Etiket arşivi: Cumhurbaşkanı Erdoğan

Prof. Dr. Hakkı Keskin’den Muhalefet Partilerine Çağrı

PROF.DR. HAKKI KESKİN'DEN AÇIK MEKTUP - Turkish ForumProf. Dr. Hakkı Keskin

Seçim tarihi Yetkimizi 10 Mart`ta Kullanacağız

diyor Cumhurbaşkanı Erdoğan

Türkiye`nin asla hak etmediği ve Dünya`da benzeri olmayan, tüm kararların tek kişi tarafından alındığı ucube sistemden kurtulması, en önemli yurtseverlik görevidir.

14 Mayıs’ta yapılacağı belirtilen Cumhurbaşkanlığı ve TBMM Seçimi, tüm muhalefet partilerine ve tabii ki tüm seçmenlere büyük görev ve sorumluluk vermektedir. Ancak seçim öncesi gerekli görevlerin yerine getirilmesi, Altılı Masa Partileri ve öbür muhalefet partilerince yapılmalıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklaması, Altılı Masa’nın kendi Cumhurbaşkanı adayını 10 Mart’a değin erteleme stratejisini içeriyor. Böylece Erdoğan yine meydanlarda, “Altılı Masa partilerinin kendi Cumhurbaşkanı adayı konusunda bile anlaşamadıklarını, bunların ülkeyi yönetemeyeceklerini” belirterek propagandasını sürdürmeyi hedeflemektedir. Altılı Masa partileri bu stratejiyi ivedi olarak bozmalıdır.

  1. Altılı Masa Partileri tarafından Şubat ayının ilk haftalarında Cumhurbaşkanı adayı kamuoyuna açıklanmalıdır.
  2. Altılı Masa, Anayasaya göre Erdoğan’ın 3. kez Cumhurbaşkanı olamayacağını mutlaka kamuoyuna açıklamalıdır.

  3. Altılı Masa Cumhurbaşkanı adayı, Masa Parti Başkanlarıyla birlikte seçim meydanlarında, hazırlanmış olan güçlendirilmiş Parlamenter sistemi, kamuoyuna tanıtılmış olan yeni anayasa önerisini, hazırlığı yapılmış olan ve 26 Ocak’ta son karara bağlanacak olan yeni Hükümet Programını (Temel Politika Belgelerini) seçmenlere tüm ayrıntılarıyla açıklanmalıdır. Bunlar:

    “Hukuk, adalet ve yargı”,
    “Kamu yönetimi”,
    “Şeffaflık, denetim ve yolsuzlukla mücadele”,
    “Ekonomi, finans ve istihdam”,
    “Sektörel ve bölgesel konular”,
    “Bilim ve teknoloji”,
    “Eğitim ve öğretim”,
    “Sosyal politikalar”,
    “Dış politika, güvenlik, savunma”

    olarak kamuoyuna duyurulmalıdır.

  4. Seçmenlerin güncel yaşamlarını doğrudan etkileyen şu sorunların ivedi olarak tek tek aydınlatılması gerekmektedir:

    Yoksulluğun temel kaynağı olan işsizlik,
    enflasyon, gelir dağılımında giderek artan adaletsizlik,
    ilk, orta, üniversite eğitimindeki sorunlar ve
    sağlık sorunları

    hangi önlemlerle nasıl ve ne denli sürede çözülecektir.

  5. Türkiye için önemli bir güvenlik sorunu durumuna gelmiş olan ve Suriye`ye sınır kentlerinde nüfusun önemli bir kesimini oluşturan kaçkınlar sorunu, nasıl ve ne denli sürede çözülecektir?

    Bu sorunların çözüm önerileri, seçmenlerle yüz yüze gelinerek sabırla ve iyi bir donanımla anlatılarak ikna edilmeleri gerekmektedir.

  6. Seçim güvenliğinin hangi önlemlerle nasıl sağlanacağının seçmene anlatılması ve bu konuda da seçmenin desteğinin sağlanması da ivedi bir görev olmuştur.

Farklı siyasal, ekonomik, sosyal ve toplumsal görüşlerde olan Altılı Masa oluşumunu, başından beri, Türkiye`de uzlaşma kültürü ve birikmiş olan yoğun sorunların çözüme bakımından son derece gerekli ve yararlı bulduğumu önceki yazılarımda da belirttim.

Ancak bu uzlaşma kültürü,

  • Türkiye`nin bu tek kişiye bağlı ucube sistemden kurtulmasını isteyen öbür siyasal partilerle de en azından diyaloğu ve gerekli alanlarda birlikteliği gerektirdiği inancındayım.

Ekonominin kitabı ve sonuç

Alev CoşkunAlev Coşkun
21 Kasım 2021, Cumhuriyet
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Son haftanın en önemli konusu kuşkusuz doların yükselişi ve Türkiye ekonomisidir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Biz bu noktada ekonominin kitabını yazdık” diyor.

Ancak yurtdışı ve yurtiçindeki yansız ekonomistler, Türkiye’de yazılan ekonomi kitabının parlak olmadığı noktasında birleşmiş bulunuyorlar. 2020’nin son aylarından bugüne kadar yazdığımız Pazar Yazıları’nın önemli bir bölümü ekonomi ile ilgilidir… “Politika, Ekonomi ve Duvara Toslama” (26.11.2020), “128 Milyar Dolar Nerede?” (25.4.2021), “Erdoğan Artık Gündemi Belirleyemiyor” (25.7.2021), “Ekonomi Sarsıntıda” (26.9.2021), “Yönetemeyen Demokrasi” (17.10.2021)… Bu yazılarda ekonominin kötüye doğru yol aldığı belirtiliyordu.

Erdoğan, ekonomi ile ilgili görüşünü her platformda, her toplantıda açıklıyor. “Faizle ve faiz artırımı ile mücadeleye devam edeceğiz. Faiz sebep, enflasyon neticedir” diyor. Her ortamda yapılan bu konuşmalardan sonra Merkez Bankası’nın (MB) farklı bir karar vermesi beklenemezdi. Nitekim MB Para Politikası Kurulu geçen hafta faiz oranını %15’e indirdi… O noktadan sonra zaten hassas ve kırılgan olan ekonomi kendisini Doların yükselişiyle gösterdi.

1 Kasım 2021’de 9.5 TL olan Dolar 17 günde 11 TL’yi geçti. Bunun anlamı, Dolar iki haftada 1.5 TL arttı, buna karşı TL de iki haftada %15’ten fazla değer kaybetti. Böyle bir durum, 15 günde bu derece yüksek değer kaybı daha önce Türk ekonomi tarihinde görülmemiştir. Yukarıdaki çok basit ancak anlamlı tablo, son üç yılda Dolar ve altının seyrini göstermektedir. Çok çarpıcı olan bu tablo, 2018 yılında cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçiş ve Erdoğan’ ın Cumhurbaşkanı olduğundan bugüne Doların değeri yüzde yüz (%100) ve altının değeri yüzde iki yüz (%200) artmış bulunuyor… Sonuçta TL’nin değeri de o oranda azalmış bulunuyor…

Bu tablonun ekonomik ve politik değerlendirmesi ve karşı karşıya olduğumuz durum şöyledir:

1. Değeri düşmüş olan Türk lirası,
2. Değeri yükselmiş olan dolar ve altın,
3. Bunun sonucunda yüksek enflasyon düzeyi (%49),
4. Bağımsızlığını kaybeden Merkez Bankası,
5. Dünya ekonomi ve mali piyasalarında itibarı tartışılan Türkiye ekonomisi,
6. Giderek yoksullaşan halk ve giderek artan hayat pahalılığı…

En çarpıcı sonuç şudur: Halkın satın alma gücü düştü, gelir dağılımı adaleti bozuldu. 

Bu genel ekonomik tablonun bir de borç bölümü var. Dövizle borçlu olan özel sektör, borçları ödeyemeyecek duruma gelmiş bulunuyor. Öte yandan yap işlet devret modeline göre (köprüler, yollar, şehir hastaneleri gibi…) dolar üzerinden iş yapan müteahhitler, kur artıkça zenginleşiyorlar.

İktidarın gerekçeleri

AKP iktidarı, MB faiz indirimi nedeniyle döviz, enflasyon yükselmesini göremiyor mu? Neden bu derece inatla bu ekonomi politikalarını uyguluyor? Bu konuda AKP’nin ileriye sürdüğü politik gerekçeler şöyle özetlenmektedir:

1. Merkez Bankası’nın döviz rezervleri en alt düzeye inmiş bulunuyor. Doların değerini artırarak ihracatı özendirip ve artırıp rezervlerde bir denge sağlanmak isteniyor. Bu nedenle doların yükselmesini doğru buluyorlar…

Buna karşı yanıt şöyle: Türk sanayi ihracatı ithalata dayalıdır. Bu nedenle rezerv dengesinde büyük bir değişim olmaz… (AS: 100 $ dışsatım için 70-80 $ dışalım girdi gerek!)

2. İktidar ayrıca ekonominin kötüye gittiği konusunu bir algı operasyonu olarak değerlendiriyor. Bu algı operasyonunun arkasında dış kaynaklar ve muhalefet vardır diyorlar ve ısrarla bu psikolojik eşik aşılacaktır savunmasını yapıyorlar.

Ancak Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, geçen hafta yaptığı konuşmada, ekonominin “enflasyon, döviz, faiz sorunları” içinde bulunduğunu kabul etti.

Yurtiçi ve yurtdışındaki uzman maliyeci ve ekonomistler, AKP’nin “düşük politika faizi” ve genel ekonomi politikalarının TL’yi dolara karşı savunmasız bıraktığını ileriye sürüyorlar.

Döviz yükselmesinin yanında bir de dış borç sorunu var… 2002 yılında 129.6 milyar $ olan Türkiye’nin brüt dış borcu bugün 448 milyar doları aşmış bulunuyor. Buna ek olarak özel sektöre ait ve Hazine garantisine sahip milyarlarca dolarlık dış borç da ekonomi için ciddi bir risk oluşturuyor. Türkiye’nin kısa vadede ödeyeceği dış borcun 176 milyar $ dolayında olduğu belirtiliyor. Kısa dönemde AKP iktidarının bu parayı bulması gerekiyor.

Ne olacak?

Bu ekonomik durum, yüksek enflasyon, pahalılık, özellikle orta gelirli vatandaş için zorluklar yaratmaktadır. Ayrıca yüksek işsizlik vardır. Yazımızın başında Erdoğan’ın “Biz bu noktada ekonominin kitabını yazdık” dediğini belirtmiştik. Yazılan bu kitabın sonuç kısmı öyle anlaşılıyor ki AKP için hiç de olumlu bitmeyecek. AKP için iktidardan gidiş yolu kaygan bir zemin olarak artık kesin olarak açılmıştır.
====================================
Dostlar,

Milli Piyango E. Demirören’e satıldığından beri Ziraat Bankasına 700 milyon $ borcunu Milli Piyango bileti vererek ödüyor, yani kağıt satarak! Ziraat Bankası krediyi tahsil edemediği için soyuluyor. Görev zararı vergilerle kapatılıyor. Cebimizden bu Holdinge kaynak akıyor. Bu ranta iktidar ortak, siyaset ahlaksızca finanse ediliyor.

“Ben ekonomistim” diyen ve tüm yetkileri kendinde toplayan Erdoğan’ın ülkemizi sürüklediği batak. Ya zerrece işten anlamayan zeka fukaraları ya da vatana ihanet.. 3. seçenek yok!
  • Uyan Türk Ulusu derin uykulardan uyan!
RT Erdoğan düşük faiz için,
  • Bu politika ile biz ne yaptığımızı, niçin yaptığımızı, nasıl yaptığımızı hangi risklerle karşı karşıya bulunduğumuzu, sonunda ne elde edeceğimizi gayet iyi biliyoruz.. süreç ‘ekonomik kurtuluş savaşı.’ ” dedi.

Doğru; Türkiye’yi kasten batırırken halka masal!

  • 1,5 Tr TL kestirilen 2022 bütçe gelirinin 240 milyarı, yani 6’da 1’i faiz!
  • Bu faiz oranı geçen yıl 1/7, önceki yıl 1/8 idi.
  • RTE = AKP nereye sürüklüyor Türkiye’yi?
  • İzlenen politika kurgudur ve hedefi Türkiye’yi İFLAS ETTİRMEKTİR!
  • Buna asla izin verilmemelidir.
  • Türkiye ayağa kalk!

Sevgi ve saygı ile. 24 Kasım 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

Şükrü ELEKDAĞ, sınırlarımıza dayanan insani felaketin kaçınılmaz olduğunu söylemişti!..

Şükrü ELEKDAĞ,
sınırlarımıza dayanan insani felaketin kaçınılmaz olduğunu söylemişti!..

Uğur DÜNDAR
SÖZCÜ, 05 Şubat 2020

Sevgili okurlarım, önceki gün Suriye-İdlib‘de, rejim güçlerinin saldırısında 8 kahraman vatan evladımız şehit düştü. Yüreklerimizi yakan bu haberin ardından Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar, saldırılara anında misliyle karşılık verildiğini ve 75 Suriye askerinin etkisiz hale getirildiğini açıkladı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Rusya’nın görmezden geldiği bu saldırıların, 1 milyon Suriyeli sivili sınırlarımıza dayadığını söyleyerek insani bir felakete işaret etti.

Ancak bundan aylar önce, 21 Eylül 2019’da, öngörüleri her zaman doğru çıkan Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, İdlib kaynaklı insani felaketin kaçınılmaz olduğunun altını çizerek Ankara’yı uyarmış ve bu felaketten kurtulmanın yegane yolunu da göstermişti.

İşte o tarihi tespitler ve uyarılar:
★★★
İdlib’in nüfusu, aldığı büyük göçler sonucunda 3.5 milyona yaklaşmış bulunuyor. Bölgenin halen %90’ı El Kaide’nin uzantısı olan Heyet Tahrir el Şam (HTŞ) ve ona bağlı Selefi cihatçı örgütler tarafından kontrol edilip yönetiliyor. Yabancı kaynakların tahminlerine göre bölge, 200 bin civarında radikal unsuru barındırıyor. Keza, bunlardan 50 ile 100 bininin Şam rejimiyle savaşmaya kararlı silahlı örgüt mensupları olduğu tahmin ediliyor. Rusya, Türkiye ve İran arasındaki Soçi Mutabakatı Türkiye için şöyle bir misyon öngörüyordu: Türkiye bölgedeki başlıca şiddet aktörü olan HTŞ örgütünü bölerek ılımlıları radikallerden ayırdıktan sonra, ılımlıları kontrolündeki Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) çatısı altında toplayacak, geri kalan radikal cihatçılar için ise tasfiye yolları arayacaktı. Ayrıca Türkiye, ülkenin orta kesimlerini kuzeye bağlayan ve stratejik açıdan önemli M4 ve M5 karayollarını da yeniden ulaşıma açmayı taahhüt etmişti. Geçen bir sene içinde Türkiye bu iki yükümlülüğünü de yerine getiremedi…”
★★★
Bu durumu fırsat bilen Suriye ordusu da Rusya’nın hava desteğiyle güneyden İdlib’e girdi. Bu bağlamda belirtilmesi gereken bir husus,  Rusya ve Suriye’nin İdlib bombardımanlarının son derece gayrı-insani ve acımasız olduğudur. Hedefler; yerleşim mahalleri, okullar, hastaneler, pazarlar, fırınlar olarak seçiliyor, sonra buralar misket ve varil bombalarıyla kıyasıya vuruluyor. Rusya bu taktiğini daha önce Halep’te, Guta’da, Dera’da, Humus ve çevresinde uygulamıştı. Bu taktiğin amacı, kenti teröristlerle masum siviller arasında fark gözetmeden cehenneme çevirmektir. Rusya aynı şeyi İdlib’de de yapıyor. Aileler, yaşlılar, çocuklar yegane çıkış yolu olan kuzeye, Türk sınırına doğru kaçıyor. Belirttiğimiz bu hususlara, Birleşmiş Milletler (BM) raporlarında yer verilmekte ve Rusya ile Suriye suçlanmaktadır…”

Şükrü Elekdağ

“16 Eylül 2019’da Ankara’da gerçekleşen Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin zirvesinden sonra yayınlanan ortak bildirinin ve Putin’le Ruhani’nin açıklamalarının incelenmesinden, Türkiye’nin kitlesel göç dalgasının önlenmesi için ateşkesin devamı ve operasyonların durması hususundaki talep ve önerilerinin dikkate alınmadığı, Suriye ordusunun, HTŞ gibi BM’nin terörist kategorisine koyduğu örgütlere karşı askeri harekatı sürdüreceği açıkça belli oluyor. Gerek Putin, gerekse Ruhani açısından birinci önceliğin İdlib’in mümkün olduğu kadar erken Esad rejiminin kontrolüne geçmesi olduğu anlaşılıyor. Ortak bildiride Soçi’de varılan mutabakata tarafların bağlılığının altı çizilmiş… Bu şekilde Ankara’ya, HTŞ’nin tasfiyesine yönelik yükümlülüğü hatırlatılıyor. Yani Türkiye’nin iki partneri, HTŞ’nin yok edilmesine yönelik “pis işi” Mehmetçik’in üstüne yıkmakta hâlâ ısrarlılar…”
★★★
Operasyonların bir süre yumuşamasından sonra şiddetli bir yıpratma savaşı bekliyorum. Tabii bu savaş kitlesel bir göç dalgasını tetikleyebilecek ve büyük bir insani felaket Türkiye’nin sınırlarına dayanacaktır. Böyle bir felaketi Ankara, Şam ile diyalog kanallarını açarak ve Suriye politikasını revize ederek önleyebilir. Esasen Şam da Ankara’ya zirve öncesinde “Sorunları beraberce çözebiliriz” mesajları göndermiş bulunuyor. Bunlardan birincisi, Suriye tarafından BM’ye yazılan mektupta PKK ve YPG’nin kontrolündeki Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve YPG hakkında çok ağır ifadeler kullanılmasıdır. İkincisi de genel af çıkarılmasıdır. Suriye genel aftan, HTŞ bünyesindeki   Suriyeli cihatçıların örgütten ayrılmalarını sağlamak ve örgütü bölmek için yararlanmak istiyor. Kanımca Türkiye de bu aftan yararlanmalıdır…”
★★★
“Suriye’deki güç dengesini dikkate aldığımız takdirde, Esad rejiminin İdlib’i Rusya ve İran’ın da desteğiyle terör unsurlarından geri almasının kaçınılmaz olduğunu görürüz. HTŞ ve ona bağlı cihatçı gruplar ne kadar direnseler de akıbetleri Halep’teki, Dera’daki ve Guta’daki cihatçılarla aynı olacaktır. Halen Türkiye’nin kontrolünde olduğu söylenen Ulusal Kurtuluş Cephesi (UKC) çatısı altındaki muhalif örgütlerin çoğunun HTŞ cephesinde yer aldığı ve onunla birlikte Suriye ordusuna karşı çarpıştığı bilinmektedir. Ankara, UKC unsurlarını aftan yararlanmaya ikna ederek, onların ve ailelerinin bir hiç uğruna can vermelerini engellemelidir. Ben bunu bir sorumluluk olarak görüyorum. Bu girişim, aynı zamanda Türkiye ile Suriye arasında barış ve uzlaşıya zemin hazırlayacak, teröre karşı ortak mücadeleyle kitlesel göç potansiyelinin önlenmesi mümkün olabilecektir…”
★★★
“Suriye topraklarının %30’u üzerinde ABD desteğiyle ve PKK/PYD kontrolünde bir garnizon devletin temelleri atılmıştır. Bu devletin ABD tarafından eğitilmiş ve modern silahlarla donatılmış 60 bin mevcutlu ordusu, 30 bin kişilik polis gücü, 140 bin kişilik kamu personeli vardır. ABD, eğiteceği 30 bin ilave kişiyle orduyu takviye edeceğini ilan etmiştir. AKP iktidarının yaptığı gibi, garnizon devlete koruma sağlayacak bir “güvenli bölge” oluşturulması, 4 parçalı Kürdistan’ın Suriye ayağını kendi ellerimizle yaratmak ve ulusal çıkarlarımızı dinamitlemek demektir…”
★★★
“Eğer garnizon devlet çökertilmek isteniyorsa bunun yolu da Ankara’nın Şam ile ilişki kurmasından geçer. Böyle bir gelişme önce Şam’ın PKK/PYD’ye karşı elini kuvvetlendirecektir. Ayrıca Suriye, Türkiye, Irak ve İran dörtlüsü, siyaset ve diplomasi yoluyla garnizon devletin bölgede izole edilmesi imkanını elde edeceklerdir. Garnizon devlet yaşayabilmek için petrolünü ihraç etmek zorundadır. Söz konusu dört devlet aralarında güçlü bir işbirliği gerçekleştirerek bunu engelleyebilirler. ABD ne kadar yardım etse de garnizon devlet sadece dışarıdan gelecek destekle varlığını sürdüremez. Ayrıca Şam ile resmi bir ilişki, Türk askerinin Suriye topraklarındaki varlığına meşruiyet kazandıracaktır.

  • Türkiye’nin ulusal çıkarları Suriye rejimiyle en kısa sürede resmi planda etkin bir işbirliğinin gerçekleştirilmesini zorunlu kılıyor.
  • Cumhurbaşkanı Erdoğan, sorumluluğunun tam idrakiyle, Suriye rejimiyle acilen resmi temas ve iş birliği kararını almalıdır.

Son olarak bir noktayı belirtmek istiyorum. Bu söyleşi çerçevesinde belirtmiş olduğum fikir ve önerileri, benimle yapmış olduğunuz ve 12 Eylül 2018’de “Türkiye’nin Ulusal Çıkarları Suriye Rejimiyle İş Birliğini Zorunlu Kılıyor” başlığıyla SÖZCÜ‘de yayınlanan röportajda da ifade etmiştim…”
★★★
İnsani felaketi çok önceden görüp, Türkiye’yi yönetenleri büyük bir içtenlikle uyaran bilge diplomat daha ne desin?

Her şeyi söylemiş, “Pis işi temizlemeyi Mehmetçik’e bırakacaklar ve insani felaketi sınırlarımıza dayayacaklar” demiş, ama dinleyen kim?

Olan yine Mehmetçik’e oldu ve mevcutlara ek olarak 1 milyon Suriyeli de sınırlarımıza yığıldı!..

Şehitlerimizi rahmetle anıyor, acılı yakınlarına ve ulusumuza başsağlığı diliyorum.

 

Beştepe, Hakimler ve Avukatlar

Beştepe, Hakimler ve Avukatlar

Beştepe, Hakimler ve Avukatlar

Oysa Erdoğangiller “Bunda ne var, diyorlar; Beştepe milletin evi değil mi?”. İyi de, gazete haberlerine göre, ev sahipleri “evlerine” X Ray cihazıyla kontrol edilerek girmişler ve liste dikkatle incelendikten sonra bazı adlar da Tayyip Bey tarafından çizilmiş! Evet, sağımız solumuz terör deniyor; ama bu kadarı da hayli tuhaf değil mi?
***

Yine de tören öğretici oldu ve ülkeye hâkim “adalet” anlayışı en “yetkili” ağızlar tarafından her yönüyle sergilendi. Şahsen töreni bu duygular içinde, tecessüsle izledim. İşte konuşmaları izlerken aldığım bazı notlar ve bunlarla ilgili düşüncelerim.. Ne de olsa “adalet” hepimizi ilgilendiriyor…

***
Önce adaletle ilgili -ve altını çizdiğim- şu çarpıcı açıklamalar: “Zulüm ve haksızlık ile adaletsizlik eş anlamlıdır. Şayet insan adalet yerine zulüm yolunu seçiyorsa, bunu kendi iradesiyle yapıyor demektir. Dolayısıyla bu iradeyi kontrol altında tutacak zihnî ve fiilî bir düzene ihtiyaç vardır (…) Tarihin hiçbir döneminde zalimler eksik olmamıştır. Ama aynı şekilde zulüm de payidar olamamıştır. Günümüzün zalimlerinin yol açtığı adaletsizlikler elbet bir gün sona erecektir!”

Çok isabetli teşhisler değil mi?

Yine de yanlış anlaşılmasın, bu sözleri Barolar Birliği Başkanı değil de, Cumhurbaşkanı Erdoğan söyledi! Tam da “yargı reformu” gündemde iken! Üstelik Tayyip Bey, bu konudaki hazırlıklarda “son aşamaya” gelindiğini müjdeledikten sonra şu ikazı yapmaktan da kendisini alamamıştı: “Fakat asıl önemli olan uygulamadır. Ülkemizde kağıt üzerinde mükemmel duran nice düzenlemenin uygulamadaki çarpıklıklar sebebiyle nasıl sıkıntılara ve adaletsizliklere yol açtığını hepimiz çok iyi biliyoruz!”
***

Gerçekten de biliyoruz. Ve en iyi de Baro Başkanı Metin Feyzioğlu biliyor. 2014’te, Danıştay yıldönümünde bu gerçeği dile getirdiği için Tayyip Bey’in hışmına uğramış ve bir skandala yol açmıştı. Üstelik o sırada hiç de gerilemedi. Bakın, olaydan üç ay sonra yaptığı bir söyleşide bir gazeteciye neler söylüyordu:

  • “Ben Tayyip Erdoğan’ın zihnindeki Yeni Türkiye ile bizim arzu ettiğimiz Yeni Türkiye’nin aynı olduğunu hiç sanmıyorum. Biz kurumların yeniden tanımlanmasında insanın tartışmasız merkeze konması gerektiğini söylüyoruz. Oysa bugünün siyasi iktidarı kendi statükosunu yaratıp, insan yerine kendini gücünü merkeze koymayı tercih etti. Gerçekten demokratikleşmeyi hedefliyorlarsa her zaman hazırız. Ama yaptıkları yapacaklarının teminatıysa… Demokratikleşmeyi değil gücü tek elde toplamayı, kuvvetler ayrılığını yok etmeyi, basını sansürleyip bastırmayı, ancak istedikleri düşüncelerin ifade edildiği bir ortam yaratmayı istediklerini görüyoruz.” (Hürriyet, 25 Ağustos 2014).

İlginç değil mi? Üstelik o tarihte ne Beştepe Sarayı vardı, ne de Başkanlık sistemi! “Tek Adam” yönetimi henüz hukuki bir kılıfa bürünmemişti ve hapishaneler de hukukçular, gazeteciler, öğretmenler, subaylar ve emniyetçilerle dolmamıştı. Şimdi ise, bırakınız dört duvar arkasındakileri, umutsuzluğa kapılarak hayatına son verenleri sayıyoruz. Burada küçük bir parantez açmadan geçemeyeceğim
***

Daha bir ay önce CHP’nin yayınladığı bir raporda, (bilinen) intiharların sayısının elliye yaklaştığı açıklanıyordu. Şahsen ise, üç yıl önce, gazetelerin arka sayfalarında okuduğum iki satırlık bir intihar haberini hala unutamıyorum. 2016 Ağustos’unda görevine son verilen Ispartalı Sevgi Balcı hemşire depresyona girmiş ve en küçüğü üç aylık üç çocuğunu geride bırakarak canına kıymıştı. Adı, Başbakan’ın bile haberdar olmadığı bir darbeden sorumlu tutulan yüz binler arasında geçiyordu. Sevgi Hemşire, ne yazık ki “yargı reformu”nu göremeden aramızdan ayrıldı. Ve son intihar haberi de geçtiğimiz Haziran ayında Denizli’den geldi. Canan Hanım da bir sınıf öğretmeniydi ve bir KHK ile işsizliğe mahkûm edildikten sonra hayatına son vermişti. Arada da çok sayıda çiçeği burnunda araştırma görevlileri, asker-sivil memurlar, emniyetçiler.. İntihardan çok cinayet kurbanları..
***

İşte Barolar Birliği Başkanı da tam bu koşullarda umudunu “yargı reformu”na bağlamış görünüyor. Aslında hiç de Polyanna’cılık yapmıyor; gayet hesaplı-kitaplı ve daha çok da “Diriliş” dizisinden çıkmış bir kahraman edasıyla “Vatan söz konusu ise, gerisi teferruattır!” diyor. Heyecanla konuşuyor; “hazırlık aşamasındaki” yargı reformunu övüyor ve Erdoğan’a teşekkür ediyor. Söylediklerinde, “önemli olan uygulamadır!” diyen Tayyip Bey’in rezervi bile yok.. Konuşma adeta yeni bir “Yetmez, ama evet!” versiyonu.. Üstelik ilk versiyonda hapishaneler henüz dolu değildi; AB yandaşları “girdik; giriyoruz!” beklentisi içindeydiler ve iktidar da Çetin Altan’lara, Yaşar Kemal’lere ödüller dağıtıyordu. Şimdi ise her şey ortada; kral çıplak.. Üstelik Feyzioğlu’nu tebrik eden Başkan, boykotçu barolara değneği göstermeyi de ihmal etmedi. Ona göre önümüzdeki dönemde çözülecek ilk meselelerden biri “barolar başta olmak üzere tüm meslek teşekküllerinin seçim yöntemlerinin temsili demokrasiye uygun hale getirilmesi” olacakmış!? Anlaşılıyor değil mi? Bu da herhalde “yargı reformu”nun başka bir parçasını teşkil edecek? Eminim, Başkan Feyzioğlu bunu da dikkatle not etmiştir! Ne de olsa reformlar çağındayız!!

2019 seçimi başlangıç mı son mu?

2019 seçimi başlangıç mı son mu?

Kemal Can
Cumhuriyet
, 26.03.2018
(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

– 2019’da veya ne zaman olacaksa, yapılacak seçimle ne değişecek?

Bir yıl önce anayasa referandumu sırasında çok tartışıldı. Tam olarak başkanlık sistemi bile denemeyecek tuhaf bir tek adam iktidarı yürürlüğe girecek. Zaten bir süredir kimsenin fark etmediği başbakan artık olmayacak. Noter ofisinden fazla bir işlevi kalmayan Meclis iyice unutulacak. Kuvvetler birliğini temsil eden Cumhurbaşkanı söyleyecek, sadece “memurları” değil herkes buna harfiyen uyacak. Seçim de, bu durumun “genel tescili”, imza altına alınması olacak.

Fiili olarak uygulananlara, bir süredir içinde yaşadığımız koşullara bakıldığında pek büyük bir değişiklik olmayacak aslında. Hem de sadece 16 Nisan sonrasında değil, daha öncesinden başlayan yönetme biçimi ve bunun kabul edilme düzeyi hemen hemen aynı kalacak. Bu nedenle, seçimlerle geçilecek olan kapı, yeni bir yere açılmayacak, arkada bırakılanın üzerine kapanacak. “Arkada kalan çok matah mı” sorusuna da, olanı değil olasılığı düşünerek cevap vermek gerekir.

– Erdoğan seçimle gelecekleri değil, elvada denilecekleri mi anlatıyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan,

  • “Beyoğlu sokaklarında da zaman zaman arzı endam eden marjinaller edepleriyle durdukları sürece bu ülkenin renklerinden biri olabilirler. Ama işi şiddete, baskıya vardırırlarsa kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız.” dedi.

Bunun anlamı, bu ülkede yaşamaya devam etmenin koşulu “edepli durmak”; edebin sınırlarına karar verecek olanın kim olacağının da tartışılmaması. “Kulağından tutularak atılacakların ait oldukları yer” neresi acaba?

8 Mart’ta Beyoğlu sokaklarındaki binlerce “edepsiz” kadın, gelecek tehlikeden çok, yaşadıklarına itirazı dile getiriyorlardı. Yüksel Caddesi’nde neredeyse bir buçuk yıldır süren “işimi istiyorum” eyleminde olduğu gibi; hapishaneden çıktığı gün, “Sevinçli değilim, öfkeliyim” diyen Ahmet Şık gibi. Erdoğan için adalet istemek, işini talep etmek, özgürlüğünü savunmak, ‘baskı’ demek, edepsizlik demek. Geçilecek kapı kapandığında “edepsizliğe” veda edilmesi, baskıdan da sadece iktidarın azade olması isteniyor.

– Özgürlükler, haklarını kaybedenler yanında başka kayıp yok mu?

Erdoğan,

  • Komünist, vatan haini, terörist gençlere üniversitelerde okuma hakkı vermeyeceğiz dedi.

Cumhurbaşkanı, sıraladığı sıfatları gönlünce belirleme ve dağıtma hakkı yanında, bunlara ilişkin hukuki sonuçlara, hatta yaşamsal kararlara da yetkili olduğuna, “hakları” alıp verecek bir merci olduğuna inanıyor. Daha başka konularda da örneklerini gördüğümüz üzere, böyle karar ve talimatları 2019 seçim sonuçlarını hiç beklemeden veriyor, geciktirilmeden de uygulanıyor.

İnsanların işlerini, paralarını, iradelerini, özgürlüklerini ellerinden alırken hukuki gerekçe arama gereği duymayan uygulamalar yeni değil. Üstelik sadece OHAL bahaneli KHK’lerle sınırlı da değil. Ama bu uygulamaların mağdurlarının kaybettikleri kadar, bu haksızlığın ortaklarının ve ülkenin insani sermayesinin yitirdikleri de az sayılmaz. Mesela, bu dönemin yargı mensuplarının, bürokratlarının ve gazetecilerinin çocukları ilerde babalarının, analarının mesleklerini saklama gereği duyacaklar.

– Tek ses için mi seçim zaferi, yoksa zafer için mi tek ses gerekli?

Doğan Medya Grubu’nun satışı epey tartışıldı. Çok genel olarak iki kanat var. Birinci grup, “zaten ana akım medya kalmamıştı, dolayısıyla bu satış bizi ilgilendirmez.” diyor. İkinci grup ise, “işini yapmadığı için eleştiriyor olsak bile, tümüyle ele geçirilmesi önemli bir sonuçtur ve bizi de etkiler.” diyor. Soruna, bu işi yapan ve yaptıranlar tarafından bakınca resim daha net: “Nereden girdim bu işe?” diye telefonda Erdoğan’a ağlayan birini medya devi yapmak, “zaten olanın” gerekli ve yeterli olmadığını gösterir.

Eğer, göstermelik de olsa bağımsız taklidi yapan, işini yapmasa bile bu konudaki eleştirilere duyarlıymış gibi yapan “ana akım medya” artık iktidar için gerekli değilse, meşruiyet ihtiyacı (derdi) kalmamış demektir. Eğer “ana akım” üzerindeki kontrol ve “Alo Fatih” pratiği yetersiz bulunuyorsa, bu daha sert baskı dalgasının geldiğinin habercisidir. Yani ikisi de birbirinden beter. Ve galiba 2019 beklenmeden yürürlüğe giren bu medya düzeni için ikisi birden geçerli.

– Seçim neyin başlangıcı ve neyin sonu olacak?

2019’un olası sonuçları üzerine kafa yorarken; yaşananların, hayat tasavvurunun o seçimin sonuçları beklenmeden nasıl yürürlüğe girdiğini, uluorta söylendiğini görmek gerekiyor. Bu fiili uygulamaların sanki seçim büyük bir zaferle sonuçlanmışçasına fütursuzlaştığını izliyoruz. Bir kez daha atı almış da Üsküdar’ı geçmiş gibi davrananların elinde tuttuğu yüzde elli ile nasıl yüzde doksan gibi davranabildiğini seyrediyoruz. Yaşadıklarımız, daha seçim yapılmadan galibin ilanı ve kabul ettirilmesi. İş “imzaya” kalsın isteniyor.

Yüzde elli ile bütün ülkenin sahibi, milletin efendisi gibi davranabilmek,
diğer yüzde ellinin kendisini çaresiz küçük bir azınlık gibi hissetmesini sağlamakla mümkün. Geri kalanları “kulağından tutup atabileceğini”, “okullarda okutmayabileceğini” düşünebilmek, buna muktedir olmaktan çok kabul ettirmekle oluyor. Bu yüzden, açılacak bir kapıyı engellemeye değil kapıyı açık tutacak umuda ve özgüvene ihtiyaç var.
=======================================
Dostlar,

ERDOĞAN 2019 SONRASINI DAVUL ÇALARAK İLAN EDİYOR!

Erdoğan’ın “Boğaziçi Üniversitesi’nde fetih lokumu dağıtma”  girişimi üzerinden başlattığı sınır tanımayan salvo ile ilgili olarak, Cumhuriyet‘ten Sn. Engin AYDIN’IN “Ya bir de diktatör olsaydı…” başlıklı yazısını dün (26.3.18) sitemizde paylaşmış ve altında kapsamlı bir yorum yazmıştık (http://ahmetsaltik.net/2018/03/26/ya-bir-de-diktator-olsaydi/). Bir sorumuz vardı :

  • BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ ÜZERİNDEN
    NE YAPILMAK İSTENİYOR??

    Görüldüğü gibi “vukuat” bitmiyor.. İnsanların yaşam biçimleri – tercihlerinin bedeli, kendi ülkelerinde yaşama haklarından olmak derecesinde ağır, orantısız, ölçüsüz, kabul edilemez, hukuk – akıl – vicdan – insanlık dışı…
  • “…kulaklarından tutar ait oldukları yere fırlatırız.” 

– Bu T.C. yurtaşlarının ait oldukları yer neresidir?
– “Kulaklarından tutarak fırlatmak” Türk Ceza Yasası’nın hangi maddesinde yaptırım – ceza olarak öngörülmüştür?
– Böylesine “insanlık onuru ile bağdaşmayan bir ceza” yasalarımızda varsa bile (ki yok; anayasal engel var) “de facto” infaza kim yetkilidir?
– Bu olağandışı ceza “sürgün” anlamına gelmekte ise -ki geliyor!- Anayasa’da yasaklanmış değil midir?
*****
Anayasa md. 17/2 : Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

Anayasa md. 66/4 : Hiçbir Türk, vatana bağlılıkla bağdaşmayan bir eylemde bulunmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz.

…………………
Uzatmayalım… Erdoğan bunları bilmez mi?? Konuşmalarının tümüyle metinden bağımsız olmadığını biliyoruz. Bu metinleri gözden geçiren uzman danışmanlar hiç uyarmaz mı?

AKP genel başkanı Erdoğan, 2019 seçimleri sonrası eğer seçilirse, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” denen ucube sistemde daha neleer neler olabileceğini haber veriyor aslında.. Davul çalarak duyuruyor adeta.. Bilmem, duyuluyor mu?

Erdoğan bir şey daha yapıyor : Açıkça ve çok ağır suç işliyor… Türk Ceza Yasası’nın peeeeek çok maddesini –korkarız bilmediğinden de değil, bilerek ve tasarlayarak– fütursuzca çiğniyor. Öte yandan TCY md. 4, yasayı bilmemenin özür sayılamayacağını, ceza – yaptırım bağışıklığı sağlamayacağını da belirtiyor.

Erdoğan, gerek milletvekili gerek Cumhurbaşkanı olduğunda ettiği yemini de bütünüyle ayaklarının altına almış durumda.. Bu hem anayasayı ihlal suçu hem de ahde vefasızlık.

Bu gidiş gidiş değildir. Bu sitede belki yüzlerce kez yazarak sağduyuya, insafa, vicdana çağırdık. Anayasaya, hukuka uyun, adil olun, Cumhuriyet’in temel değerleri ile oynamayın…. içerikli uyarılar yaptık, rica ettik, minnet ettik, ülkemizin esenliği adına “yalvardık”!

Ne yazık ve ne acı ki; hemen hemen hiç – bir işe yaramadı yaramıyor!!??

Ülkemize dönük AKP = Erdoğan kuşatması giderek yoğunlaşıyor, koyulaşıyor, ağırlaşıyor ve kararıyor. Gerçekte kendini de yok olmaya sürüklüyor; ipek böceği gibi!

Seçimi yitirme telaşı korkusu – paniği ve bunun doğal sonuçları Erdoğan’ı tutsak almış durumda. Bu yoğun ve yaman korku nedendir? Neden ölüm  – kalım sorunu edilmektedir seçimler?
Olağan demokratik rejimlerde siyasal kadrolar seçimle gelir ve son derece olağan koşullarda seçimle de giderler.

Acaba, seçim yitirilirse işlenen suçların hesabının sorulması kaygısı mıdır bacayı saran ateş?? Pekiii, bari şu aşamada suç işlemeyi kesmek daha akıllıca değil mi?
Yeni yeni ve daha ağı suçlar işleyerek seçim kazanma şansı artırılabilir mi?
Üstelik; her yeni açık hatalı adım kendini daha çok ele verirken; 15+ yıldır tek başına iktidarın tüm yorgunluğu, olumsuzluğu tükenmişliği, bıkkınlığı, moda terimle ağıııır mı ağır metal yorgunluğu başta Erdoğan olmak üzere AKP kadrolarını bir kanser gibi sarmış ve yayılmışken!?
*****

– Efendim, yapmayınız – etmeyiniz.. güzelim ülkemize kıymayınız..
– Her şeyden vaz geçtik; biraz ADİL ve VİCDANLI olunuz.. İnsaf ediniz artık..
– Bu acımasız ve bunaltan baskıyı kaldırınız; mutlaka geri tepecektir, asla unutmayınız!
– Bu halkı aptal yerine koymayınız; siz gidersiniz Türkiye gene baki kalır ama çok ağır hasar veriyorsunuz..

İçinizdeki kavgayı-öfkeyi bastırınız; SEVGİYİ yeşertiniz; İNSANLIĞI anımsayınız. 

Sevgi ve saygı ile. 27 Mart 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

‘IMF’ye 5 milyar dolar’ yalanı belgesiyle çürütüldü…

‘IMF’ye 5 milyar dolar’ yalanı belgesiyle çürütüldü…
‘Battı denilen Yunanistan bile listede var’

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)
Cumhurbaşkanı Erdoğan bugünkü konuşmasında IMF’nin, Türkiye’den 5 milyar dolar borç istediğini, kendisinin de “verin” dediğini ve bunun ardından IMF’in borç istemekten vazgeçtiğini söyledi. Cem Toker, IMF’den yapılan açıklamada, 2008 kriz sonrası ek kaynak arttırım kararına Türkiye’den ‘moral’ destek verdiğini aktardı. (cumhuriyet.com.tr20 Kasım 2017)

[Haber görseli]

Cumhurbaşkanı Erdoğan Rize İl Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “IMF’e borç kaldı mı kalmadı. IMF bizden 5 milyar dolar borç istedi. Arkadaşlara dedim ki verin. Baktılar ki Türkiye verebiliyor, vazgeçtiler.” dedi.

Erdoğan’ın konuşmasının ardından sosyal medya hesabı üzerinde açıklama yapan Cem Toker, “IMF’ye yazdım sordum, Türkiye’den borç istediniz mi? Resmi yanıt geldi… 2008 kriz sonrası ek kaynak artırım kararına Türkiye’den ‘moral’ destek verdi diyorlar. Kasım 2017 kaynak aktaranlar listesinde, Yunanistan bile var ama Türkiye görünmüyor.” paylaşımında bulundu. Cem Toker, paylaşımına IMF’ye yazdığı mektup ve yanıtı da ekledi.
==========================================
Dostlar,

Siyaset böylesine yozlaştırılınca aktörlerine neler neler yaptırıyor değil mi??
Birlikte batıyorlar gerçekte..
Oysa siyaset kurumu, taa Platon döneminde 2500 yıl kadar önce saygın bir kurum olarak tanımlandı. Platon;
Filozoflar – bilgeler kral olsunlar dedi.
Filozof kral – bilge kral mitosunu yarattı.
O güzelim politik metafor, özellikle gelişmekte olan – geri ülkelerde paramparça edildi..

Türkiye de ne yazık ki bu ülkeler arasında kaldı; Cumhuriyet düşmanları temel sorumlu!

Siyaset kurumu yaşamı güzelleştirmeye hizmet etmiyor ülkemizde;
tam tersine cehenneme dönüştürüyor.

Öyle ki, KüreselleşTİRmeciler = Yeni emperyalistler Devleti elimizden aldılar.

Devleti Halkın sırtında sopalı tahsildara indirgeyerek sömürülerini vahşice sürdürüyorlar.
Bu sefil – alçak rolü benimseyen / boyun eğen işbirlikçi siyasileri,
entrika dolu operasyonlarla iktidara taşıyorlar..

İnsanlığın bu kabul edilemez tuzakları hızla görmesi ve deli gömleğini yırtması gerek.

Aydınların kitlelere namuslu – bilimsel öncülüğü kesintisiz – kararlı – örgütlü sürmeli..

Elbette insanlık onuru / aklı ve bilim kazanacak.. Er ya da geç. er ya da geç..

Sevgi ve saygı ile. 20 Kasım 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

BU TEĞET YAKACAK..

BU TEĞET YAKACAK..

portresiRahmi TURAN
SÖZCÜ, 04.12.2016

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İktidar yandaşı gazeteler dün “Teğet geçecek” manşetleriyle doluydu.
Dolar, yaydan çıkan ok gibi fırlayıp olanca vahşetiyle gövdemizde saplanmış durumda iken bunun teğeti mi kalmış? Fakat o sözler Cumhurbaşkanı Erdoğan‘a ait olunca önem kazanıyor tabii…
Başbakan Yıldırım “Bunların hepsi geçecek” diye işi hafife alırken, Erdoğan da yandaş gazetelere manşet olan 9 yıl önceki o sözlerini tekrarladı:

  • “2007-2008’deki olayda da ‘Kriz teğet geçecek’ demiştim.
    Aynı şeyi yine söylüyorum, bu da teğet geçecek!”

Teğet geçmek geometrik bir ifade… Bir eğrinin yanından geçen ve ona ancak bir noktada hafifçe değen bir doğru… Yani bu ekonomik kriz hafif geçecek, öyle mi?

9 yıl önceki o krizi düşünüyorum da insanlarımızın nasıl perişan olduğunu hatırlıyorum.

Eğer bu defa da “Teğet” denilerek o durum kastediliyorsa, milletin çekeceği var demektir.
İçinde bulunduğumuz kriz konusunda Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek:

  • “1. Dünya Savaşı’ndan sonra en sıkıntılı, belki de en zorlu dönemden geçiyoruz.”

dedi. Bence en gerçekçi ifade budur. Allah yardımcımız olsun!
==============================
Dostlar,

Doların 3,5 TL’yi de geçen tırmanışı “teğet” meğet değil mızraktır, hançerdir.
Aymazlığın zamanı değildir. Çook ciddi önlemlerin alınması gereklidir.
Lütfen anımsayalım :

2008’in son çeyreğinde kriz geldi. Büyüme hızı % eksi 4.7’ye indi.
2009’da 1. çeyrekte büyüme % – 14.6’ya düştü.
2. çeyrekte üyüme % – 7.6.
3. çeyrekte büyüme % – 2.7
2009 yılı sonunda büyüme % – 4.7’de kaldı, küçüldük ve yoksullaştık.
2008-9’da kriz, Türkiye ekonomisine teğet geçmedi, deldi geçti.
Rakamlar her şeyi açıklıyor..
Nitekim, ateş bacayı sardığından, Tayyip bey panik içindedir :

  • “Tulumbada şu an su yok, tulumbaya su lazım…” 

diyerek perişan hallerimizi kabul ve ilan etmiş bulunuyor..
Ekonomik bunalıma çözüm önerilerini AYDINLIK‘tan Sn. Mustafa Pamukoğlu yazdı (04.12.2016). O makaleyi de paylaşacağız sitemizde.

  • Dövizlerini bozdurmaya, asrın lideri öncü olmalıdır..

Çeşitli yerli -yabancı kaynaklarda yazılıp çizilen muazzam servetinden R.T. Erdoğan hem TL’ye geçmeli hem de her şeyini borçlu olduğu ama 15 yılda tulumbasını kuruttuğu ülkesine “bağış” (!?) yapmalıdır.

Anımsanacağı üzere İsviçre bankalarında büyük servetleri olduğu ileri sürüldüğünde sav sahiplerine “müfteri” diyerek avaz avaz bağırıp azarlamış, haşlamıştı Erdoğan. Oysa bu savı ileri sürenlerin bunu kanıtlaması yerine kendisi, İsviçre bankalarına resmi bir yazı göndererek hesaplarının (kendisi ve 1. derece yakınları) açıklanmasını isteyebilirdi. Deniz Baykal da geçmişte benzer suçlama karşısında bu yolu izlemişti. Çünkü İsviçre Bankalarındaki hesaplar çok gizli. Böyle olduğu için kaçak – haram hesaplar orada tutulabiliyor. Bu sefil anlayış, küçücük ülke İsviçre’ye muazzam servetler kazandırıyor; utanmaz kapitalizmin yüz kızartan kurgusu sürdürülüyor..

Bir de Tayyip beyin çooook övündüğü, döviz revervlerini 120 milyar Doların üstüne çıkardığını ileri sürdüğü T.C. Merkez Bankası neden piyasaya “gereken miktarda” Dolar sürememektedir? Neden hemen tıknefes olmuştur??

Bu ağır bunalımdan çıkışta örgütlü bir halkımız olsaydı, AKP – RTE’den kurtulabilirdik..
Ancak bu olanaktan yoksun olduğumuz için, bizi bekleyen tehlike ağır bir yoksullaştırlma ve koyu bir dinci AKP faşizmi olabilecektir korkarız..

Sevgi ve saygı ile.
04 Aralık 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak.
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

profsaltik@gmail.com

BU NE YAMAN ÇELİŞKİDİR?!

BU NE YAMAN ÇELİŞKİDİR?!

portresi_sade

Türker Ertürk

E. Amiral, Araştırmacı – Yazar
http://www.turkererturk.com.tr

Cumhurbaşkanı Erdoğan ABD’de, Birleşmiş Milletler (BM) 71. Genel Kurulu’nda, 15 Temmuz Darbe Girişimi’ni anlattı. Boş Genel Kurul salonuna konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan; “Bu kürsüden tüm dostlarımıza kendi güvenlikleri için ve ülkelerinin geleceği için, FETÖ’ye karşı gerekli önlemleri almaları çağrısında bulunuyorum. FETÖ ile mücadele etmezseniz, yarın çok geç olabilir.” dedi.

Bu ne yaman çelişkidir! Bakınız; 2010’da istifa ederek meslekten ayrıldıktan sonra, diyar diyar gezerek, ekran ekran dolaşarak biz bunları anlattık. Cemaatin büyük tehlike olduğunu, Ergenekon ve Balyoz tipi kumpas davalarının arkasında emniyetteki, yargıdaki, askerdeki, medyadaki uzantıları vasıtası ile Gülen Cemaati’nin olduğunu, darbeye hazırlandıklarını anlattık, gazetede ve internet sitelerindeki köşelerimizde yazdık. Ama bize kulak asmadılar, hatta düşmanlık yaptılar!
 
Gülen Dünya Barışı İçin Tehdit!
 
2013’de Gülen Cemaati ile iktidar halvetken, işbirliğinde sınır tanınmazken, içilen su ayrı gitmiyorken ve aynı kaba yapılırken biz Pensilvanya’ya gittik. El etek öpmeye ve şefaat dilenmeye değil! Eylem koymaya ve hesap sormaya! Gülen’in Pensilvanya-Saylorsburg’da bulunan malikanesinin önünde konuşma yaptık ve ABD basınına açıklama yaptık; Gülen’in yalnızca Türkiye için değil, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın BM Genel Kurulu’nda söylediği gibi, dünya barışı için tehdit olduğunu gerekçeleri ile anlattık.
 
Ayrıca New Jersey’de, Türklerin ve Amerikalıların katıldığı bir panel yaptık. Burada; Gülen’in okullarında görev yapmış ve ABD yasalarının nasıl çiğnendiğine tanıklık etmiş Türk ve Amerikalı öğretmenlerle birlikte, Cemaatin ne olduğunu anlattık.
  • Gülen’in esas amacının TSK başta olmak üzere, devletin içine sızarak darbe yapmak, Türkiye’ye dönmek ve İslam Devleti kurmak olduğunu anlattık.
Bunun karşılığında hep düşmanlık gördük, aynı şeyleri Türkiye’de anlatamayalım diye, bizim merkez akım medyaya çıkmamızı engellediler.
 
Gül Gibi Geçinip Gidecek miydiniz?
 
Bunları yaparak, risk aldık. Gülen’in malikanesinin önünde konuşurken ve eylem koyarken, Cemaatin adamları pervasızca biraz da başlarını sallayarak; “Biz sana bunun hesabını sorarız” edasıyla bakıyor ve boy boy fotoğraflarımızı çekiyordu! Türkiye’ye döndükten sonra da Cemaatin medyadaki adamları bize operasyon yaptılar! Nerelerdeydiniz?
 
Biz; “Gülen ülkemiz, insanlık ve dünya barışı için tehdit” derken, siz işbirliği yapmaya devam ediyordunuz. Sizin Cemaate sunduğunuz olanaklarla vatanseverler, askerler ve aydınlar içeri atılırken kıs kıs gülüyor ve seviniyordunuz. Ama Cemaat namluyu 17-25 Aralık’ta (AS :2013) size döndürünce, kıyameti kopardınız! Bu gerçeği bütün dünya biliyor, siz biliyor musunuz?

Size bir sorum var:
* Cemaat namluyu size çevirmeseydi, bugün hala gül gibi geçinip gidecektiniz değil mi?
 
Türkiye Algısı Değişiyor
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı konuşma yaparken BM Genel Kurulu salonunun boş olması, tepkinin bir ürünü. Bunu size danışmanlarınız söyledi mi? Bakın, tüm dünya ülkemizde parlamenter sistem olduğunu, bunun başının da Başbakan olduğunu biliyor! Ama sizin, Anayasamız öngörmediği halde, fiili başkanlık yetkilerini kullandığınızı da biliyor, ülkemizde basın özgürlüğünün, hukukun ve bağımsız yargının olmadığını da!
 
Geçenlerde, merkez akım medyadan bir köşe yazarı yalakalık olsun amacıyla “Türkiye Algısı Değişiyor” diye yazmış. Yalan söylüyor! Ülkemiz umurunda değil. Amacı; gazetedeki yerini korumak, gündemde kalmak ve sizin uçağınıza binmek!
 
Bu mu İyiye Giden Algı?
 
Der Spiegel, bu ay içinde “Türkiye Özel Sayısı” çıkardı. Yalnızca kapağına bakmak bile yeter. Hedefte, Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Dergide 15 Temmuz Darbe Girişiminden, arkasındaki Cemaatten ve emperyalizmden tek söz yok. Türkiye’yi “Özgürlüklerini yitiren bir ülke” olarak niteliyor ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kastederek; “Diktatör, kendi şehirleri ile savaşıyor” gibi, skandal ifadelere yer veriyor. Kapak resmi ise fecaat! Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın resminin altındaki Cami’nin minareleri füze şeklinde. Almanya’da, tüm medya Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye ile meşgul ama, olumsuz olarak. Tüm Avrupa, hemen hemen bu durumda. Amerika ise, malum.
Soruyorum; bu mu iyiye giden Türkiye algısı?
 

2000-2003 arasında, görevim nedeniyle Londra’daydım. 2003 Irak müdahalesi öncesi, Saddam ve Irak için yapılan kampanyayı yakından izledim. Şu anda aynısını bize yapıyorlar, bilesiniz! Ben size doğrusunu söyleyeyim; Türkiye algısı ve özellikle sizinki, çok kötüye gidiyor. Bakın; ben böyle yazarak kendimi riske ediyorum ama ülkemi seviyorum. Sevmek, kuru kuruya “seviyorum” demekle olmaz. Ülkeniz için fatura ödemiyor, katma değer üretmiyor, taşın altına elinizi sokmuyor ve gerektiğinde bedel ödemeyi göze almıyorsanız; “ben ülkemi çok seviyorum” sözü boş bir laftan ibarettir.

https://www.facebook.com/turker.erturk.5
https://www.facebook.com/groups/797431790326056/?fref=ts
https://twitter.com/Orsatramola
======================================

Dostlar,

E. Amiral Ertürk acı gerçekleri yazmış bir kez daha..
Görselleri koymaya eli gitmemiş olmalı.. Birkaç tanesini biz verelim :

Ders Spiegel + Erdogan ile ilgili görsel sonucu


Ders Spiegel + Erdogan ile ilgili görsel sonucu
Ders Spiegel + Erdogan ile ilgili görsel sonucu

Erdoğan’ı yanıltarak, yalakalıkla post – makam – dünyalık peşinde olanlar artık deşifre edilmeli.. Bu görev öncelikle Erdoğan’ın ve ilk halkada O’na en yakın yer alanların..

Eden buluyor ama olan Türkiye’mize ve masum insanlarımıza da oluyor.
AKP akilleri ve Erdoğan’ın 1. derece soybağı akrabalarının vebali çook büyük..

Sevgi ve saygı ile.
28 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

 

Durdu Özbolat : IŞİD TÜRKİYE’de KAFA KESMEYE BAŞLARSA..

Durdu Özbolat: IŞİD Türkiye'de kafa kesmeye başlarsa...

Durdu Özbolat
IŞİD TÜRKİYE’de KAFA KESMEYE BAŞLARSA..
YURT Gazetesi, 20.02.16

Patlama Ankara’daki patlama ve etkilerini irdeleyince, hemen karşımıza, ‘Kim yaptı? Niye yaptı? Yoksa bu bir işaret fişeği miydi?’ sorusu çıkıyor. Ankara’nın ‘tam kalbinde’ çok büyük bir eylem oluyor. Yalnızca TSK mensuplarımız değil, sivil insanlar, kadınlar, çocuklar bu kirli savaşın kurbanı olarak şehit ediliyor. Bu saldırıyı nefretle kınıyoruz. Bu utanılacak katliama kimse mazeret uyduramaz. Hiçbir açıklaması da, izahı da olamaz Bu kirli saldırıyı yapanlar adına da utanılacak bir eylem türü. MİT Başkanı Hakan Fidan, ‘zaafiyet yok’ açıklaması yaptı. Maalesef bu açıklama, ‘vaziyeti düzeltmeye’ yetmiyor. Sizce yetiyor mu? Bu saldırı önlenebilir miydi?  Önlenmeliydi. Öğrenilmeli ve önlenmeliydi. PKK ve PYD  açıklamaları yaparak, eleştirerek Bu işin içinden çıkamazsınız. Kusura bakmayın. Ben kısa süre önce iktidarı bu sütunlardan uyardım. Ama uyarımın dikkate alınmadığını görüyorum. Yarın ya da bir gün yetişmesine ve beslenmesine göz yumduğunuz IŞİD Türkiye’de daha kanlı eylemler yapmaya  ve kafa kesmeye başlarsa ne yapacaksınız? Rusya ve İran’ın desteklediği Suriye  rejiminin sıkıştırmasıyla, Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan şimdilik ‘uyutulmuş’ IŞİD militanları kanlı eylemlere başlarsa ne yapacaksınız? Tasnif yapmayacağım ama, daha dün Suriye’de Rock müziği dinlediği için bir gencin kafasını kesenler yarın Türkiye’ye geldiklerinde ne düşünecekler?

Anayasa görüşmeleri öncesi ‘üçüzlere’ ve CHP’deki ‘tombili baykuşlara’ açık çağrıda bulunarak, yeni anayasa görüşmelerinin de koalisyon görüşmeleri gibi ‘istikşafi (AS: karşılıklı birbirini keşfetme, ne düşündüğünü anlama) görüşme durumuna geleceğini’ gene bu sütunlardan yazmıştım.  Masanın devrileceğini de. Kimse kusura bakmasın. CHP’yi, çoğunlukla ‘siyasete rastlantıyla girmiş kişiler’ yönetmeye çalışıyor. Maalesef CHP sol değerler üzerinden siyaset yapma şansını yitiriyor. Ya bu değerleri  HDP’ye kaptırırsa ne yapacak? İşler iyiye gitmiyor deyince çok bozuluyorlar. Bizim, CHP’nin hiç ama hiçbir biçimde yıpratılmasına gönlümüz razı olamaz. Yalnızca yol göstermeye, bildiğimiz doğruları ‘edebimizle’ söylemeye çalışıyoruz. Bu salt hakkımız değil, görevimizdir de.. Önüme geleni partiden atarım havası ile bir yere varamazsınız.. Gerçek olan şey şudur :

Türkiye’de çok acı bir patlama oldu. Bu patlama Türk siyasetine, dış politikasına, ekonomisine yönelikti. Bu patlama gerek AKP’yi, gerek CHP’yi, gerek MHP’yi gerekse HDP’yi uyandırmalıdır. Özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı. Siyaset sahnesinin başrol oyuncuları ve aktörleri uyanarak, gereğini yapmalılar. Türkiye’miz uluslararası camiada çok yalnızlaşıyor. Güven veren bir reçete yazan muhalefet şart. O görev CHP’nindir,  adres de. Ama CHP seçimde %25-30 türküleri söylüyor. Sonuç ortada ve CHP bu davranışıyla  ‘iktidar hedefi’ ni unutmuş olmuyor mu? CHP finans çevrelerine,  dış dünyaya  böyle bir hedef koyarak iktidar olacağı umudunu veremez. Lütfen gerçekçi ve kendimize karşı dürüst olalım. Bize oy veren 12 milyon insana saygı duyalım. Onların umudunu kırmayalım. Çünkü umudunu kırdığınızda ‘umutsuz insanlar’ başka arayışlara girer. Siyasetçinin görevi  en olumsuz koşulları  olumlu duruma getir-
mektir. Maalesef CHP’de ‘anlık değerlendirmeler’ ve  ‘aklına gelen ilk şeyleri söyleyen’ bir ekip var. Cenaze  törenlerine katılmak yetmez. Altına yüzlerce ‘hakaret’ yazılan tweetler de yetmez.. Bu olup bitene kimse ‘ne oluyor?’ diye itiraz etmiyor. Görmezlikten geliyor, yok sayıyor. Ama  köşede bucakta yönetimi de  genel başkanı da  yerden yere vuruyorlar.  Yüzüne gelince de ‘siz her şeyin doğrusunu yapıyorsunuz efendim’ diyorlar. O da bu sözde değerlendirmeleri  doğru sayıyor. Bizim gibi birisi de doğruyu söylediği zaman, eleştirdiği zaman ‘asi hanesine’ yazılıyor. Kraldan çok kralcılar da durumdan görev çıkarıyor. Onlar çatlasa da patlasa da doğru bildiğimi söylemeye devam edeceğim. Yanlış yönetim anlayışı zoruma gidiyor.  Tekrar ediyorum. Bunu düzeltmemiz gerek..

========================================

Dostlar,

Sayın Durdu Özbolat, YURT Gazetesini epey zamandır kişisel özverisi ile ayakta tutuyor. Merdan Yanardağ ve takımı (ekibi) görevde kalsaydı gazete şimdikinden çok daha ileride olurdu kanımızca.. Hala bu girişim yapılabilir, yapılmalıdır.

Durdu bey içtenlikli bir CHP’lidir ve sadelikle düşüncelerini köşesine aktarmış. Yazdıkça daha da olgunlaşır ve gelişir elbette. Gazetenin düzeltmenleri de en azından başlangıçta, daha bir özen gösterirlerse Sayın Özbolat’ın yazılarına, bizce yerinde olur.

Yazının içeriği ve endişeleri önemlidir.
Başlıkta sorduğu soru yabana atılmamalıdır, dehşet vericidir..
Bu ülke kaç kez Alevi – Solcu kıyımı yaşamış bir ülkedir!
Hiç kimse ama hiç kimse en küçük bir hukuk dışı işlem görmemelidir bu ülkede artık.
Ülkemizde her – ke – se CAN ve MAL GÜVENLİĞİ sağlamak iktidarın vazgeçilmez
ilk ve ivedi görevidir. Bunun bağışlanır yanı yoktur..

Soner YALÇIN‘ın SÖZCÜ Gazetesinde 02 Şubat 2016 günü yazdığı “UYUYAN HÜCRELER” başlıklı çok önemli yazısını bu bağlamda anımsatıyor ve mutlaka okunmasını diliyoruz..
(http://www.sozcu.com.tr/2016/yazarlar/soner-yalcin/uyuyan-hucreler-3-1070944/)

Bir de sorumuz var :

  • MİT Başkanı, ülkemizde bir kıyımda en az kaç insan ölürse vicdanına uyarak istifa edecek acaba?? Gerçekleri, gördüğü baskıları… açıklayarak istifası için ek olarak kaç kurban gerek??

    Sevgi ve saygı ile.
    22 Şubat 2016, Ankara

    Dr. Ahmet SALTIK
    www.ahmetsaltik.net
    profsaltik@gmail.com

‘MİT TIR’ları” Silah Taşıyordu!


‘MİT TIR’ları” Silah Taşıyordu!


Cumhuriyet
‘in dün (29 Mayıs 2015) manşetten duyurduğu ‘MİT TIR’ları” haberi,
Erdoğan‘ın konu ile ilgili daha önce söyledikleri yeniden gündeme geldi.

MIT_TIRLARI1_SILAH_DOLU_Cumhuriyet_29.5.12

 

 

 

Bakın Erdoğan MİT TIR’lerı için neler söylemişti:

20 Ocak 2014 (Olaydan bir gün sonra)

“Savcı, benim iznim, Adalet Bakanlığı’nın haberi olmadan böyle bir müdahalenin içine giremez. Milli İstihbarat Teşkilatı’nın ne getirip ne götürdüğüne bakamaz. Bu, bu paralel yapılanmanın diğer bir versiyonudur. Kısa bir zaman önce atılan adımın devamıdır. Ne yazık ki burada jandarmamız da kullanılmıştır. Burada, gerek bu savcıyla gerekse jandarmayla ilgili,
komuta kademesini kastediyorum, hepsiyle ilgili hukuki süreç başlatılmıştır.
Gereği de bunlarla ilgili yapılacaktır.”


16 ŞUBAT 2014

“Benim ülkemin İstihbarat Teşkilatı, Suriye’ye, hem de Suriye’deki Bayır Bucak Türkmenlerine insani yardım taşıyacak, birileri de gelecek, bunu silahla, zorbalıkla, yasa dışı şekilde engelleyecek. Ey paralel yapının savcısı, sen benim bilgim olmadan, iznim olmadan MİT’e müdahale edemezsin. Yasa bunu emrediyor. Bu ne cesaret? Bu millet bunu affetmez.
Bu millet bunu unutmaz. Bu ihanetin, bu aşağılık faaliyetin, bu casusluğun hesabını
hepsinden soracağız.”

6 Ağustos 2014

“Biz Suriye’deki Bayır Bucak Türkmenlerine MİT eliyle yardım ulaştırıyoruz. İki TIR.
Adana’da paralel yapı zihniyetini taşıyan bir savcı çıkıyor, polisler jandarmalar bu TIR’ların önünü geçiyorlar. MİT elemanlarımızı tartaklıyorlar. Kanunsuz fotoğraf çektiriyorlar.
Bunu yapmaları aslında suç. Ama yasal olmayan bir uygulamayı yapıyorlar. Buradan nereye gidiyordu yardımlar? Bayır Bucak Türkmenlerine gidiyordu. Peki Bahçeli’nin sesi çıktı mı? Kılıçdaroğlu’nun sesi çıktı mı?”

18 MAYIS 2015

“Suriye’deki Bayırbucak Türkmenlerine yardım götüren TIR’ları paralel örgütün savcıları, polisleri, askerleri durdurup tüm dünyaya bir mesaj vermeye çalıştılar. Amaçları Türkiye’yi, terör örgütlerine destek veren bir ülke gibi göstermekti. Bunun adı açıkça vatana ihanettir. Benim gönlümde de milletimin gönlünde de bunlara verilecek ceza aslında bellidir. Ama Türkiye bir hukuk devleti. Hem de onlara rağmen bir hukuk devleti. Bizim anamuhalefetin genel başkanının özlediği 27 Mayıs hukukunun bunlara dahi uygulanmasına gönlümüz razı gelmez.”

MIT_TIRLARI2_SILAH_DOLU_Cumhuriyet_29.5.12

 

Oysa;

AKP’li Yasin Aktay: MİT TIRLARI SİLAH TAŞIYORDU

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Siirt Milletvekili Adayı Yasin Aktay, savcıların tutuklandığı MİT Tırlarıyla ilgili ŞOK bir itirafta bulundu: MİT Tırları silah taşıyordu.

MİT’e ait içi silah dolu Tırları durdurdukları için bugüne kadar birçok asker ve son olarak
bu Tırlar için durdurma talimatı verdikleri için 4 Savcı ve 1 Jandarma Komutanı
geçtiğimiz günlerde tutuklanmıştı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, o dönemde bu durdurulan TIRların Türkmenlere yardım götürdüğünü iddia etmişti.

Ancak Erdoğan’ı hem TIRların içinde bulunan malzemeler hem de Türkmenler yalanlamıştı. Tutanaklarda TIRların içinde silah olduğu belgelenirken,
Türkmenler de “Bize yardım gelmedi..” demişti.

Önceki bu konuda AKP’li Yasin Aktay’da şok bir itiraf geldi. Milletvekili adayı olduğu Siirt’te seçmenlerle bir araya gelen Aktay, MİT Tırlarının silah taşıdığını resmen ilan etti. Yasin Aktay, Askerlerin ve Savcıların tutuklanmasına neden olan MİT Tırları’nın Özgür Suriye Ordusu’na silah taşıdığın açıkladı. Aktay’ın bu itirafı, geçtiğimiz günlerde tutuklanan Savcıları da harekete geçirdi. MİT Tırlarını durdurdukları için geçtiğimiz günlerde hukuksuzca tutuklanan Cumhuriyet Savcıları, Yasin Aktay’ın derhal ifadesinin alınması gerektiğini belirttiler.

Siyaset
– 18 Mayıs 2015 Pazartesi 09:30

Erdoğan MİT TIR’ları için ne demişti? – VİDEO

============================================

Dostlar,

Ne demeli bu durumda??

“12. CB RT Erdoğan yalan söylüyor / söyledi..” desek suç oluyor, hemen dava açtırıyor
Tayyip bey. Sanırız yüzlerce dava açtırdı bu vb. biçimde..
Açık ara ile dünya rerkorunun sahibi olsa gerektir.
Bu niye böyledir, hiç düşünmez mi?
Yanıt açıktır : Hukuku araç yapıp yıldırmak, susturmak, kimsecikleri konuşturmamak..
Yığınların gerçekleri öğrenmesini engellemek ve algılarını ters yönde yöneterek oy avcılığı yapmak..

Demesek; göz göre göre birileri halkı aldatıyor ve Türkiye’nin iç ve dış barışını tehlikeye sokuyor.. Ateşle oynuyor.. Komşu Suriye’de Batı emperyalizmi güdümünde silahlı isyan çıkarararak Esat rejimini devirmeye kalkan maşa – taşeron, sünni – dinci yobaz örgütlere
(Başta sözde Özgür Suriye Ordusu – ÖSO’ya!) Türkiye silah ve mühimmat desteği sağlıyor. Suriye’ye apaçık düşmanlık ilan ederek içişlerine doğrudan ve silahlı müdahale ile el uzatıyor.

Ardından 2 milyona yakın gariban Suriyeli Türkiye’de.. 5,5 milyar dolara varan doğrudan maliyet (Mayıs 2015’te) ve bir de duygu sömürüsü ile “Biz onlara ensar olduk.. “ edebiyatı..
(Dileriz seçim hilelerine karıştırılmaz bu yüzbinler…)
Reyhanlı’da 50’yi aşan masum yurttaşın Türkiye’nin bu iğrenç düşmanca politikasına karşı çıkanlarca (+ bildik istihbarat örgütlerince) hunharca katledilerek gözdağı ve yanıt verilmesi..

Yine hiç sıkılmadan bu çok acı olayı da sömürme ve “.. Reyhanlı’da Sünni kardeşlerimiz öldürüldü..” diyerek ayrıştırma, ötekileştirme, düşmanlaştırma, gerçek hedefi şaşırtma ve
Esad’ı hedef gösterme..

Tüm bunlar bir devlet başkanına yakışır mı?? Yeminine uyar mı? Hukuk içinde midir?
Atlantik ötesinin tehlikeli – kanlı serüvenlerine alet / taşeron olarak kadim komşu,
halkı Müslüman olan mazlum Suriye’ye ve gariban halkına bu vahşet reva görülebilir mi??

Tüm bu eli mahkum edimler, ne yazık ki, Erdoğan’ın onlarca kez kameralar önünde ilan ettiği “BOP eşbaşkanlığı” görevinin kaçınılmaz gereğidir.. “Biz bu görevi yapıyoruz..” sözleri Erdoğan’ın ağzından dökülen hazin tecellilerdir / kendi idam fermanıdır adeta.. Üstelik “BOP’un Ortadoğu barışı” demek olduğunu da Erdoğan ne acıdır ki, savunmak zorunda bırakılmıştı..

Ne hazin / acınacak bir tablo değil mi?? Peki ne uğruna??

Erdoğan bir süre sonra kalkıp, bir zamanlar yıllarca derin ortaklık içinde T.C.’ne karşı başlattıkları kumpas operasyonularını sürdürdükleri F Tipi / Cemaat hakkında,
belirttiği gibi “Kandırıldım.. “mı diyecektir?? Yurttaşımız bu masala kanacak mıdır?

Erdoğan çocuk mudur, zeka fukarası mıdır?

İkisi de olmadığına göre bu lanetli süreç, Hulki Cevizoğlu’nun deyimi ile “Lanetli yıllar”
nasıl adlandırılacaktır?
Her – halde, Yüce Divan’da, kendisinin de belirttiği üzere çok sayıda ve yinelenen
“VATANA İHANET” suçlarından yargılanacaktır. Bunun kaçarı kalmamıştır.
Artık mızrak çuvala sığmamaktadır; güneş balçıkla sıvanamamaktadır.

Erdoğan’ı ve suç ortaklarını hiç kimse kurtaramayacaktır.

Talihsiz Erdoğan ve suçlarına ortak ettikleri / göz yumanlar vd. dahil,
dönülmez akşamın ufkundadırlar…

Oysa, Büyük ATATÜRK‘ün altın ilkesini izleseydiler, “YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ” şaşmaz kuralına sarılsaydılar, olabildiğince bağımsız bir dış politika gütseydiler,
ne kendilerinin başına bu felaket örümcekleri örülürdü ne ülkemiz bu batağa saplanırdı
ne de bunca canımızı – malımızı yitirirdik..
*****

“Her şeyde bir hayır vardır..” der atalar.. Büyük sözdür..

Dileriz AKP’ye / Erdoğan’a aşkla = gözü kapalı = sorgulamasız = şeksiz – şüphesiz, haşa adeta İMAN EDERCESİNE milyonlarca oyu yağdıran aziz yurttaşlarımız bunca felaketten bir ders çıkararak hem kendilerini, hem Erdoğan ve şürekasını hem de ülkemizi daha büyük yıkımlardan alıkoymak için 7 Haziran 2015 seçimlerinde vicdanlarının ve sağduyularının sesini dinlerler..

İnsandan umut kesilmez..
Hala ümit ediyoruz..
AKP’nin iktidardan uzaklaştırılmasında, başta kendileri için olmak üzere,
saymakla bitmez “hayırlar” vardır.. Tersine, iktidarda kalmaları ise başta kendileri,
ülkemiz ve halkımız için çooook daha ağır – kanlı faturalar demektir..

Ne yazık ki, az eğitimli halkımız an-cak deneme yanılma ile öğrenebiliyor..

“Yandım anaaaam’….”, “Yandım Allaaaaah!” deme vakti,
geç kalmadan, daha ne zamandır acaba??

Dosyamın tümümü pdf olarak indirmek için lütfen tıklar mısınız??

MIT_TIR’lari_Silah_Tasiyordu

Sevgi ve saygı ile.
30 Mayıs 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com