Etiket arşivi: ULUSAL İKTİSAT KURULTAYI

Hükümetin bir enflasyon politikası yok!

Prof. Dr. Bülbül: Hükümetin bir enflasyon politikası yokProf. Dr. Bülbül

09 Nisan 2022, cumhuriyet.com.tr
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Hükümetin para basarak günü kurtardığını söyleyen Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, “Türkiye’de yoksul, zenginin varlığını korumaktadır.

Bu politikalarla, Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir. Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi.

İktidarın gıda ürünlerinde KDV’yi %1’e indirmesinin ve aynı oranda indirimi marketlerden de “dilemesinin” üzerinden bir ay geçmesine karşın raflar yine ateş pahası. Maliyeci Ekonomist Prof. Dr. Duran Bülbül, yurttaşın belini büken enflasyona ve yapılması gerekenlere ilişkin dikkat çeken açıklamalarda bulundu. Ege Saati’nden Yusuf Körükmez’e konuşan Bülbül, “Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Zaten hükümetin de, enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur” dedi. Körükmez’in soruları ve Prof. Dr. Bülbül’ün yanıtları şöyle:

– Hükümet enflasyon artışını neden durduramıyor? Bu artış hızı bu şekilde devam ederse Türkiye’nin önünde ne gibi sorunlar çıkar?

Türkiye’de enflasyonun temel sebebi, maliyetlerden kaynaklıdır. Yani Türkiye’nin enflasyonu maliyet enflasyonudur. Maliyet enflasyonunun bir nedeni ithal edilen ara mallardan kaynaklı olabilir. Ancak bu durum enflasyonun yalnızca bir bölüm nedenidir. Türkiye’nin temel sorunu, üretim yapmamaktan kaynaklıdır. Ara malı üretemeyen, salt ranta dayanan bir ekonominin makro sorunlarına çözüm getirmesi mümkün olamayacaktır. Özellikle petrol, enerji ve doğal gaz gibi üretim girdilerini üretemeyen bir ekonominin kalıcı biçimde bu sorunu çözmesi mümkün değildir. Ayrıca yürütme organının, iktisat teorisinde (kuramında) yer almayan, “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur” gibi bir politikası enflasyonun çözümüne hiçbir katkı sağlamayacağı gibi, enflasyonu daha çok artıracaktır.

“TÜRKİYE’DE YOKSUL, ZENGİNİN VARLIĞINI KORUMAKTADIR”

Faiz oranlarını düşürerek enflasyonu düşürme politikası, ekonomide çok farklı ve olumsuz bir tablo ortaya çıkarmıştır.

  • Şu anda ekonomi bilimiyle açıklanamayan bir durumla karşı karşıya kalınmıştır.

Enflasyon oranı % 61, Merkez Bankasının politika faizi % 14,
Hazine borçlanma faizi % 27 ve piyasa faizi ise % 26 dolayındadır.

Devlet böyle bir politikayla, insanların Türk parası varlıklarının reel olarak gerilemesine neden olmaktadır. Ancak bazı kişilerin ise, kur korumalı mevduat faizi ile paraları korunmakta ve bu fark hazineden vergilerle karşılanmaktadır. Örneğin, üç ayda kur korumalı faiz için ödenen para 13 milyar civarındadır (dolayındadır). Bu para insanların verdikleri vergilerle karşılanmaktadır.

  • Yoksulların zenginleri finanse etmesidir.
  • Kısaca yoksul, Türkiye’de zenginin varlığını korumaktadır.
  • Bu politikalara Türkiye’nin enflasyon ve diğer makro sorunlarının çözümü mümkün değildir.
  • Zaten hükümetin de enflasyonu azaltmaya dönük bir politikası yoktur.

“HÜKÜMETİN BİLİMSEL OLMAYAN EKONOMİ POLİTİKALARI DOLAYISIYLA ENFLASYONUN DÜŞMESİ MÜMKÜN DEĞİLDİR”

Dünyanın her yerinde Merkez Bankalarının görevi fiyat istikrarını sağlamaktır. Yani enflasyonu önlemektir. Ancak Merkez Bankasının para politikası ciddi anlamda pasifize edilmiş (etkisizleştirilmiş) ve tamamen (tümüyle) hükümetin bilimsel olmayan politikalarına angaje olmuştur (bağlanmıştır). Dolayısıyla enflasyonun düşmesi mümkün değildir.

Böyle giderse, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde hiperenflasyonla
karşı karşıya kalması kaçınılmaz olacaktır.

Enflasyonun bu şekilde sürmesi ve hiperenflasyonla karşı karşıya kalınması, ülke insanlarının daha çok yoksullaşmasına, vergi gelirlerinin ve kamu harcamalarının reel olarak gerilemesine ve gelir dağılımının daha çok çarpıklaşmasına neden olacaktır. Hatta tüm makro dengelerin bozulmasına neden olacaktır.

– Vatandaş geçinemiyor, ekmek, yağ, şeker, et kuyrukları var. Daha kötü ne olabilir sorusunu sordukça yeni zorluklarla karşılaşıyor. Şu anki durumdan daha da kötüsü var mı? Türkiye’yi neler bekliyor?

Türkiye ekonomisi, yukarıda da belirtildiği gibi enflasyon sorununu çözemezse ve üretimi artırıcı bir ekonomi politikası ortaya koymazsa, yoksullaşma daha çok olacak ve giderek halkın temel gıda maddelerine ulaşma imkânı (olanağı) ortadan kalkacaktır.

“DEVLET PARA BASARAK SADECE GÜNÜ KURTARIYOR”

Devletin tek ürettiği politika günü kurtarmak ve zamların yarattığı alım gücü azalmasının önlenmesi için para basmaktır. Para basımı kısa bir süre çalışanları rahatlatsa bile, bir süre sonra daha yüksek enflasyonla reel olarak daha çok yoksullaşmalarına neden olmaktadır.

Türkiye ekonomisi faiz oranında dünyada üst sıralarda, yüksek enflasyon konusunda ilk on ülke arasındadır.

Doların bu politikalarla dönem sonun 20 TL’yi geçmesi kaçınılmazdır.

Uluslararası raporlarda da 2022 yılının ekonomi açısından daha kötü olacağı belirtilmektedir.

“Kur korumalı TL vadeli mevduatı”nın da beklenenin aksine dolarizasyonu düşürmediği çeşitli raporlarda belirtilmektedir.

Türkiye’nin 2022 enflasyonu böyle giderse %150’lerin üzerine çıkacaktır.

Dolar kuru artacağı için dış borç stoku giderek artacaktır. Türkiye’nin salt 2022 yılında ödemesi gereken dış borcu 170 milyar Dolara yakındır. Bu durum makroekonomik dengelerin önümüzdeki günlerde çok daha kötü olacağının göstergesidir. Özetle, makro gösterge ve değerlere bakıldığında ekonomik anlamda

  • 2022’nin çok sorunlu ve zor bir yıl olacağı gerçeği açıktır.

Gıda maddelerinde %7 oranında bir indirim olması, son dönemlerde üç kat artan gıda fiyatlarına olumlu yansımayacaktır. Çok kısa bir süre olumlu etki yaratsa bile, enerji ve diğer girdi maliyetlerindeki artışın yanında hiçbir anlamı olmayacaktır. ÜFE artışı, bir süre sonra TÜFE’ye yansıyacaktır. TÜFE’ye yansıyan % 50’lik fiyat artışının yaratacağı yüksek fiyatların %7’lik bir indirimle telafisi olanaklı olmayacaktır.

“TÜRKİYE’DE VERGİ YAPISI ADALETSİZDİR”

Esas olarak enerji fiyatlarındaki ve üretim girdilerindeki KDV oranlarının düşürülmesi gerekmektedir. Sonuç olarak ÜFE ile TÜFE arasından ciddi bir fark olduğu dikkate alınırsa, bu tür KDV indirimleri enflasyon için kalıcı çözüm olmayacaktır.

Türkiye’de vergi yapısı adaletsizdir. Bunun temel örneği, dolaylı vergilerin toplam vergiler içindeki payının %65 dolayında olmasıdır. Dolaylı vergiler, ödeme gücünü kavrayamaz ve tersine artan oranlıdır. Bu durum gelir dağılımı çarpık olan ülkenin gelir dağılımını daha da kötüleştirecektir. Dolayısıyla, sosyal devlet vurgusu yapan ülkenin öncelikle bu durumu düzeltmesi gerekir. Ayrıca orta ve düşük gelir kesimlerinin kullandığı temel ürünlerdeki KDV oranlarının tamamen (tümüyle)  kaldırılması, sosyal devlet anlayışının gereğidir. Sonuç olarak,

  • Ekonomi ve maliye politikaları açısından bakıldığında, Türkiye sosyal devlet değildir. (AS: Bu politikalar Anayasa md.2’ye, 5’e, 65’e, 73’e…. açıkça aykırı!)

“KDV YÜKÜ GENİŞ HALK KİTLESİNİN ÜZERİNDEN ALINIP YÜKSEK GELİR GRUBUNA AKTARILMALIDIR”

– Vergi sistemimizde köklü değişikliklere ihtiyaç olduğu konuşuluyor. Mevcut düzende KDV yükü nihai (son) tüketicinin üzerinde kalıyor. Firmalar ödediği KDV’yi yansıtırken son tüketici yani vatandaş bunu yükleniyor. Bu noktada bir değişikliğe ihtiyaç var mıdır?

Katma değer vergisi, teknik olarak, yayılı bir muamele vergisidir. Yani imalattan tüketime dek her aşamada alınan bir vergidir. Ancak her aşamada alınan vergi, nihai (sonal) olarak tüketiciye aktarılmaktadır. Bu durum hem tüketicinin yükünü artırmakta, hem de mevcut fiyatları daha fazla artırmaktadır.

Türkiye’de öncelikli olarak vergi sisteminde ciddi bir yenilenmeye ihtiyaç var. Vergi sisteminin adil olması gerekmektedir. KDV yükünün geniş halk kitlesi üzerinden alınıp, yüksek gelir grubu üzerine aktarılması sağlanmalıdır. Ancak esas itibariyle (öz olarak), gelire göre vergi sistemi kurulmalıdır. Vergilerde esas olan ödeme gücüdür. Türkiye’de vergilerin önemli bir yükü orta ve düşük gelir grubunun (diliminin) üzerindedir. Vergi yükünün gelir grupları arasında adil dağılımının sağlanacağı bir sistem kurulmalıdır. Bunun yolu da, toplam vergi gelirleri içinde dolaysız vergilerin payının artırılmasıdır.

“TÜRKİYE EKONOMİSİ STAGFLASYON İÇİNDE”

– Telaffuz edilen terim ‘enflasyon’ fakat halk stagflasyon yaşıyor yani enflasyon ve deflasyonun negatif yönlerinin birlikte hissedilmesi. Bu noktada stagflasyon terimini kullanmamız daha doğru olmaz mı?

Durgunlukla beraber yüksek enflasyonun yaşanması anlamına gelen stagflasyon, özellikle 1970’li yıllardaki petrol krizi sırasında tüm dünyada ortaya çıkmış bir iktisadi sorundur.

O dönemde ortaya çıkan stagflasyon krizi elbette ki, bugünkü durumdan farklı olacaktır. Ancak, günümüzde Türkiye ekonomisinde ciddi bir maliyet enflasyonu söz konusudur. Özellikle üretimde önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki artış, Türkiye’nin önümüzdeki dönemlerde enflasyon oranını daha fazla artıracaktır. Ayrıca Türkiye ekonominin uygulamış olduğu yanlış kur ve faiz politikası, çok daha olumsuz sonuçları meydana getirmektedir. Maliyetlerde artış bir yandan fiyat artışlarına neden olurken, bir yandan da yüksek maliyetlerle üretim yapma olanağını azaltarak durgunluğa ve işsizliğe neden olmaktadır. Bu iki sorunun Türkiye’de yaşanması stagflasyonu ortaya çıkarmaktadır. Hatta bu duruma önlem alınmazsa, çok daha kötü olan slumpflasyon sorunuyla karşılaşılması kaçınılmazdır.

  • Slumpflasyon ise, ekonomik çöküntü içinde enflasyonun yaşanmasıdır.

Dolayısıyla Türkiye ekonomisinin stagflasyon içinde olduğunu belirtmek mümkündür. Hatta önlem alınmazsa ve küresel likidite de iyice kısılırsa, slumpflasyonun yaşanması da şaşırtıcı olmamalıdır.
================================================

Sevgili Duran hocam,

Lütfen, derneklerinizle, örgütlerinizle toplu olarak sesinizi yükseltin…
Çözüm önerileri koyun masaya…
Bağımsız Sosyal Bilimciler ortamı örneğin…

  • TR, siyasal tarihte örneği görülmemiş bir anomali tablosunda..
  • Çözümler de olağandışı duruma uygun nitelikte olmalı..
  • En güçlü dayanağımız MEŞRU YAŞAM HAKKIMIZ
  • Meşruluğunu yitiren bir iktidara karşı EVRENSEL DİRENME HAKKIMIZ

Bir “Ulusal İktisat Kurultayı” yapın Duran hocam..
Öncü olun, halkta ve muhalefette karşılığını bulur.
6 partinin ekonomi politikasını Babacan ve partisi hazırlayacakmış… (!!)
Yandı gülüm keten helva..
Hocam, gün bu gündür Ülke ve Ulus için..
Haydi, soyunun ağır göreve..

ADD gelecek yıl bir Ulusal İktisat Kurultayı düşünebilir..
17 Şubat 1923…. 17 Şubat 2023..
İzmir’de.. Türkiye İktisat Kongresi‘nin 100. yılında..
*
Ama şimdi ACİL DURUM var!…

Sevgi, saygı ve dostlukla..
10.04.22, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK 
Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye)

Not : Sn. Prof. Bülbül’e yolladığımız üstteki iletiyi ülkemizin önde gelen yurtsever birkaç ekonomisti ile de paylaştık.. Prof. Bilsay Kuruç, Prof. Halil Çivi, Prof. Yalçın Karatepe, Prof. Erinç Yeldan, Prof. Aziz Konukman, Dr. Serdar Şahinkaya .. gibi.

Çok değerli dostumuz Erinç hocamız yanıtladı bizi :
Evet, değerli hocam.. İktidarın bütün propagandası muhalefetin ekonomi bilmediği üzerine. Ekonomideki tahribatı ört bas edecekler.
Çalışıyoruz hocam. Emin olun. Sevgilerle

25 Eylül 2013; Ankara Sokakları.. Kritik Çağrışımlarımız ve Acil Önerilerimiz..


25 Eylül 2013; Ankara Sokakları.. Kritik Çağrışımlarımız ve Acil Önerilerimiz..

TÜİK‘in 3 gün önce açıkladığı ” GELİR ve YAŞAM KOŞULLARI ARAŞTIRMASI“(http://ahmetsaltik.net/2013/09/23/gelir-ve-yasam-kosullari-arastirmasi-2012/, 23.9.13) yeni Gini katsayısını .46 olarak verdi. Türkiye’de gerçekte (reel olarak) bu değerin .60’ların altında olmadığını sokakta, çarşı – pazarda.. hemen her yerde gözlemliyoruz.

  • TÜİK bilimsel (!) masalları (yalanları!?) sürdürüyor..

Yaşamın gerçeğini saklamaya çalışıyorlar..
Ama halk bu koşulların içinde çırpınmakta..
Boşuna (Nafile) çaba..
Bu Marie Antoinette‘cilik asla karşılıksız kalmaz diyalektik olarak. İyi bilinir; 1789’da Paris’te halk “AÇLIKTAN” ayaklanıp Elyseé Sarayına yürüyünce Kraliçe nedimesine sorar:

– Kuzum bunlar ne istiyor??
– Açlarmış efendim..-
– Pasta yesinleeer..

**********
Ve karı – koca Marie ve XIV. Louis Antoinette giyotinle idam edilirler,
Şanlı 1789 Fransız Halk ve Aydınlanma Devrimi gerçekleşir;
Bastille (bizim Silivrimiz!) zindanına tıkılan binlerce yurtsever tutsak halk tarafından salıverilir.

Önceki gün (25.9.13) Beşevler’den Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi binasına yürüdük. O koca caddede yürümek zordu, öylesine kalabalıktı kaldırımlar.
Hepsi de gencecik üniversite öğrencileri..
Binlerce..
Bu insanlar birkaç yıl içinde mezun olacak; iş – aş – konut isteyecek.
Dünyayı görüyor bilişim – telekomünikasyon olanaklarıyla.
Nasıl doyuracak ya da bastıracaksınız bu genç milyonların beklentilerini?
Sadaka kolileri ile mi??
Biat kültürü ile mi??
Polis şiddetiyle mi?
1453 kartalları adlı bindirme yeşil renkli  SS kıtalarıyla mı?
Neyle neyle??
Hadi canım sen de..

Bu basınç, mut-la-ka önümüzdeki yıllarda Türkiye’de köklü dönüşümlerin yolunu açacaktır.
GEZİ isyanını iyi değerlendirmek gerekir.

*****

Devamla Ankara Üniversitesi Dişhekimliği Fakültesi binasına geldik.
Koridorlar daha önce görmediğimiz ölçüde kalabalık..
YÖK, masa başı direktifleriyle öğrenci istifliyor yüksek öğrenim kurumlarına..
İçtenlikle aktarıyoruz, koridorlarda hasta ve öğrenci trafiğinden yürümek olanaklı değil..
Radyoloji bölümünün kapısında;

“ÖĞRENCİLERİN GİRMESİ YASAKTIR” uyarısı asılı idi..

Dehşete kapıldık..

Film çekimi ve banyosu için, sıradan yurttaş gibi 1,5 saate yakın süre bekledik.
İnsanların perişan hallerini gözledik bu arada..
Öğlen arasına girmeden, zorlukla filmi dişhekimimize gösterebildik..

Kapalı mekanlarda omuz omuza..
Sokakta, dolmuş-otobüste de öyle..
Caddede araçlar tampon tampona..
Ve Başbakan R.T. Erdoğan 3-5 çocuk yapın.. demekte!?!
Akıllara durgunluk veren bir çılgınlık..
Ateşle oynamak.. Ülkenin geleceğini perişan etmek..

***************

ILO 2010 Raporu son derece uyarıcı içerikler taşıyor.. Okuyan var mı ??

  • IMF ve ILO’ya göre Dünyada 210 milyon işsiz var! Durgunluğun özellikle gelişmiş ekonomilere zarar verdiği ve bu ülkelerde işsiz sayısı toparlanma sürecine girmedi. Raporlara göre küresel kriz nedeniyle 2007’den bu yana işsiz ordusuna 30 milyon kişi daha katıldı. Dünyada işgücü yılda %1.6 oranında büyüyor ve bu işgücüne katılımı istihdam edebilmek (iş bulmak) için 45 milyon yeni iş yaratılması gerekiyor. (www.imf.org/external/np/sec/pr/2010/pr10324.htm, 2.9.10)

    Türkiye’de ise her yıl 1,25 milyon «net» nüfus artışına iş bulmak gerekli..
    Nüfus artış hızı % 1,68’lerde ama TÜİK 1.35 dolayında veriyor ??!

Rapor devamla kritik noktalara – sorunlara dikkat çekiyor :

  • Raporda “Gençler kendilerini sistemin kurbanı olarak görüyorlar ve bu durumun sorumlusu olarak gördükleri her şeye öfke besliyorlar. Küreselleşme, kapitalist sistem, politikacılar, anababalar (ebeveynler).. gençlerin öfke duydukları kesimlerin başında… «Tüm bunların sonucunda gençler kendilerine yanlış bir gelecek vaat eden dinci veya köktenci hareketlere duyarlı duruma geliyorlar..» saptaması yapılıyor.

AB Merkez Bankası Başkanı da tarihsel hatalarını itiraf etmedi mi?

Bankaları kurtardık ama gençliği yitirdik..

************

Türkiye’nin sorunları günübirlik kısa erimli, miyop ve yüzeysel önlemlerle yönetilemeyecek- ötelenemeyecek ölçüde ağırlaşmıştır.

Bu tablonun sürdürümü olanaksızdır.

24 Ocak 1980 Kararlarının 33 yıl sonra ülkeyi getirdiği tıkanma- yıkım – dağılma ortamı gözler önündedir.

KüreselleşTİRme = Yeni emperyalizm

– ekonomik yıkım,
– sömürgeleşme ve
– tam bağımsızlığın yitirilmesi ile
– ülke ve ulus bütünlüğünün dağılması riskini

burnumuza dayamıştır.

Gerek makro gerek mikro ekonomik ölçütlerin “kırmızı alarm verdiği” nin AKP iktidarının sorumlu bakanları mutlaka ayırdındadır.

Zaman zaman kamuoyuna bu yönde açıklamalarını biliyoruz
(Bizzat Başbakan, A. Babacan, Z. Çağlayan, Merkez Bankası Başkanı E. Başçı..)

Sonbahar ile birlikte kışa doğru ağır bir ekonomik bunalımın rap rapları
kulakları tırmalamaktadır.

İktidar ise gündem değiştirme ve yeni yersiz, son derece hatalı cepheler açmakta
ve senaryolar sergilemekte.. Toplumun her kesimini karşısına almakta..

Oysa ülke olağanüstü koşullarda ve OLAĞANÜSTÜ YÖNETİM ile
düze çıkma olanağı olabilir.. Üstelik acele edilirse..

İzmir İktisat Kongresi gibi (17 Şubat 1923’te 1151 temsilci ile yıkılmış – yakılmış İzmir’de toplanıp, hanlarda kalınarak 15 gün süren ve Lozan görüşmelerinin kesilmesine de
yanıt olan, görüşmeleri yeniden başlatmayı başaran bir meydan okuma olarak!)
kapsamlı bir ULUSAL İKTİSAT KURULTAYI gereksinimi vardır..

Burada ulusal ekonomi politikaları belirlenmeli ve uygulanmalıdır.

Anayasal Kurum (md. 166) Ekonomik ve Sosyal Konsey,
ne yazık ki, AKP’nin tutumuyla kadük – işlevsiz bırakılmıştır.

Çok kaygılıyız çooook..

Tarih, ders almadığımız için yineliyor..

  • Ekonomik çöküntü AKP’yi götürecek.. 
  • Ya Türkiye, ya Ulus hangi ağır faturaları ödeyecek??

Sevgi ve saygı ile.
27.9.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net