Kategori arşivi: Hekim Saltık

Hepatit B’yi aşı bitirecek

Prof. Dr. Ülkü Sarıtaş Yorumlarını gör ve randevu al - Doktorsitesi.comPROF. DR. ÜLKÜ SARITAŞ

22 Temmuz 2024, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti Sağlık Bakanlığı’nın Hepatit B ile ilgili bilgilendirme sayfasında “Bütün gebe kadınlara kan testi bakılarak hepatit B virüsü taşıyan annelerin bebeklerine doğum sonrası ‘Hepatit B Koruyucu Serumu (Hepatit B İmmünglobülin)’ ve hepatit B aşısı uygulanmalıdır; hepatit B virüs enfeksiyonlarından korunmanın en etkin yolu aşılamadır.” bilgisi yer almaktadır. Bu çok doğru ve bilimsel temellere dayalı bir bilgidir.

Aynı bilgilendirme sayfasında “Hepatit B virüs enfeksiyonlarının kronikleşmesi dolayısıyla ilerleyici sonuçlar doğurması yaş ile ters orantılıdır. Anneden HBV virüsü alan bebeklerin %90’ı, 1-5 yaş arası HBV ile enfekte çocukların ise % 30-50’si kronik olarak enfekte olur. Yetişkinlerde kronik HBV enfeksiyonu gelişme riski yaklaşık %5’tir. Bu nedenle bebeklik ve çocukluk dönemi aşılaması daha da önem kazanmaktadır.” bilgisi de oldukça önemli bir bilimsel gerçektir. Bu nedenle hepatit B’li anneden doğacak çocukların aşılanması hem kendilerinin kronik hastalığa yakalanma riskini hem de toplumsal hepatit B vakalarını azaltmak için hayati önem arz etmektedir. (AS: yaşamsal önem taşımaktadır)

Türkiye’de hepatit B taşıyıcılığı sıklığı yaklaşık %3-4 dolayındadır, yani toplumuzda yaklaşık 2–3 milyon hepatit B taşıyıcısı vardır. Bu sayının büyük çoğunluğunu anneden bebeğe geçen hepatit B vakaları oluşturmaktadır.

Doğu ve Güney Doğu Anadolu bölgesinde hepatit B’li anneden doğan çocukların hemen hepsinin hepatit B’li olduğu klinik olarak tarafımızdan da gözlemlenmiştir. Bu hastaların birçoğu tedavi edilebilir kronik hepatit B aşamasında tesadüfen (rastlantıyla) yapılan kan tetkikleri ile saptanırken, önemli bir bölümü de karaciğer sirozu ve karaciğer kanseri gibi oldukça ciddi karaciğer hastalığı ile teşhis edilmektedir. Kronik hepatit B evresinde tedavi olanağı olsa da bu yaşam boyu sürmesi gerekmektedir; siroz veya karaciğer kanseri vakaları, karaciğer nakli olanağı olmaz ise ölüm riski taşımaktadır. Kadavradan karaciğer naklinin organ bağışı kısıtlılığı nedeniyle neredeyse olanaksız olduğu ülkemizde sıklıkla canlı vericili karaciğer nakli yapılmakta, bu durum ise sağlam bir insanı karaciğer rezeksiyonu gibi büyük bir ameliyat riski altına atmaktadır. Kronik hepatit B’li hastaların antiviral tedavi olarak adlandırılan hepatit B virüsünü vücuttan temizlemeye yönelik tedavisi bugünkü bilgilerimize göre ömür boyu sürmesi gerekmektedir, çünkü ilaç kesilince vakaların birçoğunda hastalık nüks etmektedir. Ömür boyu sürecek tedavi maliyetinin, hepatit B’den korumak için yapılacak üç doz aşı ile karşılaştırılamayacak derecede yüksek olacağını öngörmek zor değildir. Hal böyle olunca hepatit B’yi azaltmanın en önemli yolunun aşı olduğu görülmektedir.

17 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde yer alan “Aşı Krizi Kapıda” başlıklı haberde başta hepatit B aşısı olmak üzere birçok aşının aile hekimlerince dikkatli kullanılması gerektiği yönünde il sağlık müdürlükleri tarafından aile hekimlerine yazı gönderildiği öğrenildi. Bu haber bizde hepatit B aşısında bir duraklama mı olacak endişesi yarattı.

SÜREN ÇALIŞMALAR

Çok şükür ki geç olmadan 18 Temmuz tarihli Cumhuriyet gazetesinde 3 milyon doz hepatit B aşısı için ihaleye çıkıldığı haberi yer aldı. Bu konuyu gündeme almamızın nedeni hem haber konusu olan hepatit B aşısının yaşamsal önemini vurgulamak hem de yaklaşan 28 Temmuz Dünya Hepatit günü nedeni ile konuya bir kez daha dikkat çekmektir. Umarız önümüzdeki zamanlarda da hepatit B aşısı temini ile ilgili bir sıkıntı olmaz ve son yıllarda toplumumuzda azalma yönünde ilerleme kaydedilen hepatit B ile savaş aynı ivme ile sürer. Dünya Sağlık Örgütü tarafından viral hepatitler konusunda öngörülen hedef olan 2030 yılında test, aşı ve tedavi ile hepatit B ve C’nin ortadan kaldırılması, Covid-19 pandemisi döneminde sekteye uğramakla birlikte, bizim Sağlık Bakanlığı tarafından da benimsenmiş ve buna yönelik çalışmalar sürmektedir.

İŞDE İSG e-kitabı : Dr. Mahmut YAMAN

Dostlar,

Emekçiler ve sevdalıları!
Dr. Mahmut Yaman dostum, geçtiğimiz günlerde telefonla arayarak bir muştu (müjde) verdi ve haklı sevincini, gururunu benimle paylaştı.
Bir kitap daha yazmıştı! Bu kez 500 sayfayı aşkındı, hani “tuğla gibi!” derler ya, işte öyle..
Daha başlangıçta şu not dikkati çekiyordu :

  • BU KİTAP, GEREKSİNİM DUYAN HERKESE İSG YAZILIMI PRUDENS’in
    CUMHURİYETİMİZİN 100. YILI ARMAĞANIDIR

Hiç telif hakkı gündeme getirmeden!
Geçelim %100’e yakın önlenebilirliği, aralıklı denetim (periyodik kontrol) muayenelerinde
erken tanı da konamıyor, konmuyordu meslek hastalıklarına. Örtük bir meslek hastalıkları salgını yaşanıyordu dünyamızın sömürülen coğrafyalarında ve ülkemizde.
Tüketiliyordu emekçiler. 1/100’ü bile tanı al(a)mıyordu yakalandıkları meslek hastalıklarının.
Üstelik bu bağlamda işyerlerinde alınacak koruyucu – geliştirici önlemlerin akçalı bedeli
hiç de yüksek değildi, tersine yüksek düzeyde maliyet – etkin (cost – effective) idi
hem işletme ölçeğinde hem de ülkesel düzeyde (mikro ve makro ölçekte).

Benzer acı vurguları iş kazaları için de yapabiliriz. Olağan koruyucu – önleyici – geliştirici girişimlerle yine yüksek düzeyde maliyet – etkin olarak, %98 oranında sakınılması olanaklı
iş cinayetleri! Adlandırma (terminoloji) hiç abartılı görülmesin, ölçülü (makul) giderlerle
neredeyse %98’i önlenebilecek iş kazalarına neden “işçi cinayeti” denmesin ki!
Son iki onyılda (2003-2023) Türkiye’de 30 bini aşkın emekçi işçi cinayetlerine kurban verildi.
İSİG Meclisi’ne göre, son 20 yılda iş kazalarında (!) ölen işçi sayısı 31,131. Bu veriler, iş güvenliği önlemlerinin yetersiz olduğu ve emekçilerin güvensiz ve sağlıksız koşullarda çalışmak zorunda kaldıkları çalışma yaşamında karşılaştığımız acı (trajik) yitikleri yansıtıyor.
İş kazaları / iş cinayetleri en çok inşaat, tarım ve taşımacılık sektörlerinde olaylanmakta (meydana gelmekte). Bu yakıcı sorunu iyileştirmek amacıyla bilimsel ve yönetsel temelde
daha sıkı iş güvenliği – sağlığı / İSG önlemlerinin alınması ivedi ve zorunlu.

Bu kapkara tablo, artık sürdürülesi değil!
***

  • İş cinayetleri azalmıyor!
  • Meslek hastalıkları tanısı gerçekçi düzeye erişmekten çok uzak, saklı, gizli kalıyor.
  • Çocuk işçiliği ve kayıt dışı sığınmacı çalıştırma sömürüsü başta,
    İSG sorunları hızla büyüyor.

Bu dizeleri yazan biz de yeraltı maden işletmesi hekimliği dahil, kağıt ve çimento sektöründe yıllarca işyeri hekimliği yaptık. Tıp Fakültesinde öğretim üyesi olarak uzun yıllar lisans ve lisansüstü eğitim verdik. TTB’de (Türk Tabipleri Birliği) ve özel sektörde yıllarca İSG emekçilerinin sertifika eğitimlerinde eğitimci olarak görev aldık. Bilimsel yayınlar yaptık, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığına, sendikalara destekler verdik.
Dr. Yaman ve alanın bilim emekçileri ile işbirliği içinde olduk.
***
Dr. Mahmut Yaman bir yandan çok nitelikli – çook özverili – tümüyle özgeci işyeri hekimliği emeğini sundu, bir yandan İSG politikası geliştirme süreçlerine ülkemiz düzeyinde katkı verdi. Bir yandan da İSG alanı için çok hünerli, işlevsel yazılımlar üretti, bilgisayar mühendisi olmamasına karşın!

  • 45 yıldır meslek yaşamı, hatta özel yaşamı, emekçinin sağlığı – güvenliği odaklı oldu.

Elinizdeki, daha doğrusu cep telefonu – bilgisayar ekranınıza PDF olarak bedelsiz indirebileceğiniz bu son göz nuru – alın teri ürün / e-kitap, artık “ustalıkolgunluk ürünü”.

Dr. Yaman, bana iki görev yükledi bu görkemli e-kitabı için :

1. Önsöz yazma (ve tüm kitabı gözden geçirme) onurunu verdi
2. Web sitemde yayınlamamı istedi.

İki göreve de yanıtımız doğallıkla “Baş üstüne!” idi.
***
e-kitabın kapağı aşağıda..522 sayfa
web sitemizde “e-kitaplar” ve “Hekim Saltık” kategorilerinden erişilebilir.
İndirmek için lütfen tıklayınız (5,2 MB)

İŞDE İSG e-Kitabı, Dr. Mahmut YAMAN, Temmuz 2024

Ülkemize, emekçilere yararlı olsun dileriz.
Saygın yazarı, emekçi dostu, 45 yıllık namuslu iş hekimliği alın terini akıtan dostum
Dr. Mahmut YAMAN‘ı tüm yüreğimle kutluyor, emeğini saygı ile selamlıyorum.

Lütfen okuyunuz, paylaşınız, lütfen uygulayınız..
Siz de birkaç tuğla koyunuz emekçilerin de sağlıklı – güvenli – üretken – onurlu – mutlu bir yaşam sürebilmeleri için..
Onların çocuklarının da “şeker yiyebilmesi” için (N. Hikmet ustadan ödünç).

Sevgi ve saygı ile. 16 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

Sağlık Bakanlığı’nın stratejik planı

Bu hafta Sağlık Bakanı değişti. Dr. Fahrettin Koca’nın yerine Dr. Kemal Memişoğlu atandı. Yeni Bakan’ın Türkiye’nin sağlığına iyi gelmesini hepimiz diliyoruz. Bunun olabilmesi için uygulamadaki pek çok yanlıştan dönülmesi gerekiyor. Olur mu?

Fahrettin Koca ayrılmadan önce Sağlık Bakanlığı 2024-2028 Stratejik Planı yayımlanmıştı.
Bu plana bakmakta, yeni Bakan’ın devraldığı “taahhütleri” (yükümleri) ve olası sonuçları gözden geçirmekte yarar var.

KATILIMCILIK

Fahrettin Koca sunum yazısında “Önümüzdeki beş yılın sağlık hizmetlerini şekillendirecek olan bu plan, sağlıkta gelişim, kalite ve sürdürülebilirlik odaklı bir stratejik yaklaşımla paydaşlarımızın görüş ve önerileri alınarak katılımcı bir anlayışla hazırlanmıştır.” yazmış. Stratejik plan hazırlık sürecinde de “dış paydaşların görüş, öneri ve beklentileri yazılı olarak da alınarak stratejik plana yansıtılmıştır” ifadesi yer alıyor.

Dış paydaşlar kimler? Neredeyse tüm bakanlıklardan, Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan Dünya Bankası’na pek çok kurumdan görüş alınmış ama sağlık çalışanlarının örgütlerine bir şey sorulmamış. Türk Tabipleri Birliği aracılığıyla hekimlere, Türk Dişhekimleri Birliği aracılığıyla
diş hekimlerine, Türk Eczacıları Birliği aracılığıyla eczacılara, Türk Hemşireler Derneği aracılığı ile hemşirelere, sağlık çalışanlarının sendikalarına, derneklerine “önümüzdeki dönem sağlığa dair (ilişkin) ne düşünüyorsunuz, önerileriniz, beklentileriniz nelerdir?” denmemiş.

“Katılımcı anlayış” dedikleri budur.

AMAÇLAR ve HEDEFLER

Sağlık Bakanlığı yazdığı amaçlar ve hedeflerle nasıl sağlıklı olunacağı konusuna hâkim (egemen) olduğunu gösteriyor. Birinci amaç “sağlıklı yaşamı teşvik ederek sağlıklı yaşam bilincinin ve alışkanlıklarının kazanılmasını sağlamak”. Bunu başarmak için birinci hedef “sağlıklı beslenme ve hareketli yaşam alışkanlıklarını kazandırmak ve geliştirmek”. Bu gıda politikasıyla,
bu pahalılıkla insanlar nasıl sağlıklı beslenecek, parası olsa bile güvenilir gıdaya nasıl ulaşacak? Bu sorulara cevap (yanıt) vermeden “sağlıklı beslenme” sözünün havada kaldığı kesin. Öyle ya önce hastalanmamak esastır da, bunun için barınmadan güvenceli işe, temiz havaya, suya, barışa, çok şeye ihtiyacımız (gereksinimimiz) var. Tüm bunlar için de “paydaşlara” bir şeyler söylenseydi ne güzel olurdu.

İkinci amaç “Birinci Basamak sağlık hizmetlerini güçlendirerek sağlık sistemi içindeki etkinliğini artırmak, koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerini bütüncül bakış açısıyla sunmak”. Amaç güzel, ama mevcut (varolan) sistem insanların hastalanması ve bunun üzerinden para kazanılması üzerine kurulu. Plan, aile hekimi başına düşen nüfusun 2023 yılında 3040’tan 2028’de 2500’e düşmesini hedefliyor. İşin aslı, Sağlık Bakanlığı son 10 yılda mezun olan hekimlerin dörtte birini Birinci Basamakta görevlendirse, aile hekimi başına düşen nüfus
bugün bile 2 binin altına indirilebilirdi. Başka türlüsünün tercih edildiği belli.

Üçüncü amaç ise “sağlık hizmetlerinin erişilebilir, etkili, etkin ve kaliteli sunumunu sağlamak”. Sağlık hizmeti alırken her aşamada neler yaşadığını en iyi yurttaşlarımız biliyor. Plan, Ulusal Hasta Güvenliği Ağı’na katılım sağlayan sağlık kurum ve kuruluşu oranını %10 olarak veriyor ve 2028’de %100 yapmayı hedefliyor. Önemli, Burdur’da diyaliz hastalarının başına gelenleri biliyoruz. MHRS üzerinden yapılan randevulu hasta muayenesi oranının %48’den 60’a çıkarılması, acil serviste sekiz saat ve üzeri bekleyen hastaların oranının %4,2’den 3’e düşürülmesi hedefleniyor. Planda acil servislere başvurunun çok olduğu tespit ediliyor, durum ortada ama nasıl düzeltileceği belirsiz.

Çok önemli bir ihtiyaç, Sağlık Bakanlığı’na bağlı palyatif bakım yatak sayısının 6491’den 8400’e çıkarılması hedefleniyor. Diş üniti başına düşen nüfus 8209’dan 4456’ya düşürülmek isteniyor. Çok tartışmalı bir konu da geleneksel ve tamamlayıcı tıp uygulamaları (GETAT). Bir itiraf ve bir hedef, GETAT uygulamalarıyla ilgili yayımlanan klinik rehber (uygulama kılavuzu) sayısı hâlen sıfır, 2028’e kadar 14 olması hedefleniyor.

Yüz bin kişiye düşen hekim sayısının 228’den 315’e, hemşire ve ebe sayısının 356’dan 500’e,
diş hekimi sayısının 50’den 92’ye çıkarılması hedefleniyor. Bu konu üzerinde özellikle çalışılması gerekiyor, ancak çok kısa yer alıyor. Sevindirici bir haber, planda kamu özel iş birliği ile yapılacak yeni şehir hastanesi yok, genel bütçeyle yapılacak yatak sayısının 7 binden 26 bine çıkarılması hedefleniyor. Toplam sağlık harcamasının GSYH’ye oranının % 4’ten 6,2’ye çıkarılması, cepten yapılan sağlık harcamalarının toplam sağlık harcaması içindeki oranının % 18,5’ten 15,5’e düşürülmesi hedefleniyor. Çok iyi olur.

Bu hedeflere ulaşılabilecek mi, yeni Bakan ve ekibi sahiplenecek mi? Meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasal partilerin stratejik planın oluşturulmasına katılmaları sağlanmadı, ancak süreci yakından izlemeleri ve halkın sağlığı ile çalışanların hakları için gerekli müdahaleleri yapmaları gerekiyor.
____________________________________________
Yazarın Son Yazıları

44 Yıl Sonra; Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

7 Temmuz 1980 – 7 Temmuz 2024 : 44. yıl..
Şehit Edilen Babamızı Anıyoruz…

Dostlar,

Bu gün 7 Temmuz 2024.. Ailemizin başına gelen bir yıkımın (felaketin) 44. yılı.. Hoşgörünüzle bu konuyu bu yıl da yazmak istiyoruz. Kendi özelimizle sizleri meşgul etmek aklımızdan geçmiyor. Ancak insanların belli yaşantı deneyimlerini paylaşmasında yarar olmalı. Üstelik ortak toplumsal kökenleri olan bir acı süreç ve aradan 44 koca yıl geçtiğine göre, duygusal tonlamaları da sanırız –büyük ölçüde– dizginleyebiliriz.

7 Temmuz 1980.. Sıcak bir yaz günü ve Türkiye doludizgin 12 Eylül darbesine “kurgulu olarak” sürüklenmekte. Adeta eğik düzlemde, ülke tanımlı – planlanmış bir hedefe kayıyor. Darbeden önce 1978’de başlayan sıkıyönetim, artan terör olayları ve iç karışıklıklar nedeniyle çeşitli illerde ilan edilmişti. 12 Eylül 1980’e gelindiğinde, bu sıkıyönetim kararı Türkiye’nin tümünü kapsayacak biçimde genişletilmiştir. Her gün “ortalama” (bu sözcüğü böylesi bir bağlamda kullanmak zorunda kalmak ne acı değil mi!?) 20 (yirmi!) dolayında insanımız ölüyor, öldürülüyordu! Darbe ile birlikte bıçakla kesilir gibi durmuştu!? Önceki yıllarda Kovit-19 salgınında daha beteri yaşandığı gibi ve Sağlık Bakanı Koca’nın “önlenebilir ölümler” demesine karşın!!?? Bakanın, ilan edilenden çok fazlası dolaylı Kovit-19 ölümleri.. itirafı ne acı..

1980’ler.. TRT’nin siyah-beyaz ekranları ve gazeteler, dergiler.. kan – revan dolu.. Sunum çerçevesi ise tek tip (klişe) : ….. yerde çıkan sağ – sol çatışması”nda şu sayıda insan öldü,
bu sayıda insan yaralandı.. Ne mal güvenliği var ülkede ne de can! Toplum şaşkın, ağır gerilim altında, neredeyse “öğrenilmiş çaresizlik / pes” sendromu içinde “pes” eşiğinde.. Kendince savunma önlemleri almaya bakıyor.. Kentler – kasabalar – kırsal.. bölünmüş ve kurtarılmış bölgelerilan edilmiş. İnsanlar çaresiz, savunma amaçlı silahlanıyor..

44 yıl sonra 7 Temmuz 2024’te ise acımasız zamlar, enflasyona ezdirilen emekçiler, dinci kuşatma – laikliğe cepheden saldırı, “Maarif Müfredatı” ilkelliğiyle eğitimin çökertilmesi, 13+ milyona ulaşan kavimler göçü ile demografik operasyon ve bir başka siyasal cinayet, Sinan Ateş‘in öldürülmesi, iktidarca örtülmeye çalışılması..!

Biz o tarihlerde Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Toplum Hekimliği (sonra Halk Sağlığı) Bölümünde Tıpta Uzmanlık Eğitimi alıyoruz.. İstanbul Tıp Fakültesi’ni bitirdiğimiz 15 Haziran 1977 sonrası Elazığ / Keban’da 1 yıl SSK hekimliği yapmış ve uzmanlaşma kararı vererek adını andığımız Bölümün asistanlık sınavını kazanmış, 11 Kasım 1978’de ihtisasa başlamıştık. Bölümümüzü ve Dalımızı aşkla seviyorduk. Daha 1971’lerde Hacettepe Tıp’ta 1. sınıf öğrencisi iken Prof. Dr. H. Nusret FİŞEK’i tanımış ve O’ndan Toplum Hekimliği dersleri almıştık. Kalpaksız Kuvayı Milliyeci
Prof. Fişek,
bize sağlık ile sosyo-ekonomik etmenler arasındaki köklü, kapsamlı ve çarpıcı bilimsel ilişkilerden söz ediyordu ustalıkla.. Üstelik bu ilişkiler neden-sonuç ilişkileriydi ve geleceğin çağdaş hekimleri ve tıbbı salt fiziksel – biyolojik – kimyasal nedenlerle uğraşmakla kalmayıp; sağlık sorunlarının gerçek – altta yatan sosyal – kültürel – ekonomik kök nedenleriyle (nedenlerin nedenleriyle) uğraşmalıydı, uğraşacaktı.

Bu Fakültede (Hacettepe) Tıbbiyenin ilk 2 yılını okumuş (İngilizce hazırlık sınıfından sınavla bağışık olmuştuk) ve İstanbul’daki ailemizin yanında olmak için İstanbul Tıp Fakültesi’ne 3. sınıfta yatay geçiş yapmıştık. Yeniden ayrılmak zorunda kaldığımız Fakülteye, Nusret hocaya.. üstelik asistanı olarak dönmüştük. İşimizi çok seviyor ve gelecekte Halk Sağlığı bilim disiplinine ve  Ulusumuzun sağlığına kapsamlı katkılar verebilmeyi kuruyorduk. Uzmanlık eğitimimizin 1 yılını örnek Eğitim ve Araştırma Sağlık Ocaklarında geçirecektik ve bunlardan biri de Eskişehir yolu 28. km’deki Yapracık Sağlık Ocağı idi. (Bu köy, günümüzde Bütünşehir Belediye Yasası bağlamında Ankara’nın bir mahallesi ve hızla nüfus alıyor.. Bağlıca’da oturduğumuz eve 7 km!)

Bu Sağlık Ocağı’nda, 40+ yıl öncenin “tam anlamıyla köy koşullarında” yaşıyorduk. Lojmanımız köyde idi, odun-kömür sobalı idi ve hastane acil nöbetlerimiz ile eğitim amaçlı Ankara toplantıları dışında hep (7/24!) köyde kalmak zorunda idik. Günümüzde Ankara’nın en gözde mahallelerine dönüşen Ümitköy, Dodurga, Çayyolu, Aşağı Yurtçu, Yukarı Yurtçu, Türkobası, Alacaatlı, Ballıkuyumcutoprak damlı köylerimizdi! Oralara kapsamlı 1. Basamak (hastaneye yatmadan) sağlık hizmeti sunuyorduk.. Gece – gündüz şevkle çalışıyorduk. Etimesgut küçük bir kasaba, çevre köylerde geniş arazilerde tarım ve hayvancılık yapılıyordu. Yaygın hayvancılık nedeniyle, bir zoonoz olan Brusella hastalığı yaygındı. Pendik Veteriner Kontrol ve Araştırma Enstitüsü’nden kişisel çabalarımızla anti-serum getirtmiştik; elektrik olmayan köylerimizde,
klinik olarak Brusella düşündüren hastalardan kan alıyor, 2 tüplü (gode’li)el santrifüjü” ile çevirerek serumunu ayırıyor ve oracıkta lam üzerinde mikroskopla çökelti (aglütinasyon) bakarak Brusella’nın laboratuvara dayalı yarı-nicel (kantitatif) tanısını (titrasyon yapmadan) koyuyorduk. Günümüz sağlık çalışanları bu yaşantıya inanmakta zorluk çekecekler eminiz ama, gerçek bu! Elektrik olmayan köylerde, 2 gode’li el santrifüjü ile serum ayırarak..
***
Böylesine çoook yoğun bir koşuşturma gününün (7 Temmuz 1980) ardından birkaç saat da okuduktan ve Uzmanlık Tezimizi çalıştıktan sonra (Yapracık Sağlık Ocağı Köylerinde 30+ Yaşta Koroner Kalp Hastalığı İzleme Araştırması-3, prospektif kohort) gece yarısı sonrası yorgunlukla yatmıştık.. Kısa süre sonra önce kapı, hemen ardından pencere camı şiddetle vurulmaya başlandı, kalktık. Alışkındık, acil hastamız olmalıydı. Lojmanda sabit telefon bile yoktu! Ancak bu kez öyle değildi.. Karşımızda kayınbiraderimiz (eski) duruyordu ve yüz ifadesi çok hüzünlüydü. Ne olduğunu ağzından zorlukla aldık..

  • Babamız.. İstanbul’da Emniyet Başkomiseri babamız Halis Zeki SALTIK vurulmuştu!

Doğallıkla biz de vurulduk! Kara haber ertesi güne kalmamış, yedivermişti birkaç saatte. Hemen yola koyulmamız gerekiyordu. Ülkede akaryakıt kıtlığı vardı. On yaşındaki arabamızın bagajına yirmi Lt benzin bidonunu da koyarak (ne büyük risk!) İstanbul yoluna çıktık. Otoyol yoktu elbette.. 2-3 şerit karşılıklı trafik, bölünmemiş yolda akıyordu. Sağlık Ocağımızın usta şoförü Ömer Ulusoy, sağ olsun direksiyonu bize bırakmadı. Sabahın köründe Bahçelievler’deki evimizin kapısına vardık.. Cenaze evi idi hanemiz.. Işıklar yanıyor ve bir kalabalık deviniyor, insanlar vekarla acılarını yaşıyordu. Annemiz, 19 yaşında İstanbul Hukuk 1. sınıf öğrencisi kız kardeşimiz ve 23 yaşında Cerrahpaşa’dan 1 aylık mezun Hekim, erkek kardeşimiz ve 27 yaşında 3 yıllık hekim, biz…

47 yaşındaki (1933 Hozat doğumlu) canımız babamızı, “anarşi” dedikleri canavar bizden vahşice ve çoook erken koparıp almıştı. Şimdilerde “anarşi”ye terör, “anarşit”lere (!) de “terörist” deniyor. Ölçüsüz bir acı içimizi kavuruyordu.. Bir yandan da zorunlu işlemler vardı yürütülecek. Evin abisi bizdik ve yük, tüm ağırlığıyla boynumuzda idi. Babamız Emniyet Başkomiseri Halis Zeki Saltık, Sirkeci’de bir işyerinden haraç almak için gelen “sol örgüt” (?!) elemanlarıyla çıkan çatışmada 7-8 kurşun yemiş, oracıkta kanamadan yitirilmişti. Adli Tıp’tan cenazesini aldığımızda teni kireç rengiydi. Şiddetli iç – dış kanamadan olay yerinde ve hemen ölmüştü. Topkapı – Çamlık mezarlığına gömdük O’nu.. İl Emniyet Müdürü (Şükrü Balcı), Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığ’lı Mehmet Ağar, başsavcı, Vali (Nevzat Ayaz), Garnizon komutanı tümgeneral (66. Tümen).. görüştüğümüz yetkililerdi. Katiller kaçmıştı, ellerinden geleni yapıyorlardı yakalamak için.. Sonra bu örgütün Dev-Sol olduğu bize söylendi. Yıllar sonra birileri de yakalanmıştı. Davaya karışmacı (müdahil) olduk. Ancak ilerleyen zaman, bizde bu sanıkların katil olup-olmadıkları hakkında ciddi kuşku uyandırdı ve davadan çekildik. Suç birilerine mi yıkılacaktı?
Biz de suçlular cezasını buldu diye bir parça teselli mi bulacaktık? İstanbul Siyasi Şb. Müdürlerinden Elazığlı Mehmet Ağar (daha sonra İçişleri Bakanı!), çok sevdiği hemşehrisi “Halis abi” sine sahip çık(a)mamıştı.
***
Bir kez daha Hacettepe’den ayrıldık ve yine İstanbul Tıp Fakültesine yatay geçiş yaptık! Annemizin – kardeşimizin evine yakın bir ev kiralayarak kendimizce aileye göz – kulak olmaya çabaladık. Annemiz yıkılmıştı ve çok derin bir yas yaşıyordu. Bu koyu yası, ölene dek 13 yıl sürdürdü, çıkamadı (kronik yas sendromu). Biz uzmanlık eğitimimizi tamamladık ve Toplum /
Halk Sağlığı dalında uzman hekim olduk. Yeniden Üniversiteye, akademik kariyere çok zorlukla (yargı kararlarıyla!) dönene dek 6,5 yıl Elazığ’da çalıştık. Oysa Hacettepe’de kalabilseydik, akademik kariyeri kesintisiz sürdürme olanağımız olabilirdi. İlerleyen yıllarda kız kardeşimiz avukat oldu. Ortanca erkek kardeşimiz de İç Hastalıkları – Dahiliye uzmanı oldu.

Babamız hiç torun göremedi.. (Biz gördük! Ama AKP politikaları yüzünden, “aranan nitelikli eleman” babası ve anasıyla dış göçle yurt dışında).. Yaşam sürüyor; ama Türkiye’nin benzer ve yeni acıları bitmiyor!?? Tam bağımsızlık yitirilince, ulusça ödenen fatura olağanüstü ağır, kahredici.

Daha fazlası için lütfen tıklayın ya da kopyalayıp yapıştırararak google ile çağırın : http://ahmetsaltik.net/2018/07/07/7-temmuz-1980-34-yil-sonra-sehit-olan-babamizi-analim-istedik/

Sevgi ve saygı ile.
07 Temmuz 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı,
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik
X : @profsaltik    

Edirne’de bir caddeye görev şehidi  babamızın adı verildi. 

TTB – Türk Tabipleri Birliği’nde yeni dönem…

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM

Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzm.
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli  
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com 


TTB – Türk Tabipleri Birliği’nde yeni dönem…

TTB, 1953’te 6023 s. yasa ile kuruldu. Ama İstanbul, Ankara Tabip Odaları öncüydü, 1928’de açıldılar. 1953’te 22 Tabip Odası kuruluydu ve Türkiye’de 7432 hekim, 1242 dişhekimi vardı. Hekimler örgütlü olmasalar da özgürlükler konusunda hep önder oldu ve sıklıkla cezalandırıldı. Örneğin 1897’de Sultan 2. Hamid’e Tıbbiye’de isyan edilmesi yüzünden pek çok tıp öğrencisi ve hekim Fizan’a sürüldü. Henüz öğrenci iken Tıbbiyenin odunluğunda kurdukları (1892) İttihat ve Terakki Cemiyeti ile tıp öğrencileri padişahlığı sorguladı, 1908’de 2. Meşrutiyetin ilanını sağladı.
Son verilerle 65 Tabip Odamız var ve dişhekimleri dışında tüm hekimlerin yaklaşık %45’i üye (103 bin/229 bin). Dr. Erdal Atabek öncülüğünde başlayan yükselme dönemi 12 Eylül 1980’de kesildi. Darbeciler asker hekimlerin üyeliğini engelledi, salt kamuda çalışanların üyeliğini isteğe bağladı, Merkez Konseyi’ni Ankara’ya aldı. Üç yıl kapalı kalan TTB ve Odalar derlenmeye başladı, 1983’te kalpaksız Kuvvayı Milliyeci Prof. Nusret FİŞEK Başkan seçildi. Kurumlaşmaya ve evrensel tıp etiği ilkelerine özen gösterildi, işkenceye karşı duruldu, yargılandılar! Hacettepe’de öğrencisi ve asistanı olmanın gururunu taşıdığımız Prof. Fişek, 1990’da öldü ve O’na başlatılan muhalefet, TTB’yi günümüzdeki ağır açmazlara sürükledi. O denli ki; üç onyıldır TTB yönetimleri ideolojik savrulmalarla, giderek, ilkel etnik mikro-milliyetçilik batağına saplandı.
Dört yıl önce, hakkında ciddi suçlamalar olan bir hekim, epey karşıduruşa (muhalefete) karşın Merkez Konseyi Başkanı seçildi. İki yıl sonra, ideolojik körlükle bir daha! Bu kez TSK’nin kimyasal silah kullandığı zırvaları döküldü; yargılandı, hapis yattı, kesin hüküm giydi. Konsey üyeleri şafak baskını ile evlerinden kelepçelenerek toplandı. Son olarak MK yargı kararı ile görevden alındı ve beş Oda başkanı kayyım atandı. Bunlar çok onur kırıcı ve sorumluları özeleştiri vermeli.
Karar İstinafta iken Haziran 2024 sonunda olağan seçimler yapıldı ve yeni Kurullar oluşturuldu (Merkez Konseyi, Yüksek Onur Kurulu ve Denetleme Kurulu).
76. Büyük Kongre seçimli idi 28-30 Haziran 2024’te. “Etkin Demokratlar-ED” 34 yıldır
hep seçimleri kazandılar!? Ancak TTB sürekli güç yitirdi, üye sayısı 103 binde kaldı. Yeni mezun hekimler uzak duruyor. Halk Sağlığı ve Hekim Hakları sorunları yakıcılaşırken, ED’lar utandıran bölgesel-etnik milliyetçiliğe saplandı. Hekim Sendikaları öne çıktı, genç hekimler bunlara yöneldi. AKP iktidarları TTB’yi çok hırpaladı, Sağlık Bakanları görüşme randevusu vermedi.
Ama olsun, un ufak da olsa ED’ların oyuncağı idi TTB!!? Oda seçimlerinde giderek azalan ve %30’u bulmayan katılımlarla, olağanüstü katı oligarşik yapı ile hep kazandılar (!) seçimleri.
Ancak sonunda duvara dayandılar. Yurtsever Hekim kamuoyu harekete geçti.
İki liste daha çıktı. Yükselen ve güçlenerek yaygınlaşan karşıtlar, bu kez ED’lara bırakmayacaktı TTB’yi. Tabip Odaları İnisiyatifi ile son gün “uzlaşıldı” ve Çağdaş Hekimlik Grubu yalnız kaldı.
Bu son Grup için olmadık, olumsuz hatta kara propaganda yapıldı; AKP-MHP ittifakıydı bu hekimler ve iktidar güdümlüydü. Bu suçlama ideolojik temelliydi gerçekte. İçlerinde yakından tanıdığımız çok sayıda yurtsever – ulusalcı – Atatürkçü – Kuvvayı Milliyeci meslektaşlarımız vardı ve iktidar güdümlü de değiller. ED’lar eliyle, kör ideolojik saplantılarla açmaza ve dağılmaya sürüklenen TTB’yi kurtarmak istiyorlardı. Üç liste yarışırsa, kazanma şansları ciddi idi.
Son olarak 487 temsilci (delege) vardı, Oda Başkanları ile üye sayılarına orantılı Oda delegeleri ve ağırlıklı olarak ED’larca belirlenmişti. Ancak muhalefet ciddi düzeyde idi. ED’lar çaresiz,
ödün vermek zorunda kaldı, sosyal demokrat çizgideki Tabip Odaları İnisiyatifi ile
son gün uzlaştılar.
Hangi ilkesel düzlemde uzlaşıldı, göreceğiz. İlki, TTB artık asla etnik mikro-milliyetçilik yapmayacak? Kuruluş yasası gereği “Halkın Sağlığı + Hekim hakları” birlikte ana eksen olacak, us ve bilim ideolojinin önüne konacak?
11 üyeli MK’de ED’lar 6, Tabip Odaları İnisiyatifi 5 üyeli ama Başkan sonki listeden.
   Ne yapmalı             ???
– TTB yasası değiştirilerek seçimlere tüm üye hekimler katılmalı ve elektronik oy kullanmalı.
– Anayasanın buyruğuna uyulmalı :
– “Seçim kanunları, temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir.” (m.67)
– Tüm hekimlerin üyeliği zorunlu kılınmalı.
– 11 kişilik MK, kritik konularda hekimler arasında eğilim yoklamalı.
– Organlara seçilenler, seçenlerce geri çağrılabilmeli.
– Meslek örgütleri alanında tek, dolayısıyla tüm üyelerin adil temsili ancak göreli temsille sağlanabilir.
– Şimdiki yöntem çok katı oligarşik yapılar üretiyor ve çoğunluk diktası dayatıyor (Majority), Anayasaya aykırı.
– Oysa demokrasi azınlıkta kalanları gözetir, bu da “Çoğulculuk”la (Pluralism) olanaklı.

Yeni seçilen meslektaşlarımız, ülkemizin olağanüstü yakıcı bunalımında tarihsel sorumlulukla davranmalı, tüm hekimleri kucaklamalı.

HPV aşıları Hepatit B Virüs aşısı gibi HPV aşısı da kanserden koruyucu aşı

Prof. Dr. Gülden ÇELİK | KoronavirüsProf. Dr. Gülden Çelik
Bahçeşehir Üniv. Tıp Fak. Tıbbi Mikrobiyoloj Anabilim Dalı
KLIMUD Klinik Viroloji Çalışma Grubu Başkanı

Human Papilloma virüs (HPV) erkek ve kadınlarda en sık karşılaşılan cinsel temasla bulaşan etkenlerden biridir. HPV ile ilgili hastalıklar hem sağlık sistemi için büyük yüktür, hem de toplumda sosyal ve psikolojik sorunlara yol açmakla kalmayıp aynı zamanda bir kısım hastalıklarının tedavisinde de güçlüklerle karşılaşılabilmektedir. HPV yaklaşık 200 tipe sahip olup, zarfsız ve dirençli bir virüstür. Birbirinden önemli genetik farklılık gösteren alfa ve beta cinsleri en çok karşılaşılanlarıdır.

Deride HPV enfeksiyonları genellikle beta cinsi ile oluşur ve özellikle çeşitli tedavi seçeneklerine de karşı dirençli siğillere yol açarlar ve bazı tür deri kanserleri ile ilişkileri gösterilmiştir. Bağışıklığın baskılandığı transplantasyon uygulanan ve HIV ile yaşayan bireylerde de oldukça sık görülürler. Mukozada enfeksiyona yol açanlar ise çoğunlukla alfa HPV’ lerdir. Cinsel olarak aktif kadınların çoğu bu virüslerle karşılaşmıştır. Genellikle önce belirsiz bir enfeksiyon yaparlar ve 1-2 yıl içinde iyileşirler. Küçük bir oranında inatçı uzun süreli enfeksiyon sonucu kanser gelişir.

Kanserle ilişkileri nedeni ile üzerinde en çok çalışılan bu alfa HPV’lerdir. Sık görülen önemli hastalanma ve ölüm nedenlerini oluştururlar. Dünyadaki kanserlerin %5’ i bu etkenle oluşur. Rahim ağzı kanseri alfa HPV virüslerin yol açtığı en sık görülen ve en ölümcül kanserdir ve her yıl 310000 kişi bu nedenle kaybedilir. Alfa HPV’ler arasında kanserle ilişkisi çok görülen yüksek kanser riskli olanları vardır. Bunlardan ikisi de kadın ve erkeklerde görülen kanserlerin çoğundan sorumludur. Yine genital bölgede yer alan siğillerin çok büyük oranından da yine bu alfa HPV’ lerin iki tip sorumludur. Şu an kullanımda olan HPV aşıları bu alfa HPV’ lerin en sık karşılaşılanlarına karşı hazırlanmıştır. 2006 yılından beri ABD de kullanılmaktadır. Bu aşılar enfeksiyöz virüsü içermezler. Virüsün bir parçası rekombinant   teknolojiye göre üretilmiştir, alt ünite aşılarıdır. Aşıların enfeksiyon yaratma etkileri yoktur. Kas içi uygulandığında, bu virüslerin enfekte edeceği hücrelere girmek için ilk bağlanım yerlerine karşı nötralize antikor-koruyucu molekül oluşturma ve enfeksiyonu önleme yeteneğine sahiptirler. Onaylı yaygın kullanımda üç aşı bulunmaktadır (bivalan, kuadrivalan ve nanovalan aşılar). Üç aşı da kadın ve erkeklerde ağız, genital ve anal bölge kanserlerine ve kuadri ve nanovalan aşılar da genital siğillere karşı koruyucudur. ABD de 9-12 yaş kız çocukları HPV ile aşılandığı ve önerilen yaşlarda servikal kanser taramaları uygulandığı takdirde, yılda   > 200.000 üzeri HPV enfeksiyonunun, yaklaşık 100.000 anormal rahim ağzı tarama sonucunun ve 3.300 serviks kanserinin önlenebileceği hesaplanmıştır. Bu koruyucu aşıların etkinlik ve antikor oluşturma oranları mükemmel bulunmuştur. Önerilen erken yaşta aşılamayla, kanser görülme oranında düşüşün ilişkisi gösterilmiştir. Eğer toplumda sadece kız çocukları aşılansa bile bu aşılamanın erkek çocuklarında benzer yaşlarda sürü bağışıklığı oluşturdu, erkeklerin de korunduğu  ve bu oranın kız çocuklarındaki aşılanma oranı ile paralel artışına dair bilgi sunulmuştur. Ancak bu etki erkek erkeğe seks yapanlarda gözlenmemektedir. Koruyucu aşıların yarar ve maliyet açısından etkinliği en yüksek kanıtlanmış olan kadınlar olduğu için, kaynakları sınırlı ülkelerde genç kadınların, kaynak açısından zengin ülkelerde her iki cinsin aşılanması önerilmektedir. ABD de uygulama başlangıç yaşı, erkek ve  kız çocuklarında  11-12 yaşında (9 yaş da olabilir) önerilmektedir. Aşılanmayanların 26 yaşına kadar aşılanması tavsiye edilmektedir. 26 yaşından sonra 46 yaşına dek belirli şartlarda aşı önerilmektedir. 45 yaş üstü aşıdan yararlanabilir ancak bu konuda yeterli kanıt ve FDA onayı da yoktur. HPV ile karşılaşma oranı yaşla artar ve aşının etkinliği azalır ve sadece henüz karşılaşılamayan tiplere karşı korunma gelişir. Sağlık çalışanlarına mesleki maruziyet riski varsa ve bağışıklık yetersizliği olan bireylere önerilir.

Dünya Sağlık Örgütü, kaynakları sınırlı ülkeler için HPV aşısının ülkelerin ulusal aşı programında yer almasını önermektedir. 2024 yılı itibariyle dünya çapında 137 ülke,
HPV aşılarını ulusal programlarına dahil etmiştir ve aşı ücretsiz uygulanmaktadır
.

Avrupa Hastalık Önleme ve Kontrol Merkezi verilerine göre 30 Avrupa ülkesinden 28’inde 9-14 yaş arası kız ve erkek çocukları bağışıklama programı kapsamında HPV aşısı ile aşılanmaktadır. Ülkemizde henüz ulusal aşılama programına dahil değildir. Aşağıdaki şekilde yeşil alanlarda HPV aşısı, aşılama takvimlerinde yer almaktadır.

Koruyucu aşılar henüz HPV ile karşılaşmamız kişilerde etkilidir. Koruyucu aşılar 9-14 yaş arası 2 doz ve 15 yaş üstü bireylerde ve bağışıklığı baskılanmış grupta üç doz önerilmektedir. Elde edilen korunma uzun etkili olduğu için önerilen takvim sonrası, aşı tekrarı şu an için yoktur. Ücret ve ulaşabilme problem değilse nanovalan aşı önerilir. ABD’de 2017’den beri sadece nanovalan uygulanıyor. Ülkemizde de mevcuttur. Daha önce Bivalan/kuadrivalan aşı ile seri tamamlanmış ise ek  nanovalan aşı önerilmiyor. Koruyucu aşılarda eğer herhangi bir nedenle takvim tamamlanmamışsa tekrar başlama önerilmiyor. Eksik kalan doz/dozlar uygulanır. Takvime başlanan aşıyla devam edilir. Ama takvim  nanovalanla da tamamlanabilir. Aşı öncesi gebelik testi, HPV DNA ve sonrası HPV antikoru baktırmaya gerek yoktur. Emzirme aşıya engel değildir, yeterli veri olmadığı için gebelikte aşıdan kaçınılır. Gebelikte kazara uygulanan bireylerde yan etki saptanmamıştır ama ek dozlar gebelik sonrasına ertelenir. Sağlık çalışanlarından HPV lezyonlarının eksizyon ve ablasyonu sırasında oluşan damlacıklara maruz kalanlara önerilir.

Güvenilir ve iyi tolere edilebilir aşılardır. Diğer aşılarda da görülen hafif şiddette enjeksiyon yeri reaksiyonu ve nadiren diğer aşılarda da görülen senkop görülebilir. Bu nedenle oturarak aşı uygulaması ve 15 dakika gözlem önerilir.

HPV aşılaması rahim ağzı kanser taramalarını etkilememelidir. Sağlık Bakanlığı önerilerine göre 30-65 yaş arası, 5 yılda bir Pap-smear ve HPV DNA testi ile taramalar aşılılarda da devam etmelidir.

Son yıllarda FDA onaylı alfa HPV’lere koruyucu aşılar, ayrıca daha çok beta HPV’ler ile çok da sık görülen inatçı siğil, prekanseröz ve neoplastik lezyonlarda ve hatta bağışıklık yetersizliği olarak tedavi seçeneği olarak değerlendirilmektedir. Koruyucu aşıların çok çeşitli HPV suşlarına bağlı gelişen lezyonlarda tedavi edici etkileri ilgi çekici bir araştırma alanıdır. Ancak rutin uygulanabilirliği ve maliyet etkinliğini saptamak için randomize kontrollü çalışmalara halen gereksinim vardır.

Ayrıca HPV’ nin tümör antijenlerine karşı hücresel bağışıklığı oluşturmayı hedefleyen direkt tedaviye yönelik de çok sayıda aşı çalışması yürütülmektedir.

Şu an onaylı HPV aşılarının, aynen Hepatit B virüs (HBV) aşısı gibi bir kanser önleyici aşı olduğu unutulmamalıdır. En azından kız çocukları için ulusal aşı takvimine alınması bir an önce gereklidir.

Kaynak : HPT-Herkese Bilim ve Teknik s. 423, syf. 11, 23.5.2024

Cumhuriyet TV programımız : İklim Faciası Ürünü Sıcaklarla Nasıl Başetmeli?

Dostlar,

Cumhuriyet gazetesinden Sayın İrem KARATAŞ ile bir söyleşi yaptık ve Cumhuriyet TV‘de yayınlandı. Konumuz,

  • İklim Faciası Ürünü Sıcaklarla Nasıl Başetmeli? idi.

Youtube’a da yüklendi. İzlemek için lütfen tıklayınız.. (21 dakika)

https://youtu.be/RDLHhFQg1G8?si=_5t-UR2d4txesVhX

Paylaşılması ve yararlı olması dileğiyle..
***

Konuşmamızdan notları şöyle sunabiliriz :

Artan ve artacak sıcaklarla insanlık nasıl başetmeli?

Artan ve artacak sıcaklarla başa çıkmak için kısa, orta ve uzun erimli (vadeli) öneriler şöyle sıralanabilir:

Kısa Erimli  Öneriler:

  1. Sıcak Havalarda İçme Suyu Tüketimini Artırın:
    Beden sıcaklığını dengede tutmak için yeterli miktarda su içmek önemlidir.
  2. Gölge ve Serin Alanlarda Kalın: Olanaklıysa öğle saatlerinde güneşten korunmak için
    gölgeli veya serin alanlarda zaman geçirin.
  3. Hafif Giysiler Giyin: Nefes alabilir ve hafif giysiler seçerek beden sıcaklığını dengeleyin.
    Bol ve açık renkli, uzun kollu pamuklu giysileri yeğleyin.
  4. Sıcak Çarpmasına Karşı Bilgi Edinin: Sıcak çarpması belirtilerini tanıyın ve ivedi (acil) durumda nasıl müdahale edileceğini, ilk yardım yapılacağını öğrenin.

Orta Erimli Öneriler:

  1. Kent Planlamasında Yeşil Alanları Artırın: Kentlerdeki yeşil alanları artırarak
    sıcaklık adalarını azaltabilir ve serinleme sağlayabilirsiniz.
  2. Halkı Bilinçlendirme Çabaları: Sıcak hava uyarıları ve önlemleri hakkında
    halkı bilinçlendirme kampanyaları düzenleyin.
  3. Altyapıyı Sıcak Hava Koşullarına Göre Ayarlayın: Su kaynakları, elektrik sağlanması ve sağlık hizmetleri gibi altyapıları sıcak hava olaylarına yeterli düzeye getirin.

Uzun Erimli (Vadeli) Öneriler:

  1. İklim Değişikliği ile Savaşım: Fosil yakıt kullanımını azaltarak ve güneş, rüzgar gibi yenilenebilir enerji kaynaklarını teşvik ederek iklim değişikliği etkilerini azaltmaya çalışın.
  2. Sürdürülebilir Kent Planlaması: Yeşil binalar, su ve enerji verimliliği gibi sürdürülebilir
    kent planlama yordamlarını (stratejilerini) uygulayarak kentlerin sıcak hava koşullarına uyumunu sağlayın. Yeşil yaşam, toplu taşıma, karbon ayak izini en aza indirme..
  3. Eğitim ve Araştırma: Sıcak hava olaylarının insan sağlığına ve çevreye etkilerini araştırarak, bu bilgileri politika yapıcılarla ve halkla paylaşın.

Bu öneriler, artan sıcaklıkların insanlar üzerindeki etkilerini azaltmaya ve toplumları daha dayanıklı kılmaya yardımcı olabilir.

***
Aşırı sıcaklardan korunmak için aşağıdaki tıbbi önlemler alınabilir:

  1. Yeterli sıvı alınması: Sıcak havalarda bedenden su yitiği terlemeyle artar. Bu nedenle yeterli su içmek, sıvı almak önemlidir. Günlük su tüketimini artırarak kuruma (dehidratasyon) riskini azaltabilirsiniz.
  2. Elektrolit dengesini korumak: Sıcak havalarda terleme ile birlikte beden elektrolit yitiği yaşayabilir. Bu yitiği yerine koymak için elektrolit içeren içecekler veya gıdalar tüketmek önemlidir. Yüksek tansiyon sorunu yoksa hafif tuzlu ayran ideal içecek sayılabilir.
  3. Güneşten korunma: Güneşin zararlı UV ışınlarından korunmak için güneş kremi kullanmak, açık renkli ve uzun kollu giysiler giymek ve siperlikli şapka takmak önemlidir.
    UV filtreli gözlükler de erkan katarakt ve retina zedelenmesini önlemek için çok gereklidir. UV filtreli olmayan güneş gözlükleri yarardan çok zarar verebilir.
  4. Uygun giyim: Serin kalmak için açık renkli hafif ve pamuklu giysiler yeğlenmelidir.
    Sentetik giysiler terleme sonrası rahatsızlık verebilir.
  5. Aşırı sıcaklarda dışarıda çok zaman geçirmemek: Özellikle öğle saatlerinde güneşin
    en dik olduğu saatlerde dışarıda olmamaya çalışmak ve gölgeli veya serin yerlerde dinlenmek önemlidir. Türkiye enlemleri için (36-42 kuzey) saat 11:00 – 16:00 arası..
  6. Hafif yemekler tüketmek: Ağır yemekler metabolizmayı artırarak beden sıcaklığını yükseltebilir. Bu nedenle ağır olmayan, hafif yiyecekler tüketmek yararlı olabilir.
  7. Süregen (Kronik) hastalığı olanların özel dikkat göstermesi: Özellikle kalp-damar hastalığı, hipertansiyon gibi süregen hastalıkları olanlar aşırı sıcaklarda daha çok risk altında olabilirler. Bu kişilerin sıcaklarda daha dikkatli olmaları ve gerekirse sağlık çalışanlarına danışmaları önemlidir. İdrar söktürücü (diüretik) alan hastalar hekimlerine danışmalıdır.

Bu önlemler aşırı sıcaklardan korunmanıza yardımcı olabilir. Özellikle sıcak havalarda dışarıda
zorunlu olarak uzun süre kalıyorsanız, bu önlemleri dikkate alarak sağlığınızı koruyabilirsiniz.

KÜRESEL ISINMA / İKLİM FACİASI.. karşısında dünyada ve Türkiye’de nüfusu azaltmalı,
yarısına indirmeli. Yaşlanma ciddi sorun değil, yapay zekalı insansı robotlar yüz milyonlarca insanın işini çok ekonomik olarak yapabilecek yetide. İşsizlik sorunu zaten çok ciddi..

Yeşil yaşam, yenilenebilir enerji kaynakları.. küresel ölçekte ortak girişimler..
Uluslararası COP kararları

***
Sıcak çarpması belirtileri nelerdir ve ivedi (acil) durumda ne yapılabilir?

Sıcak çarpması, beden sıcaklığının aşırı yükselmesi sonucu ortaya çıkan ciddi bir sağlık durumudur. Ölümcül olabilir! Belirtileri genellikle hızla ortaya çıkar ve hemen girişim (müdahale) gerektirebilir. Belirtileri ve ivedi girişim (acil müdahale) yöntemleri:

Belirtiler:

  1. Yüksek Beden Sıcaklığı: Beden sıcaklığı 40°C (104°F) veya daha yüksek olabilir.
  2. Şiddetli Baş Ağrısı: Yoğun ve sürekli baş ağrısı duyumsanabilir (hissedilebilir).
  3. Baş Dönmesi ve Sersemlik: Kişi baş dönmesi, sersemlik veya halsizlikten yakınabilir.
  4. Kuru ve Kızarmış veya Nemli Deri: Deri kuru / nemli, kızarmış ve sıcak olabilir.
  5. Nefes Darlığı ve Hızlı Nefes Alma: Nefes alma hızlanabilir ve nefes darlığı yaşanabilir.
  6. Nabızda Hızlanma: Nabız hızlanabilir ve kalp atışları düzensiz olabilir.
  7. Bulantı ve Kusma: Bulantı, kusma veya karın ağrısı görülebilir.
  8. Bilinç Yitimi : Ciddi olgularda bilinç yitimi, kişi – yer -zaman yönelim (oryantasyon) bozukluğu görülebilir.

İvedi girişim (Acil Müdahale) :

  1. Acil Yardım Çağrısı Yapın: 112 veya ilgili acil sağlık hizmetleri numarasını arayıp
    hekim yardımı isteyin.
  2. Kişiyi Serin Bir Yere Taşıyın: Olanaklıysa gölgeli veya serin bir alana taşıyın.
  3. Giysilerini Gevşetin veya Çıkarın: Kişinin fazla giysilerini çıkararak veya gevşeterek
    beden sıcaklığının düşmesine yardımcı olun.
  4. Soğutma Yöntemleri Uygulayın: Beden sıcaklığını düşürmek için ıslak havlu veya giysi kullanarak kişiyi soğutun. Soğuk su ile duş aldırmak veya soğuk bezler uygulamak da
    yararlı olabilir.
  5. Su İçirmeyi Deneyin: Bilinci yerindeyse ve içebiliyorsa, küçük yudumlarla su içirin.
  6. Profesyonel Yardım Bekleyin: Sağlık yardımı gelene dek kişinin durumunu sürekli izleyin
    ve desteği sürdürün.
  • Sıcak çarpması ciddi bir durumdur ve zamanında girişim yaşamsal önem taşır.

Erken tanı ve doğru girişim (müdahale) ile istenmeyen sonuçlar önlenebilir.
***
Sıcak çarpması durumunda acil tıbbi girişimler şunları içerebilir:

  1. Hızlı Soğutma: Beden sıcaklığını hızla düşürmek için soğuk su ile banyo yaptırma veya soğuk bezler uygulama. Özellikle baş, boyun, koltuk altları ve kasıkları soğutmak önemlidir.
  2. İç Organların Soğutulması: Ağır olgularda iç organların soğutulması için endikasyon varsa, damar içi soğutma yöntemleri kullanılabilir.
  3. Sıvı verilmesi (Hidrasyon) Sağlanması: Sıcak çarpması genellikle bedenden su ve elektrolit yitimine yol açar. Sıvı yitimini gidermek için damar içi sıvı-elektrolit verilmesi gerekebilir.
  4. Solunumun Desteklenmesi: Ağır olgularda solunum desteği gerekebilir.
  5. Kalp ve Dolaşım Sisteminin Desteklenmesi: Nabız ve kan basıncının düzenlenmesi,
    kalp atımlarının izlenmesi ve gerekirse desteklenmesi.
  6. Elektrolit Dengesinin Sağlanması: Kan elektrolit düzeyinin düzenlenmesi ve
    denge sağlanması.
  7. Bilinç Düzeyinin ve Genel Durumun İzlenmesi: Kişinin bilinç düzeyi ve genel durumu
    sürekli izlenmeli ve değişiklikler kaydedilmelidir.
  8. Hastanın Soğuma Sürecinin İzlenmesi: Beden sıcaklığının hızla düşürülmesi,
    soğuk stresi ve başka sorunlara yol açabilir. Bu süreç dikkatli yönetilmelidir.

Sıcak çarpması gibi ciddi bir durumda, tıbbi müdahale genellikle acil servis veya yoğun bakım biriminde yapılır. Bu girişimlerin uygulanması, kişinin yaşamını kurtarmak veya kalıcı iz riskini azaltmak için büyük önem taşır. Bu yüzden, sıcak çarpması belirtileri gösteren bir kişiye
hızla profesyonel sağlık yardımı çağrılmalı ve uygun sağaltım (tedavi) süreci başlatılmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 25 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

İKTİDARSIZLIK DA FENA DEĞİLDİR

Dr. Levent Seçkin | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Yusuf Samim Lütfü
(24.06.2024 / Şile)

Üretkenlik yaratıcılığın en doğal biçimidir. Doğadaki tüm canlılar üreyerek soylarını sürdürme çabası içindedir. En basit tek hücreliden en karmaşık organizmaların bütün hücrelerinin genlerine kodlanan bu iktidar (yapabilirlik) canlılığın temelidir. İnsanlar olarak bizim de bir üyesi olduğumuz omurgalılar sınıfının memeliler kümesindeki tüm öbür organizmalar gibi üreme iktidarımızı hormonlar dediğimiz sihirli aracı kimyasallara borçluyuz.

Daha anamızın karnında, tam farklılaşmamış hücre kümesi durumunda olduğumuz erken dönemde cinsiyet kromozomları denen bir çift kromozomun ikisinin aynı (XX) ya da birinin öbüründen biraz kısa (XY) olmasına göre, MIF (Mullerian Inhibiting Factor) adlı bir hormonun salgılanması ile erkek ya da salgılanmaması ile dişi olarak gelişiriz. Sonrasında da tüm yaşamımız ve tüm iktidarımız seks (cinsiyet) hormonları denen steroid yapıda hormonlarca belirlenir. Hormon demek iktidar- yapabilirlik demektir. İnsanlar üreyebilmek ve üretebilmek için hormonlara gereksinim duyar.

Tüm yaşamımız mı dedim? Pardon! İnsanın hormonlarının aklını yönettiği döneme gençlik, hormonların tükenip insanın aklı ile baş başa kaldığı döneme yaşlılık denir. Hormonlar ve iktidar gençliğe özgüdür. Kadınlar için ellili, erkekler için altmışlı yıllar gelip çattığında bir garip, biraz buruk, tuhaf bir durum ortaya çıkar. Orhan Veli‘nin çok sevdiği salatadan bile zevk alamaması gibi tuhaf bir durumdur bu; hormonlarınız tükenmiş, iktidarınızı yitirmişsinizdir.

İktidar öyle kolay vazgeçilecek bir şey değildir. İktidar güç demektir, para demektir, mevki demektir. Para olsun, mevki olsun, güç olsun hormonal aktif (hormon salgılayan) insanların peşinden koştukları şeylerdir. Daha doğrusu insanları bunların peşinden koşturan şey bu hormonlardır. İnsanlar iktidarı severler.

İnsanlar derken iki kime insan ayrıktır (istisnadır) :

Bilim insanları ve filozoflar için iktidardan daha önemli ve daha değerli bir şey vardır;

  • Bilim insanları ve filozoflar için en önemli şey gerçekliktir.

Gerçek bilim insanı ya da gerçek filozofun iktidarla işi olmaz, onun tek bir amacı vardır: Gerçeklik! Bu iki kümenin -bilim ve felsefe insanları- farkını da Ziya Gökalp ortaya koymuştur:

  • Bilimin amacı yarar iken, felsefenin amacı idealdir, ancak bilim insanının da filozofun da amacı aynıdır: Gerçeklik!

Başta siyasetçiler (politikacılar) olmak üzere, onları seçen insanlar hep iktidar peşinde koşarlarken, bilim insanları ve filozoflar için gerçeklik her zaman iktidara baskın çıkar.

Bilim insanı ya da filozof dendiğinde neden akla hep Einstein’vari bir yaşlı insan imgesi gelir gözümüzün önüne, şimdi anlaşılmıştır sanırım.

İktidar demişken İdeolojiye değinmeden olmaz

Konuşuyoruz ama, sıklıkla sözcüklerin anlamına egemen olmadan konuşuyoruz. Eski dilde fikriyat, sözlük karşılığı olarak düşünce biçimi diyebileceğimiz ideolojinin iktidarla yaşamsal  ilişkisi var. Şöyle ki; İdeoloji dediğimizde iktidar istemi olan (bir tarzı olan) düşünceler dizgesini anlıyoruz. Yani iktidar yoksa ideoloji de yok.

Bir düşünce kümesinin ideoloji olması için iktidar isteminin, yönetme isteminin, düzenleme isteminin olması gerekiyor. Bu bağlamda başta siyasallaştırılmış dinler olmak üzere liberalizm, Marksizm, anarşizm vs. hep ideoloji kapsamında iken; bilimsel ya da felsefi bir etkinlik asla ideoloji kapsamında değildir.

Bununla birlikte “İdeolojisiz bir yaşam olanaklı mıdır?” derseniz, yanıtım “Hayır”dır.

Çünkü insanların çoğu, yaşamlarının çoğu bölümünde hormonal olarak aktiftirler ve iktidar istemleri vardır. Bana sorarsanız, tüm ideolojiler arasında en az zararlı olanı Aydınlanma ideolojisidir, çünkü aklın ve bilimin rehberliğinin savunusu (Aydınlanma) doğası gereği akılcılığa ve eleştirelliğe en açık olanıdır.

Ben iktidarı hep alkollü içeceğe benzetirim; azı karardır ama çoğu zarardır.

Yaratıcılık için, yapabilirlik için iktidar gereklidir ama fazlası toksiktir (zehirlidir).
İktidar düşkünü, hatta iktidar budalası insanlar benim için hep uzak durulması gereken insanlardır. Siyasetçiler bu insanların ilk sırasında gelirler.

Bertrand Russell “Siyasetçiler kendi doğruları (ideolojileri) konusunda halkı iknaya uğraşırlarken, bilim insanları (ve filozoflar, YSL) topluma neyin gerçekten yararlı olduğunu göstermekle ilgilidirler” demişti.

Müreffeh (gönençli), huzurlu (erinçli) ve modern (çağcıl) toplumlara bakın; hepsinde bilim adamları ve filozoflar siyasetçilerden değerlidir.

Tersine bakmanıza gerek yok, zaten yıllardır içinde yaşıyorsunuz.

Tabip Odalarının Durumu

Prof.Dr.Gazi Zorer (@prof.dr.gazizorer) • Instagram photos and videosProf. Dr. Gazi Zorer

13 Haziran 2024, Cumhuriyet

Meslek odaları demokratik sistem içinde bir baskı grubu (kümesi) olarak yer alır. Kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları olarak anayasada tanımlanmış olmaları (AS: m.135) bu kuruluşlara bir sosyal grubun hak ve çıkarlarını savunmanın ötesinde toplumsal görevler yükler. Bu anlamda 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği (TTB) yasası, meslek birliğimize halk sağlığını koruma görevi de vermiştir. Bu çerçevede siyasal iktidarın halk sağlığı için risk oluşturan kimi karar ve uygulamalarına karşı uzman bir kuruluş olarak hukuksal girişimlerde bulunmak ve toplumun bilgilendirilmesine yönelik müdahale etme görevini yerine getirir.

Meslek kuruluşlarının kamu kurumu niteliği yanında üyelerinin demokratik katılımı ile seçtiği yöneticiler eli ile işlev gördüğü dikkate alındığında, toplumsal etkinlik düzeyinde üyeleri ne denli temsil ettiği de önem kazanıyor. Ülkemizdeki meslek kuruluşlarında, mesleği uygulamak için üyeliğin zorunlu olduğu barolar, en yüksek üye katılımı ile yönetim organlarını seçerken öbürlerinde seçimlere katılımın düşük olduğunu biliyoruz. En düşük katılıma sahip meslek kuruluşlarından birinin Tabip Odaları olduğunu söylersek hata yapmış olmayız. Birkaç istisna (ayrık) dışında Oda seçimlerine katılım %5-15 arasında değişiyor. Bu durum ciddi bir temsil sorununu da ortaya koyuyor.

BU DURUMA NASIL GELİNDİ?

12 Eylül 1980 askeri darbesini takiben (izleyerek) çıkarılan, katılımı ve demokrasiyi kısıtlayıcı yasal değişikliklerden biri de 6023 sayılı TTB yasasında önceden mesleği uygulamak için zorunlu olan Oda üyeliğinin, salt kamuda çalışan hekimler için isteğe bağlı duruma getirilmesi oldu. Bu değişiklik Oda ve Birlik (TTB) yönetimlerinin, hekimlerce onaylanmayan politikaları ile birleşince, süreç içinde Tabip Odalarına üye hekim sayısının yarıya düşmesi sonucu ortaya çıktı. Özellikle genç hekimler arasında üyelik oranı çok düşük düzeylerde, %15 dolayındadır. Halen ülkemizde mevcut (varolan), yaklaşık 230 bin hekimden 100 bin kadarı Tabip Odalarına üyedir.

TTB’nin efsanevi başkanı Prof. Dr. Nusret Fişek’in 1990’da vefatını takiben (ölümünün ardından) değişen yönetim anlayışı halen sürmektedir. 34 yıla ulaşan bu dönemde TTB sağlık alanını aşan, her fırsatta ülkenin siyasal gündemine müdahil olmaya çalışan, sağlık ve yaşam üzerinden bağlantı kurarak genel güvenlik meselelerine kadar (sorunlarına dek) uzanan birçok alanda söylem ve eylemlerde bulunmuştur. Hekimlerin her geçen gün artan mesleksel, ekonomik, yönetsel hatta can güvenliği gibi pek çok sorunlarının göz ardı edildiği, yeterince ilgilenilmediğine dair (ilişkin) algı, çok geniş hekim kitlesince benimsenmiştir.

Bunun sonucunda “hekim sorunları ile değil gündelik siyasetle uğraşan” meslek birliğine yönelik oluşan bu geniş tepki sonucunda hekimler ile meslek odası arasında aşılması güç duvarlar örülmüştür. Kitlesinden kopan yönetimler giderek daha çok savrulmuşlardır. TTB başkanının terör örgütü ilişkili bir TV kanalında canlı yayın konuğu olarak Irak’ın kuzeyinde Ordunun kimyasal silah kullandığına dair iddialarda bulunması sonrasında terör örgütü propagandası yapmak suçundan 2 yıl 8 ay 15 gün hapis cezasına çarptırılmış, İstinafta onaylanmıştır. Ayrıca TTB yönetimi hakkında açılan davada yönetim kurulu görevden alınarak kayyum atanmasına karar verilmiştir.

  • Meslek örgütümüz ciddi bir kriz ortamına sürüklenmiştir. 

Söylem ve eylemleri kendi hekim kitlesi tarafından desteklenmeyen güçsüz ve zayıf düşmüş bir TTB gerçekte siyasal iktidarın işini kolaylaştıran bir işlevi de yerine getirmekte, TTB’nin aykırı kimi çıkışları siyasal gündemi değiştirmekte bile kullanılmaktadır.

  • Sonuçta hekimlerin hak kayıpları artmakta ve mesleksel uygulamadaki özgürlük alanları her geçen gün kısıtlanmaktadır.
  • Hekim emeği günbegün değersizleştirilmekte, özel hastane zincirleri büyütülürken şehir hastaneleri yolu ile dolaylı bir özelleştirmenin de yolu açılmış ve ilerletilmektedir.
  • Neoliberal ekonomi anlayışının sağlık alanındaki bu uygulamaları artık bir nesne durumuna getirilen hastalarla birlikte hekimleri hem kamuda hem özel sektörde ucuz işgücü olarak kullanmaktadır.

ÇÖZÜM NEDİR?

TTB ve Tabip Odalarının tüm hekimleri kapsayarak, onların güvenini kazanarak, desteğini alacak yeni bir anlayışla yönetilmesi gerekiyor.

Stratejik plana sahip, proje bazlı (temelli), proaktif (öngelen) bilimsel çalışmalar ile bu değişim gerçekleştirilebilir. Hedef tüm hekimlerin Oda üyesi olmasını sağlamak olmalıdır. Bunun için gündelik siyaseti, kimlik siyasetini değil, hekimlik ve sağlık siyasetini öne çıkaran bir politika değişikliğine gereksinim vardır.

Hekimlerin meslek örgütüne sahip çıkması için gerekli nesnel koşullar fazlasıyla mevcuttur (vardır). Aile hekimlerinden serbest hekimlere, kamuda çalışan uzman ve asistanlardan özel hastanelerde çalışan hekimlere dek tüm hekimlik kategorilerinde (alanlarında) her geçen gün artan devasa sorunlar vardır. Son üç yıl içinde kamu hastanelerinde çalışan 50 bine yakın hekim sendikalara üye olmuştur.

TTB’nin tüm hekimleri içeren meslek birliği olarak, hak temelli kapsayıcı politikalar oluşturup, sağlık alanında varolan uzmanlık derneklerinden hekim sendikalarına, aile hekimleri dernek ve sendikalarından, serbest hekim yapılanmalarına dek tüm hekim örgütlenmeleri ile birlikte hareket etme yeteneğini kazanmalıdır. Bu stratejik birliği sağladıktan sonra hekimler istediklerini elde edebilir ve halkın sağlık sorunlarına da sahip çıkabilecek ağırlığa ulaşabilirler. Bunun için de hekimlerin Tabip Odalarına sahip çıkmaları gerekiyor.

Cumhuriyet’e demecimiz : KIRIM – KONGO KANAMALI ATEŞİ HASTALIĞI

Havaların ısınmasıyla artan kene vakaları hakkında uzmanlar uyarılarda bulundu:
15 kişi yaşamını yitirdi!

Keneye çıplak elle dokunulmaması gerektiğini belirten Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, “Kene tutunmuş ise çıplak el ile dokunmadan, eldiven, cımbız vb. uygun araçla, keneyi ezmeden çıkarmalıdır.” dedi.

Havaların ısınmasıyla artan kene vakaları hakkında uzmanlar uyarılarda bulundu: 15 kişi yaşamını yitirdiSıcaklıkların artmasıyla Kırım Kongo Kanamalı Ateşi (KKKA) vakalarında artış yaşanmaya başladı. Keneler, doktorlar tarafından olduğu yerden çıkartılarak incelenmek üzere laboratuvara gönderildi. Uzmanlar ise yaz aylarında artan kene vakalarına karşı uyarılarda bulunarak önlem alınması gerektiğini ifade etti.

Konuya ilişkin Cumhuriyet’e değerlendirmelerde bulunan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, dünyada 30’u aşkın ülkede KKKA görüldüğünü ve bu hastalığın Türkiye’de de ciddi bir sorun olduğunu belirtti. Saltık, bu yıl 10 Haziran tarihine dek KKKA olgu sayısının 480’e ulaştığını ve 15 kişinin yaşamını yitirdiğini kaydetti. KKKA’nın kene tutunması veya keneyle temas sonucu yaşandığını kaydeden Saltık,

  • “Kuluçka süresi kene tutunmasından sonra genellikle 1-3 gün, en çok 9 gündür. Virüs içeren kan, beden sıvısı ve öbür dokularla temas sonrası 5-6 gün, en uzun 13 gündür.” dedi.

Keneden korunmak için kişisel korunma önlemleri alınmasının önemli olduğunu belirten Saltık,

  • “Tarla, bağ, bahçe, orman ve piknik alanları gibi kene yönünden riskli alanlara giderken bedeni örten giysiler giyilmeli. Kene yönünden riskli alanlardan dönüldüğünde bedende kulak arkası, koltuk altları, kasıklar ve diz arkası dahil, kene olup olmadığına bakılmalı. Giysilerin üzerinde Sağlık Bakanlığı onaylı akarisitler kullanılabilir.” diye konuştu.

Keneye çıplak elle dokunulmaması gerektiğini belirten Saltık,

  • “Kene tutunmuş ise hiç zaman yitirmeden, çıplak el ile dokunmadan, bedene tutunduğu
    en yakın yerden tutarak bez, naylon torba, eldiven, cımbız vb. uygun araçla, keneyi ezmeden çıkarmalı ve bölgeye antiseptik uygulanmalıdır.
  • Kene çıkarılamazsa en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.” dedi.

‘ÇIPLAK ELLE DOKUNMAYIN’

Saltık, kenenin ne denli erken çıkarılırsa bulaşma riskinin o ölçüde azaldığını belirtti.

Prof. Saltık Kurban Bayramı nedeniyle hayvan kesiminde hayvanların kanlarına, beden sıvılarına, dokularına çıplak elle dokunulmaması konusunda da uyarılarda bulundu.
=====================================
Dostlar,

Gazeteye yolladığımız tam metin aşağıda.. Gazeteciler sayfa sıkıntısıyla, haklı olarak kısaltıyor.

4 Ways to Remove a Tick - wikiHow
How To Safely Remove A Tick For Lyme Disease Testing - Ticknology

KIRIM_-_KONGO_KANAMALI_ATEŞİ_HASTALIĞI,_Cumhuriyet’e

Sevgi ve saygı ile. 18 Haziran 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik