Etiket arşivi: Balyoz davası

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 29 Mart 2023

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

SORUŞTUR/MA

İçişleri Bakanlığı, İ. Melih ve dönemin bürokratları hakkında Ankapark’ın yapım ihaleleri nedeniyle 750 milyon dolarlık kamu zararının oluştuğu iddiasıyla savcılıkça soruşturma açılmasına izin vermedi.

Kamu zararı iktidarı ilgilendirmez, soruşturmaya değmez!..

KAYIP

Sinan Ateş’in katilinin kaçışına yardım eden Tolgahan Demirbaş’ın MHP Milletvekili Olcay Kılavuz’un evinde yakalandığına dair (ilişkin) polis tutanağının kaybolduğu iddia edildi.

Mafya-parti-devlet üçgeni…

BATIŞ

F. Erbakan, AKP ile ittifaka giderse partinin batacağını söyledikten iki gün sonra ittifak yaptı.

Batsın…

UZANTI

RTE, “3-4 oy daha fazla kapmak için bölücü örgütün siyasi uzantıları dahil tüm marjinal yapılarla iş tutmaktan çekinmeyenlere, bu milletin geleceğini emanet edemeyiz.”

HÜDA-PAR‘ı kastetti değil mi?…

YÜKSEK

RTE, deprem bölgesinde çocuklara otobüsten oyuncak attı. (AS: Biz utanıyoruz O’nun yerine)

Halktan kopuş, yukarıdan bakış, yüksekten atış…

LİYAKAT

Lefkoşa Büyükelçisi Feyzioğlu, Atatürk düşmanı Ayasofya İmamı Demirkan’ı ağırladı ve web sayfasında gururla yayımladı. (AS: Adalet Bakanı olmaya takmış!)

Atina Büyükelçisi, Yunanistan’ın Türk egemenliğinden kurtuluş gününü kutladı.

Liyakat yerine yalakalık temel alınınca…

İNCE

İkinci tura kalarak %60 ile cumhurbaşkanı olacağını iddia eden M. İnce, yüz bin imzaya ancak 4. günde ulaştı. Öyle planladıklarını söyledi.

İnce ince at yenilsin!…

SALAKLIK

Dokuz yıl sonra RTE’nin diplomasının sureti (örneği) yayımlandı (Aslı nedense üniversitede imiş).

Dekan yerinde görünen imza sahibinin o tarihte profesör değil doçent olduğu saptandı.

Diplomanın o tarihteki formatta olmadığı belirlendi.

Sıra numarası iki belgede farklı verilmiş.

Kitabına değil defterine bile uyduramamışlar…

TEMEL

RTE deprem bölgesinde göstermelik temeller attı. Ortaya çıkınca iş makinaları yollandı.

Oy için depremzedeyi kandırandan ne beklenir?..

ESARET

MHP lideri Bahçeli, partililerin açıklamalarına dayanarak HÜDA PAR’ın Hizbullah’la bağlantısı yok diyor. AMED duyarlılığını HÜDA Par’a karşı gösteremiyor.

İnsan bir kere teslim olmaya görsün…

NALCI

23 Ocak 2023’te İMZA başlıklı İğne‘mde şöyle yazmıştım:

Doğu Perinçek cumhurbaşkanı adayı olabilmek için imza kampanyası başlattı.

100 bini bilmem ama üçün biri garanti…

Tutturamadım. Dördün birine daha yakın…

İKİZ

Balyoz davasında yerel mahkeme altı kişiye ceza verdi.

  • FETÖ gitti sanılmasın kendisi de ikizi de görevde…

Çetin Doğan’dan Anayasa Mahkemesi’ne açık mektup

Yılmaz Özdil
yozdil@sozcu.com.tr
SÖZCÜ, 22.7.22

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Bu mektup 28 Şubat Davası’na ilişkin bir savunma amacıyla hazırlanmamıştır.

Anayasa Mahkemesi’ne bir yıla yakın süre önce intikal eden davanın bir an önce ele alınıp sonuçlandırılması isteminden ibarettir.

28 Şubat Davası’nda geç gelen adalet, ‘adalet’ olmayacaktır.

Davanın gerçek mağdurları olan sanıklarda yaprak dökümü başlamıştır.

Yan koğuşta ‘demans’ teşhisi ile yatan sayın Çevik Bir nerede olduğunu bilmemekte, korumaları sandığı infaz memurlarının yardımı ile hayata tutunmaya çalışmaktadır.

Bu açık mektup, mukayeseye olanak sağlamak amacıyla, Anayasa Mahkemesi’nin ortalama altı ay içinde sonuçlandırdığı adil yargılama hakkının ihlaline ilişkin ‘kumpas davaları’nda verdiği kararlar ışığında hazırlanmıştır.

28 Şubat Davasında Hak İhlalleri

Anayasa’nın 36. maddesi’ne göre mahkemelerin “tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi” bulunmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin içtihatlarına göre; “bir mahkemenin davaya yaklaşımı, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve başvurucuların temel şikayetlerini incelemekten kaçınması halinde, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi uyarınca davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı bakımından ihlal edilmiş olacağı” belirtilmiştir.

28 Şubat Davası’nın bir ‘kumpas davası’ olduğunu kanıtlayan onlarca delil, İlk Derece Mahkemesi dahil, İstinaf ve Yargıtay sürecinde mahkemeye sunulmuş olmasına rağmen incelenmekten kaçınılmıştır.

Bu konuda ayrıntıya girmeden, öne çıkan iki yalın gerçeği hatırlatmakla yetinelim:

– Birincisi; atılı suça dayanak olarak gösterilen bütün delillerin dijital olarak 5 No’lu CD’ye kayıt edilmiş olması ve Mahkemece tayin edilen Ortadoğu Teknik Üniversitesi mensubu uzman ‘bilirkişi heyetince’ söz konusu CD’nin yasal delil niteliği bulunmadığı yolunda rapor vermiş olmasıdır. Buna karşılık 28 Şubat Davası’na ilişkin kararında Yargıtay, 5 No’lu CD’nin sanıklar hakkında verilen hükümde belirleyici olmadığını belirtmektedir. Bunun nedeni olarak da hükme esas alınan “gerek ilgili kurumlarla yapılan yazışmalar gerekse hukukiliği hususunda tartışma bulunmayan diğer yazılı delillerle beyan delilleri tarafından teyit edilen (diğer delillerin)” varlığı belirtilmektedir. Dava dosyasında bulunmayan ancak Yargıtay kararında varlığı belirtilen “ilgili kurumlarla yapılan yazışmalar, hukukiliği hususunda tartışma bulunmayan diğer yazılı delillerle beyan delillerin” varlığı, Yargıtay’ın soyut bir kanaatidir. Oysa Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin ‘suçun sübutuna ilişkin’ hükme esas aldığı söz konusu CD’de kayıtlı sahte dijital delillerden başkaca bir delil dosyada bulunmamaktadır. Yargıtay ilamında yer alan asılsız iddialar, sadece dönemin “yandaş medyasında” kumpasın bir parçası olarak yer almıştır.

– İkincisi; atılı suça dayanak yapılan belgelerin sahte olduğu, ‘bilirkişi raporları’ dışında mahkemeye sunulan ayrıntılı delillerle de kanıtlanmıştır. Bu bağlamda en son Mahkeme’ye sunulan kesin kanıt, söz konusu belgelerin üzerinde ‘Evrak Güvenlik Numarasının’ varlığıdır.

Kısaca açıklayalım:

TSK’da ‘Gizli’ gizlilik derecesine sahip evrakların yetkili olmayan kişi ve kurumlara sızmasına bir önlem olarak, Kasım 2002’den itibaren ‘GİZLİ’ gizlilik derecesine sahip bütün evraklara büyük puntolarla “Evrak Güvenlik Numarası” kaşelenmeye başlanmıştır. Evrakın gönderildiği her adrese farklı güvenlik numarası verilmeye başlanmıştır. Atılı Suç ile ilişkilendirilen bütün belgeler 1997 yılının tarihini taşıdıkları halde, üzerlerinde “Evrak Güvenlik Numarasının” damgalandığı görülmektedir. 28 Şubat Kumpası‘nı kurgulayanlar; ‘Evrak Güvenlik Numarası’ uygulamasının ne zaman başladığı konusunda bilgileri olmadığı için, CD’ye tarayarak yükledikleri sahte ve tahrif edilmiş bütün evraklar ‘Evrak Güvenlik Numarası’ ile damgalamışlardır. Bu hususu teyit eden kanıt (Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi yazısı) İstinaf Mahkemesi aşamasında ve Yargıtay’a sunduğumuz temyiz dilekçesinde yer almaktadır. Ne var ki; bu kanıt üzerinde araştırma yapma lüzumu dahi duyulmamıştır. Bu önemli kanıt Yargıtay’ca yok sayılmıştır.

Bu suretle, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesi uyarınca “davanın düzgün bir biçimde incelenmesi hakkı” ihlal edilmiştir.

Gerekçeli Karar Hakkının İhlali

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularda hak ihlalinin varlığını kabul ettiği davalarda “Gerekçeli Karar Hakkının İhlali” önemli bir yer tutmaktadır.

28 Şubat Davası’nda sanıkların iddialarının incelenmemesinin yanı sıra, ‘Gerekçeli Kararında’ , da iddiaların incelenmeyiş nedeni ortaya konmamıştır.

Oysa muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli bir unsuru olan ‘Gerekçeli Karar Hakkı’ kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlanmasının yanı sıra, denetlenmesini de amaçlamaktadır.

Bu kapsamda, Anayasa Mahkemesi kararlarında yer alan aşağıdaki ifadeler önem taşımaktadır:

“Sanıkların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri gereğinin yanı sıra demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir. Bu nedenle mahkemelerin, ‘kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme’ yükümlülüğü altındadırlar.”

Ayrıca, “Mahkemelerin sanıklarca ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da dikkate alınmalıdır. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçelerin davanın şartları dikkate alındığında makul olması gerekmektedir.”

Bu bağlamda 28 Şubat Davası’nda 5. Ağır Ceza ve İstinaf Mahkemesi’nin gerekçeli kararlarında ve son olarak Yargıtay İlamında makul bir gerekçenin yer almayışıyla, başvurucuların “gerekçeli karar hakkı” ihlal edilmiştir.

Çünkü Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında “gerekçeli karar hakkı” kapsamında “mahkemelerin bir hükme varırken neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması ‘gerekçeli karar hakkı’ yönünden zorunlu olduğu” açıkça yer almıştır.

Bu bağlamda başvurucuların dava sürecinde iddia makamı tarafından ileri sürülen bütün delillerin sahte olduğunu kanıtlayan belgelerin ve cebren iskat edildiği ileri sürülen 54. T.C. Hükümet üyelerinin tanık olarak mahkeme huzurundaki aksine beyanlarının niçin gerekçeli kararda yer almadığı belirtilmemiştir.

Konuya ilişkin Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında yer alan aşağıdaki ifadeler, her şeyden önce Anayasa Mahkemesi’ni bağlamaktadır:

“Mahkemeler, tarafsızlığı, keyfiliği, denetimden kaçmayı ve perdelemeyi önlemek için kararın verilmesine neden olan temelleri yeterince açık olarak belirtmekle yükümlüdür… Derece mahkemesi kararlarının, adalet gereksinimini giderecek ölçü ve nitelikte yeterli gerekçe ile açıklanıp açıklanmadığı hususlarının, adil yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan bireysel başvurularda Anayasa Mahkemesi’nce yapılacak denetimin kapsamında yer almaktadır.”

Anayasa Mahkemesi’nin bireysel başvurularda adil yargılanma hakkının ihlaline ilişkin verdiği kararlara atıflar yaparak yaptığımız açıklamamızı, Anayasa Mahkemesi’nin kamuoyunca ‘Balyoz Davası‘ olarak bilinen davaya ilişkin “Bilirkişi Raporları ve Uzman Mütalaalarına” ilişkin 28 Şubat Davasında da emsal olabilecek kararından yaptığımız aşağıdaki alıntı ile sonlandıralım:

“Savunmaların dayanağını oluşturan ve dijital verilerin güvenilirliğine ilişkin ciddi kuşkular uyanmasına neden olan bilirkişi raporları ve uzman mütalaaları gözetildiğinde, önemli ölçüde, dijital veri ve içeriklerine dayanan İlk Derece Mahkemesince verilen kararın gerekçesinin, adalet gereksinimini giderecek ölçü nitelikte, yeterli ve makul olarak değerlendirilemeyeceği, bu sebeple Anayasa Mahkemesince ‘gerekçeli karar hakkının’ ihlal edildiği, sonucuna ulaşılmıştır.”

28 Şubat Davası’nda da geçerli olan yukarıdaki hak ihlalleri Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlalleri 28 Şubat Davası’na ilişkin bütün sanıklar tarafından yukarıda belirttiğimiz hak ihlalleri dışında pek çok hak ihlalini içeren bireysel müracaatlarını Anayasa Mahkemesi’ne sunmuşlardır. Bu bağlamda mahkemede yaşanan usulsüzlükler, 15 Temmuz Darbe girişiminden sonra davanın genişletilmesi dahil, sanıkların mahkemece gerekçesiz reddedilen talepleri ile son olarak mahkemeye sunulduğu halde göz ardı yeni deliller yer almaktadır.

28 Şubat Davasında Siyasetin Gölgesi

Bilindiği gibi T.C. Devleti’nin yapı taşlarından birisi olan Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası uyarınca kurulmuştur. Anayasa Mahkemesi’nin işlevi, parlamenter sistemde kuvvetler ayrılığı prensibinin korunmasında olduğu kadar, Anayasa’da belirlenmiş temel hak ve özgürlüklerin sadece yasama ve yürütme organlarınca değil, aynı zamanda yargı erkinin verebileceği kararlarda da gözetilmesinin teminatı niteliğindedir.

Ülkemizde siyasi davaların açılması ve sürdürülmesinin bütün aşamalarda siyasi iktidarın belirleyici rol oynadığı acı bir gerçektir.

Son dönemdeki gelişmeler; siyasi davalarda yaşanan bireysel hak ihlallerinin Anayasa Mahkemesi’nde gündeme alınması, görüşülmesi aşamasında da siyasi iktidarın bilinen yaklaşım ve temayülünün dikkate alındığı kuşkusunu yaratmıştır.

Saygılarımla. 20.07.2022

Çetin Doğan
‘F’ Tipi Ceza İnfaz Kurumu, Buca-İZMİR
===============================================

Evet… Bu mektup, varlığıyla onur duyduğumuz Çetin Doğan‘a ait.

  • Sahte delillerle, apaçık kumpasla, 11 aydır demir parmaklıkların ardında esir tutuluyor.

Gerçekler halk tarafından öğrenilmesin diye, ağır baskı, ağır sansür, ağır ambargo uygulanıyor. Sesini duyurabilme imkanı olmadığı için, size iletilmek üzere bana gönderdi.

Anayasa suçu işleniyor. (AS: Anayasayı ihlal suçu, TCK m.309)
İnsan hakları suçu işleniyor. (AS: insan haklarını ihlal suçu)
14 general
80 yaşında olanlar var.
85 yaşında olanlar var.
90 yaşında olan var.
Çevik Bir örneğinde olduğu gibi, nerede bulunduğunu bilmeyenler, kim olduğunu bilmeyenler var.
Ameliyat olan, dikişleri bile alınmadan hücresine geri gönderilen, dikişleri patlayan, kan revan içinde tekrar hastanelik olan var.
Ziyaretler sırasında bitkinlikten baygınlık geçirip yere yığılanlar var.
Parkinson yüzünden kendi başına ihtiyaçlarını göremeyenler var.
Yürüyemeyenler var.
Eşleri mektup gönderiyor mesela, sadece isim yazmaları gerekiyor, ismin önüne rütbeleri yazılırsa, o mektup teslim edilmiyor, “rütbelerini söktük, burada korgeneral yok, orgeneral yok, er var” deniyor, mektup geri gönderiliyor, böylesine zulüm var.

Nobel ödüllü yazar Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanı gibi… Herkesin sustuğu, herkesin gözyumduğu, engellemek için kimsenin kılını bile kıpırdatmadığı, işleneceğini herkesin bildiği bir cinayet bu!

Geç gelen adalet, adalet midir? Anayasa Mahkemesi’nin bu kumpas davasını bir an önce ele alması, bir an önce sonuçlandırması, sadece hukuk değil, insanlık görevidir.
=======================================
Dostlar,

Liste aşağıdaki gibi.
Biz de Sn. Em. Org. Çetin Doğan’ın tarihsel çığlığına katılıyoruz.
Düpedüz tuzak ve intikam kokan bir tablo ve karar var ortada.
Yargı yerleri MİLLET ADINA karar vermekteler. Milletin bir üyesi, bir yurttaş olarak gerçek gerekçeleri bilmek istiyoruz. Adına yargı kararı verilen bir Millet üyesi olarak, bizim adımıza ADİL KARAR verilmesini istiyoruz.

Anayasa Mahkemesi bu dosyayı karara bağlamayı uzatırsa, adil karar vermiş olmayacak, adalete hizmet etmiş olmayacaktır. Bu 14 yüksk rütbeli subayımızın her an cezaevlerinde ölüm haberi gelebilir! Öyle ki, hapishane koşullarında olmasalardı yaşanmayacak olan ölümler.. Bu durumda kumpasın yıkıcı – yakıcı sonuçlarını giderme olanağı olmayacaktır; giden geri gelmeyecektir. AYM de bu ağır ve bağışlanmaz sorumluluğa ortak olmuş olacaktır.

Sevgi, saygı ve derin kaygı – üzüntü ile. 28 Temmuz 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 18 Mayıs 2022

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE                          

MÜRİT

Tayland’da 74 yaşındaki tarikat lideri Tawee Nanlan müritleri ile ormanda bir tören gerçekleştirdi. Törene katılan müritleri Nanlan’ın dışkısını yiyip idrarını içti. Müritlerinden 1’i çocuk 11 kişi öldü.

Bizdekiler henüz yemek artıkları ile idare ediyor…

SATIŞ

Karamollaoğlu, AKP’nin konut kredisi paketinin vatandaşın ev sahibi olması amacıyla değil büyük firmaların konut satması amacıyla çıkartıldığını kaydetti.

Vatandaşa satış yerine vatandaşı satış…

GÜVEN

Yunanistan Dışişleri Bakanı Nikos Dendias, ülkesinin ABD ile imzaladığı Karşılıklı Savunma İşbirliği Anlaşması’nın kendilerini güvende hissetmeleri için bir araç olduğunu söyledi.

Kendi ulusuna ve onun gücüne güven yoksa güvenlik de, gelecek de yoktur…

DÖNÜŞ

Bahçeli, Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’ın genel af kararının ‘mühim’ ve ‘geri dönüşleri kolaylaştırıcı’ olduğunu söyledi. Bahçeli, ‘Bu kapsamda  hükûmetin uygulayacağı her politikayı sonuna kadar destekleriz’ dedi.

Destekler de tek adamın inadı inat… (AS: “TEK ADAM” ın eli kolu bağlı kendi  hatasıyla)

BEĞENİ

Bartın İl Müftüsü Abdülcelil Çakar, müfettişlerin dört kez kınama cezası verilmesi ve görevden alınması doğrultusundaki raporuna karşın yedi aydır göreve devam ediyor.

Bu devirde böyle başa böyle müftü…

YEĞ

TÜRGEV Yönetim Kurulu Üyesi ve Aile ve Sosyal Hizmetler Bakan Yardımcısı olan Kübra Güran Yiğitbaşı Afyonkarahisar Valiliğine atandı.

  • Türkiye’nin ilk başörtülü valisi oldu.

Türbanı değil başı önemsenerek yeğlendiğini umarım…

ACIKLI

İçişleri Bakan Yardımcısı İsmail Çataklı, Türkiye’de toplam yabancı sayısının 5,497,733 kişi olduğunu açıkladı. Bu rakamların dışında kaçak, göçek kaç sığınmacı olduğu sorusuna ise
Bunu yüzde 100 kimse bilemez” cevabını verdi.

Vah Türkiye’m!..

YAĞMA

Türkiye Denizcilik İşletmeleri’nin (TDİ) yönetim kurulunda yalnızca bir kişi denizcilikle ilgili bir bölümden mezun. Özelleştirilen liman yönetimlerine de AKP’li eski vekiller, Cumhurbaşkanlığı ve bakanlık çalışanları atanmış durumda.

Han-ı yağma…

DÜNYA

Çalışma Sosyal Güvenlik Bakanı Bilgin, ”Enflasyon fevkalade ciddi boyutlarda, Türkiye’de enflasyon yüzde 70’e dayandığını biliyoruz, dünyada da öyle.”

Dünya derken, öbür dünya mı acaba?..

HAKİM

Canan Kaftancıoğlu dokuz yıl önce attığı tweetler yüzünden açılan davalarda  mahkum edildi ve siyasetten yasaklandı.

Ankara’da hakimlere hakimler var…

MAĞRUR

Bülent Arınç, Kaftancıoğlu davası ile ilgili olarak, ”Dünün mağdurlarının mağrur ifadelerle yaşanan hukuksuzluklara gözünü yumması kamu vicdanını yaralamaktadır” dedi.

Adres belli…

DEĞİŞ

Yargıtay’ın Balyoz davasında 7 sanık için verilen beraat kararını bozmasının ardından yeniden yapılan yargılamada, bir gün önce değiştirilen duruşma savcısı bozma kararına uyulmasını talep etti.

Bir çizgi film vardı, “Değiş tonton” denince biçim değiştiriyordu…

KAHRAMAN

Nagehan Alçı, 1920 ve 1930’ların CHP’si döneminde olsaydı, CHP muhaliflerini destekleyeceğini söyledi.

Varsayım kahramanlığı…

YASSAH!

Eskişehir Valisi gençlerin festivalini güvenlik gerekçesiyle yasakladı.

KİEV valisi mi?..

BABA

CHP’li Gürsel Tekin, “Burada bir milyon Suriyeli çocuk doğdu. Bunlar bizim çocuklarımız. Onları nasıl entegre ederiz bunu düşünmemiz lazım” dedi.

Suriyeli kadınlarla yakınlığımız yok ki çocuklar bizim olsun…

ŞAHLANIŞ

Akaryakıta yılbaşından bu yana 16 kez zam geldi, benzinin litresi 6 ayda %131 arttı.

Arabasını kullanabilen şahlanır…

HEZİMET

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na sözleşmeli personel alımında KPSS birincisi mülakatla 175’inci yapılırken 172. sıradaki birinci, 214. sıradaki ikinci, 411. sıradaki üçüncü yapıldı.

Sosyal Hezimet Bakanlığı…

BATIŞ

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan’ın sözleri hakkında, “Türkiye ile Birleşik Arap Emirlikleri ilişkilerine dair beyanları partimizin görüşlerini yansıtmamaktadır.”

Gemi fazla su almaya başladı…

AYDIN

Perinçek, “Recep Tayyip Erdoğan bir aydındır. Çünkü bir partinin genel başkanı ve aynı zamanda bir devlet başkanıdır. Politikacılar birer aydındır. Siyasetçilerin hepsi öncü konumdadır. Belli bir kitleyi temsil eden yöneticiler aydındır.” dedi.

Bu tanıma göre tarikat, cemaat, terör örgütü liderleri de aydındır.

Çok aydınlandık…

HİZBULLAHÇILAR

Diyarbakır’da Hizbullahçılıktan hükümlü iki okul müdürünün müfettiş raporuna rağmen görevden alınmadığı ortaya çıktı.

Yabancı değiller…

GÜZİDE

AKP Beylikdüzü İlçe Başkanlığı, SADAT ziyareti sonunda yaptığı açıklamada SADAT’ın “milli ve manevi değerlere önem vererek savunma sanayisi alanında ülkemizi yurt dışında başarı ile temsil eden güzide bir kuruluş” olduğunu söyledi.

FETÖ için de neler demişlerdi..

Kuytularda öfke ve kin

Av. Celal ÜLGEN

FETÖ ve AKP kol kola, Amerika istiyor diye kurulmadık kumpas, üretilmedik sahte kanıt bırakmadı. Vesayeti bitireceğiz diye çıktıkları yol vesayete giden yolların parke taşlarıydı; beraber yürüdüler bu yollarda.

Yürürken güçlendiler, güçlendikçe böbürlendiler ve güç zehirlenmesi yaşadılar. Kim daha güçlü diye bilek güreşi tutmaya karar kıldılar. Biri öteki aleyhine usulsüz edinilen paraların izlerini takip etmeye kalktı. Diğeri en can alıcı yerlerinden vurmak için dershanelerini kapattı.

GÖZ GÖRE GÖRE

O dershaneler ki örgütlenme ve hain bir geleceğe adım atma planlarının yuvalarıydı. Neleri çıktı sonradan. Bir iğne deliğinde on örgüt kurmuşlar. Manda yuva yapmış söğüt dalında ve hatta balık kavağa bile çıkmış! İstihbaratın haberi yok!? Ülke işgal edilmiş, istihbarat kan uykusunda. 

“Ümitci” yapılanmayı, “Gezici” yapılanmayı sonradan itirafçılardan öğrendik. Örgüt faaliyetlerinden uzaklaşan, gelmesinde gitmesinde sıkıntı olan ancak kazanılabileceği düşünülen personel “arızalı” olarak etiketlenmiş. Arızalı kişiler üzerinde çalışma yaparak, bu kişileri örgüte yeniden kazandırmayı amaçlayan örgütlenmeler bile oluşturulmuş. Yani bir milimetrelik bile boşluk bırakmak istememişler.

Aynı secdeye baş koyduk diyerek Cumhuriyete, laikliğe, ilericiliğe ve Atatürk’ün Aydınlanma devrimlerine karşı adım adım, sinsi sinsi gelişen kuytularda kara, kapkara öfkelerden olacak, gözleriniz yanınızda dönen fırıldakları, sizi nasıl suçüstü yakalamak için tuzaklar kurduklarını fark etmenizi engellemiş.

Öte yandan gece kurtla sürüye dalıp gündüz çobanla yas tutan namus yoksunlarının her sortide bizi nasıl can evimizden vurduklarını da anlama olanağınız kalmamış.

SİZ KİMSİNİZ?

Nasıl duyarsız bir toplum olduk? Bizi var eden, bize kişilik katan, bizi biz yapan değerlerimizi bir çırpıda unutuverdik. Bunda, sizin yaşamı törpüleyen değerlerin üzerini koyu bir şal ile örten çabalarınız da önemli rol oynadı elbette.

Vicdanlarınızı rahatlatmak için çeşitli bahaneler bulabilirsiniz şimdi. Her şeyi her olayı fırsata çevirdiniz. Demokrasinin basamaklarını bir bir yok ettiniz. 25 yıl geriye giderek bugün

  • 80’li yaşlardaki emekli generalleri 28 Şubat kumpası ile cezaevlerine attınız.

Sahteliği bilinen ve FETÖ kumpası olduğu açık olan Balyoz davasından, rutin ve legal plan seminerinden suç için anlaşma uydurmacası ile davayı sürdürmeye çalışıyorsunuz. Şimdi de yurtsever ve Atatürk’ün tam bağımsızlık ülküsünü yaşam felsefesi yapmış emekli amirallerin peşindesiniz.

Sizi tanımakta güçlük çekiyoruz. 20 yıldır bukalemun gibi şekil değiştirdiniz.

Sahi siz kimsiniz?
Bu kadar kara kini ve kara öfkeyi nasıl biriktirdiniz?

(Cumhuriyet, 03.04.22)

Kabotaj ve Türk Denizcileşmesi

Cem GÜRDENİZ
EMEKLİ TÜMAMİRAL, YAZAR
01 Temmuz 2021, Cumhuriyet

Üç tarafı denizlerle yıkanan, Balkanlar, Karadeniz, Kafkasya, İran, Mezopotamya ve Ortadoğu arasında doğu batı ekseninde uzanan, yarımada biçiminde vatanımız var. Kapsadığı alanın yarısından büyük bir de Mavi Vatanımız var. Ancak her iki vatanın sahibi devletimiz 21. Yüzyılda dahi denizci olamamıştır. Birinci Dünya Savaşı sonunda eğer büyük kurtarıcımız Mustafa Kemal Atatürk tarih sahnesine çıkmasaydı her iki vatanımız zaten olmayacaktı.

Denizden uzaklaşmış, donanmasızlığı tercih etmiş ve deniz endüstrisini tamamen yabancıların ve azınlıkların ellerine bırakmış Osmanlı’nın çöküşünü Atatürk kaçınılmaz görüyordu. Kurduğu yeni devlet, denizlerle yeniden buluşmalıydı. Devlet ve halkı ile Türkiye, denizci olmalıydı. Her şeyden önce kapitülasyonlardan kurtulmalıydı. Zira hem ekonomik yıkım getiriyor hem de denizcileşmeyi engelliyordu.

KABOTAJ NEDİR?

İttihat ve Terakki 1914 yılında bunu denemiş ama başaramamıştı. Zira alt yapı hazır değildi. Atatürk’ün Lozan Görüşmelerine giden heyete verdiği en önemli direktiflerden birisi kapitülasyonlarda ısrar ederlerse konferanstan çekilme direktifiydi. Nitekim, birinci dönem görüşmeler bu nedenle kesintiye uğradı. Sonuçta 24 Temmuz 1923 tarihinde büyük siyasi zafer elde edildi. Ancak kapitülasyonların sahadaki en önemli pratiği olan Kabotaj hakkının uygulanması için alt yapının hazır olması gerekirdi. O nedenle 1 Temmuz 1926 tarihine kadar beklenmek zorunda kaldı.

Kabotaj, egemen bir devletin kıyıları ve karasuları ile göl ve akarsularında yürüttüğü tüm denizcilik faaliyetlerinin kendi tekelinde icra edilmesi demektir. Kabotaj hakkı kapitülasyonlara Mustafa Kemal’in en okkalı tokadıdır. Atatürk, denizciliğin özgürlük, bağımsızlık, sanayileşme ve zenginleşmenin anahtarı olduğunu en iyi görebilen eşsiz bir Türk devlet adamıydı. 11 Nisan 1926 günü kabul olunan ve 1 Temmuz 1926 günü yürürlüğe giren 815 sayılı Kabotaj Kanunu ile yabancıların Türk denizciliği üzerindeki tahakkümü bıçak gibi kesildi ve böylece yüzyıllarca denizden uzaklaştırılan Türk halkı, Kabotaj Kanunu ile denizlerine geri dönebilmenin kapısını araladı.

ATATÜRK’ÜN BİLİNÇLİ TERCİHİ

Atatürk, Lozan zaferinin bu en önemli başarısını 1 Temmuz 1926 tarihini aynı zamanda Denizcilik ve Kabotaj Bayramı yaparak taçlandırdı. 15 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu’daki Kurtuluş ateşini yakmak üzere terk ettiği İstanbul’a tam 8 yıl aradan sonra 1 Temmuz 1927 tarihinde geri döndü. İstese trenle doğrudan Haydarpaşa Garına gidebilecekken, o günün denizcilik bayramı olması nedeni ile İzmit’ten Ertuğrul Yatına binerek İstanbul’a girişini denizden yaptı. Bu önemli tarihi an Denizcilik Bayramıyla buluşturuldu.

Atatürk’ün denizcileşme hamleleri; donanma, deniz endüstrisi, deniz kültürü ve deniz sporları alanında bugüne kadar hiçbir devlet adamının öngöremediği ve icra edemediği kapsam ve boyutta gerçekleşti. Maalesef bu ivme 1938 sonrası ciddi bir duraksamaya girdi. 1946’da başlayan Atlantik çağı ile durma noktasına geldi. Deniz Kuvvetlerinin öncülüğü ve yönlendirmeleri olmasa; değil endüstriyel ve kültürel alan, jeopolitik alanda dahi gerilemenin içine giriliyordu.

ADIM ADIM UZAKLAŞILDI

Türkiye akan yıllar içinde adım adım denizden uzaklaştı. Ne acıdır ki, denizcilikten ve deniz kültüründen önce sahil şehirleri uzaklaştı. Doğayı katleden, halkı denizden ayıran duble yollara, Anadolu’nun en denizci insanlarının yaşadığı Karadeniz bölgesi bile, akıl almaz bir şekilde onay verdi. En güzel kıyılar betonla kaplandı.

Pek çok sahil yerleşiminde, geleneksel balıkçı restoranları ve balık ekmekçilerin yerini kebapçı ve seyyar dürümcüler aldı. Yelken, yüzme ve kürek kulüplerinin yerini futbol kulüpleri aldı. Sahilde yaşayanların büyük bir çoğunluğu, çocuklarının ilerde milli yelkenci ya da yüzücü olmasını değil, zengin futbolcu olmasını hayal etmeye başladı.

Ancak en önemli gerileme, deniz ulaştırmasından uzaklaşmayla yaşandı.

Ekonomimizin ülke içi taşımacılığında Atatürk zamanında yüzde 68’lere varan deniz ulaştırmasının yani kabotaj taşımacılığının payı her sene azalarak bugün yüzde 4’lere düştü. Diğer bir deyişle bugün bayram olarak kutladığımız kabotaj denizciliği zaman içinde, endüstriyel medeniyetin ve vahşi kapitalizmin yarattığı en büyük doğa düşmanı, kara yolu taşımacılığına yenik düştü.

BİLİNÇLİ KARA PROPAGANDA

Aynı kaderi demiryolu da paylaştı. Türkiye, Turgut Özal gibi ‘’demiryolu komünist işidir’’ diyen devlet adamlarını gördü. Limanların yerini otogarlar, Karadeniz, Ege ve Akdeniz posta gemilerinin ve mavnalarının yerini otobüsler ve TIR’lar aldı. Günümüzde Türkiye’nin dış ticaretinin yüzde 86’sı deniz yolu ile yapılırken (bunun da sadece yüzde 17’si Türk gemileri ile yapılıyor) iç ticaretinin sadece yüzde 4’ü deniz yolu ile yapılıyor.

Sorun, Anadolu coğrafyasının seçkin özelliklerinin alt yapı ve uygun girişimlerle buluşturularak kendi ekonomimiz ve çevre ekonomilere değişik ulaştırma seçenekleri sunabilmektir. Ekonominin vazgeçilmezi ulaştırmadır. Ulaştırma harcamalarının asgariye indirilmesi önemli bir hedeftir. Bu kapsamda deniz ulaştırması, demir yolundan 3 kat, kara yolundan 7 kat ve hava yolundan 21 kat daha ucuzdur.

YAPILMASI GEREKEN BELLİ

Dolayısıyla Türkiye gibi -sadece üç tarafı değil, en yoğun nüfusun bulunduğu Marmara Bölgesi dikkate alınırsa beş tarafı denizlerle çevrili- yarımada biçiminde bir ülke, eğer enerjide dışa bağımlı ise, yani ulaştırma için petrol ithal ediyorsa, o zaman devletin ulaşım politikası en ucuz ulaşım ortamı olan deniz yolu ve demiryoluna yoğunlaştırılmalıdır.

Kara yolu ancak destekleyici bir ortam olarak kullanılmalıdır. Hava yolunu saymıyorum bile. Ancak ülkemizde son 19 yılda, gerek uçak, gerek yakıtta tamamen dışa bağımlı olduğumuz hava yoluna son derece gereksiz şekilde büyük yatırımlar yapıldı.

SÜRDÜRÜLEBİLİR DEĞİL

Yurt içi yük ulaştırmasındaki payı yüzde 90 olan kara yolu taşımacılığı, petrolü yüzde 100 ithal eden bir devlet olarak sürdürülebilir bir durum değildir. Sadece enerji faturası olarak senede harcanan 60 milyar doların önemli bir bölümü kara ulaştırması için kullanılıyor. Deniz ulaştırması karadan 7 kat daha ucuzdur. O halde yurt içi ulaştırmada deniz yolu ve entegre demiryolu kullanılsa bu fatura ciddi oranda aşağıya çekilebilecektir. Tabii bu kapsamda demiryolu payının da yüzde 5’ten çok yukarılara çekilmesi gerekir.

Yarımda coğrafyamız ve petrole tam bağımlılık, yurt içi ulaşımda deniz ve entegre demiryolu ulaştırmasını öne çıkarmaktadır. Ulaştırma politikamız yarımda coğrafyası ve denizin bir fonksiyonu olmalıdır. Böylece yurt içi ulaştırmada yüzde 90 olan kara yolu ile taşımacılık payı AB normu olan yüzde 40’lara, petrol faturamız 60 milyar dolardan aşağıya çekilebilecektir. 8333 km’lik kıyısı boyunca serpiştirilmiş 175 liman ile yurt içi ulaştırmasına demiryollarına gereken yatırım yapılırsa Türkiye en uygun çözümleri üretecek potansiyele sahiptir.

KABOTAJ EGEMENLİKTİR, EGEMENLİK SULANDIRILAMAZ

Diğer yandan 2002 sonrası başta yabancı ortaklıkları kapsayan liman özelleştirmeleri ile kabotaj haklarımız sulandırıldı. TPAO, MTA ve BOTAŞ’ın sahip olduğu sismik, sondaj ve LNG gazlaştırma ve depolama gemilerinin önemli sayıda personeli kabotaj kanununa aykırı şekilde yabancı. Liman ve denizdeki endüstriyel projelerde de yabancılara kabotaj haklarımız esnetilerek istisnai durumlar tanınıyor.

  • Kabotaj hakkı egemenlik hakkıdır. Sulandırılamaz. İstisnalar koşulamaz.

Diğer yandan 22 Kasım 2020 tarihinde Arkas Holding’e ait Türk bayraklı, Türk personelli Roseline A isimli konteyner gemisine, AB İrini Harekâtı kapsamında Mora güneybatısında Alman Deniz Kuvvetleri unsurları tarafından adeta devlet korsanlığı ile gemiye çıkma ve arama harekâtı icra edildi. Bu skandal, Türk deniz ticaret filosu tarihinde bir ilki oluşturdu. Zira bayrak devleti Türkiye’nin onayı verilmeden yapıldı. Alman devletinin bu korsanlığına eğer siyasi ve hukuki arenada cevap verilmişse, kamuoyu Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı tarafından bilgilendirilmelidir. Almanya’nın bu hukuksuzluğu yanına kalmamalıdır.

Bu konu ve kabotaj ihlalleri konusunda deniz ticaret dünyasının STÖ ve meslek kuruluşlarının takipçi olmasını dileyelim.

Zenginleşme ve kişisel çıkarlarını devletin egemenlik hakları ve gelecek nesillerin güvenlik ile refahının önüne koyanları gördükçe, Atatürk zamanında kabotaj onurunu kişisel çıkarların üzerinde tutan ticaret erbabını ve denizcileri takdirle ve vefa ile anıyoruz. O altın nesilleri çok özlüyoruz.

  • 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramı kutlu olsun.

    (Türk tarihinin gelmiş geçmiş en büyük kolektif ihanet kumpası Balyoz dava süreci sırasında yakalandığı amansız hastalık sonucunda sonsuzluğa uğurlayışımızın 6. yıldönümünde; silah, dava ve kader arkadaşım Amiral Cem Aziz Çakmak’ı cumhuriyet, bahriye ve geleceğimiz için yaptıkları önünde takdir, minnet, vefa ve sonsuz özlemle anıyorum. Sonsuzluk okyanusunda ışıklar içinde uyusun.)

Balyoz Kararı ve İki Sorun

Hamdi Yaver Aktan: Devlet hiçbir zaman ortak kabul etmezHamdi Yaver AKTAN
ESKİ YARGITAY 18. CEZA DAİRESİ BAŞKANI
Cumhuriyet, 24 Haziran 2021

Kamuoyunda “Balyoz Davası” olarak adlandırılan davada Yargıtay 16. Ceza Dairesi kararını açıkladı: Yerel mahkemenin beraat kararı temyiz incelemesi sonunda suç için anlaşma yönünden bozuldu.

Yargıtay kararları elektronik imzaları tanımlayıp UYAP sistemine yüklendikten sonra görülebilmekte/alınabilmektedir. Islak imzalı, “özgün karar” olarak nitelenen kararlar belirttiğimiz süreç tanımlanmadan hiçbir şekilde “sızdırılamaz”, yaptırımı asgari düzeyde disiplin işlemi gerektirir. Oysa kamuoyuna yansıdığı üzere “Balyoz Kararı”, müdafilerden önce bir gazetede ve sitesinde yayımlanmıştır. Başlığında da soruşturması süren amirallerin açıklamasına gönderme yapmakta hatta içtihat oluştuğu algısı yaratılmaktadır! Muhabirin hukuku bildiği anlaşılıyor (?!)

DAVANIN DÜŞMESİ GEREKİRDİ

Yargılanmaya konu somut olayın, 765 Sayılı TCK’nin 147. maddesinde yazılı suçun hazırlık hareketleri olduğu ve aynı yasanın 171. maddesine temas ettiği, 5237 sayılı TCK’nin 316. maddesindeki suçun oluştuğunun 16. Ceza Dairesi tarafından kararlaştırıldığı görülmekte. Eski TCK’nin 171. maddesinin 2. fıkrası “Bu ittifak 146 ve 147. maddelerinde gösterilen cürümlerin icrasına müteallik ise dört seneden on iki seneye kadar ağır hapis cezası verilir.” şeklindedir.

Aynı yasanın 102. maddesinin 2. fıkrasına göre ise “Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis” cezalarında zamanaşımı on senedir. Zamanaşımı kesin işlemlerle birlikte süre uzayabilir ancak bu süre on beş yılı geçemez (765 sayılı TCK m. 104/2). 5237 sayılı TCK’de aynı suçun (m. 316/2) zamanaşımı süresi uzaması olasılığında yirmi iki buçuk yıldır (m. 66/1-d, 67/4). Her iki yasada düzenlenmiş suçun zamanaşımı süreleri yönünden 765 sayılı TCK hükümleri sanıklar lehinedir. Davaya konu olan seminer 5-7 Mart 2003 tarihinde yapılmıştır. Uzamış zamanaşımı süresi gözetildiğinde bile süre 7 Mart 2018 tarihinde dolmuştur.

Yerel mahkemenin kararının beraat olması karşısında Yargıtay’ın Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre davayı kendisinin sonuçlandırması ve teknik bir ifadeyle düşme kararı vermesi gerekirdi. (m. 303/1-a)

KURAMSAL DEĞERLENDİRMEYLE ÖRTÜŞMÜYOR

Yerel mahkeme, nitelenen suçtan (TCK m. 171/2) daha ağır başka bir suçtan mahkûmiyete hükmetmiş olsaydı, Yargıtay’ın bozma kararında, karara uyulması olasılığında, zamanaşımına işaret etmesi ve buna göre kendisinin düşme kararı vermemiş olması yerinde görülebilirdi.

Yargıtay 16. Ceza Dairesi ayrıca somut olayda etkin pişmanlık hükmünün koşullarının bulunmadığını da kararında açıklamaktadır. Bir başka anlatımla, yapanın düzenlemesiyle “Cürmün icrasına ve kanuni takibata başlanmazdan evvel bu ittifaktan çekilenler ceza görmezler” (765 Sayılı TCK m.171/son) hükmünün uygulanamayacağı kararda belirtilmiştir. Karardaki kuramsal/hukuksal açıklamalar yerindedir. Gerçekten de anlaşmadan çekilmek iradi bir davranış gerektirir, imkânsızlıklar bu kapsamda sayılmaz. Ne var ki somut olay bağlamında düşünüldüğünde kuramsal değerlendirmeyle örtüşmediği sonucuna varılabilir.

Kararda “ittifakın farkına varılması üzerine, bir kısmının emekliliğini istediği, bir kısmının da Yüksek Askeri Şura’da resen emekli edildiğinin anlaşılması karşısında, 765 sayılı TCK’nin 171/3 ve 5237 sayılı TCK’nin 316/2. maddelerinin uygulanma yeri bulunmadığı” nın gözetildiği değerlendirmesi yapılmıştır.

GERÇEKÇİ VE OLASI DEĞİL

Kararda plan seminerinin, 26 Mart 2003 tarihinde hukukçulara incelettirilme sonunda Genelkurmay Başkanlığı’nca onaylandığı da yazılmaktadır. Onaylanan bir seminere dayalı hukuksal bir gerçektir.

Yeniden başlayacak yargılamada, sorulması üzerine emeklilik nedenlerinin kararda yazılı nedene bağlı olmadığının belirtilmesi olasılığında etkin pişmanlıkla ilgili değerlendirmenin yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Yüksek Askeri Şura’daki resen emekli edilme tarihinin 2003 yılının ağustos ayı olduğu ve seminerden sonra yaklaşık 6 ay geçtiği dikkate alındığında bu denli vahim olduğu kabul edilen bir olayda üst makamların emeklilik işleminde uzun bir süre gecikeceğini düşünmek pek olası görünmemektedir.

Eylemin varlığı, kanıtlanması, delillerin baştan itibaren dürüstlük kurallarına göre elde edilip edilememesi, yapıldığı kabul edilen değişiklikler, Yargıtay’ın sayısal (dijital) tanıklarla ilgili değerlendirmeleri bir başka yazının konusu olabilir. Dahası, ilk kararı onayan Yargıtay heyetinin, Yargıtay Kanunu’na göre istifaya davet edilmeleri de!..

SİZİN “BORU” DEDİĞİNİZ ASLINDA…

SİZİN “BORU” DEDİĞİNİZ ASLINDA…

V. Murat Tulga / Emekli Kurmay Albay
Odatv.com, 07.02.2020

Sizin “boru” dediğiniz aslında kokuşmuş, çürümüş hukuk uygulamalarıdır, kumpaslardır. O “boru” hukuksuzluğun, adaletsizliğin ta kendisidir…

Genelkurmay Eski Başkanlarından Emekli Orgeneral İlker Başbuğ, bir haber kanalına verdiği mülakatta, Meclisten bir gecede geçirilen torba yasadaki, “Asker kişilerin Özel Yetkili Mahkemelerde (ÖYM) yargılanması”na ilişkin maddeyi hatırlatarak, “26 Haziran 2009’da askeri şahısların, askeri mahalde işledikleri suçlar da dâhil ÖYM’de yargılanmasının önünü açan yasa teklifi getiriliyor. Bunu kim hazırladı? Tamamen FETÖ ile ilgili, bu araştırılsın” demiş.

Demiş de, noksan söylemiş.

Başbuğ’un görev süresince yaptıkları ve yapamadıkları tartışmaya açıktır. Bu süreçteki vebali çoktur. Bu nedenle ifadesi noksandır, sürecin tümünü kapsamamaktadır. Bu nedenle,“Ülkemiz insanı balık hafızalıdır, çabuk unutur, unutulmasın” diye ben kronolojiyi kabaca bir hatırlatayım dedim.

– 12 Şubat 2009 günü Taraf Gazetesi, askerlerin sivil savcılar tarafından soruşturulması için bir yazı kampanyası başlatır…

– Adli Tıp, Ulusal Elektronik ve Kriptoloji Araştırma Enstitüsü ve TUBİTAK’a yeni atamalar yapılır. (Bu kurumların verdiği evlere şenlik adli tıp, bilirkişi raporlarını hatırlayalım…)

– 26 Haziran 2009 günü gece baskını ile AKP, TBMM’de CMK/250 son maddeye değişiklik yapan (Asker kişilerin sivil mahkemelerde yargılanması) yasayı meclisten geçirir ve tasarı yasalaşır. (Neden? Çünkü Balyoz Davası hazırlanmaktadır, yakında piyasaya çıkartılacaktır.)

– Bu yasaya yönelik olarak ana muhalefet CHP Anayasa Mahkemesinde iptal davası açar.

21 Ocak 2010 günü Taraf Gazetesinde Sahte Balyoz belgeleri yayınlanır,  savcılar soruşturma başlatır. Aynı gün Anayasa Mahkemesi ana muhalefetin iptal davası hakkında karar verir, yasayı iptal eder. (Fakat buna rağmen sivil savcılar Balyoz soruşturmasını durdurmazlar!)

– AKP tarafından 12 Eylül Anayasa Değişiklik Referandum taslağına bu yasa tekrar ilave edilir ve 12 Eylül 2010 günü referanduma “Evet” çıkar.

– 12 Eylül 2010 referandumu için FETÖ lideri Gülen “Mezardakileri bile kaldırarak o referandumda evet oyu kullandırmak lazım” der.

– Bu referandumla HSYK, Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay yapıları da değiştirilir.

– HSYK, Balyoz Davasının başlamasından 48 saat önce davayı görecek 10’uncu Ağır Ceza Mahkemesi Başkanını değiştirir. (Kendisi Hâkim müsvettesi Ömer Diken olur, 15 Temmuz sonrası FETÖ’den hüküm giydi…)

– Referandum sonrası HSYK için yapılan seçimlerde iktidar yanlısı liste firesiz HSYK’ya seçilir.

– “Haberal Davası”  diye bilinen tazminat davasında hâkimlere tazminat ödettirilmesine karar verilir, iktidar tedbirini alır, bu tür tazminatların devlet tarafından ödenmesi yönünde yasa çıkartır. (Sonra tekrar bu yasa değiştirildi…)

– ÖYM’lerin kararlarına bakmak üzere Yargıtay’da yeni 16’ncu Daire kurulur. Nokta atamalar yapılır. (Kumpas Davaları onaylayan Yargıtay’ın bu Dairesinin bazı üyeleri 15 Temmuz sonrası hüküm giydiler…)

– Kararları siyasi iktidarca tasvip edilmeyen ÖYM hakim ve savcıları yapılan atama ve baskılar sonucu görevlerinden uzaklaştırılır veya yetkisiz mahkemelere atanır.

– Anayasa Mahkemesine yeni üyeler atanır.

– Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)’ne gidişin önünü kesmek için Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru Yasası çıkartılır. (24 Eylül 2012)

– AİHM nezdindeki ülke kadrosuna İktidar Partisi yanlısı yazılar yazmakta olan bir kişinin eşi atanır. (Bu şahsın AİHM’deki yanlı uygulamaları AİHM’e şikayet edilmiştir…)

– ÖYM’ler haddini aşar, ÖYM’ler kaldırılır (02 Temmuz 2012), fakat ellerindeki eski kumpas davaları sonuçlandırmalarında bir sakınca görülmez!

Balyoz, Ergenekon, Casusluk Davası, Poyrazköy, Atabeyler vs. davalar sonuçlanır, Emekli Orgeneral İlker Başbuğ dâhil, birçok askeri şahıs cezalara çarptırılır.

FETÖ çok olur, iktidarı da hedef alır, 17-25 Aralık 2013 olur.

– AKP Milletvekili ve Erdoğan’ın Siyasi Danışmanı Yalçın Akdoğan, 24 Aralık 2013’de, “Türk Ordusuna kumpas kurulduğunu” açıklar.

– Kumpas Davalar çöker ve yeniden yargılama süreçleri başlar ve çoğu dava beraatla sonuçlanır.

Devamı var fakat sayfalar yetmez. Makale yerine kitap çalışması olur…
Şimdi nispeten hatırladık mı? O halde devam edelim.

Sayın Cumhurbaşkanı, emekli orgeneralimize çok kızmış, “Düzenlemenin amacı, darbelere zemin hazırlayan, hukukun işlemesinin önüne geçen, yanlış bir uygulamanın düzenlenmesidir. Suç işleyen kişinin asker kimliğinin ona ayrıcalık tanımasının ne hukukta ne de demokrasi de yeri zaten yoktur.  Elinde belge olmaksızın devletin sahip olmadığı birtakım iddialar üzerinden şunu bunu suçlayarak bu mücadele desteklenemez… Zaman zaman yanlış değerlendirmeleriyle kamuoyunun önüne çıkan bir eski Genelkurmay Başkanı ki kendisini gayet iyi tanırım, bu düzenlemeyi bahane ederek Meclisimizi toptan itham eden birtakım açıklamalar yapmıştır. Şimdi ben, özellikle kendi grubumuza sesleniyorum; burada Parlamentonun hukukunu korumak için süratle hepiniz dava açmalısınız.” buyurmuş.

Daha sonra da Parlamentonun hukuku boru ile sindirilemez…” diye bir ifade kullanmış. Bunca yaşanana ve aldanmışlığa karşın…

Bizler, sizin önayak olduğunuz, siyasi sorumluluğunuz bulunan yasalarla, yıllarca Silivri, Hasdal, Mamak vs. cezaevlerinde yatan şerefli Türk Subaylarıyız.

  • Hala bizden özür dilenmedi, arkadaşlarımızı mahpuslarda şehit verdik.

Mesleğimizden olduk, tasfiye edildik. Yerlerimize atananlar da 15 Temmuz Hain Darbe girişimine kalkıştılar.

Tüm bunlara karşın yine de siz haklısınız ha?

2000’li yıllarda, Türkiye’de yapılan birçok haksızlık ve kanunsuzluğun haklı ve gerekli olduğunu kabul ettirmek amacıyla, askeri darbe ve vesayet konusunu canlı ve güncel tutarak sözde demokratikleşme gerekçesiyle nelerin mümkün hale getirildiğine, bunlar yapılırken kimlerin kimlerle omuz omuza olduklarına yakinen şahidiz. Yoksa

  • .. işin boru, hukuk veya demokrasi falan olmadığını da çok iyi biliyoruz ve görüyoruz da.
  • Sizin “boru” dediğiniz aslında kokuşmuş, çürümüş hukuk uygulamalarıdır, kumpaslardır.
  • “boru” hukuksuzluğun, adaletsizliğin ta kendisidir.

Biz bunları yaşadık, yılmayacağız, yaşadıklarımızı da sonuna kadar haykıracağız…

Feyzioğlu : ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARI SON DERECE YERİNDEDİR

Feyzioğlu : ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARI SON DERECE YERİNDEDİR

portresi2

 

Türkiye Barolar Birliği (TBB) Başkanı Metin Feyzioğlu,  Aksaray Barosu’nca bir otelde kuruluşunun
25. yıl dönümü etkinlikleri kapsamında düzenlenen baloya katıldı. Feyzioğlu, baloda açıklamalarda bulundu.

Feyzioğlu burada yaptığı açıklamada;

Balyoz davasıyla ilgili bizim tavrımız yıllardır belli. Bizler davanın esasıyla ilgili
hiç konuşmadık. Sürekli adil yargılanmalardan bahsettik. Hukukun üstünlüğü dedik.
Usül hükümlerine uyulmadan, savunma hakkı hiçe sayılarak sap samandan ayrılamaz dedik. Ancak özel görevli mahkemelerde hukukun üstünlüğü değil, üstün olanın hukuku geçerliydi. Anayasa Mahkemesi’nin kararı son derece yerinde bir karardır.” dedi.

Aksaray Barosunun 25′nci yıl kutlamalarına katılan Türkiye Barolar Birliği Başkanı
Metin Feyzioğlu, Balyoz olarak bilinen davada sahte deliller öne sürüldüğünü ve savunmanın ısrarla dinlenmediğini belirterek şunları söyledi:

“Türkiye Barolar Birliği’nin yürüttüğü çalışmalar sonucunda, özel görevli mahkemeler ortadan kaldırıldı. Sanırım bu en önemli dönemeçlerden birisi oldu. Ardından da
Anayasa Mahkemesi ‘Ergenekon’ diye bilinen davalarda tutuklulukların hukuka aykırılığı noktasında ihlal kararı verdi. ‘Balyoz‘ olarak bilinen davada ise sahte delilerden tutun da en önemli savunma tanıklarının, savunmanın ısrarla dinlenmemesinden söz ederek, anayasal savunma hakkı ihlaline, yeniden yargılanmaya karar verildi.
Ancak Anayasa Mahkemesi son derece yerinde bir karar vermiştir.” dedi.

ANAYASA MAHKEMESİNİN KARARI SON DERECE YERİNDEDİR

TÜBİTAK’ın davanın seyrini değiştiren 5 no’lu hard diskle ilgili çok önemli bir rapor verdiğini belirten Metin Feyzioğlu şunları söyledi:

“Son yapılan çalışmalarda TÜBİTAK son derece önemli bir rapor verdi.
5 no’lu hard diskin sahte olduğunu tespit etti. Çok önemli bir rapor bu.
Bu 5 no’lu hard diskin sahteliği, birilerinin özellikle mahkumiyet için çaba harcadığı,
delil ürettiği ve dosyaya yerleştirildiği görülüyor. Demek ki bir senaryo hazırlandı.
Bu senaryo sahte delillerle beslendi. Şeklen ise bir mahkumiyet verildi.

  • Anayasa Mahkemesi’nin kararı son derece yerindedir.
  • Anayasa Mahkemesi Türkiye’nin önünü açan kararlar vermektedir.

Ben verilen kararların faydalı olduğunu düşünüyorum. Herkesi bir kez daha kutluyorum.”

*****

İHSANOĞLU HAKKINDA DEĞERLENDİRME YAPMAYI DOĞRU BULMAM

CHP ve MHP çatı adayı olarak Cumhurbaşkanlığı adaylığı üzerinde uzlaşmaya vardığı Ekmeleddin İhsanoğlu hakkında da konuşan Metin Feyzioğlu,

“Çatı aday konusunda duruşumuz çok önemlidir. Bunu tabi ki Barolar Birliği olarak değil kişisel düşüncem olarak dile getiriyorum; Sayın İhsanoğu hakkında hiçbir değerlendirme yapmayı doğru bulmam. Beyfendi bir insandır. İnsanların anne ve babalarıyla isimleriyle birtakım spekülasyonlar yapılmasını hep yanlış bulmuşumdur. İnsanların kişilikleri hedef alınarak, aileleri hedef alınarak cümle kurulması yakışıksızdır. İsim konusunda herhangi bir yorum yapmam. Türkiye Barolar Birliği Başkanı sıfatı taşıdığım sürece bu söz konusu da değildir. Yarışacak bütün adaylara başarılar dilerim. Daha önce de dile getirmiştim. Türkiye belediye başkanı seçimlerine girmiyor. Cumhurbaşkanı seçmeye gidiyoruz. Cumhurbaşkanı seçimlerinde partilerin adaylarının düşman ve hain gibi gösterilmesi büyük kırgınlıklara yol açar. Çünkü seçilen Cumhurbaşkanı 76 milyonu kucaklayacağını unutmayalım.” diye konuştu. (DHA, 21.6.14)

Sevgi ve saygı ile.
24 Haziran 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’dan Haşim Kılıç’a “Adalet Nöbeti” mektubu


Dostlar,

CHP’nin çalışkan ve üretken İstanbul Milletvekili Sayın Umut Oran,
Anayasa Mahkemesi Başkanı Sn. Haşim Kılıç’a aşağıdaki gibi etkili bir mektup yazdı.
(Bu arada geçen hafta CHP’nin MYK’ndan neden alındığını anlayamadık?!..)

Kimse bu mektubu Yüksek Mahkemeye telkin – tavsiye vb. olarak yorumlamaya kalkışmasın. Bize göre bu mektup adeta, “bir an önce adalet” için haykıran bir dilekçedir ve Anayasa’nın 74. maddesinde güvenceye alınan bir haktır.

Son derece dengeli ve haklı, somut kanıtlara – hukuksal gerekçelere dayanmaktadır.

Bu tertip davalarla yaratılan istendik adaletsizlik ortamında,
zaten ülkemizde yıllarca, yeterinden çok fazla gecikmiştir.
Karanlık bir Balyoz – Ergenekon 10 Yılı‘ndan söz edebiliriz.

7+ yıldır sürdürülen kökü dışarıda bu kurgulu zulmün neden olduğu acı ve
geri döndürülemez ardışık (seri) ölümler – katiller bir yana, son derece olağan olan
rutin ADALET REJİMİNE geri dönüş bir türlü olanaklı olamamaktadır.

Bu tablonun sürdürülebilirliği artık kalmamıştır.
Süreç, seri katillik suçu üretmiştir!

  • Türkiye’de “birileri” artık bu tertip davalar nedeniyle seri katildir!

Oysa ADALET ÜLKENİN TEMELİDİR.

Adalet yoksa, ülkede barış da olamaz ve kaçınılmaz olarak doğacak karmaşa (kaos) ortamı herkesi boğar.

Sorun AİHS bağlamında AİHM’ne taşınmadan ve yıllarca daha uzatılmadan ülke içinde ADALETLE ve hızla çözülmelidir. Gecikme yeni can yitikleri, hastalıklar, özekıyımlar ve kanayan toplumsal vicdandır.. Toplumsal gerilim ve ayrışmadır ki; ülkeye ve ulusa zararları kestirilemeyecek ölçüde derindir.

Anayasa Mahkemesi tarihsel bir dava, sorumluluk ve sınavla yüz yüzedir.

BALYOZ, artık adaletsizliğe inmeli, indirilmelidir..

Sevgi ve saygı ile.
12 Mayıs 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=============================================

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran’dan Haşim Kılıç’a
“Adalet Nöbeti” mektubu

portresi

 

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç’a mektup yazarak, mahkeme önünde başlayan Adalet Nöbeti’ne karşı duyarsız kalınmamasını istedi. Oran mektubunda Kılıç’ın 27 Nisan (AS: 2014) konuşmasına gönderme yaparak

– “Kaleyi işgal edenler” ve
– “rakiplerinden intikam alma aracı” şeklindeki sözlerini anımsattı.

– “Geçen süre Albay Özenalp gibi geri dönülemez acılara yol açmakta.
ÖYM’lerde insanların itibarları toplum önünde linçe uğratılmıştır.
” diyen Umut Oran,
AYM’ye bu davalar nedeniyle yapılan bireysel başvuruların sonuçlanmadığına işaret etti.
Oran, mektubunda “Mahkemeniz bu sorumluluğu yerine getirmemiş, bu davaların mağdurlarının başvuruları gündeme alınmamış, hak ihlallerinin devam etmesine
göz yumulmuştur… Hapishanelerde bugün yargıyı bir bıçak gibi intikam almak için kullananların mağdurları hala adalet beklemektedir. Bu çağrı cevapsız bırakılamaz, bu talepler yok sayılamaz… Bu nedenlerle, bu davaların biran önce ele alınarak görüşülmesi için gereğini sunar, Türkiye’de milyonlarca insanın vicdanını kanatan uygulamaların son bularak, adalet ve demokrasi yolunda gerekenin yapılmasını temenni ederim.
” dedi.

CHP Parti Meclisi Üyesi ve İstanbul Milletvekili Umut Oran, ÖYM ve TMK’nun
10. maddesiyle görevli (AS: özel yetkili) mahkemelerdeki davalarda duruşmalarını
en başından beri izlediği davalar kapsamında bu kez Anayasa Mahkemesine başvurarak yaşanan sıkıntılara dikkat çekti.

CHP’li Oran’ın, 7 Mayıs 2014’te doğrudan Haşim Kılıç’ın Özel Kalemine elden
teslim edilen (7 Mayıs 2014) mektubu şöyle:

**********

Sayın Haşim Kılıç,
Anayasa Mahkemesi Başkanı 

Hasim_Kilic
Tarafınızca da bilindiği üzere Terörle Mücadele Kanunu (TMK) 10. maddesiyle görevli mahkemelerce görülen davalarda büyük hak ihlalleri yaşanmış, hukuk devletinin ayrılmaz bir parçası olan adil yargılanma hakkı,
masumiyet karinesi ve savunma hakkının sistematik ihlalleri gözlenmiştir.

Bu davalar hemen hemen aynı usul ve yöntemlerle hayata geçirilmiş, isimsiz ihbar mektupları, internet üzerinden yapılan bildirimler veya aramalarla şahıslar zan altında bırakılmış, yapılan araştırmalarda bu ihbarlarda bulunanların kimliğini gösterebilecek hiçbir bilgiye ulaşılamamıştır.

Davalarda gizli tanıkların ifadelerine yer verilmiş, hakkında çok ağır suçlardan mahkumiyet kararı olan şahısların hiçbir delile dayanmayan ifadeleri suç isnatlarının (AS: atılmasının) temelini oluşturmuştur. Teğmen Mehmet Ali Çelebi’nin yaşadığı gibi “sehven yüklenen” delillerle de sanıklar aleyhine kanıt oluşturulduğu görülmüş,
bütün bunların tüm kanıtlarıyla ortaya çıkmasına karşın yargılanan kişilere yönelik uygulamalar sürmüş, hatta sehven yüklendiği kabul edilen deliller gerekçe gösterilerek hüküm oluşturulmuştur.

Yine bu davalarda soruşturma aşamasında elde edilen kimi bulgular çeşitli medya organlarına sızdırılmış, haklarında soruşturma yürüten kişiler kendileriyle ilgili dosyaları göremezken, bu kişiler hakkında birçok iddia kamuoyunu yönlendirmek için kullanılmış, bir hukuk devletinde mutlaka korunması gereken masumiyet karinesi ihlal edilerek,
insanların itibarları toplum önünde linçe uğratılmıştır.

Balyoz davasında ise tüm bunlara ek olarak, hiçbir imza veya geçerliliği olmayan dijital veriler delil kimliği kazanmış, bu dijital verilerin sahte olduğunu gösteren 30 kadar ulusal ve uluslararası rapora itibar edilmemiştir. Davanın temeli olan 5 numaralı hard diskin sahte olduğuna ilişkin TÜBİTAK tarafından hazırlanan 20 Ocak 2014 tarihli dijital adli analiz raporu da dikkate alınmamış, bu şekilde oluşturulan delillerle hüküm kurulmuştur.

Davada sanıkların lehine 1466 hata, çelişki gerçekliğe aykırılık saptanmıştır.
Örneğin Başsavcılığa 30 Ocak 2010’da bavulla verilen belgeler ve 19 CD ile dava açılmış, söz konusu CD’lerden 11 ve 17 No’lu olanlarla ilgili bilirkişi raporunda CD’lerin en erken 2006 ortasında oluşturulmuş olabileceği ifade edilmiş, bu CD’lerde yer alan toplam 66 dokümanın Calibri yazı fontu tipi ile yazıldığı Yıldız Teknik Üniversitesi bilirkişilerince tespit edilmiştir. Halbuki Calibri yazı tipi Microsoft tarafından 2007 yılı sonunda piyasaya sürülen Office programında kullanılmış olup, herhangi bir belgenin
bu yazı tipi ile 2006 yılında kullanılması olanaksızdır.

Özellikle Balyoz davasında uzun tutukluluk süresi de hak ihlallerine neden olmuş,
Birleşmiş Milletler Keyfi Tutuklamalar Grubu (UN-GWAD) vermiş olduğu
6/2013 No’lu 22 Temmuz 2013 tarihli kararında, Balyoz davası kapsamında özgürlüğünden alıkonulan 250 sanığın keyfi olarak tutuklandığına hükmetmiştir.
Yapılan bu uygulamanın Medeni ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’nin 9 ve 14. maddeleri ile İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 9, 10 ve 11. maddelerini
ihlal ettiği karara bağlanmıştır. Bu kararın gerekleri de hâlâ yerine getirilmemiş olup,
hak ihlali sürmektedir.

Dava kapsamında savunma hakkının da kısıtlandığı görülmüş, “silahların eşitliği ilkesi” çerçevesinde savunma hakkını kullanmak isteyen avukatların görevlerini yapması engellenmiş veya bu olanaktan yoksun bırakılmıştır. Bütün bu hak ihlallerinin yanı sıra, 12 Haziran 2011’de yapılan milletvekili genel seçimlerine katılarak, milli iradenin vermiş olduğu kararla milletvekili olarak seçilen Sn. Engin Alan’ın da hâlâ tutukluluğu sürmekte, kendisi yasama görevinden alıkonulmakta, milletin verdiği görevi yerine getirememektedir. Anayasamıza göre millet adına yasama yetkisini kullanan TBMM’nin bir üyesi bugün özgürlüğünden yoksundur.

Bu durum çeşitli araştırma önergeleri ile de gündeme getirilmiştir. Balyoz Davası’nda yaşanan hukuk dışı uygulamaların tespiti için 29 Kasım 2013’te TBMM’ye verdiğim araştırma önergesi TBMM’de halen görüşülmeyi beklemektedir. Geçen zaman içinde yürütme organının üyeleri bu davaların birer ‘katakulli’ ve ‘kumpas’ olduğunu ifade etmiş, yargı organı içinde yer alan kimi ögelerin Devletin organlarına karşı komplo kurduğunu da söylemiştir. Bu iddialar yanıtlanmayı bekleyen çok ciddi iddialardır.

TMK’nun 10. maddesiyle görevli (AS: özel yetkili) mahkemelerde görülen davalarda yaşananlar ve özellikle Balyoz Davası ile ilgili olarak Başkanlık görevini yürütmekte olduğunuz Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru hakkı kapsamında yapılan
birçok başvuru bulunmaktadır. Bu başvuruların önemli bir bölümü bugün hâlâ görüşülmemiş olup, burada yaşanan hak ihlalleri de sürmektedir. Albay Murat Özenalp’ın ölümünde gördüğümüz gibi geçen süre geri dönülemez zararlara da
neden olmakta, birçok insan kalıcı hastalıklarla uğraşmakta, ailelerinden ve özgürlüklerinden yoksun kalmaktadır.

Bu başvuruların ivedilikle ele alınarak karara bağlanması Anayasamıza ve hukuka karşı çok ciddi bir zorunluluktur. 27 Nisan 2014’te yapmış olduğunuz konuşmada belirttiğiniz gibi;

  • Evrensel değerlerin ağırlıklı olarak uygulandığı,
    (AS: İdarenin) tüm eylem ve işlemlerinin yargı denetimine tabi tutulduğu, hukukun üstünlüğünün egemen olduğu bir devlet,
    hukuk devleti olarak tanımlanmıştır.” ve
  • Kaleyi işgal edenler de yargıyı, siyasal düşüncelerine ve ideolojilerine
    lojistik destek sağlamak için ya da rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullanmışlardır
    .”

Hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını korumak, yargı organını rakiplerinden intikam alma aracı olarak kullananların yapmış olduğu uygulamaları da
boşa çıkarmak, bir hukuk devletinin tüm organlarının asli sorumluluğudur.

Yargı intikam almak için kullanılamaz. 

Politik, ideolojik veya kurumsal bağları nedeniyle kimse ayrımcılığa uğratılamaz.
Bir görüşün veya kimi kişilerin tasfiye edilmesi için yargının bir bıçak gibi kullanılması demokratik bir hukuk devletinde normal karşılanamaz.

Bu kapsamda, mahkemeniz önünde bekleyen bireysel başvuruların bir an önce görülerek, Anayasamızda yer bulan hakların korunması tarihsel bir sorumluluk olarak önünüzde durmaktadır.

Bu zamana dek mahkemeniz bu sorumluluğu yerine getirmemiş, bu davaların mağdurlarının başvuruları gündeme alınmamış, hak ihlallerinin sürmesine
göz yumulmuştur. Ne yazık ki Türkiye hapishanelerinde bugün yargıyı bir bıçak gibi
intikam almak için kullananların mağdurları hala adalet beklemektedir.

Bu çağrı yanıtsız bırakılamaz, bu istemler yok sayılamaz.

Bu nedenlerle, bu davaların biran önce ele alınarak görüşülmesi için gereğini sunar; Türkiye’de milyonlarca insanın vicdanını kanatan uygulamaların son bularak,
adalet ve demokrasi yolunda gerekenin yapılmasını temenni ederim.

Saygılarımla,
07 Mayıs 2014, Ankara

Umut Oran
CHP İstanbul Milletvekili

VATAN NASIL?


VATAN NASIL?

portresi_kucuk

 

Naci BEŞTEPE

Yusuf AFAT, Karadeniz’in bir yayla köyünün çocuğu.

Deniz piyade subayı olmuş. İç güvenlik harekatına katılmış.
Dağlarda terörist peşinde koşmuş.

Afganistan’a gönderilmiş.

Oradaki yaşlı bir Afgan sormuş Anadolu’yu, “VATAN NASIL?” diye.

O da kendi öyküsünü anlattığı kitaba bu adı vermiş.

Bana  kitabıyla birlikte aşağıda kimi bölümlerini aktardığım bir mektup gönderdi.

YUSUF AFAT’A BALYOZ

Balyoz davasından dolayı üç dijital veride yalnızca adım yazılı diye 16 yıl cezaya çarptırılarak TSK’dan ilişiğim kesilene dek şimdilik ‘Mamak Askeri Cezaevi’nde tutsak olan Deniz Piyade Kurmay Albay Yusuf AFAT’ım.” diye başlıyor mektup.

TÜRK SUBAYI BUDUR İŞTE 

“İftirayla ‘darbeci, terörist!’ olarak yaftalandığım ‘Balyoz Davası’ hakkında, gerçekleri en az benim kadar bilmeniz nedeniyle bu konudan hiç söz etmeyeceğim. Ancak, suçsuz olmamıza karşın diri diri bir karanlığa gömüldük ve şimdi her türlü söyleme karşın üzerimize beton dökülüyor. Eğer bizlerin diri diri gömülmesi vatanın geleceğine olumlu katkı sağlayacaksa, ‘kanım da – canım da’ feda olsun aziz vatanıma…

Malum çevrelerde vicdansızca ‘Ordumuzun, din düşmanı (!) olarak ilan edildiği’ dönemlerde ‘Karadeniz Yaylalarında’ keçi çobanlığından ‘Ulu Önder Atatürk‘ün de mezun olduğu ‘Kara Harp Okulu’na yalnızca bileğimin hakkıyla girdim ve alnımın akıyla subay oldum. Yaşamım boyunca da doğduğum-büyüdüğüm yerleri,
keçi çobanlığı yaptığım günleri hiç unutmadım. Bu can bedende kaldığı sürece de unutmayacağım. Yine, eğilmeden ve bükülmeden bileğimin hakkıyla, “Kurmay Subay” oldum. 20 yıl önce 1993-95 arasında Şırnak’ta iç güvenlik harekatına
katıldım. Ne büyük bir çelişkidir ki, bugün ülkemizin bölünmez bütünlüğü adına canımızı ortaya koyan bizler iftirayla ‘terörist(?)’ ilan edilerek zindanlara koyulduk.

Ah.. bu zindanların dili olsa da yaşadığımız mezalimi bir dile getirebilse. Ama ne mümkün. Bu yüzden, iftiraya-kumpasa maruz kaldığımız bu süreçte ‘yazarlık’ gibi çok ciddi bir hususta önemli bir deneyimi de, iddiası da bulunmayan şahsım tarafından cezaevi koşullarında amatör bir heyecanla ‘tarihe not düşmek’ adına
bir kitap yazabilme çabası içine girdim.

Yaşanan çelişkiler yumağının küçük bir örneği olan bu kitapta anlatılmak istenenlerin,’Türk halkına önümüzdeki dönemde umutla bakılacak yarınlar için zifiri karanlıkta bir mum ışığı kadar aydınlatması’ benim için bir mutluluk kaynağı olacaktır…

Halkın bağrından çıkan Türk subayına reva görülen komploların boyutlarını kamuoyuna anlatması açısından küçük de olsa katkı sağlayacağını düşündüğüm
bu kitabı size takdim etmekten onur duyarım
.”

ONUR DUYDUM

Bütün yaşadıklarına karşın vatanına ve ulusuna olan duygu ve düşünceleri böyle
Yusuf Albay’ın.

Türk subayı budur işte.

Değerli silah arkadaşım, Yusuf Albayım;

Kitabınızı göndermenizden, Türk subayına yakışır anlatımınızdan ve davranışınızdan ben onur duydum.

Türk halkına, subayını daha iyi tanıması için  “VATAN NASIL?” ı okumasını öneririm.