Etiket arşivi: ‘Üçüncü Dünya Savaşı’

Zorlu bir yılın ardından

Alev Coşkun
Alev Coşkun
08 Ocak 2023, Cumhuriyet

 

2022 yılı Türk siyasal yaşamında olumsuzluklar bırakarak sona erdi. Bu yıl, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak; bu nedenle 2023 bir umut yılıdır. Bu yazımızda siyasal yönden 2022 yılının kısa bir bilançosunu vereceğiz.

Bugün Türkiye’de uygulanan “partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dünyanın hiçbir yerinde olmayan, evrensel hukuk ve anayasa ilkelerini tersyüz eden “ucube” bir sistemdir.

  • Demokrasinin vazgeçilmez temeli kuvvetler ayrılığı ilkesidir.

Uygulanan bu sistemle, kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edilmiş, Yasama Meclisi’nin yetkileri budanmış ve tüm yetkiler cumhurbaşkanına verilmiştir.

  • Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiştir.

Bu nedenle siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu rejime “neo patrimonyal sultanizm”, Prof. Dr. Emre Kongar da bu sisteme “şahsım devleti” adını veriyor.

Demokratik siyasal yaşamın, en önemli unsurlarının başında siyasal partiler arasında diyalog ve uzlaşma gelir. İleri Batı demokrasilerinde bu durum her zaman temel ilkedir ve her zaman uygulanır. Geçen yıl muhalefet partileri arasında uzlaşmayı sağlayan 6’lı Masa girişimi bu nedenle son derece önemli, demokratik bir adımdır.

6’lı Masayı oluşturan siyasal partilerin genel başkanları yıl boyunca toplantılarını yaptılar ve türlü yıkıcı girişimlere karşın birlikteliklerini sürdürdüler. 6’lı Masanın güçlendirilmiş parlamenter sistem için hazırladığı “anayasa değişikliği önerisi” de son derece önemlidir. 6’lı Masa 10. toplantısını 5 Ocak 2023 Perşembe günü yaptı. 9 saat süren toplantıda önemli kararlar alındı.

Seçimlerin yapılacağı 2023 yılında, 6’lı Masanın aynı düzende yoluna devam etmesi son derece önemlidir.

KORGENERAL VURAL AVAR’IN ÖLÜMÜ HUKUK CİNAYETİ

28 Şubat davası uydurma ve tuzak bir davadır.

Bu davadan yargılanan 84 yaşındaki demans hastası emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde yaşamını yitirmesi 2022 yılının son ayının en dramatik olayı olarak tarihe geçecektir.

Adli Tıp, ardından vicdanlarını yitirmiş kimi yandaş doktorlar, 84 yaşındaki hasta bir emekli asker için “cezaevinde yaşamını sürdürebilir” raporu verdiler. Açıkçası bir cinayet için ortam hazırlanmasına vesile oldular. Bu olay kamuoyunda etki yarattı. İş işten geçtikten sonra Adalet Bakanlığı bugünlerde konuyla ilgili önlem almaya yöneliyor.

Vural Avar

Yaş ortalaması 80’in üzerinde ve ciddi rahatsızlıkları olan TSK’nin değerli komutanları cezaevinde bir bakıma ölüme mahkûm ediliyorlar.

Adeta gaddarca her birinin cezaevinde ölmeleri bekleniyor.

Bu ne büyük kin…

Bu ne büyük insanlık dışı davranış…
Kuşkusuz siyasi tarihe geçecektir.

ANAYASAYA AYKIRI KARAR

2022’nin son ayında Danıştay evrensel hukuka aykırı bir karar verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kararname yayımlayarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmişti (20 Mart 2021). Oysa Meclis tarafından (AS:  yasayla) kabul edilen uluslararası sözleşmeler ancak Meclis tarafından (AS: yasayla) feshedilebilir.

Çok sayıda kurum bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesini yargıya taşıdı ve Danıştay’da dava açıldı. İlgili daire, 2’ye karşı 3 oyla kararın hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Konu, Danıştay (AS: İdari) Dava Daireleri Kurulu’na geldi ve kurul “İstanbul Sözleşmesi”nden cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmasını hukuka uygun buldu…

Danıştay tam 154 yıllık saygın bir hukuk kurumudur. İdarenin karar (AS: eylem) ve işlemlerinin yargı denetimini sağlar. Ancak Danıştay bu son kararıyla hukuk alanında ne yazık ki kara bir leke almıştır. Yasama organının yetkisini “gasp” etmiştir. Bu durum, “Cumhurbaşkanı, tüm uluslararası sözleşmeleri tek başına feshedebilir” gibi korkunç bir sonuca götürür, yani cumhurbaşkanı isterse Montrö Sözleşmesi’ni de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Lozan Antlaşması’nı da feshedebilir!? Böyle bir tek adamlık olur mu? Danıştay kendi hukuk dünyasını ve kendi temiz tarihini “tahrip” etmiştir.

KADINA ŞİDDET VE CİNAYET

Türkiye, kadına yönelik cinayet ve şiddet konusunda ne yazık ki ön sıralarda. 2022 yılında 381 kadın yaşamını yitirdi. 2008-2022 yılları arasında 14 yılda 4 bin 86 kadın cinayeti işlendi.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, “yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi’nden bu yana kadına karşı cinayetlerin arttığını” açıkladı. Ayrıca kadına karşı şiddet uygulayan kişi, gerekli cezayı almadığı sürece kadın cinayetleri artıyor.

BOĞAZİÇİ: ETKİN DİRENİŞ

2 Ocak 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP milletvekili adayı Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atadı. Boğaziçi Üniversitesi direnişi o tarihten bugüne etkin bir biçimde sürüyor. Üniversite öğretim üyeleri her gün öğle arasında yağmur, fırtına demeden üniversite bahçesine çıkıyorlar, ellerinde “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite”, “Kabul Etmiyoruz” ve “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizlerle sırtlarını rektörlüğe dönüyorlar.

Bu eylem tam iki yıldır sürüyor. Üniversitenin kapısına kelepçe takıldı. Direniş sırasınca yüzlerce öğrenci göz altına alındı. Önümüzdeki mart ayında direniş üçüncü yılına girmiş bulunacak. Akademisyenler demokratik ve “liyakate” dayalı yönetim istiyorlar.

BAŞÖRTÜSÜ KANUNU

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusunda yasa çıkaralım önerisi üzerine Erdoğan, bu olaydan siyasal rant sağlamak amacıyla konunun anayasa değişikliğine dönüşmesini istiyor. Konunun Erdoğan tarafından halkoylamasına götürüleceği ve seçimlerde halkın önüne böyle bir seçenek konulacağı belirtiliyor. Muhalefet partileri bu konuda kuşku taşıyorlar. AKP’nin hazırladığı tasarının temel insan hakları ilkelerine, laikliğe ve hukuka aykırı olduğu belirtiliyor.

NORMALE DÖNEN İLİŞKİLER

Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri birer birer normale dönüyor. İlk önce İsrail’le ilişki normale döndü. Karşılıklı büyükelçi tayinleri yapıldı. Mısır’la ilişki normale döndü. Şimdi Suriye ile normale dönüş başladı. Aralık ayında (28.12.2022) Moskova’da, Türkiye Rusya ve Suriye savunma bakanlarının üçlü görüşme yapması önemli bir gelişmedir. Bunlar olumlu gelişmelerdir. Ancak mezhepsel ve dine dayalı dış politikanın yanlış olduğunu belirtmek gerekir. Erdoğan kişisel dış politika tutkusu yüzünden Türkiye’yi ekonomik yönden zarara uğratmıştır.

İMAMOĞLU

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” sözünü, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine söylediği kabul edilerek kendisine 2 yıl 7,5 ay hapis cezası verildi. Asıl amaç İmamoğlu’na yasak vererek onu siyaset alanının dışına çıkarmak istiyorlar.

Ekrem İmamoğlu

Bu karar kamuoyunda etkisini gösterdi. İki gün üst üste İBB önünde halkın katılımıyla protesto gösterileri yapıldı. Bu gösterilere 6’lı Masanın liderleri de katıldılar. İmamoğlu’na ısrarla zulmetmek, O’nu mağdur duruma düşürmek aslında muhalefete ve İmamoğlu’na yarıyor.

YAŞAM PAHALILIĞI

2022’nin vatandaş yönünden en duyarlı noktası ekonomi alanıdır. Yaşam pahalılığı ve yüksek enflasyon herkes tarafından kabul edilen önemli bir konudur. Ne ki, TÜİK yıllık enflasyonu %64 olarak ilan ederken İstanbul Ticaret Odası enflasyonun %94 olduğunu açıkladı. ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) verilerine göre yıllık enflasyonun %137.5 olduğu belirtiliyor.

Yıllık enflasyon son dört yıldır sürekli artış gösteriyor. ENAG’ın rakamlarının yaşam gerçeklerine uygun olduğu açıktır.

Area Araştırma’nın aralık ayında yaptığı “Türkiye’nin en önemli sorunu ne” sorusuna verilen yanıtlar şöyledir: Yüzde 67 hayat pahalılığı, onu yüzde 6.5’le göçmen sorunu ve yüzde 4.2 ile işsizlik izliyor.

DÜNYA EKONOMİSİ ve DIŞ TİCARET

2022 yılı dış ticaret, ithalat ve ihracat rakamları belli oldu. Türkiye’nin ihracatı 254 milyar dolara yükseldi. Kuşkusuz bu rakam önemlidir. Bir yıl önceye göre ihracat %12.9 artış göstermiştir. Ancak ithalat rakamlarına da bakmak gerekir. İthalat %34.3 artışla 364 milyar dolara çıkmıştır. Bu durumda 2022 yılında dış ticaret açığı 110.2 milyar dolara yükselmiş oluyor ve ihracatın ithalatı karşılama oranı %83’ten % 69.8’e geriliyor. Bu büyük dış ticaret açığının altyapısında AKP’nin yanlış ekonomi politikaları vardır.

  • AKP iktidarının “Türkiye’yi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokacağız” iddiası çökmüştür. Türkiye ekonomisi önce 17. sıraya 2022’de ise 20. sıraya gerilemiş bulunuyor.

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI ve ETKİLERİ

24 Şubat 2022’de Rus birlikleri Ukrayna’ya askeri harekât başlattılar. Moskova, bu askeri harekatın siyasal hedefini Ukrayna’nın güney ve doğusundaki dört bölgeyi kendi topraklarına katmak olarak ilan etti. Bugüne dek BM’ye göre sivil can yitiği 6700’ün üstünde. Kiev, Rusya’nın en az 99 bin askerini yitirdiğini, Moskova ise en az 61 bin Ukraynalı askerin öldüğünü öne sürüyor. Savaşın yayılma olasılığı zaman zaman “Üçüncü Dünya Savaşı” endişelerini artırıyor.

Önceleri kısa sürede uzlaşma olacağı düşünülen savaş, 10 aydır sürüyor. Aralık ayında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ABD’ye gitti ve Başkan Biden’la görüştü. Ayrıca ABD Yasama Meclisi’nde konuştu ve çok alkışlandı. Barış konusunda kesin bir görüş ortaya konulamıyor.

Türkiye, Ukrayna’nın işgaline karşı çıktı, ancak Batı’nın Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlarına katılmadı. Moskova ile iletişimini sürdürdü. Türkiye ayrıca, esir (tutsak) takası, sivillerin çatışma bölgelerinden tahliyesi (boşaltılması) ve tahıl koridorunun gerçekleşmesi yönünde ciddi katkılar sağladı.

Bu savaş nedeniyle ABD, AB ülkelerini, Rusya’ya karşı bir cephede birleştirdi.
ABD savaşın sürmesini istiyor.

BM İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi’nin aralık ayı verilerine göre, Ukrayna’dan 7 milyon 832 bin 493 kişi Avrupa ülkelerine geçti. BM’ye bağlı Uluslararası Göç Örgütüne göre, ülke içinde yerinden edilen kişilerin sayısı ise 11 milyona ulaştı.

Rusya’ya yönelik yaptırım kararları, tüm dünyada doğrudan veya dolaylı olarak etkisini gösterdi. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler, ABD ve öbür Batılı ülkeler, Rusya’ya karşı finans, enerji, ulaşım, ihracatın kontrolü (dışsatımım denetimi) ve finansmanı ile vize politikası gibi çeşitli alanlarda yaptırımlar belirledi.

Dünyada önde gelen 1000’in üzerindeki uluslararası şirket, boykot amacıyla Rusya’yı terk etti ya da çalışmalarını kısıtladı.

ÇİN ve ABD

Rusya-Ukrayna savaşı, Batı’nın izlediği politika, Rusya’yı ekonomik ablukaya almak istemesi, Çin-Rusya yakınlaşmasını sağladı.

Ukrayna savaşı sürerken ABD-Çin arasında “Tayvan gerginliği” ortaya çıktı.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, yılın son ayında ABD’ye giderken Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, Pekin’e gitti. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de açıklamalarında ülkesinin gelecek yıl Rusya ile bağlarını derinleştireceğinin işaretini verdi.

Bu aşamada Çin ve Rusya’nın “Ortaklıkta sınır yok” formülü ile ticaretin geliştiği görülüyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2022’nin ilk 11 ayında geçen yılın 12 aylık değerine kıyasla yaklaşık %32 artarak neredeyse 172 milyar dolara ulaştı.

  • Çin-Rusya, ABD’nin Asya politikasına karşı çıkıyorlar.

Ancak NATO’nun Madrid Zirvesi’nde Çin ilk kez “tehdit unsuru” olarak kabul edildi.

İÇKİ ve ARAP DÜNYASI

AKP iktidarı alkollü içeceklere orantılı düzeyin üzerinde ağır vergiler uyguluyor.

Buna karşın din devleti kurallarının uygulandığı Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) oluşturan, 7 yönetimden biri olan Dubai, turizmi canlandırmak hedefiyle alkol satışına uygulanan %30’luk vergiyi kaldırdı. Ayrıca alkol içmek isteyenlerin bulundurmak zorunda olduğu kişisel lisanstan da ücret almaktan vazgeçti. Diğer Körfez kentlerine göre daha liberal bir yaşam sürülen Dubai’nin turistler ve gurbetçiler için çekiciliğinin artırılması hedefleniyor.

İRAN ve KADIN HAKLARI

İran’da uygunsuz giyindiği gerekçesiyle 13 Eylül 2022’de gözaltına alındıktan birkaç gün sonra yaşamını yitiren Mahsa Amini’nin (22) ardından eylemler başladı. Amini’nin gözaltında ölmesi İran’daki kadınları ve ilerici güçleri etkiledi. Olay yalnızca İran’da değil, tüm dünyada kadın hakları yönünden etkili oldu.

EGE’DE GERGİNLİK

2022’de Türk-Yunan gerilimi üst düzeyde sürüyor. Atina, askeri statü dışında olması gereken Ege adalarını silahlandırmayı sürdürüyor. Yunanistan Başbakanı Miçotakis, mayıs ayında ABD Kongresi’ne hitap etti. Türkiye’ye F-16 satılmamasını istedi, bu istem gerginliği artırdı. Gerginlik tırmanmayı sürdürüyor. Gerginlik sürerken ABD, Yunanistan ve Ege adalarında üsler kurmayı0 sürdürüyor. ABD, Türkiye’yi dengeleme ve Ege Denizi’ni Rusya’ya karşı denetim altına alma politikasını izliyor.

2023 SEÇİMLERİ

Türkiye seçim eğik düzlemine girmiş bulunuyor.

Değişik anketler, “Erdoğan’a asla oy vermem” diyenleri %60-65 arasında göstermektedir.

2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının 100. yıldönümüdür.

 

Bu tarihsel eşikte Türk halkı son derece önemli bir seçime gidiyor.

Türkiye, “sultanlık rejimi”nden kurtulacaktır.

Tüm göstergeler buna işaret etmektedir.

15 Soruda IŞİD Hakkında Her Şey

Nereden Çıktılar, Dünyadan Ne İstiyorlar? 15 Soruda IŞİD Hakkında Her Şey

IŞİD nereden çıktı, dünyadan ne istiyor, bu denli vahşi eylemlerle bile nasıl kendine yandaş topluyor?

Alanının en iyisi yazar ve gazeteciler,
IŞİD’in nedenini nasılını anlattı.

Nereden Çıktılar, Dünyadan Ne İstiyorlar? 15 Soruda IŞİD Hakkında Her Şey

Kendini ‘İslam Devleti’ olarak tanımlayan IŞİD korkunç eylemleriyle Türkiye‘yi kana bulamıştı. Paris saldırıları sonrasında tüm dünya IŞİD‘i konuşmaya başladı. Herkes bir şeyler söylüyor ama en yalın sorulara bile net yanıtlar verilmiyor: IŞİD nereden çıktı, dünyadan ne istiyor, bu denli vahşi eylemlerle bile nasıl kendine yandaş topluyor? Alanının en iyisi yazar ve gazeteciler, IŞİD‘in nedenini nasılını anlattı.

Kanlı katliamlara imza atan, son yılların en vahşi terör örgütlerinden IŞİD hakkında ne biliyorsunuz? Hürriyet‘ten Yenal Bilgici, İpek İzci ve Serkan Ocak’ın hazırladığı dosya, alanının en iyi gazeteci ve yazarlarına IŞİD‘i sordu, ortaya 15 maddede IŞİD rehberi çıktı…

1. Türkiye‘de kaç IŞİD militanı var? Türkiye‘den IŞİD‘e destek oldu mu?

Türkiye‘den IŞİD‘e katılan militanların sayısını bilmiyoruz ama Suriye ve Irak‘ta birçok cephede öldürülen ya da yakalanan militanların üzerinden çıkan kimliklerden epey Türk olduğunu anlıyoruz. Malum en son PEW’nun kamuoyu araştırması Türkiye‘de IŞİD‘e sempati duyanların oranının %8 olduğunu ortaya koydu. IŞİD dışında Nusra gibi örgütlerin saflarında yüzlerce genç var. Türkiye‘nin IŞİD‘e desteği sorunu çok kafa karıştırıcı. Ben Türkiye‘nin IŞİD ile ilgili politikasını dört farklı düzlemde değerlendirmekten yanayım. Suriye‘de 2013’ün ortalarına doğru Esad yönetimine karşı savaşan herkes Türkiye tarafından desteklendi. Hepsi AKP yönetimine göre devrimciydi. El Kaide‘de ayrışma yaşanıp IŞİD adı ortaya çıktığında Türkiye‘nin bu örgüte ilişkin politikası çeşitlendi. Ankara, Irak‘ta Türkiye destekli Sünni aşiret ve siyasetçilerin Şii Maliki yönetimini devirmeleri konusunda IŞİD‘i bir katalizör olarak gördü. Sıra Suriye‘ye geldiğinde IŞİD bir yerde desteklendi, başka bir yerde düşman olarak görüldü. IŞİDTürkiye destekli gruplara yani eski ortaklarına savaş açtığında Ankara IŞİD‘i elimine etmeye çalışanlara destek oldu.

Kürtler Rojava‘ya hakim olmaya başladığında da IŞİD‘in sonradan içine aldığı cihatçıların onlarla savaşmak için Türkiye‘den rahatça Suriye tarafına geçtiğini gördük. Bu şekilde Türkiye üzerinden geçen cihatçılar Rasulayn’da Kürtlerle çatıştı. Birçok kapı Türkiye üzerinden sevk edilen militanlarca ele geçirildi. IŞİD, dünyaya açıldığı, lojistik ve militan akışını sağladığı üç kapıya sahipti; üçü de Türkiye‘ye açılıyordu. Bunlardan Tel Ebyad’ı YPG ve Arap ortaklarına kaptırdı. Elinde hala Cerablus ve El Rai kapıları duruyor. Bir kritik nokta da petrol ticaretidir. IŞİD‘in çıkardığı petrol Türkiye sınırlarından satıldı. RusyaViyana görüşmelerinde IŞİD‘in petrol satışlarına dikkat çekmişti. G-20 doruğundaki göndermeler de önemli ölçüde Türkiye ve Suudi Arabistan ile ilgiliydi. (Fehim Taştekin / Radikal Yazarı )

2. IŞİD, Türkiye‘yi nasıl görüyor? Türkiye‘ye nasıl tehdit ediyorlar?

Türkiye‘deki IŞİD militanları üzerine, aylardır onlarca haber yapan Radikal muhabiri İdrisEmen anlatıyor:

IŞİD Fransa‘ya hangi gözle bakıyorsa Türkiye‘ye de aynı gözle bakıyor. Nitekim Paris saldırısından önce IŞİD‘in Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları oldu. Bu saldırılar bize IŞİD‘in Türkiye toplumunu kendisine düşman olarak gördüğünü gösteriyor. IŞİD yayınladığı videolarda Türkiye‘deki Müslümanların ‘Cihat’a katılmaları yönünde çağrıda bulundu. Hatta IŞİD‘e yakın ‘Konstantiniyye’ adlı dergide örgütün İstanbul‘u ‘fethedeceği’ duyuruldu. Bu durum IŞİD‘in hedefleri arasında Türkiye toprağının da olduğunu gösteriyor. Yine de Türkiye‘yle ilgili alışılmadık bir durum var şu an. IŞİD, nerede olursa olsun yaptığı eylemleri üstelemekten çekinmeyen bir örgüt. Hatta saldırıları sonrasında bazı videolar yayınlayarak militanlarının saldırılara nasıl hazırlandığını kamuoyuna duyuruyor. Ancak IŞİD, Türkiye‘de yaptığı Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarını üstlenmedi. Bunun yerine bu saldırıları tebrik etmekle yetindi. Bu durum kafa karıştırıcı; çünkü bu saldırıların IŞİD tarafından yapıldığı kesinleşti.

3. IŞİD, dini referanslarını nereden alıyor? Felsefesi ne?
Bunlar İslam adına geçerli iddialar mı? IŞİD, gerçekten ‘İslami’ bir terör örgütü mü?

Gazeteci-yazar Mustafa Akyol, IŞİD‘ın dünyadaki İslam alimlerinin ve sıradan Müslümanların çok büyük çoğunluğuna göre zalim, sapkın bir örgüt olduğuna ama kendini de İslam’ın en doğru temsilcisi olarak gördüğüne işaret ediyor: “Dolayısıyla ‘Ne İŞID İslamidir’ demek doğru, ne de ‘İslam’la hiçbir alakası yoktur’ demek. Bence en doğru tanım, İslam’ın ilk yüzyılındaki ‘Hariciler’ gibi, dini kaynakları çok katı, bağnaz ve vahşi yorumlayan bir akım olduğu.” Selefilik ve İslami hareketler konusunda uzman ilahiyatçı, Prof. Dr. Hilmi Demir’e göreyse IŞİD‘in dini referans çerçevesi oldukça karmaşık ama basitçe Selefi-devrimci-radikal örgütlerden biri olarak kabul edilebilir (İslam’ın şirk ve batıl inançlardan temizlenerek kendi kaynaklarına dönmesini savunan Abdullah İbn Abdulvehhab’ın düşüncesinden beslenen Selefilik’ten çok fazla yararlanıyor). Demir, IŞİD‘in sadece ‘İslamcı’ bir örgüt olarak nitelenmesini yanlış buluyor: “Yalnızca dini referanslar kullanmıyor. Batı dünyasının sömürgeci geçmişi, uyguladığı çifte standartlar ve İslamofobi gibi ideolojik araçları da kendi söylemine ekliyor.”

4. Liderleri kim; nasıl yapılandı, nasıl örgütlendi?

IŞİD‘i eski Kaideciler, Baasçılar ve kimi Sünni aşiretlerin koalisyonundan doğmuş bir örgüt olarak tanımlayabiliriz. Kaide’nin küresel ağını, Baas’ın stratejik aklını ve aşiretlerin sosyal tabanını kullanıyor. IŞİD‘in lider kadrosu ağırlıklı olarak Irak‘tan. Ömer Şişani gibi IŞİD‘in kuzey cephesi komutanı olan yabancılar cephelerde öne çıksa da, karar vericiler genelde Iraklı. Kendini halife ilan eden Ebu Bekir Bağdadi, İslam üzerine Bağdat Üniversitesi’nde doktora yapmış biri. Örgüt üzerindeki otoritesini yani kendini halife olarak kabul ettirmesini biraz da din eğitimi almış olmasına borçlu. Türkmen asıllı yardımcısı Abdurrahman Ebu Ala da din dersi hocasıydı. Stratejiyi belirleyen kadrolarda ise eski Baasçılar hakim. (Fehim Taştekin)

5. Vahşi eylem biçimlerine kim karar veriyor? Bu kadar vahşi eylem yapmalarının amacı ne? Böylesi eylemler, nasıl oluyor da dünyanın dört yanından gençleri kendine çekiyor?

Bir ‘Halife’leri var; dolayısıyla ana stratejilere onun karar verdiğini varsayabiliriz. Ama kullandıkları vahşet, ‘Tekfiri Selefilik’ denen din anlayışlarından geliyor. Henüz IŞİD ortada yokken, 2004-6 yıllarında, onun öncülü olan Ebu Musab El Zerkavi de Irak‘ta benzeri vahşi eylemler gerçekleştirmişti. Bir de onlara göre ‘stratejik’ bir mantığı var vahşetin: Az bir güçle çok korku salmaya yarıyor. Yine IŞİD‘in kuramsal öncülerinden Ebu Bekir Naci, 2004’teki ‘Vahşetin İdaresi’ adlı kitabında bunu açıkça anlatmıştı zaten. Ne yazık ki vahşetin bir çekiciliği de var. Dahası IŞİD “Masum insanları öldürüyoruz” demiyor. “Müslümanlara zulmeden kafirleri, mürtedleri (sapkınları) öldürüyoruz, bunu çoktan hak ettiler” diyor. Burada yapılan elbette korkunç bir ötekileştirme, şeytanlaştırma. Ve bu propagandanın alıcısı hemen her zaman, hemen her toplumdan çıkabilir. (Mustafa Akyol)

6. IŞİD, El Kaide’den daha mı zalim?

İslam anlayışlarında benzerlik var; ikisi de Tekfiri, Selefi, cihatçı örgütler. Ama El Kaide daha ‘ılımlı’ kaldı IŞİD‘in yanında. Örneğin IŞİD‘in yardım gönüllülerini öldürmesi gibi kimi vahşi eylemler son dönemde El Kaide tarafından kınandı. El Kaide’nin ‘Hilafet’ gibi bir iddiası olmadığını ve bir ‘devlet’ kurmaya çalışmadığını da belirtelim. Sol literatüre benzetirsek, El Kaide bir tür ‘şehir gerillası’ örgütü. IŞİD ise Kızıl Khmerler gibi devlet kurup kitle katliamları yapan bir örgüt (Mustafa Akyol)

7. IŞİD neyi hedefliyor?

Devletleşmek ve bu devlette kendi anlayışına göre şeri hükümleri hakim kılmak istiyor. Uzun vadede herhalde ‘kutsal’ şehirleri de isteyecektir. Bir de tabii Şiiler’den, gayri Müslimlerden arındırılmış bir Ortadoğu coğrafyası… (Soli Özel)

Brookings Enstitüsü‘nden Will McCants’e göre IŞİD geçen yıl doruğa çıktığı toprak büyüklüğünün 1/4’ünü yitirdi. Ancak bu kez de küresel terör saldırılarına başvurarak imajını canlı tutmaya çalışıyor. IŞİD ve destekçilerinin saldırıları arasında Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan, Sina Çölü’nde düşürülen Rus uçağı, Türkiye ve Paris saldırıları var. IŞİD bu saldırılarla hem komşu ülkelerin içindeki mezhepsel ve etnik karışıklık çıkarmak istiyor hem de bu yolla Suriye‘deki kayıplarının üstünü örtmek istiyor. (Doç. Dr. Ahmet Yükleyen / İstanbul Ticaret Üniversitesi, Hazar Strateji Enstitüsü)

8. Rakka‘da hayat nasıl? IŞİD bir devlet ve Rakka başkent mi, nasıl bir yer?
Şeriatla mı yönetiliyor? Orada yaşayan herkes IŞİD‘çi mi?
Orada yaşayanlar açısından girip çıkmak mümkün mü? Yönetim kaçtı mı?

Fırat kıyısındaki Rakka kenti, 13 Ocak 2014’ten beri tümüyle IŞİD‘in denetiminde. Suriye‘nin en büyük barajının (Tabka) yakınındaki kentte, IŞİD gelmeden önce yaklaşık bir milyon kişi yaşıyordu. Toplu olarak kaçanların ardından, şu an nüfus 400 bin dolayında. IŞİD geldikten sonra kentteki Şiiler’i ve Beşar Esad yanlılarını yakalayıp idam etti. Şii camileri ve kiliseler yakıldı (Bir Ermeni kilisesi şu anda karargâh olarak kullanılıyor). Örgütün ilan ettiği ‘İslam Devleti‘nin şeriatla yönetilen başkenti konumundaki Rakka‘ya giriş zor değil ama IŞİD‘e karşı mücadele eden Rakkalıların söylediği üzere ‘çıkmak neredeyse olanaksız’.

Rakka‘dan dışarıya haberler şu an yalnızca, geçen yıldan beri kentte IŞİD karşıtı gizli bir yayın yapan (Raqqa Is Being Slaughtered Silently (RBSS) – Rakka Sessizce Katlediliyor) internet sitesi üzerinden çıkıyor. Bu yayın, çoğunlukla vatandaş gazeteciliği üzerinden, kelle koltukta yürüyor (Örgüt, engelleyemediği bu yayını yapanları bulup öldürmeye kararlı; geçen ay Şanlıurfa‘da öldürülen iki aktivist gazeteci de RBSS için çalışıyordu). RBSS’nin son yayını yoğun Fransız ve Rus bombardımanı altındaki Rakka‘da, IŞİD‘in dışarıya haber sızmasın diye internet kafeleri kapattığını ve tüm internet erişimini kestiğini anlatıyor. Kesin olmamakla beraber, IŞİD liderlerinin aileleriyle beraber Musul‘a kaçtığı bildiriliyor. RBSS’nin bir aktivisti, Ferit El Vefa, IŞİD idaresi altındaki kentte yaşamın neye benzediğini şöyle anlatıyor (Syria Direct’ten):

“IŞİD, Rakka‘nın idaresini ele aldığında şeriat yasalarına göre giyinme zorunluğunu getirdi. Sigara içmeyi yasakladı. Kısa bir süre içinde yaşam koşulları giderek kötüleşmeye başladı. Elektrik günde ancak bir-iki saat veriliyor. Ekmeğin fiyatı aşırı yükseldi. Bunu kasten yaptılar; un bulunamıyor ama kentten başka yerlere taşınan buğday yüklü kamyonlar görüyoruz. Nedeni, daha rahat koşullarda yaşayan IŞİD militanlarına özendirmek. Tıbbi malzeme çok az. Eskiden sokakları temizlemek için gönüllü gençler çalışırdı; şimdi o da yok. Bütün bunlar, petrol rafinerilerinin geliri sayesinde bir finansal kriz yaşanmamasına karşın gerçekleşti. Zaten, IŞİD halkı çeşitli vergilere de bağlı tutuyor. Bu vergiler, militanların daha rahat yaşaması için alınıyor. Zorunlu askerlik şu anda yok ama koşullar çok kötüleştiğinden birçok genç daha rahat yaşamak için IŞİD saflarına katılıyor. Öte yandan artık yabancı ülkelerden gelenlerin sayısı da çok azaldı. Gelenlerin bir bölümü de IŞİD‘in dışarıdan gördükleri gibi olmadığını anladı; çıkmaya çalışıyorlar.”

9. Lider kadro ilk nerede buluştu? Irak‘taki Camp Bucca Hapishanesi’nin sırrı ne? IŞİD‘ın üyeleri, liderleri nereden geliyor?

Ortadoğu’da süregiden karmaşa (kaos) ortamında belki bir noktada mutlaka olanaklı olacaktı ama IŞİD‘in hızla büyüyüp serpilmesinin özel bir needni var. O neden de Irak‘taki ‘Camp Bucca’ adlı hapishane. Irak‘ın güneyinde Amerikan güçlerince yönetilen bu cezaevinde bugünkü IŞİD‘i yöneten tepe kadro buluştu. Daha 2004’ün ekim ayında Ürdünlü militan Ebu Musab El Zerkavi, Usame Bin Ladine bağlılığını ilan etmiş, grubunu Irak‘taki El Kaide’ olarak tanımlamıştı. Camp Bucca’da tutuklu bulunan El Zerkaviciler orada bugünün ‘halifesiyle’ tanıştılar. İki grup orada birleşti ama onlara esas yardımı yine aynı cezaevinde bulunan ve onlarla hareket etmeye başlayan Saddam’ın Baasçı komutanları yaptı. El Kaide‘nin ve öbür yabancı savaşçıların gücü bölgede zayıflarken, El Zerkavi ve Bağdadi’nin içinde bulunduğu bu kesim Baasçıların deneyimleri sayesinde öne çıktı. Bu yeni merkez, Suriye‘deki karmaşayla ve Beşar Esad‘ın cezaevlerinin kapısını açıp, onlara katılan yüzlerce teröristi salmasıyla birlikte gücünün doruğuna çıktı.

10. Neden bu kadar vahşi eylemler yapıyorlar? Bunlara kim karar veriyor?

Bir ‘Halife’leri var; dolayısıyla ana stratejilere onun karar verdiğini varsayabiliriz. Ama kullandıkları vahşet, ‘Tekfiri Selefilik’ denen din anlayışlarından geliyor. Henüz IŞİD ortada yokken, 2004-06 yıllarında, onun öncülü olan Ebu Musab El Zerkavi de Irak‘ta benzeri vahşi eylemler gerçekleştirmişti. Bir de onlara göre ‘stratejik’ bir mantığı var vahşetin: Az bir güçle çok korku salmaya yarıyor. Yine IŞİD‘in teorik öncülerinden Ebu Bekir Naci, 2004’teki ‘Vahşetin İdaresi’ adlı kitabında bunu açıkça anlatmıştı zaten. Ne yazık ki vahşetin bir cazibesi de var. Dahası IŞİD “Masum insanları öldürüyoruz” demiyor. “Müslümanlara zulmeden kâfirleri, mürtedleri (sapkınları) öldürüyoruz, bunu çoktan hak ettiler” diyor. Burada yapılan elbette korkunç bir ötekileştirme, şeytanlaştırma. Ve bu propagandanın alıcısı hemen her zaman, hemen her toplumdan çıkabilir. (Mustafa Akyol)

11. Rakka‘ya karadan girmek IŞİD‘i bitirir mi? IŞİD nasıl mağlup edilebilir?

Fehim Taştekin, karadan yürütülecek bir savaşın IŞİD‘in alan hakimiyetini önemli ölçüde gerileteceğini ama meselenin ‘yerel otoritelerde’ biteceğini öne sürüyor: “Hava operasyonları IŞİD‘in şehirlerdeki hakimiyetini fazla etkilemiyor. Bir işgal gücü geçici olarak IŞİD‘in belini kırabilir ama bitiremez. Bunun için yerel otoritenin sahaya hakimiyeti önemli. Bu, Irak‘ta Irak ordusu ve diğer yasal güçler, Suriye‘de de Suriye ordusudur. Suriyeordusunu dışlayan hiçbir askeri seçenek sahada başarı elde edemez.”

Mehmet Şahin ise koalisyon güçlerinin ne karadan ne de havadan operasyonunun çözüm olacağını düşünüyor: “Rakka’da bir milyon insan yaşıyor. IŞİD‘le mücadelenin tek bir yolu var: Sünni kitleyi kendi yanına çekmeyen bir girişim sonuç vermez. Yerel güçlere onurlu bir çıkış göstermeleri gerekiyor. Yapılan her harekat katliama neden olur. Sosyal tabandan çok tepki çeker.”

12. IŞİD, parayı ve silahı nereden buluyor? Ne kadar parası var?
Rafinerileri gitse, IŞİD biter mi?

Fehim Taştekin, IŞİD‘in gelir kaynaklarını kalem kalem sıralıyor: “Musul’u aldığında 2 milyar dolara hükmeden dünyanın en zengin silahlı örgütü unvanını kazandı. Suriye‘de Haseke ve Deyr el Zor’da ele geçirdiği petrolle Irak‘ta Musul, Beyci gibi yerlerde ele geçirdiği petrol gelir kaynaklarının en büyüyüğüydü. Petrol dışında tarihi eserlerin satışı, ganimetler, koyduğu vergiler, kaçırdığı kişiler için aldığı fidyeler ve kestiği haraçlar gelir kalemlerini oluşturuyor. Başlangıçta Körfez ülkelerinden gelen bağışlar da vardı. FakatIrak‘ta Beyci’yi, Suriye‘de Haseki’de belli yerleri kaybedince petrol gelirleri düştü. Örgütün ekonomik olarak eskisi kadar güçlü olmadığı söyleniyor.”

13. Avrupa‘da ve dünyada gündelik hayat nasıl değişecek? Müslümanlara etkisi ne olacak?

Avrupa‘daki Müslümanların işi çok zorlaşacak. IŞİD‘in de niyetinin bu olduğunu sanıyorum. Medeniyetler çatışması kavramını sevmiyorum ama çok kültürlülük, çoğulculuk gibi olguların büyük bir baskı altında olduğu bir döneme girdik. Nativism (yerelcilik) her yerde yükseliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasının liberal dünya düzeni çözülüyor. Üstelik Avrupa‘da özellikle neyin kaybedileceği konusunda tam bir kavrayış da yok kanımca. Devletler tepkilerini ölçülü vermeye çalışsalar bile toplumlardaki çoğunluk korku/öfke karışımıyla içerideki Müslümanlara yönelik ters işler yapabilir. İlk beklenti, ırkçı partilerin desteğinin artacağıdır. Avrupa‘daki gündelik hayatta da güvenlik kaygıları daha fazla ön plana çıkacak. (Soli Özel )

IŞİD‘in Paris saldırılarının hedeflerinden biri, Fransa‘da ve daha genel olarak Avrupa‘da Müslüman ve Arap düşmanı bir iklim yaratmak. Son Paris saldırısında bu amaç çok daha belirgin. Böylece Avrupa‘yı, Batı dünyasını, iddia ettikleri gibi Haçlı gücü olarak daha fazla tanımlayabilecekler. Ailelerine, kendilerine yönelik toplumsal dışlamaların, tepkilerin ve belki yer yer şiddetin ortaya çıkması veya artması nedeniyle huzursuz olan gençleri kendi saflarına daha fazla çekecekler. Bu, düşman saflarında çelişkileri açığa çıkarmak, derinleştirmek ve böylece hem propaganda gücünü arttırmak hem de yandaşlar nezdinde meşruiyetini güçlendirmek için yürüttükleri stratejiydi. Maalesef Paris saldırıları sonrasında Batı Avrupa ülkelerinden IŞİD‘e katılımın artması bekleniyor. Bu öngörü doğrulanırsa, ki Charlie Hebdo katliamı sonrası doğrulandığı iddia ediliyor, o zaman Batı toplumları gerçekten çözülmesi çok zor bir ikilem karşısında kalacak. Bugün Fransa‘da cumhurbaşkanı Hollande’ın savaş söylemi aynı zamanda bu savaşa katılmaya zaten hazır bekleyen, Suriye‘ye, Irak‘a gitmeye çalışan ama gidemeyen gençleri, bulundukları yerde kendiliğinden eyleme geçmeye de teşvik edebilir. Teröre karşı savaş… Bu sözü ABD yönetimi, Bush döneminde çok kullandı ve etkisinin ters olduğu fark edildi ve genellikle terk edildi. Fransa‘da üç ay için yasa yoluyla bizdeki OHAL’e benzeyen ‘Acil Durum Yasası’ uzatılacak. Bunun Müslüman’dan, Arap’tan olağan kuşkulu yaratma riskini küçümsememek lazım. (Ahmet İnsel)

14. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Türkiye ile ortak operasyona gideceklerini açıkladı. Bu ne demek? Türkiye şu an nasıl bir hazırlık içinde, IŞİD‘e yönelik bir koalisyonun
bir parçası olacak mı, olası bir operasyonda bir rol oynayacak mı?

Kerry’nin orada kastettiği, Türkiye ve Suriye sınırının halen IŞİD‘in denetiminde olan 98 km’lik Cerablus-Azez arasında kalan bölümünün güvenliğinin sağlanması. Şu aşamada o bölgede herhangi bir kara operasyonu düşünülmüyor. Washington‘ın odaklandığı, IŞİD‘in bu hattı yabancı savaşçı geçişi, petrol, buğday kaçakçılığı gibi gelir getirici işler için kullanmasının önlenmesi. Peki neden operasyon sözünü kullandı? Çünkü Kerry, yönetim içinde Türkiye‘ye en yakın duran isim. Ve şu anda Obama yönetiminin Suriye‘de izlediği, Paris saldırısından sonra daha da pekiştirdiği politika, Ankara‘nın tezlerine uymuyor ve Kerry de dünyaya Türklerle yakın çalışıldığını vurgulayarak Erdoğan yönetiminin buna tepkisini hafifletmeye çalışıyor.

Nedir ABD‘nin politikası?

1) Suriye‘nin batısında, Türkiye‘nin de destek verdiği karşı gruplar ve Rusya ile İran‘ın ayakta tuttuğu Esad Rejimi arasında yılbaşına dek bir ateşkes sağlamak. Ki bu yaklaşım, Esad rejiminin devrilmesini öncelik sayan Türkiye‘nin istemediği bir şey.

2) Türkiye‘nin güvenli bölge oluşturulmasını istediği 98 km’lik Azez-Cerablus hattında güvenli bölge fikrine uzak durup yalnızca sınır güvenliğine yoğunlaşmak.

3) Suriye‘nin doğusunda, PKK bağlantısı nedeniyle Türkiye‘nin terörist saydığı Kürtler veIŞİD arasında süren çatışmalarda Kürtlere verilen desteği sürdürmek.

Sonuçta, bu üç başlıkta da Ankara ve Washington ters düşüyor. Kerry de Ankara‘nın gönlünü alacak bir mesaj vermeye çalışıyor. Çünkü Pentagon‘da verilen brifinglerde de sözedilen bölgede bir operasyon konusunda hiçbir ayrıntı yok. Hatta brifinglerde kullanılan haritalarda bile gazetecilere gösterilen bölge yalnızca Fırat  ve Erbil arasında kalan coğrafyayla sınırlı. Yani Türkiye‘nin odaklandığı bölüm Pentagon’un radarından çıkmış durumda. Halep’in kuzeyinden güneyde Şam‘a dek olan hatta Ruslar çalışıyor. Amerikalılar ise Cerablus‘un doğusunda Fırat’tan sonraki bölüme yoğunlaşıyor. (Tolga Tanış)

15. Papa, Fransa‘daki saldırılardan sonra ifadesini yeniden kullandı. Dünya büyük bir değişime doğru mu gidiyor; Türkiye‘nin pozisyonu ne olacak?

Papa’nın 3. Dünya Savaşı deyimini kullanması yerinde değil. Bugüne dek savaşlar devletler arasında oldu. Bu öyle bir durum değil. Ayrıca, bugüne dek Fransa içindeki saldırı ve katliamları çoğu Fransa doğumlu olan ve hemen hepsi Fransız vatandaşı olan insanlar yaptı. Hollande’ın pazartesi günkü konuşmasında, bir sol lidere yakışan biricik bölüm, saldırıların Fransızlar tarafından Fransa‘ya karşı yapıldığını vurgulamasıydı. Ne “Arap” dedi, ne “Müslüman”, ne de “Yabancı.” O zaman bu bir iç savaş mı? O da değil. Terör eylemlerini bir savaş diline çevirmek bence terör eylemi stratejisi yürütenlerin tam istediğini yapmaktır. Elbette özel savaşım yöntemleri gerekiyor olabilir, gerekiyordur ama savaş deyince terörist dediğiniz tarafa da başka bir meşruluk yüklemiş olursunuz. Ben Norveç‘te Norveçli genç Nazi hayranının yaptığı katliam sonrası Norveç Başbakanı’nın söylediğinin doğru tutum olduğunu düşünüyorum: “Elbette ne isek o olmayı sürdüreceğiz. Bu saldırıya karşı en güçlü yanıt demokrasiyi daha da derinleştirmektir.” Demokrasinin gücüne inanıyorsak, bunu söyleyebiliriz ancak. Türkiye, Batı’nın kalesi olma konusunda da güven vermiyor artık. İktidarın, bazıları El Nusra gibi uluslararası kuruluşların terör örgütü listesine giren cihatçı kuruluşlarla yürütmeye devam ettiği işbirliği, IŞİD konusunda çok yakın bir zamana deksergilediği müsamahakâr (AS: hoşgörülü) veya önemsemez tutum, güven vermiyor. Ayrıca IŞİD tehlikesi artık Türkiye için bir dış tehlike değil, neredeyse tümüyle iç tehlike. Dolayısıyla kale bile olsa, içine girilmiş bir kale olarak en çok görülecek dışarıdan. (Ahmet İnsel)

Dünyada ve özellikle bölgede elbirliğiyle yaratılmış bir karmaşa içindeyiz. Amerikan işgaliyle Irak devleti yıkılmasa olasılıkla bugün bunları konuşuyor olmazdık. Ne var ki Arap isyanlarının da gösterdigi gibi Arap-İslam dünyasının ciddi sorunları var ve bunları çözmek üzere yapıcı bir toplumsal proje üretilemiyor. İşgal olmadan önce de üretilemiyordu. Şu anda eğer ortadaki en ‘başarılı’ hareket IŞİD‘se onun şiddet tapınmasının da toplumların geleceğini ne denli kötü etkileyeceğini yakında hesaplamaya başlarız. Kimi uzmanlar ve Arap düşünürler bunu bir uygarlık bunalımı olarak tanımlıyor. Toplumların kendilerini içinde buldukları çaresizlik devletlerin çökmesiyle birlikte bir yaşamda kalma savaşımı peşinde “İnsan insanın kurdudur” türünden bir durumu da yarattı. İnsanlar kimliklerinin en dar tanımlarına sığınmak zorunda kaldı. Mezheplere sığındılar. İran-Suudi Arabistan (ve Katar ve Türkiye) jeopolitik kavgasında da ideolojik mobilizasyon bu mezhepçilikle gerçekleşti. Bölgeye özgü bu duruma büyük güçlerin artık kendi başlarına düzen oluşturma kapasiteleri olmadığını da eklemek gerekir kanısındayım. Kısacası dünyada genel bir düzen kuramama bunalımı var. Kavgalar, savaşlar ülkelerin içinde çıkıyor ve çıktığı yerleri de tüketiyor. ABD ve Rusya birlikte hareket edebilir. Ama dediğim gibi yerel ve bölgesel güçler onay vermezse bu ikisi Suriye sorununu çözemez. Türkiye‘yse içerideki Sünnileşmeyle, anti-batıcılıkla stratejik olarak çaresizlikten batılı kalmaya devam etmenin yarattığı büyük gerilim hattında siyasetini sürdürecektir sanıyorum. (Soli Özel) (Kaynak: Hürriyet)

=================================

Dostlar,

Hürriyet‘e ve uzmanlara bu derleme için teşekkür ederiz..
Ancak bam teline dokunulmamış??!
El Kaide, bu dinci örgütlerin başlıca kaynağı.
“Yeşil Kuşak” (The Green Line) stratejisi doğrultusunda 1960’ların ortalarında Afganistan’da en fanatik islamcı ögelerden kuruldu El Quaeda. Kurduran ABD idi. Afganistan’da SSCB’ye karşı kullanıldı bu bağnaz dinciler, sözde Sovyet Komünizmine karşı savaştılar ve SSCB’nin güneyden Yeşil Kuşak ile sarılarak sıcak denizlere inmesi engellenme istendi.

26 Aralık 1991’de SSCB dağılınca, 1945’lerden beri nerdeyse yarım yüzyıldır süregelen
soğuk savaş bitmiş ve Yeşil Hat‘ta El Qaeda’ya da gerek kalmamıştı. Ancak El Qaeda
ABD denetiminden çıktı ve BOP planıyla birlikte bölgede türevleri görülmeye başlandı.
Yeri geldiğinde bu örgütler, Ortadoğu’da izlenecek şahin planlar için gerekçe yaratmak üzere piyon olarak kullanıldılar..

İşin özü, Batı emperyalizmi dinci şeriat örgütlerini pek çok amaçla kendileri yarattılar,
hala kullanmaktalar ve zaman zaman da hizadan çıktıklarında denetlenmeleri gerekiyor fakat
bu artık eskisince kolay değil..

Türkiye ise; bu kanlı bataklığa ABD uydusu olarak girdi, sokuldu.
Hiç bıkmadan söyleyelim, yazalım : Tayyip bey başbakanlıpı döneminde onlarca kez
“..BOP eşbaşkanı olduğunu ve bu görevi yaptığını.. ” açıkladı (anlamını bilerek / bilmeyerek).
1990 başlarında Irak’a karşı Özal şahinleşmişti, O’nu Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay kendisini feda ederek, görevi bırakarak (3 Aralık 1990) engelledi. Anack Tayyip beyi frenlemek olanağı bulunamadı.. MİT TIR’ları bile kullanılarak (silah yollayarak!) Suriye’de ABD eliyle çıkarılan iç savaş ve bölme planına doğrudan ve vargücüyle Türkiye sokuldu..

Ödenen ve ödenecek olan çok ağır faturanın altında bu muazzam dış politika hataları vardır.
Suruç ve Ankara kırımları başta olmak üzere insan yitiklerimizin nedeni BOP eşbaşkanlığıdır.

Ülkemizdeki 2,5 milyonu aşkın Suriye ve Irak kökenli göçmen bu nedenle yurtlarından olmuştur. Bu göç seli hem engellenememiş hem de ABD tarafından Türkiye sınırlarını
açmaya zorlanmıştır.. Stratejik müttefiklik ve BOP eşbaşkanlığı gereği herhalde! Zırva tevil götürmeyeceğinden, dinci söylemle inanılmaz bir duygu sömürüsü yapılmış ve suret-i haktan görünerek;

  • “Esed zulmünden kaçan müslüman kardeşlerimize ensar olunarak dünyaya insanlık dersi verilmiştir..” (!??) söylemi ile yığınlar aldatılmış hatta oyları alınmıştır!

Çare; emperyalizmin bölgeden çekilmesi ve bölge halklarının kendi yazgılarını belirleme
(self determination) haklarını kullanmalarıdır; ülkelerin sınırlarının değişmezliği ilkesine bağlı kalınarak..

Yaratılan muazzam yıkımın onarımı için geniş kapsamlı teknik ve parasal destek vermektir.

Öte yandan kumarhane Kapitalizmi, gene, bitmeyen dönemsel bunalımlarından birinde..
2007-8’den beri bu sonki bunalımından çıkamıyor (!) 1929 bunalımını bile geçti..
İşimiz çok zor..  Öte yandan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad sıklıkla ve her fırsatta

– Türkiye’nin ülkesinde (Suriye’de) iç savaşı her aracı kullanarak kışkırttığını,
– Rejim (Esat) karşıtlarına silah ve mühimmat dahil her türlü lojistik desteği verdiğini,
– Türkiye topraklarını üs gibi kullandırdığını, sağlık hizmeti ve pasaport verdiğini
– Eğit – Donat ile Suriye’ye Türk vatandaşları dahil IŞİD militanları yolladığını
– Komşuluk hukukunu ayaklar altına alarak ABD emperyalizminin maşalığını yaptığını
– IŞİD’in petrol pazarlamasını Türkiye üzerinden yaparak finansman sağladığını..
– Tüm eylem ve işlemleri ile uluslararası hukuku çiğneyerek insanlık suçu işlediğini

– Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Türkiye’yi – Erdoğan’ı dava etme hakkının doğduğunu..
– …..
(http://haber.sol.org.tr/dunya/besar-esad-isidin-atar-damari-turkiye-136972, 22.11.15)

yüksek perdeden ve üstelik pek haklı olarak dillendirmekte. Uluslararası hukuk katında Esad’ın eli güçlenmekte, Türkiye – AKP – Erdoğan – Davutoğlu ise giderek hem uluslararası hem de
ulusal zeminde köşeye sıkışmaktadır. 4 yıldır Tayyip beyi inadı ile sürdürülegelen Suriye politikası kanlı bir batağa saplanmıştır ve sürdürülebilirliği kalmamıştır.

İlk olarak Türkiye Batı maşası şahin – düşmanca dış politikayı derhal bırakmalı.. 
Komşularının içişlerine karışmayacağını ve sınırların değişmezliğine uyacağını açıklamalı.

Sevgi ve saygı ile.
22 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com