Etiket arşivi: halkın egemenliği

Deprem fırsatçısı darbeciler

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
27 Şubat 2023, Cumhuriyet

Deprem fırsatçıları sadece talanda, dolandırıcılıkta, borsa işlemlerinde, inşaat sektöründe ve emlak piyasasında karşımıza çıkmıyor!

Bu fırsatçılara siyasette de rastlanıyor!

AKP’nin kurucularından Bülent Arınç’ın, depremden dolayı seçimlerin ertelenmesinin bir zorunluk olduğunu açıklaması, açık bir darbe çağrısıdır!

  • Anayasaya göre seçimler sadece, bir savaş durumunda TBMM’nin onayıyla ertelenebilir.

Doğal afet seçim erteleme gerekçesi olamaz. Bunun aksini uygulamak, anayasal düzene ve halkın egemenliğine karşı gerçekleştirilmiş bir darbedir.

Bülent Arınç’ın bunu savunurken, şeriatçı ve teokratik bir bakış açısıyla, “Anayasalar kutsal metinler değildir” ifadesini kullanması ise anayasaya ikinci kez meydan okumaktır!

  • Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı anayasaya uymakla yükümlüdür!

Öte yanda, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamı, dindarlar tarafından kutsal olarak algılanan metinlere uymak zorunda değildir!

Demokratik laik bir hukuk devletinde tartışmalı, öznel ve göreceli olan metin anayasa değildir, “kutsal” metinlerdir!

Demokratik laik bir hukuk devletinde vatandaşlar, Kuran, İncil, Tevrat gibi metinlere, anayasayla çelişki içine düşmemek koşuluyla, uyup uymamakta özgürdürler.

Ancak anayasa, bir devletin siyasi düzenini belirleyen temel metin olduğu için, o devletin vatandaşı olan herkes, o anayasaya uymak zorundadır!

Anayasanın değiştirilemez olan temel ilkelerine, örneğin demokratik laik hukuk devleti ilkesine karşı çıkan, onun yerine teokratik bir din devletinde yaşamak isteyen kişi, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarak İran veya Suudi Arabistan vatandaşlığına geçebilir. Ancak bu kişi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak kalmak istiyorsa, demokratik, laik, hukuk devleti ilkesine uymakla yükümlüdür.
***
Bülent Arınç’a karşı AKP hükümeti içinden kesin bir itirazın ortaya konmaması daha da vahimdir!

AKP hükümeti sözcüsü Ömer Çelik, “Şu anda seçimle ilgili herhangi bir şey konuşmayı çok yanlış buluruz”, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, “Bizim seçim ertelemek gibi bir gündemimiz yok”, Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, “Önümüzdeki günlerde aksi yönde bir siyasi mutabakat olmadıkça eğilim, seçimin vaktinde yapılması yönünde” gibi muğlak ve yoruma açık ifadeler kullandılar.

İbrahim Kalın bununla da yetinmedi, deprem bölgesinde seçim yapılmasıyla ilgili olarak oluşabilecek “teknik sorunlara” değindi ve “10 şehirde seçim olup olmayacağına Yüksek Seçim Kurulu karar verecek” dedi!

Oysa, seçim işlerinden anlayan herkes, deprem bölgesindeki vatandaşların güvenli bir biçimde oy kullanmasını sağlayabilecek birçok teknik ve lojistik önlemin, 2 aylık bir çalışmayla alınabileceğini bilir.

Deprem bölgesindeki vatandaşların seçime katılmasına engel olmak da, o bölgedeki halkın egemenliğine ve demokratik düzene karşı gerçekleştirilmiş bir darbedir!

Hükümet, 81 il yerine 10 ilde darbe yaparak, darbecilikten kurtulmuş olmaz!

Şu anda Türkiye’de en büyük mağduriyeti yaşayan halk kesiminin, demokratik katılımdan ve geleceğini belirlemekten mahrum (yoksun) bırakılması, milyonlarca vatandaşın oy kullanma hakkının gasp edilmesi, anayasaya ve hukuka aykırı olduğu gibi, ahlakla, erdemle, adaletle ve vicdanla da bağdaşmaz!

Tarikat ve cemaat egemenliği

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
12 Aralık 2022, Cumhuriyet

Bir vakıf bünyesindeki bir dini tarikat ve cemaat örgütlenmesinin kurucularından olan bir kişinin, 6 yaşındaki kızını, 29 yaşındaki bir müridiyle, imam nikâhıyla evlendirdiğine dair iddialar, büyük tepkilere neden oldu.

Yargı süreci sonuçlanmamış olsa da savcılık dosyasından medyaya yansıyan ses kayıtlarına, ifadelere, tıbbi raporlara, fotoğraflara göre, pedofili ve tecavüz suçu anlamına gelen iddiaların, ciddi bir dayanağı bulunmaktadır.

Tarikat ve cemaat örgütlenmesi içinde yer alan birçok başka kişinin taciz ve tecavüz suçlarından hüküm giydiği dikkate alınacak olursa, bu gelişmelere şaşırmamak gerekir.

Tüm dini tarikat ve cemaat üyeleri için bir genelleme yapılamasa da birçok dini tarikat ve cemaat örgütlenmesinin içinde bu tür suçlar işlenmektedir, bu tür ahlaksızlıklar, vahşetler, alçaklıklar, namussuzluklar ve şerefsizlikler yaşanmaktadır.

Bu, birçok başka nedenle birlikte, dini tarikat ve cemaatlerin, kendilerini anayasanın, yasanın ve hukukun üzerinde görmelerinden; anayasaya, yasalara ve hukuka meydan okumalarından; laiklik ilkesine karşı çıkmalarından da kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla olayın siyasal bir boyutu vardır. Konunun siyasal olmadığını iddia etmek ve olayı salt bir adli olay olarak değerlendirmek, gerçek sorunu görmezden gelmek anlamına gelmektedir.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasasına ve yasalarına göre, reşit olmak, yani hukuken kendinden sorumlu olmak ve kendi başına yasal yetki sahibi olmak yaşı 18’dir. Bu çerçevede, 18 yaşından küçük olan vatandaşlar, anayasaya ve yasalara göre evlenemezler. Dini gerekçelerle, “imam nikâhı” adı altında, 18 yaşından küçük olanlar için paralel bir evlilik ilişkisi uygulamak, anayasaya ve yasalara aykırıdır.

Kuran’da 18 yaşından küçüklerin evlenebileceği yorumuna yol açabilecek bir ayetin olup olmaması, konu dışıdır. Çünkü,

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası ve yasaları Kuran ayetlerinden oluşmaz ve Kuran ayetlerine göre belirlenemez! 

Kuran ile anayasanın ve yasanın çeliştiği veya uyuşmadığı noktada, kendisini Müslüman olarak tanımlayan vatandaş, anayasaya ve yasaya uymakla yükümlüdür!

  • Çünkü Türkiye bir din devleti değildir, Türkiye bir teokrasi değildir; anayasada da ifade edildiği gibi Türkiye; demokratik, laik, sosyal bir hukuk devletidir!

Türkiye ruhban sınıfının değil, halkın egemenliğine dayalı bir cumhuriyettir!

Öte yandan Kuran’da, cemaat-tarikat, tekke, zaviye, halifelik, şeyhülislamlık gibi ruhban sınıfı unsurları yoktur; bunlar sonradan uydurulmuştur. Ancak Kuran’da böyle bir yapılanmaya dair bir ayet olsaydı da, bu hukuken yok hükmünde sayılacak bir ayet olurdu.
***
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk,

  • Türkiye’nin şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar ülkesi olmayacağını, en gerçek yolun uygarlık yolu olduğunu vurgulamıştır.

Bu çerçevede laiklik karşıtı hareketlerin odağı haline gelen tarikatlar, tekkeler, zaviyeler ve bunların etrafında örgütlenen cemaatler, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 1925 yılında 677 sayılı yasayla kapatılmıştır. Söz konusu tarikatlar, tekkeler, zaviyeler, cemaatler günümüzde de yasadışıdır. Ancak bu örgütler yasadışı oldukları halde, dernek ve vakıf adı altında fiilen varlıklarını sürdürmektedirler.

Atatürk, dini hizmetlerin verilmesi için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur. Ancak bu kurum tarikatlar ve cemaatler tarafından işgal edildiği gibi, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yetkileri ve otoritesi, dernekler ve vakıflar üzerinden gasp edilmiştir, dini hizmet için paralel bir yol açılmıştır.
***

Laiklik karşıtı dini cemaatlerin ve tarikatların, vakıf ve dernek maskesi altında faaliyet yürütmesini önlemenin tek yolu;
derneklerin ve vakıfların dini hizmet vermelerinin yasaklanmasıdır,
dini hizmet veren tüm derneklerin ve vakıfların kapatılmasıdır.

Dini hizmetler salt Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından verilmelidir ve bu kurum da tüm dinleri ve mezhepleri kapsayacak bir biçimde, anayasadaki laiklik ilkesine göre, yeniden yapılandırılmalıdır.

Halkın egemenliği

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen

Kralın, padişahın, çarın, hanedanın, toprak ağasının ve ruhban sınıfının egemenliğine son verip egemenliğin halka devredilmesinin yolunu açan iki büyük devrim, insanlık tarihinde ilk defa, 18. yüzyılda gerçekleşmiştir.

1776 Amerikan Devrimi ve 1789 Fransız Devrimi bu süreci başlatan iki büyük devrimdir. Bu devrimlere, monarşinin, feodalizmin ve teokrasinin yıkılması sürecini başlatmaları nedeniyle, aydınlanma devrimleri denir.

14. yüzyıl ile 18. yüzyıl arasında Avrupa’da felsefe, bilim ve sanat alanındaki bazı gelişmeler, bu devrim sürecinin altyapısını hazırlamıştır.

– Sanatta Da Vinci, Botticelli, Raffaello, Michelangelo, Dante, Shakespeare, Cervantes;
– Felsefede Bacon, Hobbes, Locke, Descartes, Leibniz, Hume, Rousseau, Kant;
– Bilimde Kopernik, Galilei, Kepler, Newton;

monarşik, feodal ve teokratik güç odaklarının dogmalarının sarsılmasında büyük rol oynamışlardır.

Dönemin ekonomik ve siyasi koşullarıyla birlikte, alanlarında devrimci çalışmalar gerçekleştiren bu kişilerin eserleri birleşince, insanlık yeni bir dönemeçle karşılaştı.

Halkın egemenliği, birkaç yüzyıldır gündemde olan bir konudur. İnsanın yüz binlerce yıllık tarihi dikkate alınacak olursa, bunun çok yeni bir gelişme olduğu açıktır.

Halkın egemenliğinin sağlanması konusunda günümüzde yaşanan sancılar da insanlığın oldukça uzun süren karanlık geçmişinden hâlâ tam olarak kurtulamamış olmasıyla ilgilidir.
***
Mustafa Kemal Atatürk’ün aydınlanma devrimleri, Avrupa’da ve Amerika’da yaşanan bu sürecin, 20. yüzyıldaki bir yansımasıdır.

Avrupa’da ve Amerika’da, monarşinin yerine yasama, yürütme, yargı arasında güçler ayrılığı; feodalizmin yerine herkese mülkiyet hakkı; teokrasinin yerine laiklik devreye girmeye başlarken, Osmanlı İmparatorluğu aynı dönemde bu alanlarda hiçbir devrim gerçekleştirmiyordu.

Osmanlı İmparatorluğu’nun geri kalmışlığı, tek başına, sanayi devrimini gerçekleştirememesine bağlı bir konu değildir. Sanayi devrimi Avrupa’da ve Amerika’da 19. yüzyılda gerçekleşmiştir. Gelişmişlik bağlamında esas konu sanayi devrimi değildir; esas konu, sanayi devriminden önce gerçekleşen siyasi devrimlerdir.

Sanayi devrimi, kapitalizm adı verilen yeni bir sömürü düzenine yol açtığı için, aydınlanma devrimleri bağlamında yüceltilecek bir şey değildir. Sanayi devrimiyle birlikte gelişen kapitalizm, 18. yüzyıldaki aydınlanma devrimlerinin eşitlik, kardeşlik ve özgürlük idealini yerle bir etmiştir.

Atatürk, bir taraftan, 18. yüzyıldaki aydınlanma devrimlerini, cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik, ulusçuluk ve devrimcilik ilkeleriyle uygulamaya koymuştur, bir taraftan da kapitalizmin, özel sektörün ve serbest piyasa ekonomisinin yol açacağı adaletsizlikleri, belli bir ölçüde bertaraf etmek için, devletçilik ilkesini yürürlüğe koymuştur.

Bu ilkeler, Atatürk’ün kurucusu olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’nin “altı ok” olarak da bilinen temel ilkeleridir.

  • Cumhuriyet Halk Partisi, aydınlanma felsefesini, Türkiye’de siyaseten örgütlemek üzere, Atatürk tarafından kurulan bir siyasi partidir. CHP bir aydınlanma projesidir.
    ***

23 Nisan 1920’de, Atatürk’ün öncülüğünde kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, halkın egemen olmasının sağlanması doğrultusundaki ilk büyük adımdır. Atatürk bu ulusal bayramı çocuklara, yani gelecek kuşaklara armağan etmiştir. Bu nedenle 23 Nisan, Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı olarak kutlanır.

Dünyada bu bayramın başka bir örneği yoktur. Türkiye bu bayramı, Atatürk’ün yaratıcılığına, insancıllığına ve iyimserliğine borçludur.

  • TBMM’nin kurulmasıyla birlikte, egemenlik saraydan ve padişahtan alınıp halka devredilmiştir.
  • Bugün AKP hükümeti, egemenliği halktan alıp yeniden saraya ve padişaha devretmeye çalışmaktadır! 

Ancak halkın egemen olması için, milletin temsilcilerinin yer aldığı Meclis’in kurulması yeterli değildir. TBMM bu nedenle, 1922’de saltanatı ve 1924 yılında halifeliği kaldırmıştır; 1923’te cumhuriyeti kurmuştur; 1924’te Öğretim Birliği Kanunu’nu, 1926’da Medeni Kanunu çıkarmıştır; 1928’de ve 1937’de laiklikle ilgili anayasal düzenlemeler yapmıştır; 1934’te kadınlara seçme ve seçilme hakkını tanımıştır.

Sağda solda, halkın, milletin, ulusun egemenliğini ağızlarında sakız yapanların, öncelikle bunları öğrenerek aydınlanmaları gerekmektedir.

CHP’nin tarihi savrulması

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen

04 Nisan 2022, Cumhuriyet

 

Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin en kritik döneminde, tarihindeki en büyük savrulmayı yaşıyor.

Laiklik ilkesinden giderek uzaklaşan ve AKP’nin gölgesinde siyaset yapan CHP yönetimi, CHP’ye oy veren seçmenlerini karamsarlığa sürüklüyor, Türkiye için umut olacağına, Türkiye’yi ortaçağ karanlığına götüren sürecin bir parçası oluyor.

Daha önceki bir açıklamasında, “Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, laiklik ilkesini neredeyse hiç gündeme getirmiyor, siyasetin, ekonominin, hukukun, eğitimin, devlette kadrolaşmanın dinselleşmesiyle ilgili sorunu görmezden geliyor.

CHP yönetimi laiklik konusunda edilgen kaldıkça, bundan cesaret alan AKP iktidarı, tarikatlar ve cemaatler, anayasada yer alan laiklik ilkesini bertaraf etmek ve teokratik bir düzeni kurmak için daha çok çalışıyorlar, kendilerine daha geniş bir alan açıyorlar.
***
CHP MYK üyesi Bülent Tezcan geçen günlerde yaptığı bir açıklamada, CHP’nin laiklik konusunda geri adım atmadığını, sadece söylemlerinde sürekli laiklik terimini kullanmadığını ifade etti.

Oysa CHP’nin bütün söylemlerini laiklik ilkesi üzerine kurmasını bekleyen kimse yok zaten. Sorun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, CHP’nin Parti Programı’nda ve Parti Tüzüğü’nde yer alan laiklik ilkesi üzerine, CHP’nin hiçbir söylem geliştirmemesidir; hatta laiklik karşıtı eylemlerin içinde olmasıdır!

CHP, ekonomi, hukuk, adalet, medya, yolsuzluklar alanındaki sorunlarla birlikte, laiklik alanındaki sorunları da gündeme getirse ve o sorunlara yönelik çözüm önerilerini de ortaya koysa, ortada zaten bir sorun kalmayacak.

Mehmet Bekaroğlu ve Cihangir İslam gibi laiklik ilkesini yıllarca eleştiren siyasetçilerin CHP’de milletvekili ve parti meclisi üyesi yapılmaları; Genel Başkan dahil, bazı CHP’lilerin zaman zaman dini söylemler üzerinden siyaset yapmaları; CHP yönetiminin, eğitim sisteminde laikliğin ihlal edilmesine nadiren tepki vermesi; 22 CHP milletvekilinin, Diyanet Akademisi adı altında kurulan medrese eğitimine TBMM’de kabul oyu vermesi ve CHP’den hiçbir milletvekilinin bu düzenlemenin aleyhinde oy kullanmaması; muhalefetteki altı partinin işbirliğiyle hazırlanan Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem metninde, saltanatın ve hilafetin geçerli olduğu 1921 yılında çıkarılan sözde anayasanın “nispeten kapsayıcı” olduğunun, cumhuriyet döneminde çıkan tüm anayasaların “dar kalıplara girmiş” olduğunun iddia edilmesi, Bülent Tezcan’ı yanlışlayan olgulardan bazılarıdır.
***
CHP MYK üyesi Muharrem Erkek geçen günlerde, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” konusunda yaptığı bir açıklamada, 1921 “anayasası”nda halkın egemenliğinin vurgulandığını, CHP, İYİ Parti, DEVA, GP, SP, DP arasında varılan uzlaşmanın çıkış noktasının bu olduğunu söyledi.

Oysa halkın egemenliği sadece bu “anayasada” değil, cumhuriyet döneminde hazırlanan tüm anayasalarda ifade edilmektedir. Halkın egemenliğinin vurgulanması için 1921 “anayasası”na referans vermek zorunlu değildir.

Bunun da ötesinde, 1921 “anayasası”nda, halkın egemenliğinin nasıl sağlanacağına dair hiçbir madde bulunmamaktadır, halkın egemenliği kâğıt üzerinde bırakılmaktadır. Saltanatın ve hilafetin geçerli olduğu bir düzende halkın egemen olamayacağı açıktır. Halkın egemenliğinin ne anlama geldiği ve bunun nasıl sağlanacağı, cumhuriyetin kuruluşundan sonraki anayasalarda açıklanmıştır.
***
Yapılan tüm araştırmalar, CHP’nin, İYİ Parti’nin, HDP’nin ve sosyalist partilerin toplam oylarının, yani yaklaşık % 54’lük bir oyun, AKP-MHP iktidarının bitmesi için yettiğini göstermektedir. CHP ve İYİ Parti arasında kurulacak bir ittifaka, HDP’nin ve sosyalist partilerin sandıkta destek vermesi durumunda, AKP-MHP iktidarı son bulacaktır.

Buna rağmen CHP’nin, laiklikle sorunu olan ve toplam oyu %5’i geçmeyen DEVA, GP, SP gibi partilerden vazgeçememesi de CHP’deki yapısal savrulmanın göstergelerinden birisidir.

Bu savrulmanın arkasında hangi güç odakları bulunmaktadır?

Türkiye için varoluşsal önemdeki soru budur!