Etiket arşivi: Feto

Askeri Sağlık Sisteminin Kaldırılması

Sarıkamış. Dersleri. Yılmadan Yorulmadan Dr. Cihangir Dumanlı - PDF Free DownloadDr. Cihangir Dumanlı
Em. Tuğgeneral
Hukukçu, Uluslararası İlişkiler Uzmanı

Bu bölümde incelediğimiz konular TSK’nin gücünü ve saygınlığını azaltarak ulusal güvenliğimizi olumsu etkileyen hususlardır. Ancak askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının bunun yanında insancıl bir boyutu da bulunmaktadır. AKP iktidarınca kaldırılan Askeri sağlık sistemi, güvenliğimiz için büyük özveri ile çalışan askerlerimizin yaşamı, sağlığı ve morali (savaşma azim ve iradesi) ile doğrudan ilgilidir.

Askeri sağlık sistemi, art arda gelen savaşlarda cepheden cepheye koşan Osmanlı ordularının ihtiyacından kaynaklanmış, Türk tıbbının gelişmesinde öncü rol oynamıştır. Gülhane Askeri Tıp Akademisi’nin (GATA) temeli 1898’e dayanmaktadır.

Askeri tıbbiye öğrenceleri ve tıbbiyeli subaylar, Mülkiye ve Harbiye ile birlikte 20. yüzyıl başlarında Türk aydınlanmasının temelini atmışlardır. Bu nedenle karşı devrimciler ve irticacılar ileri görüşlü, aydın askeri tıbbiyelilerden hoşlanmazlar.

Askeri sağlık sistemi hain FETÖ darbe girişiminin hemen ardından kaldırılmıştır. 31 Temmuz 2016’da yayınlanan 669 no’lu Kanun Hükmündeki Kararname’nin (KHK) 106. maddesinde şöyle denilmektedir :

  • Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı eğitim hastaneleri ve Türk Silahlı Kuvvetleri Rehabilitasyon ve Bakım Merkezi ile asker hastaneleri, dispanser ve benzeri sağlık hizmet birimleri ile Jandarma Genel Komutanlığına ait sağlık kuruluşları her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bakanlığına devredilir ve bunlara tahsisli taşınmazlar Sağlık Bakanlığı’na tahsis edilir… Gülhane Askeri Tıp Akademisine bağlı yükseköğretim birimleri her türlü hak ve yükümlülükleri, alacak ve borçları, sözleşme ve taahhütleri, taşınırları ve taşıtlarıyla birlikte, Sağlık Bilimleri Üniversitesine devredilir.

Bu düzenleme ile dünyanın bütün silahlı kuvvetlerinde var olan, bizde de 1898’den beri asker hekimler yeniştiren Askeri Tıp Akademisi askeri olmaktan çıkarılmış, Türkiye’nin her yerinde ordu ve kolordu bölgelerindeki askeri hastaneler de askeri olmaktan çıkartılmış, askeri sağlık sistemi ortadan kaldırılmıştır. Buna paralel (koşut) olarak tüm askeri sağlık sistemini yöneten Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı, başında bir tabip general olan TSK Sağlık Komutanlığı da lağvedilmiş (kaldırılmış), işlevleri MSB’ye devredilmiştir.

Bu düzenlemeler ile halen pek çok cephede silahlı mücadele veren Türkiye, NATO içinde askeri hastaneleri olmayan tek devlet durumuna getirilmiştir.

Askeri sağlık sistemi ülkenin güvenliğini sağlayan TSK çalışanlarının aileleri ile birlikte sağlıklarını koruyan ve tedavilerini (sağaltımlarını) yapan bir sistemdir. Sağlıklı asker güçlü ordu, güçlü ordu güçlü devlet demektir. Askeri sağlık sistemi barışta ve savaş veya silahlı çatışmalarda aşağıdaki gibi işletilir(di):

Barışta:

Her Birlikte kıta tabipleri hasta ve yaralılara ilk müdahaleyi yaptıktan sonra, kendi olanaklarını aşan vakaları (olguları) bölgelerindeki askeri hastanelere sevk eder. Hastaların tedavilerine (sağaltımlarına) burada devam edilir, gerekirse merkezi konumda olan daha donanımlı mevki hastanelerine veya Gülhane Askeri Tıp Akademisi’ne (GATA) sevk edilirler(di).

Savaş veya silahlı çatışmalarda:

Yaralanan askerlerin tedavileri (sağaltımı) Kara Kuvvetlerinde “takım yaralı yuvasında” ilk yardımdan başlayan tabur düzeyinde sıhhiye takımlarında doktor müdahalesi ile; tugay seviyesinde sıhhiye bölüklerin kurduğu sıhhi yardım istasyonları ile devam eden ve en donanımlı askeri hastaneye dek uzanan sıhhi tahliye ve tedavi zinciri içinde yapılır(dı). Yurt dışı operasyonlarda harekât alanında kurulan seyyar cerrahi hastanelerin kendi hekimleri tarafından veya  gerekirse yurt içinden askeri uçakla gönderilen askeri hekimler tarafından acil ameliyatlar yapılır veya yaralılar askeri ambülans uçakla GATA’ya tahliye edilir(di).

Askeri sağlık sistemi ordunun ihtiyaçlarına göre örgütlenmiş ve donatılmış sağlık tesislerinde, özel eğitim görmüş askeri hekimler ve askeri sağlık personeli tarafından çalıştırılır(dı).

Askeri hekimlik özel bir uzmanlık ve deneyim ister. Özellikle ateşli silah yaralanmaları, bazı organların kesilmesi, askeri hijyen; Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal NBC silahlara karşı savunma, pilotların uçuş muayeneleri, harp psikiyatrisi gibi konularda askeri hekimler uzmanlaşmıştır. Askeri tıp konularında GATA’da bilimsel altyapı oluşturulmuş, TSK bünyesinde uzun yıllara dayalı deneyim ve bilgi birikimi sağlanmıştır. Bu konularda sivil üniversiteler ve hastaneler askerler kadar yeterli bilgi ve deneyime sahip değillerdir.

Ayrıca askeri hekimler asker olduklarından, birliklerin gittiği yurt içi veya dışındaki her yerde TSK’nın bir unsuru (ögesi) olarak görev yaparlar. Kore’de, Kıbrıs’ta ve iç güvenlik harekatında askeri sağlık personeli ve doktorlar bizzat cephede görev yapmış pek çok şehit ve gazi vermişlerdir. Yeterli askeri eğitim almamış sivil doktorları cepheye sürmek hem tedavi hizmetini aksatır hem onların da can güvenliğini tehlikeye atmak olur. Askerler gerektiğinde yurt dışında da seyyar cerrahi hastaneleri kurup işletirler. Bakanlığa bağlı sivil doktor ve sağlık personelinin yurtdışı görevlendirilmeleri, oralarda seyyar cerrahi hastaneler kurup çalıştırmaları askerler kadar kolay olamaz.

Askeri sağlık sistemi kaldırılınca özellikle yurt dışı operasyonlarda sorunlar yaşanmaktadır. Bunun en açık göstergesi son zamanlarda verilen şehit haberlerinin “Kaldırıldığı hastanede kurtarılamayarak şehit olmuştur” ifadesi ile bitmesidir. Örneğin Suriye’de veya Irak’ta yaralanan bir asker yurt içindeki en yakın devlet hastanesine sevk edilmekte, burada harp cerrahisi deneyimi olmayan sivil doktorlar tarafından tedavi edilmektedir. Sınır ilçelerimizdeki devlet hastanelerinde genel cerrah, beyin cerrahı, ortopedist gibi uzmanlar ya yeteri kadar bulunmamakta ya da deneyimsiz uzmanlar bulunmaktadır. Askeri sağlık sistemi bozulmamış olsaydı kurtarılabilecek askerlerimiz, bu sistemin kaldırılması yüzünden şehit olmakta veya ömür boyu engelli kalmaktadır. Bu durum askeri sağlık sistemini kaldıranlara insani ve vicdani bir sorumluluk yüklemektedir. Askeri sağlık sisteminin kaldırılması, kendi çocuklarını askere göndermeyen yöneticiler için kolay verilebilecek bir karadır.

Birinci Dünya Savaşında özellikle Çanakkale’de ve Sarıkamış’ta verilen büyük zayiatın en önemli nedeni, etkili bir sağlık sisteminin cepheye kadar götürülmemesidir.

Askeri sağlık sistemi savaşan askerlerimizin morali bakımından da önemlidir. Cephede yaralanan arkadaşlarının iyileşip birliğine katılması, öbür askerlerin moralini ve güvenini yükseltir, aksi halde şehit haberinin gelmesi moral bozucu bir etki yaratır. Savaşı şehitler değil, yaşamda kalanlar kazanır.

TSK Fizik Tedavi ve Rehabiltasyon Merkezi

Ankara Bilkent’teki bu merkez dünyadaki benzerleri arasında ön sıralarda yer alan bir sağlık kurumu idi. Bu kurum 1995 yılında TRT’nin açtığı “Mehmetçikle Elele” kampanyası ile halkın parası ile kurulmuş, öncelikle TSK mensubu gazilerin tedavilerini yapmakta idi.

Bu merkezin TSK’den alınıp Sağlık Bakanlığına bağlı bir hastaneye (gaziler fizik tedavi hastanesine) dönüştürülmesi sonucunda fizik tedavi ihtiyacı olan sivil hastalar da (örneğin trafik azasında yaralanan siviller) kabul edilmekte, TSK mensubu gazilerin tedavileri eskiden olduğu gibi öncelikle ve etkinlikle yapılmamaktadır. Burada “terör gazisi”  “15 Temmuz gazisi” ayırımının yapılması terör gazisi askerleri üzmektedir.

TSK Özel bakım merkezleri

Bu kurumlardan emekli ve bakıma muhtaç TSK personeli ile yakınları yararlanmaktadır. Ancak bakım merkezleri de eskiden bağlı oldukları TSK Sağlık Komutanlığından alınarak MSB’ye bağlanmış, kurum içindeki kimi kadrolara askerler yerine siviller atanmıştır.

Özel bakım merkezlerinin eskiden olduğu gibi TSK Sağlık komutanlığı bünyesinde askerlerce işletilmesi, sağlık sisteminin bütünlüğü ve etkinliği açısından gerekli ve önemlidir.

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK hain FETÖ darbe girişiminden hemen sonra ve bu girişime tepki olarak çıkarılmıştır. Askeri sağlık sisteminin kaldırılmasının yeni bir darbe girişiminin önlenmesi veya FETÖ hain darbe girişimine tepki gösterilmesi ile ilgisi açıklanamamıştır. Uzun yıllar devam etmiş, oturmuş ve pek çok can kurtarmış bir sistemi kaldırmanın amacı ne olabilir?

İçine FETÖ unsurları sızan bir kurumu kapatmak veya bağlantısını değiştirmek yanlıştır. Hukuk devletinin yapması gereken kurumları toptan bozmak değil, sorumluları bulup yargı önüne çıkartmaktır.

Hain darbe girişimine salt askeri doktorlar değil, sivil doktorlar, savcı ve yargıçlar da katılmışlardır. Aynı düşünce ile öbür tıp fakültelerinin de Sağlık Bakanlığı’na, hukuk fakültelerinin Adalet Bakanlığı’na bağlanması gerekirdi. Bunlar yapılmayıp, yalnızca GATA’nın Genelkurmay’dan alınarak üniversiteye bağlanması FETÖ bahanesi ile askere bir darbe daha vurmak istendiğini göstermektedir.

Öneri

Askeri sağlık sistemini kaldıran 669 sayılı KHK iptal edilmeli, en kısa zamanda 2016 yılı öncesi sağlık sistemi yeniden kurulmalı,  TSK fizik tedavi ve bakım merkezi ile özel bakım merkezleri Genelkurmay Başkanlığı’na bağlı Sağlık Komutanlığı’na bağlanmalıdır.

Nijer

Hüsnü Mahalli

Başka bir açıdan

 

Geçen hafta Rusya’nın Petersburg kentinde Rusya-Afrika Zirvesi toplanmıştı. 2019’da Soçi’de yapılan ilk zirveye 43 lider katılırken ikinci zirveye yalnızca 17 lider katıldı. Geri kalan ülkelerden bu kez, Bakan ve daha alt düzeyde temsilciler geldi .

Peki neden böyle oldu?

Çünkü ABD, İsrail ve Afrika’nın eski sömürgeci ülkeleri yani Fransa, Belçika, Hollanda, İtalya, İngiltere Afrikalı liderleri tehdit ederek zirveye katılmalarını engellemişti. Bu da çok kolaydı çünkü yalnızca Fransa’nın eski sömürgelerinden 14 ülke iktidarları, imzalanan anlaşmalardan dolayı uranyum, altın, petrol, elmas ve benzeri yeraltı zenginliklerinin satılmasından elde ettikleri gelirlerin %80’i Fransa Merkez Bankasında tutmak zorundaydılar.

Yılda yaklaşık 500 milyar dolar!

Bu 500 milyar dolar için Fransa bırakın bu 14 ülkeyi belki de 114 ülkeyi karıştırıp savaşa sürüklemekten geri kalmaz ve kalmayacaktır.

“Arap Baharı” sürecinde Fransa’nın Libya, Tunus ve Suriye’deki rolü farklı bir formatta gelişmişti ama Paris ve emperyalizmin diğer başkentlerinin rezilliği asla son bulmayacaktır.

Birinci Dünya Savaşı bitiminde ve Osmanlı’nın dağılması öncesi ve sonrasında İngilizlerle birlikte Sykes – Picot , Sevr ve diğer anlaşmalarla bizim coğrafyanın haritalarını çizen Fransızlar genetik ruh hastalıklarından asla vazgeçmeyeceklerdir.

Dönelim Rusya- Afrika Zirvesi’ne..

Emperyalist ülkeler zirvenin başarısız olması için uğraşırken ilk tokadı Nijer’de yediler. Cezayir, Libya, Çad, Nijerya, Benin, Burkina Faso ve Mali’ye komşu 1.3 milyon km2 yüzölçümlü Nijer’de yaklaşık 24 milyon insan yaşıyor ve çoğu açlık ve sefalet içinde.

Petersburg Zirvesi’nin 2. gününde yani 26 Temmuz’da eski Fransız sömürgesi Nijer’de askerler darbe yaparak Fransa’nın Afrika’daki en önemli adamlarından biri olan Muhammed Bazum’u devirdi. Fransa, ABD, AB ve onların Afrika’daki adamları kıyameti kopararak askeri müdahale tehdidinde bulundu. Bu tehditler karşısında Mali ve Burkina Faso’dan destek alan darbeciler ülkede bulunan Fransız üslerini kapattı ve Uranyum ve benzeri madenlerin ihracatını durdurdu.

Paris daha da çıldırdı.

Peki neden?

Fransa’da 56 nükleer reaktör var. Ülkenin tükettiği elektriğin %75’i karşılayan bu reaktörlerin kullandığı uranyumun %25-30’u Nijer’den sağlanıyor. Nijer; uranyum üretimi bakımından Kazakistan, Kanada ve Namibya’dan sonra dünyada dördüncü sırada. Buna paralel olarak AB ülkeleri de gereksinim duydukları uranyumun %25’ini Nijer’den sağlıyor ve bu uranyumu çıkaran şirketlerin tümü Fransız. Tıpkı altın, kömür ve elmas alanında faaliyet gösteren diğer şirketler gibi.

Başka!

İşin ekonomik ve elbette stratejik (elektrik üretimi) boyutunun yanı sıra Nijer’in Fransa için öneminin başka bir nedeni de askeri konular. Son iki yılda Mali ve Burkina Faso’dan kovulan Fransız askerler Nijer’e taşınmıştı. Fransa’nın Nijer’de Mirage savaş uçaklarıyla Reaper casus ve özel operasyon uçakları bulunuyor. Fransa’nın bu askeri olanaklarından yararlanan ABD’nin ayrıca Nijer’in ortasında İHA ve SİHA üssü bulunmaktadır.

Başka !

Fransız şirketlerinin 1950’li yıllardan bu yana çıkardığı (birazını da İsrail’e verdiği) uranyumdan dolayı milyonlarca yoksul Nijerli alınmayan önlemlerden dolayı radyasyon ortamında her türlü hastalıklarla uğraşıp duruyorlar. Elbette Fransa ve emperyalist ülkelerin umurunda değil ve hiç bir zaman olmayacaktır.

Geriye bir tek şans kalıyor o da Rusya ve Çin’in yüz yıllardır sömürülen Afrika halklarına yardım etme çabası içinde olması. Bu da Fransa, ABD ve öbür emperyalist ülkeleri çılgına çeviriyor.

  • Adamlar her zaman olduğu gibi darbe, iç savaş, soykırım, ülkeler arası çatışma ve türlü türlü kargaşalarla olağanüstü yeraltı zenginlikleriyle herkesin iştahını kabartan Afrika ülkelerini rahat bırakmıyor ve bu bunun için her yola başvuruyorlar.

Ama tüm çabalarına rağmen (karşın) tarih boyunca Afrika kıtasında emperyalist geçmişi olmayan Rusya ve Çin’in önünü kesemiyorlar. Bugün Afrika’nın 12 ülkesinde Rus askeri danışmanlar bulunuyor. Rusya’nın 27 Afrika ülkesiyle her alanı kapsayan çok ciddi ilişkisi bulunuyor. Çin ise 20 ülkede hükümetlere tarım, ulaşım, madencilik, petrol ve benzeri birçok alanda yardın ediyor.

Üç bini aşkın Çin şirketi birçok Afrika ülkesinde toplamda 5,3 milyar dolarlık iş yapıyor.

Afrika’ya ilgi gösteren bir başka ülke AKP yönetiminde Türkiye.

Birçok Afrika ülkesinde okul açan Fetö’culardan sonra AKP de bu kıtaya ilgi göstermiş ve hemen hemen bütün ülkelerde elçilik açmıştı. Ticaret ilişkilerinin yanı sıra kimi Afrika ülkelerine İHA ve SİHA satan Ankara din söylem ve içerikli bu ilişkilerinin kapsamını çok fazla genişletemiyor çünkü parası yok. Parası olan Suudi Arabistan ve BAE bazen birlikte bazen de ayrı ayrı ve karşı karşıya gelecek şekilde kıtanın Müslüman ülkelerine çengel atmaya çalışıyorlar.

Kıtanın en sinsi oyuncusu her türlü tezgahın içinde bulunan İsrail’dir.

Demek istediğim biz burada iktidarın çıkması olanaksız zam kazıkları ve muhalefetin saçma sapan tartışmalarıyla uğraşırken el alem dışarda ‘büyük’ işlerle uğraşıyor.

Nijer olayı sonu gelmeyecek bu işlerden yalnızca bir tanesi.

Ukrayna’da yenişemeyen Çin destekli Rusya ile NATO destekli ABD arasındaki kavga kısa dönemde bitmeyeceğine göre her an başka yerlerde yeni cepheler açılacaktır.

Kanlı Arap Baharı’dan bu yana 12 yıldır herkesin ilgilendiği Ortadoğu şimdilik gündem dışı olduğuna göre bundan böyle herkesin gözü kulağı Nijer’de olacak çünkü emperyalist ülkeler asla pes etmez.

Benden söylemesi!

 

Silivri’de de hayat sürüyor

Merdan Yanardağ

 

Silivri’de hayat kendine özgü ritmi, kuralları, sınırlılıkları ve her şeye karşın bütün canlılığı ile cıvıl cıvıl devam ediyor.

  • Haksız, hukuksuz ve adaletsiz bir tutukluluğa karşı direniyoruz.

Günler geçiyor ve biz buradan bütün dikkatimizle dışarıdaki yaşamı izlemeye çalışıyoruz. Aklımızda ise sevdiklerimiz, yakınlarımız, dostlarımız ve yarım kalan işlerimiz var. Deyim uygunsa yaşamlarımıza ilişkin bir ana bilanço çıkarıyoruz ister istemez. Dışarıdaki mücadeleye ve yaşama katılmaya kendimizi yenileyerek hazırlamaya çalışıyoruz.

Burada zamanı en verimli şekilde geçirmek önem taşıyor. Örneğin sistemli şekilde okumak, spor yapmak ve sağlığını korumak gibi. Kimsenin ne okuduğunu ne okumadığını bilmiyorum; ama belki biz ‘’filozof’’ oluruz! Şaka bir yana, buradaki en değerli etkinlik okumak desem abartmış olmam. Kendini salmamak en yaşamsal tutumdur. Yazma ve üretmek de böyledir.

Avukatlarımız ile görüşürken -ki açık görüş yapıyorlar- bu iş için ayrılan bölümde buradaki dostlarımızla görüşme şansımız oluyor. Aramızda fiziksel bir uzaklık olsa da iletişim kurabiliyoruz. Osman Kavala, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Hakan Altınay ve diğer arkadaşlarımızla ayaküstü de olsa konuşuyoruz. Sağ olsunlar, buraya geldiğim günlerde -ki bayram tatiline denk geldiği için kantin kapalı ve bütün yetkililer izinliydi- en temel ihtiyaçlarımı onların desteğiyle giderdim. Önemlidir, teşekkür ediyorum.

Can Atalay, bildiğiniz gibi Soma’lı madencilerin hakkını savunurken nasılsa, kaçak tarikat Kuran kursu yatakhanesinde yanarak ölen yoksul çocuklara nasıl sahip çıktıysa, Çorlu tren faciasının sorumlularının yakasına nasıl yapıştıysa burada da uğradığı haksızlık ve hukuksuzluklara karşı aynı heyecanla mücadele ediyor. Diğer arkadaşlarımız da aynı tutumu sürdürüyor. Tutuklanmadan bir gün önce Tayfun Kahraman’ın cezaevinde, uzmanlık alanından hareketle yazdığı depreme karşı alınacak önlemler ve bu bağlamda iktidara yönelttiği eleştirilerden oluşan kitabını TELE1 ekranlarında tanıtmıştım. Buluşmak buraya kısmetmiş!

Can, çıkana dek -ki çıkacak- bizim milletvekilimiz. Hatay’lılar belki biraz bekleyecek ama Silivri milletvekilliği de önemlidir diye düşünmek gerek. Can’ı uzun süredir tanıyorum, birlikte birçok oluşumda yer aldık. TELE1’e sık sık davet ettik, görüşlerimizin zamanla birbirine yaklaşması, aynı saflarda olmak mutluluk verici. Öbürr dostlarımızla da öyle.
***
Silivri’de bir ayımı doldurmayı iple çekiyorum; çünkü bir ayı doldurunca buradaki halı sahada başka arkadaşlarla birlikte spor yapma, top oynama ve sohbet etme hakkını kazanacağım. Gerçi sporumu her sabah havalandırma avlusunda yapıyorum ama arkadaşlarla birlikte olmak görüşmek burada çok değerli. Özellikle tek kalanlar için. Bakalım, Canlar ve öbür Gezi‘ci arkadaşlarla birlikte spora çıkmak için dilekçe vereceğim. Umarım bir aksilik çıkmaz.

Bu arkadaşlar heyecanlı maçlar yapıyormuş, avukat arkadaşlarımızın söylediğine göre. Haftada bir de olsa keyifli bir durum. Osman Kavala sıkı top oynuyormuş. Hırslı ve sıkı… Eğer avukat arkadaşlarımız hoş bir ‘’dedikodu’’ yapmadılarsa -bu olasılık var- ne yalan söyleyeyim bu durum beni şaşırttı; çünkü adeta bir tevekkül, için için sessiz fakat kararlı ve soylu bir direniş sergileyen o sakin Osman Kavala’nın sıkı bir topçu olması güzel bir sürpriz. Ben böyle hırslı bir maç yapacak kişinin Can olabileceğini düşünürdüm. Haksız mıyım? Bakalım heyecanla halı sahada buluşacağımız günleri (birkaç gün kaldı) bekliyorum. Bir aksilik olmazsa göreceğiz kimin nasıl oynadığını.

Ayrıca Osman Kavala’nın bana avukatı aracılığıyla gönderdiği kitap hakkında da konuşabilmeyi umuyorum. Sebastian Haffner’in ‘’Hitler Üzerine Notlar’’ kitabı, alanındaki en önemli çalışma denilebilir (İletişim Yayınları, 4. Baskı, 2021).

‘’Görülmüştür’’ damgalı kitabı bitirmek üzereyim. Birkaç kitabı birlikte okuyunca biraz zaman alıyor. Benim dikkatimi ‘’Nazi Hukuku’’ konusuna çeken de Osman Kavala oldu. Yani suça değil, kişiye bakan (fiili değil, faili esas alan) hukuk anlayışı. Bu hukuk, suçun işlenip işlenmediğine bakmaz, kendisine muhalif olan, tehdit olarak gördüğü kişilere yönelir. Onları hedef alır. Suç bulamaz ise icat eder. Yoruma ve varsayıma dayalı suçlama yöneltir. Kumpas kurar. İktidarın FETÖ’den devraldığı ve fiilen uygulamaya çalıştığı faşist bir hukuk anlayışıdır. Hepimiz hakkında açılan davaların temelinde bu anlayış yatıyor. Osman Kavala savunmasında bu duruma çok haklı olarak işaret etmiş. Bana iletti, okudum. Önemli saptamadır.

Silivri’de maç günlerini heyecanla bekliyorum. Yıllardır, hatta on yılı aşkın süredir halı saha maçı yapmayan biri olarak kendime de şaşırıyorum. Maç bahane galiba.

TIKLAYIN | BU YAZI İLK OLARAK BİRGÜN’DE YAYINLANDI 

Atatürkçülük, milliyetçilik ve demokratlık

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
25 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

İkinci tura 4 gün kala, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceklerini resmen duyurdu.

Böylece ATA İttifakı içinde, Vecdet Öz’ün Genel Başkanı olduğu Adalet Partisi’nden sonra, ikinci parti de Kılıçdaroğlu’na destek açıklamasında bulundu.

Ümit Özdağ’ın bu ittifakın esas omurgasını oluşturan seçmenleri temsil ettiği düşünülürse, bu açıklamanın çok önemli sonuçlarının olabileceği görülür:

Bu açıklama, ikinci turda Kılıçdaroğlu’nun kazanma şansını artırmış görünmektedir.
***
Özdağ, Kılıçdaroğlu ile olan müzakereleri hakkında:

  • “1 sene içinde uluslararası hukuka uygun, insan haklarını gözeten, Suriyelilerin Suriye’deki güvenliğini sağlayacak, uyuşturucu çetelerini okulların önünden kurtaracak bir model üzerinde kendisiyle fikir birliğine vardık ve Zafer Partisi olarak 2. turda Sayın Kılıçdaroğlu’nu destekleme kararı verdik.” dedi.

***
Üzerinde anlaşma sağlanan mutabakatın tam metni şöyle:

“Kapsam:
Bu protokol, Zafer Partisi ile Millet İttifakı Bileşenleri arasında, Cumhurbaşkanlığı İkinci tur seçiminde ve sonraki süreçte yapılacak işbirliği esaslarını kapsamaktadır.

Amaç:
21 yıllık AKP hükümetlerinin yarattığı
sosyal yıkım, yolsuzluk, yoksulluk, devlet krizi,
sığınmacı sorunu,
rant-borç-talan ekonomisi ve neden olduğu ağır ekonomi sorunları
ve toplumun siyasi kutuplara bölünmesine karşı devletin yeniden düzenlenmesi;
milli birlik ve beraberliğin sağlanması, yoksulluk, yolsuzluk, yasaklar ve
ağır ekonomi sorunlarının çözümü, Türkiye için ağır bir güvenlik ve demografi sorunu oluşturan sığınmacı ve kaçakların gönderilmesi için ortak çalışma ve işbirliği detaylarının tespit edilmesidir.

Temel İlkeler:

1-Anayasamızın ilk 4 maddesi ve 66. maddede yer alan Türk Vatandaşlığı konusundaki tanımı ve içeriği korunacaktır.

2-1924 yılında kurulan milli-üniter-laik devletten asla taviz (ödün) verilmeyecektir. Bu değerlere bağlı kalınacaktır.

3- Başta Suriyeliler olmak üzere tüm sığınmacılar ve kaçaklar en geç 1 yıl içinde ülkelerine geri gönderilecektir.

4. Devletin varlığı ve bütünlüğünü hedef alan başta FETÖ, PKK, IŞİD olmak üzere bütün terör örgütleri ile etkin ve kararlı mücadele edilecektir.

Terörle mücadele çerçevesinde, terörle bağlantısı hukuki kanıtlarla sabit olan mahalli idare yöneticileri yerine devlet görevlileri ataması uygulamasına yargı kararı çerçevesinde devam edilecektir.

  • Terörle müzakere değil, mücadele edilecektir.

Türkiye’nin milli ve üniter devlet yapısını hedef alan hiçbir siyasi ve hukuki düzenlemeye izin verilmeyecektir.

5- Devletin bütün birimlerinde yapılacak görevlendirmelerde sadakat değil, liyakatin esas alınması sağlanacaktır.

6- Bütün yolsuzluklar ile hukuk çerçevesinde çok etkin bir şekilde mücadele edilecektir.

7- Devletin vatandaşına karşı şeffaf olunması ve açık davranması konularında tam mutabakata varılmıştır.”

***
Meral Akşener, Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıklayan Ümit Özdağ ile ilgili olarak:

“O mutabakat metninde bizi rahatsız eden bir şey yok” dedi.

Akşener, Zafer Partisi’ne bakanlıklar verildiğine ilişkin dedikodular konusunda ise:

“Biz henüz bakanlıklar konusunu hiçbir şekilde, Millet İttifakı’nın bileşenleri olarak, bir araya gelip konuşmadık” açıklamasında bulundu.
***
Bu destek ve açıklanan bu protokol, Erdoğan/AKP iktidarı tarafından Millet İttifakı’na ve Kılıçdaroğlu’na karşı montajlanmış sahte videolarla yürütülen kara propagandayı engelleyecek ve yapılan eleştirilere karşı da bir “emniyet supabı” fonksiyonu görecek maddeleri içermektedir:

1) Anayasa’nın ilk dört maddesi ve 66. maddesi güvence altına alınmıştır.

2) Irkçılığa dayanmayan, bütün vatandaşları eşit gören, “Milli Demokratik Devlet güvence altına alınmıştır.

3) Üniter Demokratik Devlet yapısı güvence altına alınmıştır.

4) Laiklik güvence altına alınmıştır.

5) İthal nüfus sorununun bir yıl içinde çözüme kavuşturulması üzerinde anlaşma sağlanmıştır.

6) Her türlü terörle müzakere yerine, ödünsüz bir mücadele, güvenceye kavuşturulmuştur.

7) Liyakat ilkesi güvence altına alınmıştır.

8) Yolsuzluk yapanlarla mücadele güvenceye kavuşturulmuştur.

9) Hukuk Devletinin kurulması güvence altına alınmıştır.

10) Şeffaf devlet yapısı ve işleyişi güvenceye kavuşturulmuştur.
***
Sonuç olarak bu destek, Kılıçdaroğlu’nun yolunu:

Atatürkçülük çizgisinde

Irkçılığa dayanmayan Demokratik Milliyetçilik bağlamında…

Bütün vatandaşları eşit gören, Demokratik Laik ve Hukuk Devleti olan bir Cumhuriyet idealine doğru…

Güçlendirmiş…

Ve 28 Mayıs’ta, seçmenin Aydınlık bir tercih yapması ihtimalini artırmış görünmektedir.

Mideyi üşütmek

Özdemir Aktan

Konuk Yazar

Özdemir Aktan
(Prof. Dr., Genel Cerrah)
-@t24.com.tr 30 Nisan 2023

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan canlı yayın sırasında fenalaştı, yayın kesildi ve bir süre sonra tekrar ekranda görünen Erdoğan “Yoğun kampanya çalışmaları vardı. Bu kampanya çalışmaları sebebiyle de midemi ciddi manada üşütmüşüm. Tabii bu yoğun mesai içinde biz de zaman zaman böylesi durumlarla karşılaşıyoruz. Sizlerden ve seyircilerimizden helallik diliyorum.” dedi.

Dedi ama yaşananlarla ilgili doyurucu bir açıklama gelmediğinden her kafadan bir ses, her köşeden ayrı bir hastalık tanısı, değişik komplo teorileri (kuramları) ile birlikte uçuşmaya başladı. Batı ülkelerinde bu gibi hallerde durum topluma resmi yollardan şeffaf (sayfam) bir şekilde açıklanır. Bizde ise tam bir gizlilik hakim (egemen) olur. Toplum bizi yönetenlerin sağlık durumu hakkında yeterince bilgilendirilmeli midir, yoksa kendisi de bir birey olan cumhurbaşkanının sağlık bilgileri de herkesin olduğu gibi gizli mi tutulmalıdır? Ancak bizi yönetenlerin durumu özel, zira bizim adımıza ve ülke adına önemli kararlar vermekteler ve bu kararlar da hepimizi etkilemekte. Bence bir açıklamayı hak ediyoruz.

Cumhurbaşkanımıza geçmiş olsun diyoruz elbette ama yayına geri döndüğünde neden helallik istediğini anlamış değilim. Anlamaya da çalışmıyorum ama şu “mide üşütme” durumu benim hep ilgimi çekmiştir. Yabancı haber kanallarının bu durumu diğer dillere çevirdiğinde okuyanlar Türklerin yeni bir hastalık tanımladığını düşüneceklerdir. Türkiye sınırları dışında böyle bir hastalık tanımlanmamış.

Damar damar üstüne binmesi, iç guatr gibi ülkemize has (özgü) tanılar var ama üşütmenin yeri bambaşkadır. Bu tanı ülkedeki tüm annelerin genetik koduna yerleştiği için tüm çocuklar doğdukları günden itibaren (başlayarak) her türlü hastalığın baş nedeninin üşütme olduğuna inandırılır. Üşütmenin en kötüsü ise ayakları üşütmektir ki tedavisi çok zordur. Bu tanı hekimlerin işini epeyce kolaylaştırır, çünkü “Neden oldu?” sorusuna verilen, kabul değeri yüksek bir cevaptır, “bilmiyorum” demekten daha iyidir. Örneğin, ameliyatlardan sonra işlerin iyi gitmediği durumlarda bile “üşütmüşsünüz” diyerek suçu hastaya yıkmak cerrahlar için kurtarıcı olabilmektedir. Hastanın suçu kabullenmekten başka yapacağı bir şey yoktur.

Gelelim mide üşütmesine. Vücudun öbür organları değil de “yalnızca mide nasıl üşür?” sorusu pek sorgulanmaz. Kişi çok dondurma mı yemiştir? Soğuk su mu içmiştir? Yoksa karnına buz mu konulmuştur? Hepsi olabilir veya hiçbiri olmayabilir. Yaygın olarak ishal ile seyreden durumlar için kullanılıyor. “Barsakları bozulmuş” da aynı anlamda ama “midesi üşümüş” daha aristokrat duruyor.

Sağlık bakanımız daha sonra bunun bir “gastroenterit” olduğunu ve enfeksiyonun gerilediğini açıkladı. Özetle cumhurbaşkanımızın barsakları bozulmuş. Bu açıklama da kimseyi tatmin etmedi. Her türlü konuda gerçek rakamları saklayarak güvenilirliğini çoktan yitirmiş olan politikacıların açıklamaları öncelikle kuşku ile karşılanıyor. Ayrıca binbir çeşit gastroenterit var. Cumhurbaşkanımızın hastalığı tifo veya kolera gibi bir enfeksiyon hastalığı mı, besin zehirlenmesinden kaynaklanan bir durum mu yoksa başka bir nedeni mi var belli değil.

Aynı belirsizlik 2011’de o dönemde başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan’ın ameliyatında da yaşanmıştı. Başbakanın neden ameliyat olduğu herkesin ilgisini çekiyordu doğal olarak. Resmi açıklama olmayınca değişik söylentiler dolaşıyordu ortada. Konuyla ilgili olarak 28 Kasımda başbakanlıktan yapılan açıklamada: ”Sayın Başbakanımız 26 Kasım 2011 tarihinde laparoskopik yöntemle başarılı bir sindirim sistemi ameliyatı geçirmişlerdir. Ameliyat Sayın Başbakanımızın programının müsait olması nedeniyle 26 Kasım tarihinde gerçekleşmiştir.” Bu sözü edilen sindirim sistemi ameliyatının ne olduğu resmi olarak hiç açıklanmadı.

Sindirim sistemi ağızdan başlayıp, makatta biten uzun bir yol. Yemek borusu, mide, ince ve kalın barsaklar sindirim sisteminin parçaları. Bunlara pankreası bile ekleyebiliriz.

Son olayda yayına ara verildiğinde cumhurbaşkanı, yanında bulunan hekimlerine ekrana tekrar döndüğünde ne demesi gerektiğini sormuştur mutlaka. “Mide üşütmesi” tanısının da bu hekimler tarafından konulduğu varsayılabilir.

Cumhurbaşkanımızın hekimlerinden ve sağlık bakanından daha doyurucu bir açıklama beklemek, özellikle de seçime bu kadar kısa bir süre kala hepimizin hakkı. Bunu beklemek aşırı iyimserlik sayılabilir ama umutsuz da yaşanmaz ki.
==============================
Dostlar,

(Prof. Dr., Genel Cerrah)” eklemesini biz yaptık yazarın adının altına.
Geçtiğimiz günlerde de uzunca bir telefon söyleşimiz oldu kendisiyle..
Hacettepe Tıp’tan sınıf arkadaşımızla..
Son derece parlak bir hekimlik kariyeri ve TTB (Türk Tabipleri Birliği) tepe yöneticiliğine karşın… Özdemir hoca 2015’te, ortağı FETÖ‘nün kurgulu darbe girişiminin ardından, “AKP=RTE‘nin “Bu bize Allah’ın lütfu” sömürüsüyle (istismarıyla) ilan edilen OHAL döneminde RTE’nin bir OHAL KHK’sı ile Marmara Üniversitesindeki işinden atılan bir meslektaşımız.

“Mide üşütmesi” safsatasına ilişkin ustaca yazdığı ironik (alaysı) yazı kimilerini uyarır mı acaba?? Tıpta böyle bir tanı yok! Özdemir de ben de tıbbiyeyi bitireli 46 yıl bitmek üzere. Böyle bir tanı koymadık meslek yaşamımızda. Halen geçerli olan “ICD-10” kısa adıyla Hastalıkların – Travmaların – Ölüm Nedenlerinin Uluslararası Sınıflandırılması 10. gözden geçirme listesinde böyle bir başlık, tanı, klinik durum yer almıyor! (ICD-International Classification of Diseases)

Dolayısıyla Ulusa “gerçek” söylenmiyor! = Halk aldatılıyor!

Kim tarafından? Cumhur’un başındaki insan tarafından! Çok utanç verici ve kabul edilemez bir durum.. Türkiye’miz dünyaya rezil ediliyor..

Öte yandan, sınıf arkadaşım Özdemir hocaya “katılmadığımız” (!) bir yer var :
AKP=RTE‘nin sağlık durumu hakkında hekimlerinin bir açıklama yapma yetkisi yok, en azından Tıbbi Deontoloji Tüzüğü vd. nedeniyle.. Ancak yetkilendirilirlerse açıklama yapabilirler. Bu durumda Kaçak Saray oturanının (mukiminin) sözcüsünün “dürüst”, resmi, düzenli (en az yılda 1 kez) açıklama yapması gerekir. Bu beklenti, demokrasilerde ülkeyi yönetenlerin sağlık verilerinin “kişisel veri” olmadığı kabulüne dayalı köklü ve yerleşik bir gelenek ve yasal düzenleme temellidir.

Hiçbir veri açıklanmamışken, AKP=RTE‘nin canlı TV yayınında yaşadığı sağlık sıkıntısı hakkında spekülasyon yapmak istemeyiz. Ancak tam da o sırada soru soran gazetecinin ayağa kalkarak kısık sesle “eyvah eyvah” demesi gözlerden kaçmamıştır. AKP=RTE her tür dedikodunun dolaşmasını ve gerçekte kendilerine zarar vermesini istemiyorlarsa, dürüstçe gerçeği açıklamalıdır. Tersi durumda biz bile, klavyemize dökülmesini engelleyemediğimiz kimi olasılıkları paylaşmak isteriz… Epileptik atak, hipoglisemi (kan şekerinin düşmesi), koroner spazm, aşırı yorgunluğa bağlı kan basıncı düşmesi ve bayılma.. Bunlardan sonki, görece, öncekilerden daha hafif.. AKP=RTE de “mide üşütmesini” (!?) her nasılsa, buna bağladı sanki..

Öte yandan, canlı yayına 20 dakika dolayında aradan sonra AKP=RTE‘nin “helallik istemesi” niye ola ki? Anlaşılan RTE, öleceğinden çok korkmuş olmalı ve de hala ciddi biçimde korkmakta.

  • Umarız  çevresindekiler, “seçim uğruna” RTE’nin yaşamını tehlikeye atmıyorlardır!?

***
Demokrat, laik, saydam, dürüst, halka hesap veren, yaşam mutluluğumuzu – gönencimizi, iç ve dış güvenliğimizi pekiştirecek bir siyasal iktidar istiyoruz. AKP=RTE bunların tümünü halkımızdan çaldı, aldı. Dile kolay, tam 21 yıl.. Geçen yıl kamu borçlarının faizi anaparayı geçti, iflasa sürüklendik! Hala “cek-cak” edebiyatı yapılıyor. Üstelik ciddi sağlık sorunları olan biri ile..

Akşener’in dün Isparta’da Psikiyatristlere çağrısı hiç de boşuna değil..

Sevgi ve saygı ile. 30 Nisan 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 26 Nisan 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HİZMETLİ

YSK, milletvekili adayı olan bakanların görevlerinden istifa etmesine gerek olmadığına karar verdi.

Birilerinin kararını resmileştirdi desek…

BATIK

RTE, ” Faizi düşüreceğiz dedik ve düşürdük. Ne oldu, battık mı? ”

Batmadık da çıktık mı?..

YAŞASAYDI

DSP’yi AKP’ye satan, muhalefeti  (küffar) Müslümanlık dışı olarak niteleyen Önder Aksakal, “Deniz Gezmiş yaşasaydı Erdoğan’a oy verirdi” dedi.

Deniz Gezmiş mertti, çıkarı için döneklik yapmazdı…

HİZBULLAH

HÜDA-PAR mitinginde, “Dik dur eğilme, Hizbullah seninle” sloganları atıldı.

Yöneticiler, “bizim Hizbullah ile ilgimiz yok” demişler, RTE ve Bahçeli inanmıştı.

Hayret!..

MİLLİ

Hüda-Par Gen. Bşk. Yapıcıoğlu, yeni anayasada değiştirilemez maddeler olmaması gerektiğini ve “Türk Bayrağı” yerine “Türkiye Bayrağı” denmesi gerektiğini söyledi.

Cumhur İttifakı’nın yerli ve milli parçası!..

YÜZÜK

Son günlerde en beğendiğim nükte şöyle, “Tek yüzükle gideceksin, gerisini milletin!

BESLEME

Yeşil Sol Parti (HDP)’den İstanbul milletvekili adayı Hasan Cemal, FETÖ‘nün kumpas davalarını savunarak, “Sanki ne Balyoz vardı ne Ergenekon vardı, hepsi unutuldu” ifadelerini kullandı.

Beslenmenin karşılığı…

YÖNLENDİRME

Kılıçdaroğlu’na türbe ziyaretinde saldırıldı ve mezarlıkta dua okurken laf atıldı.

İmam, O’nun kıbleyi bilmediğini üfürünce cemaat pisledi…

TEHLİKE

Cübbeli Ahmet, “Kadın koku sürünüp dışarı çıkıyor. Çok tehlikeli Allah muhafaza.”

Tehlike, beyni uçkuruna bağlı olanlar

ÇOCUK

Öğrenci konumundaki RTE, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle Enerji Bakanlığı koltuğunda oturan depremzede öğrenciye “Sayın bakanım, bu muhalefet bizim dilimizden anlamıyor, onları ne yapacağız?” dedi.

Çocuktur, sorar…

YALANCI

RTE, Sultan Ahmet Camii’nin avlusunda yaptığı mitingde Millet İttifakı‘nın DİB’ lığını kaldıracağı yalanını söyledi.

Müslüman!..

OKUMA

Binali Yıldırım, son kez çıktığı TBMM kürsüsünde İstiklal Marşı’nı kağıda bakarak başarıyla! okudu.

Şiirde (ğ) olsaydı apışır kalırdı…

SIĞINTI

MHP lideri Bahçeli, “Suriyeli sığınmacıları güvenli, gönüllü ve onurlu şekilde ülkelerine geri göndermek için aziz milletim sıra sende.” dedi.

Sığıntı olmanın zorluğunu biliyor…

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Mart 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SORUŞTUR/MA

İçişleri Bakanlığı, İ. Melih ve dönemin bürokratları hakkında Ankapark’ın yapım ihaleleri nedeniyle 750 milyon dolarlık kamu zararının oluştuğu iddiasıyla savcılıkça soruşturma açılmasına izin vermedi.

Kamu zararı iktidarı ilgilendirmez, soruşturmaya değmez!..

KAYIP

Sinan Ateş’in katilinin kaçışına yardım eden Tolgahan Demirbaş’ın MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde yakalandığına dair (ilişkin) polis tutanağının kaybolduğu iddia edildi.

Mafya-parti-devlet üçgeni…

BATIŞ

F. Erbakan, AKP ile ittifaka giderse partinin batacağını söyledikten iki gün sonra ittifak yaptı.

Batsın…

UZANTI

RTE, “3-4 oy daha fazla kapmak için bölücü örgütün siyasi uzantıları dahil tüm marjinal yapılarla iş tutmaktan çekinmeyenlere, bu milletin geleceğini emanet edemeyiz.”

HÜDA-PAR‘ı kastetti değil mi?…

YÜKSEK

RTE, deprem bölgesinde çocuklara otobüsten oyuncak attı. (AS: Biz utanıyoruz O’nun yerine)

Halktan kopuş, yukarıdan bakış, yüksekten atış…

LİYAKAT

Lefkoşa Büyükelçisi Feyzioğlu, Atatürk düşmanı Ayasofya İmamı Demirkan’ı ağırladı ve web sayfasında gururla yayımladı. (AS: Adalet Bakanı olmaya takmış!)

Atina Büyükelçisi, Yunanistan’ın Türk egemenliğinden kurtuluş gününü kutladı.

Liyakat yerine yalakalık temel alınınca…

İNCE

İkinci tura kalarak %60 ile cumhurbaşkanı olacağını iddia eden M. İnce, yüz bin imzaya ancak 4. günde ulaştı. Öyle planladıklarını söyledi.

İnce ince at yenilsin!…

SALAKLIK

Dokuz yıl sonra RTE’nin diplomasının sureti (örneği) yayımlandı (Aslı nedense üniversitede imiş).

Dekan yerinde görünen imza sahibinin o tarihte profesör değil doçent olduğu saptandı.

Diplomanın o tarihteki formatta olmadığı belirlendi.

Sıra numarası iki belgede farklı verilmiş.

Kitabına değil defterine bile uyduramamışlar…

TEMEL

RTE deprem bölgesinde göstermelik temeller attı. Ortaya çıkınca iş makinaları yollandı.

Oy için depremzedeyi kandırandan ne beklenir?..

ESARET

MHP lideri Bahçeli, partililerin açıklamalarına dayanarak HÜDA PAR’ın Hizbullah’la bağlantısı yok diyor. AMED duyarlılığını HÜDA Par’a karşı gösteremiyor.

İnsan bir kere teslim olmaya görsün…

NALCI

23 Ocak 2023’te İMZA başlıklı İğne‘mde şöyle yazmıştım:

Doğu Perinçek cumhurbaşkanı adayı olabilmek için imza kampanyası başlattı.

100 bini bilmem ama üçün biri garanti…

Tutturamadım. Dördün birine daha yakın…

İKİZ

Balyoz davasında yerel mahkeme altı kişiye ceza verdi.

  • FETÖ gitti sanılmasın kendisi de ikizi de görevde…

KÜRESELLEŞME İDEOLOJİSİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı
04 Ocak 2023, Çiğli / İzmir

Vatandaş soruyor :

  • “Hocam küreselleşmenin ideolojisi var mıdır, eğer varsa nedir?
    Çok kısa olarak anlatabilir misiniz”

Anlatmaya çalışayım                               :

Küreselleşme;

  • Tarihsel, sosyal ve kültürel gelişme süreci içinde akıl, bilim ve yüksek teknoloji girdilerini eğitim, öğretim ve üretimde doğru ve etkin kullanıp yüksek bir ekonomik gönenç (refah) üreterek aşırı güçlenen emperyalist ülkelerin, yeterli rekabet gücü kazanamamış ve yeterince gelişememiş görece zayıf ülkeleri ve bu ülkelerin doğal ve ekonomik kaynaklarını sürekli ve sistemli olarak sömürebilme ideolojisidir.

Küreselleşmenin sosyal, siyasal ve ekonomik açılardan 3 temel ayağı, yani öğretisi ya da dayatması vardır.

1- Küreselleşme öğretisine göre, sermayenin egemenliği ve vesayetine dayalı kapitalist ekonomik modelin dünyada hiçbir seçeneği (alternatifi) yoktur. Başka bir söyleyişle kapitalist ekonomik sistem bir dogmadır ve dokunulmazdır. Kabullenilmesi zorunludur. Bu sisteme girmeyen ülkelerin gelişme ve yaşayabilme şansları çok zayıftır.

2- Aynı bakış açısından yaklaşarak, serbest piyasa ekonomisinin gereksinmelerine göre örgütlenen liberal siyasal ve hukuksal rejimin başka hiçbir seçeneği (alternatifi) yoktur. Bu yaklaşıma göre, küreselleşme ile birlikte, liberal siyasal rejim de dogmalaşmış ve dokunulmazlık kazanmış olur. Çünkü

  • Kapitalist ekonomik sistem ile liberal siyasal rejimler yapışık ikiz kardeşlerdir.
    Ancak birlikte yaşayabilirler.

Liberalizm, kapitalizm için ideolojik siyasal ve hukuksal altyapıyı hazırlar ve düzenler. Kapitalizme de bu hazır ve sorunsuz düzlemde gönlünce, yani kazancın ençoklaştırılmasına (kâr maksimizasyonuna) göre iş yapmak ve sömürmek kalır.

3- Küreselleşme ya da bu Yeni Dünya Düzeni (New World Order) de yine Batılı emperyalistlerin birlikte geliştirip olgunlaştırarak kurdukları, kurumlaştırdıkları ve Batılıların çıkarlarına göre kurgulanıp işleyen bir düzendir. Bu düzen dünyanın tümünü tek bir pazar yapmaya, insanların hepsini düşünüş, üretim, davranış, giyim, kuşam, beslenme, sanat, müzik, eğlenme… vb. alanlarında tektipleştirmeye, adalet, hukuk ve ahlak sistemlerini standartlaştırıp liberal kapitalizmin önündeki tüm engelleri yok etmeye yöneliktir. Daha önceleri FETÖ tarafından gündeme getirilmiş olan “Dinler arası diyalog” çabaları da KüreselleşTİRmeye, yani emperlalistlere güç ve ideoloji devşirmek içindir.

  • Küreselleşme ideolojisi bu yapısı nedeniyle de toplumların birlik ve çıkarları korumaya dayalı ULUS DEVLETLERE ve dolayısıyla da Atatürk’ün kurmuş olduğu ulus devlete
    yani demokrarik, laik ve sosyal hukuk devleti olan Cumhuriyetimize karşıdır.

Çünkü; Küreselleşmenin önündeki en büyük engel yerli ve ulusal sanayilerini kurmak, geliştirmek, tarihsel, sosyo-külturel farklı kimliklerini sahiplenmek ve yaşatmak isteyen, ayrıca sömürücü sermayenin küresel dolaşımına engel oluşturan güçler ulus devletlerdir.

Ancak şurasi hiç gözden kaçırılmamalı ve unutulmamalıdır:

Başta ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa olmak üzere tüm gelişmiş emperyalist Batı devletlerinin derin devleti ya da saklı, örtük ideolojileri daima ulus devlet ilkesine göre, yani kendi ana ülkelerinin ulusal çıkarlarına göre yürütülür. Bunun tersi asla olası değildir. Eğer koşullar değişir ve Batılı ülkeler Küreselleşmeden zarar görmeye başlarlarsa, Küreselleşme ideolojisinden de kolayca vazgeçebilirler.

Şu konu hiç unutulmamalıdır             :

  • Toplum ve devlet çıkarları ideolojilere ve bireysel çıkarlara asla kurban edilemez.

Nitelikleri ve kaynakları ne olursa olsunlar, ideolojiler, varolan sorunlara etkin çözümler üretebildikleri oranda geçerlik kazanır. Devletin ve toplumun varlığı, yaşaması ve çıkarları amaç, ideolojiler ise her zaman bu amaçları gerçekleştirebilecek olan araçlardır. Amaçlar araçlara kurban edilemez. Toplum ve devlet özne, ideolojiler nesnedir.

  • İdeolojiler ya da benzeri öğretilere ya da insanlara tapınmak,
    bireyleri de toplumları da köleleştirir.

Önemli bir tarihsel gerçek de şudur              :

Ya da kıssadan hisse de şu olmalıdır: Tüm Batı kaynaklı ideolojiler gibi, Küreselleşme ideolojisi ya da öğretisi de iki yüzlüdür. Küreselleşme salt Batı çıkarlarının aracıdır. Bu durum, kendi halk deyimimiz ile talkını (telkini, öğüdü) başkalarına verip salkımı kendisi yutma isteğidir. Zaten Batının Osmanlı Devletine temel yaklaşımı, zehiri bala katıp altın tasla sunmak olmuştur. Bu durum günümüz dünyasında da değişmemiştir.

Emperyalist, iki yüzlü Batınının bu tuzaklarını en iyi gören de ulusumuzun kurtarıcısı ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’mizin kurucusu M. K. Atatürk olmuştur. Kurtuluş Savaşımız Batı emperyalizmine karşı kazanılmıştır. Devletimizin ve ulusumuzun bağımsızlığı Batılı saldırgan ve koloniyalist (sömürgeci, sömürgen) zorbalardan alınmıştır.

Bu nedenle;

Demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimiz ulusumuz için asla vazgeçilemezdir.

Sürekli devrim ilkesi uyarınca laiklik ilkesine ve ulus devlet yapısına dokunulmadan, özgürlüklerin demokrasinin ve hukuk devletinin çapı, yaşanılan çağın gereklerine göre, zenginleştirilip genişletilebilir.

Zaten doğru anlaşılmış bir Atatatürkçülük de bir dogma ve donmuşluk ya da dodurulmuş değildir:

– Ülkenin tam bağımsızlığını, ulusal eğemenliğini, toplumun birlik ve butünlüğü koruyup;
– Anayasal, laik, eşitlikçi, parlamenter ve demokratik bir siyasal rejimle,
– Aklı, bilimi ileri teknolojiyi doğru ve etkin kullanıp hep birlikte (topyekun) halkın
refah (gönenç) düzeyini yükseltmek,

– Ülkeyi çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne çıkarabilmek için

canla, başla durmadan çalışmaktır.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 28 Aralık 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KUBİLAY

Devrim şehidi Kubilay 92. yılında anıldı.

Işıklar içinde uyu. Ülkemiz er geç yobazlardan arınıp ışıklar içinde olacak.

KORG. VURAL AVAR

FETÖ, Siyasal İktidar, siyasetin buyruğundaki yargı ve kişiliksiz tabipler tarafından katledilen E. Korg. V. Avar’ın cenazesine görevdeki askerlerden tek kişi katıl/a/madı, tek çelenk gönderil/e/medi.

Yürek, bilek, arkadaşlık, yazık!..

BİLİNÇLİ

RTE, “Adalet dağıtamayan devlet tıpkı çürük bina gibi yıkılıp gider.”

Neyi niçin yaptığını biliyor…

YALANCILIK

RTE, CHP iktidara gelirlerse yaptıkları hizmetleri (barajlar, köprüler, tüneller, şehir hastaneleri) yıkacaklarını söylediklerini ileri sürdü.

“Kuyruklu yalan” tanımlamada yetersiz kalır…

SALAK

İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı, kardeşinin FETÖ suçlaması ile arandığını Özgür Özel’in sorusu üzerine araştırınca öğrendiğini söyledi.

Herkesi salak birine benzetiyor…

HARAMZADE

DİB, 23 Aralık hutbesinde yılbaşı eğlencesinin ve kumar çeşidi olarak nitelediği piyango, toto, loto ve bütün şans oyunlarının dinimizce haram ve günah olduğunu söyledi.

Bu durumda en haramzade AKP iktidarındakiler…

AHLAKSIZ

Fatih Ahlak ve Maneviyat Derneği Başkanı, “Cariye ile nikahsız beraber olabilirsin.”

Ahlaksız maneviyat… (AS: “Cariye” İslamda kadın seks kölesidir!)

GELECEK

RTE, “Enflasyon oranlarının hızla aşağıya düşüşüne şahitlik edeceğiz, inşallah yıl ortasında %30’lu, yıl sonunda %20’li rakamlara indirmekte kararlıyız”

Geleceğe yönelik ne dense sorun yok, bir gün gelecek…

KAYGI

Altılı Masa AKP’nin türbanla ilgili anayasa değişikliği teklifini destekliyormuş.

Hiçbirisinin Anayasanın değiştirilemez maddeleri ile ilgili duyarlılığı veya kaygısı yok!

MAYMUN

Dönek milletvekili Ak Çelebi, Vural Avar’ın ölümü ile ilgili konuşanların üç maymunu oynadığını yazmış.

Maymun iştahlı…

Korgeneral Vural Avar ve amiraller

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

Son Yazısı / Tüm Yazıları 
26 Aralık 2022, Cumhuriyet

28 Şubat kumpas davasıyla, yaklaşık 1 yıl 4 ay önce 84 yaşında tutuklanan ve çeşitli sağlık sorunları yaşayan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) emekli komutanlarından Korgeneral Vural Avar, geçtiğimiz hafta hapishanede yaşamını yitirdi!

Korgeneral Vural Avar, herhangi bir darbe girişiminde bulunmadığı halde, tutuklanıp hapishanede ölüme terk edilirken 12 Eylül 1980’de gerçekten askeri darbe yapan Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya, yine AKP iktidarı döneminde, gecikmeli ve göstermelik bir biçimde tutuksuz yargılandılar; Kenan Evren 97 yaşında, Tahsin Şahinkaya 90 yaşında, tutuksuz bir ortamda doğal bir biçimde öldükten sonra, dava üst mahkemede kesinleşmeden düştü.

  • Korgeneral Vural Avar’ın ölümü, gayri resmi bir idam cezasının infaz edilmesidir!

Ciddi sağlık sorunları ve ileri bir yaşta olan insanların hapishane koşullarına dayanamayacakları ve orada daha hızlı bir biçimde ölecekleri açıktır!

TSK’nin emekli komutanları, Vural Avar, Çevik Bir, Çetin Doğan, Hakkı Kılınç, Cevat Temel Özkaynak, Erol Özkasnak, Fevzi Türkeri, Yıldırım Türker, İlhan Kılıç, Aydan Erol, Kenan Deniz, Ahmet Çörekçi, Çetin Saner, İdris Koralp,

  • laiklik ve anayasa konusundaki duyarlılıkları nedeniyle, 70 yaşını aşmış oldukları halde, tutuklanarak hapishaneye, ölüme yollanmışlardır.

Tahliye edilen birkaç komutan dışında, tutuklu olan öbürr komutanlar da halen hapishanede ölüm riski altındadırlar!
***
Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in başkanlığında toplanan bir Milli Güvenlik Kurulu’nda alınan tavsiye kararlarını, bunun üzerine koalisyon hükümetindeki iki siyasal partinin aralarında yaşadıkları anlaşmazlıkları ve onun sonucunda gerçekleşen bir yasal hükümet değişikliğini, bir askeri darbe girişimi olarak nitelendirmek, laiklik karşıtı, Cumhuriyet düşmanı örgütlenmenin bir kurgusundan ibarettir.

28 Şubat sahte yargı sürecini başlatan sözde savcıların ve sözde hâkimlerin birçoğu, FETÖ üyesi olmalarından dolayı ya tutuklandılar ya da meslekten ihraç edildiler. AKP hükümetinin buna karşın dava sürecini sürdürmesi ve anayasanın 138. maddesini ihlal ederek, yargı bağımsızlığını ortadan kaldırarak, söz konusu komutanları tutuklatması, kumpas davalarının salt FETÖ’ye özgü olmadığının, AKP’nin de aynı yöntemi uygulayan bir örgütlenme olduğunun kanıtlarından birisidir.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na karşı kurulan kumpası, 28 Şubat sözde darbe girişimine benzetmesi büyük bir talihsizlik olmuştur. CHP tabanı ve seçmeni böyle bir tarihsel çarpıtmayı asla kabul etmez!

Tam tersine, AKP’nin Ekrem İmamoğlu’na karşı kurduğu kumpas, AKP’nin tutuklu komutanlara kurduğu kumpasa benzer bir kumpastır!

Komutanlara bu kumpası kuran sözde siyasetçiler, bürokratlar, savcılar ve hâkimler, Korgeneral Vural Avar’a “Hapishanede kalabilecek kadar sağlıklıdır” raporu veren sözde doktorlar, hukuk önünde bu hukuksuzluğun ve zalimliğin hesabını mutlaka vermelidirler!

Tutuklanan komutanların “rütbelerinin sökülmesi” ise hem halkın hem de TSK’nin vatansever üyelerinin nezdinde, yok hükmünde bir uygulamadır.

  • Halk, anayasal düzeni yıkarak meşruiyetini büyük ölçüde kaybeden AKP hükümetinin rütbelerini, önümüzdeki seçimlerde, sandıkta sökecektir!

***
Geçtiğimiz haftanın önemli olaylarından birisi de TSK içindeki dinci-tarikatçı-cemaatçi örgütlenmeyi ve Montrö Sözleşmesi’nin yıpratılmasını eleştirdikleri için, darbe girişimi iddiasıyla yargılanan emekli amirallerin beraat etmeleridir.

Halkın emekli amirallere sahip çıkmış olması ve iddianameyi hiçbir biçimde ikna edici bulmamış olması, ayrıca Rusya-Ukrayna arasında çıkan savaşla birlikte Montrö Sözleşmesi’nin yeniden önem kazanması nedeniyle, AKP hükümetinin son aşamada yargıya müdahale etmediği, yargıçların da böylece hukuka uygun bir karar verebildikleri anlaşılıyor.

Emekli amiralleri haftalarca darbecilikle suçlayan siyasetçiler, bürokratlar, medya üyeleri, akademisyenler, acaba bu karardan sonra bir utanma duygusu yaşamışlar mıdır ve bu soytarılıklarından dolayı amirallerden özür dileyecekler midir?!