Etiket arşivi: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi

Önce doğru anayasal bilgi

İbrahim Ö. Kaboğluİbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 14.09.2023 BİRGÜN

1 Eylül Anayasa çağrısına  “Anayasal totalitarizme hayır!” yanıtım üzerine 27. Yasama döneminde TBMM’de en yakın çalışma arkadaşım ve sevgili meslektaşım Dr. Sibel Özdemir’in tweet paylaşımı anlamlı:

“CB’nin 2017 Anayasası ile yok saydığı, itibarsızlaştırdığı “Siyasi Partiler, Üniversiteler, Yüksek Mahkemeler, Barolar, STK’lara demokratik Anayasa için destek çağrısı oldukça ironik. Asıl ve acil çağrı bu Kurumların olmalıydı.”

Cumhurbaşkanı, 12 Eylül’de daha kararlı: “Türkiye Yüzyılı hedefimizin unsurlarından biri olan yeni anayasayı milletimize kazandırana kadar çalışmayı, gayret etmeyi, mücadeleyi asla bırakmayacağız.”.

Tarihsel bilgi yanlışlarını bir yana bırakarak güncel sorunlara ilişkin düzeltme, saptama ve öneriler yapacağım:

1) “12 Eylül yönetiminin ülkemizin kalbine sapladığı en büyük hançer, üzerinde hala konuştuğumuz, tartıştığımız 1982 darbe anayasasıdır.”

12 Eylül söylemi, şu üç gerçeği örtmemeli:

-Kitlesel kıyımlar, 15 Temmuz darbe girişimi bahanesiyle Cemaat palazlanması karşıtı ve laik düzen yanlılarına yapıldı; FETÖ işbirlikçileri korundu.

-Anayasal onarım, 1987-2004 değişikliklerinde insan hakları ve demokrasi yönünde 1982 metninin iyileştirilmesidir.

-2017 değişikliği; Hükümeti, siyasal sorumluluğu ve denge-denetim kurallarını kaldırarak Anayasa tarihimizde “en derin kopuş” tur.

  • Özetle; eğer yürürlükte bir darbe Anayasası varsa, bu 1982 değil 2017 metnidir.

2) “Türkiye, çok daha iyi bir anayasayı ziyadesiyle hak ediyor . Doğru; Türkiye’yi çağdaş anayasacılıktan “en çok” uzaklaştıran ve kendi tarihine “en çok” yabancılaştıran, hiçbir darbe Anayasasını aratmayan bir “anayasa dışı kurgu” ayracı kapatılmalı.

3) “…kağıt üzerinde çok iyi metinlere sahip anayasaları olup da demokrasiden ve hukuk devletinden çok uzak uygulamaların hüküm sürdüğü ülkeler de söz konusudur.” Bu sözler,  AKP’ye bırakılan anayasal mirasa karşın,  2017 öncesi “anayasasızlaştırma” teyidi gibi.

 4) “… bize lazım olan, lafzı, ruhu ve hacmiyle, milletimizin dünyaya ve hayata bakışına, ülkemizin birikimine ve hedeflerine uygun bir anayasa metnidir.” 2017 kurgusu, Osmanlı-Cumhuriyet birikimini tümüyle yadsıdığı gibi, son 25 yılın “sivil anayasa”  çalışmalarının hiçbiri bunu önermemişti.

5) “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçiş yapılırken anayasayı tümden yeniden yazma teklifimiz, yine muhalefetin uzlaşmaz tavrı sebebiyle maalesef hayata geçemedi…” Ama 18 madde, demokratik muhalefete karşın, Anayasa dışı ve meşru olmayan yol ve yöntemlerle dayatıldı.

6) “Ülkemizin iki asırlık yönetim sistemi arayışının zirvesi olarak gördüğüm, ilk dönemini bitirip ikinci dönemine girdiğimiz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ni de bu kapsayıcı muhasebenin bir parçası kabul ediyorum.” Bu sözlerCBHS’nin iflasının itirafı…

7) Buradan tüm siyasi partilere, sivil toplum kuruluşlarına, akademi mensuplarına sesleniyorum, gelin konuşalım, tartışalım, müzakere edelim ama bu süreçten kaçmayalım..”. Hangi ortamda? Kendinizi bütün kamu görevlilerinin disiplin amiri yaptınız (R.G. 30.04.2021) ve size bağlı DDK’ye, “derneklerde, vakıflarda, kooperatiflerde, birliklerde ve bu kurum ve kuruluşların ortaklık ve iştiraklerinde “ denetim  yetkisini tanıdınız (RG 26.08. 2021).

8) ÜÇ SAPTAMA:

-Ana sorun: Hesap verebilir siyasal iktidar yoksunu anayasal düzen, demokratik değil.

-Vahim durum:  Resmi kurumlar -üniversiteler dahil- talimatla biat kültürüne sokuldu; yarı resmi ve sivil örgütler işlevsiz kılındı.

-En vahim olanı: 12 Eylül sonrası tasfiyeler, 80’lı yıllar sona ermeden onarıldı; 20 Temmuz 2016 kıyımları kalıcı kılındı; yeni kıyımlar sürüyor, özgürlükten yoksun kılmaya değin.

9) ÖNKOŞUL: Tartışma ortamı için, Anayasa’ya ve düşünceye saygı duyulmalı; Anayasa’ya aykırı uygulamalara ve düşünce suçlarına derhal son verilmeli…

10) ÖNCELİKLİ GEREKSİNİMDOĞRU BİLGİ: AKP, devraldığı anayasal mirası 15 yılda yok etti; Türkiye’yi “anayasasız” bir zemine sürükledi ve böylece iktidarının bekasını sağladı. Şimdi ise, “toplum mühendisliği” için Anayasal bilgi kirliliği yayıyor. Oyun büyük. Bu nedenle, doğru bilgi öncelikli…

Kişi ve ilke

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları
17 Temmuz 2023, Cumhuriyet

Siyasette ilkeler kişilerden önceliklidir. Ancak kişiler de önemsiz değildir. Çünkü ilkenin öznesi kişi ve kişilerdir. İlke sahibi olan veya olmayan, kişidir.

Örneğin Kemal Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Tunç Soyer, Gürsel Tekin gibi kişilerin CHP’de “değişim” ve/veya “yenilenme” sözcüğünü kullanırken, parti programındaki ilkeleri bir bütün olarak savunmamaları, bu ilkeleri kişisel keyiflerine göre ayıklamaları, kişilerle ilgili bir sorundur.

Bu durumda partinin yönetiminde olan bu kişilerin değişmesi gerekir, partinin yönetimine aday olan kişilerin de partinin yönetimine aday olmamaları gerekir.

Kişilerin ilkeleri ayaklar altına aldığı koşullarda, “kişilerin değişmesi önemli değildir, ilkeler  önemlidir” sözü boş laftan ibarettir.
***
CHP’nin parti programındaki temel ilkeler şunlardır                   :

  • Cumhuriyetçilik,
  • halkçılık,
  • devletçilik,
  • laiklik,
  • milliyetçilik,
  • devrimcilik,
  • sosyal demokrasi,
  • demokratik solculuk.

Cumhuriyetçilik, monarşinin anti-tezidir.

Halkçılık, oligarşinin anti-tezidir.

Devletçilik, serbest piyasacılığın, özelleştirmeciliğin anti-tezidir.

Laiklik, teokrasinin anti-tezidir.

Milliyetçilik, ümmetçiliğin anti-tezidir. (AS: Etnik bölücülüğün de!)

Devrimcilik, statükoculuğun anti-tezidir.

Karşı devrimci AKP iktidarı Türkiye’de monarşik, oligarşik,
serbest piyasacı, özelleştirmeci, teokratik, ümmetçi,
statükocu bir rejim kurmuş mudur? 
Kurmuştur!

Bu durumda “6 Ok” olarak da bilinen bu ilkelerin 21. yüzyılda geçerli olmadığını savunmak akıl tutulmasından başka bir şey değildir.

Ekonomik ve sosyal adaleti hedefleyen sosyal demokrasinin ve demokratik solculuğun, halkçılık ve devletçilik ilkeleriyle bağdaştığı ve bu ilkeleri tamamladığı da açıktır.

Bunun aksini savunmak da ayrı bir akıl tutulmasıdır.
***
Başta Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, CHP’yi yönetenlerin CHP’nin ideolojisi hakkında bir bilgilerinin olmadığı veya bu konuda bir bilgi sahibi olsalar da bu bilgiyi umursamadıkları anlaşılmaktadır.

Aynı durum CHP’de değişim istediğini iddia edenler için de geçerlidir.

  • CHP’de yetki sahibi olan bazı kişiler ne yazık ki bir parti içi eğitim sürecinden geçmek zorundadırlar.
  • Aksi halde CHP’ye de Türkiye’ye de hiçbir yarar sağlamayacakları gibi,
    CHP’nin bölünüp parçalanmasına neden olacaklardır.

Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve Bülent Ecevit döneminde CHP’de ideolojik bilinci yüksek birçok siyasetçi yetişmişti. Deniz Baykal ve Kemal Kılıçdaroğlu döneminde ise az sayıda nitelikli siyasetçi yetişti.

CHP 12 Eylül askeri darbesinden sonra, ideoloji ve ilke açısından, neredeyse bir çöle dönüştü. CHP’nin bugün yaşadığı sancılar da bundan kaynaklanmaktadır.

Sermayenin ve CHP yönetiminin denetimindeki medya üyelerine soracak olursanız, CHP’deki liderlik yarışı Kemal Kılıçdaroğlu ile Ekrem İmamoğlu arasındadır!

Sermaye de, CHP yönetimi de, durumun böyle olmadığını ve CHP’de başka genel başkan adaylarının da çıkacağını yakında öğrenecektir!
***
Öte yanda, parlamenter sistemde %25-30 oy alan bir siyasi partinin lideri de Başbakan olabiliyordu, ülkeyi yönetebiliyordu. Ancak Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olarak adlandırılan ucube yönetim biçiminde, Yürütmeyi temsil eden Cumhurbaşkanlığı makamını elde edebilmek için %50 oy oranına ulaşmak gerektiği için, Ekrem İmamoğlu gibi popüler bir liderin, ideolojiden yoksun olsa da, parlamenter sisteme geçilene kadar, Cumhurbaşkanı adayı olması, olağan ve gerçekçi bir yaklaşım olarak karşılanabilir.

Ancak CHP Genel Başkanlığı farklı bir konumdur. Kurultay’daki CHP Genel Başkanlığı seçimleri ile Cumhurbaşkanlığı seçimlerini iki ayrı kategoride ele almak, tarihsel ve siyasi bir zorunluluktur.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Kişi ve ilke17 Temmuz 2023

Seçimler-3: ‘‘Hangi Anayasa’’ gündemi?

İbrahim Ö. Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu
Siyaset 15.06.2023, BİRGÜN

İlk yazıda, adil seçim ilkesini zedeleyen hukuksuzluklara,

ikincisinde 14 Mayıs yasama tercihi ve 28 Mayıs öncesi  savrulmalara değinmiştim. (AS: Seçimler-2: 14 ve 28 Mayıs | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM)

Bu yazı ise, 28 Mayıs sonucu ve 2028’e giden yolda anayasal tehlikeler üzerine.

18 Haziran seçimleri, 2+1 tasarımına yönelikti: TBMM+CB seçimi, anayasal tercihi de ortaya koyacaktı: ‘demokratik parlamenter rejim’.

Deprem güncel, 14 Mayıs ise tarihsel kaldıraç olarak kullanılarak beş hafta öne alınan seçim sonuçları, öngörümün tersi anlamında geçmişe yönelik olarak okundu: ‘2017 kurgusu teyidi’

İKTİDAR ARACI

Cumhur İttifakına göre, 2017 kurgusu ‘Anayasa sayfası artık kapandı’.

Aynı İttifak, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS -kendi deyimleri) veya Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY –kendi deyimim) için de 2018 seçimleri sonrasında benzer ifadeler kullanarak ‘demokratik Anayasa önerileri’ni perdelemeye çalıştı.

Ne var ki, Millet İttifakı’nın demokratik parlamenter rejim hazırlıkları,  Cumhur İttifakı’nı 1 Şubat 2021’de ‘sivil anayasa’! gündemine yönlendirdi.

Parlamenter rejim çalışmalarının somutlaşması karşısında Anayasa gündemi için  bu kez, ‘seçim sonrası’nı işaret eden PBDBY yanlıları, 28 Mayıs sonrası, yine ‘sivil anayasa’! demeye başladı.

Görünen o ki Anayasa, TBMM’nin 28. Dönemin gündemde olacak.

Hangi ortamda? 2017 kurgusu öncesi ve sonrası Anayasasızlaştırma   ve bilgi kirliliği süreçlerinin yoğunlaştığı  bir dönemde.

Bakanlık devir konuşmaları keyfi yönetim itirafı oldu: Keyfi ve fiili (eylemli) yönetimden hukuksal düzene geçişe yönelik -özellikle İçişleri Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı- konuşmaları, seçimler sonucu siyasal iktidarın eldeğiştirdiği izlenimini yaratmayı amaçladı.

Oysa keyfilik,  2017 kurgusunun sonucu idi. Seçimler ise, tek kişilik hükümeti meşrulaştırma vesilesi olarak kullanıldı.

Anayasa’nın yeniden gündeme getirilmesi, şu üç amaçla anlaşılabilir:

-2017 kurgusunu pekiştirmek,

-Toplum mühendisliğini amaçlayan (başörtüsü ve aile) Anayasa değişiklik teklifini genişleterek yenilemek,

Derinleşen iktisadi bunalımı perdelemek.

Ne yapmalı?  Cumhur İttifakının ‘Anayasa gündem tekeli’ni kırmak. Bunun iki önkoşulu var: Doğru bilgi ve demokratik anayasa çalışmalarını sahiplenmek.

DOĞRU BİLGİ İÇİN…

Bakanlar listesi ve devir-teslim konuşmaları, 2017 kurgusuna karşı medya kuruluşlarını bile ‘kabine, hükümet ve bakanlar kurulu’ vb. kavramlar eşliğinde ‘parlamenter rejim sanal izlenimi’ yaratma yarışına soktu.

Yanlış kullanım, ‘seçimler bir anayasa oylaması oldu’ görüşüne ve haliyle PBDBY’nin meşrulaşmasına katkıdan başka bir işe yaramamakta.

Bu nedenle medya, sivil toplum örgütleri ve yurtseverler, gelişmeleri  yakından izlemek görev ve sorumluluğunda:

-Yürütme (CB) ve İdare (Bakanlar), Anayasa’nın emredici hükümlerine  ne ölçüde saygı gösteriyor?

-Yasama, Anayasa’nın özüne ve sözüne saygılı yasa yapıyor mu?

– Bu bağlamda, TBMM’ye -CHP listelerinden- giren Millet İttifakı adayları, katkı vermiş oldukları anayasa çalışması ile ne ölçüde tutarlı davranabiliyor?

Bunlar, olası bir anayasa değişikliği dayatması öncesinde sınav niteliğinde söylem, eylem ve işlemler olacak.

Şu halde asıl sınav, Millet İttifakı için şimdi başlıyor. Ancak ‘Anayasa, siyasetçilere bırakılamayacak kadar ciddi bir alan’ olduğu için sınav, anayasacılar ve hukukçular başta, sivil toplum örgütleri, özgür ve demokratik toplum savunucusu bütün yurttaşların.

ANAYASA UYANIKLIĞI

Başörtüsüne mutlak özgürlük ve güdümlü aile anlayışı öngören Anayasa değişiklik önerisini genişleterek yeniden gündeme getirme olasılığı nedeniyle,

-Cumhur İttifakı’nın yeni bileşenleri ile anayasal kazanımları sıfırlama isteği nedeniyle,

-2017 Anayasa kurgusu yerine, demokratik parlamenter rejim için yapılan -çelişki ve yetersizliklerine karşın- Anayasa çalışmalarını gündeme getirebilmek için.

Anayasa sınavı ve uyanıklığı, her zamankinden çok daha yaşamsal; bugünkü durumu bile aramak zorunda kalmamak için. Hep öyle olmadı mı?

İktidar ve anayasa değişikliği

Barış Doster

Barış Doster

10 Haziran 2023 Cumhuriyet

İktidar, seçimlerin hemen ardından, her zaman olduğu gibi, yeni bir anayasa yapma isteğini gündeme getirdi. Bu konuda, hiçbir siyasal ağırlıkları, toplumsal karşılıkları ve seçmen tabanları olmadığı halde, CHP’nin kendi listelerinden TBMM’ye cömertçe taşıdığı sağcı partilerden de hemen destek aldı. İşin daha vahimi, CHP de iktidara bu konuda kapıları baştan kapatmadı. İktidarın önerisini usulden ve esastan reddetmedi. Müzakereye açık olduğunu açıkladı.

İktidarın hem TBMM’de çoğunluğu alması hem de cumhurbaşkanlığını kazanması, ona yeni bir anayasa yapma konusunda cesaret veriyor şüphesiz (kuşkusuz). Yani cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kendi anayasasını yapmak istiyor. Meclis, kurucu meclis olmadığı halde, iktidar kendinde bu hakkı görüyor, muhalefeti de ikna etmeye çalışıyor.

Muhalefet ise şunu unutuyor: İktidarın, en azından 360 milletvekili bulmak için, CHP’ye çok da gereksinimi yok. Kendi sayısal gücüne, CHP’nin TBMM’ye taşıdıklarını da katar, hatta İYİ Parti ve Yeşil Sol Parti içinden de destek bulabilir. Bu destek güçlü olursa 400’ü bile bulur. TBMM içinde gerekli değişikliği yapabilir. Sayısal olarak mümkün (olanaklı).

Gelelim anayasanın ideolojik özüne, siyasal, toplumsal, sınıfsal boyutuna. Şurası kesin: Cumhuriyet tarihinin en tutucu, en bağnaz, en sağcı TBMM aritmetiği söz konusu. CHP’nin hem sandalye sayısı hem fazlasıyla sağa kaymış olan siyasal duruşu hem de parti içi tartışmalarla tükenen enerjisi, etkili bir muhalefet yapmasını da önleyecek. Bu da iktidarın elini rahatlatacak.

İktidar blokunun önerdiği yeni anayasanın, mevcut siyasal, toplumsal, ideolojik, sınıfsal, ekonomik, kültürel iklimin ürünü olacağı; iktidarın anayasa uzmanları, hukukçuları tarafından kaleme alınacağı düşünüldüğünde yönelimi hakkında tahminlerde bulunmak da zor değil.

Türkiye, yıllardır şu gerçeği görememiştir: Cumhurbaşkanının seçilme biçimiyle, yetkilerinin kapsamı, çokluğu arasında her zaman doğrudan bağ olmayabilir. Bazı durumlarda parlamentonun seçtiği cumhurbaşkanı, halkın seçtiği cumhurbaşkanından daha fazla yetkiye sahip olabilir. Bazı durumlarda halkın seçtiği cumhurbaşkanının yetkileri sınırlıdır. Her ikisinin de örnekleri vardır. İdeal olan, parlamenter sistemde cumhurbaşkanını parlamentonun seçmesi, o cumhurbaşkanının da sınırlı, simgesel yetkilere sahip olmasıdır. Türkiye’nin tarihsel, siyasal, toplumsal, kültürel yapısı, başkanlık sistemine en ideal örnek olarak öne çıkan ABD’den farklıdır. Bu dikkate alınmamıştır.

Üstelik cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, bu makamı daha fazla siyasallaştırmakla kalmamış, halkı da daha fazla kutuplaştırmıştır. Çatışmacı siyasal kültürü ve ortamı beslemiştir.

Türkiye’nin sorunu gücü daha da fazla tek elde toplamak değildir. Tersine, siyasal gücü daha dengeli, adil, katılımcı, demokratik şekilde paylaştırmaktır. Seçim yasası, siyasal partiler yasası demokratik ve katılımcı yönde değişmeden; siyasal partilerde nitelikli, bilinçli üyenin, sağlıklı, güçlü örgütün etkinliği artmadan; parti yönetimleri şeffaf (saydam), hesap verebilir hale (duruma) gelmeden siyasal sorunların çözümü olanaksızdır.

28 Mayıs oyu, direnme hakkına eşdeğerdir

İbrahim Ö.  Kaboğlu

İbrahim Ö. Kaboğlu

Siyaset 25.05.2023, BİRGÜN

“İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son bir yol olarak ayaklanmaya başvurmak zorunda bırakılmaması için, insan haklarının hukuk düzeniyle korunması gerek” (İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi-İHEB).

Özgürlüklerin öncülü ve temeli olarak oy hakkı, uluslararası sözleşmeler ve Anayasa güvencesinde.

Seçimler, “serbest, eşit, gizli, tek dereceli, genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre, yargı yönetim ve denetimi altında yapılır.” (AS: Anayasa md. 67/2)

Siyasal hak değil yalnızca, bir ödev ve yurttaş sorumluluğu olan oy hakkı, devletin kurumsal yapısı içinde kullanılır.

Anayasa’ya aykırılıkların gölgelediği 14 Mayıs seçimleri henüz sonuçlanmadan balkon konuşmasıyla 2. tur kampanyasını başlatan Sn. Erdoğan’ın çağrısı: TBMM’de Cumhur İttifakı çoğunluğu aldı, ama CB adayı 2. tura kaldı. 28 Mayıs’ta oylarınızı bana verirseniz, yasama-yürütme uyumu ve istikrar sağlanır.

HUKUK ve AHLAK YOKSA…  

Anayasa ile bağdaşmayan parti başkanlığı (AS: + devlet başkanlığı),  siyasal partiler arasındaki eşit yarışma koşullarını da bozmuştu. 3. kez aday olan aynı kişi, yardımcısını ve bakanlarını da sahaya sürdü. Hiçbiri görevinden ayrılmadı. Seçmenlerin vergileri ile yaratılan Devlet olanakları, parti ve adayları lehine seferber edildi.

Hukuk saygı görmeyince eşit yarışma da zehirlendi: eşitsizlik, medyaya giriş olanakları ile sınırlı kalmadı, medya tekeli ötesinde TRT, “vergi yükümlüsü hak sahipleri” için yıldırı aygıtı olarak kullanıldı.

Devlet olanaklarını elinde tutan ve bütün kamu görevlilerinin sicil amiri olan kişi, rakibi için hazırlanan montaj afiş ve videoları meşru gördü ve kullandı.

Serbest ve eşit süreci zehirleyici etkenlere her gün yenileri eklendi. CB yardımcısı ve bakanların, 2. turda da çifte sıfatla Anayasa’yı ihlal ederek parti başkanı için çalışmaları amacıyla, TBMM’nin  and için toplanması bile geciktiriliyor. (AS: TBMM İçtüzüğü çiğnenerek!)

  • YSK eşliğindeki seçim hukuku ihlalleri sınır tanımıyor.

DEMOKRASİ DE OLMAZ

Demokratik standartların uzağında olan seçim süreci saydam yürütülemediği gibi, seçmen sayısı bile bilinmiyor; sivil toplumun katılımı engellenmeye çalışılıyor; sandık güvenliğinin sağlanması, sorun olmayı sürdürüyor.

Çoğulculuğu sönümlendiren hukuksuzluk ve ahlaksızlıkları, “maneviyatçı ve milliyetçi” söylemlerle örtme çabası sürekli. Kadın düşmanlığı pompalanarak yürütülen kampanyaya camilerde silahlanma çağrısı da eklendi.

Demokratik bir gelenek olan TV ekranlarında ikili tartışma yerine meydanlarda montaj video kullanımı, sözde Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi kurgusunun demokratik olmadığının açık bir göstergesi.

Cumhurbaşkanı sözcüsü, parti sözcüsü gibi; parti sözcüsü Devlet sözcüsü gibi konuşuyor.

  • Kişi+parti+Devlet birleşmesi, Devleti partileştirdi Parti’yi devletleştirdi.

Demokratik hukuk devleti bir yana, ortada Devlet kalmadı.

DİRENMENİN ANLAMI

Üç nedenle:

-öncesi, gelinen yer ve betimlenen tablo haliyle.

-oy verme; sandığa gitme ve oy kullanma.

-oyların sayımı; sandıkların açılması, sayım ve sonrası.

Tam 75 yıl önce yazılan İHEB’e göre,

  • “baskı ve zorbalık”, ayaklanmanın meşru temelini oluşturur.

Bunun gerekçesi ise, insan haklarının hukuk düzeni ile korunmamasıdır.

27 Mayıs 1949’da RG’de yayımlanan İHEB, ulusal hukuk ile bütünleşti:
insan haklarına dayanan devlet.

10 Mart’tan bu yana yoğunlaşan seçim hukuku ihlalleri, oy hakkının kullanılmasını, direnme hakkına eşdeğer kıldı.

Bu nedenle, oy hakkı için yurttaşların “uyanık bekçiliği”, hiçbir zaman olmadığından daha gerekli.

Sorun, 28 Mayıs günü sandık başına gitmek değil, o ana kadar olup bitenleri çok iyi izlemek,
oy günü çevresel uyanıklığı elden bırakmamak ve sayım sürecini yakından gözetmek.

Özetle; 28 Mayıs’ta Sn. Kılıçdaroğlu’na verilecek oy, diğerine göre “sayı ötesi” bir anlama sahip.

Sonuç olarak                       ;

  • Pazar günü,
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘hakiki’ yurttaşları,
  • direnme hakkını, gelecek kuşakların haklarını koruma ereğinde kullanmalı:
  • para için değil ülke ve yurttaşlık için,
  • kaçak saray saltanatı için değil Türkiye Cumhuriyeti için.

YSK: Anayasal değil, siyasal tercih

Bu kural, 2014’te uygulandı ve buna göre yine ilk kez RTE, CB seçildi.

Bu kurala 2017’de dokunulmadı ve aynı kurala göre RTE, 2. kez CB seçildi.

2017 değişikliğinde, TBMM kararı ile 3. kez adaylık yolunu açan bir hüküm kondu (md.116/3); ama, “iki defa” ve “kişi” kaydı aynı kaldı.

YSK, RTE’nin 3. kez aday olup olamayacağı konusunda 30 Mart günü karar verdiğini açıkladı. Aday listelerini 31 Mart günü kesinleştirdi. Karar gerekçesini ise sonradan yazdı ve 3 Nisan’da yayımladı.

GEREKÇE OLMADAN…

Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır”.

Bu Anayasa kuralı (md.141/3), YSK kararları için de geçerli.

Bu nedenle, 3. kez adaylık itirazının reddine ilişkin 30 Mart günlü YSK açıklaması sırasında karar henüz hukuken doğmamıştı.

Ne var ki, 31 Mart günü CB aday listesini kesinleştirdi.

Gerekçeli karar ise 3 Nisan günü yayımlandı.

Bu bile daha baştan Anayasa’ya aykırı…

VURGULU SİYASAL TAHLİL

YSK, kararında siyasal tahlillere girerek, “2017 yılında Anayasamızda köklü değişiklikler yapılmış olup, … parlamenter hükümet sistemine son verilerek başkanlık sisteminin temel özelliklerini gösteren ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildiği görülmektedir.”.

Bu kavramın nerede yazılı olduğu konusunda hiçbir referans yok. Devamla parlamenter rejim yergisi ile 2017 kurgusu övgüsü ile bezeli cümlelerin ardından şu itirafta bulunuyor:

Anayasa değişikliği öncesinde Anayasanın öngördüğü parlamenter sistemdeki ‘Cumhurbaşkanı’ ile değişiklik sonrasında kabul edilen yeni Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemindeki ‘Cumhurbaşkanı’ –kullanılan lafız dışında– hiçbir bakımdan özdeşlik taşımamaktadır.”

Övgüyü bu kez CBHS yadsımasına dönüştüren YSK, akla ziyan bir saptama ile sonuca varıyor:

CB RTE’nin görev süresi, “Cumhurbaşkanı ve TBMM seçimlerinin birlikte yapıldığı bir önceki seçim tarihi esas alınarak belirleneceğinden ve ‘birlikte yapılan ilk seçim’ tarihi 24 Haziran 2018 olduğundan, birinci dönem beş yıllık görev süresi bu tarihten itibaren başlayacaktır”.

Ne var ki, bütün bu saptamaların madde 101/2 ile ilgisi yok; çünkü bu hüküm açık.

OKUMAKTAN KAÇINDIĞI…

Bu norma göre seçilen kişi, en çok iki kez seçilebilir. Kural aynı ve hiç kesintiye uğramadı: “Bir kimse en fazla iki defa seçilebilir.

Kişi de aynı: 2014 ve 2018’de aynı kişi seçildi.

2007 Anayasa değişikliğinde yazılan kuralın sürekliliği, 2017’de açıkça doğrulandı. Şöyle ki; 2017 Anayasa değişikliğinin yürürlüğe girişi ile ilgili hüküm (yürürlük maddesi), madde 101 için, ‘bu madde’ değil, ‘bu maddede yapılan değişiklikler’ diyor.

75, 77, 78 ile 101inci maddelerinde yapılan değişikler, birlikte yapılacak ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin takvimin başladığı tarihte,“ (2017: md.21/b).

Şu halde, Cumhurbaşkanının görev süresi beş yıldır. Bir kimse en fazla iki defa Cumhurbaşkanı seçilebilir.” kuralı, zaten yürürlükte olduğu için, bu “değişiklikler” dışında kaldı.

  • Yanlı siyasal tahliller yapan YSK, Anayasa okuması yapmıyor!

ÇİFTE MAĞDURİYET

Oysa sürekliliği açık ve bağlayıcılığı kesin olan md.101/2’ye istisna öngören md.116/3, siyasal tercih olanağını öngörmüş bulunuyor:

Cumhurbaşkanının ikinci döneminde Meclis tarafından seçimlerin yenilenmesine karar verilmesi halinde, Cumhurbaşkanı bir defa daha aday olabilir” (f.3).

CB’nin 10 Mart kararı ile seçim kampanyasını başlatması karşısında şöyle noktalamıştım geçen haftaki yazımı:

CHP, HDP, İYİ P., Deva P., Gelecek P., Saadet P., Demokrat P. ve TİP ile demokratik hukuk devleti savunucusu bütün siyasal partilerin bu yolda kamuoyu oluşturma görevi tarihsel; zira, Anayasa çiğneyen kişi mağduriyet üretemez, tam tersine ülke için mağduriyet yaratır.”

10 Mart meydan okumasına, Anayasa’ya dayalı değil, siyasal tercih bezeli YSK kararı eklenince, seçim güvenliği kaygısı ile seçmen mağduriyetinin daha da derinleştiği açık.

  • Haliyle, demokratik hukuk devleti savunucularının görevi, artık çok daha ağır ve tarihsel.

OHAL’de seçime hayır!

SİYASET02.03.2023, BİRGÜN

 

8 Şubat 2023’te TBMM’de, 3 ay süre ile OHAL ilanına ilişkin kararın 1 aya indirilmesine ilişkin önergeyi TBMM başkanı oya sundu:

AKP’lilerin de oylarıyla kabul edildi.

Uğultular başladı ve -genellikle olduğu üzere oylama sırasında salona akın eden- AKP’lilerin, neye oy verdiklerinin ayırdında olmadıkları anlaşılır anlaşılmaz oylama, İçtüzük çiğnenerek yinelendi ve AKP oylarının rengi birkaç saniyede değişti. Böylece, 2023 seçimlerine de OHAL gölgesinde gitme riski doğdu.

“SEÇİMLER, 18 HAZİRAN’DA YAPILACAK”

Seçimler, “beş yılda bir yapılır” (Anayasa md.77) gereği, seçim tarihi 18 Haziran 2023.

Buna karşılık, madde 116 çerçevesinde erken seçim CHP, HDP ve İyi Parti gibi özellikle TBMM’de temsil edilen demokratik muhalefet partilerince sürekli istendi.

AKP ve MHP Genel Başkanlarının, erken seçim isteklerini geri çevirmek için “seçimler 18 Haziran’da yapılacak” yanıtı, otomatik bir söyleme dönüştü.

Beş yıllık “18 Haziran’da yapılacak” nakaratı, seçimlere beş ay kala terkedildi ve “14 Mayıs” dillendirilmeye başlandı.

14 MAYIS’A ALINABİLİR Mİ?

TBMM’ye ve Cumhurbaşkanı’na seçimleri yenileme yetkisini tanıyan madde 116 gerekçesi, “sistem tıkanıklıklarının milli iradeye müracaatla çözümü”, yasama ve yürütme arasında “kriz oluşması halinde halkın hakemliğine başvurma” neden ve amacına dayanır. Bu çerçevede, seçimlerin 1 ay 4 gün öne alınmasını haklı kılacak hiçbir neden yok.

Anayasal dayanaktan yoksun bulunması ötesinde, ortam ve koşullar bakımından; seçim takviminin 3 aylık OHAL süresi ile örtüşmesi nedeniyle sakıncalı olduğu gibi, enkazlar altındaki binlerce depremzedeye henüz ulaşamamışken, kurtarılanların barınma sorunları giderilememişken seçim mühendisliği yapmak, yaşamını yitiren yurttaşlarımıza ve yakınlarına saygısızlıktır.

DEPREM “FIRSATI”!

OHAL ilanına karşı şu iki soru öne çıkmıştı:

-Neden ilk 6 saat değil de 36 saat sonra?

– Hangi yasal hükümler hızlı ve etkili önlemlere engel?

Bu vb. sorular yanıtsız kaldı; ama OHAL ilan edildi. Ne var ki, yine etkili ve hızlı önlemler alınmadığı için eleştirilere karşı, önce “namussuz” vb. sözlerle muhalefet partilerine hakaret Cumhurbaşkanı, acı gerçekler karşısında ise, “helallik” istendi. Oysa aslolan, yargı önünde hesap vermektir. Siyasal sorumluluktan bağışık tek kişili yürütme karşısında, “hükümet istifa” çağrısının hiçbir karşılığı yok.

Bu nedenle, planlama, imar ve yapı hukukunda düzenleme-denetleme ve yaptırım zincirini işletmeyen yetkili ve görevli makam ve kişilerin sorumluluğunu öne çıkarmak gerekiyor.

2017 kurgusunun sonucu kişi+parti+devlet birleşmesi, AFAD’dan KIZILAY’a kadar resmi kurumlar bütününü çürüttü. Deprem, sanal olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak adlandırılan tek kişi yönetiminin de aslında bir enkaz yığını olduğunu teşhir etti.

OHAL BİLE KURTARAMAZ

Uyarımız, deprem sırası ve sonrasında alınacak önlemler için afet bölgesi ilanının ve afet mevzuatının yeterli olduğu idi.

OHAL ilanı durumunda ise, OHAL Cumhurbaşkanlığı Kararnameleri (CBK) yerine OHAL Kanunu’nun yeterli olacağı idi.

  • Mera ve ormanları talan riski yaratan OHAL CBK-126,
    Anayasa dışı ve keyfi düzenlemeye tipik örnek.

Görünen o ki, OHAL CBK dizisi, OHAL bölgesi ile sınırlı tutulmayacak; demokratik muhalefeti bastırmak amacıyla kullanılacak.

Zamanında seçim, OHAL’den (8 Şubat- 8 Mayıs) 40 gün sonra; buna karşılık, 14 Mayısa çekilirse seçim, OHAL’in sona ermesinden yalnızca 5 gün sonra yapılmış olacak.

Seçim, gün değil, süreçtir; bu nedenle 14 Mayıs’a hayır demek gerek.

Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya aykırı olarak parti genel başkanı olduğu için, siyasal partiler arasında eşit olmayan yarışma koşulları, OHAL uygulamalarıyla daha da bozulacak.

Bu nedenle, 18 Haziran olan resmi seçim tarihini 14 Mayıs’a çekmek, ne meşru ne de anayasal.

Son umut olarak yine OHAL’e sarılan Cumhur İttifakı’nın olası dayatmasına karşı, Millet İttifakı, “sizi OHAL bile kurtaramaz” tavrı yerine, daha kararlı bir biçimde karşı koyabilmeli.

Halk ‘Yeter’ Diyecek…

Halk ‘Yeter’ Diyecek…

Cumhuriyet, Başmakale, 19 Ocak 2023


Erdoğan, 1950’de DP’nin kullandığı “Yeter söz milletindir” sloganından medet ummaktadır. Buna uyarak “Yeter, söz de karar da milletindir” sloganına sarıldıklarını belirtiyor. 

Son 20 yıldır iktidarda olan AKP,

  • Millet Meclisi’nin yasama ve egemenlik yetkilerini elinden almıştır.
  • Meclis, Erdoğan’ın kararlarını uygulayan bir araç durumuna getirilmiştir. 

Demokrasinin temeli olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesi terk edilmiş,

  • Her kararı tek kişinin verdiği, tek kişinin egemen olduğu “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ne geçilmiştir.
  • Böyle “ucube” bir sistem dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

Halk önümüzdeki seçimlerde, bu vesayet sistemini, bu tek adam modelini reddedecektir. 

Halkımız bu ucube sisteme, kuvvetlerin bir elde toplanmasına “Yeter” diyecektir. Evet,

  • Halkımız Erdoğan’a “Artık yeter” diyecektir.

1950 seçimleri, Türkiye’de ilk kez yargıç denetiminde, dürüst ve hukuka bağlı olarak yapılan seçimdir. Bütün dünya bu seçimlerin dürüstlüğünü kabul ediyor.

Adil, tüm partilere eşit olan 1950 seçim yasası, Meclis’te CHP ve DP’nin ortak çalışması sonunda oluştu. DP Grup Sözcüsü Adnan Menderes, dürüst ve adil seçim yasasının kabul edildiği celsede CHP ve Cumhurbaşkanı İnönü’ye bu seçim yasası nedeniyle teşekkür etti. 

Ancak çoğunluk sisteminin kabul edilmiş olması 1950 seçim yasasının hatalı yanıdır.

Buna göre, bir ilde oyların %51’ini alan parti tüm milletvekillerini kazanıyor, % 49’da kalan parti bir tane bile milletvekili çıkaramıyordu. CHP seçimde çoğunluk sistemini kabul ederek iktidarını sürdüreceğini düşünmüştü. 

Bu görüş yanlıştı ve CHP iktidarı yitirdi. Rakamlar çok çarpıcıdır. 1950 seçimlerinde CHP % 39.6 oyla yalnızca 69 sandalye alırken, DP %55.2 oyla 416 sandalyeye sahip olmuştur. Bu çok adaletsiz durum, seçim yasasının çoğunluk sistemini kabul etmesinden doğuyordu. 

AKP ve Cumhur İttifakı, önümüzdeki seçimlere kazanma düşüncesiyle girmektedir. “Çok iş yaptık, millet bizi yeniden iktidar yapacaktır.” diyorlar. Ancak 1950’de CHP’nin karşılaştığı durumla karşılaşabilir. Bu koşullarda halk, Cumhur İttifakı’nı iktidardan oylarıyla indirebilir.

1950 seçiminde halkın tercih etmesi gereken konu, tek parti, çok parti sistemiydi. Halk tek partili sistem yerine çok partili demokratik sistemi seçti. 2023 Mayıs ayında halkın önünde, “tek adam” ya da “çoğulcu parlamenter sistem” tercihi vardır.

  • Halkın tüm gücün ve egemenliğin tek elde toplandığı tek adam sistemini terk edip,
  • Çoğulcu demokratik parlamenter sistemi tercih etme olasılığı yüksektir.

Tüm yetkilerin tek adamda toplandığı “Erdoğanizm” yerine;

  • Millet Meclisi’nin egemen olduğu,
  • Çoğunlukçu parlamenter sisteme geçişin önü açıktır.

Halkın tek adam sistemine “Yeter söz milletindir” demesi toplumun özgürlük ve demokrasiye olan inancının göstergesi olacaktır.

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

Alev Coşkun
Alev Coşkun

Yaklaşan seçimler, ‘şahsım devleti’ anlayışı ve parlamenter sisteme dönüş yolu: Demokrasiye uymayan partili cumhurbaşkanlığı

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

Geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen siyasal içerikli haksız ceza bir kez daha “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi”ni tartışmaya açtı. Tüm yetkilerin bir kişide toplandığı, Meclis’in yetkilerinin budandığı, yargının, başkanlığını adalet bakanının yaptığı Hâkimler ve Savcılar Kurulu aracılığıyla siyasal gücün etkisinde kaldığı bir kez daha ortaya çıktı.

Bu hafta demokrasiyle ters düşen bu ucube sistemin, “partili cumhurbaşkanı” yönünü öne çıkararak ele alacağız. 6 siyasi parti lideri, 6’lı Masanın önemli uzlaşı konusu olan güçlendirilmiş parlamenter sistemle ilgili anayasa değişikliği önerilerini 28 Kasım 2022’de açıkladılar. Bu tasarıda en önemli değişiklik “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen ve dünyanın hiçbir yerinde bulunmayan ucube modelden vazgeçilmesidir.

Bu anayasa tasarısında cumhurbaşkanına verilen yetkiler tırpanlanıyor, parlamenter sisteme dönülüyor, partili cumhurbaşkanı sistemi kaldırılıyor, cumhurbaşkanının görev süresi 7 yıl ile sınırlandırılıyor. Cumhurbaşkanı seçilen kişinin “partisi ile ilişkisi kesiliyor”. Partili cumhurbaşkanlığı sistemi terk ediliyor. (AS: AY m. 101/5 anlamsız, çünkü Milletvekili ve CB seçimi aynı gün yapılıyor: AY md. 77/1: “Türkiye Büyük Millet Meclisi ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri beş yılda bir aynı günde yapılır.” Dolayısıyla bir kişinin MV sıfatı ile CB seçilme olasılığı yok!)

(2. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü)

Partili cumhurbaşkanlığı, Türk siyasal tarihinde tartışmalı bir konu olarak yer almıştır. 1921 Anayasası Kuvayı Milliye’yi yürütmek için kabul edilmişti ve anayasada devlet başkanlığı maddesi yoktu.

1924 Anayasası, Cumhuriyet ilkelerini getiren anayasadır. Sistem tek parti olduğu için 1924 Anayasası’na göre cumhurbaşkanı seçilen kişinin partisinden istifa etmesine gerek yoktu.

Türkiye çok partili sisteme 1946 yılında girdi. Yeni kurulan Demokrat Parti için partili cumhurbaşkanlığı konusu en önemli siyasal konu olarak öne çıkmıştı. Cumhurbaşkanının partili olması şiddetle eleştiriliyor, cumhurbaşkanının tarafsız olması ısrarla isteniyordu. Yeni kurulan Demokrat Parti’nin 1946 seçim bildirgesinde bu konu açık bir biçimde yer almıştı.

1923’ten 2017’ye dek 94 yılda 12 cumhurbaşkanı görev aldı.

Bunlardan beşinin zaten siyasal parti ile ilgileri yoktu. (Cemal Gürsel, Cevdet Sunay, Fahri Korutürk, Kenan Evren ve Ahmet Necdet Sezer) Atatürk ve İnönü tek parti döneminde, Celal Bayar ise 1950-1960 arası 10 yıl cumhurbaşkanlığı yaptı. 1989’dan bugüne Özal, Demirel ve Gül seçildiklerinde anayasaya uyarak partilerinden istifa ettiler. 2017’de kabul edilen cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi nedeniyle, Erdoğan partili cumhurbaşkanı olarak görevine devam ediyor.

EVRENSEL KURAL

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ve ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Siyaset bilimi ve anayasa kitapları konuyu şöyle ortaya koyuyorlar:

  • “Devlet başkanının siyasal bakımdan sahip olduğu mutlak sorumluluk, onun mutlak siyasal tarafsızlığını gerektirir. Devlet başkanı bu sıfatı taşıdığı müddetçe parti adamı değildir. Partiler üstü objektif, tarafsız bir kişidir. Çünkü devlet temsilcisi, milletin başıdır. Bu nedenle asla bir partizan gibi konuşamaz ve hareket edemez. Memleketin iç ve dış politikasında belirli bir partiyi, zümreyi veya kişiyi açıkça tutan ya da yeren açıklamalarda bulunamaz. Rolü ayırıcı değil, birleştiricidir. Eleştiri ya da onaylama değil, uyarma ve doğru yolu göstermektir, gerektiğinde millet adına hakemlik yapmaktır. Daha çok manevi rolü vardır ve tarafsızlığa titizlikle saygı gösterdiği ölçüde etkinlik ve ‘meşruluk’ kazanır.”

Bu tanımlamaya göre devlet başkanı, partiler üstü, yansız bir kimliğe bürünüyor. Bu nedenle devlet başkanından partizan yaklaşımlar ve hareketler beklenmez. İşte bu nitelikler yansız devlet başkanını etkin ve güçlü kılar.

DP, PARTİLİ CUMHURBAŞKANINA ŞİDDETLE KARŞI

8 Temmuz 1946’da yapılan genel seçimler, çok partili sistemin ilk seçimidir. Bu seçimde, DP seçim bildirgesinde açıkça partili cumhurbaşkanlığına karşı çıkmıştır.

DP’nin bu bildirisinde açıkça cumhurbaşkanlığı makamının tarafsız olması isteniyordu.

AKP siyasal köklerini DP’de görür. Sürekli kendisini DP’ye bağlamak isteyen AKP, DP’nin bu bildirisi ve düşüncelerinden ders almalıdır. Bugünkü tabloya bakarak 75 yıl önceki DP’nin söyledikleri ile AKP’nin uygulamaları birbirinin tamamen karşıtıdır.

(DP’li Başbakan Adnan Menderes)

DP’NİN PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞINA KARŞI SEÇİM BİLDİRGESİ

“Devlet başkanının fiilen bir partinin başkanlığında bulunması ve bütün milletin malı olması gereken devlet başkanlığı yüksek makamının bütün yüksek dokunulmazlık ve yetkileriyle bir partinin yanında yer alması öbür partileri oldukça nazik ve zor bir mevkide bulundurmakta ve partilerin eşit hak ve şartlar altında çalışabilmeleri ilkesine aykırı durumlar yaratmaktadır. Cumhurbaşkanı partili değil, tarafsız olmalıdır.”
(19 Haziran 1946, DP Seçim Bildirisi)

İNÖNÜ’NÜN YANSIZLIĞI

İnönü, cumhurbaşkanı olarak 12 Temmuz 1947 beyannamesiyle partisiz olunması gerektiğini eylemli olarak göstermişti. Olay kısaca şöyledir :

Henüz çok partili sisteme adım atılıyordu. Sertlik yanlısı Başbakan Recep Peker’le muhalefet partisi DP arasında sert tartışmalar oluyordu. Cumhurbaşkanı İnönü, CHP ile DP arasındaki çatışmaya el attı. Başbakan Recep Peker ile DP Genel Başkanı Celal Bayar’ı Çankaya’ya çağırdı. Onlarla görüştü ve sonunda 12 Temmuz 1947’de ünlü 12 Temmuz bildirisini yayımladı. Bildiride cumhurbaşkanı olarak muhalefet partisini tutuyor ve aynen şöyle deniyordu:

“…Bir yasal siyasi partinin metotlarıyla çalışan muhalefet partisinin, iktidar partisinin imkân ve şartlarına uygun çalışmasını sağlamak lazımdır. Bu noktada, bir devlet başkanı olarak kendimi her iki partiye karşı eşit mesafede görürüm… Amaç, başlıca iki parti arasında temel şartın yani güvenin yerleşmesidir.”

(13 Temmuz 1947, Cumhuriyet gazetesi)

1950 SONRASI

DP iktidara geldikten sonra, muhalefette iken ısrarla savunduğu cumhurbaşkanının yansız olmasını gerektiren anayasa değişikliklerini yapmadı. Tersine, Bayar yansız cumhurbaşkanlığı yerine her zaman DP’li olduğunu gösteren bir tutum içine girdi. Özellikle 1957 seçiminden sonra Cumhurbaşkanı Bayar, DP simgesi taşıyan bastonla halkın arasına girip konuşmalar yaptı. Oysa yansız cumhurbaşkanlığı niteliğine sahip olsaydı, iktidar-muhalefet arasında uzlaşma sağlanabilir, hatta 27 Mayıs askeri hareketi önlenebilirdi.

1960 askeri hareketinden sonra Adnan Menderes’in oğlu Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın partiler üstü cumhurbaşkanı gibi davranıp tarafların uzlaşmasını sağlayacak bir seçim programı geliştirmek yerine çatışmayı körüklemiş olmasını kitabında eleştirmiştir. (Aydın Menderes, Babam Adnan Menderes, s. 87-88)

Aydın Menderes, “Bayar da İnönü’nün ‘12 Temmuz’ beyannamesindeki tutumunu örnek almalı, öyle yapmalıydı” diyor. Aydın Menderes, açıkça İnönü’nün 12 Temmuz 1947’deki girişimine ve ünlü bildirisine gönderme yaparak Celal Bayar’dan da aynı davranışı görmek istediğini belirtiyor. 1960 öncesi günlerde Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Menderes ile muhalefet lideri İnönü’yü bir masa çevresinde toplayıp uzlaşma yaratabilirdi. Böylesi bir yansız cumhurbaşkanlığı rolünü üstlenebilirdi. Ancak güncel ve kısır politik tutumlar politikada bu geniş düşünce sistemini engelliyordu.

1961 ANAYASASI

1960 sonrası seçimle oluşan Kurucu Meclis, 2. Dünya Savaşı sonrası Batı’daki evrensel demokrasi gelişmelerini dikkate alan yeni bir anayasa yaptı ve bu anayasa halkoylamasıyla kabul edildi. 1961 Anayasası’nın, dünyanın en ileri ve demokratik anayasalarından birisi olduğu kabul edilmiştir. 1961 Anayasası ile devlet başkanı yansız ve partisiz konuma getirilmiştir. (Madde 35)

1982 Anayasası da 1961 Anayasası’nın yansız cumhurbaşkanı kuralını benimsemiştir. 1961’den sonra cumhurbaşkanı seçilen Gürsel, Sunay, Korutürk ve Sezer zaten partili değildiler. Özal, Demirel, Gül cumhurbaşkanı seçilince partilerinden istifa ettiler.

TEK ADAM YÖNETİMİ

16 Nisan 2017’de yapılan halkoylamasıyla “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” adı verilen bir modele girildi. O günden bugüne uygulanan ve tek adamlığı getiren, gücü tek elde toplayan bu model dünyanın hiçbir yerinde yoktur.

  • Hukuk devleti ve demokrasinin temeli Güçler Ayrılığı ilkesidir.

2017’de getirilen sistem, Güçler Birliği ve “tek adam yönetimi” oluşturmuştur.

Güçler ayrılığı ilkesinin işlediği hukuk devleti bir yana bırakılmış “ucube” bir sistemle tek adam rejimine geçilmiştir. Siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu sisteme, “neo-patrimonyal sultanizm” adını vermektedir. Prof. Dr. Emre Kongar da bu modele “şahsım devleti” adını veriyor.

GÜÇLER AYRILIĞI

Anayasa hukuku ilkelerine göre devlet başkanı ya da cumhurbaşkanı “devletin birliği ülkenin bütünlüğünün” simgesidir. Ancak bir siyasal partinin aynı zamanda genel başkanı olan bir cumhurbaşkanının yansızlığından söz edilemez.

Parlamenter sistemde, Yürütme’nin eylem ve işlemlerinden Başbakan ve Bakanlar sorumludur. Devlet Başkanının siyasal açıdan mutlak sorumsuzluğunun nedeni onun yansızlığının sağlanmasıdır. Devlet başkanı aynı zamanda tüm halkın, milletin başıdır. Bu nedenle asla partili gibi hareket edemez. O’nun temel yükümlülüğü ayırıcı değil, birleştirici olmasıdır. Yansızlığı titizlikle uyguladığı ve saygı gösterdiği ölçüde etkinliği artar. (H. N. Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, s. 376)

Demokrasinin en önemli ilkesi, Yürütmenin denetlenmesidir. Ünlü düşünür Montesquieu şöyle diyor:

  • Amaç bireyin özgürlüğüdür.
  • Özgürlüğün sağlanması için Yürütmenin otoriterliğinden ve despotluğundan sakınılmalıdır.
  • Bunun da siyasal yolu Güçler Ayrılığı ilkesinin uygulanmasıdır.
  • Yasama, Yürütme, Yargı birbirlerinden ayrılacaktır ve birbirlerini denetleyeceklerdir.”

YASAMANIN GELECEĞİ

Yukarıda belirtildiği gibi 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile Türkiye, demokrasinin temeli “Güçler Ayrılığı” ilkesini terk etti. Dünya demokrasi sıralamasında en gerilere düştü. Tüm bunların sorumlusu olarak AKP, demokrasi ilkelerini bozan bir siyasal kuruluş olarak olumsuz yönde siyasal tarihe geçecektir.

6’lı Masa‘nın uzlaşarak kabul ettiği anayasa tasarısının en önemli niteliği, otoriter başkanlık sistemine son verilecek ve parlamenter sistemin yeniden kurulacak olmasıdır. Böylece Yasama yeniden güç kazanacak; hükümet icraatının denetlenmesi yeniden sağlanacaktır.

Bu noktada bir konuya da açıklık getirmemiz gerekir: Tasarının 101. maddesine göre cumhurbaşkanı halk tarafından seçilecektir. Bu durum ister istemez cumhurbaşkanı ile parlamentoyu karşı karşıya getirecektir. Parlamenter sistemi güçsüzleştirecektir. Seçimlerden sonra anayasa tasarısı Meclis’te görüşülürken bunun düzeltilmesi gerekir.

Her şey önümüzdeki seçime ve halkın inançla gerçek demokrasiye sahip çıkmasına bağlıdır.

KAYNAKLAR

  • Erdoğan Teziç, Anayasa Hukuku, Beta Yay., 1998.
  • Alev Coşkun, Tarihi Unutmamak Günceli Yakalamak, Cumhuriyet Kitapları, 2010.
  • Hüseyin Nail Kubalı, Anayasa Hukuku Dersleri, İÜHF Yayını, 1971, s. 376.
  • M. Duverger, Siyasi Partiler, (çev. E. Özbudun), Bilgi Yay., 1974.

Anayasa dezenformasyonuna hayır!

Birikim ve yıkım belli; ya yapım?

İki Devletin iki yüzyıla yayılan anayasal ve siyasal birikimi iki ayda silindi. Yıkımı aşmaya yönelik somut uzlaşma arayışları, yeniden “anayasal dezenformasyon” yoluyla gölgelenmeye çalışılıyor.

TÜRKİYE’YE ÖZGÜ…

Anayasanın üstünlük ve bağlayıcılık özelliği, eğer erkler ayrılığı bağlamında yaptırım düzeneği varsa uygulamaya yansır. Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Anayasa Mahkemesi’nin kurulmasından insan hakları Avrupa hukuku ile bütünleşmeye kadar, kırılmalara karşın ilerleme ve süreklilikler kayda değer. Düşünsel, örgütsel ve eylemsel olarak toplumsal ve siyasal düzlemde yürütülen anayasal mücadeleler ürünü olan birikim ve kazanımlar, Türkiye’ye özgü.

SARAY’A ÖZGÜ…

OHAL ortam ve koşullarında 2017 Anayasa değişikliği, “sivil ölü kadavraları” üzerinde kurgulandı. Bu köşede ve TBMM kürsüsünde her vesile ile vurguladığım üzere, hiçbir askeri darbe ve/ya müdahalenin yapmadığı ve/ya yapamadığı biçimde iki yüz yıllık birikim ve kazanım, iki ayda silinmek istendi.

Bilgi kirliliği yoluyla yaratılan “yıkım enkazı”, aynı yol ve yöntemle korunmaya çalışılıyor. Bütçe görüşmeleri, bütçe içeriğinden çok Saray düzensizliğini örtmeye yönelik bir platform olarak kullanılıyor.

Parti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY), atanmış CB yardımcısı tarafından seçimle gelmiş kişi edasıyla çarpıtılırken, bir başka atanmış Adalet Bakanı, CB’nin olmayan siyasal sorumluluğu varmış gibi açıklamalar yapıyor. Gençlik ve Spor Bakanı ise, çekilme hakkı bile olmayan bürokrat değil de, seçilmiş kişi havasıyla onyıllar vizyonu ile coşuyor.

Kısaca, birbirinden kopuk olsalar da Saray ve bakanlar, PBDBY bekası için “anayasal dezenformasyon” yarışında.

Özetle; yıkım, Saray’a özgü olduğu için, bir “Saray yalanı” olan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi (CBHS) de yalanlarla sürdürülmeye çalışılıyor.

KİMİN ANAYASASI?

TBMM’de CHP/HDP/İYİ Parti tarafından CBHS eleştirisi, her kez, “Anayasa sayfası artık kapandı” tepkisiyle karşılanıyordu AKP ve MHP’lilerce.

2020 ikinci yarısı 6 parti, anayasa raporlarını yazmaya başladı.

2021 ilk yarısı, AKP ve MHP de, “biz de anayasa yapıyoruz” dedi.

Ekim 2022’de başörtüsü gündemi fırsatıyla, yetkisiz Adalet Bakanı “anayasa örtüsü” örmeye soyundu.

28 Kasım 2022’de ise, Millet Masası, anayasa taslak metnini kamuoyu ile paylaşınca, bu kez, “biz de yaptık” yarışına girdi AKP ve MHP.

Oysa sorun, Saray Anayasası’nı pekiştirmek değil, Türkiye Anayasası yapmak.

ÇEŞİTLİLİİÇİNDE BİRLİK

Kamuoyu ile paylaşılan Anayasa taslağı, yasama+yürütme+yargı başlıkları ile sınırlı kalmalı idi; iki nedenle:

-2017 kurgusu, yasama + yürütme + yargı erklerini, doğrudan veya dolaylı biçimde tek kişili yürütmede birleştirdiği için, hak ve özgürlükleri boğdu. Bu nedenle, yargı bağımsızlığı temelinde erkler ayrılığını sağlamak öncelikli sorundu.

-Hak ve özgürlükler ise, bütünlüklü bir biçimde, katılım süreci işletilerek ve uzmanların katkısı sağlanarak ayrıca ele alınmalı idi.

Son dakikada hak ve özgürlüklerin torbalanması!, ana amacı gölgeledi.

Kuşkusuz, programları ve dünya görüşleri birbirinden çok farklı siyasal partiler arası uzlaşma metni, “çeşitlilik içinde birlik” simgesi olup, bir başlangıç eşiği.

Toplumun sahiplenmesi, eleştiri ve özeleştiri süreci ile sağlanacak.

Yöntem sorunu yanı sıra, dil ve içerik sorunu üzerine de söylenecekler az değil. Ama şimdilik, uzmanlık eksiğine işaretle yetineyim.

Ekmek/su/hava kadar önemli olduğundan her bireyin günlük yaşamında var olan Anayasa, bir bilgi, bilim ve uzmanlık işi aynı zamanda.

Bu nedenle, kişi+parti+devlet birleşmesine neden olan Saray iktidarını ayraç içine almak için, demokrasi yolunda doğru bilgi için anayasa bilimi ve uzmanlık gözardı edilmediği sürece, “anayasal dezenformasyona hayır!” denebilir. Fikir yerine fizik (yumruk) kullanan sözde temsilcilerin bulunduğu bir Meclis’te, bilgi ve uzmanlığı öne çıkarmak, her zamankinden daha yaşamsal.