Etiket arşivi: kur korumalı mevduat

Rejim (2017 kurgusu) ve sistem (uygulaması)

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 24.08.2023, BİRGÜN 

Rejim mi değişti, sistem mi? 2017 Anayasa değişikliği ile başlayan bu tartışma bugün de sürüyor. Yanıt açık: her ikisi de. Neden ve nasıl?

Kısaca : 2017’de Hükümet, parlamenter rejim ve siyasal sorumluluk ilkesi kaldırıldı; kurul halinde siyasal karar düzenekleri de.

Devlet ve yürütme adına bütün yetkiler tek kişide toplandı. Yürütme, CB ile özdeş kılındı ve Bakanlar siyaset dışında bırakıldı.

Siyasal rejim, Anayasa ile belirlenen yönetim biçimi”.

Siyasal sistem, siyasal rejimin işleyişini etkileyen (iktisadi, toplumsal, kültürel, dinsel) ögeleri de kapsayacak şekilde, toplumsal yapı ve siyasal yapı arasındaki ilişkiler bağlamında geniş anlaşılması”.

Buna göre, 16 Nisan 2017 halkoylaması ile ‘siyasal rejim’ değişti; bunun uygulaması ise ‘siyasal sistemi’ ortaya çıkardı.

Demokratik hukuk devleti, tek kişi yerine kurum/kurul ve kuralların yerleşmesiyle iktidarın sınırlanması ve o ölçüde özgürlüklerin güvencelenmesi sürecinde kuruldu.

2017’de ise, yönetim adına kolektif olarak ne varsa lağvedildi ve iktidarlar tek kişide birleştirildi.

Anayasa biliminin gereklerini yadsıyarak, iki yüz yıllık siyasal tarihimizin birikimini silmeyi amaçladı.

Ne var ki, beş yıllık işleyişin (sistem), 2017 kurgusundan (siyasal rejim) da tümüyle farklılaşmasında parti başkanlığı belirleyici oldu. Anayasa andı (tarafsızlık) ve uygulama (partizan) ayrışması açık.

YASAMA 

TBMM üyeleri, yasama faaliyetlerini –Anayasa ve kamu yararı gereği değil– genel başkan/lar talimatı ile yürütmekte.

Kur Korumalı Mevduat yasası, iktisat bilimi ve Anayasa gereği değil, NAS (dinsel inanç) temelinde hazırlandı. Hükümet ve güvenoyu olmadığı halde kurulan Cumhur İttifakı, TBMM’de müzakereci demokrasiyi bile engelledi.

YÜRÜTME VE YÖNETİM 

Bakanların başlıca referansı, -Anayasa değil- ‘Cumhurbaşkanı talimatları’. Öyle ki; görevden alınmaları bile “af talebi ve af kabulü” şeklinde resmi işleme dönüştürüldü. Yürütme dışında tutulan bakanlar, AKP için sürekli siyaset içinde. 

Devlet yönetimine ilişkin konuşmalar, Cuma namazı çıkışı ve CB forslu aracın önünde yapılıyor; Parti yönetimine ilişkin etkinlikler CB Sarayı’nda…

  • ‘Talimat’, kamu yönetimini kanuna saygı yerine korku ile sindirdi. 

Askeriye üzerinde ‘sivil hiyerarşi’ kuruldu.

Eğitimin cemaat ve tarikatlaşması ivme kazandı.

Diyanet (DİB) ise, siyaset yolunda dini araçsallaştırarak Anayasa md. 136 ve 24’ü ihlal kararlılığını süreklileştirdi. Saray hafiyeliği yapan CİMER, YÖK’e ve üniversitelere bile yaptırım uygulatabiliyor.

SINAVSIZ HUKUK! 

Yargıçlara kararları nedeniyle yaptırım uygulayan HSK’nin başında CB memuru Adalet Bakanı var. Yargı ile ilgili büyük resmi toplantılar Saray’da yapılır oldu; yargıç ve savcı adayları önünde başka siyasal parti başkanlarını eleştiren konuşmalar CB sıfatıyla yapılıyor. “Makedonya’da Sınavsız Hukuk Fakültesi” mezunları, denklik yoluyla yargıya devşiriliyor!

TOPLUM

Saray yanlıları ve hukuk savunucuları,
ülke yağmacıları ve yurtseverler

vb. arasında amaç ve mücadele eksenli ayrışmalar, kadın-erkek, kimlik ve yaşam tarzı temelinde demokratik toplumu ayrıştırıcı resmi uygulamalar zinciri hayli uzun.

Siyasal ve toplumsal ayrışmalar, demokratik olmayan rejim ve keyfi sistem arasındaki ayrışmadan kaynaklanıyor.

İTİRAFIN GEREĞİ… 

2016: Anayasa-fiili durum (suç) ayrımı yapılarak “Anayasa fiili durum”a uyduruldu. 2023: Hükümet/kabine/siyasal karar düzeneği yok; ama “fiili uygulama”, bunlar varmış gibi yapılıyor. Eğer bu ihtiyaç kaynaklı ise bu kez, fiili durum hukuka uyarlanırsa demokratikleşme yolunda önemli bir adım atılmış olur.

Şu halde sorun, yalnızca rejimin demokratik olmayışı değil, keyfi bir sistem kurulmuş olması.

Haliyle, hem rejim hem de sistem değişmeli; ama bunun için bu yönde irade ve emek gerekli.

Rejim ve sistem, Türkiye çıkmazı; siyasal partiler ise seyirci.

Tek umut demokratik toplum, eğer hangi Cumhuriyet sorusuna yanıt arayabilirse:

  • Türkiye Cumhuriyeti mi,
  • yoksa
  • Talimat yoluyla ‘Taliban Cumhuriyeti’ mi? 

Prof. Korkut Boratav: AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir dönem olacak

Prof. Korkut Boratav: AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir dönem olacakTELE1 İzleyici Hattı
24 Haziran 2023, www.tele1.com.tr  

İktisatçı Prof. Dr. Korkut Boratav, Merkez Bankası’nın faiz kararını değerlendirdi; yerel seçimlerden sonra ‘AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi’ yaşanacağını belirtti.

Merkez Bankası (TCMB) önceki gün imza attığı faiz artışı kararı ile parasal sıkılaştırma sürecini başlattı. 27 aylık aranın ardından ilk kez faiz artışına giden banka, önümüzdeki toplantılarda faiz artışlarına kademeli olarak devam edeceği mesajını da verdi.

Politika faizinin 650 baz puanlık rekor artışla yükseltildiği %15 seviyesi (düzeyi), %20 ve üzerinde olan yabancı ve yerli piyasa oyuncularının beklentilerinin altında kaldı.

Yabancı banka analistlerinin bir bölümünün “hayal kırıklığı” olarak değerlendirdiği karar sonrasında dolar/TL, %9’un üzerinde artışla 23,50’den 25,73’e kadar yükseldi ve bu gün 25,24 düzeyinde bulunuyor.

‘ÖNÜMÜZDEKİ AYLAR İÇİN BİR İŞARET’

Türkiye’nin önde gelen iktisatçılarından Prof. Dr. Korkut Boratav, faiz kararını sozcu.com.tr’ye değerlendirdi.

Dış finans çevrelerinin %20’yi aşan beklentilerinin altında bir faiz oranı belirlendiğini
ve bu durumun TL aleyhine kuvvetli (güçlü) bir dalga yarattığını belirten Boratav, perşembe günü alınan kararın, önümüzdeki aylarda alınacak faiz kararları için de bir işaret olduğunu, TCMB’den bir iki faiz artışı daha gelmesinin bekleneceğini söyledi.

‘SARAY’IN BASKISINA UYGUN HAREKET EDECEKLER’

TCMB açıklamasında, hem faiz artışında hem de makro ihtiyati tedbirlerin kaldırılmasında kademeli bir süreç izleneceğine işaret edildiğini aktaran Boratav “Belli ki Mehmet Şimşek ve TCMB Başkanı Gaye Erkan, Saray’ın ‘yerel seçimlere kadar ağır tempoyla ilerleyin’ baskısına uygun hareket edecekler” dedi.

Yabancı finans çevrelerinin istediği kadar yüksek faiz artışının dış piyasalarda rahatlaması ancak bankaların ve Türkiye ekonomisinin gerilime sürüklenmesi anlamına geleceğini, ellerindeki düşük faizli tahviller nedeniyle yüksek faiz artışının bankaları gerileme sürükleyebileceğini dile getiren Boratav, yerel seçimlerin hesaba katılarak hareket edildiğini vurguladı.

‘ŞİMŞEK VE ERKAN’IN ELLERİ SERBEST DEĞİL’

Para Politikası Kurulu (PPK) üyelerinin bile değiştirilmediğine, ekonomi bürokrasisinde eski kadronun büyük oranda görevine devam ettiğine dikkat çeken Boratav “Şimşek ve Erkan’ın ellerinin serbest olmadığı belli” dedi.

‘O PARA KRİZİ ÇÖZMEZ’

Dış finans çevrelerinin faizin enflasyon düzeyine, yani %40’a yükseltilmesini ve makro ihtiyati tedbirlerin de hızla kaldırılarak liberalizasyona gidilmesini istediğini belirten Boratav “Bu yolla döviz kurlarının hızla zirve yapmasını ve Türkiye’ye sıcak para sokmak için Türk varlıklarının ucuzlamasını bekliyorlar ancak Türkiye’ye sokacakları para, ödemeler dengesi krizini çözecek kadar değil, en fazla 15-20 milyar Dolar düzeyinde” dedi.

‘BÜYÜK SORUN YARATIR’

Hükümetin ise yabancıların istediği hızda bir liberalizasyonun döviz kurlarında çok daha sert artış anlamına geldiğini ve bunun da yerel seçimlerde özellikle büyük kentlerde sorun yaratacağını bildiğini belirten Boratav, “Kur korumalı mevduatta 100 milyar Doları aşan potansiyel döviz talebi (istemi) var, bu ürünün hızlı biçimde kaldırılması büyük sorun yaratır” ifadelerine yer verdi.

‘KÖRFEZ’DEN PARA GİRİŞİ SAĞLAMAYA ÇALIŞIYORLAR’

Şimşek ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın faiz kararının alındığı gün Birleşik Arap Emirlikleri’nde olduğuna da dikkat çeken Boratav, “Uluslararası piyasaların itibar etmedikleri ve Şimşek’in de aslında yatkın olmadığı bir yola gidiyorlar. Seçim öncesinde olduğu gibi zaman kazanmak için Körfez’den para girişi sağlamaya çalışıyorlar” dedi.

‘AKP’LİLERİ DE PİŞMAN EDEBİLECEK BİR DÖNEM’

Yerel seçimlerden sonra ise yabancı finans çevrelerinin istediği biçimde daha hızlı adımlar atılacağını belirten Boratav sözlerini şöyle noktaladı:

  • AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi olacak.
  • Vergiler artacak.
  • Bazı şirketlerin batmasına göz yumulacak.
  • Önemli varlıklar yabancılara satılacak.
  • Sonrasında ise Türkiye muhtemelen %3’lük düşük büyüme temposuyla ve az gelişmişliğe mahkum olarak yola devam edecek.”

Çarşamba İğneleri : 18 Ocak 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YOL

Yozgat Havalimanı için yapılan yolun maliyeti alanınkini solladı. Yapan, AKP’li Midyat belediye başkanının şirketi.

Her yol soygun, her yol vurgun!..

KELEPÇE

Akşener, ”Hırsızlara madalya yerine kelepçe takacağız.”

Sokaklarda kelepçelilere özel yürüyüş yolu yapılması gerekebilir…

ESPRİ

RTÜK, Halk TV’ye espri cezası kesti.

Basın mı özgür, ceza mı?..

HUKUKUMUZ

2020 yılında Meclis’te “Şeriat bizim hukukumuzdur” diyen AKP Milletvekili Cengiz Aydoğdu, Meclis Araştırma Komisyonu Başkanlığına seçildi.

Hukuku işletir artık…

DANIŞMA

Özgür Özel, resmen Soylu’nun danışmanı gözüken Emin Şen’in Bakanlıktan milyarlarca TL ihale aldığını ve trol hesaplarını yönettiğini açıkladı.

Bakana bak, danışmanını anla.

İstifa beklemek hata…

ÖLÇÜSÜZ

MSB Akar, Komutanların RTE’nin siyasal içerikli konuşmasını alkışlamasını eleştiren Kılıçdaroğlu için, “Anlamsız bir bahaneyle komuta kademesini hedef almak; haksız ve ölçüsüz açıklamalarla kendi siyasi polemiklerine konu etmek kabul edilebilir bir davranış değildir.” dedi.

Alkış haklı ve ölçülü idi!..

KORUMA

Kur Korumalı Mevduat hesabına karşın Türk Lirası en çok değer yitiren paralar içinde
Dünya üçüncüsü oldu.

Türk lirası korunamadı ama zenginlerimizin parası korundu…

SİMİT

RTE, 1993’te Çiller hükümetini “Beş kişilik aile üç öğün çay-simit yese bütçesi yetmez..” diye eleştirmişti.

21 yıllık iktidarının sonunda bir simit boyu ilerleme yok…

KARMA

Van’da üç lisede karma eğitim rafa kaldırıldı.

Ak iktidarın şımarıkları ...

VAKIF

İstanbul’da faaliyet gösteren İşrak Vakfı Müdürü’nün, ailesinin Kur’an öğrenmesi için ona emanet ettiği 14 yaşındaki çocuğa istismar ettiği ortaya çıktı.

Tarikatlar, vakıf adı altında taciz – tecavüze vakıf..

UZLAŞMA

İşlerine geldiği için seçimi öne almak isteyen AKP-MHP’liler Millet İttifakı‘nın yanaşmamasını uzlaşmazlıkla suçluyorlar.

Millet İttifakı’nın Meclise getirdiği her türlü önergeyi reddetmek için ilke kararı alanlar,

CHP’li belediyeleri çalıştırmamak için belediye meclislerinde ve sarayda takla atanlar uzlaşmayı nasıl tanımlıyorlar acaba?…

Finans kapital partisi: AKP

Mehmet Ali Güller
Mehmet Ali Güller
Cumhuriyet, 20.8.22


AKP bir halk partisi değildir, mali sermaye (finans kapital) partisidir.

Yani AKP fiilen kapitalizmin en sömürücü kanadının siyasetteki temsilcisidir.

14 Ekim 2021’de bu köşede, “Mali sermaye partisi: AKP” başlığıyla konuyu incelemiştik. Önceki gün Merkez Bankası’nın politika faizini bir puan daha düşürerek % 13’e indirmesiyle, AKP’nin bu özelliği daha da netleşti.

KUR KORUMALI MEVDUAT SOYGUNU

AKP’nin kur korumalı mevduat projesi, pratikte Hazine’den bankacılık sistemine para transferiydi (aktarimiydi). % 17 faiz getirili sistem özetle şöyleydi: Parası olan bankaya para yatıracak, o paraya % 14 faizi banka, kalan % 3’ü Hazine verecekti. Eğer dövizin yükselişi bunun üzerindeyse o fark da Hazine’den ödenecekti.

Hazine kim? Hazine’nin esas omurgasını “ücretli çalışanlar” oluşturuyor. Ücretli çalışanların da yarısı asgari ücretli. Yani bankaya yatıracak parası olanın faizini, bankaya yatıracak parası olmayan ödüyor özetle. Robin Hood’un fakirden alıp zengine vermesi kısaca…

Saray faizi 1 puan düşürünce kur korumalı mevduatta tablo şöyle olacak: Bankanın vereceği faiz %14’ten %13’e düşecek, ücretli çalışanın vergisiyle oluşan Hazine’nin ekleyeceği faiz %3’ten %4’e yükselecek. Yani Hazine’den para transferi artacak.

%13’LE PARA TOPLA, %40’LA SAT

Mali sermaye (finans kapital), yani bankalar salt böyle mi kazanıyor? Hayır.

Asıl vurgun şöyle işliyor: Bankalar AKP’nin kur korumalı mevduat kıyağıyla, ağırlıklı olarak orta sınıftan paraları %13 faizle topluyor. Sonra o paraları sanayiciye % 40-45 faizle kredi olarak veriyor. Aradaki farkla da bankalar, yani mali sermaye, daha da büyüyor.

Bu arada bankalar yurtdışından, Londra’dan, New York’tan kredi alıp Türk sanayicisine yine yüksek faizle veriyor. Böylece Türkiye’deki bankacılığın topladığı sermaye, fiilen uluslararası sermayeye kazanca dönüşüyor.

  • Nitekim Türkiye bankacılık sektörünün yarısından fazlası artık yabancı.

Dolayısıyla AKP’nin ekonomi-politiği, bankacılığı, New York bankerlerini, Londra tefecilerini beslemiş oluyor.

BANKALAR KÂR REKORU KIRIYOR

Sayılarla anlatalım: Şu anda bankacılık sektörünün yaklaşık 3.3 trilyon liralık “TL mevduatı” var. Bunun yaklaşık %36’sı AKP’nin kur korumalı mevduatlarından oluşuyor. Yani 1 trilyon liradan fazlası. Dolayısıyla bu büyüklükteki paraya faizi Hazine, yani ücretli çalışanlar ödüyor.

Bankaların ise ağzı kulaklarında. Kârlılık rekoru üstüne rekor kırıyorlar. Bankalar birleşip parti kursa AKP’nin kazandırdığından daha fazlasını kazandıramaz!

Kur korumalı mevduatın ilan edildiği 21 Aralık 2021’den 18 Ağustos 2022’ye kadar olan dönemde sınai endeksi %42, BIST100 %58 artarken bankacılık endeksi %82 yükselmiş (Yalçın Karatepe, “İktidar kimi sübvanse ediyor?”, BirGün, 19.8.2022).

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BDDK) açıklamasına göre bankalar kur korumalı mevduat ile kârlarını katlıyor:

Örneğin “Bankacılık sektörü net kârı nisan ayı sonu itibarıyla (AS : nisan ayı sonunda), geçen yılın aynı ayına göre yaklaşık 5’e katlanarak 98.2 milyar TL oldu. Geçen yıl bankaların net karı 20.7 milyar TL idi.” (Dünya, 3.6.2022).

Örneğin “bankacılık sektörünün haziran sonu itibarıyla (AS:haziran sonunda) ilk 6 ay dönem net kârı 169 milyar 145 milyon lira oldu”. (Cumhuriyet, 4.8.2022)

ASGARİ ÜCRETLİDEN SANAYİCİYE HERKES KAYBEDİYOR

Kısacası, AKP ile bankalar yani mali sermaye / finans kapital çok mutlu. Finans kapital kârına bakar; parlamenter rejim yıkılmış mı, tek adam rejimi mi var, eğitim imam hatipleşmiş mi, pazarda domates kaç lira olmuş, işçi ücreti ne kadar yükselmiş, işsizlik artmış mı, umurunda olmaz…

Sonuç olarak                 :

  • Finans kapital ve onun siyasal temsilcisi AKP karşısında,
    asgari ücretliden sanayiciye dek tüm sınıflar yitiriyor.
  • Kuşkusuz en çok yitiren en alttakiler.

AŞIRI (HİPER) ENFLASYONUN TÜKETİCİ ve ÜRETİCİ DAVRANIŞLARI : PSİKOLOJİK EKONOMİ KURAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

AŞIRI (HİPER) ENFLASYONUN TÜKETİCİ ve ÜRETİCİ DAVRANIŞLARI :
PSİKOLOJİK EKONOMİ KURAMININ DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

Türkiye’de 2022 Haziran ayına göre açıklanan resmi ve resmi olmayan enflasyon verileri :
1- TÜİK, (Türkiye İstatistik Kurumu) resmi verileri
– Tüketici Fiyatları % 78.62
– Üretici Fiyatları % 138.8
– Gıda fiyatları % 93.92
– Aylık ortalama % 4.95 puan.
2- İstanbul Ticaret Odası (İTO) Verileri
Yıllık. %94.19
3- ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) verileri : Yıllık % 175.55.
Aylık ortalama % 8.6 puan.

İster resmi, ister resmi olmayan verilere bakılsın.. Bu sayılar gösteriyor ki, Türkiye Ekonomisi hızlı bir enfl

ortalamalarının epeyce üzerindedir. Ayrıca resmi Üretici Fiyat İndeksi Tüketici Fiyat İndeksinden 59.16 puan daha yüksektir. Başta, enerji-petrol, teknoloji, aramallar, gübre ve son yıllarda gıda maddeleri de dahil olmak üzere Türkiye Ekonomisinin dışa bağımlılık oranı giderek artmıştır. Söz konusu malların fiyatları arttıkça bu ürünleri Türkiye’ de girdi olarak kullanan üreticilerin ürün fiyatları da katlanarak artmaktadır…

Yukarıda anlatılan girdi faktörlerinin etkileri nedeniyle Türkiye’deki enflasyon, maliyet itişlidir. Bir üretim dönemi kadar gecikmeli de olsa, Üretici tedarik fiyatlarındaki artışlar önünde sonunda tüketici fiyatlarına yansıyacaktır. Yani enflasyon ekonominin bagajiındadır. Ambalajından çıkmayı beklemektedir. Ancak zorunlu tüketim mallarındaki aşırı fiyat artışları talep çekişli bir fiyat sarmalını da beraber getirmektedir. Kaldı ki, Türkiye de toplumun omurgası olan orta sınıf yok denecek kadar azdır. Ülke, varsıllar ve yoksullar olarak ikiye bölünmüş gibidir. Toplumun büyük çoğunluğu düşük gelir kesimindedir. Asgari ücretler, memur aylıkları ve emekli ödeneklerindeki artışlar, doğrudan zorunlu gıda talebini artırır niteliktedir.

Yüksek gelir dilimindeki kazanç sahipleri ise, görünür resmi faiz yolu tıkalı olduğu için, tasarruflarını emlak ve döviz piyasasında değerlendirmektedir. Bu durum döviz kurlarını, emlak fiyatlarını ve hatta kiraları yukarı çekmektedir.

Faizin çok küçük ve sabit tutulup kur korumalı mevduat hesaplarının devreye sokulması, yani Dolar talebini azaltmak ve Dolar kurunu yükseltmemek için, tasarruf sahiplerine dolaylı gizli faiz verilmesi, finans kurumlarının kârlarını, kamunun ise zararlarını ve halkın vergi yükünü artırır niteliktedir. Geleceği sorunlu bir politikadır…

ENFLASYONUN PSİKOLOJİK ETKİLERİNE GELİNCE.

Albert Afftalion (1874- 956) yapmış olduğu finansal analizlerde enflasyon ve deflasyon ortamlarında, üretici ve tüketicilerin psikolojik davranışların mevcut krizleri daha da derinleştirdiğini fark ederek PSİKOLOJİK PARA KURAMI’ndan söz etmiştir. 1970’li yıllardan sonra da yeni (neo) klasik liberal iktisatçılar RASYONEL BEKLENTİLER KURAMI adıyla yeni bir para politikası KURAMI geliştirmişlerdir. Bu ikinci kuram, Aftalion’un psikolojik para kuramının daha genelleştirilmiş biçimidir.

Bu kurama göre insanlar (tüketiciler ve üreticiler) ekonomik çıkarlarını korumak için akılcı- rasyonel (akılcı) davranırlar. Piyasalar ve piyasaların geleceği konusundaki bilgileri yeterli, tutarlı-rasyoneldir. Tutum ve davranışlarında ekonomik akılcılıktan ve kendi çıkarlarından vaz geçmezler. Tüketiciler yararlarını, üreticiler de kârlarını en çoğa çıkarmak için çaba harcarlar.

A- DEFLASYONİST PSİKOLOJİ

Eğer piyasadaki eğilim deflasyonist yönde, gelecekte fiyatların daha da düşeceği yönünde
ise tüketiciler mal ve hizmet alımlarını ertelerler. Çünkü gelecekte fiyatlar daha da düşecek beklentisi talebi azaltır, satışları düşürür. Üreticiler ise gelecekte fiyatların daha düşeceği beklentisi ile ellerindeki mal ve hizmetleri hemen satmak isterler. Sonuçta üretim ve ithalattan bir ölçüde bağımsız olarak stoklar çözülür, böylece arz artmış, talepse daralmış olur. Fiyatlar daha hızlı düşer. Kriz daha çok derinleşir.

B- ENFLASYONİST PSİKOLOJİ

Enflayonist ve özellikle de hızlı fiyat artışlarının olduğu ekonomilerde tüketici ve üreticilerin piyasa ile ilgili psikolojileri deflasyonist durumun tersine döner. Tüketiciler, gelecekte fiyat artışlarının daha da hızlanacağı beklentisi ile ileride gereksinme duyulacak mal ve hizmetleri hemen satın alma yoluna giderler. Bu durum toplam talebi gereğinden çok artırır. Üreticiler ise, mal ve hizmetlerini gelecekte daha yüksek fiyatlarla satabilme umuduyla stoklarını çözmeye pek yanaşmazlar. Stoklar artar. Böylece yapay olarak arz da azalmış olur. Piyasadaki talep artıp arz azalınca da fiyatlar daha hızlı yükselme eğilimine girer. Enflasyon kemikleşmeye ve kurumsallaşmaya başlar. Fiyatlar hızla yükselmeyi sürdürür.

C- SORUNUN TEMEL KAYNAKLARI

1-Türkiye’ de, makro ekonominin planlanması, eğitim, bilim, teknoloji, üretim, sanayileşme, ulusal ekonomik kaynakların ve yetişmiş insan sermayesinin (beşeri sermaye) akılcı ve etkin kullanımı, hukuk güvencesi, vergi yükü, gelir dağılımı, orta sınıfın güçlendirilmesi toplumsal gönenç (refah) artışı… vb. önemli yapısal politikalar geri plana itilmiştir.

2- Türkiye’deki siyasal iktidarın yapısal sorunları giderek azaltma ve enflasyonun nirengi, direnç noktaları kırabilme ve ekonomiyi yeniden rayına alabilme konusunda halka, üretici ve tüketicilere yönelik üretimi artırmaya, yapısal, parasal, mali politikalar yeterli ve inandırıcı, ikna edici değildir. Güven azalması vardır.

3- Halk, siyasilerden ve özellikle de siyasal iktidardan soyut vaadler değil, neden ve sonuç bağlantıları ile bilimsel, ikna edici ve umut verici somutlaşmış reçeteler beklemektedir…

Son söz                 :

Türkiye toplumunun resmi söylemler ve uygulamalar dışındaki eğitim, bilgi ve kültür kaynakları çoğalmıştır. Sosyal medya genişlemiştir. Görüntülü medya, yazılı basın az da olsa çeşitlenmiştir. Halkın çoğunun dinsel etnik, geleneksel, hamasi söylemlerle ikna edilme dönemi büyük oranda geride kalmıştır. Halk, ayrıştırıcı politikalar, hamasi nutuklar yerine somut ve ikna edici ekonomik ve sosyal, reçeteleri görmek peşindedir. Ekonomik yoksulluk ve refahtan yoksunluk halkın bilinçlenme düzeyini hızlandırmaya başlamıştır.

Bu açıdan, yaşadığımız zaman dilimi içindeki toplumun, her konudaki bilgilenme, gelişme, dönüşme ve bireyselleşme hızı Türkiye’deki yönetici kadrolardan daha ileri bir düzeydedir. Halk, hukukun üstünlüğüne,
anayasal güvenceye
dayalı, demokratik,
idari, yargısal ve parlamentoca hesap sorulabilir ve denetlenebilir bir siyasal iktidar istiyor.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ

Yalan, yanlış teoriTürk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

ASKER

İzmir’deki milli maçta “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” pankartı stada alınmadı.

Pankart olsun olmasın biz öyleyiz…

A/SALAK

Beyaz TV stüdyosunda, kendisini metafizik uzmanı olarak tanıtan kadın, canlı yayında ‘cin çıkarma seansı’ yaptı.

Salaklara asalak…

KORUMA

Diyanet İşleri Başkanı Erbaş’ın eşinin çantasını koruma polisi taşımış.

Değerli olanı korumuş…

MÜLTECİ

Milli maçta “Mülteci istemiyoruz” sloganı atan gençleri sorgulayan savcı, “Samsunluyum. İzmir’de yaşıyoruz. Biz de İzmir’de mülteciyiz. İzmirliler bizi istemezse ne olacak? “ demiş.

Bakınız: İlköğretim yurttaşlık bilgisi (Vatan, vatandaş, mülteci) tanımları…

YARGI

Kaşıkçı dosyasının Suudi Arabistan’ devrine şerh düşen yargıç ile Gezi Davası kararına “somut delil yok” diyen yargıç tayin edildi.

Adalete değil AKP’ye hizmet edilecektir!..

BİZ

RTE, çok yerde yaptığı gibi Van’da “Van’a üniversiteyi kim kurdu? Biz kurduk” dedi.

Üniversite kendisi daha askerdeyken 1982’de kurulmuştu.

Ya halkı aptal yerine koyuyor ya ne dediğini bilmiyor…

ÜS

Yunan milletvekili Kleon Grigoriadis, hükümeti, ülkeyi dev bir ABD üssüne dönüştürmekle suçladı.

Aklı başında adamlar her yerde var…

KAPI

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan’ın “Enflasyon üçlü rakama gidiyor, fakirleşerek büyüyoruz, gelir eriyor.” açıklaması RTE’yi çok kızdırdı. “Böyle giderse iktidarın kapısını çalmayın, haddini bileceksin” dedi.

  1. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovar, onuncuya almaz.
  2. Devlet kapısı ile babasının kapısını ayırmaz…

KORUMA

Kur Korumalı Mevduat için bütçeden 21 milyar TL. gitti.

Fakirin sırtından zenginin parası korundu…

KÖTÜ

AKP Trabzon milletvekili Bahar Ayvazoğlu, ABD ve Avrupa ülkelerinin de enflasyon nedeniyle döküldüğünü, bizde denetim altına alınamama nedeninin kötü muhalefet olduğunu söyledi.

Bahanenin kötüsü…

ÇIPLAK

AKP’lilerin Türk Demokrasi Vakfı toplantısına katılmayışını eleştiren Bülent Arınç, partinin geriye götürüldüğünü söyleyerek “Kral çıplak demenin vaktidir” dedi.

Gemi su alıyor!..

DEĞERLİ

AKP Gen. Bşk. Yrd. Numan Kurtulmuş, ”Eski dönemde maalesef Türk parası çok değerliydi.”

Milli parasını değersizleştirmeyle övünen birini de gördük.

Numan, Harun, Karun…

TÜRK

Ülkemizin adının uluslararasında “Turkey” yerine “Türkiye” olarak kullanılmasının kabulünü fırsat bilen AKP iktidarı, THY’nın “Turkish” ifadesini de “Türkiye” olarak değiştirmek istedi.

Ah şu Türk’lükten bir kurtulsalar…

BUĞDAY

Venezulla’da buğday üretimi için yatırım yapılacağı açıklandı.

Ele yatırım, çiftçinizi yatırın!..

DUA

AKP Van Milletvekili Osman Nuri Gülaçar, sığınmacı politikalarıyla ilgili olarak “Belki o sığınmacılara sağladığımız birkaç lokma, bizim çocuğumuza gelecek olan musibete engel olacak. Bir dua alacağız, o dua bizi yarın muhafazada tutacak..”

Ülkeye, millete verdiğiniz zarar karşılığı alacağınız beddualar ne olacak?..

RANT

Maltepe’deki askeri birliklerin boşalttığı yeşil alan CHP’li belediye tarafından AKP’ye yakın inşaat şirketine verildi.

Dürüstlüğü ile övünen genel başkanın tepkisini bekliyoruz!..

ŞEYH

Adapazarı’na vaaza gelen Suriyeli şeyhi dinlemek üzere, çoğunluğu Suriyeli göçmenler olmak üzere yığılma oldu.

Çok sevenler gitse ya…

RAHATSIZ

Trabzon’da Atatürklü Türk Bayrağını asıldığı yerden koparıp yere atan Volkan Erbaş savcılıkta, “Psikolojik rahatsızlığım var. Buna bağlı psikolojimde bozukluk var. Türk bayrağı ve Atatürk olduğunu fark etmedim. Kötü niyetim yoktu, anlık oldu. Pişmanım” dedi.

Psikolojik rahatsızlık mı, organ yokluğu mu?..

ÇÖZÜM

HDP’den ayrıldıktan sonra Türkiye’nin Sesi Partisi’ni kuran Ayhan Bilgen, “AKP’nin ‘Kürt sorununa’ ilişkin Öcalan’ın dahil edilebileceği ve MHP’nin de ikna edilmeye çalışıldığı yeni bir çözüm süreci başlatabileceğini” söyledi.

Başlatılır. Seçim zamanı…

KAYIP

İçişleri Bakan Yard. İsmail Çataklı, 122 bin Suriyeli mültecinin kayıp olduğunu açıkladı.

Kaç koyunu güderler?..

ZAM

RTE maaşına %40 zam istemiş.

Kendi için değildir. “Bu fakir” ne yapacak o kadar parayı…

Dolar neden yükseliyor?

authorYALÇIN KARATEPE

İktidarın tüm baskılamalarına rağmen kurlar yükselmeye devam ediyor. Bir taraftan ödemelerin döviz ile yapılmasını yasaklayarak döviz işlemlerine sınırlama getirilmesine, diğer taraftan özellikle bankalarda, döviz alış satış fiyat farkının yüzde ikilere kadar çıkmış olmasına rağmen döviz talebi devam ediyor.

Kur korumalı mevduat düzenlemesi yapıldıktan sonra bir süre yataya yakın seyreden dolar yeniden yükselişe geçti. Mayıs ayının başından beri yaklaşık yüzde sekiz değer kazandı.

Peki, bu yükseliş neden yaşanıyor ve devam eder mi?

Öncelikle şunu belirtmek gerekir: Ülkede döviz talebi hiçbir şekilde sönümlenmedi. Talep, değişik formlara bürünmüş olsa da güçlü bir biçimde devam ediyor. Mesela, TL hesaplardan Kur Korumalı Mevduat’a (KKM) gelen mevduat aslında örtük bir döviz talebidir.

13 Mayıs tarihli BDDK verilerine göre gerçek kişilerin mevduatlarının yüzde 62’si döviz cinsinden. Bir de buna TL mevduat olarak gösterilen ama aslında döviz türevi olduğunu bildiğimiz KKM’yi de ekleyecek olursak, oranın yüzde 75’in üstüne çıkacağını hesaplayabiliriz.

Evet, doğrudur; doların getirisi yılbaşından nisan ayı sonuna kadar olan dönemde enflasyonun altında kalmıştır. Bu dönemde TÜFE yüzde 31,71 olurken doların artışı sadece yüzde 11’de kalmıştır. Diğer bir ifade ile dolarda olanlar da reel olarak kaybetmiştir. Buna rağmen vatandaşın dövizden vazgeçmediğini BDDK verilerinde görebiliyoruz.

Ancak mayıs ayında yaşanan yüzde 8’lik artış bize gösteriyor ki reel olarak dolarda ortaya çıkan kaybın telafi edilmesi pek de zor olmayabilir. Oysa bu olasılık TL’de kalanlar açısından, düşük TL faizi ısrarı nedeniyle, hiçbir zaman söz konusu olmayacaktır. Belki bunun tek istisnası enflasyona endeksli tahvil olabilir.
***
Döviz talebi güçlü seyrederken bunu karşılayacak döviz arzı piyasalarda gerçekleşmiyor. Daha ziyade gördüğümüz şey, Merkez Bankası rezervlerinden bunun karşılanmaya çalışıldığıdır. Sınırlı bir kaynak ile artan talebi sürekli karşılamak da imkânsız olacağından, normal bir sonuç olarak, dolar yeniden yükselmeye başladı. Diyebilirsiniz ki dolar diğer paralara karşı da değer kazanıyor. Evet doğru. Ama burada doları “döviz” sözcüğüne ikame olarak da kullanıyoruz.

  • TL sadece dolara karşı değil hemen tüm önemli paralara karşı değer kaybediyor.
  • Belki de soruyu, “dolar neden yükseliyor?” diye değil, “TL neden düşüyor?” diye sormak daha anlamlı olur.

Elbette talep sadece tasarruf sahiplerinden kaynaklanmıyor. Giderek artan dış ticaret açığı da döviz talebi yaratıyor.

Enflasyonun yüzde 70 ve yükselmekte olduğu bir dönemde TL’nin değer kaybetmemesi mümkün olabilir mi? Sadece tasarruf sahiplerinin ilgisi açısından söylemiyorum, dış ticaret açısından da bakınca kurların bu seviyelerde kalması pek mümkün görünmüyor. ÜFE’nin yüzde 120’nin üzerine çıktığı bir dönemde kurların düşük kalması halinde dış ticaret açığının daha fazla artması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyona endekslesek?

KKM’nin döviz talebini sınırlamada yetersiz kalması ile birlikte iktidarın enflasyona endeksli tahvil ihraç etmeyi gündemine aldığını biliyoruz. Bu tahvillerin detayları henüz paylaşılmadı. Ne zaman ihraç edilecek ve ne kadar ihraç edilecek henüz bilinmiyor.
***
Zamanlaması bilinmese de, miktarının yüksek olması pek ihtimal dâhilinde değil. Belki Hazinenin borçlanma ihtiyacının bir kısmına denk gelecek tutarlarda arz edilebilir. Daha fazlası pek mümkün değil. Hayır, iktidarın bunun maliyetinden kaçınması nedeniyle değil, finansal sistem üzerinde yaratacağı sonuçlar açısından ihraç miktarının sınırlı olacağını düşünüyorum.

Bankaların, yüklü miktarda mevduat çıkışına sebep olacağı gerekçesi ile itirazlarını dillendirdiklerini duyuyoruz. Yüklü tutarda ihraç edilmesi, kamu üzerinde finansman yükünü çok artırmanın yanında, finansal sistem açısından da sorunların ortaya çıkmasına yol açar.

Enflasyona endeksli tahvillere talep yüksek, arzı sınırlı olacağı için belki ilk alanların bunları ikincil piyasada daha yüksek fiyatlardan satarak kısa sürede büyük kazançlar sağlamasına yol açacaktır ancak döviz talebini ortadan kaldırmayacaktır.

Dolayısıyla, enflasyona endeksli tahvil ihraç miktarının sınırlı olacağını düşünürsek,

  • yüksek enflasyon ortamında paranın değerini korumanın fazla bir alternatifi kalmıyor.

Bu nedenle döviz talebinin artarak devam edeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Talebi artan şeyin arzı buna paralel olarak artmaz ise sonucun ne olacağını biliyoruz.

Hükümetin bir enflasyon politikası yok!

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokProf. Dr. Bülbül

09 Nisan 2022, cumhuriyet.com.tr
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hükümetin para basarak günü kurtardığını söyleyen Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, “Türkiye’de yoksul, zenginin varlığını korumaktadır.

Bu politikalarla, Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir. Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi.

İktidarın gıda ürünlerinde KDV’yi %1’e indirmesinin ve aynı oranda indirimi marketlerden de “dilemesinin” üzerinden bir ay geçmesine karşın raflar yine ateş pahası. Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, yurttaşın belini büken enflasyona ve yapılması gerekenlere ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ege Saati’nden Yusuf Körükmez’e konuşan Bülbül, “Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Zaten hükümetin de, enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi. Körükmez’in soruları ve Prof. Dr. Bülbül’ün yanıtları şöyle:

– Hükümet enflasyon artışını neden durduramıyor? Bu artış hızı bu şekilde devam ederse Türkiye’nin önünde ne gibi sorunlar çıkar?

Türkiye’de enflasyonun temel sebebi, maliyetlerden kaynaklıdır. Yani Türkiye’nin enflasyonu maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonunun bir nedeni ithal edilen ara mallardan kaynaklı olabilir. Ancak bu durum enflasyonun yalnızca bir bölüm nedenidir. Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Ara malı üretemeyen, salt ranta dayanan bir ekonominin makro sorunlarına çözüm getirmesi mümkün olamayacaktır. Özellikle petrol, enerji ve doğal gaz gibi üretim girdilerini üretemeyen bir ekonominin kalıcı biçimde bu sorunu çözmesi mümkün değildir. Ayrıca yürütme organının, iktisat teorisinde (kuramında) yer almayan, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi bir politikası enflasyonun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, enflasyonu daha çok artıracaktır.

“TÜRKİYE’DE YOKSUL, ZENGİNİN VARLIĞINI KORUMAKTADIR”

Faiz oranlarını düşürerek enflasyonu düşürme politikası, ekonomide çok farklı ve olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır.

  • Şu anda ekonomi bilimiyle açıklanamayan bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.

Enflasyon oranı % 61, Merkez Bankasının politika faizi % 14,
Hazine borçlanma faizi % 27 ve piyasa faizi ise % 26 dolayındadır.

Devlet böyle bir politikayla, insanların Türk parası varlıklarının reel olarak gerilemesine neden olmaktadır. Ancak bazı kişilerin ise, kur korumalı mevduat faizi ile paraları korunmakta ve bu fark hazineden vergilerle karşılanmaktadır. Örneğin, üç ayda kur korumalı faiz için ödenen para 13 milyar civarındadır (dolayındadır). Bu para insanların verdikleri vergilerle karşılanmaktadır.

  • Yoksulların zenginleri finanse etmesidir.
  • Kısaca yoksul, Türkiye’de zenginin varlığını korumaktadır.
  • Bu politikalara Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir.
  • Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur.

“HÜKÜMETİN BİLİMSEL OLMAYAN EKONOMİ POLİTİKALARI DOLAYISIYLA ENFLASYONUN DÜŞMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Dünyanın her yerinde Merkez Bankalarının görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Yani enflasyonu önlemektir. Ancak Merkez Bankasının para politikası ciddi anlamda pasifize edilmiş (etkisizleştirilmiş) ve tamamen (tümüyle) hükümetin bilimsel olmayan politikalarına angaje olmuştur (bağlanmıştır). Dolayısıyla enflasyonun düşmesi mümkün değildir.

Böyle giderse, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde hiperenflasyonla
karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyonun bu şekilde sürmesi ve hiperenflasyonla karşı karşıya kalınması, ülke insanlarının daha çok yoksullaşmasına, vergi gelirlerinin ve kamu harcamalarının reel olarak gerilemesine ve gelir dağılımının daha çok çarpıklaşmasına neden olacaktır. Hatta tüm makro dengelerin bozulmasına neden olacaktır.

– Vatandaş geçinemiyor, ekmek, yağ, şeker, et kuyrukları var. Daha kötü ne olabilir sorusunu sordukça yeni zorluklarla karşılaşıyor. Şu anki durumdan daha da kötüsü var mı? Türkiye’yi neler bekliyor?

Türkiye ekonomisi, yukarıda da belirtildiği gibi enflasyon sorununu çözemezse ve üretimi artırıcı bir ekonomi politikası ortaya koymazsa, yoksullaşma daha çok olacak ve giderek halkın temel gıda maddelerine ulaşma imkânı (olanağı) ortadan kalkacaktır.

“DEVLET PARA BASARAK SADECE GÜNÜ KURTARIYOR”

Devletin tek ürettiği politika günü kurtarmak ve zamların yarattığı alım gücü azalmasının önlenmesi için para basmaktır. Para basımı kısa bir süre çalışanları rahatlatsa bile, bir süre sonra daha yüksek enflasyonla reel olarak daha çok yoksullaşmalarına neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisi faiz oranında dünyada üst sıralarda, yüksek enflasyon konusunda ilk on ülke arasındadır.

Doların bu politikalarla dönem sonun 20 TL’yi geçmesi kaçınılmazdır.

Uluslararası raporlarda da 2022 yılının ekonomi açısından daha kötü olacağı belirtilmektedir.

“Kur korumalı TL vadeli mevduatı”nın da beklenenin aksine dolarizasyonu düşürmediği çeşitli raporlarda belirtilmektedir.

Türkiye’nin 2022 enflasyonu böyle giderse %150’lerin üzerine çıkacaktır.

Dolar kuru artacağı için dış borç stoku giderek artacaktır. Türkiye’nin salt 2022 yılında ödemesi gereken dış borcu 170 milyar Dolara yakındır. Bu durum makroekonomik dengelerin önümüzdeki günlerde çok daha kötü olacağının göstergesidir. Özetle, makro gösterge ve değerlere bakıldığında ekonomik anlamda

  • 2022’nin çok sorunlu ve zor bir yıl olacağı gerçeği açıktır.

Gıda maddelerinde %7 oranında bir indirim olması, son dönemlerde üç kat artan gıda fiyatlarına olumlu yansımayacaktır. Çok kısa bir süre olumlu etki yaratsa bile, enerji ve diğer girdi maliyetlerindeki artışın yanında hiçbir anlamı olmayacaktır. ÜFE artışı, bir süre sonra TÜFE’ye yansıyacaktır. TÜFE’ye yansıyan % 50’lik fiyat artışının yaratacağı yüksek fiyatların %7’lik bir indirimle telafisi olanaklı olmayacaktır.

“TÜRKİYE’DE VERGİ YAPISI ADALETSİZDİR”

Esas olarak enerji fiyatlarındaki ve üretim girdilerindeki KDV oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Sonuç olarak ÜFE ile TÜFE arasından ciddi bir fark olduğu dikkate alınırsa, bu tür KDV indirimleri enflasyon için kalıcı çözüm olmayacaktır.

Türkiye’de vergi yapısı adaletsizdir. Bunun temel örneği, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payının %65 dolayında olmasıdır. Dolaylı vergiler, ödeme gücünü kavrayamaz ve tersine artan oranlıdır. Bu durum gelir dağılımı çarpık olan ülkenin gelir dağılımını daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, sosyal devlet vurgusu yapan ülkenin öncelikle bu durumu düzeltmesi gerekir. Ayrıca orta ve düşük gelir kesimlerinin kullandığı temel ürünlerdeki KDV oranlarının tamamen (tümüyle)  kaldırılması, sosyal devlet anlayışının gereğidir. Sonuç olarak,

  • Ekonomi ve maliye politikaları açısından bakıldığında, Türkiye sosyal devlet değildir. (AS: Bu politikalar Anayasa md.2’ye, 5’e, 65’e, 73’e…. açıkça aykırı!)

“KDV YÜKÜ GENİŞ HALK KİTLESİNİN ÜZERİNDEN ALINIP YÜKSEK GELİR GRUBUNA AKTARILMALIDIR”

– Vergi sistemimizde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu konuşuluyor. Mevcut düzende KDV yükü nihai (son) tüketicinin üzerinde kalıyor. Firmalar ödediği KDV’yi yansıtırken son tüketici yani vatandaş bunu yükleniyor. Bu noktada bir değişikliğe ihtiyaç var mıdır?

Katma değer vergisi, teknik olarak, yayılı bir muamele vergisidir. Yani imalattan tüketime dek her aşamada alınan bir vergidir. Ancak her aşamada alınan vergi, nihai (sonal) olarak tüketiciye aktarılmaktadır. Bu durum hem tüketicinin yükünü artırmakta, hem de mevcut fiyatları daha fazla artırmaktadır.

Türkiye’de öncelikli olarak vergi sisteminde ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç var. Vergi sisteminin adil olması gerekmektedir. KDV yükünün geniş halk kitlesi üzerinden alınıp, yüksek gelir grubu üzerine aktarılması sağlanmalıdır. Ancak esas itibariyle (öz olarak), gelire göre vergi sistemi kurulmalıdır. Vergilerde esas olan ödeme gücüdür. Türkiye’de vergilerin önemli bir yükü orta ve düşük gelir grubunun (diliminin) üzerindedir. Vergi yükünün gelir grupları arasında adil dağılımının sağlanacağı bir sistem kurulmalıdır. Bunun yolu da, toplam vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payının artırılmasıdır.

“TÜRKİYE EKONOMİSİ STAGFLASYON İÇİNDE”

– Telaffuz edilen terim ‘enflasyon’ fakat halk stagflasyon yaşıyor yani enflasyon ve deflasyonun negatif yönlerinin birlikte hissedilmesi. Bu noktada stagflasyon terimini kullanmamız daha doğru olmaz mı?

Durgunlukla beraber yüksek enflasyonun yaşanması anlamına gelen stagflasyon, özellikle 1970’li yıllardaki petrol krizi sırasında tüm dünyada ortaya çıkmış bir iktisadi sorundur.

O dönemde ortaya çıkan stagflasyon krizi elbette ki, bugünkü durumdan farklı olacaktır. Ancak, günümüzde Türkiye ekonomisinde ciddi bir maliyet enflasyonu söz konusudur. Özellikle üretimde önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde enflasyon oranını daha fazla artıracaktır. Ayrıca Türkiye ekonominin uygulamış olduğu yanlış kur ve faiz politikası, çok daha olumsuz sonuçları meydana getirmektedir. Maliyetlerde artış bir yandan fiyat artışlarına neden olurken, bir yandan da yüksek maliyetlerle üretim yapma olanağını azaltarak durgunluğa ve işsizliğe neden olmaktadır. Bu iki sorunun Türkiye’de yaşanması stagflasyonu ortaya çıkarmaktadır. Hatta bu duruma önlem alınmazsa, çok daha kötü olan slumpflasyon sorunuyla karşılaşılması kaçınılmazdır.

  • Slumpflasyon ise, ekonomik çöküntü içinde enflasyonun yaşanmasıdır.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin stagflasyon içinde olduğunu belirtmek mümkündür. Hatta önlem alınmazsa ve küresel likidite de iyice kısılırsa, slumpflasyonun yaşanması da şaşırtıcı olmamalıdır.
================================================

Sevgili Duran hocam,

Lütfen, derneklerinizle, örgütlerinizle toplu olarak sesinizi yükseltin…
Çözüm önerileri koyun masaya…
Bağımsız Sosyal Bilimciler ortamı örneğin…

  • TR, siyasal tarihte örneği görülmemiş bir anomali tablosunda..
  • Çözümler de olağandışı duruma uygun nitelikte olmalı..
  • En güçlü dayanağımız MEŞRU YAŞAM HAKKIMIZ
  • Meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı EVRENSEL DİRENME HAKKIMIZ

Bir “Ulusal İktisat Kurultayı” yapın Duran hocam..
Öncü olun, halkta ve muhalefette karşılığını bulur.
6 partinin ekonomi politikasını Babacan ve partisi hazırlayacakmış… (!!)
Yandı gülüm keten helva..
Hocam, gün bu gündür Ülke ve Ulus için..
Haydi, soyunun ağır göreve..

ADD gelecek yıl bir Ulusal İktisat Kurultayı düşünebilir..
17 Şubat 1923…. 17 Şubat 2023..
İzmir’de.. Türkiye İktisat Kongresi‘nin 100. yılında..
*
Ama şimdi ACİL DURUM var!…

Sevgi, saygı ve dostlukla..
10.04.22, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

Not : Sn. Prof. Bülbül’e yolladığımız üstteki iletiyi ülkemizin önde gelen yurtsever birkaç ekonomisti ile de paylaştık.. Prof. Bilsay Kuruç, Prof. Halil Çivi, Prof. Yalçın Karatepe, Prof. Erinç Yeldan, Prof. Aziz Konukman, Dr. Serdar Şahinkaya .. gibi.

Çok değerli dostumuz Erinç hocamız yanıtladı bizi :
Evet, değerli hocam.. İktidarın bütün propagandası muhalefetin ekonomi bilmediği üzerine. Ekonomideki tahribatı ört bas edecekler.
Çalışıyoruz hocam. Emin olun. Sevgilerle

Her gün daha çok yoksullaşıyoruz

authorYALÇIN KARATEPE

Her gün daha çok yoksullaşıyoruz

Enflasyon yoksullaştırır, yüksek enflasyon ise çok daha hızlı yoksullaştırır. TÜİK’in dün açıkladığı tüketici fiyat enflasyonu yoksullaşmanın hızla derinleştiğini gösteriyor. Resmi verilere göre Ocak ayında %11,1 yıllık bazda ise %48,69 olarak gerçekleşen enflasyon, ülkenin en temel sorunu olmaya devam ediyor. Üstelik bu oranlar manşete taşınanlar. Bizim harcamalarımızda ağırlıklı olarak yer alan mal ve hizmetlere baktığımızda artışın bunun çok daha üzerinde olduğunu görüyoruz. Mesela yıllık bazda gıda fiyatları %55,61, elektrik %95’e yakın artmış. Sanırım TÜİK, fiyatları böyle hızlı artan ürünleri daha az kullanacağımızı varsaymış olmalı ki bunların enflasyon sepetindeki ağırlığını düşürmüş. Siz de buna uygun davranırsınız artık; az yiyin, karanlıkta oturun ki TÜİK’in ortalama değerlerini yakalayabilelim.

Tabi enflasyon böyle hızla artarken gelirlerimizdeki artış buna paralellik göstermiyor, daha düşük artıyor. 2022 yılı asgari ücret açıklamasını kimin yaptığını hatırlıyor musunuz? Evet, Erdoğan yaptı ve asgari ücreti 1.425 lira artırarak 4.250 liraya çıkardıklarını duyurdu. Peki, bu açıklamayı neden Erdoğan yaptı? Çünkü yapılan artış “yüksek oranda” idi: %50. Bunu duyurmak siyaseten önemli bulunmuş olmalı. Oysa son açıklanan enflasyon verileri bize gösteriyor ki asgari ücrete yapılan zam enflasyonun altında kalmıştır ve ücret geliri elde edenler reel olarak yoksullaşmışlardır. Gelin bunun nasıl olduğunu gösterelim.

2021 yılı Ocak ayında asgari ücret 2.825 lira olarak açıklandı ve tüm yıl uygulandı. Fakat 2021 yılında yaşanan %36,02’lık enflasyon bu ücretin satın alma gücünün 1.018 lirasını eritmişti. Ama olsun, yeni ücret nasıl olsa 4.250 lira. Fakat Ocak ayında ortaya çıkan %11,1’lik enflasyon da bu yeni ücretin 472 lirasını silip götürdü. Satın alma gücü açısından toplam kayıp şimdi ne kadar oldu? Evet, 1.490 lira. Peki, asgari ücret kaç lira artmıştı? 1.425. Sonuç? 2021 yılına göre 65 liralık daha az alışveriş yapabilirsiniz. Üstelik henüz ilk ayın verisi ile durum bu. Gelmekte olan 11 ay daha var. Üstelik enflasyonun çok yüksek seyredeceğini Merkez Bankası bile söylüyor, yılın ilk yarısında %55 civarında olacağını grafiklere aktarmışlar. Dolayısıyla sabit gelirlilerin hızla yoksullaştığı bir dönemdeyiz. Burada asgari ücretlileri örnek olarak aldık ama diğer çalışanların durumu da farklı değil, onlar da yüksek enflasyon karşısında eziliyorlar.

ÜCRETLER GÜNCELLENMELİ

Peki, bunu önlemenin bir yolu yok mu? Var.

  • Ücretlerin en geç üç ayda bir enflasyona göre artırılması gerekir. Bunu talep etmeliyiz.

Gerçi bu reel olarak artış anlamına gelmese de, en azından satın alma gücünü birkaç ay korumamıza yardımcı olur. Koruma sözcüğünü kullanınca birden aklım “kur korumalı mevduata” gitti. Bu tanımdaki “koruma” sözcüğünü fark ediyorsunuz sanırım. Evet, birikimleri olanları “korumak için” her çabayı sarf eden iktidar, birikimleri olmayanları korumak için parmağını kıpırdatmıyor. Oysa asıl korunması gereken, ülkenin büyük çoğunluğunu oluşturan, sabit ve düşük gelirli olanlardır çünkü enflasyon onları doğrudan yoksullaştırıyor.

Üstelik iktidar, birikimleri olanların KKM üzerinden korunmasını her derde deva olarak sunuyor. Hangi ekonomik sorunu onlara sorsanız yanıtları KKM şu kadar arttı şeklinde oluyor. Sayın iktidar sahipleri, çözüm bu değildir. Çözüm doğrudan enflasyonu düşürmeyi hedefleyen politikaları hayata geçirmekle başlar. Ama görüyoruz ki onlar enflasyon ile mücadele etmeyi çoktan bırakmışlar. Onların her yeni ay bir öncekinden daha iyi olacak söylemlerine itibar etmeyiniz. Maalesef tam tersi oluyor ve olmaya devam edecek.

  • Unutmayın yoksullaşmanız kader değildir, iktidarın uyguladığı politikaların bir sonucudur.