Etiket arşivi: Melih Bulu

Zorlu bir yılın ardından

Alev Coşkun
Alev Coşkun
08 Ocak 2023, Cumhuriyet

 

2022 yılı Türk siyasal yaşamında olumsuzluklar bırakarak sona erdi. Bu yıl, genel seçim ve cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak; bu nedenle 2023 bir umut yılıdır. Bu yazımızda siyasal yönden 2022 yılının kısa bir bilançosunu vereceğiz.

Bugün Türkiye’de uygulanan “partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dünyanın hiçbir yerinde olmayan, evrensel hukuk ve anayasa ilkelerini tersyüz eden “ucube” bir sistemdir.

  • Demokrasinin vazgeçilmez temeli kuvvetler ayrılığı ilkesidir.

Uygulanan bu sistemle, kuvvetler ayrılığı ilkesi yok edilmiş, Yasama Meclisi’nin yetkileri budanmış ve tüm yetkiler cumhurbaşkanına verilmiştir.

  • Yargı bağımsızlığını ve tarafsızlığını yitirmiştir.

Bu nedenle siyaset bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu bu rejime “neo patrimonyal sultanizm”, Prof. Dr. Emre Kongar da bu sisteme “şahsım devleti” adını veriyor.

Demokratik siyasal yaşamın, en önemli unsurlarının başında siyasal partiler arasında diyalog ve uzlaşma gelir. İleri Batı demokrasilerinde bu durum her zaman temel ilkedir ve her zaman uygulanır. Geçen yıl muhalefet partileri arasında uzlaşmayı sağlayan 6’lı Masa girişimi bu nedenle son derece önemli, demokratik bir adımdır.

6’lı Masayı oluşturan siyasal partilerin genel başkanları yıl boyunca toplantılarını yaptılar ve türlü yıkıcı girişimlere karşın birlikteliklerini sürdürdüler. 6’lı Masanın güçlendirilmiş parlamenter sistem için hazırladığı “anayasa değişikliği önerisi” de son derece önemlidir. 6’lı Masa 10. toplantısını 5 Ocak 2023 Perşembe günü yaptı. 9 saat süren toplantıda önemli kararlar alındı.

Seçimlerin yapılacağı 2023 yılında, 6’lı Masanın aynı düzende yoluna devam etmesi son derece önemlidir.

KORGENERAL VURAL AVAR’IN ÖLÜMÜ HUKUK CİNAYETİ

28 Şubat davası uydurma ve tuzak bir davadır.

Bu davadan yargılanan 84 yaşındaki demans hastası emekli Korgeneral Vural Avar’ın cezaevinde yaşamını yitirmesi 2022 yılının son ayının en dramatik olayı olarak tarihe geçecektir.

Adli Tıp, ardından vicdanlarını yitirmiş kimi yandaş doktorlar, 84 yaşındaki hasta bir emekli asker için “cezaevinde yaşamını sürdürebilir” raporu verdiler. Açıkçası bir cinayet için ortam hazırlanmasına vesile oldular. Bu olay kamuoyunda etki yarattı. İş işten geçtikten sonra Adalet Bakanlığı bugünlerde konuyla ilgili önlem almaya yöneliyor.

Vural Avar

Yaş ortalaması 80’in üzerinde ve ciddi rahatsızlıkları olan TSK’nin değerli komutanları cezaevinde bir bakıma ölüme mahkûm ediliyorlar.

Adeta gaddarca her birinin cezaevinde ölmeleri bekleniyor.

Bu ne büyük kin…

Bu ne büyük insanlık dışı davranış…
Kuşkusuz siyasi tarihe geçecektir.

ANAYASAYA AYKIRI KARAR

2022’nin son ayında Danıştay evrensel hukuka aykırı bir karar verdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir kararname yayımlayarak İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmişti (20 Mart 2021). Oysa Meclis tarafından (AS:  yasayla) kabul edilen uluslararası sözleşmeler ancak Meclis tarafından (AS: yasayla) feshedilebilir.

Çok sayıda kurum bu Cumhurbaşkanlığı kararnamesini yargıya taşıdı ve Danıştay’da dava açıldı. İlgili daire, 2’ye karşı 3 oyla kararın hukuka aykırı olmadığına karar verdi. Konu, Danıştay (AS: İdari) Dava Daireleri Kurulu’na geldi ve kurul “İstanbul Sözleşmesi”nden cumhurbaşkanı kararı ile çıkılmasını hukuka uygun buldu…

Danıştay tam 154 yıllık saygın bir hukuk kurumudur. İdarenin karar (AS: eylem) ve işlemlerinin yargı denetimini sağlar. Ancak Danıştay bu son kararıyla hukuk alanında ne yazık ki kara bir leke almıştır. Yasama organının yetkisini “gasp” etmiştir. Bu durum, “Cumhurbaşkanı, tüm uluslararası sözleşmeleri tek başına feshedebilir” gibi korkunç bir sonuca götürür, yani cumhurbaşkanı isterse Montrö Sözleşmesi’ni de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ve Lozan Antlaşması’nı da feshedebilir!? Böyle bir tek adamlık olur mu? Danıştay kendi hukuk dünyasını ve kendi temiz tarihini “tahrip” etmiştir.

KADINA ŞİDDET VE CİNAYET

Türkiye, kadına yönelik cinayet ve şiddet konusunda ne yazık ki ön sıralarda. 2022 yılında 381 kadın yaşamını yitirdi. 2008-2022 yılları arasında 14 yılda 4 bin 86 kadın cinayeti işlendi.

Türkiye Kadın Dernekleri Federasyonu, “yürürlükten kaldırılan İstanbul Sözleşmesi’nden bu yana kadına karşı cinayetlerin arttığını” açıkladı. Ayrıca kadına karşı şiddet uygulayan kişi, gerekli cezayı almadığı sürece kadın cinayetleri artıyor.

BOĞAZİÇİ: ETKİN DİRENİŞ

2 Ocak 2021’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, AKP milletvekili adayı Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne atadı. Boğaziçi Üniversitesi direnişi o tarihten bugüne etkin bir biçimde sürüyor. Üniversite öğretim üyeleri her gün öğle arasında yağmur, fırtına demeden üniversite bahçesine çıkıyorlar, ellerinde “Özerk, Özgür, Demokratik Üniversite”, “Kabul Etmiyoruz” ve “Vazgeçmiyoruz” yazan dövizlerle sırtlarını rektörlüğe dönüyorlar.

Bu eylem tam iki yıldır sürüyor. Üniversitenin kapısına kelepçe takıldı. Direniş sırasınca yüzlerce öğrenci göz altına alındı. Önümüzdeki mart ayında direniş üçüncü yılına girmiş bulunacak. Akademisyenler demokratik ve “liyakate” dayalı yönetim istiyorlar.

BAŞÖRTÜSÜ KANUNU

CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü konusunda yasa çıkaralım önerisi üzerine Erdoğan, bu olaydan siyasal rant sağlamak amacıyla konunun anayasa değişikliğine dönüşmesini istiyor. Konunun Erdoğan tarafından halkoylamasına götürüleceği ve seçimlerde halkın önüne böyle bir seçenek konulacağı belirtiliyor. Muhalefet partileri bu konuda kuşku taşıyorlar. AKP’nin hazırladığı tasarının temel insan hakları ilkelerine, laikliğe ve hukuka aykırı olduğu belirtiliyor.

NORMALE DÖNEN İLİŞKİLER

Türkiye’nin komşularıyla ilişkileri birer birer normale dönüyor. İlk önce İsrail’le ilişki normale döndü. Karşılıklı büyükelçi tayinleri yapıldı. Mısır’la ilişki normale döndü. Şimdi Suriye ile normale dönüş başladı. Aralık ayında (28.12.2022) Moskova’da, Türkiye Rusya ve Suriye savunma bakanlarının üçlü görüşme yapması önemli bir gelişmedir. Bunlar olumlu gelişmelerdir. Ancak mezhepsel ve dine dayalı dış politikanın yanlış olduğunu belirtmek gerekir. Erdoğan kişisel dış politika tutkusu yüzünden Türkiye’yi ekonomik yönden zarara uğratmıştır.

İMAMOĞLU

İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun “ahmak” sözünü, Yüksek Seçim Kurulu üyelerine söylediği kabul edilerek kendisine 2 yıl 7,5 ay hapis cezası verildi. Asıl amaç İmamoğlu’na yasak vererek onu siyaset alanının dışına çıkarmak istiyorlar.

Ekrem İmamoğlu

Bu karar kamuoyunda etkisini gösterdi. İki gün üst üste İBB önünde halkın katılımıyla protesto gösterileri yapıldı. Bu gösterilere 6’lı Masanın liderleri de katıldılar. İmamoğlu’na ısrarla zulmetmek, O’nu mağdur duruma düşürmek aslında muhalefete ve İmamoğlu’na yarıyor.

YAŞAM PAHALILIĞI

2022’nin vatandaş yönünden en duyarlı noktası ekonomi alanıdır. Yaşam pahalılığı ve yüksek enflasyon herkes tarafından kabul edilen önemli bir konudur. Ne ki, TÜİK yıllık enflasyonu %64 olarak ilan ederken İstanbul Ticaret Odası enflasyonun %94 olduğunu açıkladı. ENAG (Enflasyon Araştırma Grubu) verilerine göre yıllık enflasyonun %137.5 olduğu belirtiliyor.

Yıllık enflasyon son dört yıldır sürekli artış gösteriyor. ENAG’ın rakamlarının yaşam gerçeklerine uygun olduğu açıktır.

Area Araştırma’nın aralık ayında yaptığı “Türkiye’nin en önemli sorunu ne” sorusuna verilen yanıtlar şöyledir: Yüzde 67 hayat pahalılığı, onu yüzde 6.5’le göçmen sorunu ve yüzde 4.2 ile işsizlik izliyor.

DÜNYA EKONOMİSİ ve DIŞ TİCARET

2022 yılı dış ticaret, ithalat ve ihracat rakamları belli oldu. Türkiye’nin ihracatı 254 milyar dolara yükseldi. Kuşkusuz bu rakam önemlidir. Bir yıl önceye göre ihracat %12.9 artış göstermiştir. Ancak ithalat rakamlarına da bakmak gerekir. İthalat %34.3 artışla 364 milyar dolara çıkmıştır. Bu durumda 2022 yılında dış ticaret açığı 110.2 milyar dolara yükselmiş oluyor ve ihracatın ithalatı karşılama oranı %83’ten % 69.8’e geriliyor. Bu büyük dış ticaret açığının altyapısında AKP’nin yanlış ekonomi politikaları vardır.

  • AKP iktidarının “Türkiye’yi dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına sokacağız” iddiası çökmüştür. Türkiye ekonomisi önce 17. sıraya 2022’de ise 20. sıraya gerilemiş bulunuyor.

RUSYA-UKRAYNA SAVAŞI ve ETKİLERİ

24 Şubat 2022’de Rus birlikleri Ukrayna’ya askeri harekât başlattılar. Moskova, bu askeri harekatın siyasal hedefini Ukrayna’nın güney ve doğusundaki dört bölgeyi kendi topraklarına katmak olarak ilan etti. Bugüne dek BM’ye göre sivil can yitiği 6700’ün üstünde. Kiev, Rusya’nın en az 99 bin askerini yitirdiğini, Moskova ise en az 61 bin Ukraynalı askerin öldüğünü öne sürüyor. Savaşın yayılma olasılığı zaman zaman “Üçüncü Dünya Savaşı” endişelerini artırıyor.

Önceleri kısa sürede uzlaşma olacağı düşünülen savaş, 10 aydır sürüyor. Aralık ayında Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski, ABD’ye gitti ve Başkan Biden’la görüştü. Ayrıca ABD Yasama Meclisi’nde konuştu ve çok alkışlandı. Barış konusunda kesin bir görüş ortaya konulamıyor.

Türkiye, Ukrayna’nın işgaline karşı çıktı, ancak Batı’nın Rusya’ya yönelik ekonomik yaptırımlarına katılmadı. Moskova ile iletişimini sürdürdü. Türkiye ayrıca, esir (tutsak) takası, sivillerin çatışma bölgelerinden tahliyesi (boşaltılması) ve tahıl koridorunun gerçekleşmesi yönünde ciddi katkılar sağladı.

Bu savaş nedeniyle ABD, AB ülkelerini, Rusya’ya karşı bir cephede birleştirdi.
ABD savaşın sürmesini istiyor.

BM İnsani Yardım Koordinasyon Dairesi’nin aralık ayı verilerine göre, Ukrayna’dan 7 milyon 832 bin 493 kişi Avrupa ülkelerine geçti. BM’ye bağlı Uluslararası Göç Örgütüne göre, ülke içinde yerinden edilen kişilerin sayısı ise 11 milyona ulaştı.

Rusya’ya yönelik yaptırım kararları, tüm dünyada doğrudan veya dolaylı olarak etkisini gösterdi. Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeler, ABD ve öbür Batılı ülkeler, Rusya’ya karşı finans, enerji, ulaşım, ihracatın kontrolü (dışsatımım denetimi) ve finansmanı ile vize politikası gibi çeşitli alanlarda yaptırımlar belirledi.

Dünyada önde gelen 1000’in üzerindeki uluslararası şirket, boykot amacıyla Rusya’yı terk etti ya da çalışmalarını kısıtladı.

ÇİN ve ABD

Rusya-Ukrayna savaşı, Batı’nın izlediği politika, Rusya’yı ekonomik ablukaya almak istemesi, Çin-Rusya yakınlaşmasını sağladı.

Ukrayna savaşı sürerken ABD-Çin arasında “Tayvan gerginliği” ortaya çıktı.

Ukrayna Devlet Başkanı Zelenski, yılın son ayında ABD’ye giderken Rusya Güvenlik Konseyi Başkan Yardımcısı Medvedev, Pekin’e gitti. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de açıklamalarında ülkesinin gelecek yıl Rusya ile bağlarını derinleştireceğinin işaretini verdi.

Bu aşamada Çin ve Rusya’nın “Ortaklıkta sınır yok” formülü ile ticaretin geliştiği görülüyor. İki ülke arasındaki ticaret hacmi 2022’nin ilk 11 ayında geçen yılın 12 aylık değerine kıyasla yaklaşık %32 artarak neredeyse 172 milyar dolara ulaştı.

  • Çin-Rusya, ABD’nin Asya politikasına karşı çıkıyorlar.

Ancak NATO’nun Madrid Zirvesi’nde Çin ilk kez “tehdit unsuru” olarak kabul edildi.

İÇKİ ve ARAP DÜNYASI

AKP iktidarı alkollü içeceklere orantılı düzeyin üzerinde ağır vergiler uyguluyor.

Buna karşın din devleti kurallarının uygulandığı Birleşik Arap Emirlikleri’ni (BAE) oluşturan, 7 yönetimden biri olan Dubai, turizmi canlandırmak hedefiyle alkol satışına uygulanan %30’luk vergiyi kaldırdı. Ayrıca alkol içmek isteyenlerin bulundurmak zorunda olduğu kişisel lisanstan da ücret almaktan vazgeçti. Diğer Körfez kentlerine göre daha liberal bir yaşam sürülen Dubai’nin turistler ve gurbetçiler için çekiciliğinin artırılması hedefleniyor.

İRAN ve KADIN HAKLARI

İran’da uygunsuz giyindiği gerekçesiyle 13 Eylül 2022’de gözaltına alındıktan birkaç gün sonra yaşamını yitiren Mahsa Amini’nin (22) ardından eylemler başladı. Amini’nin gözaltında ölmesi İran’daki kadınları ve ilerici güçleri etkiledi. Olay yalnızca İran’da değil, tüm dünyada kadın hakları yönünden etkili oldu.

EGE’DE GERGİNLİK

2022’de Türk-Yunan gerilimi üst düzeyde sürüyor. Atina, askeri statü dışında olması gereken Ege adalarını silahlandırmayı sürdürüyor. Yunanistan Başbakanı Miçotakis, mayıs ayında ABD Kongresi’ne hitap etti. Türkiye’ye F-16 satılmamasını istedi, bu istem gerginliği artırdı. Gerginlik tırmanmayı sürdürüyor. Gerginlik sürerken ABD, Yunanistan ve Ege adalarında üsler kurmayı0 sürdürüyor. ABD, Türkiye’yi dengeleme ve Ege Denizi’ni Rusya’ya karşı denetim altına alma politikasını izliyor.

2023 SEÇİMLERİ

Türkiye seçim eğik düzlemine girmiş bulunuyor.

Değişik anketler, “Erdoğan’a asla oy vermem” diyenleri %60-65 arasında göstermektedir.

2023 yılı Türkiye Cumhuriyeti’nin ilanının 100. yıldönümüdür.

 

Bu tarihsel eşikte Türk halkı son derece önemli bir seçime gidiyor.

Türkiye, “sultanlık rejimi”nden kurtulacaktır.

Tüm göstergeler buna işaret etmektedir.

Halkın ekonomisi, ‘Özgür İktisat’

Erinç Yeldan
Erinç Yeldan
28 Nisan 2021, Cumhuriyet

Boğaziçi Üniversitesi’ne yılın daha ilk günü, bir gece yarısı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzası ile Melih Bulu rektör olarak atanıverdi. Söz konusu atama kararının akademik özerklik ilkelerine, Boğaziçi Üniversitesi’nin akademik geleneklerine ve her şeyden önemlisi akademik liyakate değil, siyasi sadakate dayalı olması nedenleriyle

  • Boğaziçili meslektaşlarımız ve öğrencileri yaklaşık dört aydır direniş gösteriyor.

Bu direniş çok farklı biçimlerde, farklı renklerde, farklı seslerde süregeldi.

Hocalar her gün öğle saatinde rektörlük binasına arkalarını dönerek sessiz protestolarını gösterirlerken Boğaziçili öğrencilerin kurguladıkları dans ve müzik gösterileri, türkü uyarlamaları, sahaf kitaplıkları, resim sergileri ve sosyal medyada mizahın sınırlarını genişleten paylaşımları ile bugünlere ulaştı.

Tüm bu çokseslilik, görsellik ve kültürel zenginlik arasında değişmeyen tek bir şey vardı: Akademik özerkliğe, bilim ve aklın kazanımlarına, bilimsel yaratıcılığa sıkı sıkıya bağlılık.  

Bu bağlılığın çok yönlü dışavurumları arasında, bir grup ekonomi bölümü lisans öğrencisi genç meslektaşımızın sessiz sedasız yarattıkları ortak çabalarına değinmeden geçemeyeceğim. Kendilerini Özgür İktisat diye adlandıran bu enerji dolu topluluk, Açık Dersler ve Halkın Ekonomisi dizisi altında, tüm bu dönem boyunca ekonomi biliminin çağdaş öğretisini, halk için anlamını, bilimin doğrularını önyargısız, telaşsız ve sade bir biçimde her hafta bizlerle paylaşmayı görev bildiler.

Bu paylaşım boyunca ODTÜ’den Profesör Ebru Voyvoda bizlere “21. Yüzyılda Baca Ne Arar” sorusuyla sanayileşme / sanayisizleşme ayrımını aktardı; 21. Yüzyıl İçin Planlama Grubu’nun kurucusu ve AÜ SBF öğretim üyesi Profesör Bilsay Kuruç, Türkiye’nin planlama, kalkınma ve aydınlanma çabalarını günümüze taşıdı; Ankara Üniversitesi’nden Emel Memiş, toplumsal cinsiyet üzerinden sosyal dışlanmanın, eşitsizliğin ve ekonomik ayrımcılığın biçimlerini anlattı; TOBB Üniversitesi’nden Güneş Aşık Hoca Türkiye’de derinleşen bölgesel eşitsizlik üzerinden Türkiye’de süregelen kriz ortamının yapısal kökenlerini paylaştı… Bilkent’ten Refet Gürkaynak Hoca ise TÜİK’in gizli dehlizleri arasında el yordamıyla ilerleyerek, bizler için Türkiye’de ekonomi istatistikleri arasındaki tutarsızlıkları, anlam farklılıklarını ve eksiklikleri yorumluyordu.

Bütün bu tempo arasında Boğaziçi Ekonomi Bölüm Başkanı Ünal Zenginobuz’dan, eski hocamız Murat Sertel’in iktisat bilimine olan katkılarını, dokuz yüz yetmişler, seksenler dönemlerinin çalkantıları, uğraşları, umutları ve ütopyaları arasında anımsadık.

Dizinin geçen haftaki konuğu ise Hindistan Jawaharlal Nehru Üniversitesi öğretim üyesi Profesör Jayati Ghosh idi. Jayati Hoca, bizlere küresel ilaç tekellerinin Covid pandemisi üzerinden yürüttüğü kâr savaşımınısoykırım sözleriyle betimliyordu. Jayati Ghosh bize Hindistan’da aslında her on iki senede bir Ganj Nehri boyunca yapılan hac geleneğinin, bu sene bir yıl öne alındığını; zira din astrologlarının yıldızların ve gezegenlerin konumuna bakarak, hac geleneğinin seneye değil, bu yılın bahar mevsimine denk düştüğünün kehanetini savunduğunu aktarmaktaydı.

  • Pandeminin ortasında dinsel dogmalar, astrolojik kehanetler üzerinden yaşanan bu kitlesel törenler, pandemiye karşı yürütülen savaşımın başarısızlığa uğramasının en büyük nedeniydi.

Bu renkli dizi bu hafta ODTÜ’den hocamız Profesör Oktar Türel’in bizlerle paylaşacağı “Dünyada Sanayileşmenin Son Dört Onyılı ve Geleceği Üzerine Düşünceler” ile devam edecek.

Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü öğrencilerinin medya üretim kolektifi olarak yola çıkan Özgür İktisatHalkın Ekonomisi seminerleri boyunca ele aldıkları konuları, konukları ve akademik özerkliğe olan inançlarıyla, bilimin ve aklın üstünlüğüne dayalı direnişin yepyeni bir cephesini oluşturdular. Yolları açık olsun, emeklerine teşekkür ederek.

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 10 Şubat 2021

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 10 Şubat 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KALKIŞ

İçişleri Bakanı Soylu, Boğaziçi Üniversitesi’nde öğrencilerin Rektörlük binasını işgal girişiminde bulundukları iddiası ile ilgili, ”Boğaziçi ayağa kalksa yaptırmam, Türkiye ayağa kalksa yaptırmam”

Türkiye bir yana, Soylu’nun ülkesi bir yana…

SORUN

RTE, anayasa değişikliği gerekçesini, ”Sorunların kaynağı 1960’dan beri darbeciler tarafından yapılan anayasalar olduğu açıktır”

20 yıl sonra!…

GEZİ

RTE, “Bu ülke bir daha asla Gezi olayı yaşamayacak”

Amma korkmuş haa…

KERVAN

Cumhuriyet karşıtı faaliyetleri nedeniyle Milli Mücadele döneminden sonra idam edilen İskilipli Atıf  Hoca, ölümünün 95’inci yılında Çorum’un İskilip ilçesindeki kabri başında dualarla anıldı. Törene “devlet erkanı” katıldı.

Devlet erkanı mı, gerici kervanı mı?…

REKTÖRLÜK

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş, Gaziantep Üniversitesi ziyaretinde rektörün koltuğuna oturdu. Rektör Arif Özaydın ayakta el pençe vaziyette (AS: durumda) konuştu.

Melih Bulu Cumhurbaşkanı’nın ziyaretinde ne yapar?

a.   Ortada takla atar,
b.   Koltuğu bir metre yükseltir,
c.   Bahçede “ Reeecep Taaayyip Erdoğan” diye bağıracak bir grup kiralar,
d.   El pençe yerine el Rabia vaziyeti (AS: konumu) alır,
e.   Hepsi ve fazlası

ÖNEMSEME

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ, Perinçek’in “AK Parti bizim dediğimiz noktaya geldi” yönündeki sözlerine ilişkin:

“Bunların hepsi fasa fiso. Biz ülkeyi yıllardır yönetiyoruz. Yüzde 0 küsur oranlarda olan siyasi partilerin yönlendirmesi söz konusu değil. Bugüne kadar bunlara cevap verilmediyse, kaale alınmadığı için. “dedi.

Hamza Bey Amerikan gemisine binmiş bir FETÖ-PKK destekçisi!…

YILAN

Bahçeli, BÜ öğrencilerine, “Evlat değil başı ezilmesi gereken zehirli yılanlardır.”

Yılan zehirini diliyle akıtır…

İDDİA

BÜ ‘ne atanan M. Bulu, üniversiteyi dünyada ilk 100’e sokacağını iddia etti.

İntihalle olur mu?…

SORUŞTUR-MA

İçişleri Bakanlığı, İBŞB‘nin eski başkanlar Kadir Topbaş ve Mevlüt Uysal’la ilgili yürüttüğü 40 kadar soruşturma dosyasına el koydu.

AKP’li ise soruştur-ma…

ŞAHSIM

Resmi Gazetede yayımlanan kararnamenin başlığı:

“Cumhurbaşkanlığı Teşkilatı Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Bazı Cumhurbaşkanlığı Kararnamelerinde Değişiklik Yapılmasına Dair Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi.”

Şahsım Devletinin kararnamesi…

KİME?

Arınç, “Bugün bizim en büyük sıkıntımız, maalesef dünün mağdurlarının, bugün mağrur olmasıdır. Dünün fakirlerinin bugün zenginlikten gözlerinin kamaşmasıdır. Dünün mücahitlerinin daha sonra müteahhit daha sonra müşahit olduğu bir noktadayız. Burada kalsalar bile iyi”

Arınç, ”Kim bunlar?” dense susar. Peki üstüne alınan çıkar mı?…

ESNAF

AA Japonya esnafının zorda olduğunu haber yaptı.

Bizim esnafı haber yapıp işsiz kalmamak için…

İstenmeyen rektöre açık çağrı

İstenmeyen rektöre açık çağrı

Mademki Boğaziçi Üniversitesi için düşleriniz vardı, neden profesörlüğe yükseltilme ve kadrosuna atanma için başvurmadınız da, özel-vakıf üniversitelerini yeğlediniz? Sıradan bir akademik kadroya atanma koşullarına sahip olmadığınızın, bu seçiminizde etken olduğunu düşünüyorum. Kadrosuna girebilmek için gerekli koşulları taşımadığınız bir üniversitede nasıl rektörlük yapmayı göze alırsınız?

https://twitter.com/birgun_pazar/status/1358299452935700480?s=19 07, Şubat 2021
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


MUSTAFA ALTINTAŞ*

Bay Rektör,

Rektörün sözcük anlamının “doğruya yönelten yönetici” olduğunu bildiğinizi varsayıyorum. İstenmezliğinizin nedeninin, siyasetçi kimliğinizin yanı sıra, dışarıdan görevlendirilmiş olmanızın ötesinde bilgi, birikim ve etik değerler açısından rektör olarak, Boğaziçi Üniversitesi’ni doğruya yöneltecek kişi olmadığınızın genel bir yargıya dönüşmesidir.

Eylemli öğretim üyesi olduğum 45 yıllık süre içinde (1969-2013) etkin olduğum akademiya dünyasında ne isminizden ve ne de izinizden bilgi sahibi olmadığımdan, hakkınızdaki bilgi kaynağım Vikipedi, Özgür Ansiklopedi ile, 2 Ocak 2021’den bu yana doğan “Boğaziçi Üniversitesi Vakası” içindeki tutum ve açıklamalarınız olacaktır.

2003-2009 yılları arasında, tümü özel–vakıf üniversitelerinde yarı zamanlı, 2008’de doçent olduktan sonra, 2009’dan başlayarak tam zamanlı akademisyen olarak çalışırken, 2016’da profesör olduktan sonra ise, bu kez de özel-vakıf üniversitelerinde rektörlük, sanırım yazgınız olmuş. İlginç olanı, 17 Ocak 2020’de 4 yıl için atandığınız Haliç Üniversitesi Kurucu Rektörlüğü’nü bırakıp, Boğaziçi Üniversitesi için aday olmanız ve 9 aday arasından atamanızın yapılmasıdır.

Özel–vakıf üniversiteleri arasında olduğu gibi, siyasi partiler arasında da sörf yapıp durmuşsunuz. Lisans öğreniminiz döneminde SDHP, 1992-2002 döneminde LDP’de Gençlik Örgütü Başkanlığı, 2002’den sonra ise AKP’de, ilçe örgütü kuruculuğu, il başkanlığı yardımcılığı, 2009’da belediye başkan aday adayı, Haziran 2015 genel seçimlerinde de milletvekili aday adayı olmuşsunuz. Yani, lisans ve lisansüstü öğreniminizi bir yana bıraktığımızda, 2003-2009 yılları arasındaki yarı zamanlı, 2009’dan başlayarak da tam zamanlı akademisyenlik mesleğiniz yanı sıra, ikinci mesleğiniz olan siyasetçiliği birlikte yürütmüşsünüz. Siyasetçi olarak, siyasi parti üyesi olmanız, merkez organlarında görev üstlenmeniz, üniversite birimlerinde yöneticilik yapmadığınız sürece yasaya aykırılıktan söz edilemez. Ancak 2010-2014 yılları arasında Şehir Üniversitesi İşletme Bölüm Başkanlığınız, 2016-2019 yılları arasında İstinye Üniversitesi Kurucu Rektörlüğünüz, 17 Ocak 2020–2 Ocak 2021 arasında üstlendiğiniz Haliç Üniversitesi Rektörlüğünüz 2547 Sayılı Yasanın 59’uncu maddesine aykırıdır. 02 Ocak 2021’de atandığınız Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü de, siyasetçiliğiniz sürüyorsa, yasaya aykırıdır. Yasaya aykırı yönetsel görev üstlenmiş olan size düşen görev, hemen bu yazımı okuduğunuzda istifa etmektir. Bu, sizi, sizi öneren YÖK’ü ve atayan Cumhurbaşkanı’nı rahatlatacaktır.
2010’dan bu yana siyasetçi ve yönetici–akademisyen olmanıza karşın, yürütmekle ödevli olduğunuz Yükseköğretim Mevzuatı’nı bilmediğinizi ele veren bir örneği de, istenmeyen rektör olarak sergilediniz. Rektör Danışmanı olarak DEVA Partisi üyesi bir öğretim üyesini atamanız – kabul etmeyecektir- iki nedenle yanlıştır. Önce, öğretim üyeliğinin yanı sıra kullanılabilecek “rektör danışmanı” denen bir kadro yoktur. Öğretim üyeleri, aynı zamanda, kurul olarak ya da birey olarak kurumların doğal danışmanıdırlar. Danışmanlar, 657 Sayılı Yasaya tabi olarak çalıştırılırlar. Hukuk danışmanı, teknik danışman gibi. İkincisi, atamak istediğiniz siyasetçi 59’uncu maddedeki yasağa girmektedir.
Bay Siyasetçi Rektör,
İstenmezliğinizi gidermek amaçlı olarak YÖK tarafından yapılan açıklamada Boğaziçi Üniversitesi yükseköğretimde hem ulusal, hem de uluslararası ölçekte başarılı ve saygın bir üniversite olarak tanımlanmakta ve bu başarısı nedeni ile, yükseköğretim sistemine kazandırılan “Araştırma Üniversitesi” kategorisine alınmış, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından da desteklenmiş olduğunun altı çizilmektedir. Yani sizin 2021 Ocak’ına kadar sörf yaptığınız özel-vakıf üniversitelerine benzemez. Mademki Boğaziçi Üniversitesi için düşleriniz vardı, neden profesörlüğe yükseltilme ve kadrosuna atanma için başvurmadınız da, özel-vakıf üniversitelerini yeğlediniz? Sıradan bir akademik kadroya atanma koşullarına sahip olmadığınızın, bu seçiminizde etken olduğunu düşünüyorum. Kadrosuna girebilmek için gerekli koşulları taşımadığınız bir üniversitede nasıl rektörlük yapmayı göze alırsınız?
İstenmezliğinizin bir başka nedeni ise, akademik yükselmelerinizde aşırma/intihal yapmakla suçlanır olmanızdır. YÖK Disiplin Yönetmeliği’nde en ağır suç olarak tanımlanan aşırma suçlamasına karşı yaptığınız anlatımlarınız gerçeklik taşımadığı gibi, kabul edilir de değildir. Bu bağlamda size, bağlı bulunduğunuz 2547 Sayılı Yasanın Disiplin ve Ceza İşleri başlıklı 53/b maddesinin (5) nolu “akademik bir kadroya bir daha atanmamak üzere üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası”nı ve bu cezayı gerektiren “aşırma/intihal suçunu” anımsatmak isterim. Böyle bir cezayı gerektiren suçların ilk sırasında, ”başkalarına ait özgün fikir, metot, veri veya eserleri bilimsel kurallara uygun biçimde atıf yapmadan kısmen veya tamamen kendisine ait gibi göstermek” yer almaktadır.
Bir başka etik dışı davranışınız, özel-vakıf üniversitesinde ancak bir yıl sürdürdüğünüz rektörlük sırasında öğrenciler ile yaşadıklarınız. Öğrencilerin sınavlarda kameraların zorunlu olması kararına tepki göstermeleri üzerine onların tweet’lerine sahte hesapla yanıt verdiğiniz, onları sınavlarda kopya çekmekle suçladığınız ve sonra da ana hesabınızla tarafınızdan gönderilen tweet’leri beğenmeniz gibi yakışıksız davranışlar sergilediğiniz ileri sürülmektedir.

Etiksel açısından üzerinizde ağır bir yük oluşturması ve disiplin soruşturmasını gerektiren bu suçlamalardan arınmadan, değil rektörlük, öğretim üyeliğini bile reddetmeniz gerektiğini düşünüyorum.

İstenmez Bay Rektör,

2547 Sayılı Yükseköğretim Yasasının 59’uncu maddeye göre, militan siyasetçi mesleğiniz ile rektör olmanız mümkün değildir. Bilgi, birikim ve etik değerlerdeki defolarınız, görev tanımı (misyonu); “kurumsal değerleri sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış-evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleki ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak.” olan ve yüz elli yılı aşan akademik geleneğinin oluşturduğu kurumsal değerleri; “eğitimde ve araştırmada mükemmeliyetçi /öğrenci odaklı/yönetimde ve akademik yaşamda özerk, özgürlükçü, demokratik ve katılımcı /farklılıklara saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı ve fırsat eşitliği konusunda duyarlı/akılcı ve eleştirel düşünceyi özendiren/etik değerlere sahip çıkan/temel hak ve özgürlükleri savunan/Kamusal ve sosyal sorumluluğu önemseyen/küresel sorunlara duyarlı ve çözüm geliştirmeyi amaçlayan/doğa ve çevre sorunlarına duyarlı/mezunlarla bağını güçlü ve sürekli kılan/kurumsal mirasını sahiplenen ve kurum kültürünü sürdürülebilir kılmakta kararlı” olan bir üniversitede sizin görev almanız ve hele hele “doğruya yönelten yönetici” olması gereken rektörlüğü yürütmeniz, kendi genetik kodlarınıza aykırıdır.

Nagehan Alçı’nın sorularına verdiğiniz yanıtları okumazdan önce, rektör adayı başvurusunda bulunurken, genetik yapınıza açıktan aykırı olan misyon ve değerlerinin ayırdında olmadığınız yanılgısına düşmüştüm. Yanıtlarınız, beni düzeltti ve sizin Boğaziçi Üniversitesi’ni, bu özelliklerinden kopartmak için “özel görevli bir siyasetçi-militan” olarak atandığınız gerçeğine eriştirdi. Siz, Boğaziçi’ne, “doğruya yöneltici” rektör olarak değil, orada kriz yaratmak görevi ile gönderildiğinizi, altı ay içinde Boğaziçi Üniversitesi’nin teslim alınıp, biat ettirilme projesinin uygulayıcısı olduğunuzu itiraf ediyorsunuz. Ve bu altı ayın çatışmalı, sert, yıkıcı olacağını da ekliyorsunuz.

Sizin böyle bir projenin uygulayıcısı olarak seçilmesinin nedenlerini, yukarıda sıraladığım defolarınızdan görebilirsiniz. Militanı olduğunuz siyasal çizgi kendisini, “yönetimde ve akademik yaşamda özerk, özgürlükçü, demokratik ve katılımcılığa; farklılıklara saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı ve fırsat eşitliği konusunda duyarlılığa; akılcı ve eleştirel düşünceyi özendirene; etik değerlere sahip çıkana/temel hak ve özgürlükleri savunana; kamusal ve sosyal sorumluluğu önemseyene; küresel sorunlara duyarlı ve çözüm geliştirmeyi amaçlayana; doğa ve çevre sorunlarına duyarlılığa” karşıt bir yere konumlandırmıştır. Ve siz, daha ilk gün “kendinize dokunmayı devlete dokunmak” sayar bir ölçüsüzlük yanı sıra, LGBTİ+ Kulübü’nü kapatıp, basılı kitabı suç aracı gibi göstererek farklılıklara saygı duymadığınızı, öğrenci odaklı bir üniversite yöneticisi olabilme doğasına sahip olmadığınızı kendi açınızdan ortaya koyuyorsunuz.

Sonuç olarak size önermem, halkımızın malı, yarınımızı yaratacak gençlerimizin umudu, çorak olan bilim yaşamımızın ender yıldızlarından Boğaziçi Üniversitesi’ni felç etme, temsilcisi olduğunuz siyasal çizgiye çekebilme projesinin aktörü olmaktan vazgeçin. Özünüze, size emek vermelerinden ötürü teşekkür ettiğiniz hocalarınıza, yasa ve etik kurallara saygınız, bu ülkeye ve halkın çocuklarına sevginin kırıntısı varsa verilen görevi iade edin, derim. Bu görev iadesi öncelikle sizi, sizi öneren ve atayanları da rahatlatacaktır, bundan kuşku duymayın. Seçim sizin.

*Eski YÖK Yüksek Disiplin
Kurulu Üyesi, Prof. Dr.

==================================================

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Mustafa Altıntaş hocamızın bu nefis makalesine bütünüyle katılıyoruz..
Saptama, çözümleme ve öneriler bütünüyle yerinde ve gerçekçidir.
Ancak Bay Melih Bulu‘nun bu vb. önerileri dikkate alabileceği konusunda hiç ama hiç “umut” taşımıyoruz.
Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendisine yüklediği “misyonu” ne pahasına olursa olsın yerine getirmeye çabalayacaktır.
En etkili çözümlerden biri öğretim üyelerinin elindedir.
Kuşkusuz. öğrencilerin sergilediği itiraz ve direnç baştan sona yasal hatta meşrudur.
Ancak Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin (pasif) direniş gösterebilirler. Bu da yasal haklarıdır, örn. “SUSMA” hakkını kullanabilirler ve bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz.
Ayrıca 3 rektör yardımcısı atanamayabilir..
Dekanlar da.. Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK atama yapacaktır. (Anayasa md. 130/6)
Enstitü Müdürlükleri de bu sıralamada önemli yönetsel görevlerdir.

Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 5 Şubat 2021 tarih ve 3519 sayılı Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşmanın yolunun açılması işlemi açıkça Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır. Çünkü,

Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları…. kanunla düzenlenir.” Cumhurbaşkanına böylesine bir yetki veren yasal düzenleme yoktur. Zorlama yorumlarla böylesi bir yetkinin varlığı savunulacak olsa da, Anaysa md. 130/1 “… kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” belirlemesi gereği, üniversitelerin özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendilerinin karar vermesi gereklidir. Dolayısıyla söz konusu Cumhurbaşkanı Kararı hukuka aykırıdır ve Danıştay’da yönetsel yargıya götürülmesi gereklidir. Böylesi bir girişim, Danıştay açısından da bir varlık / yokluk sınaması – sınavı olacaktır.

İktidarın gündem oyunu da olan bu tür gelişmeler ülkemizi gerçek gündeminden uzaklaştırmaktadır. Türkiye’de hala günde 100 dolayında insan salgından ölmektedir.
Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır.
Biriken sorunlar kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır.
Bu gerilim tablosu sürdürülmemelidir.

Dileyelim ve önerelim ki Sağduyu pek çok alanda egemen olsun.. Örn. başta AKP = RTE‘de, YÖK’te, Bay kayyım rektör Bulu‘da..

BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru, hukuksal, yasal direniş ulusal ve uluslararası toplumca kuşkusuz, doğallıkla desteklenecektir, desteklenmelidir.

  • Muhalefet birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak için yeni ve işler stratejiler geliştirmelidir.
    Sevgi ve saygı ile. 09 Şubat 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Boğaziçi öğrencilerinden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık mektup

Boğaziçi öğrencilerinden AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan’a açık mektup

Boğaziçi Üniversitesi’nin yürekli gençlerinin tümüyle meşru saptama, uyarı ve istemlerine bütünüyle katılarak paylaşıyoruz.. (Dr. Ahmet Saltık)
***

Boğaziçili öğrenciler, AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kendilerini hedef alan açıklamalarının ardından açık mektup yayınladı. Öğrenciler,Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz. Ama madem yürek demişsiniz kısaca ona da cevap verelim. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yok! Sizse 19 senedir bir dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz” ifadelerini kullandı.

Boğaziçi öğrencilerinden Cumhurbaşkanı Erdoğan'a açık mektup

AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın AKP’de uzun yıllar siyaset yapmış olan Melih Bulu’yu Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atamasına yönelik tepkiler sürüyor.

Boğaziçi Dayanışması, açıklamalarıyla kendilerini hedef gösteren Cumhurbaşkanı Erdoğan’a hitaben açık bir mektup yayınladı. Boğaziçi Dayanışması’nın Twitter hesabından, Günlerdir bizleri aracı kanallarla hedef gösteren 12. Cumhurbaşkanına Açık Mektubumuzdur ifadeleriyle paylaşılan mektupta Erdoğan’a Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz hatırlatması yapıldı.

Eylemlerin nedenleri ve taleplerin sıralandığı açık mektupta yer alan ifadelerin tamamı şu şekilde:

“Daha önce Melih Bulu’ya “Bir Provakatör Üstünde Şiir Denemeleri” şiiriyle yanıt vermiştik. Konunun asıl sorumlusunun siz olduğunuzu anlayıp yanıt vermeniz sevindirici. Bugüne kadar bizimle TÜRGEV aracılığıyla el altından görüşmeler talep ettiniz. Şimdi de bizimle basın aracılığıyla tartışmaya çalışıyorsunuz. Biz aracıları sevmiyoruz, doğrudan ve herkese açık bir şekilde konuşmayı tercih ediyoruz. Umarız siz de böyle devam edersiniz.

Önce size eylemlerimizin nedenini ve taleplerimizi hatırlatalım:

Üniversitemize öğrencileri ve öğretim üyelerini hiçe sayarak bir kayyum atadınız. Yaptığınız yasal mı? Evet her fırsatta tekrar ettiğiniz gibi yasal ama meşru değil. Bu atama, toplumda içinde zerre kadar adalet kırıntısı taşıyanı isyan ettirecek bir atama!

Üstüne üstlük, bir Cuma günü bir gece yarısı kararıyla daha; hocası, öğrencisi, emekçisi tüm kurumu sindirmek adına fakülteler açıyor, dekanlar atıyorsunuz. Üniversitemizi kendi siyasi militanlarınızla doldurma çabanız, içine düştüğünüz siyasi krizin göstergesidir. Krizinizin mağdur ettikleri günden güne büyüyor!

TALEPLERİNİ SIRALADILAR 

Biz kendi anayasal haklarımızı toplumun tüm kesimlerinin maruz bırakıldığınız haksızlığın farkına varması için kullanıyoruz. Taleplerimiz şunlardır:

* Bu süreçte gözaltına alınan, tutuklanan bütün arkadaşlarımız derhal serbest bırakılsın!

* LGBTİ+ arkadaşlarımıza ve diğer hedef gösterilen bütün gruplara yönelik itibarsızlaştırma kampanyaları sona ersin!

* Başta bu gözaltılara, tutuklamalara ve hedef göstermelere sebebiyet veren Melih Bulu olmak üzere bütün kayyumlar istifa etsin!

* Üniversitelerde, üniversitenin bütün bileşenlerinin katıldığı demokratik rektörlük seçimleri yapılsın!

‘BİZİ SİZE KOŞULSUZ İTAAT EDENLERLE KARIŞTIRMAYIN’

Yürekleri yetiyorsa diye başlayan bir cümle kurmuşsunuz. Cumhurbaşkanını istifaya çağırmak bir anayasal hak mıdır? EVET! O halde bir anayasal hakkı kullanmak ne zamandan bir cesaret sorunu oldu?

  • Bizi size koşulsuz itaat edenlerle karıştırmayın. Siz padişah değilsiniz, biz de tebaanız değiliz.

Ama madem yürek demişsiniz kısaca ona da cevap verelim. Bizim hiçbir dokunulmazlığımız yok! Sizse 19 senedir bir dokunulmazlık zırhının altında esip gürlüyorsunuz. İçişleri Bakanı dini hassasiyetleri kaşıyan yalanlar söylüyor. Biz kendimize otosansür uygulamayacağımızı söylüyoruz. LGBTİ+ arkadaşlarımıza sapkın diyorsunuz, biz LGBTİ+ hakları insan haklarıdır diyoruz. Parti üyeleriniz Soma’da madencileri tekmeliyor. Biz işçilerin yanında eylemli bir şekilde saf tuttuk, tutacağız.

  • HDP Genel Başkanını hukuksuz bir şekilde hapishanede tutuyorsunuz. Gazetecileri de sendikacıları da…

Bizse gerçekleri korkmadan haykıranlarla biriz, beraberiz, tüm kayyumların karşısındayız diyoruz.

  • Siz Berkin Elvan’ın annesini mitinglerde yuhalatıyorsunuz. Biz Berkin Elvan’ın yanındayız diyoruz.
  • Siz “Osman Kavala‘nın karısı da bu provokatörlerin arasında yer alıyor” diyerek adını bile anmadan Ayşe Buğra’ya sataşıp, hedef gösteriyorsunuz.

Bir kadının bahse değer tek özelliğinin onun eşi olduğuna dair cinsiyetçi boş inancı çiğ bir üslupla dile getiriyorsunuz. Biz ise “Ayşe Buğra kıymetli bir hocamız, ve bir bilim insanıdır” diyoruz. “Ona yapılmış bir saldırıyı kendinize sayarız” diyoruz. (Siz şimdi de bu mektup için suçluyu övmekten, cumhurbaşkanına hakaretten düzinelerce dava açarsınız, biliyoruz ama doğruyu söylemekten asla vazgeçmeyeceğiz, onu da biliyoruz!)

Kendi atadığınız rektörü okulda tutacak gücünüz olmadığı için, yeni kurulacak fakültelerle, şişirme kadrolarla ayakta tutmaya çalışmak da pek yüreklice bir tutum olmasa gerek. Bu nedenle yürek konusunda söylediklerinizi ciddiye almıyoruz.

Biz farkındayız ki ne Boğaziçi Üniversitesi Türkiye’nin en önemli kurumu ne de Melih Bulu’nun kayyum olarak başımıza gelmesi Türkiye’nin en önemli sorunudur. İstifanız talebine gelince, biz sizi bu mesele nedeniyle istifaya çağırmayız. NİYE Mİ? Siz istifa edecek olsanız,

  • Hrant Dink katledildiğinde istifa ederdiniz!
  • Soma’da 301 madenci katledildiğinde istifa ederdiniz!
  • Roboski’de 34 Kürt öldürüldüğünde istifa ederdiniz!
  • Çorlu’daki tren kazasından sonra istifa ederdiniz!
  • Başta KHK’lılar olmak üzere, işsiz bıraktığınız ya da iş bulamayan binlerce yurttaşın geçim derdini görüp istifa ederdiniz!

O zaman halkı yoksulluğa mahkum eden ekonomi politikalarınız içinden çıkılmaz hale gelince damadınızı kurban etmek yerine sorumluluğu üstlenirdiniz.

Örnekler çoğaltılabilir fakat siz hiç istifa etmediniz. Sizin tabirinizle yürekli olmak yerine safça kandırılan olarak görünmeyi tercih ettiniz. Şimdi sizi niye istifaya çağıralım? Biz Melih Bulu o koltukta oturduğu sürece protestomuzu boyutlandırarak sürdüreceğiz. Bu konuda gerekeni yapıp yapmamak ise sizin bileceğiniz iştir.

Biz demokratik hak ve özgürlükleri gasp edilenlerin yanındayız!

Bu topraklarda ezilenleri meydanlardan, kürsülerden bağırıp tehdit ederek hedef göstererek susturamayacağınızı anlamanız dileğiyle.”

 

Ağır haksızlık!..

Ağır haksızlık!..

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
05 Şubat 2021, Cumhuriyet

Terörün tanımı eğer, “Sözle, tartışmayla, müzakere ve münazara ile yani barışcıl, insan gibi yöntemlerle karşısındakine bir şeyi kabul ettiremeyeceği için şiddete başvurmak” diye yapılabilirse, bu çocukların terörle ya da teröristlikle alakası yok.

Sapkınlığın tanımı, eğer “Din, millet, ırk, mezhep, sosyal geri plan gözetmeksizin” tüm insanlığı bağlayıcı temel insani ve ahlaki değerleri ayaklar altına alıp “utanılası düşünce ve eylemlerin peşinde koşmak” diye yapılabilirse, bu çocuklara kim “sapkın” diyebilir?

Yasadışı örgüt mensubu olmanın tanımı, başta bu ülkenin anayasası olmak üzere, tüm yasa ve kuralları çiğneyici tavırlar içinde olmak, uluslararası insan hakları beyannamelerinin, sözleşmelerinin ve bağlayıcı tüm kural ve sözleşmelerin üzerinde tepinmek, onları ihlal etmek ve çöpe atmak olarak yapılabilirse o öğrenci kardeşlerimizin yaptıkları, bunun yakınından bile geçmedi.

İnsafsızlık etmeyin.

Bu ülkenin ve hatta dünyanın geleceğini emanet edeceğimiz, belki de bundan 5-10 yıl sonrasının Nobel’lerine layık bilim insanlarının, yöneticilerinin, düşünürlerinin, her meslekten başarılı bireylerin ve karar alıcılarının yetişeceği pırıl pırıl güzide bir eğitim kurumunun öğreticilerine ve öğrencilerine hakaret etmeyin. Onları, “provokatörlerin ve yabancı gizli servislerin maşası ve aleti olmakla” suçlamayın. Bu toplumun yüz akı, en yüksek puanları alarak medarı iftiharımız bir eğitim kurumunun sıralarına oturmaya hak kazanmış o yüksek zekâlı ve aydınlık ufuklu gençleri, yakışıksız hakaretlerle şeytanlaştırmaya çalışmayın.

O çocuklardan bazılarının, tüm çağdaş demokrasilerde kimsenin konu bile etmeyeceği şekilde, (hatta konu etmeye utanacağı bir şekilde) “Farklı cinsel tercihleri olabileceği ya da olanlara saygılı davranmaları” gerçeği üzerinden “Zaten bunlar LGBTİ filan” diye aklınızca “aşağılamaya” çalışmayın.

Velev ki L, ya da G veya B,T, İ… Sana ne?

Daha henüz aydınlatılmaya muhtaç bir “Kâbe-i Muazzama resmi olayı” üzerinden dine ve dinin kutsallarına sahip çıkma adı altında, hiçbir dinde yeri olmayan “zulüm, şiddet ve işkenceye” başvurarak o gençlerin en temel haklarından biri olan (Anayasa madde 34 ve 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası) barışçıl protesto hakkını nasıl engellemeye kalkarsınız? Onları nasıl yerlere yatırıp üzerlerinde tepinirsiniz? Nasıl kafasını gözünü patlatırsınız?

Onlara nasıl “Aşağı bak, yukarı bakma; şuraya bak, buraya bakma” gibi aşağılık emirler vermeye kalkan kamu hizmetkârları üzerinden bu ülkeyi ve devleti rezil edersiniz?

Bütün bunları, liyakatsizliği apaçık ortada olan, tüm meziyeti(!) sizin partinin üyesi ve geçmişte belli kademelerde “dava arkadaşı” olmaktan ibaret, üstelik sicili “intihal nedeniyle” bozuk olduğu tescilli bir öğretmenin ille de o okulda rektör olarak kalması uğruna nasıl yapabiliyorsunuz?

Ayıp değil mi bu konudaki yüz kızartıcı ısrarınız?

Ayıp değil mi bu çocuklara, onların her Allah’ın günü okul bahçesinde yiğitçe direnen hocalarının tertemiz onurlu duruşlarına?

Ayıp değil mi o okulun emekçisinden mezununa, velisine kadar neredeyse 1.5 asırdır “Boğaziçili – Robert Academy’li olma onurunu” göğüslerinde taşıyan tüm camiaya?

Bu ne ezikliktir?

Ayıp değil mi ele güne, cümle âleme? Bak Amerika’dan BM’ye, Avrupa’ya kadar yedi düvel kınadı sizi.

Yapmayın etmeyin.

Akıllı olun biraz.

Buradan bir “Gezi yaratma” suçlamasını herkese yakıştırıyorsunuz da…

Yoksa, asıl siz böyle bir rüya, böyle sorumsuzca ve tehlikeli bir macera peşinde olmayasınız?

Gerilimden, şiddetten, sokaklara yine hâkim olabilecek gözyaşartıcı zehirli gaz bulutlarından medet ummak, bu ülkeye yapılacak en büyük ihanet değil mi?

Hani, her ağzınızı açtığınızda ona buna “hain” diyorsunuz da..

Ağır bir haksızlık değil mi bu? Ne alakası var bu çocukların “ihanet” ile?

Yapmayın. Oturun bir düşünün.

Değer mi, bir garip “Melih’i o koltukta tutmak için” bunca kaosu yaratmaya?

Aklınızı başınıza toplayın.

Bu ülkenin, hayat pahalılığından hukuka, eğitimden sağlığa, her gün 100 – 150 can alan pandemiden uluslararası krizlere kadar bin türlü sorunu var. Onlara çare bulun.

Bırakın o iftihar edilecek pırıl pırıl beyinler, o çocuklar hem kendilerini hem de ülkemizi müreffeh bir geleceğe taşıyacak “En Hakiki Mürşit” yolunda derslerine dönsünler ve bu kriz geride kalsın.

Bir koltuk, bir iktidar, bir Melih için değmez ülkenin zaten cayır cayır yanmakta olan ateşlerinin üzerine bir bidon daha benzin dökmeye.

Kendinize gelin!.

Aşırma (İntihal) Sorunu

Aşırma (İntihal) Sorunu

Image result for Prof. Dr. Hasan YAZICIPROF. DR. HASAN YAZICI
ESKİ İÜ ETİK KURULU BAŞKANI

Cumhuriyet, 04 Şubat 2021

Aşırmaya özel ilgim, hocalık yıllarımda böyle iddiaları incelemek üzere sıkça görevlendirilmeme neden olurdu. Bu kez de öyle olmuştu. Edebiyat fakültesinden gelen bir dosyaya bakmakla görevlendirilmiştim. Aşırma ihbarını yapan, aşırmayı yaptığı iddia edilen profesörün aynı fakülteden hocasıydı. Öğrencisinin yazdığı bir kitapta, kendisinden fütursuzca yapılmış aşırmalar olduğundan şikâyetçiydi. Konuyla ilgili iki kitap rektörlükten gelen görevlendirme yazısına eklenmişti. Kitaplar görece kısa, karşılaştırılmaları zahmetsizdi. 1-2 gün içinde kesin kanım oluşmuş, öğrencinin hocasının kitabından oldukça büyük çapta aşırma yaptığını görmüştüm. Ancak bu aşırma, daha sık olarak görülen ve hiç kaynak vermeden yapılan aşırmalardan farklıydı. İncelediğim kitabın yazarı, hocasının kitabı dahil, çok sayıda kaynağa gönderme yapmış, ancak bu göndermelerin kitabının nereleriyle ilgili olduğu belirtilmemişti.

Soruşturma günü hakkında aşırma suçlaması yapılan hocayla aramızda geçen konuşmayı hatırladığım kadarıyla aşağıya alıyorum:

“Kitapları karşılaştırdım. Hocanızın kitabından usulsüz alıntılar yaptığınız hakkında hiç kuşkum yok. Kendinizi nasıl savunacaksınız?”

“Suçlamaları kabul etmiyorum. Göreceğiniz gibi kitabımın kaynaklar listesinde hocamın kitabı da var.”

BİLİMSEL AYIP

“Öyle ama sizin kitabınızda hocanızın kitabından tümüyle kopyalanmış birçok paragraf var. Bu alıntılar tırnak içinde olmadığı gibi kaynak listeniz oldukça uzun ve hocanıza yapılan gönderme bunlardan sadece bir tanesi. Alıntılarınızın aşırma olmaması için hocanızınki dahil diğer kaynaklardan da aldıklarınızı mutlaka tırnak içine almanız ve bu tırnak içindekilerin alındığı kaynağın verdiğiniz kaynaklar arasında hangisinin ve çoğu durumda hangi sayfalarından olduğunu belirtmeniz gerekli.”

“Hocam, tam olarak neyle suçlandığımı anlamıyorum. Hocamın kitabını çok beğenmiştim ve beğendiğim kısımları kendi kitabıma aynen aldım. Dediğim gibi, kitabın sonunda da hocama gönderme yaptım.”

Sabırla devam ediyorum:

“Bakın hocanızın veya başka birisinin dediklerini çok beğenebilirsiniz. Ancak denilenleri kelime kelime aynen (verbatim) kitabınıza tırnak içine almadan koyamazsınız. Ama bakın şunu yapabilirsiniz: Yine kaynak göstermek koşuluyla hocanızın dediklerini kendi cümlelerinizle, yazış usulünüzle anlatabilirsiniz. İşte o zaman aşırmadan bir miktar uzak durmuş olursunuz. Şunu da belirteyim: Yaşamöykünüze ve yayın listenize baktım. Üretken bir öğretim üyesi olduğunuz izlenimini aldım. Deminden beri ve büyük bir sabırla, size yaptığınız önemli bir bilimsel ayıbı anlatmaya çalışıyorum. Güzel kardeşim, söz konusu kitabınızda hocanızı gerekli şekilde kaynak göstermiş olduğunuzda neden bu kadar ısrarcısınız?”

“Hocam, gerçekten anlayamıyorum. Şimdi de tutmuş, hocamın dediklerini yazarken bir değişik yazmamı öneriyorsunuz. Ben kim oluyorum ki kıymetli hocamın dediklerini değiştirip yazayım? Vallahi noktasına, virgülüne dahi dokunamam!”

GÖZ ARDI EDİLİYOR

Araya, o da soruşturmada görevli, zamanın rektör yardımcısı, benim de fakülteden gerçek hocam girdi. “Hasan, yüzünün aldığı şekli beğenmiyorum. Haydi soruşturmaya biraz ara verelim, sen biraz şöyle dışarı çık, hava al, dön” dedi.

Boğaziçi Üniversitesi’nin yeni rektörünün teziyle ilgili aşırma suçlamaları ve özellikle bu suçlamalarla ilgili açıklamayı okuyunca hemen aklıma şimdi anlattığım aşırma öyküsü geldi. Sayın rektör, bir medya ajansına konuyla ilgili şu açıklamayı yapıyor: “Bir kere bu intihal meselesi bir iftira… Oradaki her şey diğerlerinden alıntıdır. En sonunda kaynaklar yazılmıştır. Bütün dert tırnak içine almamış olmam.” (1) Yıllar öncesinin soruşturmasında duyduklarıma ne kadar benziyor değil mi?

Gerek hikâye ettiğim olayda gerekse de güncel örnekte, yöntem benzerliği yanında aşırmayla itham edilenlerin bir yerde arkasına sığındıkları acı bir gerçek var. Maalesef ülkemizde yıllar boyunca üzülerek gözlediğim gibi intihal, hem oldukça yaygın hem de özellikle ünlü “Doğramacı – Spock” aşırmasında olduğu gibi intihali yapan kuvvetli, kudretli biri ise bu çok büyük ayıp çok kolay göz ardı edilebiliyor. (2)

AHLAK DIŞI GÖRÜLMÜYOR

Ülkemde aşırma (intihal) pek de yüz kızartıcı bir ahlak sorunu değil. Yıllar evvel ben de kendi üniversiteme rektör olmaya soyunmuştum. Fakülte fakülte dolaşıp öğretim üyelerine bana oy verirlerse neler yapmayı planladığımı, neyi sevdiğimi, sevmediğimi anlatıyordum. Sevmediklerim arasında aşırmalar da vardı. Hemen hemen gittiğim her fakültede toplumumuzda aşırmanın ne denli yaygın ve maalesef benimsenmiş olduğunu örnekleriyle anlatmaya çalışıyordum. Kimi örnekte çok severek benimsediğimiz müzik parçalarının bestelerinin başkalarından aşırma olduğuna pek aldırmıyorduk. Bunlar arasında besteleri İsveçlilere ait “Dağ başını duman almış”, İsraillilere ait “Bir başkadır benim memleketim” ve hemen her İstiklal Marşı’ndan evvel gözlerimiz dalgalanan bayrağımızda huşuyla dinlediğimiz, ulusalcı Amerikalı kardeşlerimizin ise çalındığında ayağa fırladıkları “Ti”leri vardı.

Fakültelerdeki konuşmalarımı yine şaşmaz olarak aşırmayla ilgili şu çok sevdiğim alıntıyla bitiriyordum: “Aşırmak, ne vatana ihanet ne de seri halinde cinayettir. Ancak bir aldatma ve kandırma yöntemidir… O ülkenin eğitim sistemi, okuryazarları ve hatta ülkenin tüm insanlarının eleştirisel ve yaratıcı yetenekleri hakkında kitaplar dolusu bilgi verir.” (3)

Rektör seçimlerine dönersek, evet, doğru tahmin ettiniz. Rektör seçilmedim.

1- https://www.haberturk.com/bogazici-universitesi-rektoru-prof-melih-bulu-dan-aciklamalar-2927092
2- H. Yazıcı, Bir Aşırma, İletişim Yayınları, 2020.
3- T. Pappas, Plagiarism and the Culture War. Hallberg pub.co. 1998, s. 30-31

 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 03 Şubat 2021

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 03 Şubat 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

KONTROL

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın  ‘Aile Hayatımız’ isimli kitabında, evlenme niyetinde olan kişilerin birbirlerinin mahrem yerlerine bakabileceği tavsiye edildi.

Saç günah, kalite kontrol mübah…

TARAF

Haseke il merkezinde toplanan Esad taraftarları, YPG/PKK karşıtı gösteri yaptı.

AKP/RTE neden E 5rSAD’a karşı ?..

YAPTIRIM

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’den arama gemilerini çektiğini belirterek, “Gelen olumlu sinyaller karşısında AB’nin Türkiye’ye karşı yaptırım kararı almadığını” açıkladı.

Neticede ne oldu?

  1. Kazan kazan
  2. Kaybet kaybet…

ASKER

Bolu İl Jandarma Alay Komutanı Albay Ömer Ersever, Bolu Ülkü Ocakları’nı ziyaret etti.

Cumhur ittifakının askeri…

ATOM

Boğaziçi’ne atanıp göreve başlayamayan Melih Bulu altı ay içinde atom bombası üretebileceklerini söyledi.

At/om/ma  bombası…

ZARAR

Sayıştay denetçilerine göre: Halka süt dağıtan, öğrencilere burs sağlayan İBŞB kamuyu zarara uğratmış.

Denetçilerin verdiği zarar kadar değildir…

UMUTSUZ

Her üç kişiden biri ekonominin daha kötüye gideceğini düşünüyormuş.

CHP’nin ektiği zehirli tohumların etkisi!…

KURTULUŞ

Yargıtay 12. Ceza Dairesi’ne üç bürokratın atanmasıyla, Soma’da 301 işçinin ölümüne neden olan madenin patronu kurtarıldı.

Yargı göçük altında …

ZAM

Avrasya Tüneli geçiş ücretine %26 zam yapıldı.

Enflasyonu etkilemez!…

TARAF

AKP Genel Başkanı RTE, salgına rağmen salonları tıklım tıklım dolduran AKP’lilere teşekkür etti.

Cumhurbaşkanı RTE, AKP Gen. Bşk. RTE’yi uyarmalı…

ZEKA

Devlet Bahçeli, bir mizah sitesinde yer alan “Bahçeli’ye aşı yapan hemşire Gülnaz ŞIRINGA ve Gelendam ENJEKTÖR’ü odunla dövdüler” parodisini gerçek sanarak Meclis konuşmasında açıklama yaptı.

Cumhur kimlere kalmış?..

DÖNEK

Gazeteci Levent Gültekin, İzmir Milletvekili Mehmet Ali Çelebi ve istifa eden diğer iki milletvekili için, Atatürk olsaydı yüzünüze tükürürdü” dedi.

Çelebi Atatürk’ün askeridir, eğilip bükülmez. Rüzgara gören yön değiştirmez.

Fetö kumpası destekçisinden Atatürk’ü ve Atatürkçüleri anlaması beklenmez…

 KIRMIZI

USS Porter (DDG-78) Muhribi, kırmızı ışıkla süslenen Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün altından geçerken “Biz kırmızı ışıkta durmayız, her zaman hazır” mesajı yayımladı.

Türk Ulusu izin vermesin o zaman … geçersiniz!..

Üniversite

Üniversite

Cumhuriyet, 11 Ocak 2021

 

Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olmadığı gibi, AKP’den milletvekili aday adayı olan Melih Bulu’nun, “Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından, Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak atanması, tepkiyle karşılandı.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik, söz konusu tepkilerden sonra yaptığı açıklamada, “Bir insanın siyasi kimliğinin bulunması suç değildir” dedi. Doğrudur. Akademisyenler dahil, bir insanın siyasi kimliğinin bulunması suç değildir. Ayrıca insanların siyasi kimliklerinin olması, üniversitelerde idari görevlere atanmalarının önünde bir engel de değildir.

Siyasi kimliği bulunan akademisyen, siyasi kimliği üzerinden, öğretim üyeleri, öğretim görevlileri, araştırma görevlileri, idari personel ve öğrenciler arasında ayrımcılık yapmıyorsa, siyasi kimliğini üniversiteye dayatmıyorsa, siyasi kimliğinden olmayanları dışlamıyorsa, onlara “mobbing” uygulamıyorsa, onları bezdirmek amacıyla baskı uygulamıyorsa, onların atanmalarını ve yükseltilmelerini engellemiyorsa, onların sözleşmelerini feshetmiyorsa, siyasi kimliğiyle akademik ve idari çalışmaları arasında bir sınır çekebiliyorsa, onun siyasi bir kimliğinin olmasında hiçbir sakınca yoktur.
***

Ancak, AKP ve MHP ile ilişkileri olan rektörler ve dekanlar, bu ilkelere uymuyorlarsa, siyasi kimlikleri üzerinden kendilerine verilen yetkileri suiistimal ediyorlarsa ve bu görevlere siyasi kimliklerinden ötürü atanıyorlarsa, ayrıca, Türkiye’deki üniversitelerde rektörlerin ve dekanların neredeyse tamamı, AKP’lilerden, MHP’lilerden ve herhangi bir siyasi partiyle ilişkisi olmayanlardan oluşuyorsa, muhalefette olan Cumhuriyet Halk Partisi, İYİ Parti, Halkların Demokratik Partisi, Saadet Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Türkiye İşçi Partisi, Emek Partisi ile ilişkileri olan akademisyenler, liyakat ölçütlerini yerine getirdikleri halde, rektör veya dekan olarak atanamıyorsa, burada ciddi bir sorun var demektir.

Bu durumda Ömer Çelik’in açıklaması, uygulamaya bakıldığında, şu anlama gelmektedir: “AKP’den veya MHP’den olduğu sürece, rektörün ve dekanın siyasi kimliği olabilir, aksi halde hiçbir siyasi kimliği olamaz.
***

Türkiye’de üniversitelere yönelik ilk büyük darbe, 12 Eylül askeri darbe yönetimi tarafından 1981 yılında kurulan, Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) tarafından vuruldu. Bir askeri diktatörlük rejiminin ürünü olan YÖK, üniversitelerin özerkliğini ve bağımsızlığını ortadan kaldırdı, üniversiteleri hükümetlerin emrine soktu.

  • YÖK gibi bir kurum, dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde yoktur.

Üniversitelere yönelik ikinci büyük darbe, AKP’nin 2008 yılında başlattığı sivil darbe sürecinde vuruldu. Bu sivil darbe sürecinin dört aşaması vardır. Birinci aşaması, 2008 yılında, AKP’nin Fethullah Gülen çetesiyle birlikte organize ettiği

“Ergenekon”,
“Balyoz”,
“Casusluk” ve
“OdaTV” adlı kumpaslardır.

İkinci aşaması, 2010 yılında, Hâkimler Savcılar Yüksek Kurulu’nun ve Anayasa Mahkemesi’nin hükümetin etkisi altına girmesini ve askeri yargının yetkilerinin kısıtlanmasını sağlayan anayasa referandumudur.

Üçüncü aşaması, 2016 yılında, 15 Temmuz darbe girişimi sonrasındaki olağanüstü hal kararıyla ilişkili antidemokratik uygulamalardır.

  • Dördüncü aşaması, 2017 yılında gerçekleşen, güçler ayrılığı ilkesini ve demokratik parlamenter sistemi ortadan kaldıran, Anayasa Mahkemesi ve Hâkimler Savcılar Kurulu üyelerinin önemli bir kısmının yürütme organı tarafından atanmasını sağlayan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yetkilerini sınırlayan ve olağanüstü hal uygulamasının baskı koşullarında gerçekleşen anayasa referandumudur.

Bu gelişmelerle birlikte, medya, siyasi partiler, belediyeler, yargı, sendikalar, meslek odaları, dernekler, vakıflar ile birlikte, üniversiteler üzerindeki baskılar da arttı. Bugün Türkiye’de üniversitelerde, özgür bir düşünce ortamının var olduğunu savunmak olanaklı değildir. Özgür bir düşünce ortamının olmadığı kurumlarda, ciddi boyutta bir bilimsel, felsefi ve sanatsal gelişmenin sağlanması olanaksızdır.
***

Üniversitelerin özgürlüklerine kavuşabilmeleri için;
– rektörlerin hükümet tarafından değil, öğretim üyeleri tarafından seçilerek, üniversite tarafından atanması ve
YÖK’ün ortadan kaldırılması gerekir.

Ancak öncelikle, öğretim üyelerinin, demokrasinin ne olduğunu öğrenmeleri ve vatandaşı oldukları ülkedeki adaletsizliklere karşı çıkma cesaretine sahip olmaları gerekir.

Ne darbeler gördüm zaten yoktular

Ne darbeler gördüm zaten yoktular

Zafer Arapkirli
Zafer Arapkirli
08 Ocak 2021 Cumhuriyet

 

Büyük şair Attilâ İlhan’a şapka çıkararak bir saygı duruşu ile başlayalım söze.

Ne yararlı bir kavram, ne yararlı ve kullanışlı bir klişe bıraktı bize.

Şair’in dediği gibi:

“Hayır, sanmayın ki beni unuttular
Hâlâ, ara sıra mektupları gelir
Gerçek değildiler, birer umuttular
Eski bir şarkı, belki bir şiir
Ne kadınlar sevdim, zaten yoktular…”

Ülkeyi yönetemeyen ama yönetememesine sürekli bir mazeret, bir özür arayanların hep sarıldıkları bahaneye, artık bayatlamış can simidine, “darbe umacısı”na getireceğim sözü.

Ne zaman sıkışsalar (-ki antidemokratik rejimlerin alametifarikası bu sıkışıklık hali, 19 senedir hiç bitmiyor-) hemen bu sözde darbe tehlikesine dair bir balon uçurmak için fırsat kolluyorlar.

En son da Sayın İlker Başbuğ’un kitabı üzerine Cumhuriyet’te yayımlanan söyleşiden cımbızladıkları bir sözü “Bakın. Bunlar, bugünle 1960 darbesi arasında paralellik kurarak Erdoğan’a parmak sallıyorlar” şeklinde akıl fukaralığı içeren bir paranoya gösterisine başvurmaktalar.

Aynı günlerde, gazeteci Can Ataklı’nın “Bugün artık darbenin koşulları yoktur. Kimse yapamaz” mealindeki sözlerini de “Hah.. Bak.. Gönüllerinden geçiyor ama yapamayacakları için hayıflanıyorlar” mealinde yorumlayarak, yine bu “Darbe de darbe, darbe de darbe” terennümüne, nakaratına başvuruyorlar.

Oysa sanki bu toplum, asıl darbecilerin hem de “damardan Cumhuriyet düşmanı FETÖ’cü darbenin yollarına birinci sınıf kaymak asfalt döşeyenlerin” bizzat kendileri olduğunu unuttu sanıyorlar. ATATÜRK Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik dinci faşist, özgürlük düşmanı akımların, Cumhuriyeti “100 yıllık bir parantez” olarak gören kapkara kafalı gericiliğin gerçekleştirdiği “gerçek darbe”nin müelliflerini, mühendislerini, müteahhitlerini, bilmiyormuşuz gibi yapıyorlar.

Neredeyse, domatesi ortadan ikiye böldüklerinde içinden “D” harfine benzer bir şekil çıkması, havada uçan kuşların veya gökteki bulutların “D” harfi çizmesi için dua edecekler yakında. “Bakın.. Demiştik biz. Darbe geliyor” diye hoplayıp zıplayabilmek için.

BİZDE BEKLENİRKEN ABD’DE

Tam da bizimkilerin “Darb-o-Fobi” hastalıkları depreştiği günlere denk geldi, ABD’deki faşist kalkışma. Dünyanın başına gelmiş (Hitler, Mussolini, Franko dahil) en büyük belalardan biri olan “Sarışın Ruh Hastası” Trump’ın, “Seçim sonuçlarını tanımam. Gitmem. Koltuğu bırakmam” krizlerinin artık “suyunu” çıkararak taraftarlarını sokağa dökmesi sonucu, çarşamba gecesi Washington D.C.’den dünyaya yansıyan utanılacak görüntüleri kastediyorum.

Bizdeki “Kuruluş, Diriliş, Silkiniş, Uyanış, Çırpınış vb.” dizileri anımsatan kostümlerle Capitol Hill’e (Kongre Binası) hücum eden faşist çetelerin ortalığı kırıp döktüğü anlarda buralarda da hükümet yandaşı bazı çapsız beslemeler “Trump’a haksızlık edildi. Zaten Twitter’da sesini kısmaya çalışıyorlar. Zaten yarın bizde de olursa böyle şeyler ona hazırlık mı yapılıyor?” mealinde kendi açılarından bir altyapı hazırlığına giriştiler bile.

Allah’tan, daha önce bunun provasını 2019 Mart ve haziran ayında iki kez yapıp hüsrana uğramışlardı da belki ders çıkarmışlardır diye umuyorum.

Zaten ortalıkta yaygın biçimde dolaşan (aslında kendileri tarafından kasten dolaştırılan) “Bir daha seçim yapmaz bunlar. Yaparlarsa da yenilgiyi kabul edip hır çıkarmadan gitmezler” yollu endişeleri körüklemekten başka bir şeye yaramaz bunlar.

Halkın, demokratik iradesi ve kitlelerin tertemiz oylarının arkasında durarak geçmişte sergiledikleri kararlı duruşunun, her tür faşist ayak diremenin karşısında dikileceğini anlamıyorlar hâlâ.

Zaten tam da bu yüzden, Boğaziçi Üniversitesi’ne yapılmak istenen Kayyım Darbesi’ne, yani Prof. Melih Bulu’nun haksız ve hoyratça tayinine sahip çıkarak, bu karara direnen öğrenci ve akademisyenlerin tavırlarını “Şeytanlaştırma” çabasına girişiyorlar. “Sokağa dökülmenin ve barışçıl protestonun” adeta “terör eylemi” sayılması, gösterilmesi için ellerinden gelen çakallıkları artlarına koymuyorlar.

Slogan atmanın, pankart açmanın, saf tutup yürüyüş yapmanın “yasadışı bir eylem” olduğu “çirkin algısını” yaratmaya çalışıyorlar.

Anayasanın 34’üncü maddesi ile 2911 sayılı yasanın verdiği, dahası İnsan Hakları Evrensel Bildirisi ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin tanıdığı hakları ayaklar altına almaya çalışıyorlar. “Polisimin arkasındayım” gibi bir etiketle, polisi vatandaşın karşısında bir güç gibi konumlandırıyorlar.

Oysaki polisin, aslında vatandaşın gösteri ve protesto hakkını (ya da herhangi bir anayasal / yasal hakkını) kullanırken “Ona yardımcı olmak” gibi bir görevi bulunduğunu da unutturmak istiyorlar…

Nafile çabalar bunlar.

Darbe heveslileri ve darbe kışkırtıcılarına, darbe-fobisi ile beslenenlere inat bu halk, faşizmi de yitirdiği halde koltuğa yapışmak isteyenleri ve istemeye yeltenecekleri de geçmişte olduğu gibi gelecekte de hüsrana uğratacaktır.

Şaşmaz bir kaidedir çünkü:

Demokrasi, faşizme er geç galebe çalar.