sınır aşan Dicle, Fırat, Aras… gibi nehirlerin de ayrı bir strateji ve politika ile planlanıp doğru yönetilmeleri gerekir.

Geleceğe yönelik olarak, dünyada gözlenen yerküre ısısının (sıcaklığının) artması ve kuraklıĝa yönelen iklim değişiklikleri ve yağışların düzensiz duruma gelmesi hem suyun önemini, hem su ve gıda maddeleri üretimini ve hem de sanayileşme, kentleşme ve nüfus artışının gerektirdiği güvenli, erişilebilir gıda ve su gereksinmesini stratejik bir konuma yükseltmiştir.

Son yıllardaki yanlış ve plansız tarım politikaları ile birlikte, toplam tarım yapılabilir topraklar 27,5 milyon hektardan 24 milyon hektara gerilemiştir. Ayrıca Türkiye’de sulama potansiyeli olan tarım arazisi 8,5 milyon hektar kadardır. Bu arazinin yarısına yakını ancak sulanabilmektedir.

24 Ocak 1980 Ekonomik İstikrar Tedbirleri ve arkasından 12 Eylül 1980 askeri darbesinin siyasal ve baskıcı rüzgarı ile birlikte ortaya çıkan liberal ve küresel iktisat politikalarından sonra, Türkiye’de giderek planlı ekonomik modelden uzaklaşılmıştır. Ayrıca tarım kesimine üvey evlat davranışı başlamıştır. Bu ayrımcı politika artarak sürmektedir. Zaten tarım, özellikle de bitkisel üretim doğanın üvey evladıdır. Tarımsal üretim üstü açık fabrika gibidir. Kuraklık olur, sel basar, dolu vurur, çekirge istilasına, zararlı böceklerinin saldırısına uğrar.. Bu nedenle de tarıma devlet desteği zorunlu duruma gelir. (AS: Tarım Yasası da her yıl ulusal gelirin %1’inin bu alana destek ayrılmasını buyurur..)

Zaten tarımsal üreticilerin serbest piyasadaki rekabet gücü çeşitli nedenlerle çok zayıftır. Ayrıca devletin ya da liberalizm ve küreselleşme rüzgarına kapılan siyasal iktidarların. yeterli desteğini alamadığı için, tarımın karşılaştığı dezavantajlar ikiye katlanır. Bu kötü sonucun cezasını salt tarımsal üreticiler değil, düşük üretim, arz yetersizliği ve yüksek enflasyon nedeniyle tüm tüketiciler ve özellikle de düşük gelirli yoksullar çekerler.

Hem ülkenin gıda güvenliğinin sağlanabilmesi, yani sulanabilir tarımsal gıda üretim havzalarının artırılması ve hem de çoğalan ve büyüyen kentlerin sağlıklı su gereksiniminin karşılanabilmesi için mevcut (eldeki) su kaynakları ve havzalarının bilimsel ve akılcı belirlenmesi, ıslahı (düzeltimi), korunması ve doğru yönetimi acil (ivedi) önlemler gerektirmektedir.

Peki gıda güvenliği nedir?

Gıda güvenliği, ülkedeki her bireyin, her ailenin ve toplumun tümünün her zaman, her yerde ve her koşulda yeterli hijyenik, besleyici ve güvenli gıda ürünlerine erişebilmesi, satın alabilmesi ve tüketebilmesi demektir.

Bunun için, her yıl toplumun gereksinimi olan gıda maddelerinin üretimi, dağıtımı, erişimi ve güvence olarak da belli bir miktarının mutlaka stoklanması gerekir. Ayrıca gıda güvenliğini, istisnasız (ayrıksız) olarak, herkes için bitkisel ve hayvansal gıdalara dengeli ve yeterli erişim olarak anlamak gerekir.

Gıda maddeleri stokların varlığı da bir beslenme güvencesidir; kuraklıklar, doğal afetler, savaşlar, üretimdeki dalgalanmalar ve ekonomik krizler için gıda istikrarı sağlamaya destek olur. Ayrıca bir ülkedeki ücret düzeyinin düşüklüğü, gelir dağılımının aşırı bozukluğu, işsizliğin yaygınlığı, enflasyonun yüksekliği ve sosyal güvenlik sisteminin yetersizliği…  gibi nedenler halkın yeterli ve sağlıklı gıda maddelerine, özellikle göreceli daha pahalı olan hayvansal gıdalara erişimini engeller.

Bir ülkenin su kaynaklarının korunması, sulama havzalarının yeterliliĝi, sulama havzalarındaki sulama suyunun doğru ve etkin kullanımı ile o ülkenin gıda üretim miktarı ve gıda güvenliği arasında doğrudan, birebir ilişki vardır. Sulanan alan ve bilinçli sulama arttıkça üretim de artar. Ama su kaynaklarının doğru planlanması, doğru yönetilmesi ve sürdürülebilir olması gerekir.

Plansız bir ülke, plansız ekonomi, plansız eğitim, plansız sağlık sistemi, plansız kentleşme… ülkeyi veri tabanından yoksun, bilgisiz, rotasız, hedefsiz ve amaçsız bırakır. Bu nedenle, sal tarım kesimi, su ve sulama havzaları için değil; Türkiye’de topyekun (bütüncül) demokratik, yol gösterici bir makro (ulusal) plana ve planlama örgütüne ivedi gerek vardır. Çünkü belli olmayan hedeflerin başarıları da ölçülemez. (AS: DPT’yi AKP=RTE kapattı!)

Sürdürülebilir su yönetimi için, sulama altyapısının iyi, yeterli ve erişilebilir olması, ormanların kesilmemesi, doğanın tahrip edilmemesi, suların zehirli ve zararlı fabrika atıklarıyla kirletilmemesi, büyük ölçüde orman ve doğa tahribatına (yıkımına) neden olan vahşi (yabanıl) madencilikten vazgeçilmesi, ilkel sulamanın azaltılması, hatta yok edilmesi, her ürün ve bitki türüne uygun bilimsel sulama sistemlerinin yaygınlaştırılması ve özenle su israfından kaçınılması zorunludur.

Yazıyı bitirmeden önce bir önemli konuya daha dikkat çekmek gerekir:

Sanayileşme, suya gereksinimli fabrikaların çoğalması, kentleşme, toplam nüfusun büyümesi, konut sayısındaki hızlı artış, halkın hijyen anlayışında gelişmeler, kentlerde su gereksinimini stratejik duruma getirdi. Tüm bu vb. gelişmeler nedeniyle su havzalarındaki kaynakların kullanımında tarımsal sulama ile kentlerin su gereksinimi arasında bir yarışma ortaya çıkar. Söz konusu olgu, giderek kentlerin zorunlu su gereksinimi lehine gelişerek tarımsal sulamaların gerilemesine  neden olabilir.

Ülkedeki su yönetiminin güvenli ve sürdürülebilir olabilmesi için, kentleri ve kent nüfusunu susuz bırakmayan, ayrıca tarımsal sulama alanlarını da yeterli su miktarı ile buluşturan akılcı bir planlama ve bilimsel yönetim gerekir.

Sonuç olarak               : Bir ülkedeki su kaynaklarının akılcı, bilimsel ve doğru yönetimi, hem halkın tarım kaynaklı temel gıda güvenliği, hem sanayileşme, kentleşme, ekonomik gelişme ve hem de sağlıklı yaşam için doğru, yeterli, temiz ve israfsız su kullanımını olmazsa olmaz duruma getirir. Ayrıca yeterli suyu ve yeterli gıdası olmayan toplumların gelecekleri de güvencesiz olacaktır.

Her konuda olduğu gibi, bilimsel su yönetimi ve gıda güvenliği kosunda da, ülke yönetiminde söz sahibi olan ve olacak iktidarlara büyük sorumluluklar ve görevler düşmektedir. Hiçbir birey, hiçbir aile ve halkımızın tümü ne şimdi ne gelecekte gıdasızlık, açlık eksik beslenme ve susuzluk çekmesin diyerek konuyu noktalayalım.

Bu konuda, bilimsel, ayrıntılı doğru ve yeterli bilgi için kaynak kitap:
(×). Hasan Hüseyin Doğan ve Dursun Yıldız; TÜRKİYE’DE BÖLGE PLANMASI ve SU HAVZASI YÖNETİMİ, Palme Yayınevi, Ankara, 2024; 444 sayfa.

Herkes potansiyel engelli

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 05.12.2024, BİRGÜN

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Engellilik, doğuştan veya sonradan herhangi bir hastalık veya kaza sonucu bedensel, zihinsel, ruhsal, duygusal ve sosyal yetileri çeşitli derecelerde yitirme, olağan yaşam gereklerine uyamama durumudur. Bu tanıma göre, herhangi bir engeli olmayan herkes, aynı zamanda potansiyel birer engelli adayıdır. Ülkemizde ayrımcılık ve engellemelerle, her geçen gün başkaları ile eşit temelde toplumda yer almalarına engel olan sorunlarla karşı karşıya bulunan engelliler; eğitim sistemine dâhil olma, toplulukta yaşama, özgürce hareket etme, spor ve kültürel etkinliklere katılma gibi herkesin eşit haklara sahip olması gereken konularla ilgili
ciddi sorunlar yaşamakta.

Engelli hakları, insan hakları genel kuramı gerekleri ışığında uygulamaya geçirilebilir.
Şiddeti dışlama, işkence ve kötü muamele yasakları, herkes için, her zaman ve her yerde geçerli. Eşitlik hakkı, olanaklar elverdikçe engelliler için de, kamusal alanda paylaşımları gerekli kılar.

Bu nedenle sorun, yalnızca özel olarak korunması gerekenlerin (kadınlar, çocuklar, engelliler, yaşlılar…) hakları olarak engellilere özgü hakları tanımak ve onları güvence altına almak değil;
bu soruna öncelikle hak ve özgürlük genel ilkeleri açısından yaklaşmaktır.

OLUMLU YÜKÜMLÜLÜKLER

Devletin, “sakatların korunmalarını ve toplum hayatına intibaklarını sağlayıcı tedbirleri al”ma anayasal yükümlülüğü (md.61/2), hak ve özgürlükler önündeki engelleri kaldırma genel yükümlülüğü (md.5) ve madde 10’da güvencelenen özürlüler lehine pozitif ayrımcılık yaparak engellilere yönelik önlemlerin alınması, sosyal devlet gereklerince Anayasa bütününün engelli hakları açısından okunması ölçüsünde olanaklıdır.

KAMUSALLIK

Kentsel kamu düzeni ve çevresel kamu düzeni kavramları çifte işlev görür: Bir yandan, engellilerin yaşamını kolaylaştırır; öte yandan, sağlıklı olanların engelli olma riskini azaltır.
Bu ise Anayasa’nın sosyal devlet açısından olduğu denli, ekosistem açısından okunmasını gerekli kılar. Çevresel kamu düzeni ve kentsel kamu düzeni, engelli ve potansiyel engelli ayrımının en kritik eşiğidir.

Acı ama gerçek: Engellilerin bağımsız biçimde sokakta yürüyebilmesi, işe gitmesi, otobüse binmesi için erişilebilirlik düzenlemesini 21 yıl erteleyen ve açıkça Anayasa’ya aykırı olan 5378 sayılı Engelliler Hakkında Kanun hükmü, nihayet Anayasa Mahkemesince iptal edildi (2023/115)

Öte yandan; hakkın özü ve ölçülülük gibi genel güvenceler, barınma hakkından seyahat özgürlüğüne dek engelli hakları açısından da yorumlanmalı. Çevresel ve kentsel kamu düzeni gözetilmediği zaman, engellilerin yaşamı karartıldığı gibi, engelli olmayanların da potansiyel engelli olma olasılığı yükselir.

SÖZLEŞMELER

Değinilen anayasal gereklerin uygulanmasında konuyla ilgili uluslararası sözleşmeler de kullanılmalı. Birleşmiş Milletler Engelli Haklarına İlişkin Sözleşmeye göre,

  • Hiç kimse işkence veya zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muameleye ya da cezaya maruz kalmamalıdır” (md.15).

Engellilerin hem ev içinde hem de ev dışında sömürüye, şiddete ve istismara karşı korunmasını öngören Sözleşme, bu amaçla kapsamlı yasal, idari ve sosyal tedbirler alınmasını şart koşmakta (md.16), engelli bireylerin beden ve ruh bütünlüğüne öbür bireylerle eşit saygı duyulması hakkını güvencelemekte (md.17).

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi de, zihinsel ya da bedensel engelli çocukların ‘saygınlıklarını güvence altına alan, özgüvenlerini geliştiren ve topluma etkin biçimde katılmalarını kolaylaştıran eksiksiz bir yaşam hakkı’ öngörmekte.

ÖNCELİKLİ VE İVEDİ

Engellilerle ilgili her türlü eğitim, yardım ve öbür etkinlikler kamu eliyle ve kamu hizmeti anlayışı çerçevesinde yapılmalı; yollar, binalar, toplumsal yaşam alanları engellilerin gereksinimlerine uygun düzenlemeye kavuşturulmalı. Ayrımcılığı aşmak için, kamu hizmeti yoluyla kamusallık bilinci yaratılmalı. Çeşitli sosyal güvenlik kurumlarına bağlı olarak çalışanların ve sosyal güvenceden yoksun olan ailelerin çocuklarının kullandıkları bütün cihazlar devletçe ücretsiz olarak karşılanmalı.

5378 sayılı yasa, Anayasa’nın ekosistem ve engelli hakları gerekleri doğrultusunda okunması yoluyla uluslararası sözleşmeler gereklerince uygun olarak dijitalleşme olanakları ve Covid-19 deneyimleri göz önüne alınarak acilen (ivedilikle) yeniden düzenlenmeli.

Salt 3 Aralık değil, her gün engelliler günü olarak düşünülmeli; herkesin potansiyel engelli olduğu bir an bile unutulmamalı.
=======================
Bizim kısa katkımız                                   :

Türkiye’de “sakat,” “özürlü,” ve “çürük” sözcüklerinin yasal metinlerden çıkarılarak yerlerine “engelli” sözcüğünün konması, 25 Nisan 2013 tarihli ve 6462 sayılı yasa ile gerçekleştirildi.
Bu düzenleme, engelli kişilerin haklarının daha saygılı ve uygun bir dille anlatımı amacıyla yapıldı. 03 Mayıs 2013 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren bu yasa, engellilere yönelik sosyal ve hukuksal düzenlemeleri güncel uluslararası standartlara uyumlu duruma getirmeyi amaçlıyor. Yalnızca Anayasada birkaç yerde “sakat” sözcüğü kaldı..

6462 sayılı Yasa kapsamında yapılan değişiklikler, Türkiye’de yaklaşık 95 yasa ve yasa gücünde kararnamede yer alan “sakat,” “özürlü,” ve “çürük” sözcüklerinin yerine, “engelli” teriminin kullanılmasını sağlamıştır. Bu kapsamda, bu 3 sözcüğün yasal mevzuat ve metinlerden tümüyle çıkarılması hedeflenmiştir. Bu çalışma, engelli bireylerin haklarının ve toplumsal algılarının güçlendirilmesi amacıyla gerçekleştirilmiş, dildeki duyarlığın artırılmasına yönelik bir adım olmuştur.

Bir de, ülkemizde %23’leri bulan akraba evliliği, kalıtsal hastalılara bağlı engelliliklerin oldukça yüksek olmasında temel etken. Toplum genelinde %12’leri aşan engellilik oranı, gelişmiş ülkelere göre çok yüksek ve ulusal ekonomiye yükü de çok ağır.

Genetik danışmanlık, gebelik öncesi ve sırası hizmet alabilme çok önemli.
Önümüzdeki yıllarda genetik danışma – onarım – sağaltım olanakları daha da artacak
ancak çok pahalı..
Türkiye, ne yazık ki, bir bütün olarak yeterince sağlıklı – güvenli yaşam ortamı sağlayamıyor..
Oysa Devletin en başat görevlerinden biri bu.

Saygı ve sevgi ile. 06. 12.24

Dr. Ahmet SALTIK
=========================================
Prof. Kaboğlu’nun son yazıları

Anormal hükümet

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

18 Kasım 2024, Cumhuriyet

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

AKP hükümetinin demokratik kültür bağlamındaki anormallikleri sona ermiyor. CHP’li Esenyurt Belediyesi’ne hukuka aykırı biçimde kayyum atanmasından sonra, şimdi de Ankara Belediyesi ve İstanbul Belediyesi için konser soruşturmaları başlatıldı!

Amaç, cumhurbaşkanı seçimini kazanmalarına neredeyse kesin gözüyle bakılan olası cumhurbaşkanı adaylarının, İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın aday olmalarını önlemek!

Özetle, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan“seçime” sadece kaybedecek (yitirecek) “rakiplerle” girmeye karar vermiş durumda!

Bu aslında, seçim yapmamakla özdeş bir durum. Çünkü serbest ve özgür olmayan bir “seçim”, seçim değildir! Erdoğan ve AKP açısından son derece acıklı olan bu tablo, AKP’nin ve Erdoğan’ın, milletin özgür iradesinden kaçtıkları, millete değer vermedikleri anlamına gelmektedir!
***
Ekrem İmamoğlu, 2019 yılında İstanbul Belediye Başkanlığı seçimlerini ilk kez kazandığında, seçimi hukuka aykırı biçimde iptal ettiler.

Tekrar edilen (yinelenen) seçimi AKP yine kaybedince (yitirince), İstanbul Belediyesi’ne müfettiş ordusu yolladılar.

Bu operasyondan da bir sonuç alamayınca, İstanbul Belediyesi’nde PKK’li teröristlerin işe alındığını iddia ettiler.

Bunun da uydurma olduğu ortaya çıkınca, dünyada örneği bulunmayan bir “ahmak davası” icat ettiler; Ekrem İmamoğlu, kendisine “ahmak” diyerek hakaret eden eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya aynı ifadeyle yanıt verince, kendisi hakkında hapis cezası ve siyaset yasağı talebiyle (istemiyle) sahte bir dava süreci yürüttüler.

Bu da yetmedi, son olarak Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’i tutukladılar, yerine bir kayyum atadılar; bu operasyon üzerinden Ekrem İmamoğlu’na uzanmaya çalıştılar.

Bu da yeterli gelmedi, Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın da aday olmasını önlemek için, konser etkinliği harcamaları konusunda bir soruşturma başlattılar; aynı soruşturmayı İstanbul Belediyesi için de devreye soktular.

İki belediye de, kendi dönemlerindeki konser ve etkinlik harcamalarının, AKP dönemindeki konser ve etkinlik harcamalarının çok altında olduğunu, verilerle, raporlarla, olgularla kanıtladıkları halde, AKP’nin propaganda aygıtları bunu görmezden geldiler; “AKP istediğini yapar; çünkü AKP efendi, CHP köle” zihniyetiyle (anlayışıyla) hareket etmeye devam ettiler.

AKP hükümetinin cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili hokkabazlıkları muhtemelen (olasılıkla) bunlarla da kalmayacak. Hükümetin, elektronik oylamasistemini kısmen veya tamamen (tümüyle) yürürlüğe koyma girişimi, sıradan bir gelişme değildir.

Diktatörlüğün olduğu ülkelerde, elektronik oylama sisteminin suistimal edilmesi (kötüye kullanılması) ve seçimlere hile karıştırılması yüksek bir olasılıktır.
***

  • AKP hukuk, anayasa ve yasa tanımayan teokratik bir padişahlık rejimi kurmuştur.

Böylesine anormal bir rejimde, muhalefetin seçim kazanması neredeyse olanaksızdır.

AKP, özellikle 2007 yılından beri anayasanın, laiklikle; yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığıyla; bağımsız yargıyla; düşünceyi ifade, yayınlama, örgütlenme ve medya özgürlüğüyle ilgili 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 138. maddelerini düzenli olarak ihlal etmektedir!

Anayasanın bu maddelerini rahatlıkla ihlal ederek (çiğneyerek) sivil darbe yapan bir hükümetin, serbest ve özgür bir seçim gerçekleştireceğine inanmak, ancak şuursuzlukla (bilinçsizlikle) açıklanabilir.

Anayasal düzeni yıkarak sivil darbe gerçekleştiren böyle bir hükümetin, yapılacak bir “seçimi” beklenmedik biçimde yitirmesi durumunda, askeri darbe yapması bile olasıdır!
***
Bu nedenle;

  • CHP’nin, “normalleşme” adını verdiği ucube yolu bir an önce terk etmesi,
  • bu sözcüğü siyasal literatüründen çıkartması ve
  • yukarıdaki gerçeklerin ışığında yeni bir strateji geliştirmesi gerekmektedir.

Anormal bir hükümetle “normalleşme”, normal olanın da tümüyle bertaraf (yok) edilmesiyle sonuçlanır.
====================================
Dostlar,

Sn. Prof. Öymen, haftalık Cumhuriyet gazetesi köşe yazılarında son derece yerinde belirlemeler yapmakta ve gerçekçi çözüm önerileri geliştirmekte, sunmaktadır.
Bu çabası, doğrultu tutarlığı ekseninde sürmektedir.

Çok bilinen ve paylaşılan bir değerlendirmedir : 2500 yıl gerilerde Antik Çağ Yunan düşünürü (Filozofu) Plato(n), “Krallar filozof olsa ya da filozoflar kral..” demişti..

Felsefe Profesörü Öymen, geçen Kasım’da (2023) CHP Kurultayında genel başkan adayı bile olamadı. Başarsaydı günümüzde CHP ve ülkemiz koşulları “ne ölçüde daha iyi” olurdu,
meraka değer.
**
Sn. Öymen bu yazısını bağlarken “… yukarıdaki gerçeklerin ışığında yeni bir strateji geliştirmesi gerekmektedir. Anormal bir hükümetle ‘normalleşme’, normal olanın da tümüyle bertaraf (yok) edilmesiyle sonuçlanır.” vurgusu yapmakta.

07 Kasım 2024 günü Cumhuriyet gazetemizde köşe yazımızı (ERDOĞAN’ın Çaresizliği” Tehdidi, Ahmet Saltık: ‘Erdoğan’ın çaresizliği’ tehdidi)bağlarken biz de şu tümceye yer vermiştik :

  • Anamuhalefet herkese bu yaman kurguyu açıklıkla anlatmalı,
  • gerekirse önceki stratejik hatalar için özür dilemeli
  • ve yeni savaşım hattı sil baştan örülmelidir.

***
Halk arasında “aklın yolu birdir” söylemi yaygındır. Gerçekte bu içerik hem demokratik değildir hem de bilimsel. Genelgeçer söylem, bir dayatma boyutu taşımaktadır.
Akıllar, değişik yorumlarla – usavurumla çeşitli vargılara erişebilirler.
Özellikle sosyal bilimlerde gerekirci (deterministik) olma olanağı yoktur.
Kaldı ki, pozitif bilimlerde de bilimin gerçeği görecelidir ve sınanarak pekiştirilme gereksinimlidir.
***
Ancak Sayın Öymen ve bizimle sınırlı kalmayan çok sayıda görüş sahibi, benzer önermededir :

– Görevde kaldığı her saniyede ülkemize onulmaz ve giderimi çok zor / olanaksız zarar veren
– Bu adımlarla iktidarını pekiştirme amacı güden
– Yönetemeyen ve yarattığı çok boyutlu ağır bunalımları daha da derinleştiren
– Yolsuzluklara bulaşmış ve siyasal – yargısal hesap sorulamayan
– EN ÖNEMLİSİ : 2017 Anayasa değişikliği halkoylaması HUKUK DÜNYASINDA DOĞMAMŞ /
YOK HÜKMÜNDE OLAN, dolayısıyla MEŞRU OLMAYAN..

Veeee… Mart 2024’ten bu yana 2. parti durumunda, iktidarının “halen” geçerli siyasal dayanağı bulunmayan…. bir siyasal iktidarla

Hangi NORMALLEŞME? 
Hangi YUMUŞAMA?
Hangi UZLAMŞA??

Yurttaşın yoksulluktan, baskıdan…… beli bükülmüştür ve bu bilinçli bir kurgudur!
İÇ CEPHE TÜMÜYLE ÇÖKERTİLMEDEN bu ……… kadrodan kurtulmak gerekmektedir.

Anamuhalefet CHP, tarihsel bir demokratik seferberlikle, halkın meşru direnme gücü ile yelkenlerini doldurmalı ve bu “çökertme planı” olanca hızla sonlandırılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 18 Kasım 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

 

Prof. Dr. Naki Selmanpakoğlu’nun ardından..

Bu yazıyı tarihe belge olması için yazıyorum. 12 kasım 2024
Dr. Levent Seçkin
(Dr. Melike Şentürk hanım eşime yollamış)

12 KASIM 2024
DR. HALİL AKÇİÇEK – DR.NAKİ SELMANPAKOĞLU
– İLHAN ERDOST

Dr. Halil Akçiçek askeri doktor abimizdi. Sarı saçlı, yeşil gözlü, uzun boylu, futbolcu abimizdi. Kıbrıs harekatında mayına basıp yaralanan askeri kurtarmak için, cephe hattında ileri doğru hamle yapınca, karşıdan gelen ateş altında şehit oldu.

Kıbrıs Girne’de “AKÇİÇEK HASTANESİ” vardır. Bir de Gülhane Hastanesindeki konferans salonunun adı “AKÇİÇEK SALONU“dur.

Halil abimizin sınıf arkadaşı Plastik Cerrahi Profesörü Dr. Naki Selmanpakoğlu (kıdemli albay) yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefat etti.

Bugün, 12 Kasım’da (2024) Gülhane Hastanesinde Halil abimizin Salonunda Naki abimiz için tören düzenlendi. Halil abimiz ile Naki abimiz yakın arkadaştılar.

Naki abimiz için konuşma yapanlar arasında Gül Erdost söz aldı. Gül Erdost,
yayıncı İlhan Erdost‘un eşidir. İlhan, SOL YAYINLARI sahibi Muzaffer Erdost‘un kardeşidir.

  • 12 Eylül 1980 darbesi sonrası İlhan Erdost, Mamak Askeri hapishanesine götürülürken, cipin içinde askerler tarafından dövülerek öldürüldü.

İlhan’ın soğumakta olan vücudunu Gülhane Hastanesine götürdüler.

“Kalp hastalığı sonucu ani bir kalp krizi geçirmiş, ölüm bundan olmuştur.”
diyen bir rapor düzenlediler.

Raporu Dr. Naki Selmanpakoğlu’na imza için getirdiler.

Naki abimiz, “Otopsi gereklidir, bu ölüm şüpheli ölümdür.” şerhi koydu.
Otopsi gerçekleştirildi.

  • İlhan Erdost’un “şiddetli darp sonucu” öldüğü gerçeği ortaya çıktı.

Bu rapor “12 Kasım” tarihlidir.
Naki abimizin töreni de bir “12 Kasım” günü gerçekleşti.
Gül Erdost bunları Halil abimizin salonunda kürsüden anlattı.

Cesur devrimci İlhan‘ın eşi Gül Erdost, cesur devrimci Naki abimizin cesaretini,
cesur devrimci Halil abimizin salonunda böyle anlattı.