Etiket arşivi: Örsan K. Öymen

‘Seçim’ tiyatrosu ve CHP

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
29 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

Cumhurbaşkanlığı ikinci tur seçimlerinde, bugüne kadar teokratik, monarşik, nepotist bir diktatörlük rejimini uygulayan AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, “seçimi kazandı”.

Böylece bir seçim tiyatrosu daha sahnelenmiş oldu.

  • Bu seçimlerin, önceki yıllarda olduğu gibi, özgür bir ortamda, eşit koşullarda ve adil bir biçimde gerçekleşmediği açıktır.

– AKP hükümeti, olası kazanabilecek adaylardan birisi olan CHP’li İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na kumpas davasıyla siyaset yasağı getirmiştir;
– HDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ı hapishaneye atmıştır;
– muhalefetin propaganda olanaklarını sınırlamıştır;
– medyada büyük bir hükümet tekeli kurmuştur;
– kamu hizmeti vermesi gereken devletin televizyonu TRT’yi, AKP’nin yayın organı gibi kullanmıştır;
– devletin tüm kurumlarının olanaklarını, seçim kampanyasında kullanmıştır;
– muhalefetin afiş asmasını, ekran kurmasını, telefon mesajı yollamasını birçok yerde engellemiştir;
– muhalefete karşı yalanlara, iftiralara ve tehditlere dayalı bir kampanya yürütmüştür;
– ithal “vatandaşlara” oy kullandırmıştır.

Ancak muhalefetin seçim yenilgisi, tek başına bununla açıklanamaz.

Eğitimsiz geniş bir halk kitlesinin var olduğu bir ülkede, seçim yapmanın hiçbir anlamının olmadığı, bir kere daha doğrulanmış oldu.

Halkın % 52’sinin, faşizmi, diktatörlüğü, teokrasiyi, monarşiyi uygulayan birisini cumhurbaşkanı olarak seçmesiyle, demokrasinin, cumhuriyetin, halk egemenliğinin yaşama geçmeyeceği açıktır. Demokrasi, sandıkçılık değildir.

  • Demokrasi, demokrasiyi ortadan kaldırma hakkı da değildir.
  • Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün; laikliğin; ekonomik ve sosyal adaletin; bu ilkelerin anlamı ve önemi konusunda temel bir eğitim seviyesinin (düzeyinin) ve bilincin olmadığı bir ülkede, demokrasi, cumhuriyet, halk egemenliği olmaz.

***
Öte yanda, halkın %48’inin, halkın yaklaşık yarısının, demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletinden yana tavır koymuş olması ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na oy vermesi, Türkiye’de ulusal güvenliğin ve bütünlüğün sağlanması açısından da, AKP hükümetinin mutlaka dikkate alması gereken bir durumdur.

AKP’nin ve Erdoğan’ın, bugüne kadar olduğu gibi, anayasanın 2., 6., 7., 8., 9., 11., 14., 24., 25., 26., 28., 34., 138. ve 148. maddelerini ihlal etmeye devam etmesi durumunda, AKP hükümeti, meşruiyetini kaybeder. Çünkü siyasi partiler yasasına göre, siyasi partiler anayasaya uymak zorundadır. Meşruiyet sadece seçimle değil, anayasaya uymakla da kazanılan bir şeydir.
***
Son olarak, ana muhalefet partisi olan CHP’nin yönetiminin yıllardır yaptığı hatalar da, seçim yenilgisinde büyük bir rol oynamıştır.

Genel Başkan seçildiği 2010 yılından beri girdiği tüm genel ve yerel seçimleri ve referandumları kaybeden ve CHP’nin oyunu %25’in üzerine çıkartamayan Kılıçdaroğlu’nun, artık CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılması ve bir daha genel başkanlığa aday olmayacağını açıklaması zorunlu hale gelmiştir! (AS: Bu görüşe katılmıyoruz..)

Muhalefetin, bir Aydınlanma ve sivil eğitim seferberliği başlatacak yeni bir yönetime ihtiyacı vardır!

  • CHP işgalden kurtarılmadan, vatanı işgalden kurtarmak olanaksızdır!

Kimse ülkeyi terk etmeye kalkmasın, bu vatanı Cumhuriyet düşmanlarına teslim etmesin!

Seçimi yitirenlerin ülkeyi terk etmesini isteyen, Erdoğan ve AKP’dir!

Siyaset ve eğitim

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
15 Mayıs 2023, Cumhuriyet

Dün gerçekleşen cumhurbaşkanı ve milletvekili seçimleri, siyaset ile eğitim arasında doğrudan doğruya nasıl bir ilişki olduğunu bir kere daha kanıtladı.

Yaşanan ağır ekonomik, siyasi, sosyal ve kültürel sorunlara rağmen; AKP’nin ve MHP’nin seçim kampanyasını yalanlarla, iftiralarla, tehditlerle yürütmesine rağmen; AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, her söylemiyle ve eylemiyle, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e düşman olduğunu, Cumhuriyetin temel ilkelerine, anayasada ifade edilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletine karşı olduğunu kanıtlamış olmasına rağmen; Erdoğan’ın oyların neredeyse yarısını, bir ortaçağ ittifakı olan “Cumhur İttifakı”nın da oyların çoğunu almış olması, içinde bulunduğumuz toplumsal çürümenin ve çöküşün en büyük göstergesidir.
***

  • Eğer Türkiye’de nüfusun büyük çoğunluğu, sorgulayan, araştıran, okuyan, her duyduğuna inanmayan; anayasanın, vatandaşlığın, hukukun, demokrasinin, laikliğin, adaletin ne olduğunu bilen; ahlakın, erdemin, dürüstlüğün değerini özümsemiş insanlardan oluşsaydı Erdoğan ve AKP, bu kadar yüksek oranda bir oy alamazdı ve kitlesel bir desteğe sahip olamazdı.

Bu sorun tek başına, muhalefetin yaptığı bazı hatalarla açıklanabilecek bir durum değildir.

  • Eğitim cephesindeki mücadeleyi kazanmadan, siyasi mücadeleyi kazanmak olanaklı değildir.

Atatürk bu nedenle cehaleti, Türkiye’nin önündeki en büyük tehlike olarak görmüştü.

Cehaleti yenmeden, CHP’nin, başka siyasi partilerin desteği olmadan tek başına iktidara gelmesi de olanaklı değildir.

Türkiye’nin 81 ilindeki, 900’ü aşkın ilçesindeki ve on binlerce köyündeki eğitim sorunu çözülmeden, Türkiye’nin demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti olması olanaksızdır.
***

Eğitim sorununun çözülmesi için, tüm vatandaşların nitelikli ve ücretsiz, nitelikli ve kamusal eğitimden yararlanabilmesi gerekmektedir.

Nitelikli eğitimin ücretli özel okullara terk edilmesi, Türkiye’de eğitimin önündeki en önemli sorunlardan birisidir.

  • Türkiye’de yoksulluk çeken onlarca milyon vatandaş, nitelikli eğitime ulaşamamaktadır.

Bunun dışında, eğitimin ezberlemeye değil, kavramaya yönelik bir yapıya kavuşturulması gerekmektedir.

Bir şeyi öğrenmek, o şeyi kavramakla ve anlamakla olanaklıdır. Bir şeyi ezberlemek, onu öğrenmek anlamına gelmez. Doğa bilimleri, sosyal bilimler, matematik, felsefe, edebiyat, dil, sanat gibi tüm alanlar için geçerlidir bu.

Son olarak, eğitimin dinselleşmesine son verilmesi gerekir.

  • Dinselleşmiş eğitim, kategorik olarak eğitim olamaz.

Din ile eğitim işleri, din ve devlet, din ve siyaset, din ve hukuk işlerinde söz konusu olduğu gibi, ayrı tutulmalıdır, dinin eğitimi esir alması önlenmelidir.

Bu reformların gerçekleşebilmesi için, müfredatla ilgili yapısal değişikliklerle birlikte, o müfredat üzerinden eğitim ve öğretim işlerini yürütecek nitelikli öğretmenlerin ve öğretim üyelerinin yetiştirilmesi, ülkenin dört bir yanında, nitelikli öğretmen okullarının açılması gerekmektedir.

  • Eğitim sorunu çözülmeden, ekonomik ve siyasal sorunların da çözülemeyeceği, dün gerçekleşen seçimlerle bir kez daha kanıtlanmıştır.

Muhalefet bunu kavrayamadığı sürece, iktidara gelse bile, iktidarda uzun bir süre kalamayacaktır, anlık ve geçici sevinçlerle yetinecektir.


Not: Bu yazı resmi seçim sonuçları açıklanmadan önce yazılmış ve baskıya girmiştir.

AKP, MHP ve PKK

Örsan K. Öymen
08 Mayıs 2023, Cumhuriyet

Türkiye’nin ekonomik, siyasi, sosyal sorunlarını çözemeyen AKP hükümeti ve onun destekçisi MHP, yalana ve iftiraya sarılarak, cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu, terör örgütü PKK’yi desteklemek gibi akıl almaz iddialarla suçlamaya devam ediyor.

AKP-MHP bunun gerekçesi olarak da, HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu desteklemesini gösteriyor. Oysa HDP, toptancı bir biçimde, PKK ile özdeşleştirilemeyeceği gibi, Kılıçdaroğlu’nu destekleyen 20’yi aşkın siyasi partiden yalnızca birisidir.

Bunun da ötesinde CHP, PKK’nin lideri Abdullah Öcalan’ın serbest bırakılması ve Türkiye’nin üniter (tekil) yapısının bozulması konusunda HDP’ye hiçbir taviz vermemiştir.

CHP’nin kendi oyu, %50’nin üzerinde oy almasını gerektiren yeni sistemde yeterli olmadığı için, CHP, birçok başka partiyle birlikte ve birçok başka parti gibi, HDP’nin de oyuna gereksinim duymaktadır.

HDP’nin Kılıçdaroğlu’nu desteklemenin karşılığında elde edeceği tek şey de, yargının bağımsızlığına kavuşmasıyla birlikte, HDP üzerindeki hukuka aykırı uygulamaların son bulması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin aldığı kararların uygulanmasıdır.
***
Öte yanda, terör örgütü PKK ile “çözüm süreci” adı altında müzakere yürüten ve tavizler veren; İstanbul seçimlerinden önce Abdullah Öcalan’ın postacılığını yapan ve PKK üyesi Osman Öcalan’ı TRT’ye çıkartan AKP hükümetidir!

Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacağına, Suriye’nin bölünüp parçalanmasına ve doğan otorite boşluğu sonucunda, PKK’nin Suriye’de güçlenmesine yol açan da AKP hükümetidir!

Türkiye ile Suriye arasında, teröre karşı işbirliği yapılması konusunda imzalanan Adana Mutabakatı’nı devre dışı bırakan, bu nedenle Suriye’ye sürekli sınır ötesi operasyonlar yapmak zorunda kalan AKP hükümetidir!

“Kandil’i başlarına yıkacağız” diye açıklama yapıp, 20 yıl boyunca PKK’nin mevcut yöneticileri Murat Karayılan’ı, Cemil Bayık’ı, Fehman Hüseyin’i ele geçirmeyen AKP hükümetidir!
***
AKP ve onun destekçisi MHP, Türkiye NATO’nun ikinci büyük ve etkili ordusuna sahip olduğu halde, PKK’nin yöneticilerini yıllardır neden ele geçirmediler?!

PKK’nin ortadan kalkması durumunda, MHP’nin de varlık nedenini kaybedeceği için olabilir mi?!

Yoksa beceriksizlikten dolayı mı?

Terör örgütü IŞİD liderini istediği zaman ele geçiren AKP hükümeti, PKK’nin liderleri konusunda neden aynı beceriyi gösterememektedir?!

Adana Mutabakatı neden devre dışı bırakılmıştır?!

Suriye’ye yapılan sınır ötesi operasyonları iç siyaset malzemesi olarak kullanmak için, askerin kanı üzerinden siyaset yapabilmek için olabilir mi?!
***
AKP-MHP, savunma sanayisi alanındaki gelişmeleri de iç siyaset aracı olarak kullanmaya, savaş tankıyla, gemisiyle, uçağıyla siyasi şov yapmaya ve bunu da PKK’ye karşı mücadele söylemleriyle süslemeye devam ediyor.

Oysa teröre karşı esas mücadele, etkin bir istihbaratla ve etkili antiterör komando timleriyle verilir. Tankla, gemiyle, uçakla terörizme karşı mücadele verilmez! Bunlar daha çok, ülkeler arası savaşlarda kullanılır, ama şu anda öyle bir savaş riski de yok!

Halk, AKP’nin ve MHP’nin, PKK terörü konusundaki palavralarına ve safsatalarına kanacak mı, hep birlikte göreceğiz.

AKP’nin seçim kampanyası

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
01 Mayıs 2023, Cumhuriyet

 

Bir ülkenin seçim kampanyasında ortaya atılan söylemler, o ülkenin uygarlık seviyesinin (düzeyinin) göstergelerinden biridir. AKP’deki ve MHP’deki bazı (kimi) yöneticilerin ve siyasetçilerin seçim söylemleri nedeniyle, Türkiye şimdiden bu konuda sınıfta kalmıştır.

Yalan, iftira, tehdit içeren söylemler, mert, dürüst, namuslu ve şerefli insanların kullanacağı söylemler değildir. Bu insanların, bunu utanmadan yapmaları ve içlerine sindirmeleri, ciddi bir kişilik sorununa sahip olduklarının da göstergesidir.

Kendine güvenen ve cesur (yürekli) olan insan, yalana, iftiraya ve tehdide başvurmaz. Yalana, iftiraya, tehdide umut bağlayan insan, aynı zamanda, eşit ve dürüst koşullarda yarışmayı göze alamayacak kadar (ölçüde) kendisine güvenmeyen ve korkak olan insandır.

İktidarda kalmak için yalana, iftiraya ve tehdide başvuran insan, kişisel hırslarına, egosuna (benliğine) yenik düşmüştür, ahlaken zafiyet (ahlaksal zayıflık) içindedir.

Bu insanlar kurnaz olmak ile akıllı olmak arasındaki farkı da bilmezler, kurnazlığın büyük bir marifet (hüner) olduğunu sanırlar.

Halkın demokrasi, hukuk, adalet, özgürlük, medya, ekonomi, enflasyon, işsizlik, yoksulluk, sanayi, teknoloji, tarım, eğitim, kültür, sağlık, çevre alanlarındaki sorunlarını çözemeyen AKP’nin, seçim kampanyasında bir yandan da tank, füze, uçak, gemi, araba, nükleer santral, doğalgaz projeleriyle övünmesi, ayrıca trajikomik bir durumdur.

Türkiye’nin bazı alanlarda proje geliştirmesi ve üretim yapması olumlu bir gelişme olmakla birlikte, bunların halkın temel sorunlarını çözmesi olanaklı değildir.

Karadeniz’de doğalgaz arama ve çıkarma çalışmaları kısa bir süre önce başlamıştır ve bu çalışmaların Türkiye’nin doğalgazda dışa bağımlı duruma gelmekten çıkmasını sağlayıp sağlamayacağı belli değildir.

  • Akkuyu Nükleer Santralı’nın Türkiye’ye yarardan çok zarar getireceği açıktır.

Almanya, nükleer enerjinin yerine, enerji için rüzgâra, güneşe, suya (yenilenebilir yeşil enerji kaynakları) yönelirken ve ülkesindeki tüm nükleer santralları kapatırken, dünyada nükleer santral faciası konusunda Çernobil ve Fukuşima gibi iki kötü örnek varken,

  • AKP hükümetinin nükleer santralla övünmesi bir akıl tutulmasıdır.

Savunma sanayisi alanındaki bazı projelerin Türkiye açısından ne denli öncelikli olduğu tartışma konusudur. Türkiye, savaş durumunda bir ülke değildir. Türkiye için yakın gelecekte bir savaş riski de bulunmamaktadır. Türkiye’nin komşusu olup da Türkiye’yi tehdit eden hiçbir ülke yoktur. Yunanistan ile zaman zaman yaşanan anlaşmazlıklar, iki ülkenin de NATO’ya üye olmasının da etkisiyle, savaşa yol açmamıştır. 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekâtı’nda bile iki ülke savaşa girmemiştir. Kurtuluş Savaşı’ndan beri, yaklaşık 100 yıldır, iki ülke arasında bir savaş yaşanmamıştır.

Türkiye, savunma sanayisi için bu denli çok harcama yapacağına, bu bütçeyi eğitime ve sağlığa ayırsaydı, bugün dünyanın en gelişmiş ülkelerinden birisi olabilirdi.

Togg adı verilen arabaya gelecek olursak; AKP’nin seçim kampanyasının en zayıf halkalarından birisi budur.

Neden mi?

Nedenini anlamak için arabanın fiyatını ve kaç vatandaşın o arabayı satın alabilecek gücü olduğunu öğrenmek yeterli olacaktır.

Seçimden sonrası

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
24 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

23 Nisan 1920’de, Mustafa Kemal Atatürkün öncülüğünde, Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu. Bu, egemenliğin padişahtan ve halifeden alınıp, halka devredilmesi doğrultusundaki ilk büyük adımdı.

  • AKP son yirmi yıl içinde, egemenliği halkın elinden alıp, kendisini padişah sanan
    AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a devretti!

14 Mayıs 2023 seçimlerinde de halk, egemenliğin yeni padişahın elinden alınıp, yine halka devredilmesi doğrultusunda, çok önemli bir adım atacak.

Ancak cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun bu seçimi kazanması yeterli olmayacak. Seçimlerden sonra nelerin yapılacağı, seçimlerden daha önemlidir.

Yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının, düşünceyi ifade, yayın, örgütlenme özgürlüğünün, TBMM’nin yetkilerinin artırılmasının sağlanması büyük bir reformdur, ancak yeterli değildir.
***
TBMM’de din, mezhep, etnik kimlik üzerinden siyaset yapılması, halkın egemenliğiyle değil, ruhban sınıfının, dinci, mezhepçi odakların, tarikatların, cemaatlerin, etnik kimlikçi, şovenist, ırkçı odakların egemenliğiyle sonuçlanır.

Bu da ülkeleri din, mezhep, etnik kimlik üzerinden kutuplaştıran ve bölen emperyalizme hizmet eder. Emperyalizmin olduğu yerde halk egemen olamaz.

Laiklik, anayasa, vatandaşlık bilinci bu nedenle önemlidir.

  • Laiklik tüm dinlerin, mezheplerin, dünya görüşlerinin bir arada yaşamasını sağlayan bir uzlaşma modelidir.
  • Laiklik kutuplaşmayı ve bölünmeyi engellediği için, ulusal güvenliğin de güvencesidir.

Laiklik bir anayasa maddesidir ve insanların kişisel seçimine kalmış değildir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan herkes laiklik ilkesine uymakla yükümlüdür. Aynı durum, siyasi partiler yasası gereği, siyasi partiler için de geçerlidir.

TBMM’deki siyasetçiler, din, mezhep, etnik kimlik temelli söylemleri ön plana çıkarmak yerine, vatandaşlık bilinciyle, anayasaya bağlı kalırlarsa, sorun çözülür.

Milletvekilleri bu nedenle, TBMM’de göreve başlarken, anayasaya bağlı kalacaklarına ilişkin, namusları ve şerefleri üzerine yemin ederler. Bu yemine bağlı kalmayan milletvekilleri, namuslarını ve şereflerini ayaklar altına alırlar.
***
Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanması durumunda, devletin, Cumhuriyetin ve anayasanın temel ilkeleri doğrultusunda yeniden yapılandırılması şarttır.

Bu bağlamda Milli Eğitim Bakanlığı’nın, Adalet Bakanlığı’nın, İçişleri Bakanlığı’nın, Milli Savunma Bakanlığı’nın ve Dışişleri Bakanlığı’nın, muhalefetin en büyük partisi olan CHP’de kalması ve laiklik ilkesini benimsemiş siyasetçilerin bakan olarak atanması çok önemlidir. Bu bakanlıkların, toplam oyu %5’i geçmeyen ve laiklik ilkesini özümseyememiş DEVA, GP ve SP’ye bırakılması, sorunların sürmesine neden olur.

Bu aynı zamanda, CHP’nin milletvekili listelerinde, yani yasama organında ortaya çıkan DEVA-GP-SP vesayetinin, yürütme organlarında da sürmesine ve temsiliyet ilkesinin ortadan kalkmasına yol açar.
***
Seçimlerden sonra CHP yönetiminin, kendi kimliğine ve ilkelerine dönecek ve parti içi demokrasiye kavuşacak biçimde yeniden yapılandırılması da gerekir. Kılıçdaroğlu, partili cumhurbaşkanına karşı olduğu için, cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda, CHP Genel Başkanlığı’ndan ayrılacağını açıklamıştı.

Ancak Kılıçdaroğlu daha sonra, parlamenter sisteme geçildikten sonra genel başkanlıktan ayrılacağını söyledi. Bu da, CHP’deki olası bir değişimin ertelenmesi anlamına gelmektedir.

100. yılda Meclis’in hali

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
17 Nisan 2023, Cumhuriyet

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100. yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne aday olan milletvekillerine bakıldığında, tablonun iç açıcı olduğu söylenemez.

20. yüzyılın başlarında TBMM’de görev yapan milletvekillerinin kalitesi, 21. yüzyılın başlarına göre daha yüksekti. Zaman geçtikçe siyasetin kalitesinin (niteliğinin) yükselmesi gerekirken, Türkiye’de tersine bir durumun olması, araştırılması gereken bir konudur.

Aynı durum siyasi lider kalitesi için de geçerlidir. Türkiye artık Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Erdal İnönü gibi nitelikli siyasetçileri üretemez hale (duruma) gelmiştir. Çünkü siyaset kaliteyi koruyan ve geliştiren değil, kaliteyi ezen ve yok eden popülist bir mekanizmaya (düzeneğe) dönüşmüştür.
***
Anayasadaki demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkesine aykırı siyaset yürüten kişilerin TBMM’de temsil edilmesi, Cumhuriyetin geleceği açısından kaygı vericidir.

Siyasi Partiler Yasası’na göre, siyasi partiler anayasaya uymakla yükümlüdür. Ancak Türkiye, AKP iktidarı döneminde hukuk devleti olmaktan çıktığı için, bu konuda hiçbir önlem alınmamaktadır.

Örneğin, HÜDA PAR adlı “partinin” söylemleri anayasaya aykırıdır. Bunlar bir siyasi parti için kapatılma nedenidir. Ancak bu “partinin” kapatılması bir yana, HÜDA PAR, AKP’nin himayesinde, TBMM’ye girmeye hazırlanmaktadır.

Aynı sorun AKP için de geçerlidir. AKP, anayasanın laiklikle, ifade, yayın, örgütlenme özgürlüğüyle, güçler ayrılığı ve yargı bağımsızlığıyla ilgili birçok maddesini, sadece (yalnızca) söylemleriyle değil, eylemleriyle de ihlal etmiştir (çiğnemiştir).
***
CHP’nin milletvekili aday listesi de CHP tabanında hayal kırıklığı yaratmıştır.

DEVA, GP, SP ve DP’ye verilen kontenjanlar, bu partilerin oy oranlarıyla orantısız bir biçimde belirlendiği gibi, 81 ilde dengeli bir biçimde dağıtılmamıştır, İstanbul’a ve Ankara’ya yığılmıştır. CHP İstanbul ve Ankara il ve ilçe örgütleri, örgüt üyelerinin seçimde motive edilerek çalıştırılması konusunda sıkıntıya girmiştir.

“Ergenekon” ve “Balyoz” gibi kumpas davalarının bir aşamasında, adalet bakanı olarak görev alan Sadullah Ergin’in, DEVA kontenjanından, CHP’nin kalesi olan Ankara 1. bölgede aday gösterilmesi de ayrıca haklı tepkilere yol açmıştır.

CHP’nin kurultay tarafından onaylanan parti programındaki temel ilkelere sahip çıkan aday adaylarının, seçilebilecek yerlerde yeterli sayıda aday gösterilmemiş olması, hatta partinin ilkelerini yeterince benimsememiş olan bazı kişilerin, listede üst sıralarda yer almış olması, ayrıca büyük bir sorundur. Bu çerçevede, Yüksel Taşkın’ın İzmir 1. bölgede birinci sırada aday gösterilmiş olması da, haklı tepkilere yol açmıştır.

Türkiye’nin önceliği AKP’nin diktatörlük rejiminden kurtulmak olduğu için, listelerdeki sorunlar, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı seçilmesine engel olmayabilir; olmamalıdır da.

Ancak listelerdeki sorunlar, CHP’nin bazı (kimi) illerde oy kaybına (yitiğine) uğramasına ve  milletvekili yitirmesine yol açabilir. Cumhurbaşkanlığı oylamasında Kılıçdaroğlu’na oy verecek birçok kişi, tabandaki kaygıların giderilmemesi durumunda, milletvekili listesinde, laiklik ve sol konusunda daha duyarlı olan partilere, örneğin Türkiye İşçi Partisi’ne veya öbür sosyalist partilere oy verebilir, CHP’li yöneticilerin “aritmetik hesapları” fiyaskoyla sonuçlanabilir.

CHP’ye yönelik iftiralar

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

CHP yönetimini, partinin tarihsel, kurumsal kimliğine ve ilkelerine dayanarak yapıcı bir biçimde eleştirmek ayrı bir şeydir; yönetimi, kritik ve yaşamsal bir seçim ortamında, orantısız biçimde eleştirmek; yalana ve iftiraya başvurmak; bunu yaparken de CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun alternatifi (seçenek) olarak, Türkiye’de monarşik, teokratik bir diktatörlük kuran Recep Tayyip Erdoğanı ve Devlet Bahçeli’yi veya siyasal vizyon açısından Kılıçdaroğlu’nun da gerisinde olan, ayrıca, yapılan tüm araştırmalara göre, seçimi kazanamayacak olan Muharrem İnce’yi, Ümit Özdağ’ı, Sinan Oğan’ı savunmak, ayrı bir şeydir.

CHP’yi hedef alarak akıl tutulması yaşayan ve muhalefet oylarının bölünmesine yol açarak AKP’ye ve MHP’ye hizmet eden kesimlerin, öncelikle şunu anlaması gerekir:

  • Bugün Türkiye’de Mustafa Kemal Atatürk çapında tek bir lider yoktur!

Eğer Türkiye, Atatürk gibi birisini bekleyerek sandıkta davranış sergileyecekse, AKP ve onun gibi siyasal partiler daha 50 yıl iktidarda kalırlar!

Mükemmeliyetçilik, mükemmel bir alternatif (seçenek) varsa anlamlıdır! Aksi halde mükemmeliyetçilik, kötülere hizmet etmek dışında hiçbir işe yaramaz!
***
CHP’de, Atatürk’ün ve Cumhuriyetin temel ilkelerinden uzaklaşan birkaç siyasetçi olduğu gibi, bu ilkelere sahip çıkan birçok siyasetçi ve milyonlarca üye vardır.

CHP’nin kurumsal kimliği, birkaç siyasetçi tarafından değil, Kurultay tarafından onaylanan parti programı tarafından belirlenir!

  • CHP’nin parti programı, Atatürk’ün ve Cumhuriyetin temel ilkelerine, cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik, milliyetçilik, devrimcilik, sosyal demokrasi ve demokratik solculuk ilkelerine sahip çıkar!

Atatürk popülist bir politikacı olmadığı gibi, siyaseti milliyetçilik ilkesine indirgemiş bir siyasetçi de değildi!

O nedenle Atatürk’ün kurduğu partinin adında “milliyetçi” sözü geçmez, o nedenle o partinin adı Cumhuriyet Halk Partisi’dir!

O nedenle Atatürk tek başına milliyetçilik ilkesini değil, onunla birlikte cumhuriyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve devrimcilik ilkesini de benimsemiştir ve milliyetçilik ilkesini, etnik kimlik üzerinden değil, vatandaşlık bilinci üzerinden, ümmetçiliğin antitezi olarak, laiklik ilkesini tamamlamak için kullanmıştır!
***
CHP, tarihsel ve kurumsal kimliği ve geniş üye ve seçmen tabanı gereği, kategorik olarak, HDP’nin çizgisinde olabilecek bir siyasal parti değildir.

  • CHP Türkiye’nin üniter (tekil) yapısını, ulusal bütünlüğünü sonuna dek savunur!

HDP ile yapılan görüşmelerde HDP’ye bu konuda verilen hiçbir taviz (ödün) yoktur! CHP’nin iktidara gelmek için, öbür partiler gibi, HDP’nin de oyuna ihtiyacı (gereksinimi) vardır; HDP’nin de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin de tespit ettiği (belirlediği) gibi, HDP üzerindeki hukuka aykırı baskıların son bulması, yargının bağımsız duruma gelmesi beklentisi vardır. Konu bundan ibarettir!

HDP’nin özerklik ve federasyon gibi beklentilerinin karşılanması ve/veya HDP’ye hükümette bakanlık verilmesi kesinlikle söz konusu değildir!

14 Mayıs’ta Atatürk’ün Aydınlanma yolunda önemli bir adım atılacaktır.

Aklı olan herkes, bu adımın yeterli olmadığını bilmekle birlikte, bu adımı atabilecek tek kişinin kim olduğunu da bilmektedir!

Can ve seçim güvenliği

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
03 Nisan 2023, Cumhuriyet

 

Çok partili serbest seçimli bir ülkede, yönetime aday olan muhalefet liderlerinin can güvenliği ve seçimlerde hile yapılıp yapılmayacağı tartışma haline gelmişse; o ülkede çok partili serbest seçimli düzen büyük risk altındadır.

Türkiye ne yazık ki AKP ve MHP yüzünden bu duruma kadar düşmüştür!

Bir ülkede demokrasinin, cumhuriyetin, yani halkın egemenliğine dayalı bir yönetim biçiminin var olması altı koşula bağlıdır:

1) Çok partili serbest seçimli düzen.
2) Yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı.
3) Düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğü.
4) Laiklik.
5) Ekonomik ve sosyal adalet.
6) Demokrasi ve cumhuriyet konusunda temel eğitim düzeyi.

Söz konusu altı koşulun birisi veya birden çoğu değil, hepsi birden sağlanmışsa, o ülkede demokrasiden ve cumhuriyetten söz edilebilir.
***
Türkiye’de ekonomik ve sosyal adalet sorunu ile demokrasi ve cumhuriyet konusunda temel bir eğitim düzeyine ulaşılması sorunu, Cumhuriyetin kuruluşundan beri, hiçbir zaman çözülemedi.

Ancak 1923 yılından itibaren (başlayarak), laik bir düzenin kurulması ve yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının sağlanması; 1950 yılından itibaren (başlayarak), çok partili serbest seçimli bir düzenin kurulması; 1961 yılından itibaren (bu yana) düşünceyi ifade (açıklama), yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün güvence altına alınması konularında büyük reformlar ve devrimler gerçekleşti.

AKP’nin iktidar döneminde ise, belli bir ölçüde, çok partili serbest seçimli düzen hariç (dışında), demokrasi yolundaki kazanımların tamamı (tümü) ortadan kaldırıldı, sivil dikta rejimi kuruldu.

Son yıllarda, AKP’nin seçimleri kaybetme (yitirme) olasılığının ortaya çıkmasıyla birlikte, AKP, geriye kalan son kazanımı da, çok partili serbest seçimli düzeni de yok etmeye başladı.
***
Referandumda mühürsüz oyların sayılması; İstanbul seçimlerinin tekrar edilmesi (yinelenmesi); seçilmiş belediye başkanlarının yerine hukuka aykırı biçimde kayyum atanması; HDP’li liderlerin hukuka aykırı biçimde tutuklanması; İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkanına kumpas “davasıyla” siyaset yasağı getirilmesi; HDP’nin seçimlerden kısa bir süre önce kapatılmasının planlanması; AKP’li ve MHP’li yöneticilerin, muhalefet liderlerini, onların can güvenliğini tehlikeye atacak biçimde, hedef haline (durumuna) getirmeleri ve tehdit etmeleri, yaşanan olgulardır.

Önümüzdeki genel seçimlerde muhalefete düşen en zorlu görevler şunlardır       :

1) Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile deprem bölgesini kapsayıp OHAL ilan edilen 11 ilde sandık güvenliğinin sağlanması.
2) Depremzedelerin oy kullanabilmesinin sağlanması.
3) Afganistan, Irak, Suriye, Sudan, Somali gibi ülkelerden ithal “seçmenin” devreye sokulmasının önlenmesi.
4) Yurtdışındaki ve/veya içindeki bazı (kimi) odakların siber suç eylemleriyle dijital-elektronik seçim verisi sistemlerine müdahale etmesinin önlenmesi.
5) Başta cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu olmak üzere, muhalefet liderlerinin can güvenliğinin en üst seviyede (düzeyde) sağlanması.

Can güvenliğini İçişleri Bakanlığı’nın, seçim güvenliğini Yüksek Seçim Kurulu’nun sağlaması gerekirken, bunların sağlanmasının da muhalefet partilerine kalması, bir hükümet için elbette utanç verici bir durumdur!

Ancak hükümette ve ortaklarında utanma duygusu diye bir şey kalmadığı için, sorumluluğu muhalefet partilerinin üstlenmesi kaçınılmazdır!

Halk kontrolü eline aldı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Mart 2023, Cumhuriyet

 

İnsanlık tarihinde, bütün hakların tek bir devrimle bir anda elde edildiği tek bir örnek yoktur. İnsan, mükemmel bir varlık olmadığı için, ne yazık ki adım adım, ağır aksak, düşe kalka, öğrene öğrene, zaman içinde ilerlemekte ve gelişmektedir.

14 Mayıs 2023 seçimleri de bu çerçevede ele alınmalıdır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığında anlaşan “Millet İttifakı”nın ve “6’lı masa”nın, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet alanlarında yapısal reformların gerçekleşmesi konusunda yetersiz kaldığı bir gerçektir.

Ancak söz konusu ittifakın, başka alanlarda, örneğin, yargı bağımsızlığının; yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığının; düşünceyi ifade, yayın, medya ve örgütlenme özgürlüğünün; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerinin artmasının sağlanması konusunda gerçekleştireceği reformlar, AKP’nin kurduğu teokratik diktatörlük rejiminin sona ermesi doğrultusunda büyük bir adım olacaktır.

Bu büyük adım gelecekte, laiklik ve sosyo-ekonomik adalet konusunda daha ileri reformların yapılması olasılığını da doğuracaktır. AKP’nin kurduğu despotik, dogmatik, teokratik düzenle, anayasada belirtilen demokratik, laik, sosyal hukuk devletinin inşa edilemeyeceği açıktır.
***
Muhalefet cephesinde, bu yalın gerçeği dikkate almadan ve kavramadan hareket eden her siyasetçi, siyaset sahnesinden silinecektir.

Halkın çoğunluğu, ekonomik krizin yarattığı olumsuz ortamın da etkisiyle, Türkiye’nin AKP iktidarında dibe vurduğunun, bundan daha kötüsünün olamayacağının farkındadır.

  • Gerçekleştirilen tüm araştırmalara göre, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’a karşı şu anda seçimi kazanma olasılığı olan tek cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
  • Halk bu nedenle, ilk turda Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimleri kazanmasını zora sokacak olan her siyasetçiyi, oylarıyla sandığa gömecektir.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener bu nedenle, siyaseten yok olmaktan son anda kurtulmuştur. Akşener’in yarattığı kriz nedeniyle on binlerce kişi 48 saat içinde İYİ Parti üyeliğinden istifa etmiştir; İYİ Parti Genel Merkezi, çığ gibi gelen tepkiler nedeniyle neye uğradığını şaşırmıştır.

Siyasetçilerin hatalarından, hırslarından, egolarından bunalan halk,
artık kontrolü (denetimi) eline almıştır.

Bundan sonra halk siyasetçilere ayak uydurmayacaktır, siyasetçi halka ayak uydurmak zorunda kalacaktır! Bu kritik dönemde halka ayak uyduramayan siyasetçi, halkta karşılık bulamayacaktır. Halkın vizyonu, siyasetçinin vizyonunun ötesine geçmiştir.

Memleket Partisi Genel Başkanı ve cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce de, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Zafer Partisi’nin cumhurbaşkanı adayı Sinan Oğan da, bu gerçeği dikkate alarak hareket etmelidirler.
***
Yeniden Refah Partisi Genel Başkanı Fatih Erbakan’ın, AKP’nin ve MHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın lehine cumhurbaşkanı aday adaylığından çekileceğini ve HÜDA PAR adlı şeriatçı ve bölücü “partinin”, AKP’nin himayesinde TBMM’ye milletvekili sokacağını açıklamalarından sonra, Memleket Partisi’nin ve Zafer Partisi’nin, yeni oluşan dengeleri de dikkate alarak, tutumlarını gözden geçirmeleri, ayrıca kaçınılmaz hale (duruma) gelmiştir.

  • Halk ne yapıp edip, kuruluşunun 100. yılında, Cumhuriyeti yıkılmaktan kurtaracaktır!

Karakter sınavı

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
20 Mart 2023, Cumhuriyet

 

Bir insanın, hem kendisi için başarabileceği hem de çocuklarına ve gelecek kuşaklara bırakabileceği en iyi şey, sağlam bir karakterdir.

İnsanın sağlam bir karaktere sahip olup olmadığı kolay kolay anlaşılmaz; bazı olağanüstü ve zor dönemlerde ortaya çıkar. AKP’nin iktidarda olduğu yaklaşık 20 yıllık süre öyle bir dönemdir.

AKP’nin teokratik bir diktatörlük rejimi kurduğu bu dönemde aydınların, yazarların, akademisyenlerin, medya üyelerinin, siyasetçilerin, avukatların, doktorların, öğretmenlerin, öğrencilerin de içinde bulunduğu, ancak çoğunluk olmayan bir kesim, demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkesini, AKP iktidarının başından sonuna kadar tutarlı bir biçimde savundu ve AKP’nin baskılarına karşı onurlu, namuslu ve şerefli bir direniş sergiledi.

Bu kesim bunun karşılığında, maddi ve manevi açıdan büyük bedeller ödedi, acılar çekti, sıkıntılar yaşadı.
***
İlkesiz bir başka kesim ise, düzene ayak uydurdu, rahatını korudu, iktidar kimde ise, onun yanında durmayı tercih etti.

Bu kesimin bir kısmı, AKP’den doğrudan beslendiği için sonuna kadar AKP’nin yanında durdu; bir kısmı ise, ahlaki ve siyasi bir bilinçle değil, ekonomik krizin ortaya çıkmasıyla birlikte, çıkarcı kaygılarla, AKP’den uzaklaştı.

AKP’nin iktidar olduğu dönemde ilkesiz davranan ve iyi bir karakter sınavı vermeyen bir kesim de, “neoliberaller ve ikinci cumhuriyetçiler oldu. Medyada ve üniversitelerde büyük bir ağırlığı olan bu kesim, AKP iktidarını 10 yılı aşkın bir süre destekledi; laiklik ilkesini yok saydı; teokratik bir düzeni, demokrasi adı altında pazarlamaya devam etti.

AKP’nin Fethullah Gülen’e bağlı çetelerle birlikte gerçekleştirdiği “Ergenekon”, “Balyoz”, “Oda TV”, “Casusluk” adlı kumpas davaları ve sahte yargı süreçleri sırasında bu kesim, AKP’ye destek vermeye devam etti; AKP’nin dikta rejiminin kurulmasına büyük katkı verdi.

“Gezi” olaylarında Cumhuriyet devrimlerine ve laiklik ilkesine sahip çıkan geniş halk kitlelerinin, anayasanın 34. maddesindeki haklarını kullanarak sokaklara ve meydanlara dökülmeleri ve Cumhuriyet tarihinin en büyük kitlesel protesto eylemlerini gerçekleştirmeleriyle birlikte, “neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı, sık sık yaptıkları gibi, güçlünün yanında yer aldılar ve eylemlere katıldılar; ancak bu eylemlerin ana unsuru (ögesi) olmadılar, eylemlere eklemlenerek, kendilerine yeni bir alan yarattılar.

“Neoliberallerin” ve “ikinci Cumhuriyetçilerin” bir kısmı ise, AKP’yi ve Fethullah  Gülen’i, “Gezi” protestolarından sonra da desteklemeye devam ettiler; AKP ile yollarını, AKP’nin Fethullah Gülen ile yollarını ayırmasından sonra ayırdılar veya ayırmak zorunda kaldılar.
***
Akıldışı ve olgulara aykırı önyargıların bir sonucu olarak Mustafa Kemal Atatürke ve O’nun temel ilkelerine karşı bir nefret duygusu içinde yaşayan “neoliberal” ve “ikinci Cumhuriyetçi” kesim, son yıllarda da, muhalefet partileri üzerinden, siyasette, medyada, üniversitede, bürokraside kendisine bir yetki alanı açma çalışmalarını hızlandırdı.

Karakter sınavını geçemeyenler, kariyer sınavını bir daha geçerlerse, bu büyük bir sürpriz olmaz!