Etiket arşivi: erkler ayrılığı

Anayasal totalitarizme hayır!

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 07.09.2023, BİRGÜN

Adli yılı açış konuşmasında, “2011’den beri bir hayalimiz var” diyen Erdoğan, “Bu hayal, Türkiye’yi darbe Anayasasından kurtararak yarını kucaklayan, Türkiye Yüzyılına yakışır anayasaya kavuşturmaktır… Vaadimiz birinci sınıf demokrasi, ekonomi ve özgürlüklerin tamamlayıcısı, birinci sınıf anayasa olacaktır… Siyasi partiler, yüksek mahkemeler, üniversiteler, devlet kurumları, barolar ve milletimizin her ferdini sürece katkı vermeye davet ediyorum.” şeklinde konuştu.

Bu sözler ne anlama gelir?

GEÇİŞ ANAYASACILIĞI

Sosyalizm sonrası dönemden Arap baharı sürecine kadar yapılan anayasalar için “geçiş dönemi anayasacılığı” nitelemesi yapılır. Bu dö­nem, anayasa­nın üstünlüğü anlayışının ve anayasallık kültürünün gerilemesi bağlamında birçok olum­suzluğu beraberinde getirdi. Özellikle bazı Afrika devletlerinde, toplumsal gerçeklikten uzak metinler, anayasacılığı kuralların basit bir aşamalı sıralamasına indirgedi. Bu ise toplumun barışlandırılmasından çok, anayasa mahkemesi kararlarının dolanılmasını kolaylaştırdı. Usulün içeriğe, sözün öze üstünlüğü, anayasa hukukunu değersizleştirdi ve anayasanın meşruluğunu azalttı. Ya Türkiye?

NEREDEN?

Yüzyıl gecikme ile başlamış olsa da Türkiye’deki anayasal gelişmeler ve 20. yüzyıl Batı anayasacılığı arasında koşutluk açık.

Eğer bir “darbe anayasası” nitelemesi yapılacaksa, 2017 kurgusundan başkası olamaz. Çünkü 1982 Anayasası, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde başkalaşmıştı.

NEREYE?

Geçiş dönemi anayasacılığı (1990-2015) ve Türkiye için hukuk devletini onarım dönemi (1987-2004) arasında örtüşme var. Ne var ki 2016 darbe girişimi bahanesiyle 16 Nisan 2017’de halkoyuna sunulan metin, bir  “en’ler kurgusu” oldu.

Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran, kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran ve Osmanlı Devleti-Türkiye Cumhuriyeti Anayasal ve siyasal gelişmelerinde “en köklü” kopuş yaratan değişiklik oldu.

Haliyle, 2017 değişikliği, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ile sonuçlandı.

KAÇINCI SINIF?

Türkiye, “anayasal sınıflama” dışına itildi.

Bu kurgu, “Anayasa hayali” ile test edilebilir: “Birinci sınıf demokrasi ve birinci sınıf anayasa”.

Çoğulcu siyasal rejimin asgari standartları varsa rejim için  “demokrasi”, Anayasacılığın asgari gereklerinin varlığı ölçüsünde ise, “anayasal demokrasi” nitelemesi yapılır.

“Birinci sınıf” hayalinin anlamı, yirmi yıldır ülkeyi yönetenlerin, Türkiye demokrasisini  ve Anayasasını “2., 3. veya 4. sınıf olarak niteleme itirafıdır.

Ya “Türkiye yüzyılı”?

Hukuk toplumu ve Türkiye ekosistemi yüzyılı mı, yoksa yağmalanan ülke,  yok edilen birey özgürlüğü ve toplumsal özerklik yerine bir ümmet yüzyılı mı olacak?

SAYGI’YA ÇAĞRI

“Katkı çağrısı”nın en doğrudan anlamı, tartışma ve düşünce özgürlüğü demek.

Şu halde ilk koşul, “düşünce suçluları”nı özgür bırakmak ve YÜRÜRLÜKTEKİ ANAYASA’YA SAYGI olmalı.

Aksi durumda ‘hayal’, Anayasayı;

– “demokratik olmayan siyaseti meşrulaştırma” aracı olarak ve iktidar bekası için kullanmak,

– toptancı ve tek biçimli toplum ereğinde araçsallaştırmak DEMEK.

TOTALİTARİZME HAYIR!

Amaç iki sandıktan sonra ivme kazandırılan toplumu tek biçimli kılma çalışmaları, “Anayasa sandığı” ile pekiştirmek.

Yineleyelim :

  • Anayasa, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlama ve özgürlükleri güvenceleme ereğinde, toplumun gereksinimleri ve ortak iyiliği doğrultusunda hazırlanan bir belgedir.

Herkes için uyulması zorunlu ve bağlayıcı bir temel norm, hukuk devletinin asgari gereklerini yansıtmalı. Ne var ki, çağrı sahibi için Anayasa, bir norm olmaktan çok meşruluk belgesi olarak daha çok görünüşü kurtarma ve iktidarı sürdürme aracı haline geldi.

Bu nedenle, aymazlığına kapılmadan, ‘hayal’, hesap verebilir hükümet için “demokratik Anayasa” çalışmalarına ivme kazandırma vesilesi olarak görülmeli.

Demokratik toplumun, demokrasi inşası için neden vazgeçilmez olduğu, 1 Eylül çağrısı ile bir kez daha doğrulandı. Anayasal totalitarizm için TBMM’de çoğunluk ellerinin otomatik olarak kalkması, ancak sivil toplum örgütlerinin Anayasa sorununu sahiplenmesi ve siyasal partileri kuşatma altına almasıyla engellenebilir.

KPD ayrıştırıcı, DHD ise birleştirici

Yurttaş, kuralı koyan (yasama), onu uygulayan (yürütme) ve uyuşmazlıkları çözen (yargı) organların birbirinden ayrı olduğuna, hukuk önünde herkesin, eşit olduğuna inanmalı. Cumhuriyet’in niteliklerinin özü, demokratik hukuk devleti (DHD): yasama, yürütme ve yargının birbirinden ayrı organlarda toplanması anlamında erkler ayrılığı.

2017 Anayasa kurgusu, beş yıllık uygulamasında tek kişili yürütme, yasama ve yürütmeyi güdümü altına almasının ötesinde parti başkanlığı yoluyla Devlet tüzel kişiliği ile özdeşleşti. Öyle ki, parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme (PBDBY), adeta kişi+parti+devlet (KDP) birleşme (füzyon) sürecini beraberinde getirdi.

BİRLEŞME VE AYRIŞTIRMA

Bu üçlü füzyon, toplumu ayrıştırdı. Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) başkanı kişiliğinde somutlaşan üçlü birleşme, Cumhur İttifakı eşliğinde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) desteğiyle pekişti.

TBMM’de AKP’nin, Anayasa ve kamu yararına aykırı da olsa, her yasa önerisini kayıtsız koşulsuz destekleyen MHP, araştırma önergeleri görüşmelerinde yok.

Ama toplumu ayrıştıran asıl füzyon, ‘dava’ ve ‘yürüyüş’ sloganlarında somutlaşmakta.

Hiçbir felaket, tarihi yürüyüşümüzü sekteye uğratamayacak” (D. Bahçeli).

‘Dava arkadaşlığı’ ise, Erdoğan’ın süreğenleşen söylemi.

Dava yürüyüşü’, Cumhur İttifakı ortak paydası olarak görülebilir.

Türkiye ülkesi/Türkiye toplumu ve Türkiye Devleti’nin tarihsel/kültürel ve doğal değerleri ile anayasal ve siyasal belleğini silmeye çalışan zihniyet için “iktidar bekası”, her şeyin önünde. Bu bakımdan dava yürüyüşü, siyasal münavebe yollarını elden geldiğince tıkama ana hedefine odaklı. 2022 seçim ve sansür yasaları, Cumhur İttifakı’nın, siyasal iktidarı sürdürmek için baskı araçları.

Kuşkusuz “dava yürüyüşü”, Devlet düzleminde hukuk ve demokrasiye, toplumsal alanda da insan hakları değerlerine yabancı.

Hal böyle olunca, toplum, “dava yürüyüşü” yanlısı ve ötekiler biçiminde ayrıştırıldı ve bu süreçte, AKP ve MHP Genel Başkanlarının söylem, işlem ve eylemleri belirleyici oldu.

AYRILIK VE BİRLEŞTİRME

Erkler ayrılığı kuramına göre, yasama, yürütme ve yargı organlarında somutlaşan devlet örgütünün işleyişi, kurumlar ve kurallar yoluyla ilkeler ve değerler bütününde sağlanır.

Hak ve özgürlük öznelerinin gönüllü birlikteliğine dayanan özerk toplum yapısı, ancak demokratik devlet çatısı altında kurulabilir.

Yöneticilerin talimatlarıyla değil, hukuk kuralları ile biçimlenen toplum, hukuk toplumu veya demokratik toplum olarak nitelenir.

Özetle, erkler ayrılığı ekseninde işleyen anayasal demokrasi, toplumu birleştirici bir işlev görür.

YSK’NİN TARİHSEL İŞLEVİ

DHD, şu halde sivil alana hukuk toplumu kavramı ile yansır. Hukuk toplumu, toplumsal barış ve birliktelik güvencesidir.

CHP lideri Sayın Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı adaylığı, Millet İttifakı olarak DHD yolunun ilk adımı. Kuşkusuz bu yolda, HDP’nin öncülük yaptığı demokratik parlamenter rejimi savunan Emek ve Özgürlük güçbirliğinin payı da belirleyici.

Bu süreçte hukuk yoluyla demokrasi kavramı öne çıkarılmalı ve uygulamaya konulmalı.

10 Mart günü Sayın Erdoğan, kameralar önünde imzaladığı seçimlerin 18 Haziran yerine 14 Mayıs’ta yapılması kararı ile topluma meydan okuyarak kampanyayı da başlattı.

3. kez adaylık yasağından seçimlerde uygulanacak yasaya, parti genel başkanı CB adayına uygulanacak seçim yasaklarından sandık güvenliğine uzanan seçim sorunları karşısında tek belirleyici anayasal organ, Yüksek Seçim Kurulu (YSK).

Demokrasi inşası için yola çıkan partiler, başvuru haklarını kullanarak YSK’yi hukuki kuşatma altında tutmalı, toplumsal bütünlük ve gelecek kuşakların barış içinde yaşaması için.

Gezi’ye selam: Turizmi Teşvik ve Uludağ Alan Yasaları ardından Orman Kanunu değişikliğini görüşen AKP-MHP koalisyonu, ‘Türkiye ekosistemi’ne ihanet ediyor. Güvenli çevrede yaşam için mücadele bedelini özgürlükleriyle ödeyen Av. Can Atalay’a nice yıllar dilerken, Sevgili Mücella, Çiğdem ve Mine’ye, Hakan, Osman ve Tayfun’a selam olsun!

Anayasa dezenformasyonuna hayır!

Birikim ve yıkım belli; ya yapım?

İki Devletin iki yüzyıla yayılan anayasal ve siyasal birikimi iki ayda silindi. Yıkımı aşmaya yönelik somut uzlaşma arayışları, yeniden “anayasal dezenformasyon” yoluyla gölgelenmeye çalışılıyor.

TÜRKİYE’YE ÖZGÜ…

Anayasanın üstünlük ve bağlayıcılık özelliği, eğer erkler ayrılığı bağlamında yaptırım düzeneği varsa uygulamaya yansır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasından insan hakları Avrupa hukuku ile bütünleşmeye kadar, kırılmalara karşın ilerleme ve süreklilikler kayda değer. Düşünsel, örgütsel ve eylemsel olarak toplumsal ve siyasal düzlemde yürütülen anayasal mücadeleler ürünü olan birikim ve kazanımlar, Türkiye’ye özgü.

SARAY’A ÖZGÜ…

OHAL ortam ve koşullarında 2017 Anayasa değişikliği, “sivil ölü kadavraları” üzerinde kurgulandı. Bu köşede ve TBMM kürsüsünde her vesile ile vurguladığım üzere, hiçbir askeri darbe ve/ya müdahalenin yapmadığı ve/ya yapamadığı biçimde iki yüz yıllık birikim ve kazanım, iki ayda silinmek istendi.

Bilgi kirliliği yoluyla yaratılan “yıkım enkazı”, aynı yol ve yöntemle korunmaya çalışılıyor. Bütçe görüşmeleri, bütçe içeriğinden çok Saray düzensizliğini örtmeye yönelik bir platform olarak kullanılıyor.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), atanmış CB yardımcısı tarafından seçimle gelmiş kişi edasıyla çarpıtılırken, bir başka atanmış Adalet Bakanı, CB’nin olmayan siyasal sorumluluğu varmış gibi açıklamalar yapıyor. Gençlik ve Spor Bakanı ise, çekilme hakkı bile olmayan bürokrat değil de, seçilmiş kişi havasıyla onyıllar vizyonu ile coşuyor.

Kısaca, birbirinden kopuk olsalar da Saray ve bakanlar, PBDBY bekası için “anayasal dezenformasyon” yarışında.

Özetle; yıkım, Saray’a özgü olduğu için, bir “Saray yalanı” olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) de yalanlarla sürdürülmeye çalışılıyor.

KİMİN ANAYASASI?

TBMM’de CHP/HDP/İYİ Parti tarafından CBHS eleştirisi, her kez, “Anayasa sayfası artık kapandı” tepkisiyle karşılanıyordu AKP ve MHP’lilerce.

2020 ikinci yarısı 6 parti, anayasa raporlarını yazmaya başladı.

2021 ilk yarısı, AKP ve MHP de, “biz de anayasa yapıyoruz” dedi.

Ekim 2022’de başörtüsü gündemi fırsatıyla, yetkisiz Adalet Bakanı “anayasa örtüsü” örmeye soyundu.

28 Kasım 2022’de ise, Millet Masası, anayasa taslak metnini kamuoyu ile paylaşınca, bu kez, “biz de yaptık” yarışına girdi AKP ve MHP.

Oysa sorun, Saray Anayasası’nı pekiştirmek değil, Türkiye Anayasası yapmak.

ÇEŞİTLİLİİÇİNDE BİRLİK

Kamuoyu ile paylaşılan Anayasa taslağı, yasama+yürütme+yargı başlıkları ile sınırlı kalmalı idi; iki nedenle:

-2017 kurgusu, yasama + yürütme + yargı erklerini, doğrudan veya dolaylı biçimde tek kişili yürütmede birleştirdiği için, hak ve özgürlükleri boğdu. Bu nedenle, yargı bağımsızlığı temelinde erkler ayrılığını sağlamak öncelikli sorundu.

-Hak ve özgürlükler ise, bütünlüklü bir biçimde, katılım süreci işletilerek ve uzmanların katkısı sağlanarak ayrıca ele alınmalı idi.

Son dakikada hak ve özgürlüklerin torbalanması!, ana amacı gölgeledi.

Kuşkusuz, programları ve dünya görüşleri birbirinden çok farklı siyasal partiler arası uzlaşma metni, “çeşitlilik içinde birlik” simgesi olup, bir başlangıç eşiği.

Toplumun sahiplenmesi, eleştiri ve özeleştiri süreci ile sağlanacak.

Yöntem sorunu yanı sıra, dil ve içerik sorunu üzerine de söylenecekler az değil. Ama şimdilik, uzmanlık eksiğine işaretle yetineyim.

Ekmek/su/hava kadar önemli olduğundan her bireyin günlük yaşamında var olan Anayasa, bir bilgi, bilim ve uzmanlık işi aynı zamanda.

Bu nedenle, kişi+parti+devlet birleşmesine neden olan Saray iktidarını ayraç içine almak için, demokrasi yolunda doğru bilgi için anayasa bilimi ve uzmanlık gözardı edilmediği sürece, “anayasal dezenformasyona hayır!” denebilir. Fikir yerine fizik (yumruk) kullanan sözde temsilcilerin bulunduğu bir Meclis’te, bilgi ve uzmanlığı öne çıkarmak, her zamankinden daha yaşamsal.

Öncelik özgürlük değil, iktidar

Kuşkusuz, anayasaların önceliği özgürlük: İktidarı, bunu güvenceleyecek biçimde düzenlemek kaydı ile; yasama, yürütme ve yargı olarak erkler ayrılığı kuramına uygun olarak.

Bu genel yaklaşım, bizde de geçerli. 2017 Anayasa kurgusu ve uygulaması ise, erkleri fiilen bir kişide topladığı için, özgürlükleri de askıya aldı.

Bu nedenle, eğer Anayasa’nın emredici hükümleri uygulansa idi, S. Demirtaş’tan O. Kavala’ya, C. Atalay’dan M. Yapıcı’ya, binlerce kişi özgürlüklerinden alıkonulmayacaktı. Görünüşte yargı eliyle olmakla birlikte, sav+savunma+hüküm üçlüsünde belirleyici olan tek kişi yönetimi: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY). (Barış akademisyenleri (BAK) dosyaları da Saray güdümünde).

Kısacası, hak ve özgürlük ihlallerinin kaynağı, özgürlüklere değil, iktidara ilişkin hükümlerdir.

Bu nedenle, Anayasa önceliği, özgürlük değil iktidar olmalı.

Yasama+yürütme+yargı, parlamenter rejim ekseninde Anayasa yoluyla yapılandırılacak. 2023 seçimlerinde TBMM’de ortaya çıkacak çoğunluk ve seçilecek CB’ye göre, demokratik rejime geçilecek veya geçilmeyecek.

Eğer şu anda görevde olan CB (Yürütme)[1] ve onu destekleyen AKP-MHP (yasama), yeniden çoğunluk sağlar ise, PBDBY sürecek ve tek kişi yönetimi temellenecek; ümmetçi-biatçı insan yaratmaya elverişli toplum inşasına ivme kazandırılacak.

Buna karşılık, demokratik parlamenter rejimi (DPR) savunan Millet İttifakı (CHP/İYİ P./DP/SP/ Deva P./Gelecek P.) ve Emek-Özgürlük İttifakı (HDP/TİP vd) çoğunluğu sağlarsa, Anayasa değişikliği yolu da açılacak.

Parlamenter rejime geçiş için iki koşul: Sayı ve irade.

Konu, kurumsal anayasa hukuku: yasama+yürütme+yargı.

Seçim sonuçlarına göre, DPR yanlıları için beş olasılık var: üç uzlaşma ve iki çatışma.

UZLAŞMA…

400 vekil+CB: TBMM, birkaç ayda doğrudan Anayasa değişikliği yapabilir.

360 ve üstü+CB: Anayasa değişikliği ve halkoylaması, bir yıl gibi makul sürede yapılabilir. Fakat parlamenter rejim yanlılarının 360 gibi nitelikli çoğunluğa ulaşması, aynı eğilimde olan AKP-MHP vekillerinin de Anayasa’ya desteği ile sayı 400’e ulaşabilir.

301 ve üstü + CB: Yasama faaliyeti için yeterli olan salt çoğunluk, Anayasa değişikliği yolunu kapatmaz. Müzakere ve uzlaşma süreci, Anayasa değişikliği için 360’ı elde etme olasılığını gündeme getirebilir.

ÇATIŞMA KAÇINILMAZ

Son iki olasılık, cohabitation: TBMM çoğunluğu ve CB ayrışması.

Yarı-başkanlıkta Fransa’da cohabitation (birlikte oturma), yasama ve yürütme arasında frenleyici ve çatışmacı yönleriyle iki kez zar zor uygulandı.

İlk olasılık, TBMM’de DPR çoğunluğuna karşın, CB’yi Cumhur İttifakı’nın kazanması.

İkinci olasılık, CB’yi DPR yanlıları kazandığı halde, TBMM’de Cumhur İttifakı’nın çoğunlukta olması.

Her iki sonuç, yasama ve yürütme arasında fren ve dengeden çok çatışma olasılığını öne çıkarır.

Bu, Türkiye’yi Fransa’dan ayıran iki nedenle açıklanabilir:

Fransa’da yasama ve yürütme (hükümet) arasında sınırlı da olsa denge ve denetim düzenekleri işletiliyor. Hükümeti lağveden AKP ise, parti başkanlığı yoluyla yasamayı yürütme güdümüne soktu.

Fransa’da her iki taraf, yarı-başkanlık rejiminden yana. Türkiye’de ise, monokrasi ve demokrasi ayrışması, haliyle çatışmaları da körükleyecek.

HALKOYLAMASI GEREKLİ Mİ?

Hedef belli                   :

  • Yasama/yürütme/yargı üçlüsünü erkler ayrılığı ilkesi gereklerince yeniden yapılandırmak.

Parlamenter rejime dönüş için yapılacak bir Anayasa değişikliği TBMM’de 400 oy ile kabul edilirse, halkoylaması gerekli değil. Bu nedenle, neyin hedeflendiği çok iyi anlatılmalı. Özgürlüklerin güvencesi olması gerekirken, tehdit aracına dönüşen iktidar ile işe başlamak, sayı ve irade örtüşmesinin de bir gereği.

[1] 360 vekilin erken seçim kararı alması kaydı ile 3’üncü kez aday olabilir:
Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir” (2007’den bu yana hiç kesintiye uğramadan yürürlükte olan bu hükme 2017’de dokunulmadığı için bağlayıcılık etkisi sürekli oldu).

Cumhuriyet baharı ve ekolojik Cumhuriyet

Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir” (md.1). Cumhuriyet, “insan haklarına saygılı demokratik ve laik sosyal bir hukuk devleti” (md.2). Ne var ki, bu niteliklerin sistematik ve sürekli biçimde ihlali, Cumhuriyet’in özünü boşalttı. Bu nedenle, 2023 seçimleri, ‘Cumhuriyet baharı’ olarak hedeflenmeli. Bir yanda, gitmekte olan 2022 sonbaharı ve Cumhuriyet’e kastedenlerin sonbaharı; öte yanda, gelmekte olan 2023 ilk baharı ve Cumhuriyet’i yeniden kurma baharı. Doğal mevsim ve siyasal mevsim örtüşmesi açık. Aslında, Anayasa bütünsel yorumlanarak Cumhuriyet, üç sıfatla nitelenebilir: Demokratik, sosyal ve ekolojik.

DEMOKRATİK CUMHURİYET (DC)

DC, erkler ayrılığı yoluyla iktidarı sınırlayarak hak ve özgürlükleri güvenceleyen demokratik hukuk devletidir. Siyasal iktidar, serbest seçimler yoluyla el değiştirir. Bunun güvencesi, başta düşünce ve örgütlenme gelmek üzere, hak ve özgürlüklerin kullanılabildiği demokratik toplumdur. İnsan hakları, Cumhuriyet’in ve demokrasinin altyapısıdır.

SOSYAL CUMHURİYET (SC)

SC, ‘sosyal devlet’in (md.2) hak ve özgürlükleri geliştirme (md.5) ve eşitliği sağlama (md.10) yükümlülükleri, sosyal, kültürel ve iktisadi hak güvenceleri ile somutlaştırılıyor. Demokratik Cumhuriyet dayanağı olan insan hakları kullanılabildiği ölçüde, sosyal Cumhuriyet alt yapısını oluşturan hak ve özgürlükler geçerli kılınabilir.

EKOLOJİK CUMHURİYET (EC)

Çevre hakkı, yalnızca madde 56’da öngörülmüş olsa da, Türkiye ülkesi, tarihsel, kültürel ve doğal varlık ve değerleri, kırsal ve kentsel çevresi, kıyılar ve tarım arazileri, ormanlar ve doğal kaynakları ile anayasal düzlemde korunmakta. Devletin çevre kirliliğini önleme, çevreyi koruma ve geliştirme üçlü yükümlülüğü, çevre hakkının anayasal gerekleridir. Ülkesel hükümlerin, md. 56 ve bütün hakların güvence ölçütlerini öngören md.13 ışığında yorumlanması ve uygulanması, çevre devletinin asgari gereklerini tesciller.

NE ÖLÇÜDE GEÇERLİ?

Kurumlar ve kurallar, ilkeler ve değerler bütününden oluşan Cumhuriyet’in üç boyutu ne ölçüde geçerli? Yasama, yürütme ve yargı, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yükümlülükleri ile kuşatılmış olsa da,

  • Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme,
    emredici Anayasa hükümlerini sürekli kurşunluyor.

Hukuk devletinin asgari gereklerinin sistematik olarak ihlali, hemen her gün tanık olduğumuz keyfi uygulamalarla doğrulanıyor.

  • Yaygın yoksulluk ve açlık, sosyal devlet gereklerinin (md.65)
    amaç dışı kullanımının sonucudur.

Torba yasalar, torba CBK ve Cumhurbaşkanı kararları ile Türkiye çevresi dizginsiz bir biçimde yağmalanıyor.

Onarılabilir değil…

2023 ilkbaharı, siyasal bakımdan halkın demokratik hukuk devleti kurma iradesini ortaya koyacağı bir tarihsel bir dönem olacak. Hukuk devleti onarılabilir; ama bu yılları alır… Sosyal devlet için, fırsat ve olanak eşitliği on yılları gerekli kılar. Ya çevre devleti?

  • Tarihsel, kültürel ve doğal kaynaklar,
    geriye dönüşü olmayan bir biçimde yok ediliyor.
  • Bu nedenle, çevresel, doğal ve ülkesel değer ve varlıkları ile
    Türkiye ülkesinin onarımı olanaksız.

Ağaç değil, orman…

Seçim takviminin işlemesine aylar kala, öncelikle olup bitenler doğru algılanmalı, anlatılmalı ve tartışılmalı. Zira, 100’üncü yıl ile örtüşen 2023 seçimleri, Cumhuriyet’in varlık dönemeci. Seçim sonuçları, ya Cumhuriyet’in kuruluşunda öngörülen amaçlar yörüngesine girecek ya da Cumhuriyet, tümüyle kuruluş amacı dışında bir mecraya yönlendirilecek. Seçmenlerin doğru bilgilendirilmesi, öncelikle, siyasal aktörlerin, DSE Cumhuriyet’in, geriye dönülmesi olanaksız bir tehlike karşısında bulunduğunu kavramalarına bağlı. Ne var ki, demokratik parlamenter sistem öneren siyasal parti temsilcileri ve mensupları, söylemlerini büyük tehlike ve ana hedef yerine ikincil sorunlar üzerine yoğunlaştırıyor.

Tarihinin en keskin dönemecini, demokratik, sosyal ve ekolojik Cumhuriyet yönüne çevirebilmek umut ve inancı ile 99. yıl kutlu olsun!

Güçlü yetkiler demokrasi için kullanılacak

GÜNCEL29.09.2022, BİRGÜN

“CHP için öncelik; seçim değil sistem, iktidar değil Anayasa” yazısındaki (26.09.19) öngörü ve öneriler, ilerleyen zamanda doğrulandı.

  • 2017 Anayasa kurgusunun 4 yılı aşan uygulaması, Türkiye Cumhuriyeti’ni, ülkesi ve ulusu ile yıkım eşiğine sürükledi.

Belirleyici etken, OHAL koşullarında devlete ve hükümete ilişkin bütün yetkilerin tek kişide toplanması oldu: Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY).

Millet İttifakı’nın seçimleri kazanmasıyla CB’nin güçlü yetkileri, rejim/sistem değişikliği için kullanılarak ‘PBDBY ayracı’ kapatılacak. Nasıl?

-Anayasa’nın askıdaki hükümleri uygulanacak.

-Cumhurbaşkanı (CB), parti başkanı olmayacağı için yansız yönetimle, kişi+parti+devlet birleşmesi son bulacak.

-PBDBY yetkileri parlamenter rejim mantığı doğrultusunda kullanılacak.

YÖNETMEK VE KURAL KOYMAK

Yönetmek, yürütmenin; Anayasa değişikliği ise yasamanın görevi.

Bu çifte görevin kullanılması, TBMM’de elde edilen çoğunluğa bağlı. Üç olasılık:

-2/3 nitelikli çoğunluk: TBMM yasama faaliyetleri yanı sıra Anayasa değişikliğini doğrudan gerçekleştirebilecek.

3/5 nitelikli çoğunluk: TBMM’nin oyladığı Anayasa değişikliği, halkoyuna sunularak onaylanacak.

Salt çoğunluk: ‘Güçlendirilmiş parlamenter sistem’ (GPS) yanlılarının TBMM’deki çoğunluğu, uzlaşmacı bir anlayışla Anayasa değişikliği için muhalefet partilerinin de desteği ile yükseltilebilecektir.

PARLAMENTOCU MANTIK

Anayasal kurumların ana sorunsalı, değiştirilecek olan yürürlükteki Anayasa’ya parlamenter sistem mantığı çerçevesinde saygıdır.

Geçiş dönemi”nde Anayasa’nın, güçlendirilmiş parlamenter rejim hedefinde yorumlanması ve uygulanması, Cumhurbaşkanı artık parti başkanı olmayacağı için kolaylaşacak. CB kararnameleriyle oluşturulan Saray’daki Anayasa dışı politika kurullarının yetkileri bakanlıklara aktarılacak; Bakanlar, CB başkanlığında ve CB yardımcılarının da katılımıyla düzenli toplantılarla, dayanışma içinde kurul halinde çalışmalar yapabilecek. Bu çerçevede, CB yardımcıları, anayasal kurum ve kuralların işleyişinde eşgüdüm görevleri ile geçiş döneminde kilit işlev üstlenecek.

Bu yönetim anlayışına koşut olarak Anayasa değişikliği ve temel yasa düzenlemeleri, 28. Yasama Dönemi’nin tarihsel görev ve sorumluluğu olacak.

GPS için erkler ayrılığı çerçevesinde (yasama önünde sorumlu olan ve yasamanın güvenine dayanan hesap verebilir hükümet, anayasal denge ve denetim düzenekleri, görev+yetki+sorumluluk ilkeleri ve yargı bağımsızlığı gibi) teknik nitelik ağırlıklı Anayasa değişiklikleri öncelik taşıyacaktır.

İKTİSADİ GÜVENLİK

Hukuki güvenliğin olmadığı bir devlette ekonomik istikrarın da olmayacağı, 2017 Anayasa kurgusu ile kanıtlandı.

PBDBY’de uzman ve özerk düzenleyici birimler tasfiye edildi (DPT gibi) veya tek kişinin keyfi tercihleri nedeniyle işlevsiz kılındı (TCMB gibi).

  • İktisadi bunalım ve yoksullukta, hukukun çökertilmesinin payı belirleyici.

Bu nedenle, geçiş döneminde Anayasa’nın görev+yetki+sorumluluklar bağlamında uygulanması, iktisadi güven ve istikrar için de gerekli.

Şu halde, iktisadi istikrarı sağlamanın ön koşulu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip, siyasal ve yönetsel yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçtiğine göre, demokratik hukuk devleti kurumları ve kurallarının işletilmesi önem taşımakta. Yine, geçiş döneminde kamucu ve planlı ekonomi politikalarını uygulamaya koymak veya sosyal devlet gereklerini olanak ve fırsat eşitliğini sağlamaya yönlendirmek de mümkün olacak.

Burada yalnızca değinilen öngörü ve öneriler, CHP öncülüğünde kurulan Millet Masası ortak paydaları haline geldikçe yol haritası da somutlaşacak ve kamuoyu ile paylaşılacak.

Özetle                                         :

  • CB’ye tanınan güçlü yetkiler, bu kez, demokratik hukuk devleti ereğinde güçlendirilmiş parlamenter sistem için kullanılacak ve ‘PBDBY ayracı’, Cumhuriyet’in 2. yüzyılı eşiğinde kapatılacaktır.

Şili ve Türkiye’de Anayasa güncelliği…

DÜNYA15.09.2022 BİRGÜN

 

Anayasacılık: Eski anlayışlar, yeni dünyalar. VI. Anayasa Hukuku Dünya Kongresi’nin başlığı bu. Uluslararası Anayasa Hukuku Derneği (UAHD) tarafından 12-16 Ocak 2004’te Santiago’da düzenlenen ve 62 ülkeden 500 anayasacının katıldığı toplantı, genel oturumlar ve atölye çalışmaları şeklinde gerçekleşti. Yaklaşık 250 bildirinin sunulduğu kongrede, ‘devlet-ötesi’ gelişmeler ve ‘insan hakları’ sorunsalı tartışmaların odağında yer aldı: Devletin önemi, evrim sürecindeki dünyada anayasal modeller, haklar, devletler, azınlıklar ve yerli halklar, ifade özgürlüğü, özel yaşam ve internet, İnsan hakları ve özel hukuk, kendini belirleme hakkı, sosyal ve ekonomik haklar, anayasa, yerel demokrasi ve temsil, ulusal-ötesi yurttaşlık hakları, anayasaların yürürlüğe konulmasında uluslararası zorlamalar, Anayasaların revizyonunda yarışmacı modeller’ (…). (İ. Kaboğlu, Hukukta Küresel Eğilim, 26.2.2004, Radikal)

TOPLUMSAL BARIŞ İÇİN…

2019: Başkan S. Pinera’nın metro ücretlerini artırma kararına tepki olarak 1 milyon Şilili gösteri yaparak yeni bir Anayasa istedi. Farklı siyasal güçler arasında anayasa yazım temellerini atan ‘sosyal barış‘ anlaşması imzalandı.

2020: Anayasa yapım ilkesini referandum yoluyla Şili halkı onayladı.

2021: Kadın-erkek eşitliği temelinde 17‘si yerli halklara özgülenen 155 üyeli Anayasa Konvansiyonu seçildi.

2022: Konvansiyon, yeni bir Anayasa yazdı; 4 Eylül’de halkoyuna sunulan metin reddedildi.

FAZLA İLERİ!

Haliyle, Pinochet diktatörlüğü dönemi (1973-90) ürünü olan ve neoliberal damga taşıyan 1980 Anayasası yürürlükte kaldı.

Geniş sosyal haklar yelpazesi, kadın erkek eşitliği, kadınların kendilerini belirleme hakkı, yerli halkların tanınması, direnişleri besleyen haklar; kamu malı olarak su hakkı, (…) Şili halkı için fazla görüldü.

Merkez solun bir kesiminin desteğiyle Şili sağı, tasarıya karşı kampanya yürüttü.

Santiago sokaklarında atılan sloganlar: Yaşasın Şili! Reddediyorum. Mutluyum! Biz tek bir ulusuz, Mapuche (yerli halklar) Şilili’dirler, çokulusluluk yoktur.

Özetle; ‘yurttaşların eşitliği ilkesine dayanan ilerici, feminist, ekolojik ve sosyal bir anayasada fazla ileri gidilmişti.

ŞİLİ ve TÜRKİYE

Sınıraşan anayasacılık, birbirine çok uzak ülke anayasaları arasında birçok benzerliği öne çıkarabiliyor. Şili ve Türkiye benzerlikleri ise, sınıraşan anayasacılık ötesinde: darbeler, sol düşmanlığı, hak ve özgürlüklerde ‘ileri gitme’, milliyetçi ve muhafazakarlık, istikrar sorunu ve bilgi kirliliği.

ABD güdümü: 11 Eylül 1973’te Allende hükûmetini deviren darbe destekçisi ABD, 12 Eylül 1980 darbesi için, ‘bizim çocuklar başardı‘ diyecekti.

Komünist avı: Türkiye’de ‘komünist avı‘, neredeyse Cumhuriyet ile özdeş; ‘ortanın solu Moskova’nın yolu‘ sloganı ise demokrasi ile. ‘Komünist avı‘, ABD gölgesindeki Latin Amerika devletlerinde ve Şili’de de yaygın.

Hak ve özgürlük lüksü: 1961 Anayasası, 12 Mart 1971 muhtırası sonrası iktidar lehine değiştirilirken, ‘özgürlükler, toplumun ilerisinde‘ gerekçesi kullanıldı.

Yerliler ve göçmenler: Türkiye halkının etnik çeşitliliğini ‘kart-kurt’a indirgeyen ve Alevi köylerine cami inşa eden 12 Eylül ırk ve din sentezcilerinin zihniyeti, sözde milliyetçi-muhafazakar yönetimde, kılıç ve tehditler eşliğinde sürüyor.

Bilgi kirliliği ve beka sopası da, 2017’de bizde ‘evet‘, 2022’de Şili’de ‘hayır’ için kullanıldı. Beka ve istikrar söylemi, ‘aba altında sopa’ ortak paydasında buluşuyor.

Şili’de siyasal güçler, ‘Anayasa reformu başarısızlığını aşma sorunsalı’ üzerine tartışadursun, Türkiye halkı, 2017 kurgusunu aşabilecek mi?

Bizdeki temel fark şu: 1982 Anayasasında 1987-2004 çizgisindeki değişiklikler, hak ve özgürlük güvencelerini pekiştirdi; 2007-2017 ekseninde ise, tam tersine, siyasal iktidarı sınırlayıcı düzenekler kaldırıldığı için hak ve özgürlükler, anayasa metninde kaldı. Bu nedenle;

  • Erkler ayrılığı temelinde Yasama, Yürütme ve Yargıyı yeniden yapılandırmak,
  • Başta CHP, ‘eşitlik, yurttaşlık ve laiklik‘ üçlüsünde
  • Cumhuriyeti savunan bütün siyasal partilerin öncelikli ve ivedi tarihsel görevidir.

Anayasal ve siyasal açıdan Gezi

  • AKP iktidarının kara propagandasına karşılık Gezi hareketi sadece toplumsal bir hakkın kullanımına değil Anayasal gerekçelere de dayanıyor.

TBMM Üyesi, Anayasa Komisyonu CHP Grup Sözcüsü, hukukçu Prof. Dr. İbrahim Ö. Kaboğlu yazdı.

Gezi, zaman ve mekân, anayasal düzen ve yönetim tarzı ışığında elden geldiğince bütüncül bir bakış açısı ile değerlendirilebildiği ölçüde, Türkiye’nin demokratik hukuk devleti yolculuğuna katkı sağlayabilir.

ANAYASAL DÜZEN SACAYAĞI: ÜLKE/İNSAN/DEVLET

ÜLKE:  Kentsel-kırsal ve kültürel çevre, tarihsel-kültürel ve doğal değerler, ülkesel ve/ya çevresel anayasal haklar olarak korunur.

İNSAN: Özgürlük ve haklar, ödev ve sorumluluklar, Anayasa ile özdeştir.

DEVLET: Ülkeyi ve çevreyi, özgürlükleri ve hakları koruma ‘görev, yetki ve sorumluluk’  üçlüsünde; kuralı koyan (yasama) , kuralı uygulayan (yürütme)  ve uyuşmazlıkları çözen (yargı)  olmak üzere erkler ayrılığında somutlaşır.

Ülke/insan ve devlet sıralaması bakımından Devlet, yaşam kaynağı yeryüzü parçası üzerinde hak özneleri olarak insanların gerçekleştirdiği örgütlenmedir.

  • Devletin varlık nedeni, ‘ ülkeyi ve toplumu korumak’.

Anayasa, bu amaçla;

Ülke ve çevre için, önlemek/korumak/geliştirmek,

İnsan hakları için, saygı göstermek/korumak/geliştirmek,

Yükümlülüklerini öngörüyor.

Bu yükümlülükler dizisi, ‘Anayasa neden ekmek, su ve hava kadar önemli?’ sorusunun da yanıtı.

ANAYASASIZLAŞTIRMA VE GEZİ

Görev, yetki ve sorumluluk sahiplerinin yükümlülüklerine ilişkin kuralları ihlâl süreci olarak anayasasızlaştırma, 2013’te görünür hale geldi.

Gezi olayları ile örtüşen anayasasızlaştırma, Gezi’den sonra ivme kazandı:
– 17-25 Aralık 2013 süreci;
– 15 Temmuz (2016) başarısız darbe girişimi ve
– 16 Nisan (2017) Anayasa halkoylaması, (iktidar içi kavga, silahlı kalkışma ve OHAL koşullarında Anayasa değişikliği dayatması)

anayasal düzeni ihlâl ve ilga girişimleridir.

“Gezi’de AVM yapılacak” diyen Başbakan’ın, özellikle 2011 seçimleri ardından hemen her istediğini yaptırdığı dönemdi. Öznel tasarrufları, ikili ihlâller zincirinde şekilleniyordu:

-Ülke, çevre, tarihsel ve kültürel değerler;

-İnsan hakları; yaşam tarzına müdahaleden demokratik hak ve özgürlüklere kadar.

İşte, Gezi Parkı’nda Topçu Kışlası kamuflajı ile bir AVM inşasının ilk adımı olan ağaçların sökülmesine gösterilen ve çığ gibi büyüyen tepki, siyasal krizleri varlığını sürdürme aracı olarak gören AKP’nin Anayasa dışı yönetimine karşı demokrasinin post-modern mantığı ile verilen toplumsal yanıttır. Gezi açısından Anayasa düzeni neyi ifade eder?

ANAYASAL DÜZEN VE KORUNMASI

Ülke ile ilgili kurallar, ilkeler ve değerler bütünü, Anayasa güvencesi altında.

Türkiye: “Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” (md.3) kuralı ile vurgulanan, yalnızca ülkesel bütünlük olmayıp, “bütün ülke” ve “ülkenin bölünmezliği” (md.5) vurgusu ile nitelikli bütün ülkedir.

-“Kamu yararı” gerekleri: kıyılardan yararlanma (md.43), toprak mülkiyeti (md.44) ve tarım, hayvancılık (md.45) gibi alanlar, kamu yararındandır.

Tarih, kültür ve tabiat varlıklarının korunması: Devlet, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının ve değerlerinin korur; bu amaçla düzenleyici ve özendirici tedbirleri alır (md.63).

-Doğal kaynaklar: Tabii servetler ve kaynaklar Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır (md.168).

Ormanlar: Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli yasaları koyar ve tedbirleri alır (md.169).

Planlama: Ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmayı, özellikle sanayi ve tarımın yurt düzeyinde dengeli ve uyumlu biçimde hızla gelişmesini, ülke kaynaklarının döküm ve değerlendirilmesini yaparak verimli biçimde kullanılmasını planlamak, bu amaçla gerekli teşkilatı kurmak Devletin görevidir (md.166).

Kentsel kamu düzeni, “sağlıklı ve düzenli kentleşmeyi gerçekleştirmek ve kamu mallarını korumak” ve “şehirlerin özelliklerini ve çevre şartlarını gözeten planlama” yükümlülüklerinde somutlaşır (md.23 ve 57).

Anayasa, aktarılan farklı hükümleriyle bir yandan, kentsel, kültürel ve kırsal çevre üçlüsünde, öte yandan doğal, kültürel ve tarihsel çevre üçlüsünde bütünleşik çevresel bakış lehine yorum için gerekli ögeleri içermektedir.

ÖNLEMEK/KORUMAK/GELİŞTİRMEK

Devletin çevre kirliliğini önleme, çevreyi koruma ve geliştirme ödevi, genel olarak insan hakları karşısındaki üçlü yükümlülüğü ile örtüşür: saygı göstermek, korumak ve geliştirmek.

  • Anayasa madde 56, herkesin sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkı güvencesi olarak üçlü yükümlülüğü öngörür.

Çevre kirlenmesini önlemek: Çevreyi bozan veya çevre üzerinde olumsuz etkilere yol açma riski yaratan faaliyetler (planlama, ilgili kararlar ve uygulamaya koyma) için çevresel etki değerlendirmesi (ÇED) önkoşuldur.  ÇED uygulaması ve etkililik derecesi, Devletin önleme yükümlülüğünü yerine getirme aracıdır.

Bu anayasal dayanak, yurttaşlara ve sivil toplum örgütlerine, doğayı bozucu etkinliklere doğrudan müdahale hakkını verir; bu eylemlere karşı kolluk güçleri,
kamu düzeni” adına zor kullanamaz.

Çevre sağlığını korumak: Devletin koruma yükümlülüğü, uyumlu ve dengeli bir çevre korumasını da kapsamına almaktadır. Bu yükümlülük, çevre hukukunun farklı alanlarını da kapsar: tarihsel, kültürel ve doğal miras, kıyılar, doğal servetler ve kaynaklar; ormanlar…

Çevreyi geliştirmek: Devletin bu yükümlülüğü, genel dayanağını madde 5’te bulur: “… kişinin hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak”.

  • Önlemek,
  • Korumak ve
  • Geliştirmek

biçimindeki üç aşamalı yükümlülük, Devlet adına karar alan kamu makamları için olduğu kadar, onların denetimi altında faaliyette bulunan özel sektör kuruluşları ve yurttaşlar açısından da geçerli. Kuşkusuz ödev-hak ikilemi, çevre kirliliğinin önlenmesi, ülkenin doğal dokusunun korunması ve çevrenin geliştirilmesi konusunda bireyin konumunu pekiştirdiği gibi, sivil toplum örgütlerinin girişimleri için de anayasal temel sağlamaktadır.

  • Bu anayasal dayanak, yurttaşlara ve sivil toplum örgütlerine, doğayı bozucu etkinliklere doğrudan müdahale hakkını verir; bu eylemlere karşı kolluk güçleri, “kamu düzeni” adına zor kullanamaz.

Zira yurttaşların, kentsel kamu düzeni ve çevresel kamu düzeni adına bekçiliğini yaptığı, nitelikli bir ülkenin bütünlüğüdür. Bu çerçevede kamu yararı, toplum yararının ötesine geçen ve -gelecek kuşaklar dahil- ülkesel yararı da kapsamına alan üst bir kavramdır.

Kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının bu çerçevede öne çıkmaları, “mesleğin genel menfaatlere uygun olarak gelişmesini sağlamak” anayasal amacı ile örtüşmektedir (md.135).

 ÖZGÜRLÜK ÖLÇÜTLERİ EKOSİSTEM İÇİN DE GEÇERLİ

Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.” (md.13)

Bu genel hüküm ışığında; çevre üzerinde bozucu etki yaratan faaliyetler, çevresel denge ve uyum bakımından ölçülü olup olmadığı ve hakkın özüne dokunup dokunmadığı yönünden irdelenmeli; yaşam hakkının, “sağlıklı ve dengeli çevre” bağlamında çiğnenip çiğnenmediği de araştırılmalıdır.

Denge ve sağlık” kavramları, beşerî varlığı aşan türler olarak hayvan (fauna) ve bitkileri (flora) de kapsamına alır.

Daha genel olarak; Devletin önleme, koruma ve geliştirme ödevini etkili kılmada, “demokratik sosyal hukuk devleti” ilkesi, çevresel düzenlemelerin de genel ölçütü olarak uygulanmalı. Zira katılımcılık, demokratik sosyal devlet ilkesinin gerekleri arasında, çevre korumasında büyük önem taşır.

Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” hükmü de ülke bütünlüğünün niteliksel olarak da korunması gereğini içerir şekilde yorumlanmalıdır.

Yine Devlet, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlama ve insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama yükümlülüğünü, ancak bütünlüğünü güvence altına aldığı nitelikli bir ülkede yerine getirebilir.

Ülkenin doğal, kültürel ve tarihsel mirasını bozan ve yağmalayan düzenleme ve uygulamalara yöneltilen eleştiriler, en geniş fikir ve ifade özgürlüğünden yararlanır (md.25-26, 28 vd.).

Yaşama hakkı (md. 17), özel ve ailevi hayata saygı hakkı (md. 20), mülkiyet hakkı (md. 35), çevre hakkını korumak için dayanılabilecek hükümlerdir.

Hak arama özgürlüğü (md.36) ve yargı bağımsızlığı (md.138), “çevresel adalet” (ekolojik adalet) hizmetindeki anayasal güvencelerdir.

Hak ve özgürlüklere ilişkin Anayasa maddeleri, fikir-hareket ve toplu eylem zincirinde çevre hakkı hizmetine konulmaya elverişlidir. Ülkenin doğal, kültürel ve tarihsel mirasını bozan ve yağmalayan düzenleme ve uygulamalara yöneltilen eleştiriler, en geniş fikir ve ifade özgürlüğünden yararlanır (md.25-26, 28 vd.). Toplanma ve gösteri özgürlükleri ile dernekleşme hakları (md.33 ve 34), üstün kamu yararı ereğinde çevresel değerlerin korunmasına yönlendirilir.

GERİYE GÖTÜRÜLMEZLİK NE DEMEKTİR?

Geriye götürülmezlik ilkesi, çevre hukukunun genel ilkesi olup, var olan durumun gerisine götürecek düzenleme ve faaliyetlere olanak tanınmaması anlamına gelir. Çevresel hukuk, yalnızca Anayasa’da ve uluslararası belgelerde yazılı olan kurallardan ibaret olmayıp, onların yorumu ve uygulanması ile birlikte bir bütün oluşturur. Çevresel kazanımları zedeleyici düzenlemeler, geriye götürülmezlik ilkesi ile bağdaşmayacağından, bütüncül yorum, önemli ve gereklidir.

Yükümlülüklerini yerine getirmeyen kamu görevlilerine karşı, bütünleşik çevre koruması ereğinde barışçıl yurttaş eylemleri, -aynı zamanda gelecek kuşaklara karşı– hak ve ödev birlikteliğinde güçlü bir korumadan yararlanır ve yaptırıma tabi tutulamaz.

ANAYASAL DÜZENİ, POST MODERN DEMOKRASİ MANTIĞI İLE KORUMAK

Anayasal hak ve özgürlüklerin kullanılmasıyla yine anayasaca güvence altına alınan değer ve varlıkların korunması, esasen, yürütme-yasama-yargının, “önlemek/saygı göstermek, korumak ve geliştirmek” yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle yurttaşların, yurttaş girişimlerinin ve kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının anayasal hak ve ödevlerini yerine getirmeleridir. Bu bakımdan

  • Gezi sahiplenmesi, anayasal düzenin korunmasıdır.

Kente karşı işlenmekte olan suçları önlemek için kitlelerin siyasal ayrışmalar ötesi müdahalesi, Anayasa dışı siyasete karşı, ülkesel anayasal düzeni toplumsal sahiplenmedir. Daha somut deyişle;

  • Siyasal aktörlerin anayasa dışı söylem-işlem ve eylemlerine karşı toplumun anayasa yoluyla tarihsel-kültürel-doğal ortak yaşam alanlarını sivil itaatsizlik ve direnişle koruması ve yaşam tarzına müdahalesini reddetmesidir.

Belli siyasal akımlara, toplumsal grup ve katmanlara indirgenemeyecek çok geniş yelpazeli ülke genelinde toplu hareket, lideri olmayan eylemler zinciridir. Sosyolojik ve siyaset bilimi açısından, eğer lideri olsaydı, böyle spontane (AS: kendiliğinden) ve çok yönlü çoğulcu bir toplumsal eylem gerçekleşemezdi.

Bu nedenle 25 Nisan (2022) günü verilen Gezi davası kararlarını, adil yargılanma hakkının zincirleme ihlâlleri olarak nitelemek, pek hafif kalır. Demokratik hukuk devleti (md.2) ve yargı bağımsızlığı (md.138) kurallarını hiçe sayan ve hukuk skandalları ile bezeli dosyalar aracılığıyla, bütün başkanlık unvanlarını uhdesinde toplayan kişinin 2023 seçimlerine yönelik beklentileri doğrultusunda verilen kararlar, “anayasasızlaştırma süreci”nin, AKP iktidarının 2. On yılında ve Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY)’nin, 4 yılda Türkiye’yi getirdiği eşiği göstermesi bakımından ibret vericidir.

Kente karşı işlenmekte olan suçları önlemek için kitlelerin siyasal ayrışmalar ötesi müdahalesi, Anayasa dışı siyasete karşı, ülkesel anayasal düzeni toplumsal sahiplenmedir.

Sonuç olarak : Anayasal düzeni ülke genelinde korumayı amaçlayan eylemler dizisinin kalbi olan Gezi, demokrasinin post-modern mantığı olarak, PBYDBY tarafından yeniden başlatılan bilgi kirliliği ile örtülemez ve kaçak Saray güdümündeki yargıçlarla yaptırıma tabi tutulamaz.

O. Kavala, C. Atalay, M. Yapıcı, T. Kahraman, Ç. Mater, H. Altınay, M. Özerdem ve Y. Ekmekçi’nin bir an önce özgürlüklerine kavuşması dileğiyle Türkiye’ye gelecek olsun!

Kısa özgeçmiş              :

CHP İstanbul Milletvekili, Anayasa profesörü İbrahim Özden Kaboğlu, 1986-2017 yılları arasında yurt dışındaki çok sayıda üniversitede öğretim üyesi olarak görev yaptı. 70’in üzerinde bilimsel makalesi ve Anayasa hukuku alanında 25’in üzerinde kitabı bulunan Kaboğlu 27.dönemde milletvekili seçilerek TBMM’ye girdi. Anayasa Hukuku Araştırmaları Derneği (ANAYASA-DER) Başkanı ve Anayasa Hukuku Dergisi yayın yönetmeni olarak da görev yapan Kaboğlu aynı zamanda TBMM Anayasa Komisyonu üyesidir.

 

ANAYASA MAHKEMESİ 60 YAŞINDA

PROF. DR. İBRAHİM Ö. KABOĞLU
ibrahimkaboglu@yahoo.fr
https://www.gazetepencere.com/anayasa-mahkemesi-60-yasinda/
25.4.22

Anayasa yargısı Avrupa modeli olarak Avusturya, İtalya ve Almanya anayasa mahkemelerinden sonra Türkiye’de 1961 Anayasası ile kurulan Anayasa Mahkemesi (AYM), askeri darbelere ve demokratik kopmalara karşın varlığını ve önemini hep sürdürdü.
AYM’nin faaliyete geçmesi, 44 saylı yasa ile 25 Nisan 1962’de gerçekleşti.
2010 Anayasa değişikliği ile tanınan bireysel başvuru olanağı da uygulamaya 2012’de geçti. Haliyle, 2022 yılı boyunca, Anayasa Mahkemesi’nin 60. Kuruluş yılı ve bireysel başvuru uygulamasının 10. yılı üzerine değerlendirmeler ve bilanço çalışmaları yapılacak.

AYM KARARLARI KESİN HÜKÜMDÜR, BAĞLAYICIDIR

AYM’nin bütün kararları kesin hüküm niteliğinde olup, “yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar” (153/son).
AYM kararlarını değerlendirmek ve eleştirmek, yurttaşların hak ve görevleridir. Kararlardaki hukuksal yanlışları ortaya koymak ve önerilerde bulunmak, Anayasallık denetiminin etkililiği ve hukuk devletinin ilerletilmesi için gereklidir. Buna karşılık, AYM kararlarını tanımamak ve saygı göstermemek, hukuka uymayan, uymak istemeyen siyasal iktidarların yöntemidir.

ANAYASAL KURUM VE KURALLARA INANÇSIZLIK…

Anayasa Mahkemesi’nin iş yükü, Avrupa AYM’lerine göre hep çok oldu. Bireysel başvuru, AYM’nin iş  yükünü giderek fazlalaştırdı. Bunlara, Temmuz 2018’de Cumhurbaşkanlığı kararnameleri (CBK) eklendi. CBK, gerekçesiz, çoğu kez anayasal yetki çerçevesi dışında ve torba düzenleme şeklinde, nicelik olarak da yasalarla adeta yarışan bir tür “paralel mevzuat” mecrası (alanı) yaratmıştır. 27. yasama döneminde TBMM de norm koyma yetkisi bakımından hayli (oldukça) geriledi:

● Kendi tekelindeki yasa girişimini bile özgür iradesi ile yapamayan TBMM, nitelikli yasa bir yana; AKP-MHP’nin sayısal üstünlüğü, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerine açıkça aykırı düzenlemeleri, adeta “dayatmakta”.
●Öyle ki, Anayasa md.104/17’nin CBK için çizdiği çerçeve karşısında, tekelindeki yasama yetkisini bile kullanmakta duraksamakta ve yetki alanını CBK lehine daraltmakta.
●AYM’nin iptal kararları ile çakışan yasal düzenlemeler, TBMM Anayasa Komisyonu’ nun  görüşünü alma gereği bile duymadan yapılabilmekte. Yasama yetkisini kullanmaktan kaçınan, eksik veya Anayasa’ya aykırı kullanan Cumhur İttifakı, CHP’nin yargısal denetim yolunu kullanmasına bile tepkili: “Partinin bütün ömrü AYM’yebaşvuru ile geçiyor” (Ö. Çelik, AKP Sözcüsü). AYM’yi kapatma tehdidinin – tarihimizde bir ilk olarak- ortağından geldiği de malum.

AYM DENETİMİNİN ETKİLİLİĞİ İÇİN

AYM’nin etkili bir denetimi için öncelikle, yasama, yürütme ve yargı, Anayasa’ya saygı göstermeli…
Sonra, Anayasa Mahkemesi, Anayasa hükümleri ile karşılaştırmalı anayasa yargısında geçerli yorum yöntemlerini ve ilkeleri ugulamaktan kaçınmamalı…
Nihayet, yargı bütününde “adil yargılanma hakkı” gereklerini uygulamaya koymak amacıyla acil yasal düzenlemeler yapılmalı.
TBMM açısından; AYM’nin varlığı ve ‘Eğer Anayasa’ya aykırılık söz konusu ise buna Anayasa  Mahkemesi karar verir’ görüşü yanlış olup bu vb. açıklamalar hukuk devletine inançsızlığın dışavurumudur.
AYM denetimini etkisizleştirici olumsuz etkenlere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve AYM’nin vermiş olduğu pilot kararların gereği olarak TBMM’nin yasal düzenleme yükümlüğünü yerine getirmemesi eklenince, Anayasa’ya ve Avrupa Sözleşmesi’ne aykırı yasa maddeleri, sistematik hak ihlallerini süreğen kılmaktadır. Bu nedenle, ihmal yoluyla Anayasa’ya aykırılığa son verilmelidir.
Yürütme; Anayasa’ya aykırı CBK’lere son vermeli ve yargı sürecine müdahaleden kesinlikle kaçınmalı. Yargının AYM kararlarını yerine getirmemesi ise kendi kararlarına uyulmamayı da meşrulaştırması anlamına gelir; hukuk düzeni yargı eliyle kaldırılmış olur.

AYM NE YAPMALI?

Dava yolu, itiraz yolu ve bireysel başvuru yoluyla iletilen dosyalar üzerinde AYM’nin karar verme süreci, çoğu zaman yıllara yayılabiliyor. Çok geç ve az iptal kararı vermesinin yarattığı sakıncalara, gündem sorunu da eklenmekte:

Kamu yararı bakımından ivediliği bulunmayan kimi yasalara öncelik tanımasına karşın, güvenlik soruşturması gibi daha önce iptal ettiği konuların tekrar yasalaşması durumunda yapılan başvuruları ve bir tür OHAL’i kalıcılaştıran yasaları, karara bağlamamış bulunmakta.
Burada uzman üye sorunu veya AYM üyelerinin belirlenmesinde siyasal etkenlerin yarattığı sakıncalara girmeden, yürürlükteki Anayasal kurgusu içinde yapılabileceklere değinilecek:

●AYM, bireysel başvurularda norm denetimine göre daha özgürlükçü kararlar verebiliyor. Oysa, norm denetimine ilişkin kararların Anayasa’ya ve hukukun genel ilkelerine uygun olması  ölçüsünde TBMM’yi, daha özenli düzenleme yapmaya zorlayabilir. Bunun sonucu olarak da anayasal hak ve özgürlük ihlalleri azalacağından, biresel başvuru yığılması da önlenebilir.
AYM, etkili yorum yöntemlerini kullanma konusunda duraksamamalı. Kuşkusuz, karşılaştırmalı anayasa yargısı verilerinden de yararlanmalı; ancak örneğin, Anayasa madde 13’ün öngördüğü ölçüt ve ilkeler bile başlı başına güvence:

  • Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir.
  • Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz.”

Bu somut ölçüt ve ilkeler, Anayasa Mahkemesi’ne sözel yorumdan sistematik yoruma, tarihsel yorumdan teleolojik (ereksel/amaçsal) yoruma uzanan yorum yönetmelerini tikel olarak, bazılarını birlikte veya hepsini birlikte kullanma olanağı sunduğu halde, bu hükümden ve öğreti çalışmalarından yeterince yararlanıldığı söylenemez.
****

İnsan haklarına dayanan demokratik hukuk devleti için
3 AŞAMALI ÖNERİ

1 Anayasa’ya saygı gereği: Anayasa’nın üstünlüğü ve bağlayıcılığı kuralının öncelikli muhatabı yasama, yürütme ve yargı organlarıdır.
● Seçilmişlerin Anayasa’ya aykırılığı açık olan yasaları oylamaları, Anayasa ihlali olduğu gibi, Anayasa andı gereği ahlaki bir sorundur.
● Yürütme, yasaları uygulamakla yükümlü olup Anayasa’yı da doğrudan uygulama sorumluluğundadır.
● Yargı bütünü Anayasa’ya saygı göstermeli; AYM de gündemini kamu yararı ve ivedilik gereklerince belirleyerek daha adil ve hızlı karar vermelidir.
Kısaca, Anayasa ve yasalara genel saygı, keyfi işlem ve eylemleri en aza indirebilir.

2 Yasal düzenleme gereği: Adil yargılanma hakkı gerekleri doğrultusunda yargı erki yeniden yapılandırılarak yargı organları bütünü, özgürlükler güvencesi olarak kurgulanmadığı sürece, AYM önündeki dosya sayısını azaltma ve bireysel başvuru hakkını etkili kılma olanağı yoktur. TBMM, pilot kararlar gereği yasal  düzenlemelerde gecikmemeli; AYM önünde bireysel başvuru dosyalarını
–yargılamada makul süre örneği- eritici düzenlemeleri -tazminat komisyonu gibi- acilen yapmalıdır.

3 Anayasal düzen için: 2017’de kurulan ve siyasal-anayasal tarihimize yabancı olan parti başkanlığı yoluyla devlet başkanlığı ve yürütme;
● TBMM’nin yasama yetkisini özerk biçimde kullanabildiği,
● Yargının bağımsız olduğu ve Anayasa Mahkemesi’nin Avrupa modeli ekseninde yeniden yapılandırıldığı,
Hesap verebilir bir hükümetin bulunduğu, Erkler ayrılığına dayanan anayasal kurgu ile aşılmalıdır.

Bu önerilerin gerçekleşmesi dileğiyle Anayasa Mahkemesi’nin 60. yılı kutlu olsun!

PDF : 60. yılında AYM.. öneriler

Hukuk yoksa iktisat da yok

Alt-yapı ve üst-yapı ayrımı ile açıklanan toplumsal yapıda, üst yapılar, alt yapılara bağımlıdır. Alt-yapı olarak iktisadi düzen, üst-yapı olarak hukuk sistemini biçimlendirir. Marksist kuram, bu diyalektiğe dayanır.

Devlet yönetimi, hukuk ve iktisat arasındaki bu ilişkinin merkezinde yer alır.

Çağdaş anayasa hukuku ve siyaset bilimi, devletin varlık nedeni olan yasama-yürütme ve yargı erklerinin birbirinden ayrılması kuramı ile özdeşleşir: Kuralı koyan organ, kuralı uygulayan organdan ayrı; uyuşmazlıkları çözen organ olarak yargı ise, her ikisine göre bağımsızdır.

Türkiye yönetimi, alt-yapının belirleyici olduğu görüşünü genellikle doğruladı; ama bunu, kapitalist veya iktisadi liberalizmden çok, vahşi kapitalizm ve bir tür yağma düzeni olarak yaptı. Bunların başında çevre yağması ve kamu ihale yasasını delik-deşik etmek gelmekte.

  • Yalnızca Türkiye halkını soyan değil, Türkiye ülkesini de yağmalayan “beşli çete”, tipik araç.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBYDBY), anayasa hukuku ve siyaset biliminin yüzyıllara dayanan birikimini bir anda ve çırpıda siliverdi. Kişiliğinde topladığı çoklu devlet yetkilerine parti başkanlığını da ekleyen kişi, özerk ve uzman kuruluşları da, ya hukuku araçşallaştırarak (Üniversite yönetimleri) ya da fiili durum yaratarak (Merkez Bankası) özerk ve uzman kuruluşları da işlemez hale getirdi.

Fiili yetkileri, “konu uzmanı” olduğu iddiası meşrulaştırmaya ilahi inanca dayalı referansı da eklemeyi ihmal etmeksizin. Faiz indiriminde ‘nass referansı’, ilahiyatçılar doğrulamasa da, bunun belirgin göstergesi.

Kısacası, bütün siyasal karar düzeneklerini tasfiye ederek kendisini merkezi konuma yerleştiren kişi,

ülkeyi uçuruma sürüklerken, dinsel referansa sarılarak,
yarım haftada Türkiye halkının yarı yarıya YOKSULLAŞTIRILMASINI neredeyse takdir-i ilahi ile
açıklama densizliğine vardı.

Sonuç olarak, anayasa hukuku ve siyaset bilimi gereklerini ortadan kaldırarak Türkiye Cumhuriyeti’ni tek başına yönetmeye girişen kişi, “kişi-parti-devlet” birleşmesiyle alt-yapı ve üst-yapı ilişkisi bir yana, her ikisini de çökertti.

Kurtuluş Savaşı sonrası, Türkiye tarihinin en büyük ve yaygın yoksulluğuna sürükleyen kişi, halkla dalga geçercesine “ekonomik kurtuluş seferberliği” ilan etti.

Bütün unvanlarını kullansa bile, böyle bir seferberliğin başarı olasılığının bulunmadığını belirtmeye gerek var mı?

İktisadi sefalet, hukukun çökertilmesi sonucu olduğuna göre, öncelikle hukukun inşası ile işe başlamak gerekir. Bunun için öncelikle Anayasa, demokratik hukuk devleti ile bağdaşmayan maddelerden arındırılmalı; hükümet sistemi yeniden öngörülmeli, hükümet hesap verebilir olmalı, görev-yetki-sorumluluk üçlüsünde anayasal denge ve denetim düzenekleri kabul edilmelidir.

  • Türkiye’nin kurtuluşu, bütün yetkileri tek kişide toplamaktan vazgeçip,
    yetkileri farklı kişi, kurul ve kurumlar arasında paylaştırmaktan geçer.
  • Bunun için acilen demokratik hukuk devleti kurumları, kuralları ve değerlerine dönülmelidir.
  • Toplumun ve devletin tarihine ve kazanımlarına ihanetin bedeli, 85 milyon yurttaşa ödettirilemez.

Kurtuluş için, şu halde kesinlikle PBYDBY’nin ilan ettiği sözde seferberlikle değil, tam tersine PBYDBY’yi tasfiye ve demokratik hukuk devleti seferberliğini gerekli kılmaktadır.

Demokratik hukuk devleti, yasama-yürütme-yargı ekseninde erkler ayrılığı çerçevesinde özerk ve uzman kuruluşları da güvence altına alır.

Hukuk güvenliği, hukuk devletinin asgari gereklerinin geçerli olduğu bir anayasal düzende sağlanır.

Şu halde, iktisadi düzen ve güven, ancak hukuk güvenliğinin geçerli olduğu bir siyasal yapı ve toplumsal yaşamda geçerli kılınabilir.