Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

Çanakkale Muharebeleri – 109. Yıl

Dostlar,

Sitemizin saygın yazarlarından Sn. E. Tuğg. Dr. Cihangir Dumanlı (Hukukçu ve Uluslararası ilişkiler uzmanı), Çanakkale Utkumuzun (Zaferimizin) 109. yılında kapsamlı bir çalışmasını gönderdi. 276 power point yansısından (slayttan) oluşuyor (11,6 MB).

Kendisine çok nitelikli emeği ve paylaşımı için çok teşekkür ediyoruz. Çalışma, tarihsel belge niteliğinde.
Okunması, paylaşılması ve gereken derslerin çıkarılması dileğiyle.

Yansıları incelemek ve indirmek için lütfen tıklayınız (PDF dosyası).

Çanakkale Muharebeleri, Cihangir Dumanlı, 18.3.24

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

TIP BAYRAMI

Suay Karaman

14 Mart 1827’de Osmanlı Padişahı Sultan 2. Mahmut (1785-1839), hekimbaşı Mustafa Behçet’in (1774-1832) katkılarıyla Tıbhane-i Âmire ile Cerrahhane-i Mamure’yi kurdurtmuştur. 1836 yılında Tıbhane-i Âmire ve Cerrahhane-i Mamure birleştirilmiş ve Mekteb-i Tıbbiye (Tıp Okulu) adını almıştır. 17 Şubat 1839’da Mekteb-i Tıbbiye’nin eğitiminde, Batıdaki benzerleri örnek alınarak, yeni düzenlemeler yapılmış ve Mekteb-i Tıbbıye-i Adliye-i Şahane adını alarak görkemli bir törenle hizmete açılmıştır. Açılış törenine katılan Sultan 2. Mahmut konuşmasında; “Burada insan sağlığının hizmetine çalışılacağından, bu okulu diğerlerine üstün tuttum” demiştir. Tıp eğitiminin modernleşmesi için yurt dışından hekimler getirilerek, ilerleme sağlanmaya çalışılmıştır.

Türkiye’de tıp eğitiminin başladığı gün olarak kabul edilen okulun kuruluş günü olan 14 Mart, Tıp Bayramı olarak kutlanmaya başlamıştır. İlk tıp bayramı 14 Mart 1919 tarihinde işgal altındaki İstanbul’da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmıştır. O gün, tıbbiye 3. sınıf öğrencisi olan Hikmet Boran‘ın (1901-1945) önderliğinde, tıp okulu öğrencileri İstanbul’un işgalini protesto için toplanmış ve onlara devrin ünlü doktorları da destek vermişti.

  • Bu nedenle 14 Mart Tıp Bayramı, emperyalizme başkaldırının da adıdır,
    milli mücadelenin çoban ateşlerinden biridir.

1929-1937 arasında 12 Mayıs günü Tıp Bayramı olarak kutlanmıştır. 12 Mayıs 1400’de kurulan Bursa’daki Yıldırım Darüşşifası‘nın ilk Osmanlı hastanesi ve tıp okulu olduğu için, bu tarih Tıp Bayramı yapılmıştır. Ancak zamanla bu uygulamadan vazgeçilmiş ve yeniden 14 Mart Tıp Bayramı olmuştur. 224 Sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasasının mimarı ve ilk uygulayıcısı Prof. Dr. Nusret Fişek (1914-1990), 14 Mart Tıp Bayramı’nın 1935 yılında Tıp Talebe Cemiyeti’nin öncülüğünde kutlandığını bildirmiştir. Öğrenci derneğinin başlattığı bu eylem, Mart 1937 tarihinden bu yana gelenekselleştirilmiştir.

1933 yılında Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesine çevrilmiş, ardından 1945’te Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi ve 1954 yılında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi kurulmuştur.

  • Eşsiz liderimiz Atatürk zamanında milletin sağlığını korumak ve desteklemek,
    devletin ilk ve en önemli görevi olarak benimsenmiştir.

Bu görev tüm yurda yayılarak, tüm yurttaşları kapsamıştır. Sağlık Bakanı ve daha sonra Başbakan olan Dr. Refik Saydam (1881-1942) zamanında sağlık sektörünün kuruluşunu ve örgütlenmesini düzenleyen yasalar çıkarılarak, sağlık hizmetlerinin temelleri atılmıştır. Bunun yanında nitelikli eleman yetiştirilmesine de önem verilmiştir. Birçok ilde devlet hastaneleri, doğum ve çocuk bakım evleri açılmış, veremle savaş dispanserleri kurulmuştur. Sağlıklı yaşam için gereken önlemlerin bütünü anlamına gelen Hıfzıssıhha Enstitüsü, 27 Mayıs 1928’de kurularak, birçok aşı ve serum başarıyla üretilmiştir.

5 Ocak 1961’de kabul edilerek, 12 Ocak 1961’de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 224 sayılı Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Yasası çok önemlidir. 224 sayılı yasa, cumhuriyetin ilk yıllarında başlayan ve 1950’li yıllara dek ülkemizin sağlık sektörüne damgasını vuran Dr. Refik Saydam’ın ulusal sağlık politikalarından sonra, sağlık sektöründe yapılan en büyük kapsamlı ve halkçı bir müdahaledir.

Sağlık hizmetlerinin ve hekimliğin temel amacı, toplumları ve kişileri hastalıklardan korumaktır. Bunun için ülkede koruyucu sağlık hizmetlerini eşit ve bütün olarak sunabilecek 1. Basamak sağlık hizmetlerinin olması gereklidir.

  • 224 sayılı yasa ile sağlık hizmetleri sosyalleştirilerek,
    koruyucu sağlık hizmetlerine önem ve öncelik verilmiştir.
  • Sağlık ocaklarında sunulan, toplumcu anlayış ile eşit, sürekli, parasız ve basamaklandırılmış sağlık hizmeti sosyalleştirmenin temel ilkeleri olarak kabul edilmiştir.

1963’te Muş’ta başlatılan ilk uygulama, 1981’e dek 45 İl’e yayılmış ve 1983’te yılında tüm İllerda sağlık hizmetlerinin sosyalleştirildiği ilan edilmiştir.

1980’li yıllarda özelleştirme başlatılarak, 1923-1950 arasındaki Cumhuriyet ideolojisi değiştirilip özelleştirmeye geçiş yapılarak, yeni liberal akımın önü açılmıştır. Bu akım Turgut Özal ile ‘sağlıkta reform’ adını alırken, AKP ile birlikte ‘sağlıkta dönüşüm’ projesine çevrilmiştir. Bu değişiklikler toplumun sağlık düzeyindeki gelişimini durdurmuş, hatta geriye götürmüştür.

  • Böylece sağlık hizmetleri metalaştı ve koruyucu hizmetler sahipsiz kaldı.
  • Ulusun sağlığı küresel sermayeye teslim edildi.

Günümüzdeki sağlık hizmetleri ve toplumun sağlık düzeyinde gelişmiş ülkelerin gerisinde kalmamızın temel nedeni, 1970’lerden başlayarak Atatürk ilkelerinin ve cumhuriyet ideolojisinin terk edilmesidir; halkçılık ve sosyal devlet ilkelerine son verilmesidir.

Cumhuriyet modelindeki koruyucu hekimlik göz ardı edilerek, tedavi edici hekimlik öne çıkarılmıştır. Sağlık ocakları kapatılarak, aile hekimliği modeli ile 1. Basamak sağlık sistemi özelleştirilmiştir.

Güçlü ve güvenli sağlık sistemine sahip olabilmek için istikrarlı bir ulusal sağlık sistemi uygulanmalıdır. Bunun için vatandaşların doktora ulaşması yerine, doktora gereksinimlerinin azaltılmasını sağlamak gerekir.

Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü‘nün aşı üretimi 1998’de durdurulmuş, AKP iktidarınca
2 Kasım 2011’de sağlık alanında büyük hizmetler veren Hıfzıssıhha Enstitüsü kapatılmıştır.

Sağlık Bakanlığı hizmet üreten bir kuruluş olmaktan çıkarılarak, kamunun malı olan hastaneler işletmeye dönüştürülmüş, kimisi toptan ya da kısım kısım satılmıştır. Sağlık sistemi, devlet hastanelerini kapatıp, kendi içinde özelleşmiş Şehir Hastanelerini devreye sokarak daha da kötü duruma getirilmiştir.

  • Sistem sorunu sağlıkta şiddeti azdırmıştır, ciddi hekim göçleri yaşanmaktadır.
  • Sağlık sistemi iflasa sürüklenmektedir.

Bugün ülkemizde kullanılan milyonlarca kutu ilacın hammaddesinin yerli üretim oranı sıfırdır.

Bugün kamu ve özel yaklaşık 140 tıp fakültesi vardır; kimi tıp öğrencileri hasta görmeden, yeterli bilgi-beceri kazanamadan mezun olmaktadır. Tıp fakültelerinin sayısı azaltılıp eğitimin niteliği artırılmalıdır; gereğinden çok öğrenci alınmamalıdır. Tıpta uzmanlık eğitimi programları, akademik kadro ve hastanenin koşullarına göre açılmalıdır. Günümüzde üniversite hastaneleri iflasa sürüklenmiş, kendi içinde özelleştirilmiş, akademisyenler özel hastanelere yönlendirilerek, tıp eğitiminin niteliği düşürülmüştür. Bunun yanında, kapatılan

  • askeri hastanelerinin yeniden açılması zorunluluktur.

Ancak bütün bu olumsuzlukların aşılacağına kuşku yoktur.
Atatürk devrim ve ilkelerinin, bizlere her zaman doğru yolu göstereceğinden emin olmalıyız. Hekimlik mesleğini ettiği yemine bağlı kalarak yapan, özenli ve özverili çalışan, emperyalizme direnebilen bütün doktorlarımızın, sağlık çalışanlarımızın Tıp Bayramı kutlu olsun.

Azim ve Karar, 18 Mart 2024

İstanbul’un geleceği

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

18 Mart 2024, Cumhuriyet

İstanbul, dünyada iki kıta üzerinde yer alan tek kent. İstanbul aynı zamanda, iki büyük imparatorluğa başkentlik yapmış olan dünyadaki tek kent.

Avrupa ve Asya kıtaları üzerinde yer alan, Bizans ve Osmanlı imparatorluklarına başkentlik yapmış olan İstanbul, aynı zamanda dünyanın en büyük kentlerinden biridir, Türkiye’nin de en büyük kentidir.

Söz konusu büyüklük yalnızca nüfus ve yüzölçümü ile bağlantılı bir konu da değildir.

Türkiye’de ekonominin yükünü büyük oranda İstanbul taşımaktadır. İstanbul, Türkiye ekonomisinin merkezidir.

İstanbul aynı zamanda Türkiye’nin kültür ve sanat alanındaki en etkin kentidir ve kültür sanat alanında da Türkiye’nin merkezidir.

New York ABD için ne ise, Londra Britanya için ne ise, Paris Fransa için ne ise, Berlin Almanya için ne ise, İstanbul da Türkiye için odur.

Bu nedenle İstanbul’daki belediye seçiminden çıkacak sonuç, hem AKP’nin teokratik diktatörlük rejimini frenlemek ve genel ulusal siyaset açısından, hem de İstanbul özelinde ve yerelinde, son derece önemlidir.
***
Bugüne dek gerçekleştirilen araştırmaların ortalamalarına göre, İstanbul’da seçimi CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu’nun mu yoksa AKP’nin adayı Murat Kurum’un mu kazanacağı belirsizliğini korumaktadır. Bazı araştırmalara göre Ekrem İmamoğlu, bazı araştırmalara göre Murat Kurum az farkla önde görünmektedir.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi/DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi İstanbul’da aday çıkarmamış olsalardı, Ekrem İmamoğlu seçimi rahat bir biçimde kazanacaktı. Ancak İstanbul’da kazanma olasılığı bulunmayan bu partilerin aday çıkararak muhalefet oylarını bölmeleri nedeniyle, Ekrem İmamoğlu’nun seçimi kazanması risk altına girmiştir.

Söz konusu partilerin aday çıkarmış olmaları AKP iktidarına yarar sağlamaktadır. Bu partilerin adayları AKP iktidarına muhalefet etmek konusunda içtenlikli iseler, adaylıktan resmen çekilmeleri artık olanaklı olmasa da, adaylıktan fiilen çekilebilirler ve gerekirse seçmenlerine Ekrem İmamoğlu’na oy verme çağrısında bulunabilirler.

Bunun gerçekleşmemesi durumunda DEM, İYİ Parti ve Zafer Partisi seçmenlerinin sorumluluk almasını ve İstanbul ittifakını sandıkta gerçekleştirmelerini umut etmekten başka çare yoktur.
***
Ekrem İmamoğlu ulaşım, metro, arıtma tesisi, altyapı projelerinin tamamlanması, yeşil alanların yaratılması, kültür ve sanat etkinliklerinin gerçekleşmesi, tarihsel binaların ve eserlerin restore edilmesi, sosyal yardımların yapılması konusunda İstanbul’a son derece önemli hizmetler vermiş başarılı bir belediye başkanıdır.

Bunun da ötesinde Ekrem İmamoğlu, “Kanal İstanbuladı verilen rant ve doğa felaketi projesine ve bu proje üzerinden İstanbul’un Araplaşma sürecine karşı büyük bir direniş sergilemiştir, bu konuda kamuoyunda ciddi bir bilincin oluşmasını sağlamıştır.

İstanbul ve Trakya halkının “Kanal İstanbul” projesine karşı olduğunu anlayan AKP şu anda, bu projeyi seçim kampanyasının gündemine almayarak İstanbul halkını kandırmaktadır. AKP’nin seçim vaatleri arasında yer almayan “Kanal İstanbul”, AKP’nin seçim sonrası planları arasında yer almaktadır!

Ekrem İmamoğlu ayrıca, göreve gelir gelmez, dernek ve vakıf adı altında örgütlenen Mustafa Kemal Atatürk düşmanı ve laiklik karşıtı tarikatların ve cemaatlerin ve AKP’nin kontrolündeki “yandaş medyanın” belediyenin olanaklarından yararlanmasını da engellemiştir.

İstanbul’un yeniden AKP’ye geçmesi durumunda, CHP’nin ve Ekrem İmamoğlu’nun engellediği bu karanlık operasyonlar yeniden devreye girecektir.

Hem İYİ Parti, Zafer Partisi ve DEM adaylarının ve seçmeninin hem de
“küskün” CHP seçmeninin bunları da dikkate alarak karar vermesi gerekmektedir.

======================================
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
İstanbul’un geleceği18 Mart 2024
Seçmen ittifakı11 Mart 2024
3 Mart’ın 100. yılı4 Mart 2024

Ethics in Medical Research: Breaches & Legal Status

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School
All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff
General public and Media,

On 27th February 2024, we conducted a 2 hours lecture for Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of “Ethics in Medical Research: Breaches & Legal Status

Here is the 43 slides PDF file (2,6 MB) : Ethics in Medical Research; Breaches & Legal Status

Some important reminders for all                    :

Ethics Defined: Ethics refers to moral principles that govern a person’s behavior or the conduct of an activity. In the context of medical research, ethical considerations are crucial to ensure the well-being of participants and the integrity of scientific inquiry.

Distinguishing Ethics and Morality: It’s essential to differentiate between ethics and morality. While morality encompasses social order rules that regulate behavior in society, ethics encompasses the
fundamental principles underlying one’s actions. Ethical individuals adhere to guiding values, principles, and standards that dictate how things should be done.

Public Health Ethics:
Understanding public health ethics is vital. It involves considering the ethical implications of
decisions related to public health services, resource allocation, and community well-being.

Legal Rules on Medical Research: Medical research operates within legal frameworks. Students should learn the basic legal rules governing research, including informed consent, privacy, and data protection.

Awareness of Legal-Ethical Conflicts: Students must recognize situations where legal and ethical considerations may conflict. Developing strategies to address such conflicts is essential for responsible research conduct.

Origin of the Word “Ethics”: The term “ethics” originates from the ancient Greek word “ethos.” It refers to issues related to the “ethe,” which is the plural of ethos. Ethos, in its oldest sense, means “the space of a living being” or “the place where one takes shelter.” It also signifies character and temperament.

Ethics as a Branch of Philosophy: Ethics is one of the four basic areas of philosophy, alongside Ontology (philosophy of existence), Epistemology (philosophy of knowledge), and logic. It is a branch of knowledge that explores moral principles and human conduct.

Morality vs. Ethics: While morality is a social phenomenon that surrounds us, Ethics is a systematic study of universal values. Ethics encompasses principles like equality, human rights, obedience to laws, and concern for health and safety.

As Learning Objectives : By the end of the lecture, students should:
1.Distinguish between Ethics and Morality.
2.Understand the importance of Ethics.
3.Grasp Public Health Ethics.
4.Acquire key principles for delivering public health services.
5.Familiarize themselves with legal rules in medical research.

Critical Thinking: Encourage critical thinking about ethical dilemmas in medical researchStudents should learn to navigate complex situations, balancing legal requirements, ethical principles, and the well-being of research participants. Remember that ethical considerations are fundamental to maintaining trust, integrity, and responsible research practices in the medical field.

With respect and love.17th March 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik

Ermeni Soykırımı Yoktur!

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

(AS: Bizim kapsamlı katkılarımız yazının altındadır..)

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1915 yılında Ermenilere soykırım uyguladığı yalanı özelikle Ermenistan dışında yaşayan Ermeniler (Diaspora) tarafından gündeme getirilmekte, başta emperyalist batılı ülkeler olmak üzere kimi devletlerce sahiplenilmektedir. Ülkemiz üzerinde siyasal baskı aracı durumuna getirilen soykırım yalanı uluslararası saygınlığımızın korunması ve yükseltilmesi konusundaki ulusal çıkarımıza bir tehdittir ve son amacı Doğu Anadolu’da bir Ermeni devleti kurmak olduğundan, ulusal güvenlik sorunudur. 

ABD Başkanı Biden, yetkisi ve hakkı olmadığı halde 24 Nisan 2021, 2022 ve 2023’teki açıklamalarında “Osmanlı dönemi Ermeni soykırımı” deyimini kullanarak ülkemizi açıkça suçlamıştır. Aynı söylemi bu yıl da yinelemesi olasıdır. Bu nedenle konu ile ilgili gerçekleri anımsamak yararlı olacaktır.

Ermeni Sorunu

Osmanlı imparatorluğunda Ermeni sorunu 1915 ile sınırlı değildir. 800 yıl Türklerle dostça yaşayan ve “millet-i sadıka(güvenilir ulus) olarak tanımlanan Ermeni azınlık, Rusya’nın Akdeniz’e inmek istemesi ve İngiltere’nin bunu engellemek istemesi sonunda “Büyük Oyun“un (The Big Game) bir aracı olarak kullanılmışlar ve 1880’lerden başlayarak Rumları ve Bulgarları örnek alarak Rusya’nın kışkırtması ile Osmanlıya karşı ayaklanmalara başlamışlardı. Her iki devlet (Rusya ve İngiltere) Doğu Anadolu’da kendilerine yardımcı bağımsız bir Ermenistan kurdurmak için Osmanlı Ermenilerini kullanmışlardır.

1878 Berlin Andlaşmasında bağımsızlık isteklerini kabul ettiremeyen Ermeniler, terör örgütleri (Daşnak ve Hınçak) kurarak silahlanmış, Rusya’nın desteği ile çoğu Doğu Anadolu’da olmak üzere 20 yılda (1889-1909) yılda 40 ayaklanma çıkarmışlardır. Ermeni terör örgütlerinin stratejisi  “ayaklan,Osmanlı devleti müdahale etsin,‘Türkler Ermenileri öldürüyor’ iddiasıyla büyük devletlerden yardım iste” şeklinde özetlenebilir. Ermenilerin hiçbir ilde çoğunluk olmamaları ve Osmanlı İmparatorluğu’nun aldığı önlemler nedeniyle ayaklanmalar başarılı olamamıştır. Ancak bu ayaklanmalar sonunda Ermenilerle Müslümanlar (Türk ve Kürt) arasında büyük düşmanlık oluşmuş ve sorun uluslararası boyuta taşınmıştır. ABD’li tarihçi Prof. Justin McCarthy’nin saptamasına göre bu ayaklanmalarda 1 milyon 300 bin Türk hunharca öldürülmüştür.

Birinci Dünya Savaşı’nda

Ermenilerin yukarıda anlatılan ayaklanmalardan çıkardıkları sonuç “ayaklanma için en elverişli zaman, Osmanlı İmparatorluğu’nun savaşta olduğu zamandır” olmuştur. İmparatorluğun 1. Dünya Savaşına girmesi Ermenilere bekledikleri fırsatı vermiştir.

Osmanlı imparatorluğu 29 Ekim 1914’te Donanma Komutanı Souchon komutasındaki Osmanlı donanmasının Karadeniz’deki Rus donanma ve üslerine saldırması ile kendi istenci dışında bir oldubitti ile erkenden (kışın) savaşa girmiştir. Bu nedenle 1. Dünya Savaşında Osmanlı’nın ilk cephesi Doğu (Kafkas) cephesi olmuştur.

İlk çatışmalar niteliğindeki Köprüköy muharebelerinden sonra Enver Paşa komutasındaki 3. Ordu, Sarıkamış’ı Ruslardan geri almak ve Rus ordusunu imha etmek amacıyla 22 Aralık 1914’te Sarıkamış harekatı olarak bilinen saldırıyı başlatmıştır.

Doğuda hava ve arazi koşulları çok çetindir. Buna karşın ordumuzun lojistik hazırlıkları kış koşulları için yeterli değildir, ulaştırmada ve sağlık hizmetlerinde büyük zorluklar yaşanmaktadır. Bu harekatta ordunun kış koşullarına hazır olmaması; şiddetli soğuk ve derin kar, tifüs salgını, planlama ve yönetim hataları yüzünden ordumuz, çoğu donarak ve tifüsten olmak üzere yüz bine yakın yitik vermiş ve Rus işgalindeki topraklarımızı kurtaramayarak başarısız olmuştur.

  • Sarıkamış harekâtındaki başarısızlığın en önemli nedenlerinden biri,
    bölgedeki Ermenilerin yurttaşı (tebaası) oldukları Osmanlı devletine ihanet ederek,
    düşman Rus ordusu ile işbirliği yapmalarıdır.

Savaşta Ermeniler

Osmanlı İmparatorluğu’nun 1. Dünya Paylaşım Savaşına girmesinden yararlanan Osmanlı tebaası Ermeniler, Daşnak ve Hınçak terör örgütlerinin buyrumları (talimatları) doğrultusunda;

  • Zorunlu olduğu halde askere gelmemişler,
  • Gelenler firar etmiş,
  • Askere gelen Türk gençlerini öldürmüşler,
  • Rus ordusundaki Ermeni gönüllü alaylarına katılmışlar,
  • Rus ordusuna istihbarat ve kılavuzluk (yol göstericilik) desteği sağlamışlar,
  • Ordu geri bölgesinde ayaklanmalar çıkartarak sivil halka toplu kırım yapmış ve ordunun
    geri bölge güvenliğini bozmuşlar,
  • Ordunun lojistik ve haberleşme hatlarını kesmişler,
  • Hasta ve yaralı konvoylarına saldırılar düzenlemişlerdir.

Bu durum zaten çok zor koşullarda üstün düşman güçleri ile çatışan 3. Ordunun harekatını daha da zorlaştırmış, yitiğin artmasına neden olmuştur. Ordu komutanı, geri bölgesinin güvenliği için güç ayırmak zorunda kalmış bu da cephede Rus ordusunun işini kolaylaştırmıştır. Ordunun gücünü koruması ve başarısı için bu tür eylemlere son verilmesi askeri bir zorunluluk durumuna gelmiştir

Enver Paşa komutasındaki 3. Ordu çok yitik verip başarılı olamayınca, yeni Ordu Komutanı Hafız Hakkı Paşa 4 Ocak 1915’te çekilme buyruğu (emri) vermiştir. Ordu çekilirken ve çekildikten sonra Ermenilerin sivil halka saldırıları ve ordunun lojistiğini engelleme çabaları sürmüştür. Hafız Hakkı’dan sonraki 3. Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa, 6 Nisan 1915’te Harbiye Nazırı (Savunma Bakanı) Enver Paşa’ya gönderdiği iletide “Orduyu besleyecek olan bölgenin ve menzil hatlarının geçtiği bölgelerde düşmanca unsurların bulunmasını, ordunun yiyecek ihtiyacı ve emniyeti bakımından sakıncalı görüyorum” diyerek “Arzedilen bölgelerdeki Ermenilerin Suriye ve Musul bölgelerine sevk ve iskan edilmelerine izin verilmesini” önermiştir.

Bu öneri hükümetçe uygun görülmüş, 27 Mayıs 1915’te “Tehcir ve İskan Kanunu(Göç Ettirme ve Yerleştirme Yasası) çıkartılmıştır. Bu yasa ordu, kolordu ve tümen komutanlarına bölgelerinde zararlı faaliyetleri görülenleri öbür bölgelere sevk ve iskan ettirme (gönderme ve yerleştirme) yetkisi vermiştir. Yasada “Ermeniler” sözcüğü geçmemekte, “zararlı faaliyetleri görülenler” denmektedir.

Yasanın uygulaması için çıkartılan yönetmeliklerde ve hükümet buyruklarında zorunlu göçten (tehcirden) ayrı (bağışık) tutulacaklar belirtilmiştir. Bu ölçütlere uyan 300 000 kişi tehcirden
ayrı tutulmuştur.

Yasanın uygulanması için yayınlanan yönetmeliklerde, tehcir edilenlerin yol güvenlikleri, beslenmeleri, sağlıkları ve yeni yerlerinde sağlanacak olanaklar ayrıntılı olarak belirtilmiştir. Bütün bunlar araştırmacılara açık olan Osmanlı arşiv belgelerinde bulunmaktadır.

Devletçe alınan tüm önlemlere karşın soğuk hava koşulları, yeterli yolların olmaması,
Kürtlerin yaşadığı bölgelerinden geçenlere saldırılar, bu saldırıları önleyecek yeterli güvenlik güçlerinin bulunmaması ve salgın hastalıklar gibi nedenlerle yollarda ölen Ermeniler olmuştur.

24 Nisan 1915’te  Ne Oldu?

Ermenilerce “soykırım günü(med yegern) olarak anılan 24 Nisan 1915’te, Osmanlı devleti
Doğu Anadolu’daki ayaklanmaları ve Ermenilerin haince davranışlarını planlayan ve yöneten terör örgütlerinin İstanbul’daki merkezlerini basmış, evraklarına el koymuş, sorumlu olduğundan kuşku duyulan 350 kişiyi tutuklamıştır.

Soykırım nedir?

Soykırımın suç olarak tanımı 1948 tarihli BM Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ile yapılmıştır. Buna göre soykırım suçunun oluşması için ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir kümeyi (grubu) tümüyle veya bir ölçüde ortadan kaldırmak kastı olmalıdır (özel  kasıt: suçun manevi – tinsel ögesi). Bu kasıtla;

  • Grup üyelerinin öldürülmesi,
  • Ciddi bedensel ve zihinsel zararlar verdirilmesi,
  • Yaşam koşullarının değiştirilmesi,
  • Doğumların engellenmesi,
  • Çocuklarının başka bir gruba verilmesi fiillerinden birinin işlemesi gerekmektedir
    (suçun maddi ögesi).

Ceza Hukuku kuramına göre bir suçun oluşması için, maddi ve tinsel (manevi) ögelerinin
var olması gerekir.

Soykırım Yoktur, çünkü                               :

  1. Soykırım kastı (Ermenileri tümüyle veya kesimsel ortadan kaldırmak) yoktur.
    Böyle bir kastın bulunduğunu gösteren tarihsel bir kanıt bulunamamıştır.
    Suçun manevi (tinsel) ögesi oluşmamıştır.
  2. 27 Mayıs 1915’te çıkartılan yasanın adı “Tehcir ve İskan” yasasıdır. Ermenilerin salt tehciri değil, gittikleri yerde yerleştirilmelerini de kapsamaktadır. Bu durum soykırım kastı olmadığının kanıtıdır.
  3. Tehcirde bağışıklıklar (muafiyetler) tanınmıştır,
  4. Savaş bölgesi dışındaki Ermeniler tehcire tabi tutulmamıştır.
  5. Yollarda gereken güvenlik önlemleri olanaklar ölçüsünde alınmıştır.
  6. Tehcir edilenler gittikleri yerlerde toplama kamplarında tutulmamış, yaşamlarını ve
    soylarını sürdürme olanağı sağlanmıştır.
  7. Soykırım hukuksal bağlamda bir suç olarak 1948’de tanımlanmıştır. “Suçun ve cezanın yasallığı” ilkesine göre, 1948’de tanımlanan bir suçun 1915’te işlenmesi olanaklı değildir.
    Ceza hukuku kuramında Suç ve ceza hükümleri geriye yürümez.
  8. Soykırım yasa ile tanımlanmış bir suç olduğundan, bu suçun işlenip işlenmediğine
    yetkili mahkemeler karar verebilir. Yetkili mahkemeler dışında yabancı devlet organları (Başkanlar dahil) soykırım yapıldığına ilişkin karar veremezler. Bu güne dek
    yetkili bir mahkeme kararı bulunmadığından, hukuksal olarak soykırım suçu da yoktur.
  9. Sevr Andlaşması İngiliz Kraliyet Başsavcısına soykırım savlarının soruşturulması görevini vermiştir. İstanbul işgal altında, bütün arşivler işgalci müttefiklerin elinde iken ve olası kuşkulular (şüpheliler) Malta’da sürgünde iken, İngiliz Başsavcı soykırım suçuna ilişkin yeterli kanıt bulamamış, kovuşturmaya yer olmadığı kararı vermiştir.
  10. Tehcir sırasında Ermenileri koruma görevini savsaklayan görevliler cezalandırılmıştır.
  11. Tehcir edilen Ermenilerin eski yerlerine dönmelerine izin verilmiştir.
  12. Ermeni yetimlerine sahip çıkılmış, yetimhanelerde devlet korunmasına alınmışlardır.
  13. Yabancıların tehciri izlemesine izin verilmiştir.
  14. Türk vatandaşı Ermeniler bu gün bile Lozan Andlaşması’nın sağladığı azınlık haklarından yararlanarak ülkemizde barış ve erinç içinde varlıklarını sürdürmektedir.

Soykırım yoktur ama tehcir ve iskan vardır 

Bu da Ermenilerin neden olduğu tümüyle askeri zorunluklardan kaynaklanmıştır.
Kişiler Ermeni oldukları için değil; ordunun varlığını ve güvenliğini tehlikeye soktukları için
savaş bölgesinden çıkartılarak, ülke içinde daha güvenli bölgelere yerleştirilmişlerdir.

  • Yukarıdaki konular, Perinçek-İsviçre davası kapsamında 15 Ekim 2015 tarihli kararla
    AİHM Büyük Dairesince karara bağlanmış, konu hukuksal olarak kapanmıştır.
  • Büyük Jüri, 1915 olaylarının Yahudi soykırımına (holokost) benzemediğini de
    kararında belirtmiştir.

Değerlendirme ve sonuç

  • Ermenilerin savladıkları (iddia ettikleri) gibi Osmanlı İmparatorluğu, 1915 yılında ve
    başka herhangi bir zamanda Ermenilere soykırım uygulamamıştır.
  • Soykırım suçlaması emperyalist bir yalandır! 
  • Amacı Türkiye’yi baskı altına almak, uzun erimde (vadede) Doğu Anadolu’da Ermeni devleti kurma tasarımını gerçekleştirmektir; (AS: 3 T formülü; Tanıma – Tazmin – Toprak!)
  • Osmanlı arşivleri tüm araştırmacılara açıktır. Yukarıdaki konular Osmanlı ve ilgili devlet arşivlerden araştırılabilir. Ancak Ermeni tarafı, ortak tarih komisyonu ile arşiv araştırmasına yanaşmamaktadır.
  • ABD başkanı Biden’ın 24 Nisan Bildirisinde “soykırım (genocide) deyimini kullanması haksız, tarihsel gerçeklere aykırı ve küçük düşürücüdür. Uluslararası saygınlığımızın korunması ve yüceltilmesi konusundaki ulusal çıkarlarımıza açık saldırıdır. Biden, hukuken tanımlanmış bir suç olan “soykırım hükmü” vermeye yetkili bir yargı organı da değildir.

Ne Yapmalı?

Türkiye bu haksız suçlamaya karşı salt tepkisel (reaktif) değil, çok yönlü önalıcı (proaktif) bir yordam (strateji) belirlemeli ve uygulamalıdır. Sözde soykırım suçlamalarına karşı tepkiler
24 Nisanlarla sınırlanmamalıdır. Bu kapsamda;.

  1. Konu ile ilgili olarak, hükümetten hükümete değişmeyen ulusal bir yordam (strateji) belirlenmelidir,
  2. Bu yordam (strateji) kapsamında bilimsel çalışmalar, halkla ilişkiler (PR) yürütülmeli,
    değişik dillerde film, roman, tiyatro gibi sanat yapıtları üretilmelidir.
  3. Yetkililer, Ermenileri haklı çıkartacak eylem ve söylemlerden kaçınmalıdır.
  4. Konu, okullarda öğretim programlarına alınarak gençlerimiz aydınlatılmalıdır.
  5. ABD Başkanı’nın “soykırım ”suçlamasına ciddi uluslararası tepki gösterilmelidir.
  6. ABD’deki Ermeni lobisine karşı etkili lobicilik yapılmalıdır.
    ***
    Yazının PDF biçimi : Ermeni Soykırımı Yoktur, Cihangir Dumanlı
    =====================================================

Dostlar

Sayın Dumanlı’nın 3 şapkası (General, Hukukçu ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı) ile yaptığı irdeleme çok değerli. Kendisine teşekkür ederiz. Biz iki katkı yapmak isteriz :

Ermenistan’ın ilk Başbakanı Kaçaznuni’nin kitabı bir itirafnamedir : Soykırım yapılmadı!

(Kaçaznuni, Ovanes, Taşnak Partisinin Yapacağı Bir Şey Yok, Kaynak Yayınları, İstanbul, 2005)

Ovanes Kaçaznuni’nin 1923 Parti Konferansına Raporundan birkaç alıntı :

  • “Biz kayıtsız şartsız Rusya’ya yönelmiş durumdaydık. Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık; sadakatimiz, çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar Hükümeti’nin (Güney Kafkasya Ermenistanı ile Türkiye’nin Ermeni Eyaletlerinden oluşan) Ermenistan’ın bağımsızlığın bize armağan edeceğine emindik.”

Taşnak Hareketinin gücünü nereden aldığını Kaçaznuni’nin bu sözlerinden anlayabiliriz; Çarlık Rusya’sından. Çarlık Rusya’sı da o dönem emperyalizmin ağababası İngiltere’nin hegemonyası altındaydı. Türkiye’nin aldığı önlemler, yaptığı eylemler haklı ve yerindeydi. Ovanes Kaçaznuni de bu durumu şu sözleriyle itiraf etti:

  • ” Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır; sonradan da anlaşıldığı üzere, Türkiye’de Ermeni meselesinin temelli çözüm açısında bu yöntem en kesin ve en uygun bir yöntemdi.”

1914-18 arasındaki savaş Osmanlı’yı bölme savaşıdır. Müthiş bir destek alan Taşnak Ermenileri büyüsüne kapılmış oldukları ‘Denizden denize Ermenistan projesini gerçekleştirmek için Dünya Savaşı’nın koşullarını kullanarak tasarımlarına yön verdiler.

Kitap Ermenistan’da yasaklandı, Avrupa kütüphanelerinden toplatıldı. Son olarak, çuval dolusu ciddi arşiv belgesine ulaşan Ermeni araştırmacısı Mehmet Perinçek tutuklandı ?!
***
Ayrıca, CHP’nin çağrısıyla (Gn. Bşk. D. Baykal) ülkemize gelen ve TBMM’de bir konuşma yapan (21 Mart 2005), ABD’li tarihçi Prof. Dr. Justin McCarthy :Ermeniler soykırıma uğramadı!” dedi. ABD Lousville Üniversitesi profesörü McCarthy, kendisine yöneltilen sorular üzerine
ilk açıklamasını Türkçe yaptı : (Konuşma metnine TBMM tutanaklarından erişilebilir..)

  • Maalesef yanlışlıktan korkuyorum, onun için İngilizce cevap vereceğim” diyen
    Justin McCarthy, soykırım iddialarının asılsız olduğunu söyledi.
  • Prof. McCarthy, Ermeni soykırımı yoktu. Bir savaş vardı. Bu savaşta Ermeni isyancılar yönetime karşı ayaklandı. Yönetim tepki verdi, Ermeniler öldü. Bazen Türkler tarafından öldürüldüler. Ama Türkler de Ermeniler tarafından öldürüldü.

  • Ermenilerden çok daha fazla Türk öldü. dedi.
  • “Şunu anımsamamız gerekir ki; Osmanlı İmparatorluğunun varlığı tehdit altındaydı; Sırbistan, Bosna, Romanya, Yunanistan ve Bulgaristan Avrupalıların müdahaleleri nedeniyle zaten yitirilmişti. Avrupalılar, Osmanlı İmparatorluğunu 1878’de bölmeye karar vermişlerdi ve 1890’da bu planı yürürlüğe koydular. Salt Rusya’dan korkuyordu. İşte, Ermeni isyancıları da bunu istiyordu. Osmanlıların Ermeni isyancılarını hapse atmasını ve idam etmesini bekliyorlardı…
  • Bu durumda Avrupa’daki gazeteciler masum Ermenilerin öldürüldüğü haberleri yayacaklar ve Ermenilerin siyasal özgürlüğünün olmadığını yazacaklardı. Müslümanların Ermeni  kışkırtmasına ve saldırılarına Ermenileri öldürerek tepki vermesini istiyorlardı. Avrupa gazeteleri ölen Müslümanları değil, ölen Ermenileri haber yapacaktı ve bu nedenle,
    kamuoyu bu şekilde İngiliz ve Fransızların Rusya’yla işbirliği yaparak imparatorluğu çökertmesine olanak sağlanacaktı..
  • Tehcir edilen kişilerin %80’den çoğu yaşamda kaldı. Prof. Halaçoğlu burada zaten; O da söyleyebilir doğru mu, değil mi. Bu, tabiî, soykırım değil %80’i yaşamda kalmışsa. Halkın %80’inin yaşamda kaldığı soykırım olmaz. Örn. Yahudilerin yüzde kaçı yaşamda kaldı, ona bir bakalım. Bu bilgiler yayınlanmadan önce bile zaten soykırım olmadığını biliyorduk. Neden; çünkü, İstanbullu, İzmirli, Edirneli Ermeniler tehcire tabi tutulmadı, yaşamda kaldılar….
  • …Gerçek bir soykırıma bakalım : Örneğin Hitler Almanya’sına bakalım. Gerçekten soykırım yaptı Yahudilere değil mi? Peki, Berlin’de yaşayan Yahudilere ne oldu; yaşamda kaldılar mı savaşta; hayır, kamplarda öldürüldüler. Büyük kentlerdeki Yahudiler ne oldu; yaşamda kaldılar mı; hayır, öldürüldü hepsi. Peki, İstanbul Ermenileri ne oldu; herkes gibi bunlar da savaşta yaşadılar ve hâlâ da yaşıyorlar.
  • Demek ki soykırım değil bu!
  • Ayrıca, bir şey söyleyeyim size : Osmanlılar çok zekiler, eğer Ermenileri öldürmek isteselerdi, %80’i yaşamda kalamazdı Ermeniler. Çok basit (alkışlar).

  • Bir de, bir şey daha söylemek  istiyorum. Türkler 1071’de, işte Ermenistan denilen topraklara girdiler ve Ermeni sorunu 1915’te başladı. Burada bulanan, 1071’de yaşayan Ermenilerin soyu 1915’e dek sürdü. Türkler katliam yapan manyaklardır diyebilmek için, dokuz yüzyıl düşündüler öyle mi karar verdiler?! Dokuz yüzyıl düşündüler ha, tamam öldürelim Ermenileri mi dediler?! (alkışlar)

    Evet, son soruydu değil mi bu? Evet, son soru olduğuna göre, ben, hepinize çok teşekkür etmek istiyorum beni buraya davet ettiğiniz için. Tabii ki, Cumhuriyet Halk Partisine teşekkür ederim davet ettiği için. İnşallah yakında görüşürüz. Teşekkür ederim.”
    ***
    Ertesi gün Cumhuriyet‘te de kapsamlı haber oldu bu konuşma..

İkiyüzlü ve insanlık düşmanı emperyalizmin ve uşakları emperyalistlerin oyunları bitmiyor.
Hep uyanık, hazırlıklı olmak ve gerekli yanıtları zamanında, kanıta dayalı vermek gerek.

Sayısız Ermeni araştırmasına imza koyan saygın ve çok kıdemli Prof. Türkkaya Ataöv şu savı ileri sürüyor :

  • “Soykırım yapıldığına ilişkin bir tek belge  şimdiye dek ortaya konulamamıştır!”

03 Mayıs 2013 günü, CHP Altındağ ilçesinde bir görsel konferans vermiştik (85 yansı).
Başlık şuydu : ERMENİ SOYKIRIMI : EMPERYALİST İFTİRA!..

Bu yansılara (slaytlara) erişmek için lütfen tıklayınız…

http://ahmetsaltik.net/arsiv/2015/04/Ermeni_Soykirimi_Emperyalist_iftira_Altindag_CHP.pdf  

Sevgi ve saygı ile. 17 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

“Tıbbiye-i Şahane” 197 Yaşında ama AKP’nin Sağlık Politikası Ağır Hasta

Dostlar,

Dün, 14 Mart 2021 gecesi, “POYRAZ Grup” adlı yurtsever arkadaşlarımızın konuğu olduk.

Konumuz “14 Mart Tıp Bayramı” idi.
Biz gerçekte, epeydir “Tıp ve Sağlık Haftası” olarak değerlendiriyoruz.
Alana ilişkin sorunların gündeme taşındığı ve çözümler arandığı bir hafta..

Başlık şöyle idi :

  • “Tıbbiye-i Şahane” 197 Yaşında ama AKP’nin Sağlık Politikası Ağır Hasta

Zoom ortamında, youtube ile eşzamanlı yayınla yaklaşık 80 dakika boyunca sunumumuzu yaptık. Birkaç dakika aranın ardından soru – yanıtlara geçildi ve saat 00:00’a bitirildi (2,5 saat!).

Sayın Ünal Gül ve Erol Güçlü dostlarımız hazırladılar, önerdiler, sağolsunlar.

Her 2 bölümün youtube erişkeleri aşağıda.

https://youtu.be/y2Sn1WYVnpU?si=V5cCl56qbox8czy0

https://youtu.be/HtZod1kEPxI?si=XYBxmy4i2R-PyhOQ

Sağlık, sistemimiz de, AKP ile birlikte, Haziran 2003’te başlatılan ve 21 yıldır sürdürülen “SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM” programıyla tıkanma eşiğinde.

Bu tasarımın tümü ile kökü dışarıda. “Health Transformation” adlı küresel tasarımın Türkiye ayağı.

  • Ne yerli ne de milli; neo-liberalizmin uydu politikaları taşeronu AKP yutturmacası!

İzlenmesi, paylaşılması ve gereklerinin yapılması dileğimizdir.
Önlem alınmazsa tablo her geçen gün daha ağırlaşacak..

Sevgi ve saygı ile. 15 Mart 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

31 Mart: Özgürlük için oy

Siyaset 14.03.2024, BİRGÜN

Hukuk ve demokrasi için oy, özgürlük için de.

İnsan hakları mücadelesinde temel üçlü, oy ve özgürlük ilişkisini de belirler:

Eşitlik, haysiyet ve özgürlük’, haklar toplumu önkoşulu.

Demokrasi, hukuk ve özgürlük’, birbirinden ayrılmaz.

‘Ayrımcılık, ırkçılık ve şiddet’, özgürlükle bağdaşmaz.

Bu bağlamda geliştirilen anayasa ve insan hakları bilimi kavramları: Hukuk yoluyla demokrasi, demokrasinin normatif altyapısı olarak insan hakları, hukukun matematiği olarak özgürlük.

Demokratik toplum, demokrasi ve özgürlüklerin buluşma eşiğidir.

Yaşam hakkı ve insani olmayan muameleye tabi tutulmama hakkı ise, dokunulamayan sert çekirdektir.

Bu ilke ve değerler, 31 Mart yerel seçimleri yolunda devreye sokulan ‘ulusal ölçek ve tek kişiye oy’ değişkenleri ile seçmen tercihinde daha çok etkili olacak. Nasıl?

– AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanlığı ve Yürütme gücünü kullanarak, hizmet vaadiyle oy istiyor.

Cumhur İttifakı adaylarına verilecek oyu kendi oyu olarak gören Genel Başkan, yerel seçimleri ‘plebisit’e çevirmeye çalışıyor.

Aynı kişinin, “yaşa biçimine müdahale yadsıması” da, oy tercihini etkilemeye yönelik.

Bu bakımdan Erdoğan-Bahçeli ve Bakanların söz, eylem ve işlemleri, insan hakları üçlüsü ışığında ‘özgürlük için oy’ testine tabi tutulabilir. Ölçü için birkaç kesit:

Eğitim: Eğer MEB, ‘mürit biatı’ temelinde biçimlenen cemaat ve tarikatları, sivil toplum örgütü (STÖ) olarak nitelendiriyorsa, insan hakları ve demokrasi dersi öğretmeni, STÖ’leri nesnel olarak anlatabilir mi?

Cemaat-tarikat propagandası için TBMM’de vekillere el sallayan aynı Bakan, ÇEDES uygulamasını, PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) verilerine göre test etti mi?

Gençlik: “Dindar ve kindar nesil” hedefi, “eşitlik-haysiyet-özgürlük” mayasında yoğrulan ve sorgulayan gençlik bir yana, gelecek kuşaklar için bile zehirleyici değil mi?

Toplumsal yapı: Demokrasi-hukuk-özgürlük’ savunucusu yurttaşlar, eğer ‘illet- zillet- terörist’ olarak yaftalanıyor ve yurttaşlık sürekli aşındırılıyorsa müdahale, toplumsal yapının kendisine yönelik değil mi?

İktisadi yapı: Hukuk ve liyakattan uzak, ayrıcalıklar yaratıcı ve yandaşları kayırıcı düzenlemelere eklemlenen ve toplumu yoksullaştıran kur korumalı mevduat uygulaması, din istismarı (sömürüsü) yoluyla yaşam kaynaklarına müdahale değil mi?

Tarihsel, doğal ve kültürel varlıkları yağmalama hizmetine sunulan anayasal ve siyasal yıkım, müdahale ötesinde, halkın ve ulusun özgeçmişini silme seferberliği değil mi?

Medya tekeli ve resmi dezenformasyon yoluyla kumpaslar kurmak, seçmenin özgür tercihini ve geleceğini karartmak değil mi?

Sözde yeni program dayatmalarıyla eğitime sürekli (AS: dinci – gerici) müdahale, toplum mühendisliğiyle halkın ortak belleğine müdahale, acele kamulaştırma adı altında mülkiyet gaspı, en değerli varlıkları satış ve usulsüz ihaleler ile ülkeye müdahale hız kesmiyor.

Özetle; özgür tercihi gölgeleyen her türlü müdahale, serbest seçimlere ve yaşam biçimi ile sınırlı olmayıp, insan haklarının sert çekirdeğine, gelecek kuşaklara ve ülkenin geleceğine yönelik.

Şu halde özgürlük için oy                          :

– Yerelde; Ankara’dan talimat bekleyen ve kaynakları karanlık kanallara tepecek adaylara değil, Anayasa ve hukuk kuralları çerçevesinde katılımcı ve sosyal belediyecilik anlayışıyla yönetecek adaylara oy,

Toplumu yoksullaştıran ve ülkeyi yağmalayan kuralsız ve sistemsiz keyfi yönetim yerine siyasal iktidarın el değiştirme yolunu açacak oy,

– “Plebisit” yoluyla bir kişinin ömür boyu iktidarı yerine, “insan haklarına dayanan Cumhuriyet” için oy, demektir.

Eşit ve sorumluluk duygusu yüksek özgür yurttaşlardan oluşan toplumun Cumhuriyeti’ni niteleyen üçlü ‘akıl, bilim ve dünyevilik’tir.

Sonuç olarak; yerel yönetim seçimlerini ulusal ölçeğe yayan, ama aynı zamanda kişi oylamasına indirgeyen iradeye karşı oy, ‘keyfi ve kumpasçı karanlık’ yönetimden kurtulmak ve gelecek kuşakların güvenli ve nitelikli bir ülkede yaşamaları için ‘özgürlük tercihi”dir.
==============================
Yazarın Son Yazıları

14 Mart Tıp Bayramı : 197 yıl sonra neredeyiz?


197 yıl önce bu gün, 14 Mart 1827’de 2. Mahmut, kısa adıyla Mekteb-i Tıbbiye’yi İstanbul’da açtı. Mustafa Kemal’in Milli Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip’in 1933 Üniversite Devrimi ile Dar’ül Fünun’un (Medrese) İstanbul Üniversitesine dönüştürülmesiyle, Cumhuriyetimizin ilk ve en köklü Tıp Fakültesi olan İstanbul Tıp Fakültesi kuruldu. Bizim de övünçlü bitireni (mezunu) olduğumuz bu Fakülte, ülkemizdeki öbür tıp fakültelerinin anası oldu. Tıp bilimlerinde öncülük yaptı, paha biçilmez değerde sağlık hizmeti üretti. Sayısız hekim, ebe-hemşire… yetiştirdi. Bitireni (mezunu) Prof. Aziz Sancar, Nobel ödülü aldı! Hala ülkemizin amiral gemisi 3-5 tıp fakültesi içindedir, gözbebeğimizdir.
***
1915’te İstanbul Tıp Fakültesi’nin 190+ ilk sınıf öğrencisi Çanakkale savunmasına yollandı ve hepsi şehit düştü. Altı yıl sonra 1921’de hiç mezun verilemedi, acı çok büyüktü. “Vatan sağolsun” dedik.

***
Türkiye’de ilk Tıp Bayramı, işgal altındaki İstanbul’da ve Tıbbiyede 14 Mart 1919’da kutlandı! Tıbbiye de işgal altındaydı. Haydarpaşa’daki fakülte binasında büyük bir gösteri düzenlendi ve iki yüksek kule arasına dev Türk Bayrağı asıldı. 3. sınıf öğrencisi Tıbbiyeli Hikmet öncüydü. İşgalci İngilizlerin engelleme çabası başarısızdı. “Bu topraklar bizimdir ve onun için sizinle dövüşeceğiz!” diye yüzlerine haykırıldı. Üniformaları alındı, pijamalarıyla derslere girdiler!

  • Biz devrimci-Kemalist hekimler, 14 Mart’ı bu bağlamda sahipleniyoruz. “Beni Türk hekimlerine emanet edin!” diyen önderin tam güveni, içimizde sönmez Prometheus ateşidir.
  • Bu anti-emperyalist ve tam bağımsızlıkçı bilinçle,
    197 yıl sonra 14 Mart Tıp Bayramı tüm ulusumuza ve hekimlerimize kutlu olsun!

***
Tıbbiyeli Hikmet, 4-11 Eylül 1919 Sivas Kongresine İstanbul Tıbbiyesi öğrencileri adına katılmış ve “tam bağımsızlık” için haykırarak, Mustafa Kemal Paşa’yı da uyaran korkusuz çıkışıyla “manda” görüşlerinin dışlanmasına önemli katkı vermişti. Birkaç ay öncesinde, 19 Mayıs’ta Kurtuluş’un öncüsünü Samsun’a götüren Bandırma vapurundaki 19 yiğidin 3’ü hekimdi : İ. Tali Öngören, Refik Saydam, Behçet Efendi. Dr. T. Rüştü Aras 1925-37 arası 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanıydı Kemal Paşa’nın. Dr. Aras, Milletler Cemiyeti (günümüzde BM) başkanlığı da yaptı kısa süre. Hekim yoldaşlar!
Dr. Reşit Galip’in yeri çok ayrı.. Atatürk’ün sofrasında ilkeli ama saygılı dik duruşunu Kemal Paşa çok takdir etmiş, Bakan atamıştı. İstanbul Tıbbiyesinde öğrenci iken birkaç kez eğitimini keserek Bağımsızlık savaşımızda dövüşmüştü. Andımızı yazdı! Köy Enstitüleri’ne “köycülük” zemini hazırladı. Tıp Antropolojisi çalışmaları başlattı, sonra DTCF’nde sürdürüldü, gericiler “kafatasçılık” dedi!? Yukarıda değindik, “33 Üniversite reformu”nu yaptı. Rodos göçmeni vatan evladı hekim, 41 yaşında veremden öldüğünde cebinde salt metal para vardı! Çünkü O, önderi, aynı zamanda düşünür M. Kemal Paşa’nın öğüdüyle bağlıydı:

  • Hekimlik, sorumluluk yükü her şeyden, ölümden de ağır bir meslektir.”

***
Biraz geri gidersek, 2 Haziran 1889’da İttihat ve Terakki’yi kuran, 1908’de 2. Meşrutiyeti getiren, 2. Anayasayı yaptıran, partileşip seçimle iktidara gelen devrimci politik hareketi de Tıbbiyeliler kurdu! (sonrası sıkıntılı..) Prof. Tevfik SağlamNasıl Okudum” adlı kitabında not düşer:

  • Tıbbiyeli, garp ile şarkın farkını bilen ve geriliğimizin derin acısını duyan insandı. Bu sebeple Tıbbiye Mektebi vatanseverliğin, hürriyet aşkının, şark miskinliğinden kurtulma, ilerleme, bir an önce yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşmış memleketlere yetişme cehdinin yuvası olmuştu. Tıbbiyeliler, son Osmanlı padişahlarının gerici ve baskıcı idaresine karşı daima isyancı durum almıştı. Bunun için, Abdülhamit, tıbbiyelileri sevmez, onlardan korkar, çekinir ve şiddetli baskı yapardı. İşte Tıbbiye’deki terör idaresinin sebebi bu idi.”

***
Sanırız bu tarihsel dizeler, günümüzde “doktor efendi dönemi bitti, ben bunlara iğne bile yaptırmam, giderlerse gitsinler..” diyenlerin çöplük bilinçaltını, çoook derin aşağılık kompleksini de dışavuruyor. Ne ki; biz hekimler, her durumda, savaşta bile hiçbir ayrım yapmadan hizmet sunuyoruz.
***
Ne yapmalı                ??
Hekimlik, insanlık tarihi ile yaşıt çok özel ve çok saygın bir meslektir.
Hipokrat andına mutlak bağlı kalınmalıdır. Tıp eğitiminde salt mesleksel-teknik boyutla yetinmemeli, genç hekimlere evrensel etik değerler, ulusa-insanlığa-çağa sorumluluk ve öncülük yükümü, savaşım bilinci temel değerler olarak kazandırılmalıdır.
Sosyal tıp”, başta neoliberal özelleştirmeye direnerek korunmalı; Ulus, sağlığına hekimlerle çatışarak değil dayanışarak erişebileceğini anlamalı, çirkin siyasetçiye alet olmamalıdır.
Bedensel-ruhsal-sosyal” yönden tam sağlıklı toplumunu yaratmak şaşmaz ülkümüzdür.
==========================
Yazının pdf biçimi :
Ahmet SALTIK, CUMHURİYET Gzt. köşe yazısı, 14 Mart tıp bayarmı; 197 yıl sonra neredeyiz

14 Mart Tıp Bayramı Kutlu Olsun

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm

2. Mahmut döneminde, Hekimbaşı Mustafa Behçet’in önerisiyle 1827’de Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire’nin kurulması ile ülkemizde çağdaş tıp eğitiminin başladığı gündür 14 Mart.

Bu gün dolayısı ile;

1889’da Dr. Nazım’ın da aralarında bulunduğu gizli İttihadi Osmani Cemiyetini kuran ve Türk aydınlanmasının işaret fişeğini atan askeri tıbbiyelileri;

Sivas Kongresine öğrenci temsilcisi olarak gelip Mustafa Kemal’e “ Bu kongreden manda kararı çıkarsa arkanızda durmayız” diyen ve Tıbbiyeyi Şahane’nin binasına Türk bayrağını asan Tıbbiyeli Hikmet’i;

Eğitimlerini yarıda bırakıp Sarıkamış’ta Çanakkale’de cepheye koşan Tıp Fakültesi öğrencilerini;

Çanakkale savaşı sırasında hasta ve yaralılara cephede hizmet götüren ve kadınlarımıza hemşirelik eğitimi veren Kızılay Genel Müdürü Dr. Besim Ömer Paşa’yı;

Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Enstitüsünü kurup yerli aşı üretimini sağlayan Dr. Refik Saydam’ı;

Türk eğitim devriminin önemli adı, “Andımız“ın yazarı  Dr. Reşit Galip’i;

İlk kadın doktorumuz Safiye Ali’yi;

Tüm yaşamını hastalarına ayıran ve Lepra (Cüzzam) salgınını yok eden Prof. Dr. Türkan Saylan’ı, (AS: Bu konuda, kendisiyle çalışan, Elazığ Cüzzam Hastanesi Başhekimliği yapan bir hekim olarak çekincelerimiz var… web sitemizde yazmıştık..)

Cephede askerleri tedavi ederken şehit olan yaralanan tüm askeri doktorları; 

Hasta yakınlarından şiddet görerek ölen ve yaralanan tüm doktorları;

Bu devletin olanakları ile okuyup, bu halka hizmet etmek isteyen fakat Giderlerse gitsinler” denilerek dışlanan, gittiklerinde de yoklukları duyumsanan doktorlarımızı;

Bilimsel çalışmaları ile dünyada yüzümüzü güldüren Prof. Dr. Aziz Sancar’ı, Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’i;

Büyük özveri ile doktor yetiştiren, salgın hastalıklarda bilimsel önerileri ile salgının durdurulmasını sağlayan ve bilimsel araştırmaları ile insanlığa hizmet eden tıp bilim insanlarımızı 

Saygı ve şükranla anıyorum.

İnsan yaşamının değerine inanan, pozitif bilimle donanmış,  dertlerimizi dindiren, gece gündüz demeden özveri ile hizmet veren başta doktorlar olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının tıp bayramını kutluyorum.  

Tıp bayramının her yıl aynı sağlık sorunlarının dile getirildiği bir gün olmaktan çıkmasını ve gerçek bir bayram gibi kutlanmasını diliyorum.

YARIN 14 MART TIP BAYRAMI

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Başta doktorlar hemşireler ve eczacılar olmak üzere,
tüm sağlık personelinin tıp bayramı nedeniyle;
herkesin kendi meslek ve ürettiği hizmetlerinin onuruna göre toplumdan saygı gördüğü,
halkın hekimler ve sağlık sağlık emekçilerine karşı kışkırtılmadığı,
hicbir sağlık emekçisinin fiziksel ve psikolojik şiddete uğramadığı;
herkesin kendi mesleğinin saygınlığı ve çağın gerektirdiği yeterli bir ücret düzeyine uygun bir ücretle ücretlendirildiği,
hiçbir doktorun gelir yetersizliği ya da can güvenliği… gibi gerekçelerle yut dışına çıkma özlemi ya da eylemi içinde olmadığı,
hiçbir yuttaşın, sağlık hizmetlerine erişmek için uzun süreler beklemediği,
ayrıca parasızlık, doktorsuzluk ve ilaçsızlık nedeniyle sağlık hizmetlerinden yoksun kalmadığı bir gelecek umut ve özlemiyle

tüm sağlık çalışanlarının  – emekçilerinin

14 MART TIP BAYRAMI KUTLU OLSUN!!