Canla başla, büyük özveriyle çalışan hekimlerin düşük ücretleri, ağır iş yükü ve uğradıkları şiddet çözüm bekliyor. Bu sorunları kapsayan bir gerçek var:
Sağlık çalışanlarını hastalar ve yakınlarıyla zıtlaştırırken her bir kitleyi mağdur eden, fazlasıyla ticarileşmiş bir sistemin girdabındayız.
Batı kaynaklı bu sistem, temel hakların ve güvencenin az olduğu Türkiye’de daha yıkıcıdır. Batı’nın Aydınlanmasını benimseyip emperyalizmini dışlayan yaşamsal ayrımla kurulan Cumhuriyetin dengeleri tersyüz olurken, vahşi kapitalizm toplumsal nefsimize çökmüştür.
TEŞVİK EDİLEN UYGULAMALAR
Zarar verebilecek gereksiz işlemler uygulamak, erken taburcu etmek, kritik kararlarda kazancı sağaltım amacından üstün tutmak… Böyle uygulamalara 1980’li yıllarda dikkat çeken hekim, Georgetown Üniversitesi tıp etiği profesörü Edmund Pellegrino’ydu. Tehdit altındaki bireysel çıkarları koruma gerekçesiyle haklı görülen, “yasal olsa da ahlak bakımından tartışmalı” alışkanlıkların her meslek dalında bulunduğunu vurgulayan Pellegrino’nun ABD’deki saptamaları günümüz Türkiyesi’nin acı gerçeği olmaktadır. Bu yıl yitirdiğimiz babam Av. Sami Kaplan’ın rahatsızlığı süresince böyle uygulamalar yoluyla gözlediğim bu gerçek, Türk insanının kaderi (yazgısı) olamaz.
Pellegrino’ya göre mesleklerde “karakter ve erdem” olgularının önemsizleşmesinden kaynaklanan bu uygulamalar “genellikle yasaldır, sosyal olarak kabul edilir ve hoşgörülür, meslek erbabı ile hastanın/müvekkilin çıkarlarının kesiştiği gri bir bölgeyi kaplar. Bu bölgede hastanın/müvekkilin incinebilirliği, kendisini meslek erbabı tarafından sömürülebilir kılar”. İyileştirilebilecek insanın “evde bakım hastası” diye kolayca kaderine terk edilebildiği bir sistemde yaşama hakkına ve bu hakkın gerektirdiği göreve ne denli saygı duyulabilir? “Hastanın varlığı cebimi nasıl etkileyecek” kaygısı “Hastayı nasıl iyileştirebilirim” düşüncesine karıştığı veya baskın çıktığı an, saf kalması gereken görev kirlenmiştir.
İNSAN YAŞAMININ DEĞERİ
Özel hastanelerin artmasıyla teknoloji yaygınlaşıyor. Peki ya insan? Sağlık, modern inşaattan fazlasını gerektiriyor. Bina donanımı nitelikli hizmet demek değil. Serbest piyasa rekabeti mutlaka hizmeti geliştirmiyor; vatandaşın harcadığı para aynı ölçüde sağlık anlamına gelmiyor; bozuk sisteme daha çok kaynak aktarmak halk sağlığını artırmıyor.
Sistem kökten değişmeli,
Devlet ve üniversite hastanelerinin koşulları iyileştirilip kapasiteleri artırılmalı,
vatandaş özel ticarethanelere mahkûm bırakılmamalıdır.
İstanbul Tabip Odası’nın uyardığı gibi “Sağlık, sosyal devletin vazgeçemeyeceği görevlerin başındadır, piyasanın vahşi koşullarına terk edilemez”.
Bir seçenek şaibeli uygulamaları göz ardı etmek, kanıksamak, bağlı olduğumuz sistemin kaçınılmaz çarkları olarak mantığa bürüyüp haklı görmek; savunmaya geçerek gelişime karşı konumlanmaktır. Öbür seçenek gerçekle yüzleşmek; meslek içi denetim mekanizmalarını etkili işleterek liyakatin artması, insancıl hizmetin yayılması için çabalamaktır. Hangi seçimin insanlık görevi olduğu açıktır.
Yandaşlık ve çıkar güdülerine teslim olmadan, Schopenhauer’ın deyişiyle insan yaşamından çok daha uzun ömürlü olan “gerçeği” haykırmamız, sistemi insancıllaştırmamız gerekiyor.
Türk insanının hayatının hak ettiği değeri görmesi için, sağlık sistemi tıbbın özündeki ilkelere dönmelidir.
“En büyük mücadelem” diyerek faize savaş açtığını ilan eden AKP Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu iddiasının aksine Adalet Bakanlığı verileri faiz vurguncularının mücadeleyi kazandığına işaret ediyor. Zira Türkiye’yi sözde “teğet geçen” 2008 krizinden, yurttaşı enflasyon canavarı karşısında diz çöktüren 2021 buhranına kadar olan sürede ülkede fahiş faiz oranlarıyla tefecilik yaptığı iddiasıyla hakkında suç duyurusunda bulunulan şüpheli sayısı % 79, mahkemeye sevk edilen sanık sayısı %1044, yargılama sonucunda mahkûm olan kişi sayısı % 1396 arttı. Bu da yoksulluk sınırının 23 bin 600 liraya yükseldiği Türkiye’de, geçinemeyen, borçlarını ödeyemeyen ve çocuğunu okula aç göndermek zorunda kalan yüzbinlerce kişinin tefecilerin insafına terk edildiği anlamına geliyor.
CEZALAR ÖNLEMİYOR
Türk Ceza Kanunu’nda tefecilere verilen cezaların artırılması da suçun yaygınlaşmasını
önleyemedi. Adalet Bakanlığı verilerine göre savcılık koridorları vatandaşın cebine göz
diken sahtekarlara ev sahipliği yaptı. Türkiye’de 2009-2021 yılları arasında toplam
117.939 kişi hakkında tefecilik suçlamasıyla Cumhuriyet savcılıklarınca şüpheli sıfatıyla
işlem yapıldı.
SOSYAL DEVLET BİTTİ TEFECİLİK GERİ GELDİ
Adalet Bakanlığı’na göre 2009’da 6.529 olan şüpheli sayısı 2021’de yaklaşık 2 kat artışla
11.707’ye ulaştı. Diğer bir ifadeyle 2009-2021 yılları arasında Hazineyi beşli çetenin çıkarları doğrultusunda eriten AKP iktidarları gözetiminde her hafta en az 174 tefeci
sosyal devletten aradığı desteği bulamayan yüzbinlerce kişinin helal lokmasına ortak
oldu.
FAİZE SAVAŞ AÇAN TEK ADAMA DUACILAR
2017 Referandumuyla birlikte, her alanda tüm yetkinin Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde
toplandığı Şahsım Hükümetinin yanlış ekonomi politikası tefecilere adeta can suyu
oldu. Ekonomik sıkıntıya düşen ve ağır borç yükü altında ezilen yüzbinlerce kişi çareyi
savcılıklarda hakkında şüpheli sıfatıyla işlem yapılan 42.689 tefeciden yüksek faizle borç para almakta buldu. Adalet Bakanlığı verilerine göre krizin etkisini artırdığı 2018-2021
yılları arasında tefecilik yapanların sayısında %77 artış yaşandı.
MAHKEME SALONLARI DOLDU TAŞTI
Tefecilik artık gizli saklı değil alenen yapılıyor. Haliyle ana paraya işlettikleri yüksek faizle vatandaşın adeta “kanını emen” tefecilerin yolu mahkeme salonlarından da geçiyor. 2006-2021 arasında mahkemelerde yargılanan sanık sayısı 55.135, mahkûm olan kişi sayısı ise 34.460 olarak kayıtlara geçti.
KAT KAT ARTTI
2008 yılında tefecilik suçlamasıyla sanık olan 1340 kişi varken bu sayı 2021’de 5 kat artarak 7037’ye ulaştı. Aynı şekilde yargılama sonucu mahkûm olanların sayısında da 4 kat artış yaşandı. Bu suçtan ceza alan kişi sayısı 2008’de 853 iken, 2021’de 3740’a yükseldi.
ÇOCUK TEFECİLER
Adalet Bakanlığı verilerinde dikkat çeken bir diğer konu ise tefecilik yapanlarının yaşının 12’ye kadar düşmüş olması. Buna göre 2008-2021 yılları arasında 12-14 yaş arasında 13 çocuk tefecilik yaptığı gerekçesiyle mahkemelerde sanık oldu. Sanık olan çocuklardan 8’i hakkında ise suçu sabit görüldüğü için mahkûmiyet kararı verildi.
DEĞERLENDİRME : YENİK LİDER
İktisadi düşünceler tarihine “Gözlerdeki Işıltı Teorisi”ni kazandıran şahsım hükümeti liderinin “en büyük savaşım faizle” söyleminin aksine krizden krize savrulan ve devletten umudunu kesen vatandaş tefecilerin eline düştü. Devletin resmi kayıtlarına göre ekonomik krizin günbegün derinleştiği Türkiye’de, darda kalan milyonlarca yurttaşın kanını emerek tefecilik yapanların sayısı her geçen yıl katlanarak artıyor.
Çaresiz insanların sırtından milyarlarca lira haksız kazanç elde edenlerin, Türkiye’nin dört bir yanına yayıldığını görüyoruz. Şahsım hükümeti ise yoksullaşma cenderesi içinde boğulan ve evine ekmek götüremeyen, faturalarını ödeyemeyen, çocuklarının beslenme çantasını dolduramayan milyonların yarasına merhem olmak yerine sosyal devletin güvencesi olan refah payını, “beşli çete” başta olmak üzere yandaşlarına akıtıyor.
Yaşanan krizin faturasını ise işçisi, çiftçisi, memuru, esnafı ödüyor.
Yasadışı yöntemleri ya da yasal boşlukları kullanan tek kuruş vergi ödemeyen tefeciler,
bankaların 1 yılda aldığı faizi 1 ayda alıyorlar. Başvurdukları hukuk dışı ve çirkince yöntemlerle tahsilat yapan tefeciler aynı zamanda başka suçların da oluşması için uygun bir ortam yaratmaktadırlar. Artık neredeyse her mahallede, her kahvede bir tefeci bulunuyor. Tıpkı okul köşelerinde uyuşturucu satıcıları gibi tefeciler de köşe başlarında para satıyorlar. Kriz nedeniyle ekonomik suçlar artıyor, ahlaki çöküşle birlikte kısa yoldan zenginleşmenin yolları aranıyor. İktidar odaklarıyla iç içe geçmiş yolsuzluk ve soygun düzeni yaygınlaşıyor.
Devletin içine çöreklenen ve belli çevrelerden güç alan rant odaklarının mafyalaştıklarını hep birlikte görüyoruz. Şurası bir gerçek ki; 1. Dünya Savaşının hüküm sürdüğü yıllarda bile tefecilik bu kadar yaygın ve örgütlü yapılmamıştı. AKP İktidarı döneminde ortaya çıkan yeni tip tefeciler,
geleneksel yöntemlerin yanı sıra yeni ve modem yöntemler kullanıyorlar.
Üstelik, bu yöntemler devlet eliyle destekleniyor.
“Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1). Cumhuriyet, “insan haklarına saygılı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti” (md.2). Ne var ki, bu niteliklerin sistematik ve sürekli biçimde ihlali, Cumhuriyet’in özünü boşalttı. Bu nedenle, 2023 seçimleri, ‘Cumhuriyet baharı’ olarak hedeflenmeli. Bir yanda, gitmekte olan 2022 sonbaharı ve Cumhuriyet’e kastedenlerin sonbaharı; öte yanda, gelmekte olan 2023 ilk baharı ve Cumhuriyet’i yeniden kurma baharı. Doğal mevsim ve siyasal mevsim örtüşmesi açık. Aslında, Anayasa bütünsel yorumlanarak Cumhuriyet, üç sıfatla nitelenebilir: Demokratik, sosyal ve ekolojik.
DEMOKRATİK CUMHURİYET (DC)
DC, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlayarak hak ve özgürlükleri güvenceleyen demokratik hukuk devletidir. Siyasal iktidar, serbest seçimler yoluyla el değiştirir. Bunun güvencesi, başta düşünce ve örgütlenme gelmek üzere, hak ve özgürlüklerin kullanılabildiği demokratik toplumdur. İnsan hakları, Cumhuriyet’in ve demokrasinin altyapısıdır.
SOSYAL CUMHURİYET (SC)
SC, ‘sosyal devlet’in (md.2) hak ve özgürlükleri geliştirme (md.5) ve eşitliği sağlama (md.10) yükümlülükleri, sosyal, kültürel ve iktisadi hak güvenceleri ile somutlaştırılıyor. Demokratik Cumhuriyet dayanağı olan insan hakları kullanılabildiği ölçüde, sosyal Cumhuriyet alt yapısını oluşturan hak ve özgürlükler geçerli kılınabilir.
EKOLOJİK CUMHURİYET(EC)
Çevre hakkı, yalnızca madde 56’da öngörülmüş olsa da, Türkiye ülkesi, tarihsel, kültürel ve doğal varlık ve değerleri, kırsal ve kentsel çevresi, kıyılar ve tarım arazileri, ormanlar ve doğal kaynakları ile anayasal düzlemde korunmakta. Devletin çevre kirliliğini önleme, çevreyi koruma ve geliştirme üçlü yükümlülüğü, çevre hakkının anayasal gerekleridir. Ülkesel hükümlerin, md. 56 ve bütün hakların güvence ölçütlerini öngören md.13 ışığında yorumlanması ve uygulanması, çevre devletinin asgari gereklerini tesciller.
NE ÖLÇÜDE GEÇERLİ?
Kurumlar ve kurallar, ilkeler ve değerler bütününden oluşan Cumhuriyet’in üç boyutu ne ölçüde geçerli? Yasama, yürütme ve yargı, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yükümlülükleri ile kuşatılmış olsa da,
Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme,
emredici Anayasa hükümlerini sürekli kurşunluyor.
Hukuk devletinin asgari gereklerinin sistematik olarak ihlali, hemen her gün tanık olduğumuz keyfi uygulamalarla doğrulanıyor.
Yaygın yoksulluk ve açlık, sosyal devlet gereklerinin (md.65)
amaç dışı kullanımının sonucudur.
Torba yasalar, torba CBK ve Cumhurbaşkanı kararları ile Türkiye çevresi dizginsiz bir biçimde yağmalanıyor.
Onarılabilir değil…
2023 ilkbaharı, siyasal bakımdan halkın demokratik hukuk devleti kurma iradesini ortaya koyacağı bir tarihsel bir dönem olacak. Hukuk devleti onarılabilir; ama bu yılları alır… Sosyal devlet için, fırsat ve olanak eşitliği on yılları gerekli kılar. Ya çevre devleti?
Tarihsel, kültürel ve doğal kaynaklar, geriye dönüşü olmayan bir biçimde yok ediliyor.
Bu nedenle, çevresel, doğal ve ülkesel değer ve varlıkları ile Türkiye ülkesinin onarımı olanaksız.
Ağaç değil, orman…
Seçim takviminin işlemesine aylar kala, öncelikle olup bitenler doğru algılanmalı, anlatılmalı ve tartışılmalı. Zira, 100’üncü yıl ile örtüşen 2023 seçimleri, Cumhuriyet’in varlık dönemeci. Seçim sonuçları, ya Cumhuriyet’in kuruluşunda öngörülen amaçlar yörüngesine girecek ya da Cumhuriyet, tümüyle kuruluş amacı dışında bir mecraya yönlendirilecek. Seçmenlerin doğru bilgilendirilmesi, öncelikle, siyasal aktörlerin, DSE Cumhuriyet’in, geriye dönülmesi olanaksız bir tehlike karşısında bulunduğunu kavramalarına bağlı. Ne var ki, demokratik parlamenter sistem öneren siyasal parti temsilcileri ve mensupları, söylemlerini büyük tehlike ve ana hedef yerine ikincil sorunlar üzerine yoğunlaştırıyor.
Tarihinin en keskin dönemecini, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yönüne çevirebilmek umut ve inancı ile 99. yıl kutlu olsun!
İktisadi liberalizm, piyasa ekonomisi olarak, günümüz kapitalist sistem veya anamalcı iktisadi düzene belli ölçülerde uyarlanmış bulunuyor. Globalleşme sürecinin yarattığı uluslararası iktisadi dizginsiz yarışmaya karşın, kapitalist devletler, ulusal iktisadi yapılarını, düzenleme-denetleme-yaptırım yoluyla kurallara bağlamakta. AB’de en karmaşık düzenlemeler, iktisadi ve mali yapılara ilişkin: İnsan-para, insan-çevre ve eşya ilişkileri, girişim özgürlüğü çerçevesinde oldukça karmaşık düzenlemelere bağlı.
Refah devleti veya sosyal devlet gerekleri doğrultusunda ekonomik kamu düzeni ve çevresel kamu düzeni ereğindeki kurallara ilişkin çalışmalar, ulusal ve uluslararası ölçekte oldukça yaygın.
İktisadi ve mali alanlarda oldukça katı kurallara karşın siyasal liberalizm, daha az ve esnek düzenlemelerle sağlanıyor. Avrupa’da siyasal partiler yasası olmayan devletler bile var; ama aynı devletler, seçim harcamalarını çok sıkı kurallar yoluyla denetliyor.
Dahası, demokratik toplum dokusu üzerine yasal düzenlemeler, bu özgürlükleri sınırlamaktan çok güvencelemeye yönelik. Düşünce, toplantı ve dernek özgürlükleri, çoğulcu toplumun temel taşları.
Türkiye’de ise, altyapı hizmetleri, göstermelik ve istiktrarsız düzenlemelerle yürütülüyor. Kamu İhale Kanunu değişiklikleri ve maden ruhsatları, hukukun yağma düzeni için kılıf olarak kullanıldığının başlıca göstergeleri.
Büyük alt yapı yatırımları, inşaatlar, tesisler vb. alanlar, düzenleme-denetleme-yaptırım zinciri bakımından çok esnek ve gevşek olduğu gibi yürürlüktekiler bile uygulanamıyor.
Siyasal liberalizm alanı ise, çok katı düzenleme-denetleme ve yaptırım alanı çok yoğun: caydırıcı ve bastırıcı önlemler, yasaklayıcı ve kişiyi özgürlüğünden alıkoyan yaptırımlarla bezeli.
Avrupa Devletleri ve Türkiye arasındaki karşıtlık, son hafta zirve yaptı. Nasıl?
Amasra cinayeti, pazar ekonomisi adı altında yağmacılığı, 41 can ve onlarca yaralı ile acı bir biçimde ortaya koydu.
Sansür yasası ise, AKP-MHP ittifakının demokrasiye ne denli yabancı olduğunu bir kez daha doğruladı.
Karşıtlık o denli açık ki, göz göre göre gelen Amasra maden cinayeti sorumluları ve suçluları, muhtemelen özgürlükleri alıkonulmayacak; tam tersine, ihmaller ve düzenleme-denetleme-yaptırım zincirindeki sorumluları teşhir edenler cezalandırılacak.
Bir de kara mizah: sansür yasası TBMM’de oylandıktan iki gün sonra, Amasra cinayetlerini “kader planı” olarak niteleyerek “bilgi kirliliği” yaratan kişi, iki gün sonra, 7418 sayılı dezenformasyon kanununu yürürlüğe koydu. Dünkü grup konuşmasında ise, Avrupa devletlerindeki durum üzerine tam bir “resmi dezenformasyon” yaptı.
Niyeti/düşünceyi/kanaati ve bilgi paylaşımını bastıran ve yaptırıma tabii tutan yasa, totaliter rejim eğiliminin teşhiri.
İktisadi alanda ise, kapitalizm veya neo-liberalizm değil, tam bir yağma ve kaptı-kaçtı düzensizliği geçerli. Soma acıları ve süreğenleşen iş cinayetleri belleklerde canlı iken, onca rapor ve önlem önerisine karşın geliyorum diyen cinayet, bunun açık kanıtı.
Para aklama yasaları zincirine eklenen Anayasa’ya aykırı kur korumalı mevduat düzenlemelerini Nass’a dayandıran anlayış, cinayeti bile din istismarı vesilesi yapabiliyor.
Bir ay kadar önce Amasra’ya “nezaket” ziyaretinde bulunup madencilerle “hatıra” fotoğrafı çektiren Enerji Bakanı’nın, bilgi vermek için geldiği TBMM’de dalga geçer gibi yaşamını yitiren madenci yakınlarına yardım vaat lütfu, pek öfkelendirici.
Gensoru önergesini de kaldıran 2017 Anayasa kurgusunun keyfi uygulaması karşısında vekillerin istifa çağrısı, Genel Kurul salonunu inletmekle sınırlı kaldı.
Şu halde temel sorun, Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme ’nin, Türkiye toplumuna örtmeye çalıştığı totaliter şalı yırtıp atmak.
Bunun için, iktisadi liberalizm ve siyasal liberalizm kavramları başta gelmek üzere, doğru ve gerçek bilgiyi topluma yayma kararlılığı hiç eksik edilmemeli.
Yağmacı (iktisat) ve yasakçı (toplumsal) Cumhur İttifakı çifte kelepçesini sandıkta kırıp atmanın yolu, dayanışma ve daha geniş örgütlenme halkalarını örmekten geçiyor.
BİR ÜLKEDE MUTLU TOPLUMSAL YAPI İÇİN SİYASET KURUMUNUN ÇÖZMESİ GEREKEN 3 ANA ALAN
1- EKONOMİK ALAN
Toplumda ayrıksız (istisnasız) herkes için istihdam, yani iş güvencesi, yeterli aile geliri ve adil bir gelir ve servet dağılım düzeni oluşturarak halkın beslenme, barınma, eğitim, sağlık vb. temel gereksinmelerini karşılayabilmek için çağın gereklerine göre mal ve hizmet üretip topluma sunabilmek; böylece ekonomik gönenç (refah) ve konfor düzeyini yükselten bir ekonomik örgütlenme sağlamak.
Bir ülkedeki devlet, ekonomik üretim ve özellikle de gelir dağılımı ve refah paylaşımında güçsüz sosyal sınıflar ya da zayıf ve yoksul sosyal kümeler (gruplar) için pozitif ayrımcılık yapabildiği oranda SOSYAL DEVLET olur.
2- ÖZGÜRLÜK ve DEMOKRASI ALANI
Herkes için katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü, etnik, azınlık, din ve vicdan özgürlüğünü, ve çağdaş insan haklarını, düşünce ve basın özgürlüğünü güvence altına alan, toplumun tümüne erinç (huzur), barış ve güven sağlayan ve geri dönülemeyen gerçek bir demokrasi rejimi…
Bir ülkedeki kurulu demokratik düzen aydınların, sanatçıların, farklı inançta olanlar ve farklı etnik ve azınlık kümelerin temel insan haklarını, din ve vicdan özgürlüklerini sağlayabildiği oranda gerçek demokrasi olabilir.
3- ÇAĞDAŞ HUKUK GÜVENCESİ
İnsanlar arasında ırk, dil, din, cinsiyet, mezhep… ayrımcılığına fırsat vermeyen, hiçbir aileye, etnik, azınlık, dinsel vb. kesimlere, ayrıca yönetici sınıfa ayrıcalık tanımayan, diktatörlüğe ve teokrasiye kapalı, ayrımsız (istisnasız) herkesi yasa karşısında eşit kabul eden bir anayasal laik ve çağdaş hukuk devleti düzeni..
Bir ülkede eğer devletin dini adaletse, bu adalet her kesim arasındaki sosyal adalete dönüştüğü, yani zayıf, güçsüz ve yoksulların hak ve hukukunu da zengin ve güçlülerin hukuku ölçüsünde eşitlik çerçevesi içinde koruyabildiği oranda ADALET DEVLETİ olur .
Bu 3 alanın çok iyi düzenlenmesi ve eş zamanlı olarak birlikte anayasal güvencealtına dalınması gerekir Gerisi ayrıntıdır.
Başta “Altılı Masa” olmak üzere, tüm siyasilere önemle duyurulur.
“CHP için öncelik; seçim değil sistem, iktidar değil Anayasa” yazısındaki (26.09.19) öngörü ve öneriler, ilerleyen zamanda doğrulandı.
2017 Anayasa kurgusunun 4 yılı aşan uygulaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni, ülkesi ve ulusu ile yıkım eşiğine sürükledi.
Belirleyici etken, OHAL koşullarında devlete ve hükümete ilişkin bütün yetkilerin tek kişide toplanması oldu: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY).
Millet İttifakı’nın seçimleri kazanmasıyla CB’nin güçlü yetkileri, rejim/sistem değişikliği için kullanılarak ‘PBDBY ayracı’ kapatılacak. Nasıl?
-Anayasa’nın askıdaki hükümleri uygulanacak.
-Cumhurbaşkanı (CB), parti başkanı olmayacağı için yansız yönetimle, kişi+parti+devlet birleşmesi son bulacak.
-PBDBY yetkileri parlamenter rejim mantığı doğrultusunda kullanılacak.
YÖNETMEK VE KURAL KOYMAK
Yönetmek, yürütmenin; Anayasa değişikliği ise yasamanın görevi.
Bu çifte görevin kullanılması, TBMM’de elde edilen çoğunluğa bağlı. Üç olasılık:
-2/3 nitelikli çoğunluk: TBMM yasama faaliyetleri yanı sıra Anayasa değişikliğini doğrudan gerçekleştirebilecek.
–Salt çoğunluk: ‘Güçlendirilmiş parlamenter sistem’ (GPS) yanlılarının TBMM’deki çoğunluğu, uzlaşmacı bir anlayışla Anayasa değişikliği için muhalefet partilerinin de desteği ile yükseltilebilecektir.
PARLAMENTOCU MANTIK
Anayasal kurumların ana sorunsalı, değiştirilecek olan yürürlükteki Anayasa’ya parlamenter sistem mantığı çerçevesinde saygıdır.
“Geçiş dönemi”nde Anayasa’nın, güçlendirilmiş parlamenter rejim hedefinde yorumlanması ve uygulanması, Cumhurbaşkanı artık parti başkanı olmayacağı için kolaylaşacak. CB kararnameleriyle oluşturulan Saray’daki Anayasa dışı politika kurullarının yetkileri bakanlıklara aktarılacak; Bakanlar, CB başkanlığında ve CB yardımcılarının da katılımıyla düzenli toplantılarla, dayanışma içinde kurul halinde çalışmalar yapabilecek. Bu çerçevede, CB yardımcıları, anayasal kurum ve kuralların işleyişinde eşgüdüm görevleri ile geçiş döneminde kilit işlev üstlenecek.
Bu yönetim anlayışına koşut olarak Anayasa değişikliği ve temel yasa düzenlemeleri, 28. Yasama Dönemi’nin tarihsel görev ve sorumluluğu olacak.
GPS için erkler ayrılığı çerçevesinde (yasama önünde sorumlu olan ve yasamanın güvenine dayanan hesap verebilir hükümet, anayasal denge ve denetim düzenekleri, görev+yetki+sorumluluk ilkelerive yargı bağımsızlığı gibi) teknik nitelik ağırlıklı Anayasa değişiklikleri öncelik taşıyacaktır.
İKTİSADİ GÜVENLİK
Hukuki güvenliğin olmadığı bir devlette ekonomik istikrarın da olmayacağı, 2017 Anayasa kurgusu ile kanıtlandı.
PBDBY’de uzman ve özerk düzenleyici birimler tasfiye edildi (DPT gibi) veya tek kişinin keyfi tercihleri nedeniyle işlevsiz kılındı (TCMB gibi).
İktisadi bunalım ve yoksullukta, hukukun çökertilmesinin payı belirleyici.
Bu nedenle, geçiş döneminde Anayasa’nın görev+yetki+sorumluluklar bağlamında uygulanması, iktisadi güven ve istikrar için de gerekli.
Şu halde, iktisadi istikrarı sağlamanın ön koşulu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip, siyasal ve yönetsel yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçtiğine göre, demokratik hukuk devleti kurumları ve kurallarının işletilmesi önem taşımakta. Yine, geçiş döneminde kamucu ve planlı ekonomi politikalarını uygulamaya koymak veya sosyal devlet gereklerini olanak ve fırsat eşitliğini sağlamaya yönlendirmek de mümkün olacak.
Burada yalnızca değinilen öngörü ve öneriler, CHP öncülüğünde kurulan Millet Masası ortak paydaları haline geldikçe yol haritası da somutlaşacak ve kamuoyu ile paylaşılacak.
Özetle :
CB’ye tanınan güçlü yetkiler, bu kez, demokratik hukuk devleti ereğinde güçlendirilmiş parlamenter sistem için kullanılacak ve ‘PBDBY ayracı’, Cumhuriyet’in 2. yüzyılı eşiğinde kapatılacaktır.
Yakın geçmişte öğrencimiz olan bir hekimden uyarılar…
SAĞLIKTA ALARM
6 yıllık pratisyen hekimim. Mesleğe zorunlu hizmetimi yaptığım küçük, şirin bir ilçede başladım. Çalıkuşu edasıyla acil serviste, köy evlerine giderek.. şifa dağıtmaya çalıştım.
Beyaz önlüğün hakkını vermek ve şifa dağıtmak en büyük güdü (motivasyon) kaynağımdı.
İlçe halkının sevgisi ve saygısı ise bu güdülenmemi (motivasyonumu) sürdüren güçtü.
Zaman geçti daha büyük bir kente taşındım. Bu değişiklik açıkçası bana pek iyi gelmedi. Mesleksel kaygılarım başladı, birlikte de bunaltı (anksiyete) sorunlarım.
Bu konuda yalnız olmadığımı, görevdeki binlerce doktora, yurt dışına giden binlerce doktora baktığımda görüyorum.
Peki neler oluyor sağlık sektöründe ?
Niye bir yığın hekim isyan ediyor, ülkemizi terk ediyor?
Hasta yoğunuluğu
Özel sektöre geçen doktorlarla birlikte kamuda doktor başına düşen hasta sayısı arttı.
Ve daha da önemlisi ülkemizde koruyucu sağlık hizmetleri ve Birinci Basamak sağlık merkezlerinin öneminin anlaşılmaması üzerine hastanelere özellikle acil servislere yüksek oranda hasta başvurusu var.
Polikliniklerde bir günde bakılan hasta sayısı 100’ü, acil servislerde de 1000’i aştı!
Parasal sıkıntı
Böylesine yoğun çalışma ortamı içinde çalışan doktorların önceki zamanları da pek rahat değil. Bulundukları konuma gelebilmek için en az 10 yıl eğitim almaktalar. Sonrasında da yoğun bir çalışma ortamında gece gündüz demeden, tatil zamanları fark etmeksizin hasta bakmaktalar.
Böylesine yoğun ve nitelikli emeğin karşılığı daha farklı olmalı.
Sağlıkta şiddet
Ne yazık ki haberlerde, her geçen gün artan sağlıkta şiddet olayları görmekteyiz.
Bu konuda ciddi adımlar gerçekten atılıyor mu?
Can tehlikesi ile çalışmanın ne olduğu hissedilip anlaşılabiliyor mu?
Hastanelerde neden güvenlik amaçlı X ışını aygıtı hala yok?
Ve yasal yaptırımlar neden gelmiyor?
Fiziksel şiddet dışında da hakaret ve tehdit gibi durumlarda hekimler “beyaz kod” verebilmekteler.
Peki beyaz kodun ardından açılan davalar neden sonuçsuz kalıyor?
Doktor göçü
Bu koşullara dayanamayan doktorların çoğu özel sektöre geçmekte veya yurt dışına gitmekte. Sonuçta hastaneler doktorsuz kalmakta. Bunun sonucunda ne olacak biliyor musunuz? Böyle giderse devlet hastaneleri iyice yetersizleşecek ve sağlıkta daha da yaygın özelleştirilmeye gidilecek!
*** Bu ülke hepimizin…
Sosyal devletin olmazsa olmazlarından olan kamusal sağlık hizmeti yurttaşın elinden alınmamalıdır, en temel ve vazgeçilmez insan hakkıdır
Tüm Yurttaşlar ücretsiz ve nitelikli olarak sağlık hizmetlerine erişmelidir.
Onun için, alarm vermekte olan sağlık sisteminde
Hızla sosyal-kamusal, bilimsel, halktan yana reformlar yapılmalıdır.
Not : Genç meslektaşımızın adı bizde saklıdır. (Dr. Ahmet SALTIK)
“Yıkın, hukuk arkadan gelsin”! emri, kolluk güçlerinin ve mülki idare amirlerinin amiri konumumdaki İçişleri Bakanınca verildi.
Üç Anayasa maddesinin doğrudan ihlali:
Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı (md.11),
Kanunsuz emir (md.137),
Mahkeme kararlarının bağlayıcılığı (md.138).
‘Konusu suç teşkil eden emir’, Türkiye İçişleri’nin ne durumda olduğunun ya da kimlerin yönetimi altında bulunduğunun ibret verici bir göstergesi.
YA DIŞİŞLERİ?
2017 Anayasa kurgusu, yüzyıllar boyu gelişen Anayasal ve siyasal mirası bir çırpıda sildi. Ulusal alandaki kuralsızlaştırma, kurumsalsızlaştırma, kazanımları değersizleştirme ve sistemsizleştirme , uluslararası savrulmalara da yansıdı. Cumhuriyet dönemi yansız dış politikası ve Anayasa’nın amir hükümleri (AS: buyurucu kuralları) bir yana bırakılarak, kişisel ilişki ve tercihler, kısa dönemli çıkarlar öne çıkarıldı.
ABD Başkanı Biden ile resmi görüşmesinde Dışişleri Bakanlığı çevirmeni yerine Cumhurbaşkanı Sn. Erdoğan’ın özel bir kişiyi tercihi, belirgin bir gösterge.
Siyasal partiler, haklı eleştirilerini yaptı: CB, Türkiye Cumhuriyeti adına ABD Başkanı ile resmen görüştüğüne göre, çevirmenin resmi sıfat taşıması, bu işin doğası gereği.
Bunu, ana muhalefet partisi lideri Sn. Kılıçdaroğlu’nun dillendirmesi, demokratik hukuk devleti ereğinde anayasa değişikliğini gerçekleştirmek amacıyla farklı siyasal akımları bir araya getirmeyi başarmış olan bir siyasal şahsiyet (AS: kişilik) olarak görevi de.
Sn Kılıçdaroğlu’nun, gayri resmi özel çevirmen için “hanım kız” demesi ise, eleştiriler karşısında aylardır suskun kalan Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) çevrelerini harekete geçirdi. Fransızların ‘matmazel’ hitabını çağrıştıran ‘hanım kız’, dilimizde bir nezaket söylemi olduğu halde, neredeyse işin özünü unutturdu ve konu hemen mahkemeye taşındı.
PBDBY YORDU…
İşte PBDBY’nin Türkiye’yi, içi ve dışı bakımından getirdiği durum: Bakan, yasa uygulayıcılarına, ‘hukuku tanımayın, yıkın’, Devleti temsil eden kişi ise, uluslararası en önemli görüşmelerinde bile, ‘ben Devlet görevlileri ile değil, özel ilişkilerimle belirlediğim kişiler ile çalışırım’ diyebiliyor.
Özetle; Türkiye, Cumhuriyeti ve yurttaşları ile ‘monokrasi yorgunu bir ülke’ durumuna düşürüldü.
SOSYAL DEVLET ÖNCELİKLERİ
Sayın Kılıçdaroğlu’nun, PBDBY’ye uyarı, öneri ve eylemleri, dayanağını Anayasa’da bulmakta:
Demokratik muhalefet olarak CHP, Anayasal çerçevede tutarlı bir siyasal tutum ile sosyal devlet öncelikleri doğrultusunda güçsüz toplumsal katmanların korunması ve yoksullaşmanın yıkıcı sonuçlarının önüne geçilmesi amacıyla çok yönlü çabalarını sürdürüyor:
Bir yandan, yasama çalışmalarında engelleyici değil, yapıcı ve ön açıcı öneriler geliştiriyor, anayasallık güvencesini işletmek için çok yoğun bir çaba harcıyor; öte yanda, sosyal devlet önceliklerini ve liyakat ilkesine dayalı kamu yönetimi kurallarını gündeme getirerek güçsüz toplumsal katmanların korunmasına katkıda bulunurken, kamu yönetiminin bir an önce hukuk devleti gereklerince yapılanması için sürekli çaba gösteriyor.
Özetle;
– TBMM’de Anayasaya saygı çerçevesinde nitelikli yasa,
– Parlamento dışında Anayasa’nın uygulanması için çok yönlü faaliyetler,
– Seçimler sonrası için de somut anayasa ve yasa çalışmaları
üçlüsü karşısında panikleyen PBDBY, güdümü altındaki yargının kapısını sık sık çalıyor…
Bu itibarla (AS: bakımdan), ‘yıkın, hukuk arkadan gelsin’ diyen kişi karşısında sus pus olanların, ‘hanım kız’ hitabını mahkemeye taşıyanlar, aslında CHP’ye, mahkeme önünde, PBDBY’nin Türkiye’nin içini ve dışını ne hale getirdiğini teşhir olanağını da sunmuş oldu.
Türkiye Cumhuriyeti, PBYDBY yükünü taşıyamaz hale geldi...
Bu nedenle, demokratik hukuk devleti yolunda ‘hak, hukuk, adalet’ için daha büyük dayanışma gereksinimi her geçen gün artmakta.
PROF. DR. ÇAĞATAY GÜLER HALK SAĞLIĞI UZMANI, Çevre Sağlığı Uzmanı
Cumhuriyet, 08 Haziran 2022
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Çeşni ve lezzet genellikle doğal ve insan yapımı maddelerin karmaşık karışımlarıyla sağlanan bir durumdur. “Hafif tereyağlı”, “hafif meyveli” çeşni verme izni alınıp bunu “bol tereyağlıya”, “bol meyveliye” çevrildiğinde sonuç ölümcül olabilir. Tüketicilerin besinlerin niteliğini yalnızca “damak tadıyla” belirleyebildiği geri kalmış ülkelerde “çok lezzetli” yiyeceklere bağlı akciğer, kalp, karaciğer, böbrek, sinir sistemi hastalıklarından yeti yitimleri hatta ölümler görülebilir ve nedensel bağlantı kurulamaz.
Yüzlerce tat ve çeşni maddesi arasından “diasetil” örneğini vermek istiyorum. Diasetil, yiyeceklere yapay tat ve çeşni vermek için kullanılan kimyasal maddelerin en önemlilerinden biridir. Şekerlemelere, patlamış mısıra, kimi süt ürünlerine ve “unlu mamullere” katılır. Genellikle yapay bir tereyağı aroması vermek için kullanılır. Elektronik sigaraya şekerleme, meyve ve tatlı tadı vermeyi sağlar. Bu tatlar genellikle çocuk ve gençlerin hoşlandıkları tatlardandır. Kimi abur cubur noktalarından salınan iştah artırıcı ve çekici kokularda da bulunabileceğinden kuşkulanılmaktadır.
Üretim sırasında bu maddenin etkileniminde kalan işçilerde süreğen bir akciğer hastalığına yol açar. Doksanlı yılların sonu iki binli yılların başında mikrodalga için patlamış mısır üreten fabrikalarda işçilerde solunum yoluyla etkilenim sonucu çok şiddetli olgular bildirilmiştir. Patlamış mısırlara yüksek tereyağı tadı ve lezzeti vermek için kullanılıyordu. Bu işçilerdeki salgın nedeniyle “Patlamış Mısır İşçisi Akciğeri” denmektedir. Bu hastalığın tıptaki genel adı “bronşiyolitis obliterans“tır. Akciğerde kalıcı yıkıma yol açan bir durumdur. Önemli bir işçi sağlığı sorunu olabilmektedir.
Diasetil’in solunması nefes darlığı, kuru öksürük, yorgunluk, bitkinlik; ağız, burun, göz tahrişi; patlamış mısır akciğeri, hışıltılı solunum ve ölüme yol açmaktadır. Bu hastalık kendi kendine iyileşmez. Erken evrede yakalanıp uygun tedavi (sağaltım) desteği sağlanmazsa yaşamsal tehlike söz konusudur.
Elektronik sigara kullananlarda da aynı etkilerin söz konusu olabileceği konusunda uyarılar yapılmaktadır. Avrupa’da, bu maddelerin elektronik sigaralarda kullanımı 2016’da yasaklanmıştır. Bu sigaralarda kullanılan öbür çeşni maddeleri asetoin, asetil propionil de benzer etkilere neden olabilir. Ülkemizde satılan ya da internetten satın alınan elektronik sigaralarda bulunmaktadır.
Ağızdan alındığında bu açıdan güvenli kabul edildiğinden kullanılmasına izin verilmektedir. Ancak başta süt ve un olmak üzere niteliksiz yiyecek maddelerinin “nitelikli asılları” imiş gibitüketiciye sunulmasına olanak sağlar. Kazancın ve rafta ürün bulundurmanın öne çıktığı, toplum sağlığının umursanmadığı, besin denetimlerinin propagandaya yönelik fiyat denetimleriye sınırlı kaldığı, halkın alım gücünün çok düştüğü enflasyon ve kriz dönemlerinde bu tür çeşni maddelerinin kullanımı çok artar.
Böyle bir dönemde ucuz peynir, börek, baklava vb.nin kampanyalarında kim, nerde ve nasıl nitelik sorgulaması yapacaktır?
Diasetil çeşni ve lezzet maddelerinden yalnızca biridir. Çoğu üretici bu maddelere FDA tarafından onay verildiği savunmasını yapar. Oysa bu onay bizim anladığımız anlamda bir onay değil, GRAS(*) iznidir.
(*) Gras izni: Genel olarak güvenilir zararsız kabul edilen anlamına gelmektedir.
===========================================
Dostlar,
Ülkemizde son derece ağırlaşmış bulunan anormal hızlı enflasyon ve anormal hızlı pahalılaşan yaşam kısa – orta ve uzun erimde Halk / Toplum Sağlığı için ciddi ve ağır sorunlar yaratmıştır ve yaratacaktır.
Bunların başında yeterli ve dengeli beslenme hakkının gasp edilmesi gelmektedir ki, tartışmasız olarak bir temel insalık hakkıdır (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, md. 25).
Dolayısıyla, Hacettep’de birlikte Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği uzmanlık eğitimi aldığımız kadim dostumuz ve meslektaşımız çok değerli Prof. Dr. Çağatay Güler’in (MD, PhD) uyarısı içerik ve zamanlama olarak son derece yerindedir.
Böyle dönemlerde:
YoksullaşTIRılan kesimlerin alım gücünün özel sosyal politikalarla artırılması zorunludur.
Gereksinimli milyonlara (yoksul, yoksun, işsiz) yaygın gıda desteği sağlanmalıdır.
Çocuklar, gebeler, yaşlılar ve hastalar özellikle kırılgan / zedelenebilir toplum kesimleridir.
Maliyet baskısı nedeniyle daha düşük fiyatlarla üretilmek ve pazarlanmak istenen besin ürünlerinin Gıda Tarım ve Orman Bakanlığınca daha da özenle izlenmesi gereklidir.
Temel besin kümelerinde (süt ve ürünleri, yumurta, beyaz ve kırmızı et..) fiyat desteği (sübvansiyon) sosyal devlet sorumluluğu ile (Anayasa m.2, 5) yaşama geçirilmelidir.
Her düzeyde okullarda, yurtlarda çocuk ve gençlerin okulda beslenmesi için özel planlama ve akçalı (mali) destek sağlanmalıdır.
“toplumsal gıda güvenliği ve güvencesi” ni sağlamak Devletin en temel görevlerindendir.
Bu tür Halk / Toplum Sağlığı politikaları kesinlikle ve çok yüksek düzeyde maliyet – etkindir (cost – effective). Tersi durumda, ağırlaşan ve yaygınlaşan beslenme yetersizliğinin faturası çok yönlü ve çok ağır, üstelik giderilemez (telafi edilemez) olabilecektir. Örneğin :
Bulaşıcı hastalıkların ve ölümlerin, engelliliklerin artması
Yaşam süresinin kısalması
Sağlıklı yaşam niteliğinin azalması, sağlıksız yaşam kesiminin görece ağırlık kazanması
Çocuk ve gençlerde bedensel ve zihinsel gelişme geriliği; kısa boyluluk, bodurluk, kavrukluk
Mental / zihinsel gelişimin özellikle yaşamın ilk 2-5 yılında yetersiz – dengesi beslenme hatta AÇ KALMA yüzünden geri kalması sonucu toplumsal zeka (IQ) düzeyinin gerilemesi..
Ki 21. yy’da ülkemiz ve ulusumuz için bir sağkalım (beka) sorunudur.
Yaratıcı, sorun çözen, estetik algı edinen, güzel sanatlarda – bilimde yenilikler doğuran yapıtlar üretebilen bir toplum olmaktan uzaklaşma. Sürü toplum ve demokrasiden kopma!
Yaşam sevinci azalmış, tutuk, künt, yaşama yabancılaşmış, geriye savrulmuş yığınlar..
…
Yazdıklarımız abartı olmayıp bilimsel öngörülerdir. Küresel koşullar da çok olumsuzdur.
Kürsel iklim faciası çok ciddi bir tehdittir. Hızla adımlar atılmalı, örneğin hızlı – yersiz – anlamsız nüfus artışı mutlaka yavaşlatılmalıdır (Anayasa m.41).
HER AİLEYE 1 ÇOCUK! Vakit geldi, geçiyor..
Tarım – hayvancılık alanda ivedi bir ulusal seferberlik planı ile üretim düzeyi ve niteliğinin hızla artırılması ve ULUSUN AÇ BIRAKILMAMASI zorunluluğu her türlü tartışmanın ötesindedir.
Sevgi ve saygı ile. 09 Haziran 2022, Ankara
Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı AbD
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (Mülkiye) www.ahmetsaltik.net profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik twitter : @profsaltik
Not : MSG (mono sodyum glutamat) de diasetil benzeri işlevli, çok güçlü bir lezzet artırıcıdır. MSG’ye batırdığınız parmağınızı bile yiyebilirsiniz!!
İlgili Bakanlık ve Sağlık Bakanlığının çok özenle çalışarak “toplumsal gıda güvenliği ve güvencesi” ni mutlaka sağlamaları gerekmektedir.
Şeker fiyatlarının can yaktığı, basiretsiz kararlarla yok edilen fabrikalarımızda artık şeker üretilmemesinden doğan açığın yüz binlerce ton dışalımla (ithal edilerek) kapatılmaya çalışıldığı bu günlerde, Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkan Başdanışmanı Sayın Lütfü Kırayoğlu’nun 14 Şeker Fabrikamızın haraç mezat satıldığı dönemdeki 03.03.2018 tarihli bu yazısı okunmalı mutlaka…
Özellikle Sayın Kırayoğlu’nun yazısına eklediği Canip Sevinç’in çalışması çok değerli, çok öğretici.
Çok teşekkürler değerli LütfüKırayoğlu üstadımız…
Dr. Ahmet SALTIK, 29.05.22 (Yer yer güncel – yaşayan Türkçe kullanmaya çalıştık metinde; Türkçe’ye özen herkesin ödevi..)
***
ŞEKER FABRİKASI YALNIZCA ŞEKER FABRİKASI DEĞİLDİR!
LütfüKırayoğlu Elektrik Müh. (İTÜ) ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı
Cumhuriyetin ekonomik kalelerini yıkmaya kararlı AKP iktidarı, 14 şeker fabrikasının özelleştirilmesi kararı ile yıkımda yeni bir adım daha atmaya hazırlanıyor. Özelleştirme kararı ile ilgili ihale ilanlarının yayınlanması ile birlikte bu fabrikaların kurulu olduğu yerler başta olmak üzere yurdun her yerinde yoğun tepkiler oluştu. Bu yoğun tepki şeker fabrikalarının sadece Cumhuriyetin ilk ve önemli anı-anıt eserleri olması ile ilgili değil. Şeker fabrikaları ülke ekonomisine ve kültürüne çok yönlü katkıda bulunan sanayi tesisleridir. Yani şeker fabrikaları yalnızca şeker fabrikası değildir.
Şeker fabrikaları öncelikle ülkenin şeker gibi temel bir gıda maddesi gereksinimini sağlıyor. Endüstriyel tarım adını verdiğimiz bir alanda, şeker pancarı üretiminde şimdilerde sayı azalsa da beş yüz bine yakın çiftçi ailesinin geçimini sağlıyor. Yalnızca verimli tarım alanlarında değil, yüksek rakımlı ve soğuk iklime sahip yörelerde de şeker pancarı üretimi yapılabiliyor. Bu fabrikaların bulunduğu yerler ülkemizde sanayi tesislerinin az olduğu, nerede ise hiç bulunmadığı, bu nedenle göç verme yanında özellikle Doğu Anadolu’da işsiz gençlerin terör örgütlerinin ağına düştüğü yöreler. Pancardan şeker üretilmesi sırasında elde edilen yan ürün olan pancar küspesi yok olmakta olan hayvancılığımızın temel besi maddeleri arasında yer alıyor. En önemlisi de ülkemizde şeker fabrikalarını kuranlar sadece şeker fabrikası değil, başka şeker fabrikaları, hatta öbür sanayi kolları için de fabrikalar kuran temel sanayi tesisleri olması, yani fabrika yapan fabrikalar olması.
Elbette şeker fabrikalarının bir başka özelliği Cumhuriyet döneminde kurulan tüm fabrikalarda olduğu gibi kurulduğu kentte sosyal yaşamı, sporu, sendikacılığı, sinemayı, sanatı, kültürü, kadın emeğini geliştiren komple (bütüncül, tam) tesisler olmaları. Fabrikaların satışı bu kültür yanında şeker pancarı ve şeker üretme kültürünü de yok edecek.
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi sonucu satın alınanlarca işletileceği konusunda genel kanı, bunların çalıştırılmayıp, kent merkezleri içinde kalan değerli arazilerinin konut ve AVM olarak kentsel ranta dönüştürüleceği endişesi. En önemli endişe ise bu fabrikaların pancardan şeker üretimine son vermesi ile GDO’lu olarak yetiştirilen mısır bitkisinden elde edilecek ve kanserojen olduğu iddia edilen NBŞ (Nişasta Bazlı Şeker) ürünlerinin tatlandırıcı piyasasını ele geçireceği.
Bütün bunlar son günlerde kamuoyunda tartışılmakla birlikte şeker fabrikalarının birer fabrika yapan fabrika olması özelliği fazlaca tartışılmadı. TMMOB (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) son yıllarda Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri adı altında bir seri kitap yayınladı. Altıncısı yayınlanan bu eserde Cumhuriyet döneminde yokluklara karşın büyük özveri ile kurulan ekonomik kaleler, sanayi tesislerinin kuruluş öyküleri bizzat bu tesisleri kuranlar ya da emek verenler tarafından anlatılıyor. Bu kitapların 2010 yılında yayınlanan 4. cildinde TŞFAŞ (Türk Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi) eski Başuzmanı, Ekonomist ve Makine Yük. Müh. Canip Sevinç’in “TÜRKŞEKER MAKİNA FABRİKALARININ 85 YILLIK TARİHİ” adlı çalışmasında şeker fabrikalarının bünyesinde geliştirilen fabrika yapan fabrikaların bilinmeyen öyküsü anlatılıyor. İlginizi çeker umarım… 03.03.2018
TŞFAŞ’nin (Türkiye Şeker Fabrikaları Anonim Şirketi) kuruluşunda büyük önder Atatürk’ün imzası, kararlılığı, desteği ve himayesi vardır. Osmanlı Devleti döneminde 1840 yılından itibaren (başlayarak) müslim, gayri-müslim demeden tebaanın birçok girişimcisine nice nice önemli destek ve imtiyazlar (AS: ayrıcalıklar) verilmesine karşın bugün çok basit gibi görünen gerçekte ise hala kompleks (karmaşık) ve çok disiplinli mühendislik bilim alanı olan şeker fabrikalarının kurulması, Avrupa’daki ilk fabrikadan 160 yıl sonra ancak başarılmıştır. İlk şeker fabrikamız, ilk şeker pancarını ve tarımını da ülkemize çocukluğunda yaşadığı Balkanlardan getiren Uşaklı müteşebbis Hacı Molla Ömer oğlu Nuri Şeker tarafından ve Atatürk’ün teşvik ve destekleriyle çok ortaklı özel sektör işletmesi olarak Çek SKODA firması tarafından 10 Aralık 1926’da Uşak ilimizde kurulmuştur. Sıfırdan başlayan bu büyük sanayi yatırımı; Atatürk’ün ve Cumhuriyeti kuran kadroların mühendisliğe, bilime, sanayileşmeye, toplumun gereksinimlerini karşılamaya, işçiye ve istihdama, kalkınmada öz kaynaklarımızın kullanımına verdikleri önemi , yabancı ülkeler ile işbirliği yaparken ulusal çıkarları korumadaki ustalık ve kararlılığı ve nihayet (sonunda) öz değerlerimize, kendi insanımıza ve onların eğitim ve yetiştirilmesine nasıl yaklaşıldığını ve daha bir çok önemli noktayı da gözler önüne seren ve halen bu deneyimlerden örnek ve güç alınmasının gerekliliğini ortaya koyan birer şaheser ve tarihe izdir. Hacı Molla Ömer Oğlu Nuri (Şeker) Ülkemizde ilk kurulan şeker fabrikası: Uşak Şeker Fabrikası, sıfırdan başlayan Türk şeker endüstrisi daha Ata’nın sağlığında dünya çapında bir gelişme sağlamış, zaman içinde üretim kapasitesi ile dünyada Fransa, Almanya ve ABD’nin ardından 4. sıraya dek yükselerek 1999 yılında 2.400.000 ton/yıl şeker üretim kapasitesine ulaşmıştır. 1963 yılından itibaren (bu yana) TÜRKŞEKER endüstrisi kendi şeker fabrikalarını yine kendi bünyesindeki Makine ve Elektro-Mekanik Aygıt Fabrikaları aracılığı ile % 98 oranlarında kurabilen bir yapılanma olarak dünyada bu endüstri için tek örnektir ve başka da emsali yoktur. Bu tamı tamına bir Cumhuriyet mucizesidir. Bu endüstri; “Şeker üretimi olmadan gürbüz çocuklara hasret kalırız” talimatını vererek konuya duygusal olarak da yaklaşan bir büyük liderin, aynı dönemde Almanların iki yılda kurdukları bir şeker fabrikasını ülkemizde gece gündüz hiç uyumadan altı ayda kurmayı başaran kahraman ve dahi bir mühendisin (Kazım Taşkent) , O’na güvenen bir Ekonomi Bakanı’nın (Celal Bayar) ve “Biz esasen sanayiden falan pek anlamıyoruz ama biz istiklalimiz için ölmeyi iyi bildiğimiz için bunları kurmak bize çocuk oyuncağı geliyor ” diyerek gerçek gücün halkın kendi özgürlük ve bağımsızlık gücü olduğuna inanan bir Başbakanın (İsmet İnönü) ve hepsi biri birine sahip çıkan, biri birinden inançlı, biri birinden çalışkan ve güçlü kadroların mucizesidir. O dönemde kurulan bütün tesislerde olduğu gibi şeker fabrikaları da işin başında entegre çok boyutlu, çok üretimli, çok araştırmalı, çoklu istihdam yaratacak şekilde düşünülmemiş olsalar da kuruluşlarından kısa bir süre sonra Kazım Taşkent, Eskişehir Şeker Fabrikası, Türkiye Şeker Fabrikalarının ilk Genel Müdürü böyle gelişmişlerdir. Çünkü başlangıçta ilgili ve ilişkili piyasalar henüz yoktur. Özel sektörün bu piyasaları kuracak yatırım gücü ve insan kaynakları da mevcut değildir. Devlet özel kesimin kendi iradesi ile yer almadığı bütün alanlarda mal ve hizmet üretmeye mecbur kalmaktadır. İlk başta özel kesim eli ile kurulması özendirilen şeker endüstrisi, işin ulusal ve sektörel boyutu düşünülerek ve müteşebbislerinin (girişimcilerinin) de rızası ile özel-kamu ortaklığına dönüştürülmüş zaman içinde kamulaştırılmıştır. Ancak bu planlama faaliyetleri bir elit – seçkinci gurubun (kesimin) kendi karar ve tekelinde de gelişmemiştir.
Genç Cumhuriyet daha kuruluş yıllarında ekonomik kararlar alınmasında son derece katılımcıdır. Sanayileşme döneminin ana kararları o günkü şartlara rağmen (koşullara karşın) Anadolu’nun en ücra (uzak) köşelerinden İzmir’e 1.İktisat Kongresine gelen 1100 delegenin katılımı, görüşü, önerisi ve eleştirisi altında alınmıştır. Ve bu kongreye sadece (yalnızca) elit birkaç yazar, çizer, aydın, iş adamı ve devlet adamı ile siyasetçi değil aynı zamanda işçi, çiftçi, esnaf, muhtar, öğrenci, asker, subay gibi toplumun tüm kesimlerinden delegeler katılmışlardır. Diğer taraftan bu kamu işletmeleri veya yatırımları kuruluşlarından itibaren 1960-65’li yıllara kadar yasal değilse bile mutlak şekilde “fiili özerk” olarak yönetilmişlerdir. Hiç kimse bu yıllara kadar Türkiye Şeker Fabrikalarının her hangi bir birimine bir işçinin bir siyasi öneri ile alındığını, bir memurun bir siyasi öneri ile atandığını, terfi ettirildiğini veya görevden alındığını, kurumun her hangi bir noktasına veya kurumca ülkenin herhangi bir yerine siyasi bir öneri ile yatırım yapıldığını, her hangi bir bölgede her hangi bir yerde pancar üretimine siyasi bir karar ile başlanıldığını söyleyemez. Daha pek çok konu incelendiğinde “yönetimlerin basiretli bir tüccar gibi davrandığı” görülmektedir. Bu cidden fiilen bir özerkliktir. Üstelik bu özgün özerk yapıda görev yapan kadrolar ülkesini ve ulusunu tanıyan onun içinden çıkmış kadrolardır. Ve o kadrolar yıllarca yoksulluk, fakirlik, harpler, hastalıklar ve iç çalkantılarla yıpranmış bu halkı iyi tanımakta ve bulundukları yörelerde “önemli sosyal sorumluluk projelerine” de imza atmaktadırlar. Ekonomistler bunu sosyal karlılık kavramı altında incelemektedirler ki; kamu işletmeleri günümüzde özelleştirilirken, kamu kuruluşlarının yarattığı sosyal devletin işlevinin sona ermesi ile doğacak boşluğun nasıl doldurulacağı kamuoyu açısından dikkatli bir şekilde izlenmektedir. Türkiye Şeker Fabrikaları kuruluşundan itibaren nitelikli eleman ihtiyacını karşılama doğrultusunda ihtiyacına uygun ve tamamen kendi kararlaştırdığı özerk ve ciddi bir eğitim programı yürütmüştür. Yurt içinde ve dışında lisans ve yüksek lisans bursları ile mühendislerin eğitimini teşvik etmiştir. 1940 yılı yayını 3 aylık periyodik Şeker Dergilerinde şeker mühendislerince yayınlanmış İngilizce, Almanca, Fransızca teknik yayınlara rastlanılmaktadır. Bu kadrolar zaman içinde transfer olarak diğer büyük kamu işletmeleri ile özel sektör kuruluşlarının da üst yönetimlerinde ve kurucu kadroları arasında yer almışlardır. TŞFAŞ’nin ilk Genel Müdürü Kazım TAŞKENT ülkemizin ilk özel ticari bankasının da kurucusu ve Genel Müdürüdür. TŞFAŞ’nin kuruluşundan hemen sonra başlayan fabrikalar ve bölgeler arasında rotasyonel çalışma döngüsü, bugüne kadar askeri bir disiplin içinde yürütülmekte ve önemli kazanımlar sağlamaktadır. Şeker fabrikalarının ilk kuruluşunda (birçok benzer tesiste olduğu gibi) o fabrikanın basit onarım ve bakım ihtiyacını karşılamak üzere adına Çarkhane denilen küçük atölyeler kurulmuştur. Çarkhanelerde 4-5 adet üniversal torna tezgahı, testere, planya, matkap, zımpara taşı, demir testere gibi makine ve takımlar, boyahane, marangozhane, boruhane, tenekehane gibi bölümler yer alırdı. Belli bir bilgi düzeyine ve teknik güce ulaşılmasından ve gereksinimlerin de giderek büyümesinden sonra ve kuruluşunda zorunlu olarak yurt dışından satın alınan şeker fabrikası tesislerinde dışa bağımlılığımızın azaltılması, tamir (onarım), bakım, tevsii işlemlerimizin içselleştirilmesi, yavaş yavaş tesislerde bir kısım imalatların yerli olarak üretilmesi ve ikamesi, böylece yeni istihdam da yaratılması, sanat ve teknik okullarımızdan mezun olanların istihdamının sağlanması, sınai ve endüstriyel bilgi ve birikimi arttırmak gibi düşüncelerle ilk olarak 1958 yılında Eskişehir’de,1961’de Turhal ve Erzincan’da, 1968’de Ankara’da ve 1977’de de Afyon’da 4 Şeker Makine Fabrikası kurulmuştur. Öte yandan yurt dışından alınan ve şeker üretim fabrikalarında çalışan ve kullanılan çok sayıdaki ölçü, kumanda ve endüstriyel denetim aygıtlarının onarımını yapmak ve bu aygıtları geliştirmek ve sektörde AR-GE faaliyetleri gerçekleştirmek üzere kurulmuş “Şeker Enstitüsü” bünyesinde “Elektromekanik Şubesi” oluşturulmuştur. Bu şubenin olgunlaşan çalışmaları sonucunda 4 makine fabrikasına ilave (ek) olarak 1979’da Ankara’da bir de “Elektromekanik Aygıtlar Fabrikası” kurulmuştur.
BİR DÖNÜM NOKTASI
2. Dünya Savaşının başlaması Avrupa ülkelerinden satın alınan ve o günlere kadar çoğunlukla yurt dışından tedarik edilen makine yedeklerinin ithalatında (dışalımında) ciddi sorunlar yaşanmasına sebep (neden) olmuştur. Hatta bazen (kimi kez) politik ve bazen de savaş şartları (koşulları) nedeniyle ihtiyaçlar (gereksinimler) karşılanamaz hale (duruma) gelmiştir. 1974’de Kıbrıs Barış Harekatından sonra Amerikan ambargosu nedeniyle benzer sıkıntıların ithal ikameci sanayi politikaları ile birleşerek yerli sanayimize önemli bir ivme kazandırdığı bilinmektedir. Bu olağanüstü şartlarda iç dinamiklerin harekete geçmesi ile dışarıdan ithal edilemeyen yani getirtilemeyen her türlü makine ve yedek aksamın yurt içinde üretilerek sağlanmasına yönelinmiştir. Bu Fabrikaların fabrika binaları ve fabrika organizasyonları da Türk teknisyenlerince yapılmıştır. İlk başlarda hedef yalnızca Türkiye Şeker Fabrikaları Genel Müdürlüğü’ne ait şeker fabrikaları ve tesislerinin tamir, bakım, onarım ve yedek malzeme tedariki iken savaş koşullarında kurulan büyük tesis kapasiteleri ve zaman içinde gelişen teknoloji birikimini ülke sanayisi için en yüksek düzeyde kullanabilmek amacı ile makine fabrikalarının dışarıya olan yüzü büyük gelişme göstermiştir. Bu dönemde yeni kurulacak şeker fabrikalarının ulusal imkanlarla kurulması başta olmak üzere çok büyük sanayi tesislerinin bu “Türk Kamu Makine İmalat Fabrikaları” denilebilecek yapılar aracılığı ile kurulması sağlanmıştır. Kurulan bu tesisler içinde; bazı çimento fabrikaları, demir-çelik fabrikası ana ve yardımcı üniteleri, petrokimya tesisleri, termik santrallere ilişkin tesisler, hidrolik santral üniteleri, bor minerali üretim makineleri, yem sanayi teçhizatları (AS: donanımları) olmak üzere bir çok makine, teçhizat (donanım), yedek malzeme vs. mevcuttur (vardır). Kuruluşu şeker sanayinin kuruluşu ile başlayan ve temelleri ona yardımcı hizmet vermek üzere atılan gerçekte bir “Türk Kamu Makine İmalat Fabrikaları” gibi hizmet veren bu tesisler, zaman içinde bilgi birikimi, proje birikimi, tecrübe birikimi, iş gücü potansiyeli, gelişen mühendislik hizmetleri, makine tesis, model, alet-edevat ve laboratuvar olanakları ile 1990’lı yıllara dek Türkiye’nin ve kamunun en önemli makine imalat gurubu olmuşlardır. Ve bu büyüklüğü ile orantılı olarak bir çok önemli ilki gerçekleştirmiş olma şerefine sahiptirler. Bu imalat fabrikalarının büyük iz bırakan kimi üretimleri şunlar :
1- Yurt dışından anahtar teslimi olarak satın alınan ve dünyadaki ilk fabrikadan ancak 160 yıl sonra ülkemizde kurulabilen ilk şeker fabrikası ardından zamanla yenileri % 98 oranında yerli imalatla kurulmuştur. Üretilen fabrika tesisleri 1800-3600 ve 6000 ton/gün pancar işleme kapasitesine sahip şeker fabrikalarıdır. TŞFAŞ Genel Müdürlüğü 1963 yılından sonra yabancı firmalara ülkemizde şeker fabrikası kurdurmamış 28.10.1977 yılında ilk olarak % 98 oranında Afyon Şeker Fabrikasını TÜRKŞEKER makine fabrikalarına kurdurduğu gibi yurdun muhtelif yerlerine çeşitli pancar işleme kapasitesinde 13 adet daha şeker fabrikası kurdurmuştur. Bu 13 adet fabrikanın sonuncusu Kırşehir Şeker Fabrikası olup 17.01.2001 tarihinde kurulmuştur. TÜRKŞEKER Makine Fabrikalarının son kurduğu şeker fabrikası 30.09.1998 tarihinde bir dış taahhüt olarak işçi ve teknik elemanlarla birlikte anahtar teslimi olarak kurulan Özbekistan Harezm’de kurulan şeker fabrikasıdır. Bu fabrikadan sonra 12 yıldır yeni bir şeker fabrikası kurulmamıştır. Hiçbir büyük ve önemli imalat da yapılmamıştır. Özelleştirme rüzgarlarının esmesi ile ölü bir dönem yaşanmaktadır. Bu büyük kapasite ve deneyimimize rağmen liberal ekonomi politikaları uygulanması paralelinde yabancı şirketler Türk özel sektörüne şeker fabrikası kurmaya başlamışlardır. Bunlar Boğazlayan ve Çumra şeker fabrikalarıdır.
2- 1970-79 arasında TPAO için muhtelif (çeşitli) petrol istihsal pompaları üretilmiştir.
3- 1972-76 arasında Aliağa Petrokimya Kompleksine ilişkin pek çok ünite (birim) TÜRKŞEKER Makine Fabrikalarında üretilmiştir.
4- Bu makine fabrikaları, 1980’li yıllarda % 75 oranında yerli Çimento Fabrikası imalatı yaparak “fabrika kuran fabrika” unvanını gururla taşımaktadırlar.
5- Sınai ve termik santraller için 100 ton/h buhar üretim kapasitesinde (sığasında) 35 MW güce dek linyit kömürü yakıtlı buhar kazanları üretimi yapılmıştır.
FABRİKALARIN HER BİRİNDE FARKLI ve BİRİBİRİNİ DESTEKLEYEN ALANLARDA UZMANLIK
Fabrikaların her biri, farklı ve biri birini imalat kapasitesi, bilgi birikimi ile destekleyen farklı uzmanlık alanlarında geliştirilmiş ve birbirleri ile bütünleşik bir yapı kurulmuştur. İşletmeler siparişe göre üretim yapan fabrikalar olarak dizayn edilmişlerdir. Her fabrika öbür fabrikalardan da azami (en üst) düzeyde istifade edecek (yararlanacak) ve ancak kendi uzmanlık alanını da en ileri düzeye çıkaracak ve üretim yapacak şekilde çift yönlü koordine edilerek (eşgüdümlenerek) imalat (üretim) yapmışlardır. Örneğin Ankara Makine Fabrikaları hacim ve ağırlıkça büyük parçaların imalatını gerçekleştirecek şekilde dizayn edilmiş (tasarlanmış) ve büyük ebatlı (ölçekli) makine ve tesisler, çelik konstrüksiyonlar, basınçlı kaplar, buhar kazanları, çimento fabrikası tesisleri, petrokimya tesisleri, su türbinleri vb. üretimleri yapabilmek üzere çok büyük boyutlu tezgahlarla donatılmıştır.1968 tarihinde tek hol olarak kurulan makine fabrikası 1974 yılında iki hol ve 1979 yılında da iki hol daha ilave edilerek birbiri ile irtibatlı 5 holden müteşekkil 36.000 m² kapalı olmak üzere 260.000 m² alanda kurulmuştur. Bu fabrikalarda 30 yıl önce ülkemiz HES’leri (Hidroelektrik Santral) için tüm mühendislik hesap dizayn (tasarım) ve parametrelerini (ölçütlerini) kullanarak su türbinleri üretildiğinde bugün dünya pazarında önemli bir üretici ve satıcı konumunda bulunan Çin bu alana daha hiç girmemişti. 1983 yılında Türkiye Elektrik Kurumu ile işbirliği içinde Hirfanlı Hidroelektrik Santrali için 32 MW gücünde Francis tipinde su türbini ve jeneratör imalatı (üretimi) tüm mühendislik hesap ve çizim detayları (ayrıntıları) da Ankara Makine Fabrikası mühendislerince yapılarak imal edilmiştir. Bu türbin ve jeneratör 30 yıldan bu tarafa Hirfanlı’da başarı ile çalışmasını sürdürmektedir. Bu ünitenin tesisi için o zamanın fiyatları ile 640 milyon TL harcanmıştır. Bu duruma göre birim KW başına tesis bedeli 20 000 TL olmaktadır. Oysaki aynı tarihlerde aynı güçte bir türbin-jeneratör ünitesi (birimi) ile yardımcı tesisatlarının yurt dışı firmalardan satın alınmasının bedeli olarak ödenecek dövizin o günkü Türk parası olarak yani TL olarak karşılığı birim güç için takriben (yaklaşık) 45.000 TL/KW ve 32 MW güç değeri için ise tesis fiyatı 1,5 milyar TL’dir. Yani bu türbin-jeneratör grubu yurt dışında yaptırılsaydı yaklaşık 2,5 kat daha yüksek bedel ödenecekti. Buna rağmen daha sonraki yıllarda yapılan barajlar için türbin-jeneratör alımları yurt dışından yapılmış ve TÜRKŞEKER Makine Fabrikalarına yeni siparişler gelmemiş ve halen hidroenerji kaynaklarımızın ancak %38’i kullanılmış olmasına rağmen çok büyük bir endüstri doğmadan öldürülmüştür.
Oysaki büyük önder ATATÜRK 1918 yılında “Hatırlamanın olmadığı bir ülkede her şey mümkündür” vecizesi ile bizleri uyarmıştı. TKİ, TTK, TŞFAŞ ve ETKB’da (Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı) değişik görevlerde çalışmış bir mühendis olarak, Türkiye’nin en büyük buhar kazanı üretim kapasitesine sahip kuruluşunun TÜRKŞEKER Makine Fabrikaları olduğunu biliyorum ve halen zaman zaman bu bilgi ve birikimin kullanılmasında ilgili kuruluşlara hatırlatmalarda bulunuyorum. 2023 yılına kadar tüm kömür kaynaklarını değerlendirmeyi stratejik bir amaç olarak ortaya koyan ETKB’nin yerli kazan üretimi için yararlanabileceği en önemli kaynakların başında TÜRKŞEKER Makine Fabrikaları gelmektedir. Ankara, Eskişehir, Turhal, Afyon ve Erzincan Makina Fabrikaları iş bölümü içinde bir buhar kazanının tüm makine elemanlarını ve tesislerini imal etme (üretme) olanağına sahiptir. Ayrıca EMAF (Elektromekanik Aygıtlar Fabrikası) da bir buhar kazanının tüm ölçü denetim ve bilgisayar destekli otomasyon sistemini yapabilmektedir. Elektromekanik Aygıtlar Fabrikası Bütün bu belirtilen donanımlar Türkiye’de imal de edilmiştir, halen de edilebilir. Türkiye Şeker Fabrikaları, 20 t/h (7MW) kapasiteden 100 t/h (35 MW) kapasiteye kadar buhar kazanı imal etmektedir (üretmektedir). Şeker şirketi ilk defa (kez) 1964 yılında 40 t/h kapasiteli 4000 kcal/kg’lık linyitle çalışır 5 buhar kazanını muhtelif şeker fabrikaları için imal ve monte ederek işletmeye almıştır. Daha sonra ülkemizde 4000 kcal/kg alt ısıl değerinde linyitin temininde (sağlanmasında) zorluklar bulunduğundan, 2500/4000 kcal/kg alt ısıl değerli linyit yakabilecek 100 t/h 450°C ve 37 atü nominal buhar üretme kapasiteli, toz kömür püskürtmeli (PC) buhar kazanları imalatına başlanmıştır. 1974 yılından 1981 yılına dek TÜRKŞEKER Makine Fabrikaları, sanayi tipi buhar kazanlarının imalatı yanında, santral tipi buhar kazanlarını da imal edebilmek için makine parkına gerekli tevsiat (iyileştirme-yenileme-büyütme) yatırımlarını yapmıştır. Halen, tek vardiyada 8000 m²/yıl ısıtma yüzeyi (membran duvar) buhar kazanı üretim kapasitesine sahiptir.
Örneğin ÇATES Termik Santralinde olduğu gibi 315 MW gücünde 1000 t/h buhar üretim kapasitesinde 1800 GWh /yıl elektrik üretim kapasiteli bir termik santral buhar kazanının ısıtma yüzeyi ihtiyacı 9 000 m²’dir. İki vardiyalı bir çalışma ile bu ihtiyaç fazlasıyla karşılanmaktadır. 59 Mühendislik Mimarlık Öyküleri-IV 1983 yılında Türkiye’de santral tipi buhar kazanı imalatı yapmak üzere bu kapasiteyi daha da ileriye taşıyacak kısa adı BUKAŞ olacak, TEMSAN, GAMA, TÜRK ŞEKER, GÜRİŞ ve Alman VKW şirketlerinin iştirakiyle bir şirket kurma girişiminde bulunulmuş, ancak ana sözleşmesi hazırlanan bu girişim başarıya ulaştırılamamıştır. Şu anda EÜAŞ kendi kömür kaynaklarını elektrik enerjisine dönüştürecek termik santraller için kazan üretemediği gibi , ekonomik ömrünü tamamladığı için rehabilite edilmesi yani tamiri bakımı ve onarımı için Dünya Bankasından alınmış 280 milyon avroluk krediye rağmen (karşın) Afşin-Elbistan A Termik Santralini rehabilite ettirebilecek yerli-yabancı firma dahi (bile) bulamamış ve 4 yıl sonunda 4 milyon Avro’ya yakın da faiz ödeyerek krediyi geri iade etmiştir (geri vermiştir). Ancak; Şeker Şirketi 1983 yılından bu yana kurup işletmeye aldığı 10 Şeker Fabrikasında kendi ürünü olan, linyit yakıtını kullanan yüksek basınçlı, kızgın buharlı, kazanları imal edip devreye almıştır. Buhar kazanı üretim teknolojisinde belli bir birikime sahip olan Şeker Şirketi kendi araştırmaları sonucunda akışkan yataklı kazanlar da imal etmiştir. Izgaralı 50 t/h kapasiteli kazan modifiye edilerek akışkan yataklı hale getirilmiştir. Ayrıca Yozgat Şeker Fabrikası’nda 25 t/h (8 MW) gücünde Akışkan Yataklı Kazan 2003 yılında imal ve montajı tamamlanarak işletmeye alınmıştır. Çan ilçemizde birkaç yıl önce faaliyete geçen ülkemizin ilk AYTS ( Akışkan Yataklı Termik Santral) kazanının kurulmasından 10 yıl önce TÜRKŞEKER Makine Fabrikalarında Şeker Fabrikalarının otoprodüktör termik santrallerinde kullanılmak üzere Alman lisansı ile ve orijinal projelerle 8 MW ve 16 MW gücünde AYK imal edilebilmiştir. Bu örnek içinde bulunduğumuz koşullar da düşünüldüğünde TÜRKŞEKER Makine Fabrikalarının ne anlama geldiğini iyice ortaya koymaktadır.
Öte yandan, AMF’da; 18 Ton ağırlığa ve 3,7m. çapa kadar dönen parçaların dinamik balans işleri; 650-1100° C arasında ısıl ve tav işlemleri, köprülü ve kepçeli gezer vinç imalatları; Pres makas, saç bükme ve doğrultma, plan punta torna tezgahı türünde basit takım ve atölye tezgahları üretimi gibi ilginç üretimler gerçekleştirilmiştir. AMF’de örneğin 1998-2002 yılları arasında ortalama 250 dolayında işçi istihdam edilmiş 2500 ton/yıl dolayında üretim yapılmış ve 2002 yılı değerleri ile 7,628 milyar TL’lik ciro yapılmış ve toplam üretim maliyeti 10,096 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. AMF’den bir görüntü TEKEL işletmelerinin alkol üretim tesisleri, ETİBANK Bor işletmelerinin Bor işleme makine ve ekipmanları (donanımları), TDÇ İşletmeleri için ergimiş maden potaları, tandiş arabaları ve çeşitli konverterler (dönüştürücüler) de üretilen önemli donanımlar arasındadır. 2007 yılında TÜPRAŞ Kırıkkale Petrokimya Tesisleri için milyon dolarlarca döviz ödenerek Güney Kore’de imal ettirilerek deniz yolu ile Samsun’a ve oradan 64 tekerlekli 130 m uzunluğunda özel büyüklükteki TIR’larla ve aradaki bir çok yol, köprü yıkılıp dökülerek veya genişletilerek Kırıkkale’ye getirilen 100-110 m uzunluğunda ve 20 m’den daha büyük çaptaki Diesel Kükürt Giderme ve Yeni Reformer Ünitesinin bir benzeri Ankara Makine AMF- Otojen İmalatı Fabrikalarında 1975-1980 dönemlerinde üretilmiş ve Aliağa’ya gönderilmiş ve orada monte edilerek işletmeye sokulmuşken bu son imalat için TŞFAŞ Makine Fabrikalarından teklif bile alınmaksızın TÜPRAŞ’ın özelleştirilmesinin ardından bu ihale yapılmıştır.
Ve aynı dönemde üstelik Şeker Makine Fabrikaları uzun yıllardır devam eden özelleştirmeci politikalar nedeniyle dışarıdan da sipariş alamadıkları için yıllık toplam % 20 gibi kapasitelerde çalışırken bu ihaleler gerçekleşmiştir. Aynı biçimde, uzun yıllardan beri ortak iş kolunda TÜRKŞEKER ile birlikte sorumluluk paylaşan ve pancar üreticilerinin üst birliği olan ve ayrıca bünyesinde TÜRKŞEKER’den kendisine intikal etmiş 5 adet şeker fabrikası da bulunan PANKOBİRLİK Bakanlar Kurulundan aldığı olur ile Konya Ilgın’da 2002’de kurduğu şeker fabrikası için ülkenin tarihinin en büyük ekonomik krizinden geçtiği ve ülkede hemen hemen hiçbir yatırımın yapılmadığı bir dönemde bile TÜRKŞEKER Makine Fabrikalarından teklif dahi (öneri bile) almaya gerek görmeyerek yaklaşık 150 milyon dolarlık bu büyük şeker fabrikası imalat ve kurulum yatırımını doğrudan Alman firmalarına kurdurmuştur. Oysa, TÜRKŞEKER, Özbekistan’da Yüksel İnşaat A.Ş ile birlikte anahtar teslimi olarak uluslararası ihale kazanarak 1998 yılında 83,2 milyon dolara 3000 ton/gün gün kapasiteli şeker fabrikası kurmuştur. Bu ve benzeri ihalelerin yabancılara verilmesi ve emekli olanların yerine yeni teknisyen kadrolar alınmamasıyla 2000 yılından itibaren TÜRKŞEKER Makine Fabrikaları tamamen atıl halde kalmışlardır. Ve 2008 yılında da zaten sektörün tamamen özelleştirilmesi kararı alınmıştır. Oysa, bugün çok kolayca özelleştirilerek yeni bir yapıya dönüştürülmesine karar verilen bu dev sektör hiç kolay kurulmamış ve bugünlere de kolay gelmemiştir. Eskişehir Makine Fabrikaları pik , çelik ve demir dışı dökümhaneleri, geniş tezgah kapasitesine sahip imalat atölyeleri, çelik konstrüksiyon atölyeleri, konveyör bant lastiği üreten kauçuk atölyeleri, model atölyeleri, tesviye ve montaj atölyeleri, çeşitli test laboratuvarları, deneme istasyonları, proje üreten proje ve teknik çizim büroları ile donatılmış büyük bir makine imalat fabrikası olarak TÜRKŞEKER endüstrisinin yurt içi taleplerine en yüksek düzeyde cevap veren bir fabrika durumundadır.1954 yılında kuruluşu başlayan fabrika çeşitli gelişmelerin ardından bugün 33.000 m² kapalı olmak toplam üzere 104.158 m² alan üzerinde kuruludur. Yapılan üretimin çeşitliliği açısından bu derece büyük bir makine üretim fabrikası bugün dahi ülkemizde bulunmamaktadır. Gerek şeker sanayine ve gerekse siparişe göre yurt içi piyasaya pompalar, dişli kutuları, vantilatörler, 1989 yılından itibaren (başlayarak) 296 adet çeşitli kapasitelerde seyyar (gezgin) pancar boşaltma makineleri, lastik konveyör bantlar, şeker santrifüjleri, pancar kesme makineleri vs. gibi 100 çeşidin üzerinde farklı makine, araç-gereç ve tesis üretimi bu fabrikalarda yapılmıştır. Bu işletmede 1998-2002 yılı arasında ortalama 350 civarında (dolayında) işçi istihdam edilmiş 3250 ton/yıl üretim yapılmıştır. 2002 yılında 15,125 milyar TL ciro yaratılmış, toplam üretim maliyeti 18,661 milyar TL olmuştur. Çok önemli ve mutlaka vurgulanması gereken diğer bir nokta da şudur: Anadolu’nun orta yerinde ülkemiz özel sektörünün de en önemli ve en büyük sanayi yatırımlarının yer aldığı Eskişehir’in bütün tesislerinde görev yapan çekirdek kadrolar bu büyük sanayi üniversitesinden yetişmişlerdir.
Cumhuriyet kurulduğunda toplu iğneyi bile yapamayan bu ülkede,
bu tesisler ürettiği bütün fiziksel ürünlerin değerinden çok daha büyük bir değere sahip çok büyük bir insangücü yetiştirmişler ve ülkenin sınai ve teknolojik birikim ve gücünün oluşmasına katkıda bulunmuşlardır.
TÜRKŞEKER Makine Fabrikaları bu açıdan bakıldığında şeker üretim endüstrisinden çok daha farklı ve büyük bir yere oturtulmalıdır. Çünkü bu fabrikalar aynı dönemde kurulmuş diğer tesisler ile birlikte ülkenin sanayileşmesinin lokomotifi olmuşlardır. Türkiye Şeker Fabrikaları da bu şemsiyenin altında yer alan sanayi kollarından yalnızca birisidir. Eskişehir Makine Fabrikaları yaptığı üretimlerin kalite kontrollerinin de yapıldığı son derece nitelikli ve istisnai deneme ve ölçü kontrolleri test laboratuvarlarına da sahiptir. Bugün dişli kutusu ve pompa üretiminde dünyadaki imalat teknolojisi paralelinde NC ve CNC tezgahlarla üretim yapılmaktadır. Turhal Makine Fabrikası atölye (işlik) olarak 1934 yılından başlayarak faaliyetini sürdürmesine karşın Eskişehir Makine Fabrikasından sonra 1961 yılında kurulmuş 2. makine fabrikasıdır. Bugünkü durumda 9800 m² kapalı olmak üzere 80.000 m² alan üzerine kuruludur. Fabrikada pik döküm atölyesi, demir dışı metaller döküm atölyesi, çelik konstrüksiyon atölyesi, takım tezgahları atölyesi ve model üretim atölyeleri mevcuttur. Bu fabrika buhar kazanları ekonomizerleri için pik döküm boruları, filtreler, helezonlar, ısıtıcılar, 350-1000 mm. çaplarda yassı ve oval vanalar, duble ventiller ve orta ve büyük boydaki birçok makine parçasının döküm ve imalat makine fabrikasıdır. 1998-2002 arasında 125 dolayında işçi istihdam edilmiş ve 750 ton/yıl üretim yapılmış, 2002 yılı itibarı ile (2002’de) 3,343 milyar TL ciro elde edilmiş aynı yıl toplam maliyet 3,731 milyar TL olmuştur. Dikkat edilecek olursa 4 adet TÜRKŞEKER Makine Fabrikası yerleşim yeri olarak o bölgedeki şeker fabrikalarına rahat hizmet verebilecek bir coğrafi noktaya konumlandırılmaya çalışılmıştır. Fabrikalar arası malzeme hareketleri ve taşıma maliyetlerinin optimizasyonu için ve henüz “modern lojistik” kuramlarının uygulanmadığı yıllarda bu sorunun bu kurama göre de optimal bir biçimde çözümlendiğini görmekteyiz.
Erzincan Makine Fabrikasında da yine pik döküm ve çelik döküm atölyeleri, demir dışı metaller döküm atölyeleri, çelik konstrüksiyon ve takım tezgahları atölyeleri vardır. Bu fabrika NW 300 mm. çapa dek TSE 450, DIN 3216 ve DIN 3300 normlarına uygun her türlü oval, yassı ve kelebek ventillerin imalatı ile her türlü rulman ve kaymalı yatak gövdesi imalatı, refrijerant ve karıştırıcı imalatı, dekantör ve atık su çöktürme havuzları, santrifüj tulumbalar, otoprodüktör termik santrallerin yakma tesisleri için kömür kırıcıları ve kömür elekleri orta büyüklükte çeşitli çelik konstrüksiyon ve talaşlı imalatlar alanında uzmanlaşmıştır. Erzincan Makine Fabrikası çeşitli aşamalar geçirdikten sonra bugün itibarı ile 11.500 m² kapalı olmak üzere 35.000 m² toplam alan üzerinde faaliyetini sürdürmektedir. EMF’de 1998-2002 arasında ortalama 130 dolayında işçi istihdam edilmiş ortalama 125 ton/yıl dolayında imalat 1530 dolayında ürün üzerinde çalışılmış 2002 yılı itibarı ile (2002’de) 3,763 milyar TL’lik ciro yaratılmış ve toplam üretim maliyeti 5.694 milyar TL olmuştur. Bir deprem ülkesi olan Türkiye’de çelik konstrüksiyon imalatı bugün daha da büyük bir öneme sahiptir.
Kobe depreminden sonra Japonların Kobe kentinin girişine “Bu kentte kum, çimento, kireç, inşaat demiri, tuğla, cam vs. gibi malzemeler inşaat değil mezar malzemesidir” yazarak kentte okul, hastane, kamu yapıları, fabrikalar başta olmak üzere her alanda çelik konstrüksiyon yapılar kurdukları bilinmektedir. Bu özel imalat bilgisi ülkemizde Şeker Makine fabrikaları ve daha sonra da KARDEMİR’de gelişim göstermiştir. Ülkemizin en önemli deprem kuşaklarından birisi olan Erzincan ilinde Erzincan Makine Fabrikalarının bu birikim ve bu kapasitesinden önemli bir düzeyde yararlanılamamıştır. Betonarme ve Çelik konstrüksiyon inşaat maliyetleri biri birine çok yakın olmasına rağmen deprem riski olan kentlerimizde bugün de yap-satçı inşaatçılığın ve müteahhitliğin çelik konstrüksiyon alanındaki bilgi ve deneyim birikimi yetersizliği başta olmak üzere sektör alışkanlıklarının sürmesi gibi sebeplerle çelik konstrüksiyon yapılaşmaya gidilemediği görülmektedir. Aynı şeyler bir başka makine fabrikamızın bulunduğu Afyon ili içinde söylenebilir.
Afyon Makine Fabrikasında da çelik konstrüksiyon atölyesi ve talaşlı imalat atölyeleri mevcuttur. Bu fabrikanın uzmanlık alanı bant konveyör ruloları veya makaraları, sabit veya seyyar pancar boşaltma ve yükleme makineleri ve pancar tarımı için bazı ziraat alet ve makineleri muhtelif depo ve tanklar, su soğutma kuleleri ve parçaları gibi şeker sanayinde kullanılan küçük ve orta boyutta makine ve tesislerdir. Ayrıca orta büyüklükte her türlü kaynaklı imalat ve tezgah işleri yapılmaktadır. Bu fabrika 1977 yılında iki holden oluşacak şekilde yapılmış 8600 m² kapalı olmak üzere 194.316 m² alan üzerine kurulmuştur. Bu fabrikalarda 1998-2002 yılları arasında ortalama 100 işçi istihdam edilmiş ortalama 1000 ton civarında imalat yapılmış, 2002 yılı itibarı ile (2002’de) yıllık ciro 4,307 milyar TL ve toplam üretim maliyeti de 5,911 milyar TL olmuştur. EMAF (Ankara Elektromekanik Aygıtlar Fabrikasına) gelince bu fabrika 99.800 m² kapalı ve 547.000 m² açık alana sahiptir. Büyüklük olarak Makine İmalat Sanayinde Türkiye ve Ortadoğu’nun en büyük kapasiteli makine fabrikasıdır. Şeker fabrikalarında kullanılanlar başta olmak üzere her türlü elektrik ve elektronik teçhizatın bakımı, onarımı, kalibrasyonu, test edilmesi ve bir kısım teçhizatın projelendirilerek yeniden üretimi yapılmaktadır. Fabrika binası elektrik ve elektronik donanımların bakım, tamir (onarım), onarım, test ve üretimi düşünülerek siparişe göre üretim yapan fabrika ve idare binaları kurumun mühendislerince projelendirilerek inşa edilmiş özgün bir yapıdır ve belki de kamuda böyle bir amaç için inşa edilmiş tek örnektir. Fabrika yerleşimi ve çatı dizaynı (AS: tasarımı) güneş alan saatlerde iç mekanların en iyi biçimde aydınlanmasını sağlayacak şekilde düşünülmüştür. Tesiste; şeker fabrikaları laboratuvar ölçü ve test aygıtları üretimi, her türlü elektrik panoları bakımı ve üretimi, her türlü elektrik motoru bakımı ve onarımı, bilgisayar destekli fabrika otomasyon işleri, montaj ve devreye alma çalışmaları, elektronik ve elektromekanik kantar üretimi, pancar kıyım makinesi üretimi yapılmaktadır. EMAF tüm bu üretimler için planlama, projelendirme, keşif, maliyet çıkarma ve satış sonrası hizmetlerini de yerine getirmektedir. Kampanya döneminde de kampanya dışı bakım onarım döneminde de tüm fabrikalara en hızlı şekilde hizmet verecek bir kurumsal yapıda organize edilmiştir. İleri teknolojiler kullanarak üretim yapmakta ve ileri teknoloji kullanan işletmelere hizmet pazarlamaktadır.
Bu nedenle şeker fabrikaları dışında TÜRKŞEKER’in makine fabrikalarına, çimento fabrikalarına, kâğıt fabrikalarına, demir-çelik fabrikalarına, bazı tekstil Fabrikalarına, DSİ, ASKİ, İSKİ, Afşin-Elbistan, Kemerköy, Yeniköy, Yatağan termik santrallerine, gübre fabrikalarına ve nihayet (sonunda) savunma sanayisine çeşitli dallarda hizmet vermektedir. Ankara Makine Fabrikası, Turhal Makine Fabrikası ISO 9002 ve EMAF, TSE Kalite Belgesi sahibidir ve tüm ürünler TSE, ISO ve DIN normlarına uygun olarak üretilmektedir. EMAF’ta 1998-2002 arasında ortalama 350 işçi istihdam edilmiş 3250 ton/yıl dolayında üretim yapılmış ve 2002 yılı değerleri ile 15,125 milyar TL’lik ciro yapılmış ve toplam üretim maliyeti 18,661 milyar TL dolayında gerçekleşmiştir.
Özetle ifade edildiğinde TÜRKŞEKER Makine Fabrikalarının 5 makine fabrikası ve Elektromekanik Aygıtlar Fabrikasıyla aşağıda ana başlıkları verilen işleri yapmakta ve yapma yeteneğine halen sahip bulunmaktadır. İlki 85 yıl önce kurulan bu büyük yapıtlar ülkemiz için dün olduğu gibi bugün de çok ama çok önemli ve ihmal edilmemesi gereken sanayi uygulama okullarıdır. Bu fabrikaların üretim yetenekleri içinde;
1- Komple (tam) şeker fabrikası
2- Komple (tam) çimento fabrikası
3- Kağıt fabrikası
4- Demir çelik fabrikası
5- Buhar kazanları
6- Hidrolik türbinler
7- Alternatörler
8- Dişli kutuları
9- Dişliler
10- Pompalar
11- Ventiller
12- Vinçler
13- Her türlü çelik yapılar
14- Petrokimya tesisleri donanımı
15- Elevatörler, helezonlar, bantlar gibi her çeşit taşıma elemanları
16- Statik konvertörler
17- Statik envertörler
18- Her çeşit güç elektroniği uygulamaları
19- Orta ve alçak gerilim elektrik şalt sistemleri
20- Her çeşit elektrik motorları onarımı
21- Basınç, sıcaklık, pH, iletkenlik, hız, düzey, debi gibi süreçte (prosesde) kullanılan fiziksel büyüklüklerin ölçümü ve denetimi için aygıtlar
22- Elektronik ve elektromekanik kantarlar
23- Ambalaj makineleri
24- Bilgisayar destekli otomasyon sistemleri
25- Savunma sanayi teçhizatı (AS: donanımı) 26- Her türlü döküm işleri yer almaktadır…