Etiket arşivi: yetmez ama evet

Aday listeleri, sultanlar ve kapıkulları

Barış Doster
Barış Doster
12 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

Milletvekili aday listeleri açıklandı. Beklediğimiz üzere kıyamet de koptu. Hem iktidar blokunun hem muhalefet blokunun listelerine, parti tabanlarından tepkiler yükseliyor. Kızıp, adaylığını geri çekenler var. Küsüp, partisinden istifa edenler var. En çok da siyasal omurga yoksunları, koltuk sevdalıları, fırsatçılar var.

CHP; 6’lı Masadaki merkez sağcı ve AKP artığı müttefikleri yanında, Mustafa Sarıgül’e de listelerinde yer verdi. Toplam sayı 70’i geçiyor. Seçilebilir sıradakilerin sayısının 30’u aştığı söyleniyor. Az değil. Dahası, CHP’nin kendi kaynağından gösterdiği öyle adlar var ki evlere şenlik. Aralarında Kemalizm karşıtı, FETÖ’nün yayın organı Taraf gazetesi yazarı da var, gönlü HDP’de olanı da.

  • Belli ki CHP genel başkanı, yalnızca  sağcıları, sağın da sağındakileri değil,
    numaracı cumhuriyetçileri, Atatürk karşıtı liberalleri çok önemsiyor.

CHP örgütünden gelen adların oldukça dışlanması, olası bir başarısızlık durumunda genel başkanlık yarışına girebilecek olan parti yöneticilerine yakın adların listelerde pek yer bulamaması da gösteriyor ki, 14 Mayıs’tan sonra CHP’de gerilim artacak.

  • Bakalım, “İttifak siyaseti bunu gerektiriyor, çare yok. Bağrımıza taş basacağız”
    demek kurtaracak mı?

AKP’de de gerilim yüksek. Hem iktidar yorgunluğu var hem büyük bir başarısızlık. Her ne kadar parti; üç dönem kuralını, birkaç istisna (ayrık) dışında uygulasa da varolan milletvekillerinin üçte ikisini yeniden aday göstermese de, iki bakan dışında bakanların tümünü liste başlarına yazsa da, 6 binden çok aday adayının başvurduğu düşünülürse, tepki olmaması kaçınılmaz. Listelerde DSP ve HÜDA PAR’a yer verilmesi, tabanı genişletme çabasını gösteriyor. MHP, BBP ve Yeniden Refah Partisi’nin kendi listeleriyle seçime girmeleri ise kuşkusuz Cumhur İttifakı’nın sandalye sayısına olumsuz yansıyacak.

İYİ Parti’nin içi de kaynıyor. Özellikle de partinin Atatürkçü, laik, merkez sağ çizgideki isimlerinden Aytun Çıray’ın tepkisi büyük. Bunun sandığa ne ölçüde yansıyacağını seçim gecesi göreceğiz elbette.

HDP listeleri malum, ama iki ad var ki AKP’nin değirmenine çok su taşımış, iktidarın büyük sevgisini kazanmış, “yetmez ama evet” demiş, soldan sağa çok dönmüş adlar:

  • Hasan Cemal ve Cengiz Çandar. Listeye girmelerinde, HDP yönetiminin, emperyalizm destekli PKK terör örgütü yöneticilerinin yanında, olasılıkla ABD’nin de etkisi olmuştur.

İktidar kim olursa olsun, eğer seçimlerden sonra yeni bir “çözüm süreci” (gerçekte çözülme, çürüme, çöküş sürecidir) gündeme gelirse, Cemal ve Çandar’a çok iş düşer. AKP’den CHP’ye, Brüksel’den Washington’a bağlantıları güçlüdür.

Bu tabloda millet için acı olan şudur: Cumhuriyetin 100. yılında yapılacak seçimlerde göğsünü gere gere, yüksek sesle, ısrarla, iddiayla, inatla, inançla

  • “Ben Cumhuriyetçiyim, ben Atatürkçüyüm, ben anti-emperyalistim..”

diyen ne bir vekil ne bir parti olacaktır Meclis’te.

Partilerin başında tek seçici sultanlar vardır, çevrelerinde de dalkavuklar ve milletvekilliği uğruna her denileni yapan kapıkulları.

İKTİDAR SOYGUNA ORTAK MI?

İKTİDAR SOYGUNA ORTAK MI?

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Hekim, Siyaset Bilimci (Mülkiye) / Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı
profsaltik@gmail.com  www.ahmetsaltik.net 

Doğalgazı hem nominal (rakamsal) hem de satın alma gücümüzle (PPP) orantılı olarak dünyada en pahalı kullanan ülkelerin sanırız başında geliyoruz. AB bin m3 doğalgaza 120 $ öderken, biz 160 $ fazlasıyla 280 $ ödüyoruz Rusya’ya! Niçin acaba?

Aradaki muazzam fark kimin cebine giriyor?

AKP = Erdoğan TEK ADAM rejimi neden AB fiyatlarına yakın fiyattan doğalgaz alamıyor dostu / kankası (!) Putin’in ülkesinden??

Türkiye 2018’de yaklaşık 52 milyar m3 doğalgaz dışalımı yaptı, kabaca yarısı Rusya’dan.. 1000 m3’te 160 $ fazla ödendi ise, 26 milyar m3 doğalgaz dışalımı için toplam 26 m X 160 = 4 milyar 160 milyon $ eder ki muazzam bir paradır. Günümüz kuru ile 24 milyar TL’yi aşmaktadır. Yalnızca 1 yılda ver yalnızca Rusya’dan alınan doğal gaz için bu muazzam fazlalık.

Türkiye İran, Azerbaycan ve Cezayir’den de doğalgaz dışalımı (ithalatı) yapmaktadır.
Bu dış ticaret kalemlerinin de özenle incelenmesi gerekmektedir.

Bu konunun mutlaka TBMM’de gündeme getirilmesi ve Anayasa’nın 98. maddesi uyarınca incelenip aydınlığa kavuşturulması gerekmektedir. Muhalefet, en azından “yazılı soru” ile (m. 98/5) AKP iktidarından açıklama istemeli, eş zamanlı olarak genel görüşme (m. 98/3) / Meclis araştırması (m. 98/2) istemeli ve gelişmeleri kamuoyu ile etkin biçimde paylaşmalıdır.

  • Bu, apaçık bir soygundur..
  • Türk halkı apaçık soyulmakta, argo deyimle söğüşlenmektedir.
  • Buna göz yumulamaz ve görmezden gelinemez.
  • Türkiye Cumhuriyeti’nin savcılarının da görevlerini yapmasını istemek doğal hakkımızdır.

Son 2 yılda doğalgaza yapılan zamlar aşağıda.. https://www.sozcu.com.tr/2019/ekonomi/elektrik-ve-dogalgaza-son-bir-yilda-kac-kez-zam-geldi-5362718/) Yığışımlı (kümülatif) olmayan artış %56,8.. Bileşik faiz hesabına göre hesaplarsak;

1 Ağustos 2018 zammı öncesi m3 fiyatı 1.00 birim ise, zam ardından 1.09 TL
1 Eylül zammı ile 1,09 x .09 = 1,19 TL
1 Ekim zammı ile 1,30 TL
31 Temmuz 2019 zammı ile 1.49 TL
31 Ağustos 2019 zammı ile 1,71 TL

1 Ağustos 2018’de 1 birim olan m3 fiyatı, 1 yıl sonra 4 zam ile 1,71 TL’ye çıkarılmış,
dolayısıyla %71 oranında zamlanmıştır.

Memur aylıklarında 2018’de %4 + %8,67 = nominal %12,67 (yığışımlı %11,3) zam yapıldı..
2019’da ise ilk 6 ayda yaklaşık %10,7, ikinci 6 ay için %5 zam yapılmıştı. 2 yılda toplam artış,
6’şar aylık parçalar olarak ve birikimli %30.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla
en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz.

Elektrik zamları birikimli %72’yi buluyor. Evlerde doğalgaz ile ısınma elektrik enerjisi de kullanılmadan olanaksız. Elektriği de dünyada hem nominal hem de satın alma gücümüze oranla
en pahalı tüketen ülkelerden biriyiz. İkisinin birlikte yüklenmesiyle yaşam daha da pahalılaşıyor.

Niçin??

  • AKP iktidarı = Erdoğan’ın TEK ADAM olarak öncelikle bu soruya yanıt vermesi gerek?

Bakıyoruz, İstanbul’da 50-60 yaşlarına 4 kardeş, elektrik faturasını ödeyemediği için
birlikte siyanür içerek yaşamlarına son veriyorlar! Arka arkaya benzer facialarla yüreğimiz yanıyor. İktidar ve yandaş – besleme basın, olmadık kılıflarla saptırıp geçiştirmeye çabalıyor.

Bir ülkenin hükümeti halkını ve ulusal çıkarları böyle mi kollar, korur, gözetir??

İki temel yaşam girdisine 2 yılda %70’i aşan zam neyle ve nasıl açıklanabilir??
O yıllarda dövizde bu düzeyde fahiş, %70’leri bulan değerlenme yani enflasyon,
yani paramızın değersizleş(tiril)mesi, devalüasyon olmadığına göre niçin bu 2 temel mal
böylesine acımasız zamlanmıştır??! Niçin??!

Dolar 2018 başında 3.77 TL iken, yılı 5,28 TL olarak kapatmıştır, artış %40’tır.
Dolar, 2019 başında 5,28 TL iken 5.95 TL ile yılı kapatmıştır. Artış %12,7’dir.
2 yılda birikimli (yığışımlı, kümülatif) artış %57’dir.

Doğalgaz ve elektirik zammı, döviz fiyatı artışının % 14-15 puan daha üstündedir.

Niçin?!

Kaldı ki, TL’nin döviz karşısında bunca değersizleşmesi de tek başına gerekçe yapılamaz.
Türk Parasının değerini ve ulusun gönencini (refahını) sağlamak da siyasal iktidarın
başlıca görevlerindendir.

Üstelik Devlet, şahinler gibi bu faturalara çökerek %18 KDV eklemektedir.
Neden en azından %8 KDV dilimine çekilmemektedir elektrik ve doğalgaz?
Üstelik sanayide bu 2 ürününün fiyatları daha yüksektir ve bu nedenle de
yaşam ayrıca pahalılaşmaktadır.

Bu kez de aşırı pahalılığı nedeniyle doğalgaz kullanamayan insanlarımızın evde karbon monoksit zehirlenmesinden ölmelerine tanık oluyoruz. Oduna, niteliksiz kömüre… dönmek zorunda kalan milyonlarca yoksul halk yığınları ve hava kirliliğinin yeniden tırmanışı. Avrupa’da havası en kirli 10 kentten 8’i Türkiye’de iken.

Anayasasında pek çok maddede (başta 2. madde) “sosyal hukuk devleti” yazan Türkiye’de bu 2 temel ürünün ve yansımalarının özellikle düşük tüketimli – dar gelirli kesimler için Devlet desteği (sübvansiyon) önlemleri neden düşünülmez? Bu şirketler hiç denetlenmez mi?
Saydam değil midirler ve halka hesap vermekten bağışık mıdırlar ya da zamanları mı yoktur (!?)
bu soruları yanıtlamaya AKP = Tek adam Erdoğan gibi ??

Ya da siyasal iktidarla birlikte mi hareket edilmektedir??
****

Bu bağlamda, Melih Gökçek zamanında tümü ile özelleştirilen, Ankara BŞB’nin payı ve denetçisi bırakılmayan (niçin; bu yolsuzluklara kılıf hazırlığı mı??) Başkentgaz’ın Kızılay eliyle Ensar Vakfı’na yaklaşık 8 milyon dolar aktarması ne anlama gelmektedir? 8 milyon $, günümüz kuru ile 48 milyar TL’ye çok yakın bir tutardır. Fikir edinilmesi bakımından, Sağlık Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 59 milyar TL’dir.

Devlet, küresel – yerel sermaye işbirliği ile nasıl güçsüzleştirilmiş, teslim alınmıştır, ibretliktir.

83+ milyon nüfuslu ülkenin Sağlık Bakanlığı bütçesi, Ankara’daki bir doğalgaz dağıtım şirketinin bir dinci – gerici vakfa bağışı kadardır neredeyse!?

Demek oluyor ki şirket (Başkentgaz) “yeterince” kârlıdır ve bu tatlı kârından Kızılay üzerinden çocuklara tecavüz sabıkalı bir vakfa koşulsuz bağış yapmaktadır!?

Böylece sözde vergi kaçırmamakta ama Kızılay’ın 31 bin TL aylıklı genel müdürüne göre “vergiden kaçınmakta” dır. Her 2 eylem de öyle ya da böyle, Devletin kasasına vergi girişini azaltmaktadır.

Emir büyük yerden mi gelmektedir?

  • Siz şimdi bu bağışı yapın, gereğini düşünürüz..” mü denmiştir Başkentgaz’a;

ENSAR Vakfı‘nın “acil nakit gereksinimi” karşısında??!! Ayrıca, 8 milyon dolara yakın bağışın
ABD’de yurt yapımı için bu ülkeye transferinin kayıtları da ortada yoktur!?

Havuz medyasında da böyle yapılmış ve birkaç yandaş sermayedar 100’er milyon Dolarcık
havuza atmışlar ve Türk medyasının %95’e varan kesimi AKP uydusu yapılmamış mıydı?!

Dinci – gerici ENSAR vakfına yaptırılan 8 milyon Dolar “bağış” ın bedeli, halkın sırtından
vahşetle ve iktidar eliyle çıkarılmaktadır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.
***

Başkentgaz, ne düzeyde kâr elde etmiş ve ne tutarda vergi ödemiştir devlete?
Özelleştirmenin masalsı amaçlarından biri “Hantal Devlet” değil miydi? Devlet verimsiz çalışıyor, vergileri çarçur ediyor, devleti zarara uğratıyor, mal ve hizmet üretimini pahalı yapıyordu (!)
değil mi? Bu yüzden özelleştirilmeli ve makro-ekonomik ölçekte verimlilik artırılmalıydı değil mi?!

Ne yazık ki sözde sol ve liberaller AKP’nin bu tuzağına düştüler )!?).. “Yetmez ama evet” buyurdular..

Ve gemi öyle azıya aldılar ki, ön ödeme ile bedeli peşin ödenen doğalgaza bile zam yapma rezilliğini yapabildiler.. Kadim borçlar hukuku ilkelerini ayaklar altına aldılar.. Diliyoruz Anayasa Mahkemesi bu açık hak ihlalini saptayacaktır. AKP’nin hak anlayışı işte budur !

Çırılçıplak söyleyelim                                  :

  • Geldiğimiz yer, iktidar eliyle halkın soyulmasıdır!
  • AKP’in bilgisi, onayı olmaksızın böylesi acımasız ve muazzam ölçekli soygun
    asla yapılamaz.
  • Peki AKP iktidarı neden halkının bu vahşi sömürüsüne izin vermektedir?
  • Devlet aymaz mıdır?
  • Devlet gaflet ve dalalet içinde midir?
  • Devlet, yerli – yabancı sermaye  tarafından ele geçirilmiş, işlevini yitirmiş bir örgüt müdür?
  • J.J. Rousseau 258 yıl önce yazmıştı “Toplumsal Sözleşme“yi; rafa mı kaldırmıştır AKP?
    (The Social Contract, 1762)
  • Postmodern – küreselleştirmecilerin sömürü aygıtına indirgenen Devlet / AKP iktidarı,
    tek yanlı olarak halk ile arasındaki Toplumsal Sözleşmeyi fesih mi etmiştir?
  • Dar-ül harpte apaçık cihat / ganimete el koyma mı ilan edilmiştir?
  • Devlet = tek parti iktidarı, dinci yerli – yabancı sermayenin SOPALI TAHSİLDARI‘na mı dönüştürülmüştür?
  • Ve son, çıldırtan soru                  :
  • Devlet soyguna ortak mıdır; AKP = Erdoğan bu senaryoda nerede ve ne işlevdedir??

****
Bu yakıcı soruların yanıtları verilmelidir. Muhalefetin ana gündemlerinden biri, bu kalleş soygun olmalıdır.
Eğer doğru ise, meşruluğunu yitiren siyasal otoriteye karşı,
yerden göğe meşru olan DİRENME HAKKI kullanılacaktır halk tarafından..
Siyasal tarih / insanlık tarihi çooook sayıda örneğe tanıktır.

Bu harami – bezirgan düzeni elbette sonsuza dek sürmeyecek, sürdürülemeyecektir.

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 02 Şubat 2020, Ankara

 

Yeniden merhaba…

Yeniden merhaba…

Mustafa Balbay

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Üç yılı bulan, bana çok daha uzun gelen ayrılıktan sonra “merhaba” deyip buluşmak çok güzel. Ayrılıklar ne kadar uzun sürerse sürsün kavuşmayla birlikte her şey geride kalır. Yaşanan acılar, zamanla bala bulanır. Cumhuriyet’te bir süre izin kullandıktan sonra dönüp 1 Şubat 2016’da yazımı gönderdiğimde, o dönemdeki yazıişleri müdürümüzün şu sözü ile irkildim:

“Yazılarına son verildi, haberin yok mu?”

Bir veda yazısı da yazamadan gazetemden koparılmış olmayı şöyle tarif edebilirim:
Bir babaya, “artık evlatlarını göremeyeceksin” demek gibi bir şey.

1985 yılında girdiğim Cumhuriyet’te İzmir, İstanbul, Ankara’da çalıştım. 17 yıl Ankara Temsilciliği, 22 yıl köşe yazarlığı yaptım. 5500 kadarı özgürlükte, 700 kadarı Silivri dolum ve üretim tesislerinde olmak üzere yaklaşık 6200 köşe yazısı yazdım. Silivri’den gazetenin 7 Mayıs kuruluş günlerinde gönderdiğim yazılarımdan birkaçında şu cümleyi kullandığımı anımsıyorum:

“Ailevi dileklerimden sonraki en büyük arzum Cumhuriyet’in 100. kuruluş yıldönümünde gazetenin çatısı altında olmak ve o bir asırı yazmak…”
Bu duygularla yeniden merhaba!
***
Cumhuriyet Gazetesi kuruluşundan beri üç kez büyük çizgi tartışması yaşadı.
Fikir gazetelerinde bu tartışma olur. Yoksa o gazetenin yayın politikası yok demektir. Ancak gazetenin kuruluş kökleriyle kavgalı hale gelmesi büyük tehlikedir. Bu anlamda gazetenin çizgisiyle oynamak ateşle oynamak gibi bir şeydir. Cumhuriyet üç kez bunu yaşadı; üçünde de kazanan gazetenin kuruluş felsefesi oldu.

Birkaç yıldır süren tartışmanın öncekilerden farklı olarak sadece çizgisel değil, bir de hukuksal boyutu vardı. Hukuksal boyutu Cumhuriyet Vakfı yönetim kurulu üyelerinin seçiminde iki kere iki üç mü eder dört mü sorusuna verilecek yanıt kadar net bir durumdu. Mahkeme üç yıl sonra “dört eder” dedi. 2016 yılı sonunda Cumhuriyet’in yönetici ve yazarlarının tutuklanmasının, yargılama sürecine Cumhuriyet Vakfı’na yönelik yukarıda özetlediğimiz tartışmanın da eklenmesinin bir amacı da şuydu:

  • Cumhuriyetçileri Cumhuriyetçilere kırdırmak!

Bu davada mağdur edilen Cumhuriyet yazar ve yöneticileri bugün gazeteden ayrılmış olsa da onları yargı karşısında savunmak, yine Cumhuriyet’in başlıca sorumluluğudur. Cumhuriyet’in yayın politikası ile ilgili tartışma kamuoyuna da yansıdı. Bu da doğal, Cumhuriyet konuşulması, eleştirilmesi sevilen bir gazete. Gazeteye bir aşı denemesi yapıldı, çizgi olarak tutmadı. Yazarlar içinde tutanlar oldu, onların da bir bölümü ayrılmayı tercih etti. Genel Yayın Yönetmenimiz Aykut Küçükkaya’dan Ankara Temsilcimiz Sertaç Eş’e kadar gazete yönetiminde sorumluluk alan arkadaşlarımızın hemen tümü mesleğe Cumhuriyet’te başladı. Gazete kendi evlatlarını yönetime getirdi.
***
Şimdi Cumhuriyet’i daha da güçlü kılma zamanı… Hak hukuk arayan, barış-huzur isteyen, Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin tüm kurum ve kuruluşlarıyla yeniden inşasının şart olduğunu düşünen herkesin gazetesi yapma zamanı… Gazeteyi bu hedefe yönelik tüm fikirlere açma zamanı… Bu hedefe yürürken Cumhuriyet’e ilişkin tartışma elbet sürecektir. Geçmişte Ankara Temsilciliğim döneminde de altı ayda bir sorarlardı:

– Cumhuriyet batıyor diyorlar, doğru mu?
“Doğru” derdim, “pek çok kesime batıyor”.

Sonraki altı ayda da şöyle sorarlardı:
– Cumhuriyet satılıyormuş, doğru mu?

“Doğru” derdim, “her bayide satılıyor. Bulamadığınız bayi olursa haber verin, müdahale edelim”.

Cumhuriyet tarih boyunca iktidarda kim olursa olsun, hep gerçeği yazmıştır, eğriye eğri doğruya doğru demiştir. 2000 yılı başıydı… Başbakan Ecevit, yedi gazetenin Ankara temsilcisini Oran’daki evinde sohbete davet etti. Bir arkadaşımız o günlerde tartışılan, Cumhuriyet’in yanlış bulduğu bir konuyu sordu. Ecevit söze şöyle başladı:

– Bu konuda hepinizi ikna edebilirim. Sanırım sayın Balbay hariç…Gülümseyerek şu yanıtı verdim:
– Bu görüşünüze katılıyorum!

Cumhuriyet değil bugünkü iktidar, sosyal demokrat bir hükümette de eğriye eğri, doğruya doğru, der. Gerçekleri yazar.
***
Uzunca bir merhaba oldu… Sabahları koşarken eşofman cebinde kâğıt kalem bulundururum. Dün sabah da aynısını yaptım. Köşe yazısı konuları neler olabilir diye sıralayayım dedim, haftalık dört hakkım birden doluverdi… Yarın 12 Eylül… Türkiye tarihinde iki 12 Eylül var. Biri 12 Eylül 1980, öteki 12 Eylül 2010… İlki askeri darbe, ikincisi FETÖ belasının yargıda yerleşip, devleti ele geçirme sürecinin kilometre taşı. 12 Eylül 2010 referandumu için ne demişti FETÖ; “Keşke mezardakiler de kalkıp oy kullansa”

Yazmak şart… Türkiye’nin Suriye politikasındaki yanlışlar İdlib İdlib dökülüyor…
Yazmak şart… Trump politikaları dünyayı krampa soktu…
Yazmak şart… Eren Erdem 80 gün sonra 19 Eylül’de mahkeme karşısına çıkacak. Dosya gizli tanıdık, affedersiniz tanıkla başlıyor.
Yazmak şart… Enis Berberoğlu 15 aydır tutuklu. Anayasa, “yeniden seçilen milletvekili dokunulmazlık hakkını elde eder” diyor. Ama Enis hâlâ içerde. Üniversite sınavına girdi, arkeoloji bölümünü kazandı. Enis’in yapacağı arkeolojik kazılarda muhtemel M.Ö. 2000 yılına ait demokrasi izlerine rastlanacak!
Yazmak şart… İngiltere’de İşçi Partisi özeleştirilerle ve yenilenen stratejilerle dolu bir tartışma içine girdi. Dünyada sol, genel gidiş karışısında siyaset üretememe sorunu yaşıyor…
Yazmak şart… Yeniden merhaba
=======================================
Sevgili Balbay,

Çoook özlemiştik yazılarınızı.. esprilerinizi, taşı gediğine oturtan hazır yanıtlarınızı..

Cumhuriyetten koparılma biçiminizi yıllar sonra bu ilk yazınızda  ayrıca üzüntü kaynağı oldu. Ama gene olgunca karşılamış ve Yaşanan acılar, zamanla bala bulanır.’ demişsiniz bilgece.

Evet, yazmalısınız, ülkemiz çoooooooooooooooooooook zorda.. Belgesel, net, yol gösteren, öneri sunan, çözüm üreten, kanıtlara dayalı..

En iyisini yapacağınızdan eminiz..  Biz her gün 2 Cumhuriyet almaya başladık. İçimizde güller açtı 40+ yıllık bir Cumhuriyet okuru ve 22 dolayında yazısı yayınlanan yazan bir okuru olarak..

Evet… bu gün gene 12 Eylül.. İlki 1980’de idi, 38 yıl önce. Hacettepe’de asistan hekimdik..

İkinci 12 Eylül’ümüz 2010’a, AKP iktidarına denk getirildi. 26 maddelik Anayasa değişikliği  paketi bütün (blok) olarak halkoyuna sunuldu. Zavallı (!) bir toplum olduğumuzdan, maddelere tek tek oy verme olanağı sağlanmadı.. Ya hep, ya hiç! Aydın ihanetini gördük, satılmış sanatçı taslaklarını, basında ‘dolma kalemleri’…. gördük.

  • ‘Yetmez ama evet!‘ diye saçmaladılar, halkı yanlış yönlendirdiler..

Rejim başkalaştırılmaya başlandı ve arkası çorap söküğü gibi geldi, getirildi neredeyse..

Türkiye’nin çökertilmesi sürecinde zaman hızlandırıldı adeta..

Elimizi çabuk tutup bir çare bulmak, birşeyler yapmak zorundayız.

Gereğini yapacaktır bu büyük Ulus!

Sevgi ve saygı ile. 12 Eylül 2018, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

AKP’nin iktidara gelmiş olmasından ben çok memnunum

AKP’nin iktidara gelmiş olmasından
ben çok memnunum

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Çünkü iktidara gelmeseydi çok sayıda insan durmadan diyecekti ki, ‘Ah, mütedeyyinler iktidara bi gelse. Bi gelse. Asr-ı saadet geri gelecek. Laiklerin bozduğu her şey düzelecek.

Şunu kesinlikle biliniz ki AKP iktidara gelmeseydi bu özlem ilelebet sürecek ve sürdürkçe güçlenecektibaskınoranHiç itiraz etmeyiniz: Türkiye’nin AKP’yi mutlaka fiilen yaşaması lazımdı. Sadece şükrediniz: Yaşıyor.
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki: Bizimkiler ötekiler gibi “Devlet malı deniz, yemeyen domuz” demez. İslamiyet’te faiz haram olduğu için, laikler gibi faizle iş görmez. Lüks harcama yapmaz. Suiistimal yapmaz. Çünkü haram yemiş olur. Mesela afet ve salgın hastalık gibi durumlar dışında kullanılamayan “davetli ihale” yöntemiyle yandaşlarını zengin etmez, kendisi de yüzde almaz.
Mesela, yandaş şirketlere köprü ve tünel inşa ettirip, yılda şu kadar araç geçecek ama merak etme, geçmezse ben milletin bütçesinden karşılarım demez. Köprü ve tünellerin bütçeden ödenen 2 aylık zararının 34 milyon TL olmasına yol açmaz.
Mesela, cumhurbaşkanlığı sarayına sadece temizlik için yılda 2 milyon harcamaz.
Mesela, metropollerin orta yerindeki imar planlarını değiştirip rant sağlamak karşılığında kendine ve akrabalarına daireler ayarlamaz.
Mesela bütçeden yılda 6,5 milyar TL ödenek alan Diyanet’in parasını faize yatırıp bir yılda 255.000 TL faiz kazanmasına izin vermez.
Çünkü kanundan korkmasa bile Allah’tan (c.c) korkar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler “İsraf haramdır” zihniyetiyle hareket eder. Oy avlamak için bütçenin dibine kibrit suyu ekip ondan sonra da dış borca ve vergilere yüklenerek milli gelirin % 50’sini aşan bi dış borca batmaz.
Vergilere yüklenip de halkı galeyana getirme tehlikesi ortaya çıkınca, “milletin babası” hemen devreye girip zamları azaltmak suretiyle kendine oy toplamaya tenezzül etmez.
Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler ötekiler gibi haksızlık-hukuksuzluk yapmaz. Hz. Ömer adaletinden ayrılmaz. Kendi istediği hükümleri çıkartmak için devletin savcılarını, yargıçlarını korkutmaz.
Mahkemeye verilen insanları mahkum ettirmek için deliller üretmeye girişmez. TV programına katılıp “Çocuklar ölmesin” dedi diye hamile bir öğretmeni bir buçuk yıl hapis yatırmaz.
Yazı yazdı, konuştu, tvit attı, bi bankadan çocuğunun okul taksitini ödedi, öteki bankanın kaldırımına bastı, bi şifreli haberleşme programı indirmiş birisi tarafından telefonla arandı demek ki gazeteci değil teröristmiş diye insanları içeri atmaz. Aylar boyu duruşmaya çıkarmadan tutuklu bırakmaz. Çünkü Allah’tan (c .c) korkar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler hürriyetlere büyük ehemmiyet atfeder. Hz. Muhammed’in (s.a.v)  baskılardan kurtulmak için 622 yılında Mekke’den Medine’ye Hicretlerinin ertesi yılı yaptığı Medine Sözleşmesi örneğini hatırlar ve uygular. Yani, Hz. Muhammet (s.a.v.) nasıl o günkü bütün fikir ve inançlara saygı göstermek için Müslümanları, Yahudileri ve Putperestleri içine alacak şekilde şehrin aşiret ve aileleri arasında resmen bir Medine Sözleşmesi yaptıysa ve buna uyarak bütün kesimlerin haklarına riayet ettiyse, öyle adil bir istişare düzeni kurar. Muhaliflerin farklı fikirlerine yer açar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler insanları aldatmaz. Bazı fazla nazik durumlar zuhur ettiğinde, “aldatıldım” deyip işin içinden sıyrılmaya da kalkmaz. Mesela Esed beni aldattı, Obama beni aldattı, FETÖ beni aldattı, Barzani beni aldattı filan demez. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler iktidara gelse kin tutmaz. Mesela kimseye “Bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu” demez, hakkında yakalama emri ve kırmızı bülten çıkartmaz, yurttaşlıktan atmaya girişmez. Hanımının pasaportuna el koydurtmaz. İnatlaşmaz. Hatayı savunmaz. Mesela en basitinden, yaz saatini sürekli kılıp yargı kararına rağmen aynen devam etmez. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler 12 Eylül’deki askerler gibi kavmiyetçilik yapmaz. Kayyımların park ismi değiştirip dindaşımız Kürtlerin haysiyetini kırmasına izin vermez. Onları susturmak için ordu sevk etmek yerine mahalli idareleri kuvvetlendirerek insan hakları vermek yolunu seçer.
12 Eylül’de askerlerin sıkıyönetimde yaptığı gibi memurları ve üniversite hocalarını sorgusuz-sualsiz işten atıp bi de dava açmalarını engellemez. OHAL var diye grevleri ertelemez, grevci işçileri gözaltına almaz. 28 Şubat’ta askerlerin yaptıkları gibi imam-hatip okullarımızın 5 mezundan sadece 1’ini üniversiteye yollayabilecek bi vaziyete sokulmasına izin vermez.  12 Eylül’de başörtülü kardeşlerimizin üniversitelerden dışarı atılması misali, üzeri İngilizce yazılı tişörtlerle dolaşan insanları içeri atmaz.
Bizimkiler dış politikada laiklerin bunca ihmal ettiği Müslüman Ortadoğu’yla münasebetlerimizi mükemmelen düzelteceklerdir. Ah, bi iktidara gelseler!
***
AKP iktidara gelmeseydi, mütedeyyin insanlar sürekli diyeceklerdi ki:
Bizimkiler her şeyden önce ahlaka ehemmiyet verirler. Küçük oğlan çocuklarının onun kursunda bunun kursundaonun vakfında bunun vakfında “taciz” edilmelerine her türlü imkanı kullanarak mani olurlar. Ah, bi iktidara gelseler!
***
Mütedeyyin yurttaşlarımız şu anda bunların hiçbirini söyleyemiyorlar.
“Allah’tan korkan” AKP’nin 14 yıldır iktidarda olması nedeniyle.
=====================================
Evet dostlar,

Baskın hocanın AKP’nin sürgit iktidarında sergileyegeldiği kerameti kendinden menkul “icraatı” ndan çoooooooooooook hoşnut (!) olduğu rahatlıkla anlaşılıyor bu yazıdan (!)..

RECEP TAYYİP ERDOĞAN'ın yazılmamış ANILARI ile ilgili görsel sonucu

Buna benzer söylemlerini “RECEP TAYYİP ERDOĞAN’ın yazılmamış ANILARI” adlı kitabında da gözlüyoruz. (“yazılmamış” sözcüğü kitap kapağında da soluk..) Belge yayınlarından çıkan 446 sayfalık bu önemli kitap ilk baskısını Mart 2017’de yaptı.. İlginç bir yazım biçemi kullanılıyor. Gerçekte RTE’nin kendi anılarını yazmış olması söz konusu değil. Oran, “hayalet yazar” mottosu ile, RTE’nin yapageldiklerini, adeta O’nun ağzından aktarıyor ve bu eylemlerin gerekçelerini kendi yorumu – hayal gücü ile koyuyor.. Çok başarılı.. Okunmasını öneririz.

Ancak, 12 Eylül 2010’daki 26 maddelik blok anayasa değişikliğinde bugünler hazırlanırken, Baskın Oran’ın Mülkiye‘nin en seçkin hocalarından biri olarak neden “YETMEZ AMA EVET” çiler içinde  – önünde yer aldığını biz hâ-lâ” anlayabilmiş değiliz!

Eh Baskın hoca ne de olsa en karizmatik Mülkiye hocalarından biriydi. Vardır bir bildiği bizim aklımızın ermediği!? Ayrıca Baskın hocadan bu “eyyamcı” davranışına ilişkin şu ana dek bizim öğrenebildiğimiz bir özeleştiri de gelmedi.. Ama kitabından ve bu yazısından çooooooooook  ama pek çok canının yandığı apaçık görülüyor.. Bu kitabın yarı dolaylı özeleştiri sayalım mı?

  • Bu arada AKP harikalar yaratmayı kesintisiz ve gecikmesiz sürdürüyor :
  • ABD Türk vatandaşlarına vizeyi askıya alınca, birkaç saat içinde AKP = RTE de tersini yaptı. Eh ne de olsa dış ilişkiler karşılıklılık (mütekabiliyet) temelinde yürütülüyor.. İdlib’e Rusya ile atılan adımların akut bedellerinden biri.. Kılıçlar çekilmiş durumda ve teenni – sağduyu hiç bu denli ivedi ve yaşamsal olmamıştı!

Sevgi ve saygı ile. 08 Ekim 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Emre KONGAR : Empati


Dostlar
,

Kas Hastalıkları Derneği‘ni Yeşilköy’deki mütevazi kiralık binasından çıkarma girişiminin yerindesizliğine ilişkin olarak biz de sitemizde yazı yazdık..
(http://ahmetsaltik.net/2013/09/13/kas-hastaliklari-dernegine-destek-olalim/, 13.9.13)

Şimd, ne diyelim, “Yetmez ama EVET” mi??

Yerel yönetimlerin en temel görevlerinden biri de halk girişimlerini desteklemektir.
Bu bağlamda, biz de Başkan Sn. Kadir Topbaş‘ın sağduyusundan
doğrusu pek kuşku duymak istemiyoruz.

“Empati”, yapılabildiği, kurulabildiği ölçüde çözümleri mükemmelleştiricidir.
Haydi Sayın Topbaş, biraz daha empati lütfen..

*****

Empati için birkaç söz..

Empati : Özdeşim
Empati : Diğerkâmlık; diğergamlık
Empati : Hemhal olma
Empati : Birbirini yaşama 
(Fazıl Hüsnü Dağlarca)

En empatik tanımı : Birbirini yaşama (Fazıl Hüsnü Dağlarca)

Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın KÜRESELLEŞME şiiri

Küreselleşme madensel bir yürektir
Yer yuvarlağını
dolarla tartabilmek, değerlendirebilmektir,
Bankalara kilitleyebilmektir.

Oysa yeryüzüleşmektir
birbirimizi sevmemiz
Birbirimizi düşünmemiz
Birbirimizin yardımına koşmamız,
Birbirimizi yaşamamız. (=Empati!)

Sevgi ve saygı ile.
20.9.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

====================================

Empati

portresi_resmi

Prof. Dr. Emre KONGAR

Empatiyi genellikle sadece farklı kimlikler,
farklı düşünceler, farklı siyasal tavırlar bağlamında düşünüyoruz…

 

Eksik!
Mutlaka ama mutlaka hastalarla ve engellilerle de empati kurmalıyız!

***
Kas Hastalıkları Derneği için yazdığım yazıya aldığım tebrikler beni şaşırttı!

Hangi mektuplar hastalardandır, hangileri hasta sahiplerindendir bilemiyorum…
Ama pek çok insan bu konuda çok duyarlı ve bu duyarlılıklarını ifade etmekten
onur duyuyorlar.

***
Benim iflah olmaz bir romantik ve fıtraten (yaradılıştan) iyimser olduğumu
bu sütunun okurları bilir!

Bildiklerini çok iyi biliyorum, çünkü Silivri davalarının Yargıtay’da düzeleceği beklentime pek çok okurum “fazla iyimser” olduğum biçiminde tepki gösterdi…
Ama olsun ben iyimserliğimi (Yargıtay’daki yargıçların namusları ve vicdanları adına) koruyorum!
Salı günü bu sütunda, Kas Hastalıkları Derneği’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sokağa atılmaları sorununu Başkan Kadir Topbaş’ın çözeceğine inandığımı belirtmiştim…
Haklı çıktım!
Tahliye tebligatı bu eğitim yılı sonuna kadar ertelenmiş!
Dernek şöyle diyor:

Gelinen bu noktada, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin geç de olsa tahliye sürecini durdurması sevindirici bir adım olmakla birlikte yeterli değildir.
Bu vesileyle, Türkiye’deki yüz bine yakın hastamız ve kamuoyu adına
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni: 

Derneğimizi bulunduğu binadan tahliye etmek düşüncesinden vazgeçmeye…
Yargıya intikal etmiş tüm davaları geri çekerek bir türlü yenilenmeyen
kira sözleşmemizi yenilemeye…

Hasta ve üyelerimize daha kaliteli hizmet vermek için destek olmaya ve
işbirliği yapmaya davet ediyoruz.
” deniliyor.

***
Kas hastalıklarının iki yüze yakın çeşidi var.

Bu hastalıkların çoğunda hastalar tekerlekli sandalye ile yaşamlarını sürdürmekte,
bir kısmı evde bakıma ihtiyaç duymaktadır.
Kas hastalıklarına duçar olanlar başta olmak üzere, bütün hasta ve engelli insanlarla empati kuralım:

Kendimizi onların yerine koyalım…
Onları anlamaya çalışalım…
Bizi birbirimize düşüren, kardeşi kardeşe düşman eden siyasetin yıkıcı etkilerinden sıyrılıp insanlığımızı anımsayalım!
(Cumhuriyet, 19.9.13)

AKP’yi Yıkacak Formül : BİRLİK!

AKP’yi Yıkacak Formül : BİRLİK!

Başta CHP ve MHP olmak üzere, parlamento dışındaki İşçi Partisi ve öbür karşıt parti ve hareketler ana amaçları demokrasi ve çağdaşlık olan güçlerle birlikte hükümet seçeneği olabilir

KEMAL ANADOL
ESKİ CHP GRUP BAŞKANVEKİLİ

Kemal_Anadol
AKP iktidarı hangi güçle yıkılabilir?

AKP iktidarı elbette halkın gücü ile yıkılacaktır.

Bu tarif muğlak görünse de gerçek, AKP’den hoşnut olmayan herkesi kapsamaktadır.

Yani;1923’te kurulan çağdaş, demokratik ve laik Cumhuriyeti bu gün düştüğü durumdan kurtarmak isteyenler, ülkeyi yöneldiği ortaçağ karanlığından çıkarmak isteyenler,
hızla gittiği “tek adam yönetimi ve diktatörlüğü” yolundan döndürmek isteyenler, sabah yatağından kalkan yurttaşlara günlük yaşamının her anında müdahale eden zorbalıktan rahatsız olanlar, bir zamanlar saflıkla kullandıkları “yetmez ama evet” söyleminden pişmanlık duyanlar, kısaca AKP’den kurtulmayı ülkenin geleceği için yaşamsal ve zorunlu gören herkesin gücünün birleşmesiyle doğacak birikim bu yıkım işini başarır kanısındayım.

REFERANDUM ve İŞÇİ HAKLARI


Dostlar
,

Merhum Alpaslan IŞIKLI‘nın 12 Eylül 2010 günü yapılan 26 maddelik Anayasa değişikliği halkoylaması öncesinde yazdığı uyarı yazısıdır. Aradan geçen 3 yıla yakın zaman,
Prof. Işıklı’yı doğrulamıştır. Sendikal örgütlenme daha da güç yitirmiştir.

1980’de Türkiye nüfusu 44.4 milyon, toplam istihdam 16.5 m ve sendikalı işçi sayısı 2.2 m idi. Ocak 2013’te Türkiye nüfusu 75,6 milyon, toplam istihdam 24.4 milyon ve
sendikalı işçi sayısı 960 bine indirilmiştir.

1980 – 2012 arasında nüfus % 70+ artarken, istihdam % 48 büyümüş, sendikalı işçi sayısı dramatik olarak düşürülmüştür!

Bugün öyle bir noktadayız ki; toplu-iş sözleşmesi yasasındaki kurallar uygulanırsa,
Türkiye ölçeğinde toplu-iş sözleşmesine oturabilecek sendika sayısı salt 11’dir.
Kimi iş kollarında toplu-iş sözleşmesi olanağı kalmamıştır.

“Yetmez ama evet” çi sözde aydınlar bu olası gelişmeleri göremediler mi?
Hiç ama hiç sanmıyoruz..

O zaman bu güruha gerçekte hangi sıfat yakışır ki??

Sendika_yoksa_ISG_de_yok

 

 

 

 

Sendikal_orgutlenme_eritiliyor

 

 

 

 

 

 

 

 

Alpaslan hocanın yazısı aşağıda.. 

Sevgi ve saygı ile.
16.7.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=================================================

portresi

 

Prof. Dr. Alpaslan Işıklı

Tüm Öğretim Elemanları Derneği
(TÜMÖD) Genel Başkanı

İlk Kurşun Gazetesi, 17 Ağustos 2010

 

REFERANDUM ve İŞÇİ HAKLARI 

12 Eylül’de (2010) halkoyuna sunulması öngörülen Anayasa değişikliği metninin genel olarak demokratik düzen ve özellikle de demokratik düzenin başlıca temellerini oluşturan yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesi açısından içerdiği ögeler ve doğurması olası ciddi tehlikeler, önemli ölçüde açıklık kazanmıştır.

Kuşkusuz, yargı bağımsızlığı ve kuvvetler ayrılığı ilkesine ilişkin hükümler ve düzenlemeler, tüm yurttaşların yanı sıra -emeğinden başka satacak şeye sahip olmayan bir kesim oluşturmaları dolayısıyla-  özellikle işçilerin gereksinim duydukları temel haklarla yakından ilgilidir. Bununla birlikte, halkoyuna sunulacak metin, işçi haklarını doğrudan ilgilendiren bazı hükümler de öngörmüştür. Bu hükümlerin, bazı siyasal iktidar temsilcileri tarafından sanki sosyal haklarda önemli genişlemeler sağlanacakmış gibi sunulmaları dolayısıyla, üzerlerinde ayrıca durulması gerekli görünmektedir.

Asıl Sorun Ekonomik

Bu konuda öncelikle bir gerçeği belirlemekte yarar vardır. Bugün karşı karşıya bulunduğumuz en temel sorun, özellikle bizimki gibi ülkelerde varlığını duyuran küresel ekonomik bunalımın uzantısı olarak, giderek ağırlaşan işsizlik olgusudur. İşsizlik, yoksullaşmanın ana nedenlerinden birisini oluşturduğu gibi, çalışan kesimin en temel dayanağı olan sendikaların altını oyan ve mücadele gücünü zayıflatan başlıca etkendir. Kuşkusuz, bütün bunların gerisinde yatan ve ülkemize de dayatılmış olan ekonomik modele karşı bir direnmeyi, siyasal iktidarın genel olarak izlediği politikada ve önerdiği Anayasa değişikliği çerçevesinde aramak, boşuna bir çaba olur.

Unutmamak gerekir ki ağırlaşan ekonomik sorunların çözümü, her ülkeden çok bizim yabancısı olmadığımız bir seçeneği hayata geçirmekle sağlanabilir. Bu seçenek, ülkemizde Cumhuriyetin kuruluş yıllarında denenmiş ve hem 2. Dünya Savaşı öncesinde dünyayı kasıp kavuran Büyük Depresyon’un ve hem de ardından gelen 2. Dünya Savaşı felâketinin dışında kalabilmemizi mümkün kılmıştır. Anayasa değişikliği girişiminin bir tür yan sonucu da, bu gerçeklerin gündem dışına itilmesine katkı sağlanması yönünde kendisini göstermektedir.

Bu bakımdan, halkoyuna sunulacak metninde öngörülen işçi haklarıyla doğrudan doğruya ilgili değişikliklerin gerçek niteliğinin açıklık kazanması önem taşımaktadır.

Kamu Görevlilerinin Toplu Sözleşme Hakkı 

Halkoyuna sunulacak metin, geniş anlamda işçi kesiminin bir parçasını oluşturan kamu görevlilerinin toplu sözleşme hakkını tanıyan bir değişiklik getiriyormuş gibi görünmektedir. Gerçekte ise, bu konuda yeni bir hak tanınmadığı gibi,
mevcut düzenlemeye göre daha kısıtlayıcı bir durum ortaya çıkmaktadır.

Anayasa değişikliği metninde belirlenen düzenlemeye göre, “Toplu sözleşme yapılması sırasında uyuşmazlık çıkması halinde, taraflar Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’na başvurabilir. Kamu Görevlileri Hakem Kurulu kararları kesindir ve toplu sözleşme hükmündedir”. Grev hakkı getirilmiş değildir. Dolayısıyla, adına toplu sözleşme denilen süreçte belirleyici olan, Kamu Görevlileri Hakem Kurulu’nun kararıdır. Oluşumu ve işleyişi yasayla belirlenecek olan bu Kurulun, mevcut iktidar döneminde, söz gelimi, en fazla YÖK kadar nesnel esaslara bağlı bir yapı ve işleyişe sahip olacağını tahmin etmek yanlış olmaz.

Buna karşılık, yürürlükteki düzenlemeye göre, toplu görüşmenin sonucunda taraflar anlaşmaya varamazlarsa, uyuşmazlık Uzlaştırma Kurulu’na intikal etmektedir. 4688 sayılı Kanunda açıklık olmamasına karşın, son sözün Bakanlar Kurulunda ve TBMM’de olduğunun kabul edilmiş olması yanlış değildir. Kanuna göre, uyuşmazlık konusu olan ilişkileri düzenlemek üzere “Bakanlar Kurulu (…) uygun idarî ve icraî düzenlemeleri gerçekleştirir ve [gerekli] kanun tasarılarını Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne sunar”.
Bu süreç içinde, kamu görevlilerini temsil eden sendikal kuruluşların, gerektiğinde yargıya başvurmaları ve/veya kamuoyu desteğini de arkalarına alabildikleri ölçüde
belli bir demokratik baskı grubu işlevi gerçekleştirmeleri mümkündür.
Getirilen değişiklik bu yolları da kapatmaktadır.

Demek oluyor ki, yapılmak istenen değişiklik, “toplu görüşme” yerine “toplu sözleşme” sözcüklerinin kullanılmasından ibaret değildir. Daha da geriye götürücü bir düzenleme söz konusudur.

 Grev Yasakları Kaldırılıyor mu?

Yürürlükteki Anayasanın 54. maddesinin 7. paragrafında “Siyasî amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grev ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, işi yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişler yapılamaz.” hükmü yer almaktadır. Kamuoyuna sunulması öngörülen metinde, bu paragraf kaldırılmıştır.

Ne var ki, aynı maddenin ilk paragrafında yer alan, grevin ancak “toplu iş sözleşmesinin yapılması sırasında, uyuşmazlık çıkması halinde” yapılabileceği hükmü korunmaktadır. Yani, hakları kâğıda geçirmek için grev serbesttir. Ancak kâğıda geçirilmiş olan hakları hayata geçirmek için grev yasaktır. Bir başka deyişle, yalnızca “menfaat grevi”ne müsaade edilmekte; dolayısıyla yukarıda zikredilen 7. paragrafta öngörülen diğer grev türleriyle ilgili yasak devam etmektedir.

Aynı maddede yer alan “Grev esnasında greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu, grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddî zarardan” sendikanın sorumlu olması hükmü kaldırılmaktadır. Bu değişiklik, sendika yönetimlerine, işçiler aleyhine bir tâviz verilmiş olması olasılığını akla getirmektedir.

Birden Fazla Sendikaya Üye Olmak 

12 Eylül Anayasası ile birden fazla sendikaya üye olma yasağı getirilmiştir.
Bununla güdülen amacın, o döneme özgü yöntemlerle hizaya getirilmiş (!) olan sendikalara rakip sendikaların kurulmasını zorlaştırmak olduğu tahmin edilebilir.
Bugün güdülen amacın ise mevcut sendikal yapı içinde, yandaş sendikaların gelişmelerine ortam hazırlamak olduğunu tahmin etmek yanlış görünmemektedir.
Böyle bir tahmini haklı kılan örnekler, mevcut iktidarın bugüne kadarki uygulamaları çerçevesinde fazlasıyla vardır.

Denilebilir ki, 12 Eylül rejimi döneminde tanık olduğumuz, Anayasaya konulan ayrıntılı düzenlemelerle sendikal yaşamı düzene sokma eğilimi, aynen sürmektedir.

Yukarıda sıraladığımız örneklerden bir kez daha anlaşılacağı üzere, asıl yapılmak istenen, 12 Eylül’e karşı çıkmak görüntüsü arkasında, 12 Eylül’ün izlerini daha da derinleştirmekten ibarettir. Bir başka deyişle, aşılamayan ekonomik sorunların sonuçlarını baskı altında tutabilmek için, Anayasal yapıyı demokrasi dışı yollara sürükleme eğilimi bir kez daha canlanmış bulunmaktadır.

Türkiye Yeni Anayasa İle Diktatörlüğe Doğru Gidiyor

Dostlar,

Zaman zaman yakın ya da uzak geçmişe giderek neler olup bitmiş, neler yazılmış… tarihsel belleği tazelemek gerekiyor. Günü kavrayabilmek ve geleceği yordayabilmek için henüz daha etkili yöntemler yok. Bilgisayar ortamlarında “Benzetim” (Simülasyon) denemeleri de veri olarak sözünü ettiğimiz tarihsel kaynakları kullanmakta.
Akıllıca yazılmış bir program (yazılım, software) eliyle, insan zekâsından daha hünerli biçimde, yüksek güvenilirlik düzeyinde çıkarımlar, kestirimler yapılabilmekte.

ADD Genel Başkanı Sayın Tansel Çölaşan, bilindiği gibi 40 yılı aşan hukuk deneyimine sahip bir yüksek yargıç. Danıştay Başsavcılığı ve Başkanvekilliği görevinden emekli. Çok değil, 15 gün kadar önce SÖZCÜ‘de bir söyleşisi oldu.
Son derece öğretici ve ufuk açıcı bu kısa söyleşiyi (3 sayfa) arşivden çekerek
öne almak istiyoruz.. Gündem gereği..

Sevgi ve saygı ile.
5.3.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

========================================

Türkiye Yeni Anayasa İle Diktatörlüğe Doğru Gidiyor

portresi

Tansel Çölaşan
Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanı Tansel Çölaşan, herkesin sus pus olduğu bir dönemde yeni anayasa ile nelerin amaçlandığını ve sonuçlarını SÖZCÜ’ye anlattı. Türkiye’nin bölünerek diktatörlüğe doğru gittiği konusunda halkı uyaran Çölaşan, bu anayasaya katkı verenlere vebâlini hatırlatarak, muhalefete ‘masadan kalkın’ çağrısında bulundu.

Yeni anayasa ile Türkiye’de neler değişecek, başkanlık sisteminin götürdükleri neler olacak? Çölaşan bu süreci şöyle anlattı:

YENİ BİR ANAYASANIN HUKUKSAL TOPLUMSAL TEMELİ YOK

I. Anayasalar, devletin temel organlarını, bu organlar arasındaki işbölümünü, rejimini belirler, ideolojisini yansıtırlar. Toplumsal uzlaşma ile yapılmaları gereği bundandır.
1982 Anayasası %92 oyla kabul edilmiştir ama toplumsal uzlaşmaya dayanmayan bir darbe Anayasası olduğu için 30 yılda zaten 117 maddesi değişmiştir. 2010 değişikliği ile 1982 Anayasasının da gerisine düştüğünü belirtelim. Bu nedenle, bugün Anayasanın 4 ve 6. maddesi hükümleri gözetilerek, özgürlükler adına, demokrasi adına daha ilerici bir Anayasa değişikliğine gidilmesine hiçbir engel yok.

Ama istenen, Anayasa değişikliği değil, yeni bir Anayasa. Yeni Anayasa yapmanın hukuksal koşulu, bu yetkinin Anayasa’da yer almasıdır ki, 1982 Anayasasında Meclise bu yetki verilmiyor. Şu yapılabilir : Anayasa’nın 175. maddesinde, Sn. Sabih Kanadoğlu’nun anlattığı gibi, Meclise yeni Anayasa yapma yetkisi veren bir değişiklik yapılır, referanduma sunulur, kabulü halinde Anayasal dayanak, yetki sağlanabilir.

Ama yetmez, en azından 12 Eylül’ün getirdiği, seçim yasasındaki baraj makul düzeye (%3 gibi) çekilerek, il kontenjanları kaldırılarak, Siyasi Partiler Yasası demokratikleştirilerek, veri tabanı siyasete bağlanan YSK yeniden yapılandırılarak temsilde adalet ve eşitlik ilkeleri bir ölçüde sağlandıktan sonra yapılacak seçimle oluşan meclis toplumu adil temsil eden bir kurucu meclisi oluşturur. Bu Meclis de
yeni Anayasayı yapar. Süreç uzun olur, ama hukuksallık sağlanır.

Gizli ve acil bir planınız yoksa niçin bu yol denenmiyor?

Öte yandan son on yılda, iktidarın belli politikaları ile toplum; etnik, dinsel, mezhepsel olarak ayrıştırıldı, birbirine düşman edildi. Ülke teröre teslim edildi, terör dayatması ile bölünmenin eşiğine getirildi. Şimdi de yine terörle yeni Anayasa dayatılıyor.
Böyle bir ortamda Anayasanın çözüm olacağını söylemek traji-komik.

  • İşin aslı; yeni Anayasa ABD-AKPBDP-PKK-Oslo-İmralı dayatmasıdır.

Bu Anayasa; Atatürkle, laik Cumhuriyetle, sorunu olanların, O’na kin duyanların,
vatan üzerinden verdikleri ödünler karşılığında iktidarlarını sürdürme ve
yeni Hitler’ler yaratma projesidir. Çok tehlikelidir.

II. ANAYASA UZLAŞMA KOMİSYONU’NUN ÇALIŞMALARINI
NASIL DEĞERLENDİRİYORSUNUZ?

Hukuksal olarak böyle bir komisyon oluşamaz. Çünkü yetkisini anayasadan almayan hiçbir güç anayasa yapamaz. Bizim anayasamızda böyle bir oluşuma izin verilmiyor.
Bu komisyonu oluştururken iktidarın kafasında, yasal olmadığı halde öbür siyasal partileri o zemine çekerek kendisini meşrulaştırmak fikri vardı. Bunu başardı.

Üzerinde “uzlaşılan” metin Meclis’e getirilecekti. Uzlaşılamadı. İktidar sözünde durmadı. Bugün kendi taslağını Meclis’e getirmeye kararlı. Nasıl, amacı için demokrasiyi
araç olarak kullandı ise, bugün de MHP ve CHP’yi kullanarak kendi Anayasasını meclise taşıyor. Orada BDP ile birlikte oyları yetmediği için, MHP ve CHP’den ilkeli (!) milletvekili transferi oylarla 368’i bularak doğrudan, ya da oylar 330-367 aralığında kalırsa, 2010 anayasa değişikliğindeki gibi, zehiri bal gösterip, yandaş medya,
bolca dağıtılan sadaka ve hatta yeni “yetmez ama evet” çilerin desteği ile oluşturulacak kampanya ile amacına ulaşmayı planlıyor.

Bu plan, BOP projesinin mimarı ABD’nin beslediği terör örgütünün
açık-kapalı desteği ile yürüyor.

İki muhalefet partisinin daha fazla vakit kaybetmeden bu komisyondan çekilmeleri ve halka nedenlerini anlatmaları zamanı geçmektedir. Halk 29 Ekim, 10 Kasım ve
13 Aralık’ta Cumhuriyeti sahiplenmiştir ve mücadelesinde siyasal bir destek bulmaktan mutlu olacaktır. İvedilikle yapılması gereken budur. Yoksa çok geç kalınmış olacak
ve bu ve vebali omuzlarında taşıyacaklardır.

III. YENİ ANAYASA NELER GÖTÜRÜYOR?

1. Yeni Anayasa ideolojisiz olacak. Çünkü, Atatürkçü Düşünce (Kemalizm), Cumhuriyetin ideolojisini yansıtıyor. Cumhuriyet; laik – üniter – ulus devlet modelidir. Ulusu ve ülkesiyle bölünmez bütündür. İdeolojisiz Anayasa ile; Atatürk’ün adı, Devrim ve İlkelerine bağlılık ve ilk 3 maddede yer alan bu niteliklerin Anayasadan çıkartılması amaçlanmaktadır.

2. Cumhuriyetin laiklik anlayışı, iktidarı rahatsız ediyor. Bu anlayış, toplumu din tüccarlarının etkisinden korur, dinin toplumu yönetmesine izin vermez. Ama manevi alanda din sınırsız özgürlüğe sahip ve anayasal güvence altındadır. Bu anlayış
din özgürlüğüne indirgenerek, toplum din tüccarlarının eline, ortaçağ karanlığına yönlendirilecektir.

3. Ademimerkeziyetçiğin önü açılacak, giderek vatanın bölünmesi gündeme gelecek, Irak Kürdistan’ı (Suriye ve Türkiye üzerinden) kurulacaktır. Esasen alt yapı
hemen hemen tamamlanmıştır. Anayasa ile meşruluk kazandırılacaktır.

IV. GETİRİLMEK İSTENEN BAŞKANLIK SİSTEMİ İLE ABD MODELİ AYNI MI? 

Hayır ilgisi yok. Tayyip’in Başkanlık sisteminin aksine, ABD Sisteminde güçlü bir kuvvetler ayrılığı var. Orada Yasama (özellikle Senato) ve yargı, Başkanın karşısında çok güçlüdür. Başkanı denetlerler. Başkan siyasal partinin adayıdır ama partili başkan değildir. Siyasal partilerde demokrasi esastır. Milletvekilleri biat etmezler. Başkanın atamaları senato onayına bağlıdır. Başkanın Meclisi fesih, kararname çıkartma,
af, sıkıyönetim vs. yetkileri yoktur.

  • ABD sistemi, kuvvetler ayrılığına dayalı parlamenter sistemin
    en güçlü uygulandığı modeldir.

Biz de ise, Tayyip Erdoğan AKP’nin Genel Başkanı olarak seçime girecek ve partili Başkan olacak. Böylece, Meclisi elinde tutmaya devam edecek. Bakanları, Başkan atayıp, azledecek, Meclisin (onay) yetkisi yok, gensoru yetkisi yok. Başkanın kararname çıkartma yetkisi var. Meclisi devre dışı bırakıp ülkeyi kararnamelerle yönetecek.
Meclisi fesih etme, af, sıkıyönetim, savaş yetkileri de var. Meclis, Başkan’ın iade ettiği yasaları ancak 2/3 nitelikli çoğunlukla tekrar kabul edebilecek. Ayrıca özelleştirmelerle elini zorlaştıran idari yargı ile F-tipi yargının da önünü kesiyor. Anayasa mahkemesi
tek yüksek mahkeme oluyor ve üyelerini; uygulamayı planladığı dar bölge seçim sistemi ile, yitirdiği oyları telafi ederek ağırlıklı olarak ele geçireceği Meclis ile
bizzat kendisi seçecek.

Özetle Yasama, Yürütme ve Yargı tümüyle Başkanın elinde olacak.
Kuvvetler ayrımına dayalı parlamenter sistem, demokrasi sonlanacak.
Bu proje geçerse, “oy” umuzla bir diktatör yaratacağız.
Burada iki noktayı belirteyim. Erdoğan, AKP ile ilişiği kesilirse, partinin ANAP’ta olduğu gibi dağılacağını görüyor. Bunu engellemek için partili Başkan oluyor.
Dizginler elinde kalacak.

Yine AKP’nin oyları hızla düşüyor

Buna karşın “Dar Bölge” sistemini yaşama geçirerek oy düşüşünü telafi etmek istiyor. Çünkü bu sistemde, salt çoğunluk aranmıyor. En çok oyu alan, seçilmiş oluyor.
Amaç az oyla, Meclis’te çoğunluk olmak.

Her ikisi de Erdoğan’ın korktuğunu gösteriyor.

V.
SONUÇ: NE YAPILMALI?

Aslında halk, 29 Ekim 2011’de deprem bahanesiyle kutlamaların kaldırılmasında
gerçeği gördü. Cumhuriyetin tehlikede olduğunu anladı. Mücadeleye karar verdi.
Sokağa çıktı. 29 Ekim, 10 Kasım, 13 Aralık 2012 milattır. Yaratılan bunca korku imparatorluğuna, fiili, engellemelere karşın, demokratik haklarını kullanabileceğini gösterdi.

İktidara DUR dedi.

Yaşanan 10 yılın sonunda bugün, ulusal iradeyi tam temsil niteliği olmayan bir seçim sistemi ve her türlü siyasi engellemelere karşın, halkın en az %50’sinin (bu sayı “gerçek” verilerle %70’in üzerindedir) Cumhuriyetin değerlerine sahip, kazanımlarına bağlı ve iktidarın bunları geri götürmeye yönelik politikalarına karşı olduğu ortadadır.

Demokrasilerde çoğulculuk esastır. Halkın oyu ile iktidar olanlar halkın tümünü kucaklamalı, yalnızca oy aldığı kesimin iktidarı olmaktan uzak durmalıdırlar.
AKP de halka karşın, halkı karşısına almamalı, halkın istencine saygılı olmalı, projelerinden vazgeçmelidir.

MHP ve CHP sonu olmayan bu Komisyondan ivedilikle ayrılmalı, hem Meclis’te ulusalcı siyasal boşluğu doldurmalı, hem de Meclis dışında öbür örgütlü kuruluşlar ve halkla birlikte bu svaşıma (mücadeleye) katkı koymalıdırlar.

Siyasetteki boşluk ADD’nin önüne ağır bir görev koyuyor..

  • Cumhuriyetin değerlerini, kazanımlarını korumak ve
    onu yeniden hak ettiği yere taşımak.

Bu anlamda, siyaseti belirleyen kamuoyunun oluşmasında iktidara DUR diyen halkın örgütlü gücü ve sesi oluyor. Bunu başarıyoruz. Önümüzdeki sürecin, çoğunluk olduğuna inandığım Meclisteki ve dışarıdaki vatansever, ulusalcı kesimin vatanı korumak, Cumhuriyet’i yaraşır (layık) olduğu yere yükseltmek için elele vereceği ve bu “oyunu” bozacağı bir süreç olacağına inanıyor, halkın gücüne güveniyorum. (SÖZCÜ, 19.2.13)

Musa Kart çizimi..

12 Eylül 2010 Anayasa referandumunda “yetmez ama EVET” çi aymazlara,
bitip tükenmeyecek AKP kazıklarından birisi daha afiyet olsun diyelim mi??

Atalar ne demiş ?

  • Son pişmanlık fayda etmez..

Bir Anayasa referandumu daha ufukta gözüküyor.. Görelim sizleri..

Musa_Kart_19.2.13

MUSA KART
musakart@yahoo.com
Cumhuriyet, 19.2.13

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ‘nun Sağlığından Endişe Ediyoruz..

Dostlar,

Meslektaşımız Sayın Op. Dr. AYTEKİN ERTUĞRUL ile Türk Tabipleri Birliği (TTB) arasında Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hakkında gerçekleşen bir yazışmayı paylaşmak istiyoruz. Önce TTB’nin yazısı sonra da Sayın Dr. Ertuğrul’un değerlendirmesi..

Sevgi ve saygı ile.
4.12.12, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================0

Sayın Op. Dr. AYTEKİN ERTUĞRUL,

Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu Türkiye’nin yetiştirdiği önemli bilim insanlarındandır.
Silivri cezaevinde yaklaşık 4 yıldır tutuklu bulunmaktadır. Önemli sağlık sorunları nedeniyle, üniversitelerin cezaevi koşullarında tutulmasının sakıncalı olduğuna ilişkin raporlarına karşın Adli Tıp Kurumu’nun aksi yöndeki raporu nedeniyle tutukluluğu
sürmektedir.

Yakın zamanda oğlunu bir trafik kazasında genç yaşta yitiren Prof. Dr. Hilmioğlu’nun cenaze için getirildiği Ankara’da geceyi ailesiyle geçirmesine bile izin verilmemesi, kamuoyunda ve hekimler arasında derin üzüntüye neden olmuştur. Oğlunu yitirdiktten sonra aşırı kilo kaybettiği ve sağlık durumunun daha da bozulduğu haberleri gelmektedir.

Türk Tabipleri Birliği kuracağı bağımsız bilimsel kurulla Prof. Dr. Hilmioğlu’nun
sağlık durumunu değerlendirmeyi ve raporlaştırmayı talep etmektedir.

Kamuoyunun dikkatine saygılarımızla sunarız.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

===============================================

Sayın Fatih Hilmioğlu bir suç işlediği için orada değildir.

Bir kurgu sonucu tutuklanmıştır. Türkiye’de Egemenlik kayıtsız ve şartsız
Türk Milletinindir değil mi?

Biz de öyle bilirdik. Egemenlik kayıtsız ve şartsız Okyanus ötesindedir. 

Onun hastalığı yönünden tahliyesi değil, suçsuzluğu yönünden tahliyesi gerekir.
AKP iktidarı o kadar çok Anayasa dışı yönetim ortaya koydu ki, Türk milletine fazla gelen adliye binaları, hapishaneleri artık yetmez oldu.

Çare, Türk Milletinin AKP iktidarına demokratik yollarla son vermesidir.

Bildiriye gelince, “yetmez ama evet” diyoruz. 3.12.12

Op.Dr. Aytekin Ertugrul