Etiket arşivi: 2017 Anayasa değişikliği

Rejim (2017 kurgusu) ve sistem (uygulaması)

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 24.08.2023, BİRGÜN 

Rejim mi değişti, sistem mi? 2017 Anayasa değişikliği ile başlayan bu tartışma bugün de sürüyor. Yanıt açık: her ikisi de. Neden ve nasıl?

Kısaca : 2017’de Hükümet, parlamenter rejim ve siyasal sorumluluk ilkesi kaldırıldı; kurul halinde siyasal karar düzenekleri de.

Devlet ve yürütme adına bütün yetkiler tek kişide toplandı. Yürütme, CB ile özdeş kılındı ve Bakanlar siyaset dışında bırakıldı.

Siyasal rejim, Anayasa ile belirlenen yönetim biçimi”.

Siyasal sistem, siyasal rejimin işleyişini etkileyen (iktisadi, toplumsal, kültürel, dinsel) ögeleri de kapsayacak şekilde, toplumsal yapı ve siyasal yapı arasındaki ilişkiler bağlamında geniş anlaşılması”.

Buna göre, 16 Nisan 2017 halkoylaması ile ‘siyasal rejim’ değişti; bunun uygulaması ise ‘siyasal sistemi’ ortaya çıkardı.

Demokratik hukuk devleti, tek kişi yerine kurum/kurul ve kuralların yerleşmesiyle iktidarın sınırlanması ve o ölçüde özgürlüklerin güvencelenmesi sürecinde kuruldu.

2017’de ise, yönetim adına kolektif olarak ne varsa lağvedildi ve iktidarlar tek kişide birleştirildi.

Anayasa biliminin gereklerini yadsıyarak, iki yüz yıllık siyasal tarihimizin birikimini silmeyi amaçladı.

Ne var ki, beş yıllık işleyişin (sistem), 2017 kurgusundan (siyasal rejim) da tümüyle farklılaşmasında parti başkanlığı belirleyici oldu. Anayasa andı (tarafsızlık) ve uygulama (partizan) ayrışması açık.

YASAMA 

TBMM üyeleri, yasama faaliyetlerini –Anayasa ve kamu yararı gereği değil– genel başkan/lar talimatı ile yürütmekte.

Kur Korumalı Mevduat yasası, iktisat bilimi ve Anayasa gereği değil, NAS (dinsel inanç) temelinde hazırlandı. Hükümet ve güvenoyu olmadığı halde kurulan Cumhur İttifakı, TBMM’de müzakereci demokrasiyi bile engelledi.

YÜRÜTME VE YÖNETİM 

Bakanların başlıca referansı, -Anayasa değil- ‘Cumhurbaşkanı talimatları’. Öyle ki; görevden alınmaları bile “af talebi ve af kabulü” şeklinde resmi işleme dönüştürüldü. Yürütme dışında tutulan bakanlar, AKP için sürekli siyaset içinde. 

Devlet yönetimine ilişkin konuşmalar, Cuma namazı çıkışı ve CB forslu aracın önünde yapılıyor; Parti yönetimine ilişkin etkinlikler CB Sarayı’nda…

  • ‘Talimat’, kamu yönetimini kanuna saygı yerine korku ile sindirdi. 

Askeriye üzerinde ‘sivil hiyerarşi’ kuruldu.

Eğitimin cemaat ve tarikatlaşması ivme kazandı.

Diyanet (DİB) ise, siyaset yolunda dini araçsallaştırarak Anayasa md. 136 ve 24’ü ihlal kararlılığını süreklileştirdi. Saray hafiyeliği yapan CİMER, YÖK’e ve üniversitelere bile yaptırım uygulatabiliyor.

SINAVSIZ HUKUK! 

Yargıçlara kararları nedeniyle yaptırım uygulayan HSK’nin başında CB memuru Adalet Bakanı var. Yargı ile ilgili büyük resmi toplantılar Saray’da yapılır oldu; yargıç ve savcı adayları önünde başka siyasal parti başkanlarını eleştiren konuşmalar CB sıfatıyla yapılıyor. “Makedonya’da Sınavsız Hukuk Fakültesi” mezunları, denklik yoluyla yargıya devşiriliyor!

TOPLUM

Saray yanlıları ve hukuk savunucuları,
ülke yağmacıları ve yurtseverler

vb. arasında amaç ve mücadele eksenli ayrışmalar, kadın-erkek, kimlik ve yaşam tarzı temelinde demokratik toplumu ayrıştırıcı resmi uygulamalar zinciri hayli uzun.

Siyasal ve toplumsal ayrışmalar, demokratik olmayan rejim ve keyfi sistem arasındaki ayrışmadan kaynaklanıyor.

İTİRAFIN GEREĞİ… 

2016: Anayasa-fiili durum (suç) ayrımı yapılarak “Anayasa fiili durum”a uyduruldu. 2023: Hükümet/kabine/siyasal karar düzeneği yok; ama “fiili uygulama”, bunlar varmış gibi yapılıyor. Eğer bu ihtiyaç kaynaklı ise bu kez, fiili durum hukuka uyarlanırsa demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmış olur.

Şu halde sorun, yalnızca rejimin demokratik olmayışı değil, keyfi bir sistem kurulmuş olması.

Haliyle, hem rejim hem de sistem değişmeli; ama bunun için bu yönde irade ve emek gerekli.

Rejim ve sistem, Türkiye çıkmazı; siyasal partiler ise seyirci.

Tek umut demokratik toplum, eğer hangi Cumhuriyet sorusuna yanıt arayabilirse:

  • Türkiye Cumhuriyeti mi,
  • yoksa
  • Talimat yoluyla ‘Taliban Cumhuriyeti’ mi? 

Kişi+parti+devlet birleşmesi ve siyasal münavebe

TBMM ve Cumhurbaşkanlığı seçim tarihi yaklaştıkç0a, AKP ve Saray çevreleri dil değiştirmeye başladı. Neden ve nasıl?

24 Haziran 2018 seçimleri sonrası dönemde, TBMM’de temsil edilen siyasal partiler, erken seçimi dillendirdikleri her kez, AKP-MHP yöneticileri ve çevreleri, vurgulu hecelemeyle, ‘seçimler 18 Haziran 2023 yapılacak‘ yanıtını ortak söylem haline getirmişti.

Ne var ki, 2023’e girişle birlikte aynı çevreler, seçim tarihinde güncelleme ve mevsim koşulları gibi mevzuat ve Anayasa’da yeri olmayan kavramları dillendirmeye başladı.

Gerçi, seçim ve sansür yasaları başta bir dizi yasa, sandık eksenli düzenlemeler olarak, siyasal münavebe (iktidarın el değiştirmesi) yolunu tıkamaya yönelik; sandık kurulsa da AKP-MHP, çoğunluğu yitirmemek için her şeyi göze almış görünüyor.

Aslında AKP, 7 Haziran 2015‘te TBMM’deki çoğunluğu yitirince seçimler, bir ‘Anayasa darbesi’ yoluyla 1 Kasım’da yinelendi.

Eski ortağının 15 Temmuz 2016 başarısız darbe girişimini ‘Allah’ın lütfu‘ olarak niteleyen
Sn. Erdoğan, 2017 Anayasa değişikliğini MHP desteğiyle gerçekleştirdi.

Seçim için 3 Kasım 2019 olarak öngörülen Anayasal tarihin öne alınacağını dillendirenleri vatan hainliğiyle suçlayan AKP-MHP, çifte seçimin 24 Haziran 2018‘de yapılacağını 18 Nisan günü açıkladı.

Özetle; AKP, 2002, 2007 ve 2011 seçimlerinde TBMM çoğunluğunu, o zamanlar, ‘hizmet hareketi‘ olarak adlandırdığı Fetö ile güçbirliği (koalisyon) yoluyla sağladı; 2018 seçimlerini ise, MHP ve BBP güçbirliğiyle.

2023 seçimleri için, başka partilerle de güçbirliği arayışında olan Cumhur İttifakı, yitirme korkusu ile yeni bir dezenformasyon atağına geçti.

Aslında, 2017 kurgusu sonucu kotarılan “Kişi+Parti+Devlet“ birleşmesi, bu amaca yönelikti:

•Parti toplantılarında CB sıfatını kullanarak AKP genel olarak başkanı yaptığı konuşmalarda gençler, kadınlar ve her yaşta yurttaşlar önünde demokratik muhalefet partilerine ve liderlerine, kendisine biat etmeyen toplumsal kesimlere yönelik ötekileştirici ve nefret yüklü söylemi, canlı olarak en az bir düzine tv kanalından yayınlanıyor.

•TBMM’deki parti grup toplantılarında ise, yine muhalefete yönelik nefret söylemini atanmış bakanlar ve CB yardımcısına da alkışlatması, Saray geleneği haline geldi.

•Devlet görevlileri, valiler ve askerler, benzeri bir mecraya sokuldu.

  • Komutanların, Sn. Kılıçdaroğlu’na yönelik sözleri alkışlatması, çöküşün son halkası.

•Bütçe görüşmelerinde atanmış bakan ve CB yardımcısının, Cumhur İttifakı dışındaki partilere ve ittifaklara saldırı biçimindeki siyasal söylemleri sınır tanımıyor.

Özetle; yüzyıllar süren bir oluşum olarak Devlet kamu tüzel kişiliği, Parti ve kişi iktidarı uğruna çökertildi.

K+P+D birleşmesi ve bunu pekiştirme çabaları, sandığı, yalnızca görünüşü kurtarmaya yönelik bir iktidar aracına indirgeme amacına yönelik.

Seçimi güncelleme ve mevsim koşullarına göre düzenleme vb. kavramlar, 31 Mart 2019 İBB seçimini iptal ettirmek için uydurulan ‘hiçbir şey olmamışsa da bir şeyler oldu‘ vb. hukukta hiçbir karşılığı olmayan kavramlar.

Dahası, Anayasa’da öngörülen CB ve TBMM kararı ile seçimleri yenileme düzenekleri de çarpıtılarak, 31 Mart sonrası yaklaşım benzeri yöntemler, 18 Haziran öncesi kullanılmaya çalışılıyor.

Bilgi kirliliğinin ana amacı belli : 2017 kurgusu ile siyasal egemenliği ele geçiren ve sayı üstünlüğünü her türlü haklılık ölçütü görenler, toplumsal egemenlik için 2023 seçimlerinde siyasal münavebe istemiyor, kadın bedenini güneş sistemine tümden kapatmak pahasına.

Sonuç olarak :

  • Tek kişi iktidarını sandık yoluyla sürekli kılmak için her yolu meşru gören bir ittifaka karşı, demokrasi savunucuları eğer hala ikincil konular üzerinde tartışarak zaman tüketiyorsa, birkaç ay sonra tartışma ortamı bile kalmayabilir.
  • Bu nedenle, CHP başta, TBMM’de temsil edilen ve edilmeyen bütün siyasal partilere, Cumhuriyet’in kuruluşuna eşdeğer tarihsel bir görev düşüyor.

Başörtüsü fırsatçılığı ve aşağılanan Aleviler

CHP Genel Başkanı Sn. Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü için yasal düzenleme önerisine, -kaleye atılan gol benzetmesiyle- CB ve AKP Genel Başkanı Sn. Erdoğan, anayasal düzenleme çıkışı ile karşılık verdi.

Her iki sıfatıyla anında, aile tanımının da “kadın ve erkek” şeklinde yapılmasını içeren “anayasa talimatı” verdi. Böylece AKP’nin Anayasa yaklaşımı konusunda yeni bir eşik ortaya konmuş oldu: Fırsatçılık ve yaşam tarzı dayatması.

Buna karşılık, aynı kişi, Alevi toplumunun on yıllardır kangren olmuş sorunlarını çözmek için nutukla yetindi; üstelik aşağılayıcı vaatler eşliğinde.

Oysa, asıl yasal düzenleme, Alevi inanç topluluğunun gereksinimlerini karşılamak amacıyla yapılmalı.

Yasa ile Alevi toplumunun doğrudan şu üç ihtiyacına yanıt, pek acil:

  • Tanımak,
  • Ayrımcılığa tabi olmamak ve
  • Eşit işleme tabi olmak.

Bu üçlü, daha genel olarak, eşitlik, yurttaşlık ve laiklik bağlamında anlam kazanır.

Aslında, bu çifte üçlünün anayasal temelleri de var:

Eşitlik (md.10),

Laiklik (md.24),

-Uluslararası antlaşmalar (md.90),

-Diyanet İşleri Başkanlığı (md.136).

Yürürlükteki anayasal çerçevede kalmak kaydıyla Alevi sorunu, belli ölçülerde yasa ile çözülebilir.

DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI (DİB)

Genel idare içinde yer alan DİB, “laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir” (md.136).

Buna karşılık 633 sayılı yasa, şu cümle ile başlıyor:

İslam dininin inançları, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmek üzere; …” DİB kurulmuştur ( md.1).

  • Tek bir dine indirgenen yasa, Anayasa madde 136’ya ve diğer maddelerine açıkça aykırı.

Çünkü DİB için belirleyici olan laiklik ilkesi, Türkiye Cumhuriyeti’nde varolan bütün din ve inançları güvencelemekte.

Aslında, Anayasa, dünyevi (laik) bir norm olarak din ve inançlar üstü niteliğiyle herhangi bir din veya inanç topluluğu için değil, bütün din ve inançlar için olduğu kadar, din dışı topluluklar için de güvence metni.

ZORUNLU DİN DERSLERİ

  • “Din kültürü ve ahlak öğretimi ilk ve ortaöğretim kurumlarında okutulan zorunlu dersler arasında yer alır.” (md.24/4).

1982 Anayasası, 1961’de ‘isteğe bağlı din dersi’ yerine ‘zorunlu din dersi’ öngörmüş olsa da; bu konuda dahi, tıpkı DİB’e ilişkin md.136’da olduğu gibi, belli bir din ve inanç değil, genel olarak “din kültürü ve ahlak öğretimi söz konusu.

Ne var ki, uygulama, DİB yasası ve örgütlenmesinde olduğu gibi, Anayasa’dan tümüyle uzaklaşmış ve belli bir din ve mezhebe indirgenen müfredata dönüşmüştür. Dahası, din dersi öğretmenleri, sünni mezhebin gereklerini 6-18 yaş arası çocuklara şırınga etme yönünde anlatım ve uygulamayı dayatmışlardır.

AVRUPA MAHKEMESİ KARARLARI

İndirgeyici ve tek yanlı din dersleri dayatmasına karşı Alevi yurttaşlar, uzun yıllar mücadele sonucu ancak İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) önünde sonuç aldı.

  • İHAM kararları, cemevleri statüsünü güvence altına alacak ilkeleri de öngörmekte.

Anayasa madde 90 gereği, İHAM kararları, Anayasal çerçevede
yürütme, yasama ve yargı mercileri için bir dizi yükümlülük yaratmakta.

Bunların başında, din derslerini çoğulcu bir anlayışla programlamak ve uygulamak, cemevlerine yasal statü tanımak gelmektedir.

Düzenleme için, yukarıda belirtilen iki üçlü eksen alınmalı.

İSTİSMARDAN FIRSATÇILIĞA

Bunların hiçbirini yapmayıp, başörtüsü konusunda yasa önerisini fırsat bilerek, konuyu anında anayasal düzleme taşımak, istismarcı 2017 Anayasa değişikliğinin, bu kez fırsatçı değişiklikle altyapısını oluşturmak anlamına gelmekte. Aile tanımı, bunun en belirgin göstergesi.

  • Aleviler, bir Bakanlık içinde örgütlenme ve akçasal katkı vaadiyle aşağılanıyor.

Bu çarpık, fırsatçı ve kurnaz zihniyetle demokratik cumhuriyetçileri Anayasa masasına çağırmak, AKP-MHP dışındaki vekilleri aptal yerine koymak dışında ne anlam taşır?

Pilot kararlar ve TBMM yükümlülüğü

  • İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi (İHAM) ve Anayasa Mahkemesi (AYM) pilot kararları gereği, TBMM yasal düzenleme yapma yükümlülüğünde.

Pilot kararlara göre; yasama erki tarafından yapılan ve yasa adı verilen hukuki işlem, öngörülebilir, anlaşılabilir ve ulaşılabilir olma bakımından belli özellikleri yansıtmadığı sürece, adı yasa olsa da, maddi (içerik) olarak yasa sayılamaz. Yasal nitelik taşımayan maddeler, yürürlükte oldukları sürece sistematik hak ihlallerine neden olacakları için değiştirilmeli, yeniden düzenlenmeli veya yürürlükten kaldırılmalı. Dahası, yasama organı benzeri düzenlemelerden kaçınmak ve adil yargılanma hakkı doğrultusunda düzenlemeler yapmak yükümlülüğünde.

– Doğrudan olumlu yükümlülük : İHAM ve AYM’nin pilot kararları konusu olan yasa maddelerine ilişkin düzenleme olarak TBMM, kaldırma, yeniden düzenleme veya kaldırma veya değiştirme yükümlülüğünde. Düzenlemede gecikme ise ‘ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılık’ oluşturur ve yasama organını hak ihlali makamına dönüştürür.

– Yasama etkinliklerinde benzeri düzenlemelerden kaçınmak: TBMM, yasal düzenlemelerde genel olarak, pilot kararlarda vurgulanan niteliğe ilişkin ölçütlere dikkat etmeli.

Adil yargılanma hakkı gereklerini yerine getirmek: AYM önünde bireysel başvuru yolunun etkili olabilmesi için yargı bütününde adil yargılanma hakkı ilkelerini geçerli kılacak düzenlemelerin ivedi olarak yapılması gerekiyordu. Bu yapılmadığı gibi,

  • 2017 Anayasa değişikliği ile yargı bütünü, “parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme” güdümüne konuldu. 

Bunun sonucunda, yürürlükte olan ve adil yargılanma gerekleri ile örtüşen hükümlerin bile uygulanması zorlaştı.

TBMM, mevzuatı, pilot kararlarla uyumlu kılmada gecikmemeli :

1) TCK, Md.301: İHAM, Akçam/Türkiye, 25 Ekim 2011

İHAM, TCK md.301’in kullandığı kabul edilemez derecedeki geniş sözcüklerin, etkileri açısından yarattığı öngörülebilirlik eksikliği nedeniyle, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi (İHAS) md. 10/2 anlamında bir “kanun” oluşturmadığına hükmetti: Özellikle, “Türklük” kavramının “Türk Milleti” şeklinde değiştirilmesine rağmen, Yargıtay tarafından yine aynı şekilde anlaşıldığı için, bu kavramların yorumlanmasında değişiklik veya temel bir farklılık olmadı. Yargının yorumladığı biçimiyle madde 301’deki sözcüklerin kapsamı, çok geniş ve belirsizdir ve bu nedenle düzenleme, ifade özgürlüğünün kullanımı önünde sürekli bir tehdit.

2) TCK, m.220/6: İHAM, Işıkırık /Türkiye, 14.11. 2017; AYM, H. Yakut, 10/6/2021.

Anayasa Mahkemesi’ne göre; “Somut olayda başvurucu hakkında uygulandığı hâliyle terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçunun düzenlendiği 5237 sayılı Kanun’un 220. maddesinin (6) numaralı fıkrasının içerik, amaç ve kapsam itibarıyla belirli olduğundan söz edilemez. Çünkü söz konusu hüküm, Anayasa’nın 34. maddesi ile korunan anayasal hakkına yönelik keyfî müdahaleye karşı başvurucuya yasal bir koruma sağlayamamaktadır. İhlalin bizzat kanun hükmünün lafzına dayalı yapısal bir sorundan ve derece mahkemelerinin kanuna ilişkin geniş yorumundan kaynaklandığı anlaşılmaktadır…

İlgili kanun hükmü yürürlükte olduğuna göre derece mahkemeleri tarafından yeniden yargılama yapılması yoluyla ihlalin giderimi mümkün olmayacaktır. Dolayısıyla ihlalin ve sonuçlarının giderilebilmesi ve benzeri yeni ihlallerin önüne geçilebilmesi için ihlale yol açan kanun hükmünün gözden geçirilmesi gerekir.”

3) TCK, md.220/7: İHAM, İmret/Türkiye, 10 Temmuz 2018

TCK md. 220/7 madde bağlamında, hapis cezası biçimindeki ağır cezai yaptırımın uygulanması için potansiyel bir dayanak oluşturacak eylemler öyle geniş bir yelpazeye yayılmaktadır ki, ulusal mahkemelerce genişletici yorumu da içerecek şekilde anlaşılacak madde sözü, kamu makamlarının keyfi müdahalelerine karşı yeterli düzeyde koruma sağlayamamakta.

4) TCK, md.314: İHAM, Selahattin Demirtaş/Türkiye, 22 Aralık 2020

Ceza Kanunu’nun 314. maddesi uyarınca ceza gerektiren ciddi suçlarla bağlantılı olarak tutuklanmayı haklı kılabilecek eylemler yelpazesi oldukça geniştir ve dolayısıyla, ulusal mahkemelerin yorumunu da içerecek şekilde anlaşılacak madde içeriği, ulusal makamların keyfi müdahalelerine karşı yeterli koruma sağlamamakta.

5) TCK, md.299: İHAM, Vedat Şorli/Türkiye, 19 Ekim 2021

TCK m.299’un İHAS madde 10’a aykırı olduğuna hükmeden İHAM, kararında, hakaret alanında devlet başkanına özel olarak yüksek seviyeli bir koruma sağlanmasının, Sözleşme’ye uygun olmadığını hatırlatarak, devletin devlet başkanının itibarını korumaktaki çıkarının, hakkında haber verme ve görüş ifade etme hakkına karşı ona bir ayrıcalık ya da özel koruma tanınmasını haklı kılmaz.

6) İnternet Yayınlarına Erişim Engeli: AYM KARARI/Keskin Kalem Yay..: 27/10/2021.

Anayasa Mahkemesi, 5651 sayılı İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlemesi Kanunu’nun erişimin engellenmesi kararlarına yönelik 9. maddesinin değiştirilmesi gerektiğine hükmetti. Kararda, erişime engelleme kararı veren sulh ceza hâkimliklerinin hiçbirinin söz konusu haberlerin şeref ve saygınlığı nasıl zedelediğine kararlarında yer vermedikleri, gerekçeli kararlarda, basının görev ve sorumluluklarına uymadığı tespitinin neye göre yapıldığının açıklanmadığı belirtildi.

Mevzuatın, basına güvence sağlamadığını saptayan AYM, yapılacak düzenlemenin içermesi gereken hususları da sıraladı. Sonuç olarak;

  • AYM’nin ve İHAM’ın pilot kararları doğrultusunda yasal düzenleme yapmak için TBMM,
    daha fazla gecikmemeli.

Kaos nedeni, 50+1 değil, ‘CBHS’

Anayasal düzen yıkıcıları, yıkıntıların altında kalma tehlikesi ile burun buruna geldikleri bir anda, CB’nin ilk turda seçilebilmesi için ‘salt çoğunluk (50+1) indirilsin’ demeye başladı.

Oysa, Temmuz 2018’de çalışmaya başlayan 27. Yasama Dönemi TBMM tartışmaları, şu ayrışmayı yansıtıyordu:

2017 Anayasa değişikliği, ne meşrudur ne de sürdürülebilir (demokratik Cumhuriyetçiler).

Halkoyu ile kabul edilen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS), Anayasa sayfasını kapatmıştır (teokratik-nasyonalist monarşistler).

30+1 ne demek?

Tam 31’nci ay sonunda, “şimdi sivil anayasa zamanı” sözleriyle (1 Şubat 2021), kesinlikle kapandı dedikleri sayfayı yine kendileri açtı.

AKP-MHP (Cumhur İttifakı), birlikte değil ayrı ayrı anayasa çalışması başlattı.

1 Mayıs’ta genel çizgileriyle açıklanan taslak (MHP), Allah ile başlıyor (Başlangıç).

40+1 ise,

27. Yasama döneminin 41. ayında ise şu ayrışma gündeme oturdu:

-“Tek aksaklık, 50+1”; “50+1 ciddi sorun çıkarıyor, ülkeyi kaosa sürükleyecek…” (AKP).

“Bu sistemin meşruiyet temeli %50+1’dir. Biz hükümetin ortağı değiliz; ama Cumhur İttifakı’nın sevabına da günahına da sonuna kadar ortağız…” (MHP).

Sistem tartışması başladı.

50+1’e gelince;

Görünen o ki, 27. Yasama Dönemi 50 ayı geride bıraktığında, Cumhur İttifakı, kendini Anayasa ve sistem tartışması içinde bulacak; her ikisini birlikte sorgular olacak.

Bu nedenle, başta Millet İttifakı gelmek üzere demokratik Cumhuriyetçiler, anayasa ve sistem tartışmalarını doğru bilgi temelinde yürütme konusunda duyarlı ve özenli olmak zorundalar. İşte bir demet temizlik:

10 YANLIŞ/ 10 DOĞRU

1- “50+1, sistemin tek sorunu ve kaos doğurur” (AKP): Oysa, kaos nedeni 50+1 değil, ‘CBHS’nin kendisi, doğru deyişle Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY)’dir.

2- “Biz hükümetin ortağı değiliz”: Hükümet yok zaten; Yürütme, tek kişide ve fiilen ortağısınız.

3- “Biz sadece Cumhur İttifakı’nı destekliyoruz; muhalefetiz ve denge işlevi görüyoruz” (MHP): Tümüyle gerçek dışı. Genel başkan iradesi olmadan vekiller, Meclis’te ne bir söz söyleyebiliyor ne de bir el kaldırabiliyor: Anayasa’ya ve kamu yararına açıkça aykırı yasalara ‘evet’; muhalefet partilerinin en yaşamsal ve gerçekçi önerilerine ‘hayır’. Araştırma önergelerinin hiçbirinde konuşmayan vekiller, hepsine hayır diyor. Konuyla ilgili onlarca yazımdan yalnızca üçü:

– “CHP-HDP-İYİ Parti = fikir ve dil/AKP-MHP = fizik ve el” (26.7.18);

– “Cumhur İttifakı: Meclis’e takılan ters kelepçe!” (12.12.19);

– “Liyakat karşıtlığı, (FETÖ-AKP-MHP) ortak paydası mı?” (23.9.21).

4-“Parlamenter rejim, darbelere neden oldu” (AKP): Yanlış. Son darbe girişimi, ‘Parlamentonun bekleme odasına alındı’ğı ve CB’nin yasama ve yürütme yetkisini ‘fiilen’ tek başına kullandığı bir dönemde oldu.

5-“CBHS, tarihimize en uygun yönetim tarzıdır” (AKP-MHP): Yanlış, PBYDBY, tarihimize ve demokrasiye tamamen yabancıdır. Tarihimize en uygun yönetim tarzı, parlamenter rejim ve paylaşılmış iktidardır.

6-“CHP ve HDP kapatılmalıdır” (MHP ve AKP yalakaları): Anayasa madde 68/4’ü sürekli ihlal eden AKP ve MHP’dir; ama onlar da kapatılmamalı; yöneticilerini anayasal çizgiye çekici yaptırımlar uygulanmalı.

7-“CHP, Anayasa’nın değişmez maddelerini değiştirmek istiyor” (MHP): Yalan. Başlangıç paragrafına ilahi bir referans koymakla, laiklik ilkesini (md.2) dinamitlemeyi amaçlayan kendileri.

8-“Hesap millete verilir” (AKP): Yanlış. Seçimler, kirlilikleri aklama süreci değildir.

9-“Kanal İstanbul’a karşı büyükelçilere mektup yazmak, dış güçlerle işbirliğidir” (AKP): Yanlış; çünkü Kanal İstanbul’a karşı çıkmak, ülkenin bölünmez bütünlüğünü savunmaktır.

10-“OHALİİK, AYM ve ACM kararlarını uygulamak zorunda değil” (AKP-MHP): Bu, anayasal düzeni ilga suçuna teşebbüse ortaklık değil mi?

  • Hukuk ve Anayasa dışı söylem ve eylemlerle yürütülen iktidar kavgası karşısında;
  • demokratik hukuk devleti mücadelesi, bilgi temizliği görevi dahil, daha sistemli tartışmalar ekseninde yoğunlaştırılmalıdır.

Anayasal süreci şiddetten arındırmak…

“AKP Grup toplantısındaki eylem, anayasal düzenin tümden ortadan kaldırılmasına yönelik bir girişimdir. 2010 Anayasa değişikliği gibi 2017 Anayasa değişikliği de büyük ölçüde devlet şiddeti desteğiyle dayatıldı. Bu bakımdan şiddet tapınması, aslında amaçlanan ‘sivil anayasa’ (!) için kullanılacak araç üzerine de somut ipuçları sağlıyor.”

(‘Şiddet, devleti yönetim aracı mı?’ başlıklı son yazı /4 Kasım).

Haliyle, ‘Anayasa nasıl okunmalı?’ sorusu öne çıkıyor. Millet İttifakı ve Cumhur İttifakı arasındaki ayrışma ekseni, Anayasa üzerinden demokratik Cumhuriyet ve teokratik monarşi’ olarak karşıt iki hedef etrafında biçimlenecek.

Demokratik cumhuriyetçilerin kazanmasının ilk koşulu, kavram kirletmelerine izin vermemektir. Haklılık, kendilerini öne çıkarsa da, teokratik monarşi yanlılarının hukuk ve ahlak dışı kirletmeler üzerine becerisi malum.

Bu nedenle, gelinen yer ne ölçüde iyi bilinirse gidilen yön (hedef) daha doğru çizilebilir. Son yıllarda bilinçli ve sistematik biçimde yaratılan anayasal bilgi kirliliği, demokratik cumhuriyet savunucularını bile kafa karışıklığına sürükleyebiliyor.

2709 sayılı 7 Kasım 1982 Anayasa’sı, birbirine karşıt yönde iki değişiklik dizisinde ilk metinden uzaklaşılarak başkalaştı:

• 1987-2004 ekseni; Anayasa’nın güvenlikçi ve otoriter özelliğini, iktidarın dengelenmesi ve özgürlük güvenceleri ereğinde hayli törpüledi.

• 2007-2017 ekseni ise tersine, Anayasa’yı, kurul halinde karar ve denge-denetim düzenekleri ile hesap verebilir hükümete ilişkin kurallardan arındırdı; devleti temsil ve yürütmeye ilişkin bütün yetkileri tek kişide yoğunlaştırdı.

• Bununla, değişiklik öncesi döneme göre bir nitelik farkı yaratıldı. Nasıl?

• 1961 ve 1982 Anayasa’sı arasında nicelik farkı vardı.

• 2017 Anayasa değişikliği ile 1982 Anayasa’sı, 1987-2004 ekseninden değil yalnızca, Osmanlı-Cumhuriyet anayasal gelişmelerinden nitelik olarak farklılaştı; çünkü demokratik hukuk devleti düzenekleri yok edildi.

2023 çifte seçimi, “plebisiter anayasa oylaması”na dönüştürüleceğine göre; demokratik cumhuriyetçiler ve teokratik monarşistler arasındaki hesaplaşma, anayasa üzerinden yapılacak demektir.

Anayasal kurumlara yönelik, ‘Bekleme odasına almak, saygı duymamak ve tanımamak, kapatmak ve yıkmak’ vb. ifadeler, sıradan siyasal söylemler değil. Anayasal düzen yıkıcılığı misyonu ile müseccel ümmetçi-ırkçı mecrada yürüyen teokratik monarşi cephesi, tehdit ve şantaj yüklü söylemlerini, demokratik hukuk devletinin içerdiği değerleri, sistematik ve kararlı bir biçimde aşındırma üzerinde yoğunlaştıracak. Bu nedenle, siyasal, sivil ve akademik çevrelerin ‘demokratik Cumhuriyet’ ekseninde buluşması yaşamsal.

Siyasal düzlemde, öncü rol CHP’de. Sivil toplum örgütleri, sendikalar ve demokratik kitle kuruluşları, toplumsal yapının zinde örgütleri olarak anayasa tartışmalarını gündemlerine almalı.

Akademik çevreler ise, öğrencilere doğru bilgi aktarmalı; yayınlarında nesnel davranmalı, toplumu bilgilendirmede biraz cesur davranabilmeli. Bu üç katmanlı süreçte, insan hakları bilimi gerekleri, ortak payda olarak öne çıkarılmalı; ‘iktidarlar ayrı, insan hakları ise bir bütündür’ görüşü içselleştirilmelidir.

Gelinen yer ve gidilecek yön olarak, 7 Kasım metni ile 17 Nisan metni arasındaki nitelik farkı nedeniyle darbeden çıkış söylemi yerine, demokratik olmayan rejimi aşmak amacıyla demokratik hukuk devleti hedefini öne çıkarmak, daha gerçekçi bir yaklaşım olur. Düne ilişkin sorunlara karşın ciddi bir birikim de var olduğuna göre, tartışmaları ve somut önerileri geleceğe yönelik olarak yoğunlaştırmak, aklın gereğidir. Kuşkusuz demokratik Cumhuriyetçiler, şiddet sarmalındaki anayasal sürece seyirci kalamaz.