Etiket arşivi: Barış Doster

Millet İttifakı ve olasılıklar

Barış Doster
Barış Doster
08 Mart 2023, Cumhuriyet

 

Millet İttifakı, büyük bunalım yaşadı. İYİ Parti, önce ağır sözler edip masadan kalktı, sonra yoğun bir görüşme trafiği yapıldı ve masaya döndü. Birkaç günde yaşananlar, siyasetçilerin alması gereken çok ders olduğunu gösterdi. Sıralayalım…

Birincisi, kamuoyunun gücünü, Millet İttifakı’na gönül veren, umut bağlayan seçmen kitlesinin etkisini, bu kitle özelinde İYİ Parti tabanının, parti yönetimi üzerindeki baskısını gösterdi. İYİ Parti’nin masadan öfkeyle kalkarken hiçbir B planının olmadığını kanıtladı. Parti liderliği, liderin kurmay heyeti büyük yara aldı. “Öfkeyle kalkan, zararla oturur”, “Büyük lokma ye, büyük söz söyleme”, “Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır”, “Keskin sirke, küpüne zarar” gibi atasözü ve deyimleri, siyasetçilerin kulaklarına küpe etmesi gerektiğini ortaya koydu.

İkincisi, siyasetin her an gerilime ve her an pazarlığa açık yapısını gösterdi. Satranç bilmeyen, bir adım ötesini hesaplayamayan siyasetçilerin halini ortaya çıkardı.

Üçüncüsü, CHP genel başkanı, istediğini aldı, oybirliğiyle cumhurbaşkanı adayı oldu. İYİ Parti lideri, büyük güç ve itibar kaybetti.

Meral Akşener; parlamenter sisteme geçilmesi durumunda, eğer partisinde genel başkanlık yarışına girer ve kazanırsa, iddialı bir siyasetçi olarak yarışacak olan Ekrem İmamoğlu’nu, fazlaca etkili olmayan bir cumhurbaşkanı yardımcısı yaparak, etkisiz kılmak mı istedi? Bilemeyiz. Keza, kendisi gibi Ülkücü gelenekten gelen Mansur Yavaş’ı da fazla yetkisi bulunmayan bir cumhurbaşkanı yardımcısı yaparak siyaseten daha da güçlenmesini önlemeye mi çalıştı? Bilemeyiz. İkisi de halkta karşılık bulmuş belediye başkanlarının enerjisini, seçime daha güçlü şekilde yansıtmayı mı istedi? Bilemeyiz. Zaman gösterecek.

Dördüncüsü, Cumhurbaşkanı Erdoğan, karşısında rakip olarak Kılıçdaroğlu’nu görmek istiyordu? İstediği oldu. Bu aşamadan sonra, hem Milli Görüş çizgisinin asıl temsilcisi olan Saadet Partisi’nden, hem de AKP’den kopan iki partiden (DEVA ve Gelecek), Kılıçdardoğlu’nun adaylığına tepki gösteren isimlerin, AKP’yle temas kurması, AKP’nin siyasal radarına girmesi şaşırtıcı olmaz. Aynı durum, İYİ Parti için de söz konusudur. Bu parti içinden bir kesim de yeniden MHP’yle yakınlaşabilir.

Beşincisi, bu aşamadan sonra Millet İttifakı’nı bekleyen en önemli gerilim konusu, oy oranı düşük dört partinin, CHP’den kaç milletvekili kontenjanı isteyeceğidir. Keza, oy oranı %1 bile olmayan, henüz seçime girmemiş partilere, en az bir bakanlık verilmesi, genel başkanlarının da cumhurbaşkanı yardımcısı olması, oy oranlarının çok üzerinde bir siyasal güç kazanmalarına yol açacaktır. Bu da önemli bir tartışma konusudur.

Altıncısı, genel seçimler ve cumhurbaşkanlığı seçimi aynı gün yapılacağından, ikinci tura kalması halinde cumhurbaşkanlığı seçimini etkileyecek en önemli unsurlardan biri, genel seçimde ipi kimin göğüsleyeceğidir. Seçimde Millet İttifakı TBMM’de çoğunluğu sağlar, cumhurbaşkanlığı seçimi de ikinci tura kalırsa, bu Kılıçdaroğlu’nun lehine olur.

Yedincisi, iki büyük ittifakın oy oranları arasında çok fark olmadığından, cumhurbaşkanlığı seçiminde belirleyici olan HDP seçmeninin tutumu olacaktır. Eğer Millet İttifakı partileri de HDP de tabanda fire vermeden Kılıçdaroğlu’nu desteklerse, seçilme şansı artar.

Deprem ve sorumlular

Barış Doster
Barış Doster
08 Şubat 2023, Cumhuriyet

 

Merkez üssü Kahramanmaraş olan iki büyük deprem, 10 ilimizde büyük yıkıma yol açtı. Binlerce yurttaşımız yaşamını yitirdi. Çok fazla yaralımız var. Hava koşulları da arama – kurtarma çalışmalarını zora soktuğundan, yıkılan binalarda kurtarılmayı bekleyen on binlerce insanımız var. Tablo maalesef çok ağır.

Peki, sorumlu kim? Suçlu kimler? Çözüm ne?

Biliyoruz, ülkemiz bir deprem ülkesi. Depremi engellemek de olanaksız. Peki ya deprem olacağını bilerek, öngörerek, gerekli önlemleri aklın, bilimin, teknolojinin ışığında almak da mı olanaksız?

Biliyoruz, depremin ne zaman olacağını günü gününe, saati saatine bilemiyoruz. Peki ya deprem kuşağında yaşadığımızı bilerek, yapıları yasalara, yönetmeliklere uygun yapmayı da mı beceremiyoruz?

Sormamız gereken başka sorular da var elbette. Üstelik ideolojik sorular bunlar. Siyasal iktisada ilişkin sorular…

Biliyoruz, deprem öldürüyor. Peki ya kapitalizm, bitmez tükenmez kâr hırsı, azgın serbest piyasa düzeni, sınırsız özel mülkiyet, plansızlık, kapitalist sistemin ürünü olan ahlaksızlık?
Bunlar öldürmüyor mu?

Biliyoruz, dünyanın başka ülkelerinde de depremler oluyor. Oralarda da insanlar ölüyor. Peki ya deprem olur olmaz yardım malzemelerine fahiş fiyat koyan zihniyet, depremi fırsata çevirip kazancını katlamak isteyen anlayış, depremzedeleri soyanlar, yağmalayanlar öldürmüyor mu? Deprem sonrasında İstanbul Borsası’nda çimento fabrikalarının hisselerinin yükselmesini nasıl açıklayabiliyoruz?

Biliyoruz, malzemeden çalan müteahhitler, kurallara uymayan mühendisler, onları gerektiği gibi denetlemeyen merkezi ve yerel yönetimlerdeki yetkililer, sorumlular, uzmanlar, sıklıkla imar affı çıkaran hükümetler, imar rantını, belediyeyle olan ilişkilerini siyasetin finansmanında kullanan siyasetçiler var. Hem de çok var. Peki ya bunlara karşı gereğini yapmayan yargıya, medyaya, akademiye, meslek odalarına, demokratik kitle örgütlerine, sesini yükseltmeyen aydınlara ne demeli?

  • Yaşadığımız son depremde bir kez daha gördük;
  • hastane çöktü,
  • kamu binaları yıkıldı,
  • otoyol yarıldı,
  • uçak pisti ikiye ayrıldı,
  • öğrenci yurtları yerle bir oldu. 

Peki ya ders alacak mıyız?

Önceki afetlerden, depremlerden ne kadar ders aldıysak bu depremden de o kadar ders alacağız.

Ali Babacan ve 6’lı masa

Barış DosterBarış Doster
07 Ocak 2023 Cumhuriyet

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan’ın, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında söylediklerinin yankıları sürüyor. Babacan’ın Türk vatandaşlığı, Türk kimliği, Devrim Kanunları, anadilde eğitim, cemaat ve tarikatlar için yasallık türünden sözleri yeni değil. Babacan’a özgü de değil üstelik. Babacan’ın eski partisinde de ana muhalefet partisinde de diğer partilerde de böyle düşünen çok kişi var. Daha genel ölçekte liberallerin, din tacirlerinin, inanç hortumcularının, iman bankerlerinin, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, Cumhuriyetle, ulus devletle, ulusal kimlikle, yurttaşlıkla sorunu olan etnikçilerin, mezhepçilerin, numaracı cumhuriyetçilerin Babacan gibi düşündüğünü biliyoruz. Babacan bu bağlamda, Osmanlı’daki Ahrar Fırkası’nın, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin günümüzdeki devamı niteliğinde. Şaşırmamalıyız…

Abdullah Gül’ün desteğini arkalamış, Londra tefecilerinin gözüne girmiş, New York bankerlerinden aferin almış, küresel finans çevreleriyle iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart tezkeresi öncesinde, dönemin ABD Başkanı Bush’la, Amerikalıların aşağılayıcı benzetmesiyle “at pazarlığı” yapmış bir isim Babacan. Partisini kurduktan sonra, önceki partisini (AKP) kıyasıya eleştiren ama AKP hükümetlerinde dışişleri bakanlığı, ekonomi bakanlığı, başbakan yardımcılığı yaptığını unutan, o dönemki icraatlarına, sorumluluklarına ilişkin tutarlı, samimi, inandırıcı bir özeleştiri vermeyen bir isim Babacan. Böylesi bir özeleştirinin sadece siyasi bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu bilmeyen bir isim Babacan.

CHP VE İYİ PARTİ’NİN SESSİZLİĞİ

Asıl şunları soralım :

Babacan’ın bu sözlerine, savaş meydanlarında kurulmuş, Manda ve himayeye hayır denilen Sivas Kongresi’ni (1919) 1. kurultayı kabul etmiş, devlet kurmuş, Atatürk’ün partisi olarak tarihe geçmiş, ana muhalefet partisi CHP’den de Türkçü, milliyetçi, Ülkücü gelenekten isimler öncülüğünde kurulan İYİ Parti’den de sert tepkiler gelmedi.

Biliyoruz, CHP içinde Babacan gibi düşünen, partiye etnikçi, mezhepçi, liberal, ikinci cumhuriyetçi, siyasal İslamcı kota, kontenjan ve kompartımanlar sayesinde eklemlenen çok isim var. Etkili konumdalar üstelik. Peki ya parti tabanı niçin sessiz? Seçimler öncesinde genel başkanla ters düşmek istemeyen ve yeniden seçilmenin hesabını yapan milletvekillerini biliyoruz da peki ya parti örgütünün sessizliği?

Biliyoruz, İYİ Parti genel başkanı, son aylarda sıklıkla, Jön Türklerin, İttihatçıların sloganı olan Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganını kullanıyor. Peki, aynı zamanda Cumhuriyet tarihi doktoralı bir bilim insanı olan İYİ Parti lideri, niçin Babacan’a şöyle okkalı bir Cumhuriyet tarihi dersi vermiyor?

  • Sıkça yineliyoruz:
  • CHP genel başkanı, 6’lı masayı bir arada tutmak için harcadığı enerjinin onda birini, partisini büyütmek için harcamıyor.
  • “Aman 6’lı masa dağılmasın” endişesi, CHP ve İYİ Parti yöneticilerinin elini, kolunu bağlıyor.

Peki, CHP ve İYİ Parti yöneticileri, henüz rüştünü ispat etmemiş, seçime girmemiş, en küçük bir siyasi özeleştiri vermemiş Babacan’ın niçin, kendileriyle aynı hassasiyeti, aynı endişeyi taşımadığını, bu ipe sapa gelmez lafları, neye güvenerek söylediğini sorgulamıyorlar mı?

CHP ve İYİ Parti’nin yönetimleri, “Aman 6’lı masa dağılmasın” diyorlar da Babacan, “Birkaç ay sonra seçim var. CHP listelerinde yer alabilirim. CHP tabanından oy isteyebilirim. CHP’lileri kızdırmayayım” kaygısı taşımıyor mu? Bu cesareti kimden alıyor? Montrö konusunda çok haklı ve isabetli hassasiyetlerini kamuoyuyla paylaşan 104 amiralin bildirisi  için “zevzeklik” diyen Akşener, Babacan’ın bu saçma sözleri için, son haftaların moda sözcüğüyle “ahmaklık” demeyi düşünüyor mu?

Yukarıdaki soruların yanıtını bilemeyiz.

Fakat bildiğimiz o ki siyasetçiler ideolojik berraklıktan, politik tutarlılıktan, kavramsal bilinçten yoksun olunca ve zamanında gereken tavrı almayınca inandırıcı olamıyor, umut ve güven vermiyorlar. O nedenle sürekli yalpalıyorlar. Bu yüzden Babacan ve saz arkadaşlarına gereken tepkiyi ülkemizin gerçek Cumhuriyetçileri, Atatürkçüleri, devrimcileri, yurtseverleri, ulusalcıları, solcuları veriyor.

Terörün amacı nedir?

Barış Doster
Barış Doster
16 Kasım 2022 Cumhuriyet

İstanbul’da, Taksim’de, İstiklal Caddesi’ndeki terörist saldırıyı ve yitirdiğimiz yurttaşlarımızı konuşuyoruz pazar gününden beri. Saldırıyı yapan teröristin bağlantılarını, arkasındaki terör örgütünü, asıl önemlisi terör örgütünün arkasındaki büyük gücü merak ediyoruz. Toplumda kargaşa, korku, panik havası estirmek isteyenler kimler olabilir? Türkiye’de toplumsal gerilimi tırmandırmayı, Türkiye’ye ilişkin yurtdışındaki algıyı bozmayı amaçlayanlar kimler olabilir? Türkiye’ye yurtdışından turist gelmesini engellemeye çalışanlar kimler olabilir? Bu soruların yanıtını arıyoruz millet olarak.

Konuyu daha ayrıntılı tartışmak için Türkiye’nin terörle mücadeledeki birikimi, deneyimi yanında, ittifak ilişkilerine, hangi büyük güçlerle derin çelişkiler yaşadığına, ülkemizin ve bölgemizin istikrarsızlaşmasından kimlerin çıkar sağladığına bakalım öncelikle. Çünkü tarih; biriktirdikleriyle önümüze yeni sorunlar koyar, yeni sorular sormamızı sağlar ve yeni çözüm yolları gösterir.

Şu soruları soralım öncelikle                   :

  • Türkiye’nin düşmanı olan bütün terör örgütlerinin en büyük destekçisi ABD,
    terör saldırısını kınarken ne kadar samimidir?

– PKK-PYD-YPG terör örgütüne kara gücüm diyen,
– Suriye’de terör örgütüyle birlikte petrol ticareti yapan,
– terör örgütünü eğiten, donatan, liderleriyle mektuplaşan ABD,

Türkiye’nin terörle mücadelesinde, Türkiye’nin yanında mıdır?

Terör, casusluk ve ihanet örgütü FETÖ’nün en büyük destekçisi olan ABD, Türkiye için “güvenilir müttefik” olarak tanımlanabilir mi? Bu soruları çoğaltabiliriz elbette.

Ama doğru yanıtlara ulaşmak için, öncelikle şunu kabul etmek gerekir:

Uluslararası ilişkilerde ittifak ve stratejik ittifak farklıdır.

Dostluk zaten olmaz çünkü ilişkilerin doğasına aykırıdır. Ülkeler arasında, kalıcı dostluk veya düşmanlıklar değil, çıkarlar belirleyicidir. İngiliz devlet adamı Lord Palmerston’ın şu sözleri, o nedenle çok öğreticidir:

“İngiltere’nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur. İngiltere’nin değişmez çıkarları vardır”.

Bu nedenle, teröriste bombayı koyduran, tetiği çektiren eli bulmak için, siyasi tahlil yapmak gerekir.

İÇ CEPHENİN ÖNEMİ

Konunun iç siyaset boyutu da vardır elbette. İktidar; bölgeye, komşulara ılımlı İslam, yeni Osmanlı, İhvan ideolojisi dayatmaya kalkmış, projesi tutmamıştır. Komşu ülkelerde, özellikle de Suriye’de vekâlet savaşına girmiş, gücü yetmemiştir. Mezhepçilik ve etnikçilik yapmış, Suriye’de Sünnici, Irak’ta Kürtçü politikalara ağırlık vermiş, başarılı olmamıştır. Komşularla sıfır sorun diyerek yola çıkmış, sonunda elde avuçta değerli yalnızlık kalmıştır.

Komşu devletlerin içişlerine karışmak, onların rejimlerini ve liderlerini hedef alan sert sözler etmek, işe yaramamıştır. Sorunları çoğaltmıştır. Ardından da son dönemde gördüğümüz U dönüşleri başlamıştır, ilişkileri normalleştirmek için.

Kısacası, terörle mücadelede başarılı olmak için, hem asıl olan iç cepheyi güçlendirmek hem de bölge merkezli dış politika izlemek gerekir.

Emperyalist yalan ve yurttaş sorumluluğu

Barış Doster
Barış Doster
Cumhuriyet, 27 Nisan 2022

 

ABD Başkanı Joe Biden, bir kez daha sözde soykırım iddialarını tanıdı. Bu emperyalist yalana açıkça sahip çıktı. Onun açıklamasını, adeta talimat olarak görenler de hizaya geçti, sıraya dizildi hemen. Sıraya dizilenler arasında bir zamanlar Dışişleri Bakanlığı da yapmış olan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, HDP milletvekili Garo Paylan, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu gibi isimler de var. Şaşırmıyoruz. Daha çok olduklarını biliyoruz.

Şurası gerçek: Ülkemizde ABD emperyalizmine selam durmanın, Avrupa Birliği’nden, İngiltere’den aferin almanın yollarından biri de sözde soykırım yalanını dillendirmektir. Bu yalanı konuşmanın getirisi yüksektir. Meslek odaları, sendikalar, demokratik kitle örgütleri, yayınevleri, medya, siyasal partiler bu yalandan beslenen, fonlanan, nemalanan tiplerle doludur. Özürdiliyoruz.com takımı, yetmez ama evet güruhu, KKTC’de yes be annem tayfası, numaracı cumhuriyetçiler ve FETÖ’nün solcuları, hep bu yalanı çiğner dururlar.

Tarihsel gerçek şudur                                        :

Türkler; Birinci Dünya Savaşı’nda vatanı savunurken, cephe gerisindeki bozgunculuk faaliyetlerini, dönemin koşullarında, son çare olarak, 1915 yılında çıkardıkları Sevk ve İskân Kanunu’yla (Tehcir Kanunu) önlemeye çalışmışlardır. Dünyada sözde soykırım iddialarını hükme bağlayan tek bir mahkeme kararı olmadığı gibi, bu iddiaları destekleyen ciddi, bilimsel arşiv belgeleri de yoktur. Sözde soykırım iddiaları bu yönüyle tarihi ve hukuki değil, siyasi bir sorundur. O nedenle çözümü de arşiv, tarih veya hukuk konusu değildir, siyasidir. Sorunun tarafları, Türkiye ve Ermenistan değil, Türkiye ve emperyalist merkezlerdir. Sözde soykırım iddialarının hedefi de İttihat ve Terakki önderlerini, Cumhuriyet kurucularını soykırım suçlusu olarak göstermek, Kurtuluş Savaşı’nı karalamak, Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihsel ve siyasal temellerini sarsmaktır.

Sözde soykırım iddialarıyla mücadele etmek için, sağlam, gerçek, güçlü bilimsel bilgiye sahip olmanın yanında, ideolojik berraklık ve politik tutarlılık da gerekir. Büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle iç cepheyi sağlamlaştırmak yanında, dış dünyaya da kapsamlı bir kamu diplomasisi ve siyasal iletişim stratejisiyle gerçekleri anlatmak zorunludur. İktidarı ve muhalefetiyle siyasal partilerin kafa karışıklığı yaşadığı, koltuk kavgasına odaklandığı bir süreçte, onlardan bu konuda kapsamlı, tutarlı, bütüncül çalışmalar beklenemeyeceğinden, üniversitelere, demokratik kitle örgütlerine, gerçek aydınlara büyük görevler düşmektedir.

YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ

Bu kapsamda, tam da 24 Nisan günü, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD) gazetemizde de yer alan “Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestosu“, içeriği, saptamaları, çözüm önerileri ve politik öncelikleriyle dikkat çekmiştir.

  • Laiklikten hukuk devletine, eğitimden sağlığa, kadın haklarından ulaşıma, siyasi partilerden sığınmacı sorununa dek ülkemizin temel sorunlarına tek tek parmak basmıştır.

Bunlara cumhuriyetçi, kamucu, toplumcu, devletçi, emekten yana çözümler önerirken kararlı, tutarlı, yürekli yurttaşları demokratik mücadeleye çağırmıştır.

Üyelerini, Mustafa Kemal’in Askerleri olarak tanımlayan

 

Ukrayna-Rusya savaşı ve verdiği dersler

Barış Doster
Barış Doster
Cumhuriyet, 26 Şubat 2022

 

Ukrayna’da son üç günde yaşananlar, her açıdan derslerle dolu. Bu derslerin tarihi, siyasi, iktisadi, coğrafi, askeri, diplomatik, stratejik, jeopolitik yönleri var. Madde madde tartışalım.

Birinci ders: Liderler, siyasetçiler, devlet yönetiminde sorumluluk alanlar çok iyi tarih, coğrafya, iktisat, siyaset bilmelidir. Satrançta usta olmalıdır. Rakibi, düşmanı, hasmı çok iyi tanımalı, tartmalıdır. Yönettiği ülkenin devlet kapasitesini, dayanma gücünü çok iyi ölçüp biçmelidir. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, belli ki bu konularda çok yetersiz. Bırakın uzak geçmişi, Çarlık dönemini, Soğuk Savaş yıllarını, 2008’de Rusya ve Gürcistan arasındaki savaştan gerekli dersi çıkarsaydı, ülkesi bu duruma düşmezdi.

İkinci ders: Rusya son 100 yılda üç kez isim, üç kez rejim, üç kez siyasi harita değiştirdi. Çarlık Rusyası, Romanov Hanedanlığı yıkılıp, 1917 Ekim Devrimi sonrasında 1922’de SSCB, komünist rejim kuruldu. 1991’de SSCB dağıldı. Federal bir cumhuriyet, yarı başkanlık sistemi, kapitalist ekonomi kuruldu. Fakat Rusya’nın jeopolitik arzuları ve duyarlılıkları, devlet deneyimi, diplomatik hafızası hiç değişmedi.

Üçüncü ders: Rusya, Gürcistan’la 2008’de savaştı. Gürcistan toprak kaybetti. Rusya, Ukrayna’yla savaşıyor. Ukrayna toprak kaybetti. Bu durum şunu gösterdi:

  • Rusya’nın kabul etmediği hiçbir bölge ülkesi, NATO’ya üye olamaz.
  • Rusya, NATO’nun Rusya’ya dönük kuşatma, çevreleme adımlarına bir kez daha silahla karşı koydu çünkü.

Dördüncü ders: ABD, NATO, Avrupa Birliği ve İngiltere’nin, ne Ukrayna için savaşması ne de Rusya’ya karşı savaşması söz konusuydu. Çünkü böyle bir güçleri yok. NATO’nun 5. maddesi de Ukrayna için işlemez. Zira Ukrayna, NATO üyesi değil. Rusya’ya karşı açıkladıkları ekonomik yaptırımlar ise Rusya’yı caydırmaktan, Rusya lideri Putin’e geri adım attırmaktan çok uzak.

UKRAYNA’YI YÖNETENLER BUNLARI GÖREMEDİ

Beşinci ders: Almanya başta, Avrupa’nın Rus doğalgazına olan yüksek bağımlılığı, Avrupa’nın Rusya’ya karşı elini zayıflatıyor. Bugünden yarına, akşamdan sabaha doğalgaz yerine başka bir enerji kaynağı ikame etmek, Rusya gibi büyük bir enerji tedarikçisi yerine başka bir ülke koymak da olanaksız. O nedenle Almanya’nın durdurduğu Kuzey Akım 2 projesi, Rusya açısından gelir kaybına sebep olsa da Almanya açısından da büyük bir sorun yaratacaktır.

Altıncı ders: Rusya lideri Putin, kendisini adeta yeni bir kurucu lider olarak görüyor, tarihe böyle geçmek istiyor. Ülkesini yönettiği 2000 yılından beri, önce Rusların hayli incinmiş, örselenmiş olan ulusal gururunu tamir etti, ülkesinin yakın çevresinden başlayarak, ardından daha geniş bir coğrafyaya yönelerek güvenliğini sağladı. Otoriter yönetimiyle ekonomide, diplomaside, bürokraside, güvenlikte önemli adımlar attı. Birkaç gün önceki konuşmasında Lenin’i eleştirmesi, Çarlık Rusya dönemine dikkat çekmesi, Soğuk Savaş yıllarından bahsetmesi, bu iddiasının kanıtı. Karşısındaki liderlerin (ABD’de Biden, İngiltere’de Johnson, Almanya’da Scholz) Putin’le kıyaslanabilecek bilgi birikimi, bürokratik deneyimi, devlet tecrübesi yok. Putin; Rusya’nın, ekonomik gücünün ve sınırlarının çok ötesinde, geniş bir alanda politik ve diplomatik nüfuza ulaşmasını sağladı. Suriye, Libya, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz, Kazakistan, Çin’le kurulan stratejik ilişkiler bunlardan sadece birkaçı.

Yedinci ders:

  • Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ne denli vazgeçilmez ve yaşamsal olduğu bir kez daha görüldü.

Sekizinci ders: Rusya; Türkiye’nin üç büyük dış ticaret ortağından biri, en büyük doğalgaz tedarikçisi, en çok turist yollayan ülkeler arasında, en fazla buğday ithal ettiğimiz ülke. Dahası, Türkiye; Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı. Rusya, Mersin Akkuyu’daki ilk nükleer santralı yapıyor ve çalışacak Türk personeli eğitiyor. Tüm bunlar, Rusya’nın Türkiye’nin ekonomisi, ticareti, enerji kullanımı, savunması üzerindeki gücünü gösteriyor. O nedenle Türkiye çok dikkatli olmak zorunda.

Kısacası; devlet yönetmek zor, milletin sorumluluğunu üstlenmek çok zor iştir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle “Mesuliyet yükü her şeyden, ölümden de ağırdır”.

Cari açığın asıl sebebi ne?

Barış Doster

Barış Doster
Cumhuriyet, 12 Şubat 2022
Son Yazısı / Tüm Yazıları

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cari açığın asıl sebebi ne?

Merkez Bankası; geçen yılın aralık ayına ilişkin ödemeler dengesi istatistiklerini açıkladı. Buna göre cari denge, aralık ayında 3.84 milyar dolar açık verdi. Son 1.5 yılın en yüksek aylık cari açığı oluştu. Hazine ve Maliye Bakanı’nın, Londra’daki finans çevreleriyle yaptığı toplantının asıl amacını açıklıyor aynı zamanda bu cari açık. Türkiye; yine, yeniden, bir kez daha dışarıdan kaynak arıyor, borç arıyor.

  • Elde avuçta kalan son kamu mallarını da satarak, yok pahasına elden çıkararak, para bulmaya çalışıyor.  

Peki, izlenen bu ekonomi modelinin başarı şansı var mı? Yok. Olsaydı, şimdiye kadar olurdu zaten. Dahası var. İzlenen ekonomi modelinin ısrarla yerli ve milli olduğunu öne süren iktidar; Katar’dan, Birleşik Arap Emirlikleri’nden umduğunu bulamamış olmalı ki, bir kez daha Londra’nın finans çevrelerinde para arıyor. Bu görüşmeden sonuç çıkar mı? Çıkmaz.

Çünkü Türk ekonomisinin yapısal sorunları var :

  • Üretemiyor!
  • -Yüksek faiz, yüksek döviz kuru, yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, yüksek dış borç, yüksek cari açık sarmalını aşamıyor.
  • O yüzden, önünde hiçbir siyasal, hukuksal, ulusal, toplumsal, kamusal, örgütsel engel istemeyen finans kapital, çokuluslu şirketler, yabancı sermaye çevreleri, Türkiye gibi, dış kaynak bağımlısı olan ülkelere çok ağır koşulları dayatıyorlar. 
  • Gittikleri ülkede risk almayı, rekabet etmeyi, yasalara uymayı, doğayı ve çevreyi gözetmeyi, sendikal örgütlülüğün önünü açmayı değil, kısa sürede, en risksiz yoldan, büyük kazanç elde etmeyi istiyorlar.
  • Onların gündeminde istihdam yaratmak, o ülkenin kalkınmasına yardımcı olmak değil, o ülkeyi olabildiğince sömürmek, kaynaklarına el koymak, kamusal varlıklarını ucuza kapatmak var çünkü.  

ENERJİYİ ÖZELLEŞTİRMENİN BEDELİ

Yüksek elektrik ve doğalgaz faturalarının halkın belini büktüğü ülkemizde, cari açığın en büyük sebebinin, enerji ithalatından kaynaklandığını bilmiyor mu yurttaşlarınız? Biliyorlar. Durum buyken mevcut iktidar ve öncekiler, her konuda olduğu gibi, enerji konusunda da niçin bu kadar hararetle savundular özelleştirmeleri? Enerji sektöründe küresel ölçekte söz sahibi olan dev şirketlerin gücünü görmüyor mu siyasetçilerimiz, bürokratlarımız? Görüyorlar. Petrol ve doğalgazda dış kaynak bağımlısı olmamızın, diğer yönleri yanında, dış politika ve ulusal güvenlikte ne tür zaaflar doğurduğundan haberleri yok mu? Var elbette.

Şunu da unutmayalım                              :

Çokuluslu şirketler; kendilerine ayak bağı olarak gördükleri ulusal yargıyı, uluslararası tahkimle devre dışı bıraktılar büyük ölçüde.

Siyasi partiler de çokuluslu sermayenin işini kolaylaştıran, onlar için ve onlar adına alan temizliği yapan, onların çıkarlarını gözeten örgütlere dönüştüler, özellikle de küreselleşme süreciyle birlikte.

  • Neo liberalizm bunun ekonomi politiği, uluslararası tahkim bunun hukuki çerçevesidir.
  • IMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü gibi yapılar bunun ekonomik organları, NATO ise bu düzenin jandarması, işgal ve saldırı aygıtıdır.

O nedenle cari açık sorunumuz yapısaldır. Üstelik sadece ekonomik de değildir; politik, ideolojik yönleri de vardır.
================================

Dostlar,

Bizim katkılarımız şöyle :

* Enerji Bakanı Fatih Dönmez, Türkiye’nin 2021 yılı toplam enerji dışalımı (ithalatı) faturasının 55 milyar $’ı bulacağını söyledi. (28.12.2021, Dönmez: 2021 yılı enerji ithalat faturası 55 milyar doları bulur)
* 2021 yılı toplam cari açığı henüz yayınlanmadı ama 40 milyar $ altında kalmaz kanımızca.
2020 yılında cari açık 36,7 milyar $ olarak gerçekleşti. (https://www.bloomberght.com/cari-acikta-2020-tablosu-2274513)
Dolayısıyla cari açıkta temel kalem enerji dışalımı. Doğalgazda %99, akaryakıtta %92 düzeyinde dışalıma bağımlı Türkiye. Toplu taşıma, demiryolu – deniz yolu yok karayolu var.. Yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım çok yetersiz, enerji tasarrufu yetersiz, kayıp-kaçaklar önlenemiyor..
* 2022 bütçesi : Bütçe gelirleri 1,472 Tr TL. Açık 278,3 milyar, faiz 240,4 milyar TL; her 6 TL bütçe gelirinin 1 TL’si borç faizine gidecek (%16,3!). Faize karşı RTE, “nas edebiyatı” yapıyor.
* 2022 bütçesi, tek başına iktidar gücüyle AKP’nin yaptığı 20. ardışık bütçe. Bütçede faiz oranı 2010 yılında da %16,4 idi. Neden azaltıl(a)mıyor?? Üstelik 2022 bütçesi ağırlıklı Dolar kuru 9,37 TL üzerinden hesaplandı! Daha baştan tüm hesaplar boşuna. Ek bütçe zorunlu, Hazine tem takır!!
* Bütçe açığı, cari açık ve dış ticaret açığı “Bermuda şeytan üçgeni” benzeri Ulusal Ekonomiyi kuşatmış durumda ve sorun açıkça “yapısal”!

Dolayısıyla; Prof. Barış Doster meslektaşımıza (ikimiz de Siyaset bilimciyiz!) kritik ek :

  • AKP, 3 Kasım 2002’de iktidarı devralmış ve tek başına iktidarının 20. yılında Türkiye’yi apaçık bir iflasa (moratoryuma!) sürüklemiştir!
  • Tüm ulusal varlıklar haraç – mezat satılmıştır, satılmaktadır, ulusal bağımsızlık kalmamış gibidir.
  • Tüm bunlar rastlantısal ya da beceriksizlik ürünü asla olamaz!
  • O zaman geriye hangi olasılık kalıyor ve T.C. bu yıkımı nasıl durdurur??

Sevgi, saygı ve KAYGI ile.13 Şubat 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Liberal cehaletin U dönüşü

Barış DosterBarış Doster
Cumhuriyet, 04 Eylül 2021
Ya bir yerlerden işaret geldi ya da 20 yıl sonra, gecikmeli de olsa, biraz olsun gerçekleri gördüler. Özeleştiri vermeden, “yetmez ama evet” dediklerini saklayarak, akil adamlar heyetinde olduklarını gizleyerek, iktidara verdikleri sınırsız desteği unutturmaya çalışarak, Atatürk’ü övüyorlar son günlerde. Cumhuriyet Devrimi’nin önemine, meşruiyetine, kazanımlarına, toplumdan aldığı büyük desteğe ilişkin yazılar yazıyorlar, demeçler veriyorlar. Şüphesiz yaşadıkları değişimde, Türkiye’de yaşanan son 20 yılın yanında, Afganistan’da yaşananların da etkisi var.

Kimlerden mi bahsediyoruz? Elbette ikinci cumhuriyetçilerden, liberallerden, liberal solculardan, etnik ayrılıkçılara güzelleme yazıları yazanlardan, PKK terör örgütü liderinden aferin alanlardan, FETÖ terör örgütünü sivil toplum kuruluşu olarak alkışlayanlardan, Türkiye’ye demokrasi ve özgürlükleri siyasal İslamcıların getireceğini sananlardan, FETÖ’nün Abant toplantılarının müdavimlerinden…

LİBERAL UTANMAZLIĞIN BOYUTLARI  

Geniş bir cephe oluşturuyorlar. Medyascope ve T24 sitelerinde görüyoruz sıklıkla. Birikim dergisi burada. Merdan Yanardağ’ın “Liberal İhanet” kitabında adını andıkları burada. Radikal ve Taraf gazetesi kadroları burada. Hikmet Çiçek’in “FETÖ’nün Solcuları adlı eserinde ismini sıraladıkları burada. Türkle, Atatürk’le, Cumhuriyet Devrimi’yle, ulus devletle, yurttaş kimliğiyle sorunlu olanlar burada.
– Etnikçiliği sosyalizm,
– mezhepçiliği komünizm,
– sivil toplumculuğu Marksizm sananlar burada.
– Avrupa Birliği’nden demokrasi,
– ABD emperyalizmden özgürlük bekleyenler burada…

Bu kadroda olup da son dönemde Atatürk ve Cumhuriyet Devrimi’ne ilişkin olumlu açıklamalar yapanlar arasında, geçmişte gazetemizde yöneticilik, yazarlık yapmış isimler de var. Aydınlanma bilgesi ustamız İlhan Selçuk; bu tipler için, “günahlarımız” derdi. Cahildirler. Sinsidirler. Çokturlar. Medyada, akademide, siyasette, meslek örgütlerinde, sendikalarda örgütlüdürler.

Özeleştiri nedir bilmezler. Yanıldıklarını kabul etmezler. Çünkü cesaret ve erdem sahibi değildirler. Her devrin adamı olmayı yeğlerler. Turgut Özal’dan Erdal İnönü’ye, Cem Boyner’den Recep Tayyip Erdoğan’a dek, geniş bir yelpazede, güç kimdeyse onun yanına çöreklenmişlerdir. Bir yandan AKP, bir yandan CHP, bir yandan HDP, bir yandan ÖDP’de olmayı başarmışlardır. Ustamız Özdemir İnce’nin tabiriyle, bunlar, “ana rahmine haklı düşenlerdir”.

Peki, yaşadıkları bu değişimin başka bir nedeni olabilir mi? İktidarın oylarındaki erimeyi mi gördüler? AKP sonrası döneme mi hazırlanıyorlar? “Kullanışlı aptal” olmanın artık para etmediğini, iktidar nimetlerinin kapandığını mı anladılar? Toplumdaki Atatürk sevgisini, Cumhuriyete bağlılığı, yönlendirmeye, dönüştürmeye mi çalışıyorlar? Muhalefet cephesinde daha fazla yer edinmeye, etnikçi kotasından, mezhepçi kompartımanından, liberal kontenjanından yararlanıp koltuk kapmaya mı çalışıyorlar?

Evet, bu şıklardan biri, birkaçı veya hepsi olabilir.
Bu tiplere karşı uyanık olmak gerekir.

İdeoloji konuşmadan siyaset konuşulur mu?

Barış DosterBarış Doster
Cumhuriyet, 17 Temmuz 2021

 

Siyasetin gündemi yoğun. Seçim barajının düşürülmesi, dar bölge – daraltılmış bölge tartışmaları, HDP’ye açılan kapatma davası, ittifaklar, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayının kim olacağı, ekonominin gidişatı öne çıkan başlıklardan sadece birkaçı. İttifakların kendi gündemleri, kendi içlerindeki gerilim konuları da öne çıkıyor. Örneğin; HDP’nin kapatılması konusunda AKP ve MHP farklı düşünüyor. Yine HDP’ye bakış söz konusu olduğunda, CHP ve İYİ Parti yönetimleri arasında farklılaşma gözleniyor.

Tüm bu tartışmalarda üzerinde durulmayan tek konu var: Sınıf siyaseti. 1980’den bu yana esen, 1990’lı yıllarla birlikte etkisini artıran liberalleşme, özelleştirme, küreselleşme, serbest piyasa rüzgârı iktidarı, muhalefeti, toplumu öylesine etkiledi ki, kimse sorgulamıyor. 24 Ocak kararlarının (1980) mimarı olan Turgut Özal’ın, 12 Eylül 1980 darbesinden sonra ANAP’ı kurup darbe koşullarında, darbecilerle uyum içinde, ülkemizi yönettiğini, çok az kişi anımsatıyor. Solda geçinen ve soldan geçinen, özünde ise liberal olan siyaset esnafının, solu nasıl zehirlediğini, çok az kişi dillendiriyor. 5 Nisan kararları (1994) alındığında, DYP’nin koalisyon ortağının SHP olduğunu, başbakan yardımcısının SHP Genel Başkanı olduğunu, bu kararların memuru, emekçiyi, yoksulu, dar gelirliyi nasıl vurduğunu, çok az kişi hatırlıyor.

KAVRAMSAL BİLİNÇ, İDEOLOJİK BERRAKLIK

Oysa ısrarla vurguladığımız üzere tartışılması gereken ideolojidir, programdır, ilkelerdir. Tartışılması gereken ekonomi politiktir. Tartışılması gereken üretim, mülkiyet, bölüşüm ilişkileridir, sınıfsal çelişkilerdir…

Siyasetin sağını, solunu hayli zehirlemiş olan liberaller, ısrarla kimlik siyasetini öne çıkarıyorlar. Etnik aidiyetleri, mezhepsel mensubiyetleri, hemşerilik bağlarını, feodal ilişkileri vurguluyorlar hep. Seçimler dar bölge esasına göre yapılırsa, alt kimliklerin daha da öne çıkacağını, şimdikinden çok daha fazla siyasallaşacağını biliyorlar. Ulus devleti, yurttaş kimliğini, sınıf bilincini daha da aşındıracağını görüyorlar. O nedenle dar bölgeye olumlu bakıyorlar.

Liberalizmin etkisindeki merkez sağ ve sol; özelleştirmeyi savunurken, sosyal devleti zayıflatırken, toplumsal adaletin, fırsat eşitliğinin ortadan kalktığını göremediler. Yoksul yurttaşlara kömür dağıtarak, erzak yardımı yaparak, onları kimin oy havuzuna ittiklerini anlayamadılar. Üretimi değil, tüketimi teşvik etmenin, sonuçta kaçınılmaz olarak piyasa toplumu yaratacağını kavrayamadılar.

  • Kapitalizmin, liberalizmin, yurttaşı değil, müşteriyi sevdiğini öngöremediler.

Bu liberal programa ortak olmak, sahip çıkmak, solu büyütmedi. Küçülttü. Sonuçta, Refah Partisi sandıktan birinci çıktı 1995’te. Normalde sola oy vermesi gereken kesimlerin oyunu aldı, tepki oylarını toplamayı başardı, “adil düzen” sloganını öne çıkararak. AKP ise sıkça değindiğimiz üzere, iç ve dış konjonktürün de etkisiyle, merkezin sağı ve solunun çökmesinden de yararlanarak 2002’de iktidara geldi.

Benimsediği ekonomi politik program, AKP’yi de eritiyor.

Ne var ki ülkemiz;
– toplumcu,
– kamucu,
– halkçı,
– devletçi,
– antiemperyalist,
– yani Cumhuriyetçi bir sol programı,

samimi ve sahici olarak tartışmadığından gerçek bir çıkış yolu bulamıyor.

İktisatsız istiklal mümkün müdür?

Barış DosterBarış Doster
Cumhuriyet, 05 Haziran 2021

 

Türkiye’nin ekonomideki yapısal sorunlarına, salgın hastalığın yükü de eklenince, ekonomi daha da kötüleşti. Bu gerçek, büyüme oranlarıyla, işsizlik verileriyle, istihdam göstergeleriyle, hayat pahalılığıyla görüldüğü gibi; esnafın, köylünün, çiftçinin haline de yansıyor. Üretim ekonomisinden kopmanın; ne var ne yok satan bir özelleştirme programının; planlamayı unutmanın; tarım, sanayi, hizmet sektörü arasındaki dengeyi kuramamanın sonuçları bunlar.

Ekonominin ulusal ve üretken olması için gereken koşultlar sağlanamayınca, güçlü bir ekonomi, bağımsız bir dış politika da olanaklı değil.

  • Ne tasarruf bilinci var ne ulusal bir bankacılık anlayışı.
  • Dış kaynak ihtiyacı yapısal.
  • Yüksek faiz,
  • yüksek enflasyon,
  • yüksek döviz kuru,
  • yüksek işsizlik,
  • yüksek dış borç sarmalında bir ekonomisi var Türkiye’nin. 

    Türkiye’nin. Bunlara ilaveten (AS: ek olarak) demokrasi ve hukuk alanında da çıta düşünce, yabancı yatırımcı çekmek çok kolay olmuyor.

  • ABD’yle yaşanan her gerilim, ekonomiye de yansıyor.  

Bu çıkmazdan kurtulmak için, halkçı, kamucu politikalar izlemek şart. Planlama şart. Olanaklarımızı ve önceliklerimizi doğru şekilde saptayıp sıraladıktan sonra, üretim seferberliğine yönelmek şart. Bankacılık sisteminin milli olması, üreticiyi, sanayiciyi, yatırımcıyı gözetmesi şart. Yüksek teknoloji içeren, katma değer yaratan bir sanayileşme politikası şart.

Türkiye bunları başarabilir mi peki? Elbette başarır. Cumhuriyet, dün başarmıştı. Yarın yine başarır. Yeter ki Cumhuriyetin ideolojisini, birikimini, deneyimini, kültürünü, özgüvenini kıskançlıkla ve kararlılıkla sahiplenen politikalar izlensin. Geçmişe dönüp neyi nasıl yaptığımıza bakalım kısaca…

MALİ EGEMENLİK VE MİLLİ EGEMENLİK

Cumhuriyetin kuruluş sürecinde, Merkez Bankası yoktu. Tek milli banka, Mithat Paşa tarafından kurulan Ziraat Bankası’ydı. 23 yabancı banka vardı. Bunlar da ağırlıklı olarak ithalat ve ihracat için kredi veriyorlardı Türklere. Osmanlı Bankası dahil, mevduatın çok azını kredi olarak kullandırıyorlardı Türk girişimcilere. Yatırım yapmak isteyen sanayicilere, kredi vermekten çekiniyorlardı. Cumhuriyet, böyle bir bankacılık sistemi devraldığından, hızlı adımlar atmak zorundaydı. Öyle de yaptı.

26 Ağustos 1924’te, yani Büyük Taarruz’dan tam iki yıl sonra, bilinçli bir tarih seçimiyle, Türkiye İş Bankası kuruldu. 19 Nisan 1925’te, Türkiye Sınai ve Maadin Bankası kuruldu. Hedefi, sanayi ve madenleri işletmek, geliştirmekti. 1927’de Emlak ve Eytam Bankası kuruldu. Hedefi inşaat sektörünü desteklemekti. 1930’da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu. 1932’de Türkiye Sanayi ve Kredi Bankası kuruldu. Hedefi, sanayiciyi desteklemekti. 1933’te Sümerbank kuruldu. 1933’te Türkiye Halk Bankası kuruldu. 1935’te Etibank kuruldu. 1937’de DenizBank kuruldu.

  • Üretimi, yatırımı, istihdamı, sağlıklı büyümeyi, bütüncül kalkınmayı amaçlayan Cumhuriyetin ekonomideki mucizesi, güçlü bir mali disiplinle gerçekleşti.

Çünkü Mustafa Kemal Atatürk, mali egemenlik olmadan milli egemenlik olmayacağını iyi biliyordu. Çünkü Atatürk’e göre; iktisatsız istiklal mümkün değildi.