Etiket arşivi: İttihatçılar

Ali Babacan ve 6’lı masa

Barış DosterBarış Doster
07 Ocak 2023 Cumhuriyet

Demokrasi ve Atılım Partisi (DEVA) Genel Başkanı Ali Babacan’ın, Habertürk’te Fatih Altaylı’nın Teke Tek programında söylediklerinin yankıları sürüyor. Babacan’ın Türk vatandaşlığı, Türk kimliği, Devrim Kanunları, anadilde eğitim, cemaat ve tarikatlar için yasallık türünden sözleri yeni değil. Babacan’a özgü de değil üstelik. Babacan’ın eski partisinde de ana muhalefet partisinde de diğer partilerde de böyle düşünen çok kişi var. Daha genel ölçekte liberallerin, din tacirlerinin, inanç hortumcularının, iman bankerlerinin, büyük önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’le, Cumhuriyetle, ulus devletle, ulusal kimlikle, yurttaşlıkla sorunu olan etnikçilerin, mezhepçilerin, numaracı cumhuriyetçilerin Babacan gibi düşündüğünü biliyoruz. Babacan bu bağlamda, Osmanlı’daki Ahrar Fırkası’nın, Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nın, İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin günümüzdeki devamı niteliğinde. Şaşırmamalıyız…

Abdullah Gül’ün desteğini arkalamış, Londra tefecilerinin gözüne girmiş, New York bankerlerinden aferin almış, küresel finans çevreleriyle iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart tezkeresi öncesinde, dönemin ABD Başkanı Bush’la, Amerikalıların aşağılayıcı benzetmesiyle “at pazarlığı” yapmış bir isim Babacan. Partisini kurduktan sonra, önceki partisini (AKP) kıyasıya eleştiren ama AKP hükümetlerinde dışişleri bakanlığı, ekonomi bakanlığı, başbakan yardımcılığı yaptığını unutan, o dönemki icraatlarına, sorumluluklarına ilişkin tutarlı, samimi, inandırıcı bir özeleştiri vermeyen bir isim Babacan. Böylesi bir özeleştirinin sadece siyasi bir zorunluluk değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olduğunu bilmeyen bir isim Babacan.

CHP VE İYİ PARTİ’NİN SESSİZLİĞİ

Asıl şunları soralım :

Babacan’ın bu sözlerine, savaş meydanlarında kurulmuş, Manda ve himayeye hayır denilen Sivas Kongresi’ni (1919) 1. kurultayı kabul etmiş, devlet kurmuş, Atatürk’ün partisi olarak tarihe geçmiş, ana muhalefet partisi CHP’den de Türkçü, milliyetçi, Ülkücü gelenekten isimler öncülüğünde kurulan İYİ Parti’den de sert tepkiler gelmedi.

Biliyoruz, CHP içinde Babacan gibi düşünen, partiye etnikçi, mezhepçi, liberal, ikinci cumhuriyetçi, siyasal İslamcı kota, kontenjan ve kompartımanlar sayesinde eklemlenen çok isim var. Etkili konumdalar üstelik. Peki ya parti tabanı niçin sessiz? Seçimler öncesinde genel başkanla ters düşmek istemeyen ve yeniden seçilmenin hesabını yapan milletvekillerini biliyoruz da peki ya parti örgütünün sessizliği?

Biliyoruz, İYİ Parti genel başkanı, son aylarda sıklıkla, Jön Türklerin, İttihatçıların sloganı olan Kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet” sloganını kullanıyor. Peki, aynı zamanda Cumhuriyet tarihi doktoralı bir bilim insanı olan İYİ Parti lideri, niçin Babacan’a şöyle okkalı bir Cumhuriyet tarihi dersi vermiyor?

  • Sıkça yineliyoruz:
  • CHP genel başkanı, 6’lı masayı bir arada tutmak için harcadığı enerjinin onda birini, partisini büyütmek için harcamıyor.
  • “Aman 6’lı masa dağılmasın” endişesi, CHP ve İYİ Parti yöneticilerinin elini, kolunu bağlıyor.

Peki, CHP ve İYİ Parti yöneticileri, henüz rüştünü ispat etmemiş, seçime girmemiş, en küçük bir siyasi özeleştiri vermemiş Babacan’ın niçin, kendileriyle aynı hassasiyeti, aynı endişeyi taşımadığını, bu ipe sapa gelmez lafları, neye güvenerek söylediğini sorgulamıyorlar mı?

CHP ve İYİ Parti’nin yönetimleri, “Aman 6’lı masa dağılmasın” diyorlar da Babacan, “Birkaç ay sonra seçim var. CHP listelerinde yer alabilirim. CHP tabanından oy isteyebilirim. CHP’lileri kızdırmayayım” kaygısı taşımıyor mu? Bu cesareti kimden alıyor? Montrö konusunda çok haklı ve isabetli hassasiyetlerini kamuoyuyla paylaşan 104 amiralin bildirisi  için “zevzeklik” diyen Akşener, Babacan’ın bu saçma sözleri için, son haftaların moda sözcüğüyle “ahmaklık” demeyi düşünüyor mu?

Yukarıdaki soruların yanıtını bilemeyiz.

Fakat bildiğimiz o ki siyasetçiler ideolojik berraklıktan, politik tutarlılıktan, kavramsal bilinçten yoksun olunca ve zamanında gereken tavrı almayınca inandırıcı olamıyor, umut ve güven vermiyorlar. O nedenle sürekli yalpalıyorlar. Bu yüzden Babacan ve saz arkadaşlarına gereken tepkiyi ülkemizin gerçek Cumhuriyetçileri, Atatürkçüleri, devrimcileri, yurtseverleri, ulusalcıları, solcuları veriyor.

Gazeteci-Yazar Kerem Çalışkan’ın “Alman Cihadı ve Ermeni Sürgünü” adlı kitabı


Ermeni sorununda bir tanığın ifadeleri ortaya çıktı

ERMENİ BELGELERİYLE, RÖPORTAJLARLA, TANIKLARLA 1915 BELGESELİ!
İŞTE 1915’İN GERÇEK ÖYKÜSÜ…


Gazeteci-Yazar Kerem Çalışkan,
“Alman Cihadı ve Ermeni Sürgünü” adlı son kitabını Odatv’ye anlattı.
http://odatv.com/n.php?n=ermeni-meselesinde-bir-tanigin-ifadeleri-ortaya-cikti-0506151200,  ODATV, 5.6,2015

Gazeteci-Yazar Kerem Çalışkan, “Alman Cihadı ve Ermeni Sürgünü” adlı son kitabını Odatv’ye anlattı. Çalışkan’a göre 1915 yılında yaşananlar tamamen Almanya’nın kararıyla gerçekleşti. Çalışkan, “I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’da ordusunun yönetimi tamamen Alman subaylara verilmişti. Daha önemlisi kararların verildiği askeri karargah Berlin’di. Türkiye’de ise Enver İTC’ye askeri işlere karışmama şartı koşmuştu.” dedi.
Çalışkan, kitabında Osmanlı ordusunu I. Dünya Savaşı’nda yöneten Schellendorf’un
Talat Paşa lehine yapmak istediği tanık beyanlarını da ortaya çıkarmış.

Kerem Çalışkan, Remzi Kitabevi’nden çıkan yeni kitabında, “Ermeni Soykırımı” iddialarına ve Almanların Ermeni tehcirindeki rolüne dikkat çekti.

Ermeni tehcirinin 100. yılında, Almanların sorumluluğunu anlattığı yeni kitabına ilişkin
merak edilen soruları yanıtlayan Çalışkan,

100 yıl sonra bu konuya daha gerçekçi ve soğukkanlı bakmak gerekiyor.
Evet, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’da ordusunun yönetimi tümden
Alman subaylara verilmişti. Daha önemlisi kararların verildiği askeri karargah Berlin’di
” dedi.

İşte Kerem Çalışkan’ın yanıtları:

YÖNETİM ALMAN SUBAYLARDAYDI

Ermeni tehcirinin bütün sorumluluğunun Almanya’ya ait olduğunu söylüyorsunuz. Osmanlı ya da İttihat Terakki bu denli iradesiz miydi?
Salt Almanlar’ın aldığı kararları mı uyguladılar?

-1. Dünya Savaşı dönemi Cumhuriyet döneminde, günümüze kadar yeterince incelenmemiş bir konudur. Atatürk ve arkadaşları, bunun üstünü kapatıp beyaz bir sayfa açtılar.
Çünkü İstiklal Savaşı’nı yürüten kadrolar da I. Dünya Savaşı’nda aktif görevler almışlardı.

Yüz yıl sonra bu konuya daha gerçekçi ve soğukkanlı bakmak gerekiyor.
Evet, I. Dünya (AS: Paylaşım) Savaşı sırasında Osmanlı’da ordusunun yönetimi tümden
Alman subaylara verilmişti. Daha önemlisi kararların verildiği askeri karargah Berlin’di. Türkiye’de ise Enver İTC’ye askeri işlere karışmama şartı koşmuştu. Bütün askeri kararları Almanların direktifi doğrultusunda Enver tek başına veriyordu. Osmanlı Genelkurmayı’nda Almanlara direnen Hafız Hakkı, Kazım Karabekir gibi İTC’li subaylar ise Almanların emriyle Enver tarafından tasfiye edildiler. Kazım Karabekir bunları I. Dünya Savaşı anılarında acı acı anlatır. Merak edenler okursa, Almanların etkin rolünü ve İTC’nin iradesi olup olmadığını
o anılardan çok iyi anlar…

TEHCİR OLMAYABİLİR MİYDİ ?

İttihatçılar‘ın Almanlar’dan önce Rusya, İngiltere gibi müttefik arayışlarından
söz ediyorsunuz. Bu gerçekleşse tehcir olmaz mıydı?

-İttihatçılar Rusya, İngiltere ve Fransa ile ittifak aradılar. Ancak hiçbiri olmadı.
Çünkü hepsinin hedefi Osmanlı’yı parçalayıp paylaşmaktı. Bir tek Almanya’nın
dünya egemenliği planı Osmanlı’yı ayakta tutup, onun üzerinden Orta Doğu’ya denetlemeyi içeriyordu.

Büyük devletlerin hepsinin kendi çıkarına göre bir Ermeni planı vardı.

Almanlar için, Ermeniler Rusya’yı destekledikleri için bölgeden tasfiye edilmesi gereken
bir unsurdu. Ermeni militan güçleri aktif olarak Rusya desteğinde Doğu bölgesinde terör estirmeseler ve Osmanlı, Alman baskısına boyun eğmeden ve savaşa aktif olarak katılmadan ‘silahlı tarafsızlık’ politikasını uygulayabilse, belki bölgedeki Ermenilerin
böyle topluca ve sert tasfiyesi gerçekleşmeyebilirdi.
Ama tarihel açıdan bu tür farklı senaryolar artık yalnızca spekülasyon…

GOLTZ PAŞA’NIN TEORİSİ

Goltz Paşa’nın Ermeni sorunu dahil Osmanlı’ya ilişkin öngörülerinin kaynağı sizce ne?

– Goltz Paşa, Alman-Prusya politikasının, emperyal, militarist ekolünü temsil eden önemli kuramcılarından biriydi. Goltz’un 1883’te yazdığı ‘Silahlı Millet’ kitabı tüm sivil halkı
savaş ögesi olarak gören, tüm savaşın şifrelerini içeren önemli bir kitaptı. Goltz ve Alman emperyal güçleri Bağdat Demiryolu çerçevesinde dünyayı, bölgeyi ve Osmanlı’yı kafalarında dizayn ediyorlardı (AS: tasarlıyorlardı). Amaç Osmanlı üzerinden Almanya’nın Basra Körfezi ve Hindistan’a dek egemenlik kurmasıydı. Almanların Osmanlı-İslam politikası bu stratejik hedef nedeniyle geliştirildi. Goltz bu çerçevede Osmanlı’nın Avrupa’dan çekilip Arap-İslam alemine yönelmesini istiyordu. Huntington’un Türkiye’ye önerdiğini Goltz yüz yıl önce önermişti… Goltz’un ve Huntington’un öngörülerinin kaynağı bölgede emperyal hesaplar…Türkiye o hesaplara göre çekiştiriliyor yüz yıldır hala…

ALMAN CİHADI NEDİR ?

O dönem ‘Alman cihadı’ olarak tanımladığınız şey bugünkü cihada benziyor mu?

-O zaman Alman Cihadı ‘İslam fanatizmi’ni Osmanlı üzerinden kendi düşmanlarına karşı şiddete dönüştürmeye çalışıyorlardı. Bugün de yine bazı Batılı güçler, CIA ve İsrail’deki bazı güçler, şimdi IŞİD’in vahşi ‘İslam fanatizmini, IŞİD tarzı cihadı, Suudiler ve Türkiye üzerinden kullanıp bölgeyi dizayn etmeye çalışıyorlar.. Demek ki İslam fanatizmi Batı için hala kullanışlı bir alet…

Oppenheim’ın Osmanlı politikasını bu denli etkilemesinin sırrı ne?

-Max von Oppenheim Almanya’nın karanlık ve gizli bir casusu…Türkiye’de şimdiye kadar tarih çalışmalarında isminin hiç geçmemesi ve rolünün aydınlatılmaması da bunun kanıtı…Oppenheim 1914 Ekiminde ‘İslam İhtilallerini Kışkırtma Raporu’nu yazıyor…1915 Nisanı’nda İstanbul’a gelip bir yıl kadar buradaki Alman İstihbarat Bürosu’nun başında faaliyet yapıyor…Tarihçilerimizin bu faaliyeti ve etkilerini aydınlatması gerekiyor..Teşkilatı Mahsusa’nın faaliyetleri ve Oppenheim’ın gösterdiği hedefler aynı…Bu bağlantıyı incelemek gerekiyor…

NEDEN TANIK OLAMADI ?

Schellendorf’tan biraz bahseder misiniz?
Talat Paşa lehine neden tanık olmasına izin vermediler?

-Schellendorf, Osmanlı ordusunu I. Dünya Savaşı’nda yöneten Osmanlı Genelkurmay Başkanı. Enver, onun ve Berlin’in emirlerini yerine getiriyor. Ermenilerin o bölgeden tasfiyesini ilk gündeme getiren de Talat Paşa’nın anılarına göre yine Schellendorf. Tehcir kararında etkin rol oynuyor. Schellendorf’un Talat Paşa’yı savunmak için yazdığı metin bunu açıkça ortaya koyuyor. Ancak savaş sonrası Almanya’da belli ki yetkili çevreler, Ermeni meselesinde Almanya’nın rolünü ortaya çıkartmamak ve örtbas etmek için Schellendorf’u mahkemeye çıkarmıyorlar. O da tarihe kayıt düşmek için gazeteye yazıyor…Ben de Almanya’nın Ermeni tehcirinde rolünü açıklayan bu metni kitaba alarak, bu tarihi kaydı yeniden gün ışığına çıkardım…

TEŞKİLAT-I MAHSUSA ALMAN DESTEKLİ

Yıllardır liberallerin ‘derin devlet’ suçlamasına uğrayan Teşkilat-ı Mahsusa da mı
Alman organizasyonuydu?

-Teşkilatı Mahsusa’nın çekirdeği daha 1906’da İTC kurulurken onun bünyesinde yeralan gizli

‘Fedai gönülüler grubu’na dayanır. Bunlar hürriyet davası uğruna, tetikçilik ve terör faaliyetlerini gönüllü üstlenecek cesur ve gözüpek yiğit gençlerdir. İTC tüzüğünde ayrı bir madde olarak bu fedailer bölümü de vardır. 1911’de Enver ve Mustafa Kemal gibi Trablus’a savaşa koşan da İTC’nin bu fedailer grubundandır. Ancak 1914’te Enver kendi kurduğu resmi Teşkilatı Mahsusa’yı Almanya’dan gelen para ve lojistik destekle Almanların İslam ihtilalleri hedefine yöneltmiştir…Teşkilatı Mahsusa’nın bütün faaliyetleri Alman hedeflerine göre şekillenmiştir…Hüsamettin Ertürk bunu anılarında anlatır…Teşkilatı Mahsusa’dan Kuşçubaşı Eşref ve Mehmet Akif’in Almanya ve Arabistan gezileri de Alman planları ve organizasyonu çerçevesindedir…

TANER AKÇAM VE BASKIN ORAN KIZIYOR

Ermeni meselesine ilişkin tartışmalarında neden sözünü ettiğiniz Almanya’nın rolü irdelenmiyor?

-Bugün dahi örneğin Taner Akçam ve Baskın Oran gibi isimler, Ermeni tehcirini, onlara göre katliamını sadece İTC üzerinden Türklere ve bugünkü Türkiye’ye fatura etmek için Almanya’nın rolünü gündeme getirmekten ısrarla ve dikkatle kaçınıyorlar…Hatta Almanya’nın rolünü vurgulayanlara kızıyorlar…Çünkü Almanya’nın Ermeni tehcirindeki rolü, savaşı ve o dönemi objektif bir şekilde masaya yatırmayı gerektiriyor. Bunu yapınca olaya Türk-Ermeni kavgası olarak bakmanın saçmalığı ortaya çıkıyor…

ALMANYA’DA O KİTAP TARTIŞILIYOR

Almanya’da da son dönemde bu konu tartışılıyor galiba?

-Almanya’da şimdi Ermeni sorununda Almanya’nın rolünü ele alan ve tartışan yeni kitaplar yayınlanıyor. Benim kitabımdan kısa süre önce yayınlanan Alman gazeteci Jürgen Gottschlich’in ‘Beihilfe zum Völkermord’ (Halk katliamına destek) kitabı da bunlardan birisi. Bu kitap da Almanya’da şiddetli tartışmalara yolaçtı. Tabii orada da bu konuyu örtbas etmek isteyen Alman politik çevreler var…

NASIL ÇÖZÜLÜR ?
Sizce Ermeni sorunu nasıl çözülür?

-Ermeniler Türkiye’nin Doğusunu, Trabzon’dan Adana’ya ilhak hayallerinden vazgeçmedikçe
– ve Ağrı Dağı’nın iadesini istedikçe bu konuda çekişme alttan alta sürer.

Tabii kapıların açılması, ticaret ve kültür alışverişinin artması iki halk arasında 100 yıllık öfke, nefret ve kızgınlığı yavaş yavaş azaltabilir… Ama emperyal güçlerin bölgeden Türkleri kovarak ve o haritadan silerek Kürdistan ve Ermenistan kurma planları bu tür çatışmaların kolay bitmeyeceğini gösteriyor…

100 yıl sonra önemli olan,
100 yıl önceki olayların perde arkasını ve gerçekleri iyi bilmek…

Uluç Gürkan : SOYKIRIM İDDİALARI MALTA’DA DENİZE DÖKÜLDÜ!

Kitap tanıtımı       : “Malta Yargılaması” 

SOYKIRIM İDDİALARI MALTA’DA DENİZE DÖKÜLDÜ!

Portresi_Uluc_Gurkan


Uluç Gürkan

Tarihimizde “Malta Sürgünü” olarak adlandınlan olay, aslında önde gelen İttihatçıların “toplu Ermeni kıyımı” suçlamasıyla yargılanmasıdır.
Tutukladıkarı 145 kişiyi Malta’da suçlayamayan İngiliz makamlarının, sonunda
“tutsak değişimi” ile alıkoydukları kişileri serbest bırakmaları, savların kofluğu
anlamına gelmektedir.


Gazeteci-yazar-siyasetçi Uluç Gürkan‘ın ‘özgün İngiliz belgeleri’ne dayanarak
kaleme aldığı “Malta Yargılaması” kitabı 1920’lerin başında Malta’da yaşananları anımsatmanın ve tartışmanın çok ötesinde, başlı başına bir savunmadır;
hatta karşı iddianame de denebilir. Gürkan, İngiliz belgelerine dayanarak,
Ermeni lobisinin ‘uluslararası yargılama’ istemini gerçekten de hem ıskartaya çıkarıyor hem de Türkiye’nin yaklaşık yüz yıl önce lehine çıkmış olan ve elini güçlendiren
bir uluslararası yargı kararını hepimize bir kez daha anımsatıyor.


Malta’yı anımsayalım

I. Dünya Savaşı sonrasında 145 Osmanlı yetkilisi, savaşın galibi (AS: yengini)
İngiliz makamlarınca yargılanıp cezalandırılmak’ üzere, denetimlerindeki Malta Adası’na gönderilmişti. Tarihimize “Malta Sürgünü” olarak geçen bu olay, aslında bir sürgün değil bir yargılamadır. Önde gelen İttihatçı yöneticileri savaş suçlusu olarak
yargılama girişimidir.

Malta adasında iki yılı aşkın süre hapiste kalan İttihatçılar hakkında “Ermenileri toplum olarak katletmek” suçlamasıyla adli soruşturma açılmıştı. Soruşturmayı Londra’daki İngiliz Kraliyet Başsavcılığı yürütmüştü. İşgal süresinde el koyulan ve
büyük bölümü İngiltere’ye taşınan Osmanlı arşivlerinin yanında, Mısır’da, Kafkasya’da vb, yerlerde “Ermeni katliamı” kanıtı aranmış ancak bütün çabalara karşın hiçbir kanıt bulunamamıştır. Bunun üzerine ingiliz Kraliyet Başsavcılığı, Dışişleri Bakanlığı’nın baskılarına karşın ‘kanıt olmadığı’ için dava açılamayacağını, açılsa da cezalandırma yapılamayacağını kesin bir dille açıklayınca, iddialar (AS: savlar) çökmüştü.

“Ermeni Soykırımı” iddialarına dayanak yapılan katliam suçlamaları 1919-1921 yılları arasında sıcağı sıcağına adli olarak soruşturulmuş, ancak kanıtlanamamıştır. ( s. 15)

Malta_Yargilamasi_kitabi_kapagi_Mayis_2014

Malta kararının soykırım tartışmaları açısından önemi
Malta kararı Türk tarafı açısından çok önemlidir. Çünkü Birleşmiş Milletler Soykırım Sözleşmesi soykırım suçunun varlığı ya da yokluğu konusunda karar verecek
yetkili makamı ‘yargı organları‘ olarak belirlemiştir. Yetkili yargı organları da
‘suçumn işlendiği ülkedeki yetkili bir mahkeme’ ya da “yargılama yetkisine sahip bulunan uluslararası bir ceza mahkemesi’ olarak tanımlanmıştır.

Türkiye tarafı tehcirde (AS: zorlamalı göç) ne denli hatalıdır,
yerel mahkemelerin tutumu ne olmuştur?
Bize unutturulmak istenen bir gerçek, I.Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devleti yöneticilerinin ve mahkemelerinin bini aşkın kişiyi 1915 tehcirinde Ermenilerin
zarar görmesine neden oldukları gerekçesiyle yargılamış ve cezalandırmış olmasıdır.

Bir başka nokta; savaş sonrasında çoğu İttihat ve Terakki Partisi yöneticisi
yüzü aşkın siyasetçinin “Ermenilerin toplu katliamı” suçlamasıyla üç yıla yakın bir süre İngiliz sömürgesi Malta Adası’nda tutulmuş ve Sevr hükümleri uyarınca İngiliz Kraliyet Başsavcılığı tarafından ‘soruşturma’ kapsamına alınmış olmasıdır.

Bu gerçeği Uluç Gürkan şöyle açıklıyor:
“1915 Osmanlı ‘Divan-ı Harb-i Örfi’ Mahkemeleri, BM Soykırım Sözleşmesi’nde öngörülen ‘suçun işlendiği ülkedeki yetkili bir mahkeme’ vurgusunun karşılığıdır. Malta’daki yargılama süreci de “yargılama yetkisine sahip bulunan uluslararası bir ceza mahkemesi’ tanımlamasına uygundur.”

Gürkan’a göre “1915-18 Osmanlı yargılamaları ile 1919-21 Malta yargılamasının belgeleri tarihin tozlu raflarında kalmamalıdır.” Çünkü “Bu belgeler ‘Ermeni Soykırımı’ iddialarını kökten çürüten hukuksal sonuçlar doğuruyor.” (s. 21)

Takipsizlik Kararı
Uluç Gürkan’ın haklı olarak vurguladığı gibi İngiliz Kraliyet Başsavcılığının
‘kanıt yokluğu’ gerekçesi ile Ermenilerin katledildikleri suçlamasıyla dava açmaması, günümüz hukukunda ‘kovuşturmaya yer olmadığı’ anlamına gelmektedir;
bir başka deşiyle ‘takipsizlik’ kararı hükmündedir.
Gürkan, örneklerini kitabın sonuna koyduğu belgelere dayanarak çıkardığı sonucu “Türkiye çaresiz değildir” sözleriyle ifade ediyor ve çağrı yapıyor:
“Soykırım ‘teslimiyetçiliğinden sıyrılarak’ Ermeni savlarının asılsızlığını tarihsel ve hukuksal gerçekler temelinde belgelendirelim.”
Uluç Gürkan’ın irdelediği “Malta” belgeleri, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi‘nin
17 Aralık 2013 tarihli Perinçek – İsviçre kararından sonra Türkiye’ye yönelik
kara propagandanın boşa çıkarıldığı yeni bir dayanak olarak ulusal bellekte yerini alıyor.
(www.add.org.tr