6 liderin imzaladığı güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş süreci yol haritası / 06 Mart 2023
1. Geçiş Sürecinde Türkiye’yi; Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ilke ve hedefleri ile mutabakata vardığımız referans metinleri doğrultusunda anayasa, yasa, kuvvetler ayrılığı denge ve denetleme esasları çerçevesinde, istişare ve uzlaşıyla yöneteceğiz,
2. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçişiyle ilgili Anayasa değişiklikleri, genel seçimde ortaya çıkan TBMM yapısının mümkün kıldığı en kısa sürede tamamlayacak ve yürürlüğe girecektir.
3. Geçiş Sürecinde Millet İttifakına dahil diğer partilerin genel başkanları Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacaktır.
4. Bakanlık dağılımı, Millet İttifakını oluşturan siyasi partilerin milletvekili genel seçiminde çıkardığı milletvekili sayısına göre belirlenecektir. İttifak partilerinin her biri kabinede en az bir bakan ile temsil edilecektir. Bakanlıklara paralel olarak kurulmuş Cumhurbaşkanlığı bünyesindeki Politika Kurulları ve ofisleri lağvedilecektir.
5. Bakanların atanma ve görevden alınmaları, mensup oldukları siyasi partinin genel başkanıyla uzlaşı içinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılacaktır.
6. Geçiş sürecinde Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisini ve görevini katılımcılık anlayışı, istişare ve uzlaşı esaslarına göre kullanacaktır.
7. Cumhurbaşkanlığı kabinesi (Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar) yetki ve görev dağılımı, Anayasa ve yasalar çerçevesinde çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamesi ile belirlenecektir.
8. Cumhurbaşkanı; seçimlerin yenilenmesi, OHAL ilanı, milli güvenlik politikaları, Cumhurbaşkanlığı Kararları, Kararnameleri ve genel nitelikteki düzenleyici işlemler ile üst düzey atamalarda Millet İttifakı’na dahil partilerin genel başkanlarıyla uzlaşı içinde karar alacaktır.
9. Geçiş Sürecinde yasama faaliyetlerinin işbirliği içinde gerçekleşmesini koordine edecek mekanizmalar oluşturulacaktır.
10. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçiş sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, mevcut Cumhurbaşkanının -var ise- siyasi parti üyeliği sona erecektir.
11. Güçlendirilmiş Parlamenter Sisteme geçildikten sonra yeni bir seçime gerek olmaksızın 13. Cumhurbaşkanı ve TBMM görev sürecini tamamlayacaktır.
12. İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Sayın Cumhurbaşkanının uygun gördüğü zamanda ve tanımlanmış görevlerle Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanacaktır.
Türkiye`nin asla hak etmediği ve Dünya`da benzeri olmayan, tüm kararların tek kişi tarafından alındığı ucube sistemden kurtulması, en önemli yurtseverlik görevidir.
14 Mayıs’ta yapılacağı belirtilen Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Seçimi, tüm muhalefet partilerine ve tabii ki tüm seçmenlere büyük görev ve sorumluluk vermektedir. Ancak seçim öncesi gerekli görevlerin yerine getirilmesi, Altılı Masa Partileri ve öbür muhalefet partilerince yapılmalıdır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklaması, Altılı Masa’nın kendi Cumhurbaşkanı adayını 10 Mart’a değin erteleme stratejisini içeriyor. Böylece Erdoğan yine meydanlarda, “Altılı Masa partilerinin kendi Cumhurbaşkanı adayı konusunda bile anlaşamadıklarını, bunların ülkeyi yönetemeyeceklerini” belirterek propagandasını sürdürmeyi hedeflemektedir. Altılı Masa partileri bu stratejiyi ivedi olarak bozmalıdır.
Altılı Masa Partileri tarafından Şubat ayının ilk haftalarında Cumhurbaşkanı adayı kamuoyuna açıklanmalıdır.
Altılı Masa, Anayasaya göre Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanı olamayacağını mutlaka kamuoyuna açıklamalıdır.
Altılı Masa Cumhurbaşkanı adayı, Masa Parti Başkanlarıyla birlikte seçim meydanlarında, hazırlanmış olan güçlendirilmiş Parlamenter sistemi, kamuoyuna tanıtılmış olan yeni anayasa önerisini, hazırlığı yapılmış olan ve 26 Ocak’ta son karara bağlanacak olan yeni Hükümet Programını (Temel Politika Belgelerini) seçmenlere tüm ayrıntılarıyla açıklanmalıdır. Bunlar:
“Hukuk, adalet ve yargı”, “Kamu yönetimi”, “Şeffaflık, denetim ve yolsuzlukla mücadele”, “Ekonomi, finans ve istihdam”, “Sektörel ve bölgesel konular”, “Bilim ve teknoloji”, “Eğitim ve öğretim”, “Sosyal politikalar”, “Dış politika, güvenlik, savunma”
olarak kamuoyuna duyurulmalıdır.
Seçmenlerin güncel yaşamlarını doğrudan etkileyen şu sorunların ivedi olarak tek tek aydınlatılması gerekmektedir:
Yoksulluğun temel kaynağı olan işsizlik,
enflasyon, gelir dağılımında giderek artan adaletsizlik,
ilk, orta, üniversite eğitimindeki sorunlar ve
sağlık sorunları
hangi önlemlerle nasıl ve ne denli sürede çözülecektir.
Türkiye için önemli bir güvenlik sorunu durumuna gelmiş olan ve Suriye`ye sınır kentlerinde nüfusun önemli bir kesimini oluşturan kaçkınlar sorunu, nasıl ve ne denli sürede çözülecektir?
Bu sorunların çözüm önerileri, seçmenlerle yüz yüze gelinerek sabırla ve iyi bir donanımla anlatılarak ikna edilmeleri gerekmektedir.
Seçim güvenliğinin hangi önlemlerle nasıl sağlanacağının seçmene anlatılması ve bu konuda da seçmenin desteğinin sağlanması da ivedi bir görev olmuştur.
Farklı siyasal, ekonomik, sosyal ve toplumsal görüşlerde olan Altılı Masa oluşumunu, başından beri, Türkiye`de uzlaşma kültürü ve birikmiş olan yoğun sorunların çözüme bakımından son derece gerekli ve yararlı bulduğumu önceki yazılarımda da belirttim.
Ancak bu uzlaşma kültürü,
Türkiye`nin bu tek kişiye bağlı ucube sistemden kurtulmasını isteyen öbür siyasal partilerle de en azından diyaloğu ve gerekli alanlarda birlikteliği gerektirdiği inancındayım.
2022 yılı Türk siyasal yaşamında olumsuzluklar bırakarak sona erdi. Bu yıl, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak; bu nedenle 2023 bir umut yılıdır. Bu yazımızda siyasal yönden 2022 yılının kısa bir bilançosunu vereceğiz.
Bugün Türkiye’de uygulanan “partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dünyanın hiçbir yerinde olmayan, evrensel hukuk ve anayasa ilkelerini tersyüz eden “ucube” bir sistemdir.
Uygulanan bu sistemle, kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edilmiş, Yasama Meclisi’nin yetkileri budanmış ve tüm yetkiler cumhurbaşkanına verilmiştir.
Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiştir.
Bu nedenle siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu rejime “neo patrimonyal sultanizm”, Prof. Dr. Emre Kongar da bu sisteme “şahsım devleti” adını veriyor.
Demokratik siyasal yaşamın, en önemli unsurlarının başında siyasal partiler arasında diyalog ve uzlaşma gelir. İleri Batı demokrasilerinde bu durum her zaman temel ilkedir ve her zaman uygulanır. Geçen yıl muhalefet partileri arasında uzlaşmayı sağlayan 6’lı Masa girişimi bu nedenle son derece önemli, demokratik bir adımdır.
6’lı Masayı oluşturan siyasal partilerin genel başkanları yıl boyunca toplantılarını yaptılar ve türlü yıkıcı girişimlere karşın birlikteliklerini sürdürdüler. 6’lı Masanın güçlendirilmiş parlamenter sistem için hazırladığı “anayasa değişikliği önerisi” de son derece önemlidir. 6’lı Masa 10. toplantısını 5 Ocak 2023 Perşembe günü yaptı. 9 saat süren toplantıda önemli kararlar alındı.
Seçimlerin yapılacağı 2023 yılında, 6’lı Masanın aynı düzende yoluna devam etmesi son derece önemlidir.
KORGENERAL VURAL AVAR’IN ÖLÜMÜ HUKUK CİNAYETİ
28 Şubat davası uydurma ve tuzak bir davadır.
Bu davadan yargılanan 84 yaşındaki demans hastası emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde yaşamını yitirmesi 2022 yılının son ayının en dramatik olayı olarak tarihe geçecektir.
Adli Tıp, ardından vicdanlarını yitirmiş kimi yandaş doktorlar, 84 yaşındaki hasta bir emekli asker için “cezaevinde yaşamını sürdürebilir” raporu verdiler. Açıkçası bir cinayet için ortam hazırlanmasına vesile oldular. Bu olay kamuoyunda etki yarattı. İş işten geçtikten sonra Adalet Bakanlığı bugünlerde konuyla ilgili önlem almaya yöneliyor.
Vural Avar
Yaş ortalaması 80’in üzerinde ve ciddi rahatsızlıkları olan TSK’nin değerli komutanları cezaevinde bir bakıma ölüme mahkûm ediliyorlar.
Adeta gaddarca her birinin cezaevinde ölmeleri bekleniyor.
Bu ne büyük kin…
Bu ne büyük insanlık dışı davranış…
Kuşkusuz siyasi tarihe geçecektir.
ANAYASAYA AYKIRI KARAR
2022’nin son ayında Danıştay evrensel hukuka aykırı bir karar verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kararname yayımlayarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmişti (20 Mart 2021). Oysa Meclis tarafından (AS: yasayla) kabul edilen uluslararası sözleşmeler ancak Meclis tarafından (AS: yasayla) feshedilebilir.
Çok sayıda kurum bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesini yargıya taşıdı ve Danıştay’da dava açıldı. İlgili daire, 2’ye karşı 3 oyla kararın hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Konu, Danıştay (AS: İdari) Dava Daireleri Kurulu’na geldi ve kurul “İstanbul Sözleşmesi”nden cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmasını hukuka uygun buldu…
Danıştay tam 154 yıllık saygın bir hukuk kurumudur. İdarenin karar (AS: eylem) ve işlemlerinin yargı denetimini sağlar. Ancak Danıştay bu son kararıyla hukuk alanında ne yazık ki kara bir leke almıştır. Yasama organının yetkisini “gasp” etmiştir. Bu durum, “Cumhurbaşkanı, tüm uluslararası sözleşmeleri tek başına feshedebilir” gibi korkunç bir sonuca götürür, yani cumhurbaşkanı isterse Montrö Sözleşmesi’ni de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Lozan Antlaşması’nı da feshedebilir!? Böyle bir tek adamlık olur mu? Danıştay kendi hukuk dünyasını ve kendi temiz tarihini “tahrip” etmiştir.
KADINA ŞİDDET VE CİNAYET
Türkiye, kadına yönelik cinayet ve şiddet konusunda ne yazık ki ön sıralarda. 2022 yılında 381 kadın yaşamını yitirdi. 2008-2022 yılları arasında 14 yılda 4 bin 86 kadın cinayeti işlendi.
Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, “yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi’nden bu yana kadına karşı cinayetlerin arttığını” açıkladı. Ayrıca kadına karşı şiddet uygulayan kişi, gerekli cezayı almadığı sürece kadın cinayetleri artıyor.
BOĞAZİÇİ: ETKİN DİRENİŞ
2 Ocak 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP milletvekili adayı Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atadı. Boğaziçi Üniversitesi direnişi o tarihten bugüne etkin bir biçimde sürüyor. Üniversite öğretim üyeleri her gün öğle arasında yağmur, fırtına demeden üniversite bahçesine çıkıyorlar, ellerinde “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite”, “Kabul Etmiyoruz” ve “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizlerle sırtlarını rektörlüğe dönüyorlar.
Bu eylem tam iki yıldır sürüyor. Üniversitenin kapısına kelepçe takıldı. Direniş sırasınca yüzlerce öğrenci göz altına alındı. Önümüzdeki mart ayında direniş üçüncü yılına girmiş bulunacak. Akademisyenler demokratik ve “liyakate” dayalı yönetim istiyorlar.
BAŞÖRTÜSÜ KANUNU
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusunda yasa çıkaralım önerisi üzerine Erdoğan, bu olaydan siyasal rant sağlamak amacıyla konunun anayasa değişikliğine dönüşmesini istiyor. Konunun Erdoğan tarafından halkoylamasına götürüleceği ve seçimlerde halkın önüne böyle bir seçenek konulacağı belirtiliyor. Muhalefet partileri bu konuda kuşku taşıyorlar. AKP’nin hazırladığı tasarının temel insan hakları ilkelerine, laikliğe ve hukuka aykırı olduğu belirtiliyor.
NORMALE DÖNEN İLİŞKİLER
Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri birer birer normale dönüyor. İlk önce İsrail’le ilişki normale döndü. Karşılıklı büyükelçi tayinleri yapıldı. Mısır’la ilişki normale döndü. Şimdi Suriye ile normale dönüş başladı. Aralık ayında (28.12.2022) Moskova’da, Türkiye Rusya ve Suriye savunma bakanlarının üçlü görüşme yapması önemli bir gelişmedir. Bunlar olumlu gelişmelerdir. Ancak mezhepsel ve dine dayalı dış politikanın yanlış olduğunu belirtmek gerekir. Erdoğan kişisel dış politika tutkusu yüzünden Türkiye’yi ekonomik yönden zarara uğratmıştır.
İMAMOĞLU
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” sözünü, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine söylediği kabul edilerek kendisine 2 yıl 7,5 ay hapis cezası verildi. Asıl amaç İmamoğlu’na yasak vererek onu siyaset alanının dışına çıkarmak istiyorlar.
Ekrem İmamoğlu
Bu karar kamuoyunda etkisini gösterdi. İki gün üst üste İBB önünde halkın katılımıyla protesto gösterileri yapıldı. Bu gösterilere 6’lı Masanın liderleri de katıldılar. İmamoğlu’na ısrarla zulmetmek, O’nu mağdur duruma düşürmek aslında muhalefete ve İmamoğlu’na yarıyor.
YAŞAM PAHALILIĞI
2022’nin vatandaş yönünden en duyarlı noktası ekonomi alanıdır. Yaşam pahalılığı ve yüksek enflasyon herkes tarafından kabul edilen önemli bir konudur. Ne ki, TÜİK yıllık enflasyonu %64 olarak ilan ederken İstanbul Ticaret Odası enflasyonun %94 olduğunu açıkladı. ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) verilerine göre yıllık enflasyonun %137.5 olduğu belirtiliyor.
Yıllık enflasyon son dört yıldır sürekli artış gösteriyor. ENAG’ın rakamlarının yaşam gerçeklerine uygun olduğu açıktır.
Area Araştırma’nın aralık ayında yaptığı “Türkiye’nin en önemli sorunu ne” sorusuna verilen yanıtlar şöyledir: Yüzde 67 hayat pahalılığı, onu yüzde 6.5’le göçmen sorunu ve yüzde 4.2 ile işsizlik izliyor.
DÜNYA EKONOMİSİ ve DIŞ TİCARET
2022 yılı dış ticaret, ithalat ve ihracat rakamları belli oldu. Türkiye’nin ihracatı 254 milyar dolara yükseldi. Kuşkusuz bu rakam önemlidir. Bir yıl önceye göre ihracat %12.9 artış göstermiştir. Ancak ithalat rakamlarına da bakmak gerekir. İthalat %34.3 artışla 364 milyar dolara çıkmıştır. Bu durumda 2022 yılında dış ticaret açığı 110.2 milyar dolara yükselmiş oluyor ve ihracatın ithalatı karşılama oranı %83’ten % 69.8’e geriliyor. Bu büyük dış ticaret açığının altyapısında AKP’nin yanlış ekonomi politikaları vardır.
AKP iktidarının “Türkiye’yi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokacağız” iddiası çökmüştür.Türkiye ekonomisi önce 17. sıraya 2022’de ise 20. sıraya gerilemiş bulunuyor.
RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI ve ETKİLERİ
24 Şubat 2022’de Rus birlikleri Ukrayna’ya askeri harekât başlattılar. Moskova, bu askeri harekatın siyasal hedefini Ukrayna’nın güney ve doğusundaki dört bölgeyi kendi topraklarına katmak olarak ilan etti. Bugüne dek BM’ye göre sivil can yitiği 6700’ün üstünde. Kiev, Rusya’nın en az 99 bin askerini yitirdiğini, Moskova ise en az 61 bin Ukraynalı askerin öldüğünü öne sürüyor. Savaşın yayılma olasılığı zaman zaman “Üçüncü Dünya Savaşı” endişelerini artırıyor.
Önceleri kısa sürede uzlaşma olacağı düşünülen savaş, 10 aydır sürüyor. Aralık ayında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ABD’ye gitti ve Başkan Biden’la görüştü. Ayrıca ABD Yasama Meclisi’nde konuştu ve çok alkışlandı. Barış konusunda kesin bir görüş ortaya konulamıyor.
Türkiye, Ukrayna’nın işgaline karşı çıktı, ancak Batı’nın Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlarına katılmadı. Moskova ile iletişimini sürdürdü. Türkiye ayrıca, esir (tutsak) takası, sivillerin çatışma bölgelerinden tahliyesi (boşaltılması) ve tahıl koridorunun gerçekleşmesi yönünde ciddi katkılar sağladı.
Bu savaş nedeniyle ABD, AB ülkelerini, Rusya’ya karşı bir cephede birleştirdi. ABD savaşın sürmesini istiyor.
BM İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi’nin aralık ayı verilerine göre, Ukrayna’dan 7 milyon 832 bin 493 kişi Avrupa ülkelerine geçti. BM’ye bağlı Uluslararası Göç Örgütüne göre, ülke içinde yerinden edilen kişilerin sayısı ise 11 milyona ulaştı.
Rusya’ya yönelik yaptırım kararları, tüm dünyada doğrudan veya dolaylı olarak etkisini gösterdi. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler, ABD ve öbür Batılı ülkeler, Rusya’ya karşı finans, enerji, ulaşım, ihracatın kontrolü (dışsatımım denetimi) ve finansmanı ile vize politikası gibi çeşitli alanlarda yaptırımlar belirledi.
Dünyada önde gelen 1000’in üzerindeki uluslararası şirket, boykot amacıyla Rusya’yı terk etti ya da çalışmalarını kısıtladı.
ÇİN ve ABD
Rusya-Ukrayna savaşı, Batı’nın izlediği politika, Rusya’yı ekonomik ablukaya almak istemesi, Çin-Rusya yakınlaşmasını sağladı.
Ukrayna savaşı sürerken ABD-Çin arasında “Tayvan gerginliği” ortaya çıktı.
Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, yılın son ayında ABD’ye giderken Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, Pekin’e gitti. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de açıklamalarında ülkesinin gelecek yıl Rusya ile bağlarını derinleştireceğinin işaretini verdi.
Bu aşamada Çin ve Rusya’nın “Ortaklıkta sınır yok” formülü ile ticaretin geliştiği görülüyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2022’nin ilk 11 ayında geçen yılın 12 aylık değerine kıyasla yaklaşık %32 artarak neredeyse 172 milyar dolara ulaştı.
Çin-Rusya, ABD’nin Asya politikasına karşı çıkıyorlar.
Ancak NATO’nun Madrid Zirvesi’nde Çin ilk kez “tehdit unsuru” olarak kabul edildi.
İÇKİ ve ARAP DÜNYASI
AKP iktidarı alkollü içeceklere orantılı düzeyin üzerinde ağır vergiler uyguluyor.
Buna karşın din devleti kurallarının uygulandığı Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) oluşturan, 7 yönetimden biri olan Dubai, turizmi canlandırmak hedefiyle alkol satışına uygulanan %30’luk vergiyi kaldırdı. Ayrıca alkol içmek isteyenlerin bulundurmak zorunda olduğu kişisel lisanstan da ücret almaktan vazgeçti. Diğer Körfez kentlerine göre daha liberal bir yaşam sürülen Dubai’nin turistler ve gurbetçiler için çekiciliğinin artırılması hedefleniyor.
İRAN ve KADIN HAKLARI
İran’da uygunsuz giyindiği gerekçesiyle 13 Eylül 2022’de gözaltına alındıktan birkaç gün sonra yaşamını yitiren Mahsa Amini’nin (22) ardından eylemler başladı. Amini’nin gözaltında ölmesiİran’daki kadınları ve ilerici güçleri etkiledi. Olay yalnızca İran’da değil, tüm dünyada kadın hakları yönünden etkili oldu.
EGE’DE GERGİNLİK
2022’de Türk-Yunan gerilimi üst düzeyde sürüyor. Atina, askeri statü dışında olması gereken Ege adalarını silahlandırmayı sürdürüyor. Yunanistan Başbakanı Miçotakis, mayıs ayında ABD Kongresi’ne hitap etti. Türkiye’ye F-16 satılmamasını istedi, bu istem gerginliği artırdı. Gerginlik tırmanmayı sürdürüyor. Gerginlik sürerken ABD, Yunanistan ve Ege adalarında üsler kurmayı0 sürdürüyor. ABD, Türkiye’yi dengeleme ve Ege Denizi’ni Rusya’ya karşı denetim altına alma politikasını izliyor.
2023 SEÇİMLERİ
Türkiye seçim eğik düzlemine girmiş bulunuyor.
Değişik anketler, “Erdoğan’a asla oy vermem” diyenleri %60-65 arasında göstermektedir.
2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının 100. yıldönümüdür.
Bu tarihsel eşikte Türk halkı son derece önemli bir seçime gidiyor.
‘Kumpas, istikşaf, iltisak, köstebek‘, yazılacak siyasal tarihin AKP iktidarı dönemine ilişkin kilit kavramları. Hükümet ve yönetim, sorumluluğunu örtbas etmek için genellikle Türkçe olmayan sözcükler kullanır AKP. İktidarın eldeğiştirmesi anlamında ‘siyasal münavebe’ (alternance politique) ise, AKP söylem ve yazınına yabancı. Oysa siyasal münavebe (SM), demokrasinin kilit kavramı.
Demokratik toplum ve siyaset, çoğunluğu elinde tutan siyasal partilerin seçimler sonucu azınlığa düşmesi ve başka partilerin çoğunluğu elde etme yollarının sürekli açık tutulmasını gerekli kılar. Bu yolun açık tutulması, yönetimin de meşruluk ölçütü.
SM SENDROMU
Siyasal münavebe (SM) yollarını tıkama yönünde 2007 seçimleri sonrasında görünür hale gelen AKP eğilimi, 2011 seçimleri sonrası sürdü. Buna karşın, 2015 seçimlerinde çoğunluğu yitirince, SM’yi önlemek için ahlak ve Anayasa dışı yollarla seçimleri yineledi (1 Kasım).
2017 Anayasa kurgusu ve partinin başına yeniden geçmesi, münavebe yolunu kapatma amaçlı idi. Hükümetin ilgası ve eşzamanlı CB+TBMM seçim düzeneği bile, tek başına çoğunluk için yeterli olmadı ve AKP, MHP’yi yedeğine aldı. Türkiye’yi çok yoran 20 yıllık iktidar için, kişi+parti+devlet birleşmesi de kurtarıcı olmadı.
Haliyle, en geç 9 ay içinde yapılacak seçimde AKP-MHP ikilisinin en büyük korkusu siyasal münavebe olduğu için, seçime yönelik söylemleri “iktidarı devirme“ mecrasına yönlendirme çabası açık. Seçim (Nisan 2022) ve sansür (Ekim 2022) düzenlemeleri, AKP-MHP’nin SM sendromu aslında.
SİYASAL SÖZLEŞME
Bu nedenle, demokratik parlamenter rejim için oluşan Millet İttifakı’na ‘adayını açıkla’ yönündeki baskıya, “sana ne benim adayımdan?” yanıtı verilmeli.
Kuşkusuz en ahlak dışı saldırıları, yakın geçmişte kendilerinin iltisaklı ve irtibatlı olduğu (için siyasal ayağına dokundurtmadıkları) FETÖ ve PKK üzerinden yapmaları, geçmişe ilişkin (ortak yönetim ve eylem) ve gelecek (SM) korkuları ile açıklanabilir.
Sayın Kılıçdaroğlu’nun önderliğinde oluşan Millet İttifakı’nın Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem (GPS) belgesi, gerçekte bir siyasal sözleşme ve CB adayının en meşru ve haklı ortak zemini.
İvecen olmaya gerek yok; çünkü aday açıklamasından önce, yapılmakta ve yapılacak olanlara ilişkin bir yol haritası somutlaştırılmalı. Geçiş dönemi, üç aşamalı tasarlanmalı:
Siyasal münavebe öncesi
SM sonrası ve anayasa değişikliği öncesi
Anayasal düzen kuruluşu sonrası.
Geleceğe yönelik saydamlık önemli; zira 6’lı Masa’yı yıkmaya yönelik örtülü ve açık kumpaslar, iltisak ve irtibat çamurları, yaratılacak köstebekler ağı, sürekli körüklenen bilgi kirliliği eşliğinde katmerleşecek.
SM=DEVRİM
“Kandırıldık, ihanet ettik İstanbul’a, ne istedilerse verdik” vb. itiraflar zinciri ile kendini özdeş kılan parti yönetiminin, Anayasa’nın emredici ve yasaklayıcı hükümlerini sürekli ve sistematik ihlali, vatana ihanetle özdeş. Haliyle, SM’ye direnci, pek kararlı ve sürekli.
Bu nedenle, demokratik hukuk devleti yanlıları için siyasal münavebe, ortak söylem ve dayanışma paydası olmalı.
CHP, 2022 yazı kucaklayıcı Türkiye çalışmasını, TBMM’de de nitelikli yasama yasama etkinliği ile sürdürecek, hafta sonları saha çalışmalarını aksatmaksızın.
Sivas Kongresi’nde 103 yıl önce temelleri atılan ve 9 Eylül 1923’te kurulan CHP’nin,
‘Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve Devrimci‘ ilkelerde somutlaşan kuruculuk misyonu, 2023’te de yeniden kuruluş için sürmekte:
Doğru bilgi temelinde düşünce alanını genişleterek,
Demokrasi yanlıları ile dayanışma halkalarını büyüterek,
Değişimin devrim niteliği taşıdığı bilinci ile,
Dünyevi hukuk ve bilim ekseninde,
Siyasal iktidarın seçimlerde eldeğiştirmesi için dirençli ve sistematik çaba…
Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu partisi olan Cumhuriyet Halk Partisi, Türkiye’nin en kritik döneminde, tarihindeki en büyük savrulmayı yaşıyor.
Laiklik ilkesinden giderek uzaklaşan ve AKP’nin gölgesinde siyaset yapan CHP yönetimi, CHP’ye oy veren seçmenlerini karamsarlığa sürüklüyor, Türkiye için umut olacağına, Türkiye’yi ortaçağ karanlığına götüren sürecin bir parçası oluyor.
Daha önceki bir açıklamasında, “Türkiye’de laiklik tehlikededir diyemem, böyle bir tehlike görmüyoruz” diyen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, laiklik ilkesini neredeyse hiç gündeme getirmiyor, siyasetin, ekonominin, hukukun, eğitimin, devlette kadrolaşmanın dinselleşmesiyle ilgili sorunu görmezden geliyor.
CHP yönetimi laiklik konusunda edilgen kaldıkça, bundan cesaret alan AKP iktidarı, tarikatlar ve cemaatler, anayasada yer alan laiklik ilkesini bertaraf etmek ve teokratik bir düzeni kurmakiçin daha çok çalışıyorlar, kendilerine daha geniş bir alan açıyorlar.
***
CHP MYK üyesi Bülent Tezcan geçen günlerde yaptığı bir açıklamada, CHP’nin laiklik konusunda geri adım atmadığını, sadece söylemlerinde sürekli laiklik terimini kullanmadığını ifade etti.
Oysa CHP’nin bütün söylemlerini laiklik ilkesi üzerine kurmasını bekleyen kimse yok zaten. Sorun, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda, CHP’nin Parti Programı’nda ve Parti Tüzüğü’nde yer alan laiklik ilkesi üzerine, CHP’nin hiçbir söylem geliştirmemesidir; hatta laiklik karşıtı eylemlerin içinde olmasıdır!
CHP, ekonomi, hukuk, adalet, medya, yolsuzluklar alanındaki sorunlarla birlikte, laiklik alanındaki sorunları da gündeme getirse ve o sorunlara yönelik çözüm önerilerini de ortaya koysa, ortada zaten bir sorun kalmayacak.
Mehmet Bekaroğlu ve Cihangir İslam gibi laiklik ilkesini yıllarca eleştiren siyasetçilerin CHP’de milletvekili ve parti meclisi üyesi yapılmaları; Genel Başkan dahil, bazı CHP’lilerin zaman zaman dini söylemler üzerinden siyaset yapmaları; CHP yönetiminin, eğitim sisteminde laikliğin ihlal edilmesine nadiren tepki vermesi; 22 CHP milletvekilinin, “Diyanet Akademisi” adı altında kurulan medrese eğitimine TBMM’de kabul oyu vermesi ve CHP’den hiçbir milletvekilinin bu düzenlemenin aleyhinde oy kullanmaması; muhalefetteki altı partinin işbirliğiyle hazırlanan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” metninde, saltanatın ve hilafetin geçerli olduğu 1921 yılında çıkarılan sözde anayasanın “nispeten kapsayıcı” olduğunun, cumhuriyet döneminde çıkan tüm anayasaların “dar kalıplara girmiş” olduğunun iddia edilmesi, Bülent Tezcan’ı yanlışlayan olgulardan bazılarıdır.
***
CHP MYK üyesi Muharrem Erkek geçen günlerde, “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” konusunda yaptığı bir açıklamada, 1921 “anayasası”nda halkın egemenliğinin vurgulandığını, CHP, İYİ Parti, DEVA, GP, SP, DP arasında varılan uzlaşmanın çıkış noktasının bu olduğunu söyledi.
Oysa halkın egemenliği sadece bu “anayasada” değil, cumhuriyet döneminde hazırlanan tüm anayasalarda ifade edilmektedir. Halkın egemenliğinin vurgulanması için 1921 “anayasası”na referans vermek zorunlu değildir.
Bunun da ötesinde, 1921 “anayasası”nda, halkın egemenliğinin nasıl sağlanacağına dair hiçbir madde bulunmamaktadır, halkın egemenliği kâğıt üzerinde bırakılmaktadır. Saltanatın ve hilafetin geçerli olduğu bir düzende halkın egemen olamayacağı açıktır. Halkın egemenliğinin ne anlama geldiği ve bunun nasıl sağlanacağı, cumhuriyetin kuruluşundan sonraki anayasalarda açıklanmıştır.
***
Yapılan tüm araştırmalar, CHP’nin, İYİ Parti’nin, HDP’nin ve sosyalist partilerin toplam oylarının, yani yaklaşık % 54’lük bir oyun, AKP-MHP iktidarının bitmesi için yettiğini göstermektedir. CHP ve İYİ Parti arasında kurulacak bir ittifaka, HDP’nin ve sosyalist partilerin sandıkta destek vermesi durumunda, AKP-MHP iktidarı son bulacaktır.
Buna rağmen CHP’nin, laiklikle sorunu olan ve toplam oyu %5’i geçmeyen DEVA, GP, SP gibi partilerden vazgeçememesi de CHP’deki yapısal savrulmanın göstergelerinden birisidir.
Bu savrulmanın arkasında hangi güç odakları bulunmaktadır?
Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Saadet Partisi, Demokrasi ve Atılım Partisi, Gelecek Partisi ve Demokrat Parti liderleri, 28 Şubat 2022 tarihinde bir araya gelerek “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” adını verdikleri sistemi kamuoyuna duyurdular.
Söz konusu duyuruda, bir yandan, yasama, yürütme, yargı arasındaki güçler ayrılığının sağlanması ve demokratik düzenin kurulması öngörülürken, bir yandan da 1921 Anayasası övülmüş, ondan sonraki tüm anayasalar ve anayasa değişiklikleri hedef haline getirilmiş, böylece büyük bir çelişkinin içine düşülmüştür.
***
Açıklanan metinde, “1921 Anayasası’nın nispeten kapsayıcılığının peşinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti Devleti, sonraki anayasalarında daha dar kalıplara girmiştir.” ifadesi yer almıştır.
“1921 anayasası” olarak adlandırılan ilkelerin “nispeten kapsayıcı” olarak nitelendirilip ondan sonraki tüm anayasaların ve anayasa değişikliklerinin “dar kalıplara girmiş” olarak nitelendirilmiş olmasının gerekçesi nedir?!
“1921 Anayasası” olarak nitelendirilen sözde anayasa,
Türkiye Cumhuriyeti’nin anayasası değildir!
1921 yılında Türkiye Cumhuriyeti henüz kurulmamıştı!
Türkiye Cumhuriyeti 1923’te kurulmuştur!
1921 yılında Osmanlı İmparatorluğu fiilen ve resmen varlığını sürdürüyordu, saltanat ve hilafet henüz kaldırılmamıştı! Saltanat 1922 yılında, hilafet 1924 yılında kaldırılmıştır!
“1921 Anayasası” olarak nitelendirilen metin, Kurtuluş Savaşı yıllarında, Büyük Millet Meclisi tarafından kabul edilmiş olan bir ilkeler bildirisiydi. Buna anayasa denemez, çünkü anayasa bir devlete ait ilkeler bütünüdür. 1921 yılında Türkiye Cumhuriyeti Devleti henüz kurulmadığı gibi, söz konusu ilkeler bildirisi Meclis’te kabul edildiği için, bu Meclis de Devlet-i Aliyye-i Osmaniyye olarak da bilinen Osmanlı İmparatorluğu devletini temsil etmediği için, bu sözde anayasa, Osmanlı İmparatorluğu devletinin anayasası da değildi.
Muhalefetteki altı partinin lideri, anayasa olduğu iddia edilen bu metini, laiklik ilkesi yer almadığı için mi övmek gereği ve 1923 yılı sonrasındaki anayasaları ve anayasa değişikliklerini yermek gereği duymuşlardır?!
***
1928 yılında, 1924 Anayasası üzerinden TBMM’de yapılan anayasa değişikliğiyle, 1876 Osmanlı anayasasından kalan bir madde olan “Devletin dini İslamdır” maddesi anayasadan çıkarılmıştır; 1937 yılında da yine TBMM’de yapılan anayasa değişikliğiyle, laiklik ilkesi bir anayasa maddesi haline gelmiştir.
Devletin dininin olduğu bir ülkede laiklik olmaz,
Laikliğin olmadığı bir ülkede de demokrasi olmaz.
Laikliğin olmadığı bir ülkede teokrasi olur. Yani din devleti olur, gücünü halktan değil, gücünü Tanrı’dan, dinden, ruhban sınıfından alan bir düzen olur.
Demokratik laik bir ülkede devletin dini olmaz,
vatandaşın kendi özgür iradesine ve seçimine göre dini olur veya dini olmaz.
28 Şubat’ta yapılan açıklamayla, 1928 ve 1937 yılında gerçekleşen bu anayasa değişiklikleri mi hedef alınmıştır?!
***
Yapılan açıklamada, Türkiye’nin gelmiş geçmiş en demokratik anayasası olarak bilinen 1961 Anayasası da hedef alınmış, “1961 anayasası Silahlı Kuvvetler başta olmak üzere, bazı bürokratik kurumlara demokrasi ile bağdaşmayacak yetkiler tanımış, dolayısıyla bürokratik vesayet düzenine sebep olmuştur. Örneğin, MGK üzerinden Yürütmenin etkinliği zaafa uğratılmış… anayasa yargısı tarafından pek çok siyasi parti kapatılmış, yasama ve yürütme vesayet altına alınarak zayıflatılmıştır… Reform önerimiz ile 1961 Anayasası’nda geçerli olan, bürokratik kurumların, siyaset üzerinde bir vesayet makamı olarak kurgulanmasını reddediyoruz” ifadeleri yer almıştır!
Demokratik ülkelerde, anayasal demokratik düzeni korumak için Anayasa Mahkemesi gibi kurumların, ulusal güvenliği korumak amacıyla da Milli Güvenlik Kurulu benzeri kurumların bulunduğu bilinmektedir.
Buna rağmen (karşın) Anayasa Mahkemesi ve Milli Güvenlik Kurulu, söz konusu açıklamada neden hedef haline getirilmiştir?!
CHP’yi ve İYİ Parti’yi;
Abdullah Gül, Ahmet Davutoğlu, Ali Babacan ve/veya Recep Tayyip Erdoğan ve/veya Fethullah Gülen ve/veya ABD emperyalizminin “ılımlı İslam” projesi mi yönetmektedir?!
28 Şubat 2022 tarihinde altı muhalefet partisinin güçlendirilmiş parlamenter sistem mutabakat metninde tarihimizdeki anayasalara da değinilmektedir. 1921 Anayasası için “Bununla birlikte ülkemizde hiçbir zaman gerçek anlamda çoğulcu demokrasiye geçiş de mümkün olmamıştır. 1921 Anayasası’nın nispeten kapsayıcılığının peşinden kurulan Türkiye Cumhuriyeti devleti, sonraki anayasalarında daha dar kalıplara girmiştir.” denilmektedir. Peki 1921 Anayasası hangi koşullarda ortaya çıkmıştır?
1921 Anayasası, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş sürecinin anayasasıdır; iktidara fiilen el koyan Birinci Meclis’in meşruiyet kaynaklarından biridir. Birinci Meclis, vatanın bağımsızlığı için oluşturulan bir koalisyon olduğu için, kurtuluş sonrasında rejimin ne olacağı tartışmasından kaçınılmıştır. Tam bağımsızlık ve Misakı Milli ideali kadar özenilen bir başka konu da ulusal egemenlik olmuştur. Meclis bir tür “meclis diktatörlüğü” esasını benimseyerek gücünü hiç kimseyle paylaşmamış, hatta kendi üzerinde hiçbir güç tanımamıştır. İşte bu haliyle Birinci Meclis, devrimci bir meclisti.
DÖNEMİN ŞARTLARI
Atatürk, 24 Nisan 1920’de, Birinci Meclis’in açılışının ertesi günü yaptığı konuşmada gücü tek elde toplamaya ve hükümet kurmaya yönelik bir konuşma yaptı. Meclis, klasik parlamenter sistemden farklı idi; bir yasama ve denetleme organı olmanın ötesindeydi. Üstelik kendinden önceki ikili meclis sisteminden (Meclisi Mebusan + Meclisi Ayan = Meclisi Umumi) farklı olarak “tek” ve “büyük” bir meclis idi. Kendinden önceki ve kendinden sonraki tüm meclislerden çok daha güçlüydü. Birinci Meclis, geçmişten ders çıkardı; ne kendisini dağıtacak bir üst güç tanıdı ve ne de kendini etkisizleştirecek bir otorite kabul etti. Meclis, şahıs diktatörlüğünü kabul etmeyecek bir siyasal birikime ve deneyime sahipti. Eğer bir diktatörlük olacaksa bu bir şahsın değil bütün gücün toplandığı Meclis’in diktatörlüğü olmalıydı.
TARİHİ KARŞI ÇIKIŞ
Üstelik meclis üstünlüğü sistemi çerçevesinde bütün gücün Meclis’te toplanması, hem Kurtuluş Savaşı’nın hem de Devrimlerin yapılmasını kolaylaştırdı. Dolayısıyla bu tarihsel miras ve güncel ihtiyaç, 1921 Anayasası’nın oluşumuna ortam hazırladı. Sonuçta 1921 Anayasası, olağanüstü şartlar (işgal ve direniş) altında oluşturulan olağanüstü bir meclisin hazırladığı olağanüstü bir anayasadır.
Birinci Meclis’te 1921 Anayasası görüşmeleri sırasında sıklıkla Fransa’ya ve İsviçre’ye göndermeler yapıldığı görülmektedir. Jön Türk hareketinden ve İkinci Meşrutiyet döneminden gelen milletvekilleri üzerinde Fransız Devrimi’nin ve Konvansiyon Meclisi’nin etkisinin olması doğaldır. Mahmut Esat Bozkurt gibi eğitimini İsviçre’de almış isimler üzerinde de İsviçre siyasal sisteminin etkilerini görmek şaşırtıcı olmasa gerektir. Bilindiği üzere siyasal çatışmalara yol açmamak için bu Meclis’te siyasal partiler yoktu. Milletvekillerinin neye dayanarak seçileceği tartışma konusuydu. Siyasal partiler yerine milletvekillerinin meslek erbabı tarafından seçilmesi gündeme geldi. Ancak bu kabul edilmedi.
Ankara’da Birinci Meclis’i oluşturan milletvekillerinin ana amacı Misakı Milli sınırları içinde tam bağımsızlığı elde etmekti. Yürütülen bağımsızlık savaşı konusunda Meclis’te bir mutabakat vardı. Odaklanılan konu işgalci güçlerle savaşarak tam bağımsızlığı sağlamaktı.
Kurtuluş Savaşı’nın önemli isimlerinden Mahmut Esat Bozkurt, 1921 Anayasası’nda bütün gücün Meclis’te toplanmasından memnundu. Bu nedenle de 1924 Anayasası hazırlık sürecinde Yürütme organının gücünün artırılmasına karşı çıktı:
“Denebilir ki kuvvetli bir hükümet lazımdır. Fakat Kuvvetler Birliği buna neden mani olsun?! Yine denilebilir ki Meclis’in mutlak yetkilere sahip olması parlamento diktatörlüğüne varabilir. Bizde böyle bir şey olmadı. Tarihin kaydettiği diktatörlükler, istibdatlar, meclislerin değil, hükümetlerin hesabınadır.”
GERİCİ YÖNELİM
Aslında Bozkurt’un yaptığı bu tespit güncelliğini koruduğu gibi, aynı zamanda diktatörlüklerin Yasama organından değil Yürütme organından çıktığı gerçeğini de dile getirmektedir. Birinci Meclis’in üyeleri, tarihsel deneyimleriyle ve Batı’yı (özellikle de Fransız Konvansiyon Meclisi’ni) iyi bildikleri için 1921 Anayasası’nı hazırladılar. Her ne kadar Türk demokrasi tarihinin en kısa ömürlü anayasası olsa da 1921 Anayasası, ayrıksı yapısıyla dikkat çekici bir özelliğe sahiptir. Ayrıca güçlendirilmiş parlamenter sistem arayışında olanların ilk bakacakları yerler arasında Birinci Meclis ve 1921 Anayasası’nın olması doğaldır. Ancak bu anayasadan laiklik yok diye yararlanmaya çalışmak ya da yerel yönetimlere yönelik değinimi nedeniyle federasyon çıkarmaya kalkmak, Cumhuriyet Devrimi’nin gerisine düşmektir. Millet İttifakı kadar bu anayasaya Cumhur İttifakı’nın ve HDP’nin ilgisi olduğu unutulmamalıdır.
Ek olarak kuvvetler birliğine dayanan ve siyasal partilerin olmadığı bir anayasal sistem (1921 Anayasası), bugünün dünyası açısından hem gerçekçi değildir ve hem de güçlendirilmiş parlamenter sistemle de bağdaşmayacaktır. Unutulmamalıdır ki Atatürk, bağımsızlık savaşının ardından çağdaşlaşma idealini gerçekleştirmek için hemen siyasal parti kurmaya girişmiş ve yeni bir anayasa hazırlanmasına öncülük etmiştir.
“Güçlendirilmiş parlamenter sistem” ve “sivil anayasa”, Anayasa tartışma ve atışmalarında en çok kullanılması muhtemel iki kavram.
Demokratik muhalefet partileri, güçlendirilmiş parlamenter sistem (GPS) üzerine çalışmalarını yürütürken, anayasa sayfasını 16 Nisan 2017’de kapattıklarını sürekli vurgulayan Cumhur İttifakı, “sivil anayasa” sloganı ile gündeme katıldı.
Aslında iki kavram da Anayasa hukuku öğretisine yabancı; hükümet istikrarı için, daha çok rasyonelleştirilmiş (aklileştirilmiş) parlamenter rejim deyimi kullanılır.
“Sivil anayasa” da, öyle: yaklaşık yüzyıldır yapılan siyasal anayasa ve sosyal anayasa ayrımına çevresel anayasa kavramı eklenmiş olsa da anayasalar, “toplumsal sözleşme” temelinde doğaları gereği sivil metinler.
KAĞIT ÜSTÜNDE BIRAKMAK…
Öncelikle, şu ana çelişki kayda değer: “sivil anayasa” sloganı sahipleri, 2017’de kendi koydukları hükümler dahil, Anayasa’yı sürekli çiğniyor. Anayasa Mahkemesi gibi Cumhuriyet’in temel organlarını kaldırmayı önerebiliyor.
Bu ana çelişki, haliyle, tutarlılık ve samimiyet sorununu gündeme getiriyor. Yürürlükteki Anayasa ihlalini sistematik hale getiren Cumhur İttifakı, “sivil anayasa” ile ne yapacak? İşte üçü:
>> GPS yolunda oluşacak ittifakın önünü kesmek, perdelemek ve çelmelemek.
>>Tek kişi yönetimini daha da pekiştirmek için Anayasa’yı , “keyfi yönetim aracı” haline getirmek.
>> Türkiye Cumhuriyeti’ni sadece kâğıt üstende kalan bir kavrama indirgemek.
AMACA GİDEN YÖNTEM
Şefe biat kültürüne dayalı bir toplum oluşturmak amacıyla bilgi kirliliği yaratmak, kavramları çarpıtmak ve demokrasi yanlılarını sindirmek.
Sözüm ona “sivil anayasa” savunucuları, parlamenter rejimin geriye gidiş olduğu cehaletini sergileyebiliyor.
Oysa, olmayan “kabine toplantıları” bile, en kötü parlamenter rejimin, bugünkü tek kişi fiili yönetiminden daha iyi olduğunun bir göstergesi.
O denli keyfi bir yönetim ki, Covid-19 önlemleri konusunda Bilim Kurulu önerilerini bile karartabiliyor.
Özetle, özgürlük ve haklar, Anayasa güvencesi altında olsa da, erkler tek kişide birleştiği için, devlet erkleri, varlık nedenlerini yadsıyarak özgürlükleri boğmakla meşgul.
CHP’nin, “128 Milyar dolar nerede?” afişlerini bile TOMA’lar eşliğinde toplatan bir yönetim, halka ne yapmaz?
Nitekim Bilim Kurulu önerilerini hiçe sayarak, kitlesel ölümleri seyretme havasında.
DEMOKRATİKLEŞTİRİLEN TBMM
Bu karanlık tablo karşısında, demokratik rejime dönüş çalışmalarında şu üç hususa dikkat etmek gerekir:
Bugünü iyi tanımlamak: Değinildiği üzere, Anayasal düzlemde demokratik olmadığı gibi, uygulamada, fiili ve keyfi öğeler ağır basıyor.
Başta CHP gelmek üzere, muhalefet partilerinin aradığı, aslında “demokratik hukuk devleti”nin parlamenter rejim ekseninde yeniden inşasıdır. Bu nedenle, Anayasa değişikliğini “rejim/sistem” arayışına indirgemeksizin hedefi, demokratik anayasa olarak koyma gereği var.
Eskisine dönüş algısını önlemek için parlamenter rejim/sistem yerine “güçlendirilmiş parlamenter sistem” deyimi kullanılıyor olsa da çekinmeden parlamenter rejim/sistem diyebilmeli; zira, hangi sıfatla kullanılırsa kullanılsın, rejim/sistem tasarımı, demokratik hukuk devleti ekseninde anlamlandırılmalı.
Doğal olarak birbiriyle yarışma halinde olan demokratik muhalefet partileri, demokratik hukuk devleti anayasal ortak paydaları ve hedefinde birleşmeli.
Bunun için, öncelikle anayasal denge ve denetim düzenekleri somut biçimde ortaya konulmalı;
Sonra, hesap verebilir bir hükümet düzenekleri somutlaştırılmalı;
Nihayet, yasama-yürütme-yargı erklerinin her birinin kendi görev ve yetkilerini kullanmasına elverişli bir yapısal düzenleme açıklığa kavuşturulmalı.
Bu çerçevede TBMM, demokratikleştirilebildiği ölçüde güçlü olur ve görevlerini özerk bir biçimde yerine getirir. Hükümet istikrarı için, kurulması kolay ve düşürülmesi zor düzenleme, aklileştirilmiş veya güçlendirilmiş parlamenter rejim çerçevesinde düşünülmeli; yargı ise, mutlaka bağımsız olmalıdır. Bunları sürekli tartışmalıyız.
Yazılı bir anayasadan, geleneksel olarak beklenenler şöyle özetlenebilir:
Devletin ideolojisini, yani egemenliğin dayandığı temeli belirtmesi; yasama, yürütme ve yargı organlarının oluşma biçimini ve bunlar arasındaki erkler bölüşümünü düzenlemesi.
Bu “geleneksel” işlevlere, tarihin akışı içinde, – temel hakların ve özgürlüklerin siyasal iktidara karşı korunması ve – idarenin ve yasamanın işlemlerinin (yasaların) yargı denetimine bağlanması eklenmiş ve son olarak da – “insan hakları” kavramının tanınmasıyla, anayasadan beklenen koruma,
uluslararası bir nitelik kazanmıştır.
Bu günlerde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir demeciyle “yeni bir anayasa” yapılması, Türkiye’nin siyasal gündemine, birdenbire girmiştir. Oysa, Türkiye’nin bütün sorunlarına hızlı ve etkili çözümler getireceği savıyla yapılmış anayasa değişikliklerinin yürürlüğe girmesinin üzerinden sadece ikibuçuk yıl geçmiştir.
Öyle anlaşılıyor ki 2018 Temmuz’unda yürürlüğe girmiş olan değişikliklerden, o değişiklikleri öneren ve öven çevreler de memnun değildir. Bu durum, “işlerin aceleye getirilmiş” olduğunun bir itirafı da sayılabilir.
150 yıllık anayasa kültürü
Burada çıkarılması gereken, en önemli ders şudur: Anayasa yapılmasının çok ciddi bir iş olduğu; önünü, arkasını düşünmeden; konuyu, parlamentoda basit bir oy sayısı sorununa indirgemenin yanlış olduğu görülmelidir.
Oysa, Türkiye’nin 1876 Osmanlı Anayasası’ndan başlayarak, İkinci Meşrutiyet, Milli Mücadele ve Cumhuriyet dönemi deneyimleriyle oluşmuş, bir “anayasa kültürü” vardır. Bu kültür göz ardı edilerek yapılacak yeni düzenlemeler çok yanlış sonuçlara yol açabilir.
Nitekim, siyasal iktidarın gerek parlamento içinde gerek, parlamento dışında denetlenmesini etkisiz ve anlamsız hale getiren, geniş kapsamlı anayasa değişikliği, Türkiye’yi adeta yönetilemez bir duruma getirmiş görünmektedir.
Haftalarca süren kampanyalarda harcanan onca emeğe, enerjiye ve masrafa mal olmuş bir metnin, daha üçüncü yaşına basmadan, kaldırılıp “yeni” bir anayasa yapılmasının gerekliliğini ileri sürmeyi, anayasa değişikliği konusunun ciddiyetiyle bağdaştırmaya olanak var mıdır?
GERÇEKÇİ VE AKILCI DEĞİL
Her hukuk metni gibi, anayasaların da zamanla eskimesi, toplumda ve siyasal yaşamda ortaya çıkan yeni gelişmeleri karşılayamaz hale gelmesi söz konusu olabilir. Ama, burada “makul” bir ölçü olmalıdır.
Anayasa, siyasal iktidarın ihtiyaçlarına göre, nerdeyse ayda bir değiştirilen “İhale Kanunu” gibi bir metin değildir.
Anayasada değişiklik yapılması ve özellikle de yeni bir anayasa yapılması çok boyutlu incelemeler, tartışmalar gerektiren bir iştir.
Türkiye’nin yeni bir anayasaya gereksinimi, elbette vardır; giderek, bu bir zorunluluktur diyebilirim. Bu gereksinimi dile getiren iktidar, değişikliklerin içeriği ve kapsamı konusunda somut bir işaret, net bir tavır göstermemekte; buna karşılık muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistem” kavramını öne sürerek; yapılması istenilen değişikliklerinin içeriğiyle ilgili genel çerçeveyi ortaya koymaktadır.
Ama, kanımca bu aşamada “içerik”ten de önce yeni bir anayasanın nasıl, hangi yöntemle yapılacağı sorunu üzerinde düşünmemiz daha yerinde olacaktır. Yapılacak “yeni” bir anayasa, sonunda halkoyuna sunulacak da olsa, metin, sonuç olarak, bir “Meclis”çe hazırlanacaktır. Burada sorulması gereken ilk soru şudur:
Halen görev başında olan Meclis, bu işi yapabilir mi? Bu aşamada, konuya bir “siyasal” kapsayıcılık ve inandırıcılık sorunu olarak bakıyor ve bu Meclisin, yeni bir anayasa yapmaktan uzak durması gerektiğini düşünüyorum.
SİYASAL GERÇEK
Bugün görevde olan Meclis, 24 Haziran 2018 seçimleriyle oluşmuştur. O tarihten bu yana Türkiye’de gerek içteki toplumsal ve siyasal değişmelerden gerek uluslararası siyaset sahnesindeki gelişmelerden kaynaklanan çok önemli olaylar yaşanmıştır.
Özellikle de “Cumhurbaşkanlığı sistemi” ya da “tek adam rejimi” gibi adlarla anılan yönetim biçiminde Meclis, işlevleri azaltılmış, birçok konuda “devre dışı” kalmış bir görünümdedir. Çok üzücü de olsa, siyasal gerçek budur.
SONUÇ
Özetle, bugünkü Türkiye, Haziran 2018 Türkiyesi’nden oldukça farklı sorunlarla karşı karşıyadır.
Halen görevde olan Meclis, iktidar partisi ile ortağının fiili denetiminde, ”uzlaşma kültürü”nden uzak, muhalefetin etkisizleştirildiği bir ortam haline gelmiştir.
Öte yandan, var olan anayasayı hiçe sayan davranışlarıyla ünlenmiş bir iktidarın, ülkeye “yeni bir anayasa kazandırma” girişiminin hangi siyasal düşüncelerle ortaya atıldığı; ne ölçüde içtenlikli olabileceği de sorgulanmalıdır.
Türkiye’nin yeni bir anayasaya gerçekten gereksinimi, elbette vardır.
Ama böyle bir anayasa, bugünün kutuplaşmış, özellikle iktidar çevrelerince ısrarla yürütülen ayrıştırıcı dil ve davranışlar nedeniyle iyice “dumanlanmış” ortamında değil; gerçekten demokratik; sadece siyasal partilerin değil, meslek odaları, sivil toplum kuruluşları gibi çeşitli kuruluşların, görüşlerini kamuya duyurup tartışabilecekleri, kısacası her görüşün sesini duyurabileceği bir ortamda oluşturulabilir.
Bunun yöntemi de çeşitli görüşlerin özgürce tartışılabileceği bir “Kurucu Meclis” oluşturulmasıdır (Değerli dostum Prof. Dr. Fazıl Sağlam’ın bu konudaki görüşleri için bkz. Anayasa Hukuku Ders Notları; Lefkoşa 2013, s.271 vd.).
Tarihimizdeki iki “Kurucu Meclis’in de askeri müdahalelerden sonra oluşturulmuş olması nedeniyle, bu söze karşı alerji duyanlar olabilir ama bu iki kavram arasında zorunlu bir bağ yoktur. Yani, TBMM yapacağı bir Kanunla bir Kurucu meclis oluşturabilir.