Yazar arşivleri: Ahmet SALTIK

Ahmet SALTIK hakkında

Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ahmet SALTIK’ın özgeçmişi için manşette tıklayınız: CV_Ahmet_SALTIK Hekim (Halk Sağlığı Profesörü), Hukukçu (Sağlık Hukuku Uzmanı) Mülkiyeli (Kamu Yönetimi - Siyaset Bilimci)

MEDICAL ANTHROPOLOGY & HEALTH, CULTURE

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 18th April 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of MEDICAL ANTHROPOLOGY & HEALTH, CULTURE

Here is the 43 slides updated PDF file (3,7 MB) : Medical Anhropology & Health, Culture

Some important public health issues related to this lecture :

  • “The basis of Turkish Republic is Culture. Culture is reading, understanding what you read and training your intelligent.”  M. K. ATATÜRK
  • The lecture provides an introduction to the field of Medical Anthropology.
  • It includes the application of different forms of social and cultural analysis to the study of
    health, illness, and healing.
  • The study of this module enables the students to understand the basic theoretical and applied orientation of Medical Anthropology.
  • Medical Anthropology is a subfield of Anthropology
    that draws upon social, cultural, biological, and linguistic anthropology
    to better understand those factors which influence health
    – and well being (broadly defined), – the experience and distribution of illness,
    prevention and treatment of sickness, healing processes,
    the social relations of therapy management,
    – and the cultural importance and utilization of pluralistic medical systems.
  • The discipline of medical anthropology  draws upon many different theoretical approaches.

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

HEALTH LEVEL INDICATORS

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 19th April 2024, we conducted a 3 hours lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of HEALTH LEVEL INDICATORS.

Here is the 81 slides updated PDF file (9,7 MB) : Health_level_indicators

Some important public health issues related to this lecture :

  • Health level indicators value of information in support of public health
    Measuring the health of population Information systems and community diagnosing.
  • A health indicator is a measure designed to summarize information about a given priority topic in population health or health system performance. Health indicators provide comparable and actionable information a cross different geographic, organizational or administrative boundaries and/or can track progress over time.
  • Health indicators support provinces/territories, regional health authorities and institutions as they monitor the health of their populations and track how well their local health systems function.
  • They help in monitoring key performance dimensions described in the Health System Performance Measurement Framework, which provides a common approach for managinghealth system performance across the country.
  • Community Diagnosis (community assessment) is the foundation for improving and promoting the health of community members. The role of community assessment is to identify factors that affect the health of a population and determine the availability of resources within the community to adequately address these factors.

Ahmet SALTIK, MD
Professor of Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

Sağlık açısından da…

Yakup Kepenek

Yakup Kepenek
Siyaset 21.04.2024, BİRGÜN 

Ülkenin eğitimi, özellikle de temel eğitimi, bilimsellikten uzaklaştırıldıkça Köy Enstitüleri daha çok aranır oluyor. Yurdun her tarafında bu konuda toplantılar düzenleniyor; yazılar yazılıyor;  dahası bilimsel araştırmalar yayımlanıyor. Geçen Çarşamba 17 Nisan, kuruluşlarının 84. Yılı olan Köy Enstitüleri, en uygun deyimle, “Cumhuriyet değerlerinin kuramsal ve uygulamalı bütünlüğüdür”.

Bu yazıda önce bir deneyimimden sonra da yeni yayımlanan bilimsel bir çalışmadan giderek Köy Enstitüleri eğitiminin sağlık boyutuna değineceğim.

YAŞATMANIN MUTLULUĞU 

Öncelikle, 17 Nisan’ı neden “doğum günüm” saydığımı açıklamalıyım.
Doğu Karadeniz’de Ardeşen ile Fındıklı arasında o zamanki adı Oce olan Yeniyol köyünde annemin anlattığına göre  1938’in “ekin” ayında  doğmuşum. Doğduğumda babam asker, okuma yazmayı orada öğrenecek, evde okur-yazar yok. Doğum tarihim, daha sonra nasılsa 2 Şubat olarak kaydedilmiş. Köydeki tek öğretmenli okuldan sonra tek gidebileceğim okul Beşikdüzü Köy Enstitüsü. Ancak bunun için yaşımın büyütülmesi gerekiyor; o zamanki ilçem Pazar’da  (1930’lara kadar adı Atina) yargıç karşısına çıktım; yaşım, yargı kararıyla bir yıl büyütüldü: şimdiki 2/2/1937 yapıldı. Ben de birkaç sınıf arkadaşımla birlikte yaya dört saat yürüdükten sonra girdiğim sınavı yedekten de olsa kazandım ve Beşikdüzü Köy Enstitüsüne parasız-yatılı okuma olanağına kavuştum;  böylelikle, çoğu yalınayak, karda-kışta çobanlık yapmaktan “kurtuldum”.

Beşikdüzü Köy Enstitüsünde üç yıl, Çifteler Yunusemre Öğretmen Okulunda üç yıl eğitim gördükten ya da “enstitülerin ortadan kaldırılmasını” yaşadıktan sonra 1955 yazında ilkokul öğretmeni oldum. Sonrasında, Orta Doğu Teknik Üniversitesi-ODTÜ İktisat Bölümü öğretim üyeliğine uzanan yol açıldı;  ben de 17 Nisan’ı doğum günüm sayıyorum.

İlk görev yerim Fırtına Deresi’nin sol yamacında, Ardeşen’e yaklaşık 20 km uzaklıktaki Makaliskrit (şimdiki adıyla Dikkaya)  Köyüydü. Okulda kalıyordum.  Bir gece yarısı kapım çalındı; yirmili yaşlarında bir kadın ve bir erkek karşımda; kadının kucağında bir bebek var. Ağlayarak çocuğun ateşler içinde olduğunu anlattılar. Köy, Ardeşen’e yaya dört saat, araç yok, doktor yok. Köy Enstitüsünün sağlık ders ve uygulamalarında iğne yapmayı öğrenmiştim; yanımda penisilin vardı; o yıllarda ateş düşürme onunla oluyor. Çocuğa iğne yaptım; gittiler, ertesi gün sevinç gözyaşlarıyla geldiler; çocuk kurtulmuştu.  O an duyduğum ve hiç unutamadığım mutluluk anlatılamaz. Çocuk yaşımda bir dağ köyünde bir çocuğun yaşamasını sağlamıştım.

Dahası, o yıl okulu bitiren öğrencim Osman Kosanoğlu, Köy Enstitüsü’den dönüşen Kars-Cılavuz Öğretmen Okulunu kazandı; çok başarılı bir öğretmen oldu ve yaklaşık 400 haneli Dikkaya’dan ilkokul sonrası eğitim alan “ilk kişi” oldu; onu diğerleri izledi.

  • Köy Enstitüleri işte böyle bir “olağanüstülüktü”. 

SAĞLIK EKSENİYLE… 

Cumhuriyet’in Yüzüncü Yılının sonlarında çok kapsamlı bir bilimsel çalışma yayımlandı:

  • “Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri”

alt başlığı “Sağlık Eğitimiyle Canlandırılacak Köy”  Kitap,  Dr. Hilmi Uysal, Prof. Dr. Mualla Aksu ve Prof. Dr. Pakize Türkoğlu tarafından yazılmış. 448 sayfa; Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği-YKKD-İzmir yayını.

Köy Enstitülerinin eğitim yönü oldukça ayrıntılı araştırmalara konu olmuş olmasına karşın, bugüne dek, bu kurumların sağlık boyutu tam bir bilinmezlik içindeydi. Çalışma, o büyük boşluğu dolduruyor.

Ülkemizde bilimsel çalışmaların AKP iktidarı tarafından iyice kurutulduğu bir dönemde bu çalışma, “bilimselliği” ile de her türlü övgüyü hak ediyor.

Kitabın yayımlanmasından kısa bir süre sonra yitirdiğimiz Prof. Dr. Pakize Türkoğlu, yapıtın Önsöz’ünde şöyle diyor:

“Okurlara sunulan Sağlık Ekseniyle Köy Enstitüleri çalışması, tarihselliği yanında güncelliğini hiç yitirmeyen o büyük eğitim devriminin sağlık eğitimi ve sağlıkçı yetiştirme yönünde yaşanan öyküsünün araştırılmasıdır”

SONUÇ 

Köy Enstitüleri Cumhuriyetin II. Yüzyılına nasıl taşınabilir? 

Öncelikle, önceki dönem İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “Başka Bir Tarım Okulu” adıyla Köy Enstitüleri benzeri eğitim verecek bir girişim başlatmıştı; O’nun tamamlanması doğru olur.

Ek olarak CHP’li büyükşehir belediyeleri, Köy Enstitüleri’nin  “bilim-üretim yaklaşımını” temel alan eğitim kurumları oluşturmalıdır. Geçtiğimiz hafta boyunca yapılan etkinlikler ve onlara eşlik eden “toplumsal istek” böyle bir uygulamanın nesnel olarak olanaklı olduğunu kanıtlıyor.

CHP, 1940’ın gerçekten çok olumsuz koşullarında yaşama geçirdiği ancak “yüzüstü bıraktığı”  bu büyük atılımı günümüzün bilim çağının gelişmelerini de dikkate alarak tamamlamalıdır.
===================================
Yazarın Son Yazıları
 İşin gerçeği
 Seçim ‘24’ün gör dediği
Ödenmesi gereken
Ekonomi “üç direksiz” düzelmez!
Afyon’dan afyonlanmaya…

HEALTH – MEDICAL SOCIOLOGY

Dear Phase 1 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 18th April 2024, we conducted a 1 hour lecture for Phase 1 Students of Atılım Univ.
Medical School 
with a subject of HEALTH – MEDICAL SOCIOLOGY.

Here is the 39 slides updated PDF file (4 MB) : Health_Sociology_AHMET_SALTIK

Some important public health issues related to this lecture :

  • Sociology is STUDY of SOCIAL CAUSES and CONSEQUENCES of HUMAN BEHAVIOUR.
  • Historically, the twin theoretical roots of Sociology are philosophy and science as they developed in the 17th and 18th centuries in Europe with the writings of thinkers such as Charles Montesquieu (1689–1755) and Jean Jacques Rousseau (1712–1778) on social forces, power, and social facts; Immanuel Kant (1724–1804) on the systematic analysis of cause and effect, ie causality relationship;
  • And Henri de Saint-Simon (1760–1825) about industry, the need for
    social reforms, and the scientific study of society and social life.
  • Philosophers such as René Descartes (1596–1650), Thomas Hobbes (1588–1679), and John Locke (1632–1704) aimed at ‘grand, general, and very abstract systems of ideas that made rational sense’.
  • İbn Khaldun (1332-1406) in fact, is the real founder of Political Sociology.
  • Medical sociology is simply the study of the effects of social and cultural factors on Health and Medicine. Specializing as a medical sociologist helps individuals view the healthcare system as a function of the society and serve it by examining and improving all its facets.
  • Medical Sociologyis the Sociological analysis of medical organizations and institutions; the production of knowledge and selection of methods, the actions and interactions of healthcare professionals, and the social or cultural –rather than clinical or bodily– effects of medical practice.

    With respect and love. 21st April 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       X : @profsaltik

Halil Çivi şiiri : HALK OZANI… HAKKIN SESİ

ŞİİR KÖŞESİ


Prof. Dr. Halil ÇİVİ

İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
Halk Ozanı

HALK OZANI… HAKKIN SESİ

Toplumun kulağı gözü,
Halk ozanı, halkın sesi.
Ahlakın aydınlık yüzü,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Sözüne yergiyle başlar,
Padişahı bile taşlar,
Serkeşlik edeni haşlar,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Haram yemez, haram içmez,
Eğri – büğrü yola düşmez,
Doğru söylemekten şaşmaz,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Sözü haktır, özü paktır,
Alnı açık, yüzü aktır,
Erdem kitabı ahlaktır,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Sazın teliyle konuşur,
Vicdan yoluyla konuşur,
Halkın diliyle konuşur,
Halk ozanı halkın sessi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Harama dikmez gözünü,
Edeple yıkar yüzünü,
Hesaba çeker özünü,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
               Xxx
Çiğ laf etmez, gönül kırmaz,
Fitne bilmez, pusu kurmaz,
Şeytanlığa aklı ermez,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sessi.
               Xxx
Irkçılık, dinbazlık yapmaz,
Haktan başkasına tapmaz,
Haksızın elini öpmez,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Akıl dışı yola gitmez,
Kadın, erkek farkı gütmez,
Adil olanı terk etmez,
Halk ozanı, halkın sesi,
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx
Halil Çivi der ki candır,
Özü, sözü bir insandır,
Halkıyla tek can olandır,
Halk ozanı, halkın sesi 
Halkın sesi, Hakkın sesi.
              Xxx


17 Nisan 2024, Çiğli / İZMİR

Ortadoğu Krizi Türkiye’yi Nasıl Etkiler?

Dr. Cihangir DUMANLI
E. Tuğg., Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzm.

İsrail’in Filistin’e saldırıları sürerken Hamas’ı destekleyen İran’ı cezalandırmak amacıyla Şam’daki İran konsolosluğunu vurması ve buna karşılık İran’ın İsrail’e kitlesel hava saldırısı Ortadoğu’da yeni bir krizi tırmandırdı.

Asıl savaş İran’la ABD arasındadır. İran’ın Filistin’i, ABD’nin de İsrail’i kullandığı bir “vekalet savaşı” (Proxy war) yaşanmaktadır.

Bir yanda İsrail, ABD ve öbür Batı ülkeleri;
öte yanda İran ve Filistin’in bulunduğu bunalımın (krizin) ne denli tırmanacağı, ne denli süreceği, başka hangi ülkeleri kapsayacağı konusunda kestirim ve öngörüde bulunmak, bu dizelerin (satırların) yazıldığı tarihte (14 Nisan) çok zor. Olayların gelişimi yanların (tarafların) karşılıklı hangi adımları atacağına bağlı. Ancak senaryolar düşünülebilir. En tehlikeli senaryo ise ABD’nin bu bunalımı fırsata dönüştürerek, İran nükleer silah geliştirmeden bu ülkeye geniş çaplı bir ortak (kara – hava) harekatı yapmasıdır.

ABD’nin Ortadoğu’daki ulusal çalarları şunlardır :

  1. Petrolün uygun fiyatla ve kesintisiz olarak Batı pazarlarına akması,
  2. İsrail’in güvenliği,
  3. Tek bir devletin (özellikle ABD’ye düşman bir rejimin) bölgede baskın duruma gelmesinin önlenmesi. .

Özellikle, nükleer güce sahip bir İran, ABD’nin bu üç çıkarına da tehdit oluşturmaktadır. Bu nedenle İran 1979’dan bu yana ABD’nin hedefindedir. ABD bu son bunalımı fırsata çevirerek İran’a askeri bir girişimde bulunabilir.

ABD’nin İran’a yönelik olası askeri girişiminin hedefi rejimi değiştirerek kendisine yakın bir rejimi iş başına getirmek ve İran’ın nükleer silah üretim yeteneğini yok etmek olacaktır. Rejim değişikliği 1951’de İran Başbakanı Musaddık’a karşı yapıldığı gibi örtülü bir harekâtla ya da Irak’a ve Afganistan’a yapıldığı gibi geniş çaplı bir hava – kara harekâtı ile yapılabilir.

Ancak İran, ülkesinin ve nüfusunun büyüklüğü, ekonomik ve teknolojik düzeyi, askeri gücü, dinsel-siyasal örgütlenmesi ve devlet geleneği bakımlarından Irak ve Afganistan’dan çok farkıdır. Amerikan askeri girişimininim Irak ve Afganistan’da olduğundan çok daha büyük bir direnişle karşılaşması, savaşın uzayarak yıpratma savaşına dönüşmesi ve ABD’nin yenilerek çekilmesi olasılığı yüksektir. Böyle bir yenilgi, zaten çökmekte olan Amerikan imparatorluğunun sonu demek olacaktır.

Bu senaryodan en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye gelmektedir.

Siyasal Etkiler

ABD’nin 1991 ve 2003’te Irak’a yaptığı gibi İran’a geniş çaplı bir kara ve hava harekatı yapması durumunda, ülkemizin coğrafyasından yararlanmak istemesi ve 2003’te olduğu gibi hava sahamızı, kimi üs ve limanlarımızı kullanma istemi gündeme gelebilir.

Türkiye ABD istemlerini karşılarsa, emperyalist bir ülkenin komşusuna saldırısını destekleyen bir ülke durumuna düşecek ve uzun yıllar sorunsuz olarak komşuluk yaptığımız İran ve Filistin halklarında kuşaklar boyu sürecek bir düşmanlığa neden olacaktır. Sorunlu olduğumuz komşular zinciri tamamlanacaktır. İran’ın ABD ile savaştan yengi ile çıkması durumunda, bize karşı düşmanlığı daha sert olacaktır.

ABD istemlerini kabul etmememiz durumunda zaten çok sorunlu olan ABD ile işkillerimiz daha da bozulacaktır.

Ekonomik Etkiler

Olası bir İran – Amerikan savaşında İran’ın en önemli kozu Hürmüz Boğazı’nı trafiğe kapatmak veya deniz trafiğini tehdit etmek olacaktır. İran, özel kuvvetleri, deniz ve hava kuvvetleri ile ve kıyıdan atılacak füzelerle Hürmüz Boğazı’nı kapatmak veya trafiği tehdit etmek olanak ve yeteneğine sahiptir.

Hürmüz Boğazı’ndan günde ortalama 114 tankerle  dünya petrol greksiniminn % 40’ı olan 17 milyon varil petrol taşınmaktadır. Boğazın tıkanması durumunda dünya çapında petrol arzı azalacak, ayrıca petrol taşımacılığı riskli olduğundan petrol fiyatları artacaktır.

Petrol fiyatlarının artması, enerji bakımından dışarıya çok bağlı Türkiye’de maliyet enflasyonunu ve dış ticaret açığını artıracaktır. Ekonomimiz ayrıca dünya ekonomisinin gerilemesi nedeniyle ile dolaylı olarak da olumsuz etkilenecektir.

İç Güvenlik Bakımından

ABD’nin yukarıda sıralanan Ortadoğu’daki ulusal çıkarlarını gerçekleştirecek hedeflerinden birisi bölgede kendi denetiminde bir Kürt devleti oluşturmaktır. Bunun için Irak, Türkiye, Suriye ve İran’daki Kürtlerin bu devletlerden ayrılmalarını ve birleşerek “Büyük Kürdistan’ı” kurmalarını amaçlamaktadır. Projenin Irak ayağı 1991 ve 2003’teki Körfez Savaşları sonunda gerçekleşmiştir. ABD halen Türkiye ve Suriye Kürtleri üzerinde yoğunlaşmıştır. Sonra sıra İran’a gelecektir. Bu ülkeye yapılabilecek askeri girişim (müdahale) sonunda İran Kürtlerinin de Irak’takilere benzer ayrı bir egemenlik alanı kazanmaları olasıdır. ABD ile savaşan İran’ın Kürtler üzerindeki baskısı azalacak, İran Kürtleri ABD’nin de kışkırtması ile daha eylemli duruma geleceklerdir.

Böyle bir durumda ülkemizdeki ayrılıkçı terör örgütünün eylemleri de artacak, bölücü örgüt İran topraklarından da yararlanacak ve terörle savaşımda cephemiz genişleyecektir. Cepheyi genişletmek stratejide istenmeyen bir durumdur.

Ayrıca, ABD İran’a askeri girişimde bulunur ama  rejimi değiştirmeyi başaramazsa, İran’daki dinci rejim yayılmacı duruma gelir; bu da bölgede köktendinci akımların güçlenmesi ve ülkemizde dinci rejim isteyenlerin daha eylemli duruma gelmesi sonucunu doğurur.

Sonuç ve Öneriler

İsrail ile İran ve Filistin arasındaki var olan bunalımın (krizin) genişleme ve başta ABD olmak üzere başka ülkeleri de katarak yayılma riski bulunmaktadır. Bu durum ülkemizin ulusal çıkarlarını tehdit etmektedir.

Türkiye öncelikle bunalımın sonlandırılması için diplomatik çaba göstermelidir.

Bunalımın tırmanması ve bir ABD – İran savaşına dönmesi durumunda, yukarıda belirtilen riskleri azaltıcı önemleri şimdiden düşünmek ve planlamak gerekmektedir.

Bunun için ulusal güvenlikle ilgili kurum ve kuruluşlar (Milli Güvenlik Kurulu, Dışişleri Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı, Milli İstihbarat Teşkilatı) ve uzmanların görüşleri alınarak devlet aklı  kullanılmalı ve hazırlıklı olunmalıdır.

Erdoğan’a açık ve ivedi çağrı

Image

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimci
www.ahmetsaltik.net  profsaltik@gmail.com
19 Nisan 2024, Cumhuriyet
Ahmet Saltık: Erdoğan’a açık ve ivedi çağrı (cumhuriyet.com.tr)

https://www.cumhuriyet.com.tr/yazarlar/ahmet-saltik/erdogana-acik-ve-ivedi-cagri-2197718 

Web sitemizde (www.ahmetsaltik.net), 47 yıllık hekim ve sağlık hukukçusu olarak kezlerce yazdık:

T.C. Anayasası
D. Görev ve yetkileri (Cumhurbaşkanının)
Madde 104 – (Değişik: 21/1/2017- 6771/8 md.) (16. fıkra)
“Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle kişilerin cezalarını hafifletir veya kaldırır.”
***
Bu fıkrada tanımlanan “yetki”, aynı zamanda “görevdir”.
Koşulları doğduğunda böylesi bir görevin yerine getirilebilmesi için cumhurbaşkanına tanınan
özel ve özgü (münhasır) ve bağlı bir yetkidir.

Üstelik anayasa, “görev-yetki ayrıştırılamaz” ilkesi temelinde herhangi bir önkoşul ve sınırlama da tanımlamamıştır. Yüksek makamın sağduyusu ile “Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebiyle” olgusunu ayrıca betimlememiş ve herhangi bir koşula bağlamamıştır.

Kaldı ki devletimizin resmi bilirkişi kurumu, yasayla oluşturulan (1982, 2659 s. yasa) ve görev-yetkileri belirlenen Adli Tıp Kurumu’ndan da uzman hekimlerce “sürekli hastalık, sakatlık ve kocama” durumu, bilimsel tıbbi kurul raporuna bağlanmıştır.

Adli Tıp 3. İhtisas Kurulu, Çetin Doğan’ın hastalıklarını şöyle sıraladı:

  • Diabetes mellitus, hipertansiyon, koroner arter hastalığı, opere lomber dar kanal, sağ peroneal sinir hasarı, sağ düşük ayak, işitme kaybı.
  • Doğan için oybirliği ile “kocama hali” raporu verildi.

Mezar evlerde günahsız insanları işkenceyle öldüren Hizbullah davası sanığı 71 yaşındaki
Mehmet Emin Alpsoy’un, Saadet Partili sandık görevlilerini katleden 75 yaşındaki Hacı Sülük’ün, Sivas’ta yazarları-ozanları diri diri yakan 75 yaşındaki Hayrettin Gül’ün hapisliklerini hasta ve yaşlı diye hızla kaldıran cumhurbaşkanı, hapisteki generallerin dosyasını neden 1 yıldır bekletiyor?

Bu rapor geçen yıl 6 Nisan’da savcılığa yollanmış.

Tablo bütünüyle nettir ve bu rapor bir yılı aşkın zamandır Erdoğan’ın masasındadır.

Düzmece (kumpas) 28 Şubat davası hükümlüsü Sayın E. Org. Çetin Doğan, anılan hükümlüler ile karşılaştırılamayacak ölçüde ağır sağlık koşulları ve

  • açık, yakın, somut ölüm riski ile yüz yüzedir!

Erdoğan açıkça, koşulları nesnel olarak doğduğu halde, yetkisini bilerek ve isteyerek – kasıtlı olarak kullanmayarak, üstelik bunu ayrımcılık temelinde ve kin güderek görevini yerine getirmemekte (“Dininizi ve kininizi eksik etmeyin” sözleri O’nun… “dindar ve kindar nesil yetiştirme”… de!) ve Türk Ceza Yasası bakımından zincirleme süregelen suç işlemektedir.

Davranışının sonuçlarını öngörebilecek durumdadır. Tasarlayarak ve zamana yayılan biçimde cinayet suçu ile eşdeğer tipik eylem sergilemektedir. Saray hukukçularının bu eylemin
TCK’deki ağır karşılığını Erdoğan’a netlikle anımsatma yükümlülüğü vardır.

Erdoğan ayrıca anayasaya göre ettiği tarafsızlık yeminini de çiğneyerek bir kez daha anayasayı çiğneme (ihlal) suçu işlemektedir. Haydi biz söyleyelim: Bu suçun yaptırımı TCK m. 309’dadır; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasıdır! Suç süregelmektedir (temadidir).

Erdoğan, Yüce Divan’a sevki için 400 vekilin oyununun gerekliliğine güvenmektedir.
Ancak bu anayasa maddesi 360 vekil + halkoylaması ile değiştirilebilir ve keser de döner sap da.
Bir gün hesabı yasal olarak sorulur!

  • Acaba Erdoğan, gerçekten ahirette hesaba çekileceğine Müslüman olarak inanıyor mu?!

İVEDİ-NET ÇAĞRIMIZ

Erdoğan bir an önce, sağduyulu davranarak, daha çok gecikmeden, anayasal görevini, bu bağlamda tanınan özgü (münhasır) bağlı yetki ile yerine getirmek zorundadır. Tersi mutlak bir keyfiliktir,
kesin olarak hukuk dışıdır ve açıkça suçtur.

Devlet adam öldürmez, öldüremez!

Kimse Erdoğan’dan merhamet dilenmiyor. Tersine, zorunlu göreve çağrılıyor.

Sevgi, saygı, derin kaygı ama UMUT ile.
=================================
Yazının pdf biçimi : 16. Erdoğan’a açık ve ivedi çağrı, 19.4.24

“1924 – 2024 : Cumhuriyet Anayasacılığı”

Dostlar,

20 Nisan 2024 günü, ANAYASA-DER (Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği) olarak sanal ortamda çevrim içi oturum düzenledik.

20 Nisan 1924 Anayasasının 100. yılı idi.

Konu,  1924 – 2024 : Cumhuriyet Anayasacılığı idi.

Oturuma, Dernek Başkanı Sn. Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu da katıldı ve sunum yaptı.

Program ekteki gibiydi.

Biz de Derneğin üyesi olarak katılımcı ve konuşmacıydık. (20 dk.)
Konumuz “Türk Anayasacılığında Sağlık Hakkı : 1924-2024” idi.

20 Nisan 2024 Toplantı Programı

Sunumlar, bizim önerimizle makaleye dönüştürülecek ve kitaplaştırılacak.

Şimdilik bizim sunumumuzun özetini paylaşalım :
***
Özet
Türkiye’de Anayasalı devlet olma 1876’ya tarihli. 1909’da 2. Meşrutiyet ile ilk anayasa yenilendi. Osmanlı Devletinin dağılmasından sonra 1921’de 3. Anayasa ve 1924’te 4. Anayasaya sahip olduk. Türkiye Cumhuriyeti 29 Ekim 2023’te ilk yüz yılını doldurdu, Türk Anayasacılığı da 20 Nisan 2024’te. 1924 Anayasasında sağlık hakkı kavramı yer almadı, küresel birikim de elverişli değildi. Birkaç değişiklikle 36 yıl yürürlükte kaldı ve laikleşme, demokratikleşme, hukuk devletine erişme, egemenliğin ulusa evrilen Anadolu halkınca kullanılması aşamalarına Atatürk Türkiye’sinde beşiklik etti. 27 Mayıs 1960 devrimiyle, yeryüzünün en özgürlükçü anayasalarından biri olan 1961 Anayasası’na sahip olduk. 49. madde konut hakkı ile birlikte yurttaşa sağlık hakkı tanıdı, devlete de ödev olarak verildi. 224 sayılı yasa ile sağlık hizmetleri sosyalleştirildi. 12 Mart 1971 darbesi ile 35 maddesi geriye doğru değiştirildi, 12 Eylül 1980 darbesi ile yürürlükten kaldırıldı. 1982 Anayasası 56. maddesinde sağlık hakkını çevre hakkı ile iç içe düzenledi. Küreselleşme baskıları ile sağlık hizmetleri özelleştirilmeye, kamu geri çekilmeye başlandı. “Sağlıkta Dönüşüm” adı altında Dünya Bankası – IMF dayatması uygulamaya kondu. Zorunlu genel sağlık sigortasına geçilerek, prim = ek vergi ile sağlık güvencesi kondu. Sosyal güvenlik kurumları tek çatıya alındı, SGK giderek karşıladığı sağlık hizmeti ve mallarını kıstı ve çok onur kırıcı biçimde tamamlayıcı özel sigorta dayatıldı. 2017 sonrası “tek adam despotizmi”ne ve anayasasızlaştırma fetretine savrulduk. Venedik Komisyonu hukuk yolu ile demokratikleşme çabası içinde ama Türkiye, AİHS-AİHM kararlarını yerine getirmiyor. “Askıda anayasa” karanlığından Türkiye hızla çıkmalı. Sağlık, doğuşta kazanılan temel insan hakkıdır ve herkes erişebilmelidir. Öncelik koruyucu sağlık hizmetlerine, sağlıklı – güvenli yaşama verilmeli. Küresel dayanışma-işbirliği zorunlu!
Anahtar sözcükler : Sağlık Hakkı, Türk Anayasacılığı, 1924 Anayasasında sağlık,
1961 Anayasasında sağlık hakkı, 1982 Anayasasında sağlık hakkı, Küreselleşme ve sağlık hakkı

Abstract
Constitutional statehood in Turkiye dates back to 1876. The first constitution was renewed with the 2nd Constitutional Monarchy in 1909. After the dissolution of the Ottoman Empire, we had the 3rd Constitution in 1921 and the 4th Constitution in 1924. The Republic of Turkiye completed its first hundred years on October 29, 2023, and Turkish Constitutionalism on April 20, 2024. The concept of the right to health was not included in the 1924 Constitution, due to  global accumulation was not favorable. It remained in force for 36 years with a few changes and was the cradle of the stages of secularization, democratization, evolution into a state of law, and the use of sovereignty by the Anatolian people, who evolved into a nation, in Ataturk‘s Turkiye. With the revolution of May 27, 1960, the 1961 Constitution, one of the most liberal constitutions in the world, was reached. Article 49, along with the right to housing, gave citizens the right to health and defined it to the state as a duty. Health services were socialized with Law No. 224. 35 articles were amended retroactively with the military coup of 12 March 1971, and was abolished with the another military coup of 12 September 1980. The 1982 Constitution regulated the right to health intertwined with the right to the environment in Article 56. With the pressures of globalization, health services began to be privatized and the public sector began to withdraw. The World Bank – IMF imposition was put into practice under the name of “Transformation in Health“. By switching to compulsory universal health insurance, health insurance was introduced with premium = additional tax. Social security institutions were brought under a single roof, and supplementary private insurance was imposed in a very degrading and restrictive manner on the health services and goods covered by SGK. After 2017, we were thrown into “one-man despotism” and the interregnum of deconstitutionalization. The Venice Commission is trying to democratize through law, but Turkiye does not fulfill the ECHR-ECHR decisions. Türkiye must quickly emerge from the darkness of “suspended constitution”. Health is a fundamental human right acquired at birth and everyone should have access to it. Priority should be given to preventive health services and a healthy and safe life. Global solidarity-cooperation is mandatory!
Keywords : Right to health, Turkish Constituonalism, Health in the 1924 Constitution, Health to right in the 1961 Constitution, Health to right in the 1982 Constitution, Globalisation & health

Ülkemizin bir an önce parlamenter demokrasiye dönmesi ve
tek adam despotizmi karanlık döneminin sona ermesini diliyoruz.

Ülkemizin, taa 1808 Sened-i İttifak‘a dek götürülebilecek demokratikleşme – anayasal rejim olma çabası 200 yılı geçiyor.

Bu ciddi ve çok değerli birikim, AKP=RTE/MHP fetreti ile asla heder edilmemelidir.

Ülkemizin bu gerici kuşatmayı yaracak güç ve birikime sahip olduğu kanısındayız.

Anayasa hukukçuları da siperlere.. hem de ön önlerde..

Sevgi ve saygı ile. 21 Nisan 2024, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    X : @profsaltik
https://www.instagram.com/ahmet_saltik

20 Nisan 1924 ANAYASASI 100 yaşında.

Sinan MEYDAN
Tarihçi

23 maddelik 1921 Anayasası çok yetersizdi. Cumhuriyete uygun, daha kapsamlı çağdaş bir anayasa hazırlanması gerekiyordu. Yeni bir anayasa hazırlamak için meclisteki Anayasa Komisyonu dışında uzmanlardan bir kurul oluşturuldu. Hazırlanan yeni anayasa taslağı Atatürk’ün de katıldığı toplantılarda tartışıldı. 1924 Anayasası hazırlanırken, birçok Avrupa ülkesi ve ABD Anayasası incelendi. Anayasa Komisyonu Başkanı Celal Nuri İleri, hazırlanan 108 maddelik anayasa taslağını “Türk Cumhuriyeti’nin Anayasası” olarak adlandırdı. TBMM’de anayasa tasarısı üzerinde yapılan Meclis görüşmelerinde anayasayı bir Kurucu Meclisin hazırlaması, Millet Meclisi yanında ikinci bir meclisin gerekli olduğu, cumhurbaşkanına verilmek istenen geniş yetkiler tartışma konusu oldu. İki meclis ve cumhurbaşkanına fesih ve veto yetkileri verilmesi reddedildi. Tasarıda 7 yıl olarak belirlenen cumhurbaşkanlığı süresi de 4 yıla indirildi. Ayrıca Bakanlar Kurulu’nun sadece cumhurbaşkanı tarafından onaylanması yeterli görülmeyerek hükümetin Meclisten güvenoyu almasına karar verildi.

  • 20 Nisan 1924’te kabul edilen 105 maddelik Teşkilatı Esasiye Kanunu (1924 Anayasası) öncelikle “Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” biçimindeki 1. maddenin değiştirilemeyeceği hükmü ile yeni rejimi güvenceye aldı. (Md.102)

Yasama ve Yürütme yetkilerini Meclise, yargı yetkisini bağımsız mahkemelere bıraktı. (Güçler ayrılığı) Meclis, hükümeti her zaman denetleyebilecek, hatta görevden uzaklaştırabilecekti.

1924 Anayasası,

  • “Türkiye halkına, din ve ırk ayırt edilmeksizin vatandaşlık bakımından Türk” denileceği hükmüne yer verdi. (Md. 88).

Böylece son derece kapsayıcı, demokratik, “yurttaşlık bağını” esas alan bir millet/ulus tanımı yaptı. Yani 1924 Anayasası’nda, 1921 Anayasası’ndan farklı olarak milletin adına (Türk Milletine) yer verildi. 1924 Anayasası’nda, 1921 Anayasası’ndan farklı olarak “yargı” ve “haklar” bölümü vardır. Bu bölümde “yargıç bağımsızlığı”, “yargıç güvencesi”, “yargılamanın açıklığı”, “Yüce Divan”, “savunma hakkı” ve “yargı bağımsızlığı” kavramlarından söz edilir. “Türklerin Kamu Hakları” bölümünde de düşünce, söz, yayın, seyahat, mukavele (sözleşme), çalışma, mülkiyet, toplantı, dernek, şirket kurma hak ve özgürlükleri ile can, mal, ırz, konut dokunulmazlığı, basın, haberleşme özgürlüğü, yasal mahkeme ilkelerinden söz edilir.

1924 Anayasası’nda, 1921 Anayasası’ndan farklı olarak “yerel yönetimle” ilgili hükümler iyice azaltıldı. Türkiye Cumhuriyeti üniter (tekil) devlet olarak yapılandırıldı. Türkiye Cumhuriyeti, aynı zamanda, “laik” bir devlet olacaktı. Ancak dönemin koşulları gereği anayasa kabul edilirken laikliğe aykırı -Atatürk’ün ifadesiyle bazı fazlalıklara- yer verilmişti. Bu anayasaya göre de din işlerini yerine getirmek Meclisin göreviydi. (Md. 26). “Türkiye Cumhuriyeti’nin dini İslam’dır” maddesi bu anayasada da vardı. (Md.2)

10 Nisan 1928’de yapılan değişiklikle “Devletin dini İslam’dır” ve “Dini hükümlerin yerine getirilmesi” maddeleri anayasadan çıkarıldı.

“Vallahi” sözcüğü de “Namusum üzerine söz veriyorum” biçiminde değiştirildi.

  • Böylece anayasa fiilen ve hukuken laikleştirildi.

5 Aralık 1934’te anayasada yapılan bir değişiklikle “30 yaşını bitiren erkek ve kadın her Türk’ün milletvekili seçilebilmesine” izin verildi. Böylece kadınlara seçilme hakkı verildi. Daha önce 18 olarak belirlenen seçmen yaşı 22’ye çıkarıldı. (Md. 10,11) 5 Şubat 1937’de anayasada yapılan son büyük değişiklikle Atatürk ilkeleri (6 Ok) anayasaya eklendi. Böylece 2. madde şöyle oldu:

  • “Türkiye devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimcidir.
    Resmi dili Türkçedir, Başkenti Ankara’dır.”

Laikliğin anayasaya girmesi ile Türkiye Cumhuriyeti resmen Laik bir Cumhuriyet halini aldı.

2024 yılında 1921 Anayasası’nı örnek almaktan söz edenler, Atatürk döneminde yapılan değişikliklerle birlikte, üniter (tekil) ve laik Cumhuriyetin kurucu belgesi durumundaki 1924 Anayasası’nı ağızlarına almamaktadır. Yasa metni, tutanaklar.

www5.tbmm.gov.tr/develop/owa/ka

Türkiye ahalisi ‘hayır’! dedi

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 18.04.2024 BİRGÜN

Bugün, 18 Nisan 2024
Öbür gün, 20 Nisan 1924: Anayasa’nın 100. Yılı.
Önceki gün, 16 Nisan 2017: Anayasa değişikliğinin 7. Yılı

İki karşıt kutup: Anayasa ve siyasal tarih açısından birbirine bu denli zıt iki anayasal ve siyasal  bilançoya rastlamak zor. Neden ve nasıl?

İKİ DEVLET MİRASI

1924, Cumhuriyet anayasacılığının simgesi olarak yüzyıllık kurumlar, kurallar ve değerlerin en güçlü eşiği.

1921 Devlet’i kuran Anayasa; 1924 ise, Devlet’in yani Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Anayasası.

Meclis Hükümeti ile 192 oldukça özgün. 1924 ise, 1909’a daha yakın; çünkü, Meclis hükümetinden parlamenter rejime doğru kaymayı temsil ediyor.

1924, 1928 ve 1937 değişiklikleri ile Türkiye Cumhuriyeti’nin temel niteliklerini ortaya çıkarıyor.

1961 Anayasası ile parlamenter rejim, klasik kurum ve kuralları ile kuruluyor. 1982’de yürütme ve Cumhurbaşkanı ağırlıklı sapmalar olsa da parlamenter rejimin ana düzenekleri korunuyor. 1987-2004 çizgisindeki değişiklikler, ‘hukuk devleti onarımı’ ile örtüşüyor.

Cumhuriyet’in 3 Anayasasının ortak paydaları:

-TBMM önünde sorumlu Hükümet,
-Devlet başkanı olarak sorumsuz ve yansız CB,
-Kurul olarak yönetim ve toplu siyasal karar düzenekleri.

MİRAS’IN REDDİ

2017 Anayasa değişikliği, bunların hepsini tasfiye etti. Bununla, gerçekte, Cumhuriyet anayasacılığı kazanımlarını değil yalnızca, (Devlet başkanlığı ve hükümet ayrılığının nüvesinin atıldığı Fatih dönemine gitmeksizin) 1876’da başlayan anayasal ve siyasal kazanımları da.

Hangi ortamda? OHAL ortam ve koşullarında, üstelik mühürsüz oy ve zarflar geçerli sayılarak.

İki Devlet mirasını reddeden AKP-MHP ikilisi şu üçlü durumu yarattı:

– Özü boşalttı: Cumhuriyet’in üçlü ortak paydası kurum ve yetkileri tek kişiye verilerek,
‘insan haklarına dayanan laik ve demokratik hukuk devleti”nin içeriği boşaltıldı.

-Açık aykırılık: Tek kişi, çoklu anayasal yetkilerle yetinmedi; anayasal statüsü ile bağdaşmadığı halde parti başkanı oldu.

-Fiili durum: Uygulama ise, her ikisinin ötesinde dezenformasyon, fiili durum, istismar ve ikiyüzlülüklerle örülü. Anayasadışılıktan birkaç örnek: 2017’de;

-Anayasa ve yasa tekeli Yasamaya bırakıldı; ama hemen bütün yasa önerileri bürokrasiden geliyor; Anayasa çıkışları da Meclis dışından.

Hükümet kaldırıldı, ama Yasama ve yürütme koalisyonu (Cumhur İttifakı), TBMM’yi işlevsiz kıldı.

-Bakanlar, Yürütme ve siyaset dışına çıkarıldı; ama seçim sahasına sürülerek AKP-MHP’ye oy devşirme makamları olarak kullanıldı.

Bu ortamda kotarılan Kişi+Parti+Devlet (K+P+D) füzyonuna, 31 Mart ile merkez + yerel halkası eklenmek istendi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistem (CBHS), tam bir sanal kurgu, bürokratlar grubu olarak ‘fiili kabine’ görüntüsü bile fikir verici…

Ele geçirilen anayasal yetkiler ve bunların keyfi biçimde sürekli kötüye kullanılması, yürürlükte olanları da uygulanamaz kıldı. Yargı yetkisi, bunların başında geliyor.

Denetimsiz ve keyfi yönetim, “devlet, toplum, ülke” üçlüsünde onulmaz tahribat, kırım ve kıyımlara yol açtı.

  • “Türkiye ahalisi” (1924), 31 Mart’ta aslında “çifte füzyon”a ‘ hayır’! dedi.

Bu nedenle, sanal CBHS için “gözden geçirme, güçlendirme, tadilat, tamir” vb. söylemler, “yalancı anayasacılık” ifşasından başkası değil.

ANAYASAL YURTSEVERLİK

Bu ortam ve koşullarda doğru, gerçek ve temiz bilgi yaymak, anayasal yurtseverlerin hareket eşiği olmalı. Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) ürünü üç anayasa hali (özü boşaltma, aykırılık ve fiili uygulamalar) ve bunun sürdürülemezliği asla göz ardı edilmemeli.

1. Parti CHP’ye çok yönlü sorumluluk düşüyor. Şimdilik:

-Yürürlükteki Anayasa’ya saygı istemini,  TBMM içinde ve dışında sürekli kılmak,
-PBDBY yerine, Cumhuriyet mirasını ileriye taşıyacak ‘anayasal demokrasi’ hedefine odaklanmak.

“Hangi yüzle yeni Anayasa istiyorsunuz?” anlamlı başlığını atan (16 Nisan)

BirGün’e, “demokratik anayasa” mücadelesinde nice ‘0’lı yıllara!

2024, çok yönlü toplumsal seferberlikle 1924 ruhunun canlandığı yıl olsun!
============================
Yazarın Son Yazıları