Etiket arşivi: 1917 Ekim Devrimi

SLOGANLAR (ÖZLÜ SİYASAL TALEPLER) ve REKLAMCILIK…

portresiLütfü Kırayoğlu
ADD Gn. Bşk. Başdanışanı
Mühendis – Yazar

Tarihin tekerleğini, hep devrimci kitlelerin doğru eylemleri döndürüp ilerletti. Sınıflı toplumların ortaya çıkışından bu yana bu kural hiç değişmedi. İster doğru bir önderlik altında başlasın, ister kendiliğinden gelişsin, büyük kalabalıklar taleplerini (istemlerini) doğru bir zeminde ve özlü olarak ifade edebildiklerinde, devrimci kitlelere dönüşebildiler. Elbette, örgütlü bir toplumda devrimci önderliğin rolü tartışılmaz.

İşte haklı taleplerin olgunlaşarak kısa ve özlü olarak ifade edilmesine dilimize dışarıdan girmiş olsa da “SLOGAN” (savsöz) diyoruz. İlk çağlardaki büyük ve haklı isyanların sloganlarının neler olduğu konusunda yazılı tarihten çok bilgi alamasak bile en azından birkaç yüzyıllık tarihimizin bize ilettiği sloganları biliyoruz. Kendi tarihimize baktığımızda Osmanlı despotizmine karşı ayaklanan Şeyh Bedrettin’in “YARİN YANAĞINDAN GAYRI HER ŞEYDE, HER YERDE, HEP BERABER” sözü günümüzde bile kitleleri heyecanlandırıyor. Yine Osmanlı döneminde göçer Türkmen topluluklarına uygulanan baskı ve yıldırma politikalarına karşı, “FERMAN PADİŞAHIN, DAĞLAR BİZİMDİR” sözü yakın yıllara dek Ege dağlarını, Torosları isyancıların sığınağı haline getirdi. Alevilere uygulanan baskıya karşı Pir Sultan Abdal’ın “YÜRÜ BRE HIZIR PAŞA, SENİN DE ÇARKIN KIRILIR / GÜVENDİĞİN PADİŞAHIN, O DA BİRGÜN DEVRİLİR” sözü günümüzde de geçerli.

İngiliz devrimci (General) Cromwell’in İngiliz parlamentosunu ahıra benzetirken söylediği “ALTIN SİZİN TANRINIZ OLMUŞ”, ya da “ATIM KADAR BİLE DİNDAR DEĞİLSİNİZ” sözleri. 1789 yılı Temmuz ayında ayaklanan Fransız devrimcilerinin “EŞİTLİK, ÖZGÜRLÜK, KARDEŞLİK” sözlerinin 1908 devrimini yapan İttihatçıları etkileyerek II. Abdülhamit sultasını devirmiş olması, dahası, yakın zamana dek Abdülhamit yandaşı bir siyasal akımı savunan kadın liderin yeni kurduğu partisinin toplantılarında “MUSAVAAAT, MEŞVEREEET, ADALEEET” diyerek haykırması ilginç değil mi?

Ekim devrimi” dediğimiz 1917 Rusya’sındaki “BÜTÜN İKTİDAR SOVYETLERE” sözü ile Şubat devriminin karmaşasına nokta konması, bir sloganın, saatler süren ateşli bir nutuktan daha sonuç alıcı olduğunun kanıtı değil mi?

Yakın tarihimizde CHP’nin hatalı politikalarına karşı, tanınmış solcularımızı bile etkileyerek, “DUR” anlamına gelen el işareti ile “YETER. SÖZ MİLLETİNDİR…” sloganını kullanan Demokrat Parti’nin peşine taktığı kitleleri nerelere sürüklediği, günümüzü bile etkileyen ders alınması gereken bir örnektir.

Yine yakın tarihimizde, 1968 devrimci gençlik hareketinin binlerce genci peşinden sürükleyen etkili taleplerine ne demeli. Bütün Dünya gençliğini etkileyen “GERÇEKÇİ OL. İMKANSIZI İSTE…” sözü kadar bize ait olan “ALTINCI FİLO. DEFOL…!”, ya da “YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ ve GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE” sözü bugün unutturulmaya çalışılan, ancak halen geçerli olan temel slogan değil midir?

Daha dün denecek bir tarihte Gezi eylemleri sırasında, bütün halkı direnişe çağıran “HER YER TAKSİM, HER YER DİRENİŞ” sözü kadar, bu direnişin siyasal rengini ve hedefini koyan “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ” sözü Anadolu’nun en baskıcı köşelerindeki üniversite öğrencileri kadar, “apolitik” olmakla suçlanan futbol seyircisinin de stadyumları inlettiği doğru bir hedef değil mi? Hele 12 Eylül 1980 sonrası Ordu içinde örgütlenen FETÖ’cü casus şebekesinin Kemalist subayları kumpas davaları ile zindanlara tıktığı, TSK içinde elde ettiği mevzilerle 15 Temmuz 2016 gecesi Amerikancı bir darbe tezgahladığı bir dönemde bundan daha anlamlı bir slogan olabilir mi?

YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM…

Kuşkusuz Türk tarihinin en anlamlı sözü “İSTİKLALİ TAM TÜRKİYE” şiarı (ilkesi) ile yola çıkan Mustafa Kemal ve arkadaşlarının haykırdığı “YA İSTİKLAL YA ÖLÜM” sloganıdır. İşgal altındaki bir ulusu 14 günde Kocatepe’den İzmir rıhtımına çıplak ayakla ve savaşarak koşturan bu slogandır. Ve bu slogan, günümüzde neredeyse her gün yoksul Mehmetleri al bayrağa sarılı tabutlar içinde yoksul köy evlerine geri getirip, gözü yaşlı analara “VATAN SAĞOLSUN” dedirtmektedir.

SLOGAN ÜRETME DÖNEKLERİN TEKELİNE GEÇTİ

Dünyayı değiştirme ideali ile yola çıkan 1968 gençliği gözünü kırpmadan, idam sehpasına yürüyen kahramanlar üretti. Bugün 70’li 80’li yaşlarına karşın büyük bölümü şimdilerde gençliklerinin heyecanı ile mücadeleye devam ediyorlar (savaşımı sürdürüyorlar). Ne var ki bu kuşak hatırı sayılır miktarda dönek de üretti. Bunların bir kesimi çok satışlı gazetelerin köşelerini tutarak “biz de bir vakitler devrimciydik” ya da “Ben Paris’te kaldırım taşlarını polise fırlatırken…” şeklinde yazılar yazarak binlerce Dolar aylıklarla beslendiler. Aynı takım, “Güneşi zapt etmek” için çıktıkları yolun sonunda TV ekranlarını da zaptetti. Ve bu dönek takımının bir kesimi de 1980 sonrası çok geçerli hale gelen reklamcılık sektörüne hakim (egemen) oldu. Ne de olsa 1968 döneminde çok sayıda slogan üretmişlerdi. Biradan, çikolataya, prezervatiften, çocuk mamasına dek her şeyi en iyi pazarlayan sloganları onlar üretiyorlardı. İçlerinde bu konuda üniversitelerde ders verenleri, kürsü sahibi olanları da çıktı.

Artık siyaset de metalaşmıştı. Siyaset-Ticaret-Tarikat, Uğur Mumcu’nun deyişi ile el ele yürüyordu. Sıra siyaseti ve sözde siyasetçileri pazarlamaya geldi. Artık kitleleri kandırmak için afişlerin hangi renk olması gerektiğine psikologların da katıldığı bir kurul ile karar veriyorlardı. Nonoşların giydiği “NO…NO…NO… WELL MAY BE… YES” yazılı gömlekleri en ünlü siyasiler çekinmeden giyebiliyordu. Ecevit’in külüstür seçim otobüsünün yerini devasa sahneler ve beynimizi delen ses sistemleri almıştı. Elbette Bülent Ecevit’e seçim kazandıran “HESAP SORACAĞIZ”, “TOPRAK İŞLEYENİN SU KULLANANIN”, “ANAYASADAN ÖNCE DOĞA YASA VAR” sloganları da tarihe gömülecekti. Artık siyasiler sahne sanatçısıydı ve ünlü şarkıcılar kentlerin meydanına kurulan sahnelere üvertür olarak sahneye çıkıyor, miting meydanına gelen vatandaşlara köfte ekmek ve para zarfları dağıtılıyordu. İçeriği olmayan sloganlar, gereksiz polemiklerle günümüze geldik.

Artık en devrimci sloganlar “HER ŞEY ÇOK GÜZEL OLACAK” (oysa bu sloganın önceleri açılım döneminde Abdullah Gül söylemişti) . “KURBAN OLURUM SANA” , “AZ KALDI. AZ KALDI” gibi içerikten yoksun, her renkten siyasi akımın bile rahatça söyleyebileceği sözler kalıyordu. “GELİYOR GELMEKTE OLAN” gibi hiçbir Türkçe kalıba sığmayan garip sözü ise hangi yabancı ülkede eğitim aldığını bilmediğimiz birileri üretmişti. Geriye en “devrimci” slogan olarak “HAK-HUKUK-ADALET” kalıyordu ki bunu da her siyasal akım söyleyebilirdi. Zira devrimci sloganlara gereksinim yoktu. Ya bir de böyle şeylere alışıp daha sonra lider sultasına da son veriverirlerse!

BİRAZ CESARET LÜTFEN…

Varolan siyasal iktidarı devirecek sloganlar aramaya ne gerek var! Nasıl olsa yaratılan ekonomik kriz (bunalım) ile siyasal iktidar günün birinde kendiliğinden devrilir, yerine de sizi oturtuverirler. Oysa kitleleri denetim altında tutamadığınızda sizlerin çok “militarist” bulduğunuz “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ” sloganını kendiliğinden atıyorlar. Hiç değilse “NO…NO…NO… WELL MAY BE… YES” sloganı yazılı gömlek giyen siyasetçi kadar ya da Amerikan bayraklı bluz giyen Bakan eşi kadar cesaretli olun ve “MUSTAFA KEMAL’İN ASKERLERİYİZ” yazılı ya da Türk bayraklı gömleklerinizi giyip bulunduğunuz localardan halkın arasına inin.

Ukrayna-Rusya savaşı ve verdiği dersler

Barış Doster
Barış Doster
Cumhuriyet, 26 Şubat 2022

 

Ukrayna’da son üç günde yaşananlar, her açıdan derslerle dolu. Bu derslerin tarihi, siyasi, iktisadi, coğrafi, askeri, diplomatik, stratejik, jeopolitik yönleri var. Madde madde tartışalım.

Birinci ders: Liderler, siyasetçiler, devlet yönetiminde sorumluluk alanlar çok iyi tarih, coğrafya, iktisat, siyaset bilmelidir. Satrançta usta olmalıdır. Rakibi, düşmanı, hasmı çok iyi tanımalı, tartmalıdır. Yönettiği ülkenin devlet kapasitesini, dayanma gücünü çok iyi ölçüp biçmelidir. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, belli ki bu konularda çok yetersiz. Bırakın uzak geçmişi, Çarlık dönemini, Soğuk Savaş yıllarını, 2008’de Rusya ve Gürcistan arasındaki savaştan gerekli dersi çıkarsaydı, ülkesi bu duruma düşmezdi.

İkinci ders: Rusya son 100 yılda üç kez isim, üç kez rejim, üç kez siyasi harita değiştirdi. Çarlık Rusyası, Romanov Hanedanlığı yıkılıp, 1917 Ekim Devrimi sonrasında 1922’de SSCB, komünist rejim kuruldu. 1991’de SSCB dağıldı. Federal bir cumhuriyet, yarı başkanlık sistemi, kapitalist ekonomi kuruldu. Fakat Rusya’nın jeopolitik arzuları ve duyarlılıkları, devlet deneyimi, diplomatik hafızası hiç değişmedi.

Üçüncü ders: Rusya, Gürcistan’la 2008’de savaştı. Gürcistan toprak kaybetti. Rusya, Ukrayna’yla savaşıyor. Ukrayna toprak kaybetti. Bu durum şunu gösterdi:

  • Rusya’nın kabul etmediği hiçbir bölge ülkesi, NATO’ya üye olamaz.
  • Rusya, NATO’nun Rusya’ya dönük kuşatma, çevreleme adımlarına bir kez daha silahla karşı koydu çünkü.

Dördüncü ders: ABD, NATO, Avrupa Birliği ve İngiltere’nin, ne Ukrayna için savaşması ne de Rusya’ya karşı savaşması söz konusuydu. Çünkü böyle bir güçleri yok. NATO’nun 5. maddesi de Ukrayna için işlemez. Zira Ukrayna, NATO üyesi değil. Rusya’ya karşı açıkladıkları ekonomik yaptırımlar ise Rusya’yı caydırmaktan, Rusya lideri Putin’e geri adım attırmaktan çok uzak.

UKRAYNA’YI YÖNETENLER BUNLARI GÖREMEDİ

Beşinci ders: Almanya başta, Avrupa’nın Rus doğalgazına olan yüksek bağımlılığı, Avrupa’nın Rusya’ya karşı elini zayıflatıyor. Bugünden yarına, akşamdan sabaha doğalgaz yerine başka bir enerji kaynağı ikame etmek, Rusya gibi büyük bir enerji tedarikçisi yerine başka bir ülke koymak da olanaksız. O nedenle Almanya’nın durdurduğu Kuzey Akım 2 projesi, Rusya açısından gelir kaybına sebep olsa da Almanya açısından da büyük bir sorun yaratacaktır.

Altıncı ders: Rusya lideri Putin, kendisini adeta yeni bir kurucu lider olarak görüyor, tarihe böyle geçmek istiyor. Ülkesini yönettiği 2000 yılından beri, önce Rusların hayli incinmiş, örselenmiş olan ulusal gururunu tamir etti, ülkesinin yakın çevresinden başlayarak, ardından daha geniş bir coğrafyaya yönelerek güvenliğini sağladı. Otoriter yönetimiyle ekonomide, diplomaside, bürokraside, güvenlikte önemli adımlar attı. Birkaç gün önceki konuşmasında Lenin’i eleştirmesi, Çarlık Rusya dönemine dikkat çekmesi, Soğuk Savaş yıllarından bahsetmesi, bu iddiasının kanıtı. Karşısındaki liderlerin (ABD’de Biden, İngiltere’de Johnson, Almanya’da Scholz) Putin’le kıyaslanabilecek bilgi birikimi, bürokratik deneyimi, devlet tecrübesi yok. Putin; Rusya’nın, ekonomik gücünün ve sınırlarının çok ötesinde, geniş bir alanda politik ve diplomatik nüfuza ulaşmasını sağladı. Suriye, Libya, Dağlık Karabağ, Doğu Akdeniz, Kazakistan, Çin’le kurulan stratejik ilişkiler bunlardan sadece birkaçı.

Yedinci ders:

  • Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ne denli vazgeçilmez ve yaşamsal olduğu bir kez daha görüldü.

Sekizinci ders: Rusya; Türkiye’nin üç büyük dış ticaret ortağından biri, en büyük doğalgaz tedarikçisi, en çok turist yollayan ülkeler arasında, en fazla buğday ithal ettiğimiz ülke. Dahası, Türkiye; Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi aldı. Rusya, Mersin Akkuyu’daki ilk nükleer santralı yapıyor ve çalışacak Türk personeli eğitiyor. Tüm bunlar, Rusya’nın Türkiye’nin ekonomisi, ticareti, enerji kullanımı, savunması üzerindeki gücünü gösteriyor. O nedenle Türkiye çok dikkatli olmak zorunda.

Kısacası; devlet yönetmek zor, milletin sorumluluğunu üstlenmek çok zor iştir. Büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün sözleriyle “Mesuliyet yükü her şeyden, ölümden de ağırdır”.

SYKES-PICOT’DAN RALPH PETERS’A

PICOT’DAN RALPH PETERS’A

Krd2Nz 

Türker Ertürk
E. Amiral, Araştırmacı – Yazar
İngiltere ve Fransa arasında yapılan ve Osmanlı Devleti’nin Ortadoğu’daki topraklarının paylaşılmasını öngören gizli anlaşma olan Sykes-Picot‘nun yüzüncü yıldönümündeyiz (16 Mayıs 2016). Zaten, anlaşmanın yapıldığı tarihlerde I. Dünya Savaşı sürüyordu. Bu savaşın diğer bir adı da bildiğiniz gibi; I. Paylaşım Savaşıydı.
Almanya Endüstri Devrimini yapmıştı, sanayisi güçlenmiş ve zenginleşmişti. Ama yeterince sömürgesi yoktu. Çünkü birliğini geç (1871) kurmuştu. Dünyanın sömürgeleştirilmesi konusunda ise; başta İngiltere ve Fransa olmak üzere, epey mesafe alınmıştı. Almanya, bu nedenle bugünün Büyük Ortadoğu Projesi gibi bir proje geliştirdi. Bu proje, Viyana’dan Hindistan’a kadardı. Osmanlı bir şekilde sömürge yapılacak, İngilizlerin elindeki Mısır ve Hindistan ele geçirilecekti. Bağdat Demiryolu ve Osmanlı’ya yardım, bu nedenle yapıldı.
İslam Aleminin Korucusuyum
İşte bu proje nedeniyle; Alman İmparatoru II. Wilhelm, tahta çıktıktan bir yıl sonra (1889) İstanbul’a geldi ve II. Abdülhamit’i ziyaret etti. Wilhelm 1898’de İstanbul’a yine geldi, arkasından Kudüs’e gitti;“İslam Alemi’nin ve Halife’nin koruyucusuyum” mesajını vermeye çalıştı.
I. Paylaşım Savaşında (1914-1918); bir tarafta İngiltere, Fransa ve Rusya, diğer tarafta Almanya vardı. Osmanlı, Almanya’nın yanında savaşa katıldı. Çünkü Almanya; Viyana’dan Hindistan’a kadar geliştirdiği proje için, Osmanlı’ya ve Padişah dahil yöneticilerine çok yatırım yapmıştı. Ayrıca İngiltere ve Fransa, aralarına Osmanlı’yı almak istemiyorlardı. Çünkü, onu paylaşmak istiyorlardı.
Sykes-Picot; Osmanlı’yı paylaşmak için yapılan gizli anlaşmalardan sadece biri ve en popüler olanıydı. Savaş öncesinde ve sırasında, daha başka gizli anlaşmalar da yapıldı. Savaş sırasında Ruslar, 1917 Ekim Devrimi’nin ardından savaştan çekildiler ve gizli anlaşmaları açıkladılar. Dünya ve biz, Sykes-Picot’yu ilk kez bu vesile ile duyduk.
Köprülerin Altından Çok Sular Geçti
Savaştan sonra savaşın galipleri, Osmanlı Coğrafyasını bölüştüler. Yalnız; bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk önderliğinde yapılan Kurtuluş Savaşı sayesinde, bu bölüşümün dışında kaldı.
Yüz yıl önce Ortadoğu sınırları, o günün galipleri ve emperyal güçleri tarafından çizildi. Ama köprülerin altından çok sular geçti. Artık tek kutuplu dünya düzeni var. ABD; İngiltere ve Fransa tarafından çizilen haritayı beğenmiyor. Yeni bir harita çizmek, yeni bir statüko belirlemek istiyor. Büyük Ortadoğu Projesi, bunun adı. Bölgemizde ve ülkemizde yaşadığımız istikrarsızlık, terörizm ve vekâlet savaşları, yeni sınırlar çizmek istiyor olmanın getirdiği sancılardır.
Geçtiğimiz günlerde, New York Times’ın internet sayfasında Nick Danforth’un; “Farklı Sınırlar Ortadoğu’yu Kurtarabilir miydi?” başlıklı makalesi yayımlandı. Makalede açık olarak, yeni bir harita ihtiyacı ifade ediliyor. ABD’nin, Ortadoğu’da yeni bir siyasal harita çizme isteği yeni bir şey değil ki! 10 sene önce de Amerikalı Yarbay Ralph Peters’ın Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nde (Armed Forces Journal) yayınladığı, bölgemizi ve ülkemizi Büyük Orta Doğu Projesi’ne yönelik olarak balkanizasyona tabi tutan, bölen ve parçalayan harita, bu iradenin sonucuydu.
Dün İngiltere ve Fransa, Bugün Amerika
Dün Sykes ve Picot’ya harita yaptıran güç, İngiltere ve Fransa’ydı. Bugün Peters’a harita yaptıran ve Nick Danforth’a bu ihtiyacı yazdıran güç, ABD’dir. Bugün ülkemizde ve bölgemizde yaşadıklarımız; Peters’ın haritasını üç aşağı beş yukarı gerçekleştirebilmek için yapılan operasyonların sonucudur.
Ne yazık ki; bugün yaşadıklarımızın ne olup ne olmadığının ayırdında olmayanlar, zır cahil olanlar, gaflet (AS: aymazlık), delalet (AS: “dalalet” olacak, sapkınlık) ve hıyanet içinde olanlar var! Ülkemizin iktidarını elinde bulunduranlar; “Bugün Ortadoğu’da olanlar; Sykes-Picot düzeninin yıkılışı, Osmanlı ruhunun yükselişi ve İslam Ümmetinin 21. Yüzyıl’daki dirilişidir.” diyor. Bu sözler; kelimenin tam anlamıyla su katılmamış cehaletin, akıldan yoksun olmanın ve tarihsel derinliğe sahip olmamanın somut bir ifadesidir.
Türkiye Dönüm Noktasında
Kesinlikle bilinmelidir ki; Ortadoğu’da yeni bir siyasal harita çizilmesinde ve yeni bir statüko belirlenmesinde, Türkiye’ye ve İslam’a avantaj sağlayabilecek bir getiri söz konusu değildir. Bu değişikliğin sonucunda, hem İslam hem de Türkiye kaybeder.
Tarihte; her bir zaman dilimi, bir dönüm noktasıdır. Geçmiş belirlendiği için, tarih de tek bir yol olarak gelir. Gelecek ise, sonsuz sayıda seçenek sunar toplumlara. Bu yolların bazıları iyi, bazıları kötüdür ve felaketler içerir.
İşte Türkiye, tam olarak böyle bir dönüm noktasında. Sorun ise; farkındalığı olan siyasetçiler tarafından yönetilip, yönetilmediğimizdir.

Saygılar sunarım. (17.5.16)

=========================================================

Dostlar,

Sayın E. Amiral Türker ERTÜRK‘ün gözlemi ve uyarısı son derece yerinde.
Yeni Osmanlıcıların düştükleri tarihsel – bilimsel yanlışlar öylesine çok ki..
Salt 1 tanesini, daha önce de bu sitede yazdık ama biz gene anımsatalım :

Bilindiği gibi Kurucu Osman Gazi’nin oğlu Orhan Gazi, 2. Padişah (Bey) olarak 3 Bizanslı kadın (Asporçe, Theodora ve Horafira) ile evlenmişti. Örn. Horafira, sözde Müslüman omuş ve Nilüfer Hatun adını almıştı. Böylelikle 3. padişah 1. Murat, % 50 Osmanlı (Oğuzların Kayı Boyu) genetiği taşımaktadır. Ardından gelen 33 Padişahın hiçbiri Türk esş almamışlardır. Tümünün de eşi yabancı kadınlardır. Dolayısıyla Kayı Boyu genleri, 36. Osmanlı Padişahı Vahdettine’e dek 34 kez yarılanarak aktarılmıştır. Genetik açıdan

= 5,82076609134674072265625e-11 oranında genetik olarak Osmanlı olmak demektir.
Yani yüz milyarda 5,8.. Kabaca 17 milyarda 1!

Buyurun, Yeni Osmanlıcılar.. size “saf kan” Osmanlı saltanatı! Ve peşinden sürüklenin..
Osmanlı’nın kalmayan ruhunun ihya olacağı boş hayallerini kurun..

Sevgili halkımız; bilim ve akıl dışı boş söylemlerle seni meşgul eden siyasetçileri artık tanı
ve dışla.. Sen bu masalları yutmazsan, masalcı siyasetçiler bunları artık sana anlatamayacak..
Kabahatin büyüğü senin aziz kardeşim; Nazım’ın içi yanarak yazdığı gibi..

Her şey bir yana, işin özü : Türkiye Dönüm Noktasında..

AKP iktidarının durdurulması gerek.. hem de hızla..

BOP_haritasi

RTE, onlarca kez (34 ya da 36 kez!) BOP Eşbaşkanı olduğunu itiraf etti. Yani yukarıdaki haritanın gerçekleştirilmesi için ABD Başkanı ile birlikte “Eşbaşkan” olduğunu. Eeee!?!

Sevgi ve saygı ile.
22 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com