Etiket arşivi: Kanal İstanbul

Kanal İstanbul, Paris Anlaşması’na aykırı

“Bu büyük bir vizyon büyük bir projedir. Bizde bir muhalefet var, ikide bir çıkıyor her projeye olduğu gibi bu projeye de karşı çıkıyor. Kanal İstanbul’a ilgi duyan ülke ve şirketlere de tehditler gönderiyor ‘asarım keserim’ vesaire diye. Öyle ki kimse bu tehditleri ciddi bulmuyor çünkü bu olaylara bakışları ciddi değil. Biz kardeş Malezya ve firmalarının böyle bir önemli projede yer almasından ancak memnuniyet duyarız. Devletimizin kasasından bir kuruş çıkmadan büyük projeyi inşallah hayata geçireceğiz” sözleri, Dış İşleri Bakanı M. Çavuşoğlu’na ait (19.12.21).

CHP-HDP-İYİ Parti’yi, basın önünde Malezya Dış İşleri Bakanı’na jurnallemek, tam bir demokrasi düşmanlığı. Özeti şu:

  • Bizde ne para ne de demokrasi var; gelin büyük yıkım projesini siz gerçekleştirin.

Anayasa md. 90 ve 56 çerçevesinde yasalara üstün olan Paris Anlaşması (R.G.:7.10.21), Dış İşleri Bakanlığı için de bağlayıcı.

Paris Anlaşması (4.11.16), Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (BMİDÇS)’ nin, sürdürülebilir gelişmeyi sağlamayı ve yoksulluğun ortadan kaldırılmasını öngören hükümlerini güçlendirmeyi amaçlamakta ve küresel ortalama sıcaklık artışının sanayileşme öncesi döneme göre 2°C altında tutulmasını ve artışın 1,5°C’nin altında tutulmasına yönelik çabaların sürdürülmesini hedeflemekte.
***
Sözleşme ve Anlaşma, ekosistem ve ekolojik denge bağlamında çevresel haklar ekseninde yer alır: “Bu Sözleşme’de belirtilen konularda eğitim, öğretim, kamu farkındalığı, kamunun katılımı, kamunun bilgiye erişimi ve her seviyede işbirliği” önemlidir (Başlangıç).

Türkiye’nin, iklim değişikliğinin engellenmesi, çevre sorunlarının çözümü ve bu sorunların kökenine müdahale etme konusunda etkili adımlar atma yönünde üstlendiği yükümlülükler, Paris Anlaşması’nın ve onun bir tür anayasası olan BMİDÇS çerçevesinde yer alır.

Türkiye Devleti, 2015’te BM Genel Sekreterliği’ne sunduğu ulusal katkı beyanı ile emisyon artışını 2030 itibariyle yüzde yirmi bir azaltma taahhüdünde bulundu.

Oysa Kanal İstanbul projesine ilişkin 1/100.000 ölçekli Çevre Düzeni Planı, Türkiye’nin Paris Anlaşması’ndan kaynaklanan uluslararası yükümlülüklerini ihlâl eder nitelikte: Yapılaşma ve nüfus yoğunluğunun artması, sera gazı salınımlarını artıracak; doğal alanların yok edilmesiyle yutak kapasiteleri azalacak ve söz konusu değişiklikler ısı adalarının oluşmasına ve gazların iklim değişikliğine etkilerinin artmasına yol açacaktır.

Bu nedenle Kanal İst., iklim değişikliğini önlemek veya en aza indirmek ve zararlı etkilerini azaltmak amacıyla önleyici önlemler almak ve sera gazı salınımının azaltılmasını hızlandırmak hedef ve yükümlülüklerine (md.2) aykırı.

“Bu Anlaşma’nın etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla, gelişmekte olan Taraf ülkelere destek verme ihtiyacı” (md.3), destek alan Devlet’in yatırım önceliklerini gözetme yetkisini öne çıkarmakta ve; “…emisyonlar ve giderimler ile ilgili hesap verirken Taraflar, çevresel bütünlük, şeffaflık, doğruluk, tamlık, karşılaştırılabilirlik ilkelerini gözetir…”(md.4/13).
***
Öbürleri arasında bu iki hüküm de, Türkiye’nin büyük yatırımlarının saydamlığını gerekli kılmaktadır.

Kanal İstanbul’un yalnızca inşaatının yılda 1,7 milyon ton ek karbondioksit salınımına neden olacağı ÇED Raporu’nda belirtilmiştir. Proje ile artırılan yerleşim alanlarının neden olacağı nüfus artışı da, sera gazı salınımını yükseltecek.

Proje ile toplam 13 bin 400 hektar orman arazisi yok olacak, 394 bin ağaç kesilecek. Ormanların özel izinlerle farklı kullanımlara özgülenmesi, kentin geleceği açısından onarımı güç olumsuz etkiler yaratacak. Sera gazı yutak ve rezervuarı işlevi gören ormanların yok edilmesi, Anlaşma md. 5 ve Anayasa’nın, ormanları koruyucu md. 169’a da açıkça aykırı.

ÇED süreci, “Taraflar uygun şekilde iklim değişikliği eğitimini, öğretimini, toplum bilincini, halkın katılımını ve bilgiye açık erişimi bu adımların işbu Anlaşma kapsamındaki eylemleri güçlendirmek için öneminin bilinciyle güçlendirecek tedbirler alınmasında işbirliği yapacaklardır” (md.12) hükmüne aykırı olarak yürütülmekte.

“Bütün ekosistemlerin, Toprak Ana olarak adlandırdığı biyoçeşitliliğin korunmasının önemi ve iklim değişikliğine müdahalede faaliyete geçerken “iklim adaleti” kavramının önemi” (Bşlg.), Kanal İstanbul planlama alanı içinde ve yakın çevresinde Karadeniz ve Marmara Denizi arasında bir ekolojik koridorun korunmasını gerekli kılmakta. Ekolojik kuşak ve koridorların ana bileşenleri olan içme suyu havzaları ve orman alanlarında düşük yoğunluklu da olsa kentsel yapılaşma, söz konusu ekolojik koridorları olumsuz etkileyecek ve iklim değişikliğinin de etkisiyle kentin yapılaşmış alanlarındaki ısı adaları, hava kirliliği vb. sorunları daha da artıracaktır. Bölgeye nüfus çekici plan değişikliği de, yüksek yoğunluklu yapılaşma baskısı yaratacak ve zamanla bölgedeki yaşamsal önemdeki ekosistemler yok olma tehdidi ile karşılaşacaktır. Kanal çalışmasından çıkacak çok büyük hacimli hafriyat/kazı atıklarının deniz dolgusu olarak kullanılması durumunda dolgu malzemesi, deniz suyu ile etkileşime girecek ve deniz ekosisteminin zarar görmesine yol açacaktır.
***

  • Özetle                        : Kanal İstanbul, Paris Anlaşması’na aykırılık oluşturacağı ölçüde, başta Barselona ve Bükreş gelmek üzere, taraf olduğumuz birçok uluslararası sözleşmeyi ve uluslararası çevre hukukunun temel ilkelerini de ihlâl ederek,
  • Türkiye’nin uluslararası sorumluluğunu gündeme getirecektir.

Kaos nedeni, 50+1 değil, ‘CBHS’

Anayasal düzen yıkıcıları, yıkıntıların altında kalma tehlikesi ile burun buruna geldikleri bir anda, CB’nin ilk turda seçilebilmesi için ‘salt çoğunluk (50+1) indirilsin’ demeye başladı.

Oysa, Temmuz 2018’de çalışmaya başlayan 27. Yasama Dönemi TBMM tartışmaları, şu ayrışmayı yansıtıyordu:

2017 Anayasa değişikliği, ne meşrudur ne de sürdürülebilir (demokratik Cumhuriyetçiler).

Halkoyu ile kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS), Anayasa sayfasını kapatmıştır (teokratik-nasyonalist monarşistler).

30+1 ne demek?

Tam 31’nci ay sonunda, “şimdi sivil anayasa zamanı” sözleriyle (1 Şubat 2021), kesinlikle kapandı dedikleri sayfayı yine kendileri açtı.

AKP-MHP (Cumhur İttifakı), birlikte değil ayrı ayrı anayasa çalışması başlattı.

1 Mayıs’ta genel çizgileriyle açıklanan taslak (MHP), Allah ile başlıyor (Başlangıç).

40+1 ise,

27. Yasama döneminin 41. ayında ise şu ayrışma gündeme oturdu:

-“Tek aksaklık, 50+1”; “50+1 ciddi sorun çıkarıyor, ülkeyi kaosa sürükleyecek…” (AKP).

“Bu sistemin meşruiyet temeli %50+1’dir. Biz hükümetin ortağı değiliz; ama Cumhur İttifakı’nın sevabına da günahına da sonuna kadar ortağız…” (MHP).

Sistem tartışması başladı.

50+1’e gelince;

Görünen o ki, 27. Yasama Dönemi 50 ayı geride bıraktığında, Cumhur İttifakı, kendini Anayasa ve sistem tartışması içinde bulacak; her ikisini birlikte sorgular olacak.

Bu nedenle, başta Millet İttifakı gelmek üzere demokratik Cumhuriyetçiler, anayasa ve sistem tartışmalarını doğru bilgi temelinde yürütme konusunda duyarlı ve özenli olmak zorundalar. İşte bir demet temizlik:

10 YANLIŞ/ 10 DOĞRU

1- “50+1, sistemin tek sorunu ve kaos doğurur” (AKP): Oysa, kaos nedeni 50+1 değil, ‘CBHS’nin kendisi, doğru deyişle Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY)’dir.

2- “Biz hükümetin ortağı değiliz”: Hükümet yok zaten; Yürütme, tek kişide ve fiilen ortağısınız.

3- “Biz sadece Cumhur İttifakı’nı destekliyoruz; muhalefetiz ve denge işlevi görüyoruz” (MHP): Tümüyle gerçek dışı. Genel başkan iradesi olmadan vekiller, Meclis’te ne bir söz söyleyebiliyor ne de bir el kaldırabiliyor: Anayasa’ya ve kamu yararına açıkça aykırı yasalara ‘evet’; muhalefet partilerinin en yaşamsal ve gerçekçi önerilerine ‘hayır’. Araştırma önergelerinin hiçbirinde konuşmayan vekiller, hepsine hayır diyor. Konuyla ilgili onlarca yazımdan yalnızca üçü:

– “CHP-HDP-İYİ Parti = fikir ve dil/AKP-MHP = fizik ve el” (26.7.18);

– “Cumhur İttifakı: Meclis’e takılan ters kelepçe!” (12.12.19);

– “Liyakat karşıtlığı, (FETÖ-AKP-MHP) ortak paydası mı?” (23.9.21).

4-“Parlamenter rejim, darbelere neden oldu” (AKP): Yanlış. Son darbe girişimi, ‘Parlamentonun bekleme odasına alındı’ğı ve CB’nin yasama ve yürütme yetkisini ‘fiilen’ tek başına kullandığı bir dönemde oldu.

5-“CBHS, tarihimize en uygun yönetim tarzıdır” (AKP-MHP): Yanlış, PBYDBY, tarihimize ve demokrasiye tamamen yabancıdır. Tarihimize en uygun yönetim tarzı, parlamenter rejim ve paylaşılmış iktidardır.

6-“CHP ve HDP kapatılmalıdır” (MHP ve AKP yalakaları): Anayasa madde 68/4’ü sürekli ihlal eden AKP ve MHP’dir; ama onlar da kapatılmamalı; yöneticilerini anayasal çizgiye çekici yaptırımlar uygulanmalı.

7-“CHP, Anayasa’nın değişmez maddelerini değiştirmek istiyor” (MHP): Yalan. Başlangıç paragrafına ilahi bir referans koymakla, laiklik ilkesini (md.2) dinamitlemeyi amaçlayan kendileri.

8-“Hesap millete verilir” (AKP): Yanlış. Seçimler, kirlilikleri aklama süreci değildir.

9-“Kanal İstanbul’a karşı büyükelçilere mektup yazmak, dış güçlerle işbirliğidir” (AKP): Yanlış; çünkü Kanal İstanbul’a karşı çıkmak, ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunmaktır.

10-“OHALİİK, AYM ve ACM kararlarını uygulamak zorunda değil” (AKP-MHP): Bu, anayasal düzeni ilga suçuna teşebbüse ortaklık değil mi?

  • Hukuk ve Anayasa dışı söylem ve eylemlerle yürütülen iktidar kavgası karşısında;
  • demokratik hukuk devleti mücadelesi, bilgi temizliği görevi dahil, daha sistemli tartışmalar ekseninde yoğunlaştırılmalıdır.

YANGINDA ÇAY DAĞITARAK TESELLİ VERMEK!

Zeki Sarıhan

Herhalde herkes hatırlayacaktır. Okulların ve devlet binalarının koridorunda içi kum dolu kovalar, duvara asılmış balta ve çengeller bulunurdu. Bunlar, bir yangını söndürmede kullanılmak üzere orada hazır bulunmalıydı. Bu binalarda belki de hiç yangın çıkmayacaktı ama ya çıkarsa, insanlar hazırlıksız yakalanmamalıydı. Ayrıca bu kurumlarda yangın söndürme ekibinin listesi yapılır, ara sıra sahte yangınlar bile çıkarılarak tatbikatta bulunulurdu. Bazı dolapların üzerine yapıştırılan “Yangında ilk kurtulacak” levhasını da hatırlamayan yoktur.

Bu tatbikatlar, şimdi kovit salgını nedeniyle herkesin hayatına giren aşı yoluyla insan vücudunda antikor oluşturmaya benziyor.

Geçtiğimiz 18 yılda uğradığımız rejim yangınına karşı, toplum bünyesi, zamanında tepki veremedi veya tepkiler yeterince etkili olamadı. Atı alan Üsküdar’ı geçti. Yurdun birçok yerinde art arda çıkan ve güzelim ormanlarımızı bir kül yığına çevirmekle kalmayıp, birçok cana ve mala neden olan yangınlara da hazırlıksız yakalandık. Bu ihmal karşısında söylenecek çok şey var. Sorumluluğun en büyüğünü siyasal sistemin başında bulunanların taşıdığı açık.

  • Her türlü felaket karşısında “Allah’ın takdiri” teslimiyetçiliğine sığınanların yönettiği bir ülkede yaşıyoruz.

1999’da Kocaeli Depreminin, Gölcük Askeri tesislerinde subaylar içki içtiği için ilahi bir cezalandırma olduğunu söyleyenleri unutmadık.

Bu zihniyettir ki, yıllardır dere yataklarına ev ruhsatı veriyor. Fay hatları üzerinde komut yapılmasına göz yumuyor. Depremlerden hasar görme riski olan yapıların yenilenmesini olabildiğince ağırdan alıyor. “Kanal İstanbul” deyip, “Kanal İstanbul” işitiyor.

Bu sorunda, devlet bütçesinin kullanılmasında önceliğin neler olması gerektiğindeki anlayış yatıyor. Başkanlık sarayları yapılmasından hiç geri durulduğu yok. Kötü bir din istismarcılığının örneği olarak büyük camiler inşa edilip sultanlara özeniliyor. Deprem, sel, yangın gibi büyük felaketle sonrasında bölgelere giden yetkililer, yaraların en kısa sürede sarılacağını söylüyor. Çünkü bu seçmenler, bir dahaki seçimlerde onlara gereklidir… Yara sarma yöntemlerinden birinin de felakete uğrayan yurttaşlara platformdan paket paket çay fırlatılması olduğunu öğreniyoruz!

Türk Hava Kurumunu işlemez duruma getirenler, kendi emirlerinde bir uçak filosu bulunduruyorlar.

Uzak geleceği ve ihtimalleri düşünüp önlemler alan devletler, sağlam dayanaklar üzerinde yarınlarına güven duyarlar. Başkalarına saldırma niyeti beslemeyen barışçı ülkeler bile, “Ne olur, ne olmaz” diyerek ordu besleme külfetine bu nedenle katlanırlar. Bilime yatırım, geleceği güvence altına almak içindir. Bunlar bir cami, saray veya gökdelen gibi hemen göze çarpan ve oy getiren yatırımlar değildir. Süleymaniye, Selimiye, Sultanahmet camilerinin yapıldığı dönemlerde Osmanlı duraklama ve ardından gerileme dönemine girmişti. Ayakta kalmak için Avrupa’ya yetişmenin zorunlu olduğu anlaşıldığında bile, “İtibardan tasarruf yapmamak için”  Anadolu köylüsünden gıdım gıdım alınan vergilerle Dolmabahçe Sarayı (AS: bu saray Avrupa’dan borç alınarak yapıldı!) gibi, hazineler yutan yapılar dikildi.

Yaşadıkları saraylarla, koruma ordularıyla, bölgesel hâkimiyetler (AS: egemenlikler) kurmak için emperyalistlere özenmeyle Türkiye, dünyada itibar (AS: saygınlık) sahibi olabildi mi?

Keşke zamanından önlem alınarak orman yangınlarını söndürmek için bir uçak filomuz olsaydı hem ülkenin akciğerlerini korumuş olur, hem de dünyada daha itibarlı (AS: saygın) bir ülke olurduk.

Yangından zarar görenlerin üstüne çay paketleri fırlatmak,
hem münasebetsiz, hem de gülünçtür.

Bu davranış, yönetimin başında bulunan kişinin artık mantık dengesini de (AS: ve de empati yeteneğini) yitirdiğinin kanıtıdır.

Fotoğraf: Manavgat’taki orman yangını

Kristal Dükkânındaki Fil

Gani AŞIK
ESKİ CHP KAYSERİ MİLLETVEKİLİ / MÜFTÜ
Cumhuriyet, 11 Temmuz 2021

Emperyalizm Atatürk’ü iki nedenle affetmedi. Birincisi Kurtuluş Savaşı’nda yediği sopa, ikincisi de laik bir devlet kurarak enerji coğrafyası Ortadoğu halklarının karanlık yazgısına ışık tutmasıdır. Emperyal pencereden bakıldığında Ata’nın suçu (!) bunlarla da sınırlı değildir.

Çünkü Atatürk, milletinin unutulan hasletlerini gün yüzüne çıkaran “Türk Rönesansı”nı da gerçekleştirmiş, milli bilincin ölümsüz iksiri ile silkelediği halkına modern bir Cumhuriyet bırakmış ve -iktidarın karartmaya çalıştığı- aydınlık ufuklar açmıştır. İslam, ümmet temelinde kurulduğu için siyasal İslamcılar Türk ve Türklük kavramına mesafe koyarken başka uluslar bir yana Arapların bile neden çok devletli olduğuna kafa yormazlar. AKP Genel Başkanı Erdoğan’ın, Babacan’a “ayrılma, parti kurma, ümmeti bölme” demesi de “milletim” deyip Türk adını anmaması da bundandır.

  • Siyasal İslamcıların belalısı laiklik, tarihsel süreçte yaşanılan acı ve trajedilerin ürünü olarak insanlığın ulaştığı büyük buluştur.

Laik devlette sistem dinden bağımsız ve yurttaşlar din tercihlerinde özgürdür.
– Devlet, dini yapılanmaların demokrasi aleyhindeki etkinliklerini gözetler ve önler.

AKP iktidarında irtica altın dönemini yaşıyor.

Çağcıl ve dünyevi Avrupa’da kilise ve dini oluşumlar devletle barışıktır. Bizdeki benzer kümelenmelerin, bayrağının altında yaşadığı devletini yıkmaya çalışmaları, özellikle aldatılmaya elverişli eğitimsiz taban bulmalarındandır.

AKP’NİN ‘DAVASI’

Erdoğan kısa süre önce “AKP bir dava partisidir” dedi. Hep söyleyip de ne olduğunu açıklamadıkları “dava”larının şifrelerini açalım:

Yollarını aydınlatan ışık (!) Emevi ve İhvan Müslümanlığı
(siyasal İslam), özlemleri ortaçağ, hedefleri Cumhuriyetin naaşını yeşil tabut içinde İskilipli Hocalarının ruhuna armağan etmektir.

Kurtuluş Savaşı’mıza karşı çıkanların uzantıları, 20 yıldan beri devlete egemen.

Yedi ton ağırlığındaki fil, daldığı zücaciye dükkânını nasıl haşat ederse bunlar da laik Cumhuriyeti büyük bir hınçla öylesine tarumar ettiler.

Parlamentoyu işlevsizleştirdiler, Yargı ve Yürütmeyi denetimlerine aldılar. Soygun ve yağma kanser gibi devletin kılcal damarlarına kadar yayıldı. Hazine kaynakları holdingleşmiş çetelere, döviz garantili kara deliklere ırmaklar gibi akıtılıyor. Gemi filosu haberinden başka, Hollanda bankalarında 26 milyar dolarının da stoklandığı haberleri, tarihinin hiçbir evresinde böylesine hayasız bir talan yaşamayan, işitmeyen halkı sarstı.

Yirmi yıldır beton rantı ile vals yapan AKP, siyasi ömrü yeterse yaratılışın DNA’sıyla oynama ve doğa felaketlerine sebep olma pahasına da olsa, hortum lobisi güzergâhı kapattığı için Kanal İstanbul’dan vazgeçmeyecektir.

  • İstanbul’u da aşan ve Türkiye sorunu olan bu rant barbarlığına İmamoğlu’nun direnişini ve çırpınışını selamlıyorum. Halk ve tarih bunu not edecektir.

MİLLETTEN ÜMMETE

Ümmet sözcüğü Kuran’da 64 yerde geçer. Siyasal İslamcıların ideal “ümmeti”, emperyalizmin güdümündeki uysallar topluluğu ve şeyhinin karşısında müridin, “gassal”ın önündeki ölü gibi olmasına inandırılan, iradeleri teslim alınmış zavallılardır.

  • Emperyalizmin İslam ülkelerindeki tarikatlara duyduğu aşk ve sağladığı kaynak, bunların beşinci kol olarak kullanılmasındandır.

Son yılların tarikat skandalları ve siyasal İslamcılığın cüretkâr adımları; halkın Anıtkabir’e dua ve rahmet dileğini şelaleye dönüştürdü, Atatürk ve Cumhuriyet kazanımlarına yönelimi artırdı.

  • “İslamcılar”, İslam’ı da mahvettiler.

Tarikat yurt ve dergâhlarında bitip tükenmeyen tecavüzler, bugün değilse yarın camileri, direkler ve meleklerle baş başa bırakabilir.

SON SÖZ

Anadolu halkı Atatürk’ün kapsayıcı tanımı ile üst kimlik olarak Türk’tür ve baskın olarak Kuran Müslümanı’dır.

Mısır, Fas, Tunus, Cezayir ve Libya gibi Araplaşmayı reddeder.

Ulusal kimliğini, devletini ve Cumhuriyetini seccadeli hırsızlardan koruyacağına ant içer.

  • Atatürk’ün ve Cumhuriyetin azılı düşmanları (!);
  • Ortaçağ sevdanız, püsküllü belanız olacaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 7 Temmuz 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

GAVAT

Sosyal medyada Şebnem Tüfekçi adlı genç kız, sokakta şort giydiği için kendisine tepki gösteren bir kişinin videosunu paylaştı. Adı Y.A. olduğu belirtilen kişi Tüfekçi’ye ve babasına “Gavat” diyerek hakaretler yağdırdı.

Adamın kumarhanede çekilmiş şortlu fotoğrafı yayımlandı.

  1. Şort giyen, giyilmesine izin veren gavatsa bu adam ne?
  2. Hem kıza yiyecek gibi bakıp hem namus / dindarlık taslamak dürüstlük mü?
  3. Her olayda “Türbanlı bacım” mağduriyetine sığınıp nutuklar atan, neden bir kez olsun bu tür saldırılara tepki göstermez?..

BOYNUZ

Kanal İstanbul tartışmalarına ilişkin değerlendirmelerde bulunan Vatan Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Bu proje İstanbul için bir cinayet” ifadelerini kullandı.

Aydınlık Gazetesi ve gazete yazarı Gaffar Yakınca ise projenin yararlı olduğunu savundular.

  1. Perinçek iktidara karşı konuştuğunun ayırdında değil,
  2. Beş yılda bir muhalefet yapma kontenjanını kullandı,
  3. Aydınlıkçılar Genel Başkan’dan bu davranışı beklemediği için ters köşe oldu…

TASARRUF

RTE, kamuda tasarrufa gidilmesi için genelge yayımladı.

İmamın dediğini yap, yaptığını değil…

PİSLİK

AKP’li eski vekilin oğlu,

  • “Ben Muhammed Berat Yazıcıoğlu. Bana, kardeşlerime ya da anneme bir şey olursa sebebi AKP Milletvekili öz babam İrfan Rıza Yazıcıoğlu ve O’nun ortağıdır. Aralarındaki kara ve kirli para trafiğini ve yargıda çevirdikleri işleri bildiğim içindir. Yardım edin..”

paylaşımını yaptı.

Bu partide pisliğe bulaşmamış kimse yok mu? Varsa neredeler?..

TAŞKIN

RTE’nin kardeşinin kayınbiraderi Yahya Birinci, sosyal medya üzerinden Sedat Peker’e sahip çıkarken Erdoğan’ı eleştirdi. Belge istenirse vereceğini söyledi.

Lağım dolmuş her tarafından taşıyor.
Yetkililer lağımın içinde, o yüzden belgeden kaçıyor…

ŞAHLANIŞ

S. Soylu, “1 Temmuz’dan itibaren ekonomide öyle bir şahlanacağız ki.. Almanya, İngiltere, Fransa, İtalya, ABD çatlayacak.”

Fiyatlar şahlandı. Vatandaş çatladı…

PORSİYON

Tasarruf tedbirlerinin açıklanmasının ardından Emine Erdoğan “Porsiyonları küçültelim” çağrısı yaptı.

Pasta kırıntısı yiyelim…

ŞATAFAT

AKP’nin Cumhurbaşkanı’nın yazlık sarayının fotoğrafları yayımlandı.

Vay anasını, bu ne şatafat !

Kasımpaşa’da yırtık ayakkabı ile top oynarken tatillerini böyle yerlerde mi geçirirlerdi?

Porsiyon küçültmekle vatandaş bunları ödeyebilir mi?..

BEDAVA

RTE,1 Temmuz’da, aşının Avrupa ülkelerinde parayla yapıldığını açıkladı. 2 Temmuz’da, önce söylediği fiyatı yarıya indirdi. 5 Temmuz’da, Avrupa ülkelerinde de bizim gibi ücretsiz yapıldığını söyledi.

Ne kadar sallarsan salla, nasıl olsa inananlar var ya.

Her şeye zam, her şey parayla, yalan bedava..

KURBAN

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) bağlı İstanbul Vakfı’nın Kurban Bayramı’nda ihtiyaç sahibi ailelere kurban eti ulaştırmak üzere yapacağı yardım kampanyasına önce izin verilmedi gelen tepkilerin ardından ise izin çıktı.

Muhalif belediyelerin halka yardımını engelleyen kendine Müslümanlar…

İSTİFA

Sağlık Bakanlığı’ndan ballı ihaleler alan şirketin yönetiminde olan Bakan Soylu’nun kuzeni, sağlık nedeni ile istifa etmiş.

Bal dokunmaz ama!..

GÜVENLİ

Tosuncuk, Brezilya’da teslim olup ülkeye dönmeyi seçti.
SBK, Avusturya mahkemesinden Türkiye’ye iade talep ediyor.
Anlaşılan hırsızlar için en güvenli ülke Türkiye…

TERS

Ordu BBP Kadın Kolları Başkanı Fatma Yümlü, AKP iktidarını eleştirdiği için bulaş bahanesiyle ters kelepçe takılarak gözaltına alındı.

Eleştiri fıtrata ters…

SORUYORUM                                :

  1. 128 milyar dolar nerede?
  2. Sarıklı amiralin soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Bakan Ruhsar Pekcan ve diğer bakanların/yakınlarının devlete mal satmasının soruşturulması neden engelleniyor?
  4. Sedat Peker’in suçlamaları kamuoyunda karşılık bulmasına karşın niçin araştırılmıyor? Suçlanalar niçin kendini savunmuyor? Cumhurbaşkanlığı niçin sessiz kalıyor?

“İlga/imha/inkar/iğfal/ihlal” beşlisini aşmak…

Temmuz 2016’da başlayan olumsuzluklar hız kesmeden sürüyor:

-On yıl süren ortak yönetimde iktidar kavgasının açığa çıkışı (17-25 Aralık 2013) ve darbe girişimi (16 Temmuz 2016).

– Anayasa değişikliği (16 Nisan 2017) ile Osmanlı-Cumhuriyet siyasal mirasının reddi.

-Parti başkanının Devleti temsil ve yürütme yetkilerini tek başına üstlenmesi (9 Temmuz 2018).

-Trakya anakarasını parçalama girişimi (26 Haziran 2021).

Aslında, ana halkalarına değinilen olumsuz işlemler ve eylemler dizisi çok uzun. Amaç, Türkiye ülkesi, ulusu ve devleti olarak içine sürüklendiğimiz süreci elden geldiğince doğru tanılamak.

  • Beş sözcük özetliyor: ilga/imha/inkâr/iğfal/ihlal.

İLGA (bir şeyin varlığını ortadan kaldırma):

  • 2017’de Anayasa değişikliği ile “Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti” ilga edildi.

Hükûmet ve parlamenter rejimle ilgili bütün anayasal kurallar kaldırıldı. Tek gerekçe: -gemi kaptanı benzetmesi ile- çift başlı yönetime son vermek. Oysa Avrupa demokrasileri, tek başlı (monist) yönetimden çift başlı (düalist) yönetime doğru evrimle kuruldu.

İMHA (yok etme): Kanal İstanbul, Trakya’da 134 milyon hektar tarım arazisini yok edecek; Trakya ve Marmara bölgesinin ekolojik dengesini bozacak. Çevresel kamu düzeni bozulacak; kentsel kamu düzeni ve başkaca olumsuzluklar saymakla bitmez. Daha genel olarak Covid-19 döneminde bile, tarihsel, kültürel ve doğal miras yağması hız kesmiyor.

İNKAR (yadsıma): Ne var ki, ilga ve imha süreçleri, inkâr söylemi ile yürütüldüğü için İĞFAL (aldatma) ile sonuçlanıyor. Nasıl? Sürekli İHLAL (çiğneme) ve bilgi kirliliği yaratılarak.

Bilgi kirliliği o denli yaygın ve süreklilik taşıyor ki, kendilerinin İLGA ettikleri anayasal kurum ve kavramlar sanki varmış gibi kullanılıyor:

– bakanlar kurulu, hükümet,
– kabine toplantısı, toplantıda alınan/alınacak kararlar vb.

Oysa bunlar vb. hiçbir kurum ve kavramın anayasal temeli yok.

İĞFAL (aldatma): Daha düşündürücü olanı, olmayan anayasal kavramlar kullanılarak, Anayasa değişikliği ile kaldırıldığı halde toplumda varmış algısı yaratılıyor. İşin tehlikeli yanı ise, “parti başkanlığı yoluyla Devleti temsil ve yürütmenin tek kişide toplanmasını sakıncalı bulan kimi siyasetçiler, basın-yayın mensupları ve öğretim üyeleri bile, bilgi kirliliği aracı olmakla, tarihsel mirası ilga edenler ile “toplumu iğfal” kervanına katılmakla, Atatürk’ün deyişiyle, “hem kendilerini hem de milleti iğfal etmiş” oluyorlar.

İHLAL (çiğneme): Anayasa ve yasa kurallarının ihlalini sürekli alışkanlık haline getirenler, esasen (AS: gerçekte) kendi deyimleri ile “paralel yönetimi” bizzat kurmuş bulunuyor. Nasıl? Anayasa hükümleri dışında bir fiili yönetim suretiyle.

Öyle ki, her yerde hazır ve her şeye nâzır görüntüsü veren kişi, sürekli konuşuyor; bakanlar gibi kendisinin atadığı zevat ise, amirlerinin sözlerini düzeltmekle meşgul. Her şeyi bilme iddiasındaki kişi, meselâ, “3600 ek gösterge tamam” diyor; yardımcısı ise, “bu iş bakanlığın” yanıtını veriyor. İlgili makamlar, yüz bini aşkın “öğretmen ihtiyacı” bildirimlerine karşın, kendisi, “ihtiyaç yok” diyebiliyor, üstelik ayak üstü.

“Kanal İstanbul’a 5 kuruş ödemedik” diyen aynı kişi, Anayasa’ya aykırı olarak acele kamulaştırma sonucu 5-6 milyar TL’yi kimin ödediğini açıklamıyor.

İHDAS (kurma): “ilga/imha/inkâr/iğfal/ihlâl” beşlisi failleri, pişkin oldukları kadar korkak. “Biz Osmanlı-Cumhuriyet anayasal ve siyasal mirasını; kurumları, kuralları ve değerleri ilga için reddettik” deme cesareti yerine, iktidarlarını iğfal, ihlal ve inkâr yoluyla sürdürmeye çalışıyorlar.

Dürüstlüğün yerini korkuya bıraktığı bir ortamda, yurtseverlere, yeniden kuruluş” için hiç olmadığından daha çok görev düşüyor:

  • Tarih ve ülkeyi kurtarmak, hukuku ve geleceği kurtarmak için.

Bu nedenle, siyasal partiler ve sivil toplum örgütleri arasında örülecek yeni dayanışma ve direnme halkaları, “ihdas” için yaşamsaldır. İhdasın yolu ise Anayasa’dan geçer.

  • CHP’nin öncü işlevi, tarihseldir.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 30 Haziran 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HANTAL

MSB Akar şirketleştirilme çalışması yapılan MKEK ile ilgili, ”… mevcut yapısıyla, hantal yapısıyla gerekli gelişmeleri sağlaması, ilerlemeyi sağlaması, ileri teknolojiyi kullanması pek mümkün değil.

Devlet gücünü yok etmede başka gerekçe bulunamadı …

DOMUZ

Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un kardeşi Oktay Selçuk’un yönetim kurulunda olduğu şirket, son iki yılda başta özel okullar olmak üzere birçok kamu kurumuna 25 milyon 678 bin 159 TL’lik satış yapmış.

Devletin malı deniz, yiyen domuz…

EŞEK

Sabah yazarı Engin Ardıç, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği demokrasi şenliğini eleştiren yazısında, “Bizi eşek yerine koyma Ekrem” yazdı.

Tutkusu…

BİZANSLI

ATV’nin “Kuruluş Osman” dizisinin sezon finalinde, Mustafa Kemal Atatürk‘ün Çanakkale Savaşı’na damga vuran “Ben size taarruzu değil ölmeyi emrediyorum” sözü, Osmanlı’ya karşı savaşan Bizanslı komutana söyletildi:

“Ben size düşünmeyi değil ölmeyi emrediyorum!”

İçimizdeki Bizanslılar…

SIĞ

AKP’nin Meclise sunduğu Türkiye Kalkınma Bankası (TKM)’nın yapısal değişikliği yasa teklifi geçene dek, birileri bankanın 4.5 milyon hissesini alıp 13 gün sonra 12 katına sattı.

Banka Genel Md. H. Öztop söz konusu hisselerin çok sığ olduğunu (%0.92) söyledi.

Sığ yanıt…

KADI

RTE’nin saray ekibinden Korkmaz Karaca, SBK ile arkadaşmış. Arabasını kullanmış, otelinde kalmış, şirketine sık sık gitmiş.

RTE’nin dava arkadaşı Binali Yıldırım SBK’nın otelinde kalmış. (olmasa şaşardım)

RTE de SBK’nın patronları ile her Türkiye’ye gelişte görüşmüş.

Anayı belleyen kadı…

YALAN/YANLIŞ

RTE, İngiltere’de Covid-19 aşısının 100 Sterline yapıldığını söylemişti.

Orada yaşayan Dr. Turhan Çömez, ücretsiz olduğunu açıkladı.

Bayrak inmeyecek, ezan dinmeyecek!..

NAMAZ

DİB Erbaş, şehirlerarası otobüslerin molalarını namaz vaktine göre ayarlamalarını istedi.

O kolay, şimdi uzaya giderken namaz nasıl kılınacak ona çalışmalıyız…

 CUMHUR

İzmir BŞB’nin depremde hasar gören binaları onarmak için bulduğu kredi, RTE onaylamadığı için alınamıyor.

AKP’nin cumhurbaşkanı Gavur İzmir’e yatırım yapılmasına izin mi vereydi!..

İNAT

Halkın çoğu Kanal İstanbul’un rant projesi olduğunu söylüyor ve yapılmasına karşı.

“İnadına yapacağız!” diyenin inadı kime?..

AKIL

AYM Başkanı Zühtü Arslan, “Aklını başkasına verenden hakim olmaz” diyerek güzel bir çıkış yaptı.

Partili cumhurbaşkanı ile çay toplamak aklına sahip olmak mıdır?..

BAŞ

Sahte ürün ticaretinde dünyada 3. sıradayız.

Balık baştan kokmuş…

YAA

Muhalefetin iktidara geldiklerinde Kanal İstanbul için para ödemeyeceğini açıklaması üzerine RTE, “Devlette devamlılık esastır. Bunlar devlet adamlığını bilmiyor yaa” dedi.

  1. İstanbul Sözleşmesi’ni yürürlükten kaldıranı bir yakalasa ne yapar?
  2. Devlet adamı olmanın ilk koşulu beğenmediklerine karşı konuşurken “Yaa” demektir. Kişiyi saygınlaştırır…

SORUYORUM                              :

  1. 128 milyar Dolar nerede?
  2. Sarıklı amiralin soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Ruhsar Pekcan ve diğer Bakanların devlete mal satması neden araştırılmıyor?
  4. Sedat Peker’in iddiaları neden araştırılmıyor? Suçlananlar neden sessiz kalıyor?

SÖKE SÖKE

Suay Karaman 

15 Aralık 2020’de t TBMM’de konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, İYİ Parti Bursa Milletvekili Ahmet Erozan’ın “Bütçeyi iktisatlı kullanın. Yılın ikinci yarısı alacağız.” sözlerine yanıt verirken;

  • Ülkede seçim yok. Seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.

demişti. Bu söylemde muhalefetin seçim kazanamayacağını şimdiden bilmek anlamı mı vardır ya da muhalefet seçimi kazansa bile, AKP’nin iktidarı bırakmayacağı mı bildirilmektedir? 

26 Mayıs 2021 Çarşamba günü AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan parti grubunda yaptığı konuşmada, İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener’in Rize’nin İkizdere ilçesinde yaptığı esnaf ziyaretinde yaşananları anımsatarak, “Yine dua et ki gelin hanıma çok ileriye gitmeden ders verdiler. İkizdere yetmedi, Çayeli’ne gittin. Orada da gerekeni yaptılar. Daha neler olacak neler…” ifadelerini kullandı. Bu söylem ülkenin içinde bulunduğu durumun daha da kötüye gideceğinin ve iç karışıklıklar çıkartılacağının habercisidir. 

24 Haziran 2021 Perşembe günü partisinin 57 milletvekiliyle bir araya gelen AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, milletvekillerinin iller hakkında anlattığı sorunları dinledi. Bir milletvekilinin, “eskiden, çocuklar çobanlık yapıyordu. Şimdi eğitim zorunlu olduğu için kimse çobanlık yapmıyor. Liseden sonra ben okudum, ‘çobanlık mı yapacağım’ diyorlar” sözlerine Tayyip Erdoğan şöyle yanıt verdi;

  • “Çobanlık kötü bir meslek mi? Bütün peygamberler çobandı. Hepiniz çobansınız, hepiniz sürünüzden mesulsünüz.”

Her şeyin birbirine karıştırıldığı bu ortamda AKP genel başkanına anımsatmak gerekir:

  • Seçmen sürü değildir, milletvekili çoban değildir, kendisi de sürü sahibi değildir.

Yapılacak seçimlerde seçmen, sürü olmadığını kanıtlamalıdır ve çoban yerine de kendisini gerçek anlamda temsil edecek milletvekilini seçmelidir. 

26 Haziran 2021 Cumartesi günü AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan, Kanal İstanbul adını verdikleri ucubenin açılışı olduğu belirtilen Sazlıdere Köprüsü’nün temel atma töreninde yaptığı konuşmada dikkat çeken açıklamalarda bulundu:

“Ülkemizin gelişmesi yolunda atılan adımlara bir yenisini ekliyoruz. Bu gün Türkiye’nin kalkınma tarihinde yeni bir sayfa açıyoruz. Kanal İstanbul‘a acaba bu proje neden gerekliydi? Gecikmeli de olsa bu gün bu temeli nasıl atıyoruz? Bu ülkede sizler şu ana kadar Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nü yaptık, bu gün Kanal İstanbul için nasıl çıldırıyorsanız orada da öyle çıldırdınız. Marmaray’ı yaptık, yine aynı şekilde önümüzü kesmeye çalıştınız. Çılgınlar gibi, ama yaptık. Avrasya Tüneli’ni yaptık. Onun da önünü kesmek istediniz. Osmangazi’yi, İstanbul-İzmir yolunu yaptık, onların da önünü kesmeye çalıştınız. Bu hususlarda en küçük bir eksiklik, usulsüzlük olsaydı çoktan ortaya çıkardı. Yatırımcıları tehdit ediyorlar. ‘Biz geliyoruz, geldiğimizde size ödeme yapmayacağız, bu yatırımları elinizden alacağız.’ Bankaları tehdit ediyorlar, hızlarını alamayıp projeye ilgi duyan ülkeleri tehdit ediyorlar. Bu ne terbiyesizliktir! Devletlerde devamlılık esastır, bunlar devlet terbiyesi de görmediler. Sizler nasıl devlet yönetimine talipsiniz ya? Söke söke sizden bu paraları uluslararası tahkim yoluyla da alırlar. Bunları da öğren. Bunlar tam manasıyla çaylak. Devlet yönetimi nedir haberleri yok. Bankalara ödeme yapmazmış… “ (AS: AKP Gn. Bşk. RT Erdoğan kimin sözcüsü? Türkiye’nin mi uluslararası sermayenin mi??!)

Uluslararası Tahkim Yasası 21 Haziran 2001 tarihinde TBMM’de kabul edilmiş ve 5 Temmuz 2001 tarihinde 24453 sayılı Resmî Gazetede yayımlanarak yürürlüğe girmiştir.

  • Tahkim Yasası; ulusal varlıkları yağmalamanın uluslararası yeni bir boyutudur.
  • Tahkim; yabancı sermaye ile ortaklık yapmak isteyen yerli sermayenin,
    Türk hukukunu devre dışı bırakma oyunudur.
  • Tahkim, enayi yöneticiler açısından; yabancı sermayeyi çekmek için,
    cumhuriyet hukukuna saplanan bir hançerdir.

Günü geldiğinde bu yasaya öncülük edenler de, çıkartanlar da yargıdan kaçamayacaklardır. Birilerine peş keş çekmek için, rant sağlamak için

AKP iktidarının ucube projesi olan Kanal İstanbul ekonomik, şehircilik, ekolojik, askeri ve stratejik yönleri ile yanlıştır, çevre ve doğa düşmanıdır, tüm bölgenin ekosistemini yok edeceği gibi Marmara Denizi’ni de bitirecek olan bir
ihanet projesidir.

Bu projeye destek verenler bu işin hukuksal ve siyasal sonuçlarına katlanmayı da bileceklerdir. Tayyip Erdoğan’ın “söke söke uluslararası tahkimle alırlar” söylemi, Kanal İstanbul ihalesi üzerinden, sonrasında yapılacak ödemeleri düşündüğünü göstermektedir. Belli ki seçimle iktidardan gideceklerini artık kendileri de yavaş yavaş kabul etmektedirler. Devlette devamlılık esastır ama alınan komisyonların da gereği yapılır. 

19 yıldır ülkemizin getirildiği durum ortadadır.

Ekonomik kriz toplumu delmiş, açlık, işsizlik, yoksulluk yurttaşların belini bükmüş, tarım, hayvancılık, sanayi çökmüş, üretim bitmiş, laik ve bilimsel eğitime son verilmiş, hukuksuzluk alıp başını gitmiş, demokrasi dışı tutum ve davranışlar büyük boyutlara ulaşmış, mühürsüz oylarla rejim değiştirilmiştir.

Bu gerçekler açıkça ülkemizin çok kötü yönetildiğinin kanıtıdır. Bunların yanında

Ege adalarımız işgal edilmiş,

ülkemizin saygınlığına gölge düşürülmüş, yer altı ve yer üstü zenginliklerimiz peş keş çekilmiş, ulusal değerlerimiz de özelleştirme adıyla yok edilmektedir. Ancak ne olursa olsun bunları yapanların, onay verenlerin çok iyi bilmesi gerekir ki, bütün bu yapılanların hesabı er ya da geç yargıda “söke söke” görülecektir.    

Azim ve Karar, 28 Haziran 2021.
=================================
Not :

Uluslararası Tahkim ve Bazı Gerçekler – Prof. Dr. Ahmet SALTIK 

başlıklı yazımıza da bakılması dileğiyle..

Dr. A. Saltık, 29.6.21 (12:43)

MÜSİLAJ

Suay Karaman 

Ülkemizde çevre duyarlılığı çok geç ortaya çıkan bir olgudur. Bu konuda henüz yeterince yol aldığımız da söylenemez. Çevre bilinci olmayınca ya da yeterli gelişmeyince, yaşadığımız yerleri, dağları, ovaları, yaylaları, akarsuları, gölleri, denizleri yok etmekten hepimiz suçluyuz. Ülkemizde her gün yeni bir çevre katliamıyla karşılaşmaktayız. Maden aramaktan, yol yapmaya, orman talanından, atıkları akarsulara, göllere, denizlere boşaltmaya kadar (AS: dek) sürekli çevremizi kirletmekte, hatta yok etmekteyiz. 

2019 yılının Kasım ayında Gümüşhane yakınlarındaki Dipsiz Göl’ün suyu, define aramak için boşaltılmıştı. Define bulunamayınca Buzul Çağı’ndan kalan 12 bin yıllık doğa harikası Dipsiz Göl’ün üstü toprakla örtülmüştü. Yine aynı zamanlarda Burdur yakınlarındaki bembeyaz kumsalı, turkuvaz renkli suyuyla ülkemizin Maldivleri olarak bilinen ve dünyada Mars gezegeninin toprak yapısına benzerlik gösteren iki noktadan biri olan Salda Gölü de, millet bahçesi yapılmak için talana kurban edilmişti. Ülkemizde bunlar gibi daha pek çok acı örnek bulunmaktadır. 

2021 yılının başından itibaren (AS: bu yana) İstanbulun güney sahillerinde (AS: kıyılarında) başlayarak, İzmit Körfezi, Bursa Gemlik, Balıkesir Erdek ve Çanakkale sahillerine kadar (AS: kıyılarına dek) yayılan beyaz bir tabaka (AS: katman), Marmara Denizi’ni kaplamaktadır. Müsilaj (deniz salyası) adı verilen bu madde sarı ve beyaz renkli, suya göre daha az akıcıdır. Müsilaj, tesadüfen (AS: rastlantıyla) oluşan bir çevresel felaket (AS: yıkım) değildir. Müsilajın oluşması için 3 tetikleyici etken vardır: Küresel iklim değişimine bağlı olarak Marmara Denizi’nde sıcaklıkların artması, durağan deniz koşullarına sahip Marmara Denizi’nin yapısı ve yanlış atık birikmesine bağlı olarak fosfor, azot yükü yükselmesi. Ülke sanayisinin yaklaşık yarısı Marmara Denizi çevresinde bulunmaktadır. Hem evsel, hem endüstriyel atıklar çok az arıtılarak ya da arıtılmadan Marmara Denizi’ne atılmaktadır. Müsilaj, yıllardır yanlış atık yönetim politikalarının sonucunda ortaya çıkmıştır. 

Suya dışarıdan karışan fosfor gibi organik bileşikler, su yosunları ve bazı (AS: kimi) bakterilerin hızla çoğalmasına yol açmaktadır; buna fosfat kirliliği adı verilir. Bunun sonucunda oksijen bunalımı (AS: suda çözünmüş oksijen düzeyi düşer; BOD ve COD değerleri yükselir) yaşanır ve oksijensiz yaşayan, insan sağlığı için zararlı olan zehirli sıvılar salgılayan farklı mikroorganizmalar gelişmeye başlar. Bu mikroorganizmaların çıkardığı organik bileşikler deniz yüzeyinde sümüksü salgı birikmesine neden olur ve böylece suyun üstü de, altı da müsilajla kaplanır. Denizlerde mikroorganizmalar tarafından hücreden dışarı salgılanan şekerli ve proteinli kimyasal maddeler, ortamdaki diğer kirletici parçacıkları birbirine yapıştırarak ortamı az akışkan duruma getirmektedir. Oksijensizlik durumu ekosistemin işlevsiz kalması anlamına gelmektedir ve bu ortamda hiçbir canlı yaşayamaz (AS: anaerob canlılar yaşar), böylece ekolojik ortam ölür (AS: bozunur). 

Müsilaj, birdenbire ortaya çıkmamıştır; yılların yanlış politikalarının ürünüdür ve ilk olarak 2007 yılında görülmeye başlanmıştır. 2018 yılından beri de özellikle Marmara, Karadeniz ve Ege Denizi’nde suyun üstünde ve altında görülmeye ve yayılmaya başlamıştır. Bunca yıldır önlem almayan yetkilerin sorumluluğu da, kusurları da çok büyüktür. Bu durumun turizm ve balıkçılık sektörlerini çok olumsuz etkileyeceği bellidir. Bunun yanında biyolojik çeşitliliğin azalmasına da neden olacaktır. Türkiye’de yılda yaklaşık 29 milyon ton sanayi atığı denizlere dökülmektedir. Günümüzde belediyelerin %85’inin arıtma tesisi, yaklaşık 700 belediyenin ise kanalizasyonu yoktur. İşte yıllarca yapılan yanlışlar, müsilaj gibi sorunların doğmasına neden olmuş ve denizlerimiz kirlenmeye mahkûm edilmiştir. 

Büyük sorun durumuna gelen müsilaj için ivedilikle önlemler alınmalıdır. Deniz yüzeyindeki müsilaj temizliği sadece (AS: yalnızca) makyajdır. Bütün işletmelerin ileri biyolojik (AS: ve kimyasal) atık arıtma sistemine geçirilmesi sağlanmalıdır. Denizlere azot, fosfor ve organik atık boşaltan işletmelerin, ileri biyolojik – kimyasal artıma sistemlerine geçene kadar (dek) üretimleri durdurulmalıdır. Çöp ve atık suların yerinde arıtılması ve geri dönüşüme yönlendirilmesi sağlanmalıdır. Çevreye duyarlı ve korumacı politikalara bağlı bir kalkınma ve gelişme planlanması uygulamaya geçirilmelidir. Kimi sanayi kuruluşları yurdun değişik bölgelerine dağıtılarak, Marmara Denizi’nin ferahlaması sağlanmalıdır. Böylece insanlar kendi kentlerinde iş güç sahibi olacağı için, Batıya göç de sınırlandırılmış olur. 

Bu arada; deniz dibinde yaşayan denizhıyarı (deniz patlıcanı), deniz suyunu süzer, deniz tabanını tarayarak, havalandırır ve ekosistemi güçlendirir. Bir tane denizhıyarı, günde yaklaşık 400 kg, yılda yaklaşık 150 ton kumu filtre ederek, ağır metallerden arındırır ve denizin dibini temizler. Sularımız kirlendiğinde denizlerimiz için kurtarıcı olabilecek denizhıyarları, denizlerimizin geleceği için büyük önem taşımaktadır. Ancak ülkemizde bu canlıların avlanmasına siyasal iktidar  izin verdi. Uzakdoğu’da sevilen bir besin maddesi olarak kullanılan bu canlıların kilosu 150 Dolar olduğu için, döviz gelecek diye denizlerimizde avlanıp satılmaya başlandı. Bu konuyu TBMM gündemine taşıyan ana muhalefetin soru önergesine, iktidar duyarsız kalmıştır. 

Ulaştırma ve Altyapı Bakanı katıldığı bir TV programında “Kanal İstanbul, Marmara’daki deniz salyasını bitirecek” ifadelerini kullanmıştır. Laik ve bilimsel eğitimin yerine dinsel ağırlıklı eğitim yapılınca böyle dayanaksız ve bilim dışı konuşmalarla ülkenin yönetilemediği ve yönetilemeyeceği açıkça görülmektedir. Kanal İstanbul, Marmara Denizi’nin ölümü demektir ancak rant uğruna her şeyi yapan siyasal iktidar için, çevrenin talan edilmesinin, denizlerin yok edilmesinin önemi yoktur.

Müsilaj sorunu için bu doğal bir olay’’ denilerek aylarca akışına bırakan Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ancak 6 Haziran 2021’de eylem planı açıkladı. Özellikle Marmara Denizi’ni etkisi altına alan müsilaj felaketi için eylem planını hazırlamak iyi bir gelişmedir ancak önemli olan bu planın uygulanmasıdır. Ülkemizde birçok yasa var fakat uygulanmalarında sorun vardır. Bunun yanında bütün kurumların, belediyelerin işbirliği yapması gereklidir. Bu sorunun üstesinden gelebilmek için disiplinler arası işbirliği çok önemlidir. Her şeyi kendi bilen ve kendi yapan siyasal iktidarın Türkiye’yi getirdiği olumsuz durum ortadadır. 

Musilaj sorunundan başka Ege ve Akdeniz kıyılarımızda yeni yeni ‘sargassum’ adlı kahverengi deniz yosunu görülmeye başlandı. Hidrojen sülfür salarak, çürük yumurta gibi kokan bu kahverengi yosun, suda tehlikesizdir ancak kıyıda çok ciddi cilt (deri) sorunlarına ve solunum sorunlarına yol açmaktadır. Bu konuda yöre halkının bilinçlendirilerek, önlemlerin bir an önce alınması gerekmektedir. 

1 Haziran 2021 tarihinde CHP’nin Marmara Denizi’ndeki müsilaj sorununun araştırılması için verdiği önerge AKP ve MHP tarafından reddedilmişti. Ama 10 Haziran 2021’de AKP’nin Marmara Denizi başta olmak üzere denizlerdeki müsilaj sorununun nedenlerinin tespit edilmesi (saptanması) ve çözüm önerilerinin belirlenmesi amacıyla Meclis Araştırması Komisyonu kurulması önerisi kabul edildi. Kuşkusuz bu olumlu bir gelişmedir ancak AKP’nin kendisi dışında verilen önergeleri kabul etmemesi, sorunların daha da büyümesine yol açmaktadır. 

Azim ve Karar, 14 Haziran 2021

AKP VE MÜSİLAJ!

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı
14 Haziran 2021

Siz, 1994-2019 arası tam 25 yıl İstanbul Büyükşehir Belediyesini yöneteceksiniz.
2002-2021 arası Türkiye’yi TBMM’de çoğunluğu olan AKP’nin Genel Başkanı yani “Tek Adam” olarak yöneteceksiniz ve sizin döneminizden önce pırıl-pırıl tertemiz olan Marmara Denizi, ölü bir denize dönüşecek ve siz hiç utanmadan, sorumluluk hissetmeden, ”Temizleyin talimatını verdim” diyeceksiniz, ha!

  • O müsilaj var ya, inanın sizlerden daha temiz!

Yetmedi, bir rant projesi olan “Kanal İstanbul’a bu ay başlayacağız” diyorsunuz.
Eğer bu kanal açılırsa, Avrupa’nın tüm pisliğini taşıyan Tuna Nehri, Marmara Denizini tamamen (AS: tümüyle) öldürecek. Niyetiniz, Marmara’yı toprakla doldurup, KATAR’a satmak mıdır?

  • Bu toprakları vatan olarak kabul etmiyor musunuz?

Sizlere, AKP’nin neden olacağı yeni bir çevre felaketini anlatmak istiyorum :
Bildiğiniz gibi ZEYTİN ile İNCİR ağaçları aynı dönemde meyve verir.
Ege çiftçisi, genelde her zeytin tarlasına 3-4 adet incir ağacı diker. Çünkü zeytin sineği, zeytin meyvesi yerine, incir meyvesini tercih eder. İncir ağaçları tıpkı bir paratoner gibi zeytin sineklerini çeker. İncir balını yiyen zeytin sineği ölür.
Doğal olarak zeytin meyveleri korunur!

Aydın Ovası için “Dağlarından YAĞ ovalarından BAL akar” denir. Doğrudur, Aydın Ovası ülkemizin en verimli, bereketli yöresidir. Şimdi bu bereketli ovadan 25 bin dekar arazi yok olacak!
Aydın-Denizli otoyolu yapımı için 25 bin dekar birinci sınıf tarım arazisi ekilir dikilir olmaktan çıkarılacak, kamulaştırılıp yol olarak kullanılacak!

Bu otoyol gerekli mi? 25 bin dekar tarım arazisini yok olmasına değer mi?
Gelişmiş ülkelerde yollar genelde iki-gidiş (AS: 2 de geliş) olarak yol yapılır! Nedeni ise, yıllar sonra bu yolların güzergahları, yapım malzemeleri, yapım teknikleri değişecektir. Hem başlangıçta fazla yatırım yapmamak, hem de tekrar araziye dönüştürülmesi için bu yöntem tercih edilir.

Aydın-Denizli otoyol uzunluğu 140 km, genişlik 2×3 gidiş-geliş olacak.
Mevcut 2×2 gidiş yoldan, yolculuk süresi sadece 15 dakika kısalmış olacak!
Araç başına geçiş ücreti 8,25 Avro (yaklaşık 85 TL), günlük araç geçiş garantisi
35 bin araçtır!
Müteahhite ödenecek tutar, 1 milyar 549 milyon Avro!
Müşavirlik hizmetleri + kamulaştırma bedelleri ile maliyet 2 milyar Doları bulacaktır.
Her yıl, geçsek de geçmesek de 90 milyon Avro’dan fazla para ödeyeceğiz.

Ne yapılabilir?
Amaç bu yolun yapımından “Para Kazanmak” değil de, hizmet ise;
Mevcut yolun iki yanından (Kamulaştırma bedelleri önceden ödenmiştir) birer geçiş ilave edilip, 2×3 gidiş-gelişe dönüştürülür!
Kamulaştırma bedeli ödenmemiş olur!
Aynı hatta mevcut 131 kilometrelik tren yolu modernize edilip, yük-yolcu taşınması yapılabilir.
Geçen yıl buradan 158 milyon Dolar kuru incir ihraç edilmiştir. Bu para her yıl kazanılmaya devam eder.

Akıl- bilim- ülke gerçekleri, hem 2 milyar Dolar verip, üstüne her yıl 90 milyon Avro ödemenin çok hatalı bir tutum olduğunu göstermektedir.

Bu tutumda AKP ısrar ederse, bilin ki bu proje, diğerleri gibi, Türk Milletinin kazıklanmasıdır.
O zaman Aydın-Denizli otoyolunun adı, “Yeni Soygun Yolu” olacaktır ve DOĞRU Parti bu soygunun ve çevre cinayetinin hesabını mutlaka soracaktır.

Sağlık ve başarı dileklerimle.