Etiket arşivi: Boğaziçi Üniversitesi

Direnişin 500. gününde Boğaziçi

Doç. Dr. Mehmet KABASAKAL
Boğaziçi Üniv. Siyaset Bilimi Öğr. Üyesi

20 Mayıs 2022 Cumhuriyet

1980 sonrası ilk kez askeri yönetim Boğaziçi Üniversitesi’ne dışarıdan bir rektör atamıştı. Yıllar sonra darbelere karşı olduğunu iddia eden bir yönetim yasayla değil, KHK yoluyla yine dışarıdan bir rektör atadı.

  • Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyelerinin, öğrenci ve mezunlarının rektör atamalarına karşı direnişi sürüyor. 18 Mayısta 500 gün oldu.

BÜ mezunları her hafta “kayyum yönetimi kabul etmeyeceklerini ve direnişten vaz geçmeyeceklerini” belirterek sanal nöbetle destek veriyorlar. Bu haklı demokratik direniş akademik dünya yanında toplumdan da destek görüyor, ödüller alıyor.

SODEV’in,  Halkevlerinin, İnsan Hakları Derneği’nin “ödülleri” Boğaziçi direnişçilerine verildi.

Bir ödül de “2021 Akademik Özgürlük Ödülü” adıyla Kuzey Amerika Ortadoğu Çalışmaları Derneği’nden geldi. Destek yeni ödüllerle devam ediyor. KONDA’nın bir araştırmasına göre halkın %80’i öğretim üyelerini haklı buluyor. Halkın %83’ü, rektörleri öğretim üyelerinin belirlemesinin doğru olduğuna inanıyor.

ÖĞRENCİLERİN DURUŞU

Boğaziçi Üniversitesi 1971 yılında Robert Kolej Yüksek Okulu’nun özerk bir üniversiteye dönüşmesiyle kurulmuştu. 1863’te kurulan Robert Kolej’in Amerikalı mütevellileri 1960’ların ortalarında yüksek okulu kapatmayı düşünüyorlardı. Mütevelli heyetinin çalışmaları, öğrencileri ve ilerici öğretim üyelerini bir araya getirdi. Öğrenciler, 25 Eylül 1970’te neredeyse tüm öğrencilerin katıldığı forumda beş günlük boykot kararı almış, Mütevelli Heyetine “tepeden inmeci” yaklaşımı kınayan bir mektup göndermişlerdi. Milliyet gazetesine de boykotu nedenleriyle anlatan bir yazı gönderilmişti. Öğrenci Birliği, Yüksek kısmın öğrencisi alınmayarak 1975 yılına kadar tasfiye edilmesini, “Türk eğitimine indirilen bir darbe” olarak görmekteydi. Öğrenciler yüksek okulun “özerk Türk üniversitesine” dönüştürülmesi mücadelesine destek için kamuoyuna yönelik yoğun bir çalışmaya girdiler. Öğrenci birliği kurulacak üniversite için fizibilite çalışması bile yaptı. Kamuoyunu ve karar alıcıları etkilemek amacıyla boykotun yanı sıra İstanbul ve Ankara’da yürüyüşler düzenlediler.

İPEKÇİ’NİN DEĞERLENDİRMESİ

Ankara yürüyüşünün gerçekleştirildiği 19 Kasımda Abdi İpekçi, Milliyet gazetesindeki köşesinde altı gün yayımlanan yazı dizisinde Robert Kolej sorununu bütün boyutlarıyla ele aldı:

“Ülkemizde eğitim kuruluşlarına ihtiyacın hızla arttığı bir dönemde hele Robert Kolej standardında bir kuruluşun kapanması büyük bir kayıp olacaktı. Buna karşılık okulun, özelliklerini yitirmemek kaydıyla Türk yönetimine geçmesinde yarar ve hatta zorunluluk vardı.”

İpekçi altı bölümlük yazısını öğrencilerin tutumuna değinerek söyle noktalıyordu:

“Bu öğrenciler her zaman takdirle anılması gereken örnek bir davranış göstermektedirler. Zira kendileri için değil, kendilerinden sonra gelecekler için savaşmaktadırlar. Boykotları, yürüyüşleri, kolay sınıf geçmek gibi isteklerle değil, Türk eğitim sistemine bir kuruluşun kazandırılması yüksekokulun muhafazası amacıyla düzenlenmektedir.”

Özetle, Boğaziçi Üniversitesi kolay kurulmadı. Öğrenciler Ankara’da, İstanbul’da yürüyüşlerle kamuoyu desteği oluşturarak mütevelli heyetinin bazı üyelerini yanlarına çektiler, ardından devlet nezdinde çalışmalara giriştiler. Sonuçta Robert Kolejin lise kısmı Arnavutköy kampusunda birleşti, Bebek Kampusu zamanın Milli Eğitim Bakanı Şinasi Orel’in desteği ile üniversiteye dönüştü ve Türkiye nitelikli eğitim veren bir Türk üniversitesine kavuştu.

Boğaziçi Üniversitesi’ndeki özerk üniversite mücadelesi Türkiye’nin demokrasi sorununun bir parçasıdır ve 51 yıl önceki gibi başarıyla sonuçlanacaktır.

Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeleri : Boğaziçi Üniversitesi’nden yükselen haklı talepleri destekliyoruz

Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeleri: Boğaziçi Üniversitesi’nden yükselen haklı talepleri destekliyoruz

Boğaziçi Üniversitesi akademisyenler

21 Şubat 2021

Eski AKP milletvekili aday adayı Prof. Dr. Melih Bulu’nın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın kararı ile Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne atanmasına karşın başlatılan protestolar sürüyor. Pek çok kesimden Boğaziçililere destek gelirken, Hacettepe Üniversitesi öğretim üyeleri de, “Boğaziçi Üniversitesi’nden yükselen haklı talepleri destekliyoruz” açıklamasında bulundu.

  • Gençlerimizin şiddet görmeleri, gözaltına alınmaları ve kötü muameleye tabi tutulmaları vicdanımızı yaralamıştır. Anayasal bir hakkın kullanılmasına yönelik saldırgan, aşağılayıcı, cinsiyetçi ve suçlayıcı yöntemler bizi derinden kaygılandırmaktadır” denilen açıklamada, “Bizler, Hacettepe Üniversitesi’nden öğretim üyeleri olarak, Boğaziçi Üniversitesi’nde haklı tepkilerini gösteren öğrencilerin ve öğretim üyelerinin yanında olduğumuzu kararlıkla vurgularız. Ayrıca, karar verici konumundaki yönetici ve kurumları üniversite özerkliğini sağlamak için gerekli hukuki adımları atmaya davet ederiz.” denildi.

Hacettepe Üniversitesi’nden öğretim üyelerinin basın açıklaması şöyle: 

Boğaziçi Üniversitesi’nden yükselen haklı talepleri destekliyoruz.

Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü’ne yapılan atamaya karşı öğrenciler ve öğretim üyeleri meşru taleplerini medeni ve barışçıl yöntemlerle kamuoyunun dikkatine getirmişlerdir. Türkiye’nin dört bir yanından en yüksek puanları alarak Boğaziçi Üniversitesinde öğrenim görmeye hak kazanan gençlerimizin şiddet görmeleri, gözaltına alınmaları ve kötü muameleye tabi tutulmaları vicdanımızı yaralamıştır. Anayasal bir hakkın kullanılmasına yönelik saldırgan, aşağılayıcı, cinsiyetçi ve suçlayıcı yöntemler bizi derinden kaygılandırmaktadır. Boğaziçi Üniversitesi’ni ülkemizin en iyi üniversitelerinden biri yapan öğretim üyelerine, öğrencilerine ve geleneklerine saygı gösterilmelidir.

Ortaya çıkan tepkinin ana nedeni üniversiteye rektörlük atama sürecinde üniversite temel paydaşlarının (öğrenciler ve öğretim üyeleri) söz haklarının yok sayılması ve karar süreci dışında tutulmasıdır.

Oysaki üniversiteler ancak bilimsel ve idari özerklik olduğu zaman evrensel ölçekte bilim üreten kurumlar haline gelebilirler.

  • Bilim üretebilmek için bilimsel özgürlük, liyakat ve özerk-demokratik üniversite ortamı hayati önem taşımaktadır.

Bizler, Hacettepe Üniversitesi’nden öğretim üyeleri olarak, Boğaziçi Üniversitesi’nde haklı tepkilerini gösteren öğrencilerin ve öğretim üyelerinin yanında olduğumuzu kararlıkla vurgularız.

Ayrıca, karar verici konumundaki yönetici ve kurumları üniversite özerkliğini sağlamak için gerekli hukuki adımları atmaya davet ederiz.

Hacettepe Üniversitesi’nden öğretim üyeleri.
============================

Dostlar,

Açıklamaya biz de bir Hacettepe Tıp’lı olarak bütünüyle, aynen, eksiği var fazlası yok… diyerek katılmaktayız..

Bu bağlamda geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Gazetemizin 2. sayfasında bir makale de yazmıştık.. Göz atılmasını dileriz..

Yoz Bir AKP Klasiği Daha : Melih Bulu Sorunu!


Sevgi ve saygı ile. 21 Şubat 2021, Ankara


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

 

 

İstenmeyen rektöre açık çağrı

İstenmeyen rektöre açık çağrı

Mademki Boğaziçi Üniversitesi için düşleriniz vardı, neden profesörlüğe yükseltilme ve kadrosuna atanma için başvurmadınız da, özel-vakıf üniversitelerini yeğlediniz? Sıradan bir akademik kadroya atanma koşullarına sahip olmadığınızın, bu seçiminizde etken olduğunu düşünüyorum. Kadrosuna girebilmek için gerekli koşulları taşımadığınız bir üniversitede nasıl rektörlük yapmayı göze alırsınız?

https://twitter.com/birgun_pazar/status/1358299452935700480?s=19 07, Şubat 2021
(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)


MUSTAFA ALTINTAŞ*

Bay Rektör,

Rektörün sözcük anlamının “doğruya yönelten yönetici” olduğunu bildiğinizi varsayıyorum. İstenmezliğinizin nedeninin, siyasetçi kimliğinizin yanı sıra, dışarıdan görevlendirilmiş olmanızın ötesinde bilgi, birikim ve etik değerler açısından rektör olarak, Boğaziçi Üniversitesi’ni doğruya yöneltecek kişi olmadığınızın genel bir yargıya dönüşmesidir.

Eylemli öğretim üyesi olduğum 45 yıllık süre içinde (1969-2013) etkin olduğum akademiya dünyasında ne isminizden ve ne de izinizden bilgi sahibi olmadığımdan, hakkınızdaki bilgi kaynağım Vikipedi, Özgür Ansiklopedi ile, 2 Ocak 2021’den bu yana doğan “Boğaziçi Üniversitesi Vakası” içindeki tutum ve açıklamalarınız olacaktır.

2003-2009 yılları arasında, tümü özel–vakıf üniversitelerinde yarı zamanlı, 2008’de doçent olduktan sonra, 2009’dan başlayarak tam zamanlı akademisyen olarak çalışırken, 2016’da profesör olduktan sonra ise, bu kez de özel-vakıf üniversitelerinde rektörlük, sanırım yazgınız olmuş. İlginç olanı, 17 Ocak 2020’de 4 yıl için atandığınız Haliç Üniversitesi Kurucu Rektörlüğü’nü bırakıp, Boğaziçi Üniversitesi için aday olmanız ve 9 aday arasından atamanızın yapılmasıdır.

Özel–vakıf üniversiteleri arasında olduğu gibi, siyasi partiler arasında da sörf yapıp durmuşsunuz. Lisans öğreniminiz döneminde SDHP, 1992-2002 döneminde LDP’de Gençlik Örgütü Başkanlığı, 2002’den sonra ise AKP’de, ilçe örgütü kuruculuğu, il başkanlığı yardımcılığı, 2009’da belediye başkan aday adayı, Haziran 2015 genel seçimlerinde de milletvekili aday adayı olmuşsunuz. Yani, lisans ve lisansüstü öğreniminizi bir yana bıraktığımızda, 2003-2009 yılları arasındaki yarı zamanlı, 2009’dan başlayarak da tam zamanlı akademisyenlik mesleğiniz yanı sıra, ikinci mesleğiniz olan siyasetçiliği birlikte yürütmüşsünüz. Siyasetçi olarak, siyasi parti üyesi olmanız, merkez organlarında görev üstlenmeniz, üniversite birimlerinde yöneticilik yapmadığınız sürece yasaya aykırılıktan söz edilemez. Ancak 2010-2014 yılları arasında Şehir Üniversitesi İşletme Bölüm Başkanlığınız, 2016-2019 yılları arasında İstinye Üniversitesi Kurucu Rektörlüğünüz, 17 Ocak 2020–2 Ocak 2021 arasında üstlendiğiniz Haliç Üniversitesi Rektörlüğünüz 2547 Sayılı Yasanın 59’uncu maddesine aykırıdır. 02 Ocak 2021’de atandığınız Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğü de, siyasetçiliğiniz sürüyorsa, yasaya aykırıdır. Yasaya aykırı yönetsel görev üstlenmiş olan size düşen görev, hemen bu yazımı okuduğunuzda istifa etmektir. Bu, sizi, sizi öneren YÖK’ü ve atayan Cumhurbaşkanı’nı rahatlatacaktır.
2010’dan bu yana siyasetçi ve yönetici–akademisyen olmanıza karşın, yürütmekle ödevli olduğunuz Yükseköğretim Mevzuatı’nı bilmediğinizi ele veren bir örneği de, istenmeyen rektör olarak sergilediniz. Rektör Danışmanı olarak DEVA Partisi üyesi bir öğretim üyesini atamanız – kabul etmeyecektir- iki nedenle yanlıştır. Önce, öğretim üyeliğinin yanı sıra kullanılabilecek “rektör danışmanı” denen bir kadro yoktur. Öğretim üyeleri, aynı zamanda, kurul olarak ya da birey olarak kurumların doğal danışmanıdırlar. Danışmanlar, 657 Sayılı Yasaya tabi olarak çalıştırılırlar. Hukuk danışmanı, teknik danışman gibi. İkincisi, atamak istediğiniz siyasetçi 59’uncu maddedeki yasağa girmektedir.
Bay Siyasetçi Rektör,
İstenmezliğinizi gidermek amaçlı olarak YÖK tarafından yapılan açıklamada Boğaziçi Üniversitesi yükseköğretimde hem ulusal, hem de uluslararası ölçekte başarılı ve saygın bir üniversite olarak tanımlanmakta ve bu başarısı nedeni ile, yükseköğretim sistemine kazandırılan “Araştırma Üniversitesi” kategorisine alınmış, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından da desteklenmiş olduğunun altı çizilmektedir. Yani sizin 2021 Ocak’ına kadar sörf yaptığınız özel-vakıf üniversitelerine benzemez. Mademki Boğaziçi Üniversitesi için düşleriniz vardı, neden profesörlüğe yükseltilme ve kadrosuna atanma için başvurmadınız da, özel-vakıf üniversitelerini yeğlediniz? Sıradan bir akademik kadroya atanma koşullarına sahip olmadığınızın, bu seçiminizde etken olduğunu düşünüyorum. Kadrosuna girebilmek için gerekli koşulları taşımadığınız bir üniversitede nasıl rektörlük yapmayı göze alırsınız?
İstenmezliğinizin bir başka nedeni ise, akademik yükselmelerinizde aşırma/intihal yapmakla suçlanır olmanızdır. YÖK Disiplin Yönetmeliği’nde en ağır suç olarak tanımlanan aşırma suçlamasına karşı yaptığınız anlatımlarınız gerçeklik taşımadığı gibi, kabul edilir de değildir. Bu bağlamda size, bağlı bulunduğunuz 2547 Sayılı Yasanın Disiplin ve Ceza İşleri başlıklı 53/b maddesinin (5) nolu “akademik bir kadroya bir daha atanmamak üzere üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezası”nı ve bu cezayı gerektiren “aşırma/intihal suçunu” anımsatmak isterim. Böyle bir cezayı gerektiren suçların ilk sırasında, ”başkalarına ait özgün fikir, metot, veri veya eserleri bilimsel kurallara uygun biçimde atıf yapmadan kısmen veya tamamen kendisine ait gibi göstermek” yer almaktadır.
Bir başka etik dışı davranışınız, özel-vakıf üniversitesinde ancak bir yıl sürdürdüğünüz rektörlük sırasında öğrenciler ile yaşadıklarınız. Öğrencilerin sınavlarda kameraların zorunlu olması kararına tepki göstermeleri üzerine onların tweet’lerine sahte hesapla yanıt verdiğiniz, onları sınavlarda kopya çekmekle suçladığınız ve sonra da ana hesabınızla tarafınızdan gönderilen tweet’leri beğenmeniz gibi yakışıksız davranışlar sergilediğiniz ileri sürülmektedir.

Etiksel açısından üzerinizde ağır bir yük oluşturması ve disiplin soruşturmasını gerektiren bu suçlamalardan arınmadan, değil rektörlük, öğretim üyeliğini bile reddetmeniz gerektiğini düşünüyorum.

İstenmez Bay Rektör,

2547 Sayılı Yükseköğretim Yasasının 59’uncu maddeye göre, militan siyasetçi mesleğiniz ile rektör olmanız mümkün değildir. Bilgi, birikim ve etik değerlerdeki defolarınız, görev tanımı (misyonu); “kurumsal değerleri sahiplenen, yaratıcı ve eleştirel düşünen, özgür ve özgürlükçü, etik değerleri önemseyen, doğa ve çevre bilinci gelişmiş, yerele kök salmış-evrensele açık, bilimsel, sosyal ve kültürel formasyonu ve özgüveni ile üstleneceği mesleki ve sosyal sorumlulukları başarıyla yerine getirecek bireyler yetiştirmek; evrensel boyutta düşünce, bilim ve teknoloji üreterek insanlığın hizmetine sunmak ve bilim, sanat ve kültürün toplumda yer bulmasında ve yaygınlık kazanmasında yardımcı ve öncü olmak.” olan ve yüz elli yılı aşan akademik geleneğinin oluşturduğu kurumsal değerleri; “eğitimde ve araştırmada mükemmeliyetçi /öğrenci odaklı/yönetimde ve akademik yaşamda özerk, özgürlükçü, demokratik ve katılımcı /farklılıklara saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı ve fırsat eşitliği konusunda duyarlı/akılcı ve eleştirel düşünceyi özendiren/etik değerlere sahip çıkan/temel hak ve özgürlükleri savunan/Kamusal ve sosyal sorumluluğu önemseyen/küresel sorunlara duyarlı ve çözüm geliştirmeyi amaçlayan/doğa ve çevre sorunlarına duyarlı/mezunlarla bağını güçlü ve sürekli kılan/kurumsal mirasını sahiplenen ve kurum kültürünü sürdürülebilir kılmakta kararlı” olan bir üniversitede sizin görev almanız ve hele hele “doğruya yönelten yönetici” olması gereken rektörlüğü yürütmeniz, kendi genetik kodlarınıza aykırıdır.

Nagehan Alçı’nın sorularına verdiğiniz yanıtları okumazdan önce, rektör adayı başvurusunda bulunurken, genetik yapınıza açıktan aykırı olan misyon ve değerlerinin ayırdında olmadığınız yanılgısına düşmüştüm. Yanıtlarınız, beni düzeltti ve sizin Boğaziçi Üniversitesi’ni, bu özelliklerinden kopartmak için “özel görevli bir siyasetçi-militan” olarak atandığınız gerçeğine eriştirdi. Siz, Boğaziçi’ne, “doğruya yöneltici” rektör olarak değil, orada kriz yaratmak görevi ile gönderildiğinizi, altı ay içinde Boğaziçi Üniversitesi’nin teslim alınıp, biat ettirilme projesinin uygulayıcısı olduğunuzu itiraf ediyorsunuz. Ve bu altı ayın çatışmalı, sert, yıkıcı olacağını da ekliyorsunuz.

Sizin böyle bir projenin uygulayıcısı olarak seçilmesinin nedenlerini, yukarıda sıraladığım defolarınızdan görebilirsiniz. Militanı olduğunuz siyasal çizgi kendisini, “yönetimde ve akademik yaşamda özerk, özgürlükçü, demokratik ve katılımcılığa; farklılıklara saygılı, her türlü ayrımcılığa karşı ve fırsat eşitliği konusunda duyarlılığa; akılcı ve eleştirel düşünceyi özendirene; etik değerlere sahip çıkana/temel hak ve özgürlükleri savunana; kamusal ve sosyal sorumluluğu önemseyene; küresel sorunlara duyarlı ve çözüm geliştirmeyi amaçlayana; doğa ve çevre sorunlarına duyarlılığa” karşıt bir yere konumlandırmıştır. Ve siz, daha ilk gün “kendinize dokunmayı devlete dokunmak” sayar bir ölçüsüzlük yanı sıra, LGBTİ+ Kulübü’nü kapatıp, basılı kitabı suç aracı gibi göstererek farklılıklara saygı duymadığınızı, öğrenci odaklı bir üniversite yöneticisi olabilme doğasına sahip olmadığınızı kendi açınızdan ortaya koyuyorsunuz.

Sonuç olarak size önermem, halkımızın malı, yarınımızı yaratacak gençlerimizin umudu, çorak olan bilim yaşamımızın ender yıldızlarından Boğaziçi Üniversitesi’ni felç etme, temsilcisi olduğunuz siyasal çizgiye çekebilme projesinin aktörü olmaktan vazgeçin. Özünüze, size emek vermelerinden ötürü teşekkür ettiğiniz hocalarınıza, yasa ve etik kurallara saygınız, bu ülkeye ve halkın çocuklarına sevginin kırıntısı varsa verilen görevi iade edin, derim. Bu görev iadesi öncelikle sizi, sizi öneren ve atayanları da rahatlatacaktır, bundan kuşku duymayın. Seçim sizin.

*Eski YÖK Yüksek Disiplin
Kurulu Üyesi, Prof. Dr.

==================================================

Dostlar,

Sn. Prof. Dr. Mustafa Altıntaş hocamızın bu nefis makalesine bütünüyle katılıyoruz..
Saptama, çözümleme ve öneriler bütünüyle yerinde ve gerçekçidir.
Ancak Bay Melih Bulu‘nun bu vb. önerileri dikkate alabileceği konusunda hiç ama hiç “umut” taşımıyoruz.
Çünkü, militanı olduğu siyasal çizginin kendisine yüklediği “misyonu” ne pahasına olursa olsın yerine getirmeye çabalayacaktır.
En etkili çözümlerden biri öğretim üyelerinin elindedir.
Kuşkusuz. öğrencilerin sergilediği itiraz ve direnç baştan sona yasal hatta meşrudur.
Ancak Üniversite başlıca Yönetim Kurulu ve Senato eliyle yönetileceğinden, bu kurulların üyeleri toplantılarda edilgin (pasif) direniş gösterebilirler. Bu da yasal haklarıdır, örn. “SUSMA” hakkını kullanabilirler ve bu kurullar karar alamazsa Rektör görev yapamaz.
Ayrıca 3 rektör yardımcısı atanamayabilir..
Dekanlar da.. Rektör 3 aday bildirecek ve YÖK atama yapacaktır. (Anayasa md. 130/6)
Enstitü Müdürlükleri de bu sıralamada önemli yönetsel görevlerdir.

Öte yandan RTE tarafından 2 fakülte kurulması (RG: 5 Şubat 2021 tarih ve 3519 sayılı Cumhurbaşkanı kararı) ve kadrolaşmanın yolunun açılması işlemi açıkça Anayasa’nın 130. maddesine aykırıdır. Çünkü,

Anayasa md. 130/9 : “Yükseköğretim kurumlarının kuruluş ve organları ile işleyişleri ve bunların seçimleri, görev, yetki ve sorumlulukları…. kanunla düzenlenir.” Cumhurbaşkanına böylesine bir yetki veren yasal düzenleme yoktur. Zorlama yorumlarla böylesi bir yetkinin varlığı savunulacak olsa da, Anaysa md. 130/1 “… kamu tüzelkişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversiteler” belirlemesi gereği, üniversitelerin özerklik koşulu olarak Fakülte açılmasına kendilerinin karar vermesi gereklidir. Dolayısıyla söz konusu Cumhurbaşkanı Kararı hukuka aykırıdır ve Danıştay’da yönetsel yargıya götürülmesi gereklidir. Böylesi bir girişim, Danıştay açısından da bir varlık / yokluk sınaması – sınavı olacaktır.

İktidarın gündem oyunu da olan bu tür gelişmeler ülkemizi gerçek gündeminden uzaklaştırmaktadır. Türkiye’de hala günde 100 dolayında insan salgından ölmektedir.
Salgın nedeniyle sosyal, ekonomik, bilimsel, kültürel yaşam felç sınırındadır.
Biriken sorunlar kritik yaşamsal eşiğe dayanmıştır.
Bu gerilim tablosu sürdürülmemelidir.

Dileyelim ve önerelim ki Sağduyu pek çok alanda egemen olsun.. Örn. başta AKP = RTE‘de, YÖK’te, Bay kayyım rektör Bulu‘da..

BOĞAZİÇİ’ndeki yerden göğe meşru, hukuksal, yasal direniş ulusal ve uluslararası toplumca kuşkusuz, doğallıkla desteklenecektir, desteklenmelidir.

  • Muhalefet birlikte ve etkin yöntemlerle karşı koymak için yeni ve işler stratejiler geliştirmelidir.
    Sevgi ve saygı ile. 09 Şubat 2021, Ankara

    Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
    Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
    Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
    www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
    facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

EGÖDER : Boğaziçi Üniversitesi ile İlgili Kamuoyu Açıklaması 

Ege Öğretim Elemanları Derneğinin (EGÖDER) Kamuoyu Açıklaması

(07 Şubat 2021)

Boğaziçi Üniversitesi’ne 2 Ocak 2021 tarihinde yapılan rektör atamasına üniversitenin öğretim elemanları ve öğrencilerinin demokratik haklarını kullanarak yaptıkları itiraza kolluk kuvvetlerinin müdahalesi ile başlayan ve giderek sertleşen olaylar akademinin birer mensubu olarak bizleri derinden kaygılandırmaktadır. Öğrencilerin, şiddetten uzak bir şekilde özelde kendi üniversitelerinin yerleşik geleneklerini, genelde ise üniversite özerkliğini savundukları demokratik ve barışçıl eylemlerinin bir terör eylemi olarak değerlendirilmesi bu kaygımızı bir kat daha artırmaktadır.

Yapılması gereken çok açıktır. Üniversitelerimizin kendi özgün yeterlikleri doğrultusunda gelişmelerinin yolu açılmalı; onları tektipleştiren, vasatta ortaklaştıran düzenleme ve politikalardan vazgeçilmeli; bilimsel ve idari liyakat gözetilmeli ve geçmişte de yaşanan acı olayların ışığında üniversitelerin siyasallaştırılması anlamına gelecek tutum ve anlayışlardan vazgeçilmelidir. Ayrıca, çağdaş üniversitenin olmazsa olmaz koşulunun “Akademik Özgürlük ve Özerklik” olduğu unutulmamalıdır. Bu konuda, Dünya Üniversiteler Servisi (WUS) tarafından 1988’de kabul edilen “Akademik Özgürlük ve Yükseköğretim Kurumlarının Özerkliği” başlıklı “Lima Bildirgesi” gerçek anlamda bir yol göstericidir.

Lima Bildirgesine göre;

Akademik özgürlük”, akademik toplum üyelerinin tek tek ya da toplu halde bilgiyi araştırma, inceleme, tartışma, belgeleme, üretme, yaratma, öğretme, anlatma ve yazma yoluyla edinmelerinde, geliştirmelerinde ve iletmelerindeki özgürlükler anlamına gelir. “Akademik çevre”, bir yükseköğretim kurumunda öğretim, araştırma, inceleme yapan ve çalışan herkesi kapsar.

Özerklik”, yükseköğretim kurumlarının iç işleyişlerine, mali işlerine ve yönetimlerine ilişkin kararlar almada; eğitim, araştırma, dışa yönelik çalışmalar ve diğer ilgili faaliyetlerde kendi politikalarını oluşturmada devlet ve toplumun tüm diğer güçleri karşısındaki bağımsızlıkları anlamına gelir.

Hiç kuşkusuz bu tanımlar, akademik özgürlüğün ve özerkliğin hiçbir kısıtlamaya tabi olmadıkları anlamına gelmez. Akademik ahlaka, bilimsel normlara ve ulusal çıkarlara zarar verecek bir akademik özgürlük ve özerklik anlayışı kabul edilemez.

Açıkladığımız gerekçelerle Ege Öğretim Elemanları Derneği olarak, Boğaziçi Üniversitesi öğretim elemanları ve öğrencilerinin bizlerin de talebi olan çağdaş ve özerk üniversite istemlerini destekliyoruz. Kurucumuz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün gençliğe duyduğu güvenin ışığında öğrencisi, öğretim elemanı ve tüm bileşenleriyle birlikte üniversitelere güvenilmesi gerektiğini ve çağdaş bir ülke hedefine ancak idari, bilimsel ve mali özerkliğe sahip, güçlü bir akademi ile ulaşılabileceğini önemle vurgulamak istiyoruz.

Kamuoyuna saygı ile duyuruyoruz.

Ege Öğretim Elemanları Derneği Yönetim Kurulu

Ağır haksızlık!..

Ağır haksızlık!..

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
05 Şubat 2021, Cumhuriyet

Terörün tanımı eğer, “Sözle, tartışmayla, müzakere ve münazara ile yani barışcıl, insan gibi yöntemlerle karşısındakine bir şeyi kabul ettiremeyeceği için şiddete başvurmak” diye yapılabilirse, bu çocukların terörle ya da teröristlikle alakası yok.

Sapkınlığın tanımı, eğer “Din, millet, ırk, mezhep, sosyal geri plan gözetmeksizin” tüm insanlığı bağlayıcı temel insani ve ahlaki değerleri ayaklar altına alıp “utanılası düşünce ve eylemlerin peşinde koşmak” diye yapılabilirse, bu çocuklara kim “sapkın” diyebilir?

Yasadışı örgüt mensubu olmanın tanımı, başta bu ülkenin anayasası olmak üzere, tüm yasa ve kuralları çiğneyici tavırlar içinde olmak, uluslararası insan hakları beyannamelerinin, sözleşmelerinin ve bağlayıcı tüm kural ve sözleşmelerin üzerinde tepinmek, onları ihlal etmek ve çöpe atmak olarak yapılabilirse o öğrenci kardeşlerimizin yaptıkları, bunun yakınından bile geçmedi.

İnsafsızlık etmeyin.

Bu ülkenin ve hatta dünyanın geleceğini emanet edeceğimiz, belki de bundan 5-10 yıl sonrasının Nobel’lerine layık bilim insanlarının, yöneticilerinin, düşünürlerinin, her meslekten başarılı bireylerin ve karar alıcılarının yetişeceği pırıl pırıl güzide bir eğitim kurumunun öğreticilerine ve öğrencilerine hakaret etmeyin. Onları, “provokatörlerin ve yabancı gizli servislerin maşası ve aleti olmakla” suçlamayın. Bu toplumun yüz akı, en yüksek puanları alarak medarı iftiharımız bir eğitim kurumunun sıralarına oturmaya hak kazanmış o yüksek zekâlı ve aydınlık ufuklu gençleri, yakışıksız hakaretlerle şeytanlaştırmaya çalışmayın.

O çocuklardan bazılarının, tüm çağdaş demokrasilerde kimsenin konu bile etmeyeceği şekilde, (hatta konu etmeye utanacağı bir şekilde) “Farklı cinsel tercihleri olabileceği ya da olanlara saygılı davranmaları” gerçeği üzerinden “Zaten bunlar LGBTİ filan” diye aklınızca “aşağılamaya” çalışmayın.

Velev ki L, ya da G veya B,T, İ… Sana ne?

Daha henüz aydınlatılmaya muhtaç bir “Kâbe-i Muazzama resmi olayı” üzerinden dine ve dinin kutsallarına sahip çıkma adı altında, hiçbir dinde yeri olmayan “zulüm, şiddet ve işkenceye” başvurarak o gençlerin en temel haklarından biri olan (Anayasa madde 34 ve 2911 Sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası) barışçıl protesto hakkını nasıl engellemeye kalkarsınız? Onları nasıl yerlere yatırıp üzerlerinde tepinirsiniz? Nasıl kafasını gözünü patlatırsınız?

Onlara nasıl “Aşağı bak, yukarı bakma; şuraya bak, buraya bakma” gibi aşağılık emirler vermeye kalkan kamu hizmetkârları üzerinden bu ülkeyi ve devleti rezil edersiniz?

Bütün bunları, liyakatsizliği apaçık ortada olan, tüm meziyeti(!) sizin partinin üyesi ve geçmişte belli kademelerde “dava arkadaşı” olmaktan ibaret, üstelik sicili “intihal nedeniyle” bozuk olduğu tescilli bir öğretmenin ille de o okulda rektör olarak kalması uğruna nasıl yapabiliyorsunuz?

Ayıp değil mi bu konudaki yüz kızartıcı ısrarınız?

Ayıp değil mi bu çocuklara, onların her Allah’ın günü okul bahçesinde yiğitçe direnen hocalarının tertemiz onurlu duruşlarına?

Ayıp değil mi o okulun emekçisinden mezununa, velisine kadar neredeyse 1.5 asırdır “Boğaziçili – Robert Academy’li olma onurunu” göğüslerinde taşıyan tüm camiaya?

Bu ne ezikliktir?

Ayıp değil mi ele güne, cümle âleme? Bak Amerika’dan BM’ye, Avrupa’ya kadar yedi düvel kınadı sizi.

Yapmayın etmeyin.

Akıllı olun biraz.

Buradan bir “Gezi yaratma” suçlamasını herkese yakıştırıyorsunuz da…

Yoksa, asıl siz böyle bir rüya, böyle sorumsuzca ve tehlikeli bir macera peşinde olmayasınız?

Gerilimden, şiddetten, sokaklara yine hâkim olabilecek gözyaşartıcı zehirli gaz bulutlarından medet ummak, bu ülkeye yapılacak en büyük ihanet değil mi?

Hani, her ağzınızı açtığınızda ona buna “hain” diyorsunuz da..

Ağır bir haksızlık değil mi bu? Ne alakası var bu çocukların “ihanet” ile?

Yapmayın. Oturun bir düşünün.

Değer mi, bir garip “Melih’i o koltukta tutmak için” bunca kaosu yaratmaya?

Aklınızı başınıza toplayın.

Bu ülkenin, hayat pahalılığından hukuka, eğitimden sağlığa, her gün 100 – 150 can alan pandemiden uluslararası krizlere kadar bin türlü sorunu var. Onlara çare bulun.

Bırakın o iftihar edilecek pırıl pırıl beyinler, o çocuklar hem kendilerini hem de ülkemizi müreffeh bir geleceğe taşıyacak “En Hakiki Mürşit” yolunda derslerine dönsünler ve bu kriz geride kalsın.

Bir koltuk, bir iktidar, bir Melih için değmez ülkenin zaten cayır cayır yanmakta olan ateşlerinin üzerine bir bidon daha benzin dökmeye.

Kendinize gelin!.

Prof. Pachauri : İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!


Dostlar
,

Kuraklık ciddi ALARM VERİYOR..

Hükümetten tık yok!?

Arşivimizden bir dosyayı paylaşmanın zamanı..

Enerji Ekonomisi Derneği‘nin katkılarıyla 20 Mayıs 2013’te Boğaziçi Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen seminerin notlarını sunalım..

Sevgi ve saygı ile.
21.2.14, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

====================================

Prof. Pachauri:  İklim değişikliğinin sorumlusu insandır!

Prof.Pachauri:"İklim değişikliğinin sorumlusu insan"

Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. Yıl Etkinlikleri kapsamında
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli
(Intergovernmental Panel on Climate Change – IPCC) Başkanı
Dr. RAJENDRA K. PACHAURI, “İklim Değişikliği: Enerji-Çevre” başlıklı
bir seminer verdi.

Dr. Rajendra K. Pachauri, İklim değişikliğinin birinci derecede sorumlusunun insanlar olduğunu söyledi.

Dr. Pachauri, konuşmasında küresel iklim değişikliği ve küresel ısınmanın
insan etkinliklerinin sonucu olduğunu belirtti. Toplumların küresel iklim değişikliğine
uyum sağlaması için

  • yenilenebilir enerji politikalarının günümüzde artık bir zorunluluk 

durumuna geldiğine dikkat çeken Dr. Pachauri, önümüzdeki yıllarda Güney Avrupa’nın kuraklık, Afrika’nın açlık ve Kuzey Denizi’ne kıyısı olan ülkelerin sel felaketleriyle
karşı karşıya kalacağını, bir başka deyişle,
dünyanın hemen her bölgesinin iklim değişikliğinden etkileneceğini ifade etti.

Dr. Rajendra K. Pachauri seminerinde iklim değişikliği nedeniyle günümüzde
çok ciddi sorunlarla karşı karşıya olduğumuzu; bu sorunlara çözüm bulamazsak sorumsuz bir topluma dönüşeceğimize dikkat çekti.

İklim değişikliğinin günümüzde ekonomi ve çevre politikalarından bağımsız düşünülemeyeceğini belirten Dr. Pachauri, son 50-60 yıldır küresel ısınımda
yukarıya doğru bir eğilim olduğunu söyledi.

Küresel ısınım nedeniyle
buzulların erimeye devam ettiğini ve
– deniz suyu düzeyinin yeryüzü genelinde 1 metreden çok yükseldiğini
(AS : Bu 1 m yükselme rakamı bize anormal geliyor.. Son 100 yılda bile!)

belirten Pachauri, insan etkinliklerinin iklim değişikliği ve sıcaklık değişiminde
kilit rol oynadığına dikkat çekti.

İnsan etkinliklerinin yağmur, sel felaketleri, su taşkınları gibi ağır koşulları da oluşturduğunu söyleyen Pachauri, bu gelişmelere bağlı olarak önümüzdeki yıllarda dünyayı olumsuz bir tablonun beklediğini belirtti.

Karbondioksit yayılımının (emisyonunun) 1970-2004 arasında %80 oranında arttığını belirten Dr. Pachauri, insan etkinliklerinin sera gazı saçılımının (emisyonunun) artmasındaki en önemli etken olduğunu ekledi.

Tarımsal verimlilik düşecek, bir yanda kuraklık, öbür yanda sel felaketleri artacak!

İklim değişikliğine bağlı olarak dünyayı bekleyen önemli olumsuz değişikliklere değinen
Dr. Pachauri, iklim değişikliğinin tarımsal verimliliğe etki edeceğini Afrika’da ve
Güney Avrupa’da kuraklık yaşanacağını ve tarımsal verimlilikte % 20-30’lara varan düşüşler yaşanacağını kaydetti. Deniz düzeyindeki yükselmelere bağlı olarak dünyada, Kuzey Denizi gibi özellikle kıyı bölgelerinde yaşayan milyonlarca insanın sel felaketleriyle karşı karşıya kalacağını savunan Dr. Pachauri, sıcaklık değişikliklerinin turizm başta olmak üzere çeşitli sektörleri olumsuz yönde etkileyeceğini ifade etti.

“Yanlış yöndeyseniz hızın anlamı yoktur”
Mahatma Ghandi

Küresel iklim değişikliğine karşı çözümün yenilenebilir enerjilere daha çok yatırım yapmak olduğunun altını çizen Dr. Pachauri,

  • “Bizi kurtaracak olan yenilenebilir enerjidir.” diye konuştu.

Bugünkü etkinliklerimizin gelecek on…yüz yılları etkilediğini, bu nedenle insan olarak gelecekle ilgili duyarsız davranmanın olanaksız olduğunu anımsatan Dr. Pachauri, seminerin sonunda Mahatma Gandi‘nin sözüne göndermede bulunarak,
hükümetlerin ve yerel yönetimlerin yenilenebilir enerji için bir an önce
harekete geçmesi gerektiğini söyledi.

Rektör Barbarosoğlu:
Yeşil yerleşke (kampüs) ve sürdürülebilirlik vazgeçilmez değerlerimiz

Enerji Ekonomisi Derneği‘nin katkılarıyla 20 Mayıs 2013’te Boğaziçi Üniversitesi‘nde gerçekleştirilen seminerin açılış konuşmasını yapan Boğaziçi Üniversitesi Rektörü
Prof. Gülay Barbarosoğlu ise, Boğaziçi Üniversitesi’nin 150 yıllık geçmişinde
“yeşil kampus” ve sürdürülebilirlik ilkesini uygulamaya geçiren bir yaklaşım izlediğini belirtti ve güneş – dalga ve rüzgar enerjilerinden daha çok yararlanmak,
daha az karbondioksit üretmek hedefleri doğrultusunda ilk uygulamalara sahip olan
bir eğitim kurumu olduklarını belirtti. Barbarosoğlu, konuşmasında ayrıca,
Kyoto Protokolü’ne Türkiye’nin taraf olması için ilk adımların
Boğaziçi Üniversitesi’ne atıldığını
,
bu yönde yapılan bilimsel toplantılara üniversitenin ev sahipliği yaptığını anımsattı.

4+4+4 Yapılanması Kapsamında Hazırlanan Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Kitaplarının Değerlendirilmesi

Dostlar,

4+4+4 eğitimi yozlaştırma – dincileştime – karma ve laik yapıyı bozma,
ilk 4 yılda sonra açık eğitime olanak verme, çocuk gelinlere ve çocuk işçilere yol açma, sözde zorunlu 12 yıllık ama KE-SİN-Tİ-Lİ eğitim dizgesi bu sitede epey irdelendi.

Hep yazdık, bir kez daha yazalım :
MEB Komisyonunda (Başkanı, sonradan Milli Eğitim Bakanı yapılan Prof. Nabi Avcı idi) CHP’li vekiller görmezden gelinerek, iri kıyım AKP’li “erkek vekiller”ce (?!) dövülerek teklif geçirilmişti.

Sonrası da hep yalpalayarak geçti.. 60 aylık eğitime başlama yaşı 6 ay ileriye alınmak zorunda kalındı. Büyük bir hızla, pilot kullanma denemeleri bile yapılmadan
eğitim gereçleri basıldı. Bunlardan birini, -ki 2 milyona yakın adet basıldı-
Ankara Üniv. Eğitim Bil. Fak. den Prof. Dr. Dilek Gözütok ve ark. bilimsel olarak irdelediler. Çalışmayı özet olarak Ankara Üniversitesi web sitesinde yayımladılar.
Değerli ilkokul arkadaşımız Sn. Prof. Dr. Dilek Gözütok ile telefonla görüşerek
sitemizde de yayımlamak üzere izinlerini rica ettik ve incelikle lütfettiler (06.12.13). Çalışmanın tümünün 18 sayfa olduğunu ve makale olarak yayımlanmak üzere hakemlerden olumlu inceleme raporlarının geldiğini belirttiler. Kısa bir süre sonra
bu önemli ve değerli çalışmayı tam metin olarak da paylaşabileceğiz.

Aşağıda özetle verdiğimiz kapsamda bile dehşet verici sonuçlar var..
MEB son derece sorumsuz biçimde ve bilim dışına düşerek milyonlarca öğrencinin eğitim gereçlerini yetkili olmayan ellerde hazırlatıp bastırıyor, dağıtıyor..
(Örn. Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğretmen Kitabı ve Öğrenci Çalışma Kitabı-1)

Bu kitabın içerdiği, “öğrencilerin bilişsel – duyuşsal ve psikomotor gelişim düzeylerine uygun olmayan etkinliklerin ve görsellerin” düzeltilmesi uyarısı zarafetle yapılıyor.

Bu sorumsuz davranış, Türkiye’nin geleceğine ilişkin ağır bir sorumluluk doğuruyor.. Telafisi olanaksız zararlara yol açabilecek bir politik uygulama..

Ne yazık ki pek çok kurumdan, özellikle basından ses çık(a)mıyor..
Bu durum İLERİ DEMOKRASİ (!) ikliminin ürünü olsa gerektir.
Ancak bir avuç sorumlu Eğitim Bilim öğretim üyesi bilimsel bir irdeleme yapıyorlar..
O da basında yer bul(a)mıyor. İşte özerk kurumlar böylesi anti-demokratik ortamlar oluşmasın ya da bir biçimde oluşturulmak istenirse toplum direnebilsin diye öngörülmüştür. Bir tutamcık kalan üniversite bilimsel özerkliği sayesindedir ki,
bilim namusu ve yurt sevgisi olan bir avuç eğitim bilimci, olanakları zorluyorlar..

Unutulmasın;

  • Demokrasi; ancak özerk kurumların kolonları üzerinde yükselebilir.

MEB, toplumdan özür dilemek (?!) ve büyük bir hızla bu ürkünç (vahim) hatalardan dönmek zorundadır..

Sayın Prof. Dilek Gözütok ve genç akademisyen çalışma arkadaşlarına şükran borçluyuz.
Akademik cesaretlerini de kutlayarak..

Sevgi ve saygı ile.
6.12.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Metne pdf olarak erişmek için; – 4+4+4_icin_kitap_irdelemesi_Dilek_Gozutok_ve_ark_6.12.13
veya
– http://epg.education.ankara.edu.tr/files/2013/09/444.pdf

=========================================

4+4+4 Yapılanması Kapsamında Hazırlanan Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Kitaplarının Değerlendirilmesi

portresi
Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Arş. Gör. Özgür Ulubey*
Arş. Gör. Ayşe Gülsüm Akçatepe*
Arş. Gör. Ece Koçer*
Arş. Gör. M. Emir Rüzgar*
 

5.1.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu’nda, 30.03.2012 tarihinde yapılan değişiklikle, Türk Milli Eğitim Sistemi’nde 1997’ye dek 5+3+3, 1998’den sonra
8+3 ve ardından da 8+4 biçiminde uygulanmakta olan örgün eğitim, 4+4+4 biçiminde yapılandırılmıştır. Yeni yapıda, sekiz yıllık kesintisiz zorunlu eğitim kademelendirilerek kesintili duruma getirilmiştir. İlk dört yıl ilkokul, ikinci dört yıl ortaokul olarak düzenlenmiş ve üçüncü dört yıldaki lise, (kâğıt üzerinde) zorunlu eğitim kapsamına alınmıştır. Ancak
bu yapılanma ile öğrenciye, zorunlu eğitim kavramı adı altında, ilk dört yıldan sonra öğrenimine açık öğretimde devam etme serbestliği de getirilmiştir. Düzenleme ile ilk
dört yıla başlama yaşı zorunlu olarak 6 yaştan (72 ay) 5 yaşa (60 ay) indirilmiş, ortaokul ve liselerde öğrencinin veya anne-babasının isteğine ve seçimine bağlı olarak dini içerikli derslerin de ağırlıklı olarak yer aldığı seçmeli derslere yer verilmiştir.

Yeni yapılanma, pilot uygulaması yapılmadan 2012 – 2013 eğitim-öğretim yılında
(1, 5 ve 9. sınıflarda) kademeli olarak uygulanmaya başlanmıştır. Eylül 2013 öğretim yılı başında, 5 yaşını tamamlayan çocuklar, adreslerine dayalı olarak en yakın okula zorunlu kayıtları yapılarak 12 yıllık zorunlu eğitimin ilkokul 1. sınıfına, 4. sınıfı tamamlayan öğrenciler, ortaokul 1. sınıfa, 8. sınıfı tamamlayan öğrenciler ise lise 1. sınıfa başlatılmışlardır.

  • Bilim çevrelerinden ve velilerden gelen tepkilerle okula başlama
    60-66 ay arasındaki çocukların okula gönderilmesi velilerin isteğine bırakılmıştır.

Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) 12 yıllık zorunlu eğitime geçiş ile Türkiye’deki yetişkin nüfusun ortalama eğitim süresinin ve lise mezunu sayısının arttırılacağını, okullaşma oranındaki bölgesel farklılıkların azaltılacağını, farklı alanlarda yeteneği olan öğrencilere ortaokul 1. sınıftan itibaren kendilerini geliştirme fırsatı tanınacağını, eğitimin kademelere bölünmesi ile kademeler arası geçişlere olanak sağlanacağını, böylece yetenek ve gelişimlerine göre bireylere erken yaşlarda mesleksel tercih hakkı tanınacağını, okula başlama yaşının 60 aya düşürülerek, çocuklara erken yaşta ilkokula başlama fırsatı verileceğini, bu konuda dünya genelindeki uygulamalarla paralellik sağlanacağını ve
farklı kademelerdeki öğrencilerin farklı binalarda eğitim görerek, ortak mekânlardan yeterince yararlanmalarının sağlanacağını belirtmiştir (MEB, 2012a).

Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi, Eğitim Programları Bölümü Öğretim Elemanları Kanun teklifinin yapıldığı dönemde, üniversiteler, bazı sivil toplum kuruluşları, ana muhalefet partisi ve kamuoyu, MEB’in yeni yasayla getireceğini belirttiği düzenlemeleri; ilkokula başlama yaşının bir yıl erkene alınmasının ve okul öncesi eğitimin zorunlu olmamasının bilimsel verilere uygun olmadığını (Ankara Üniversitesi,
2012; Boğaziçi Üniversitesi, 2012; ERG, 2012; ODTÜ, 2012), sınıf öğretmenlerinin
5 yaşındaki çocuklara eğitim vermelerinin pedagojik açıdan sakıncalı olduğunu
(Ankara Üniversitesi, 2012), meslek seçimini erken yaşlara alınmasının doğru olmadığını (Ankara Üniversitesi, 2012; Boğaziçi Üniversitesi, 2012; Koç Üniversitesi, 2012; ODTÜ, 2012) ve örgün eğitimin esnekleştirilerek “açık öğretim,” “mesleksel eğitim,” “evde eğitim” gibi kavramların altında çocuğun temel eğitimden yoksun bırakılması anlamına gelebileceğini (Ankara Üniversitesi, 2012; Boğaziçi Üniversitesi, 2012; ODTÜ, 2012) gerekçe göstererek eleştirmişlerdir.

Yasa teklifinin görüşüldüğü süreçte, belirtilen eleştiriler ve muhalefet partilerinin yoğun
engelleme çabalarına karşın, yasa teklifi hızlı bir şekilde iktidar partisinin çoğunluk oylarıyla kabul edilerek uygulamaya konmuştur. 12 yıllık zorunlu eğitim kararı ile birlikte ilkokul programlarının kademeli olarak yenileneceği ve 1. sınıf programının yeni düzenlemelere uygun hale getirilmek üzere gözden geçirileceği duyurulmuştur.

60 aylık, 72 aylık ve hatta 84 aylık iken kayıtları yapılan ve bir arada harmanlanarak oluşturulan sınıflarda bulunacak çocuklar için MEB; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile TÜBİTAK arasında imzalanan protokol kapsamında içeriği hazırlanan “Uyum ve Hazırlık Çalışmaları” Öğretmen ve Öğrenci Çalışma kitaplarını ilk üç ayda uygulanmak üzere bastırmıştır. MEB Talim ve Terbiye Kurulu Başkanlığı’nın 17/08/2012 gün ve 4755 sayılı yazısı ile bu materyali 2012-2013 öğretim yılından itibaren eğitim aracı olarak kabul etmiş, Öğretmen Kitabını 70.000 adet, Öğrenci Çalışma Kitaplarını (1 ve 2) 1.750.000 adet bastırmıştır. 1. sınıf programının kademeli olarak yeni düzenlemelere uygun duruma getirileceği belirtilmesine karşın bir program düzenlemesi değil, bir etkinlik kitabı hazırlanması ve adına “program” denilerek uygulanması uygun görülmüştür.

Bir yardımcı doçent editörlüğünde, biri yardımcı doçent, biri uzman beş kişinin
yazarlığında, bir resimleyen ve bir de grafik tasarımını yapan toplam sekiz kişilik bir grup tarafından bu materyal oluşturulmuştur. Materyalin herhangi bir yerinde, oluşturulan etkinliklerin herhangi bir grupta denendiği, değerlendirildiği ve değerlendirme sonuçları doğrultusunda geliştirildiği konusunda bir bilgi yer almamaktadır. 5 yaşındaki çocukların da zorunlu olarak ilkokula kaydedilmesi ile ülke çapında sayısı 2 milyona yaklaşan bir öğrenci grubuna uygulanacak bir materyalin deneme çalışması bile yapılmadan uygulamaya konması oldukça düşündürücü ve bilimsel anlayışla çelişen bir
durumdur.

Ayrıca, verileri birinci sınıf öğretmenlerinden toplanarak yapılan araştırmalarda da uyum
programının öğrencilere temel becerileri kazandırmaktan uzak olduğu, öğrencileri okula
alıştıramadığı, okulu sevmeyi kolaylaştırmadığı (Peker-Ünal, 2013); okula yeni başlayan öğrencilerin okula, arkadaşlarına, öğretmene ve öğretim etkinliklerine uyumunu kolaylaştırmadığı (Özgür-İnam, 2013) belirlenmiştir. Eğitim Bilimlerinin herhangi bir alanında uzmanlaşmış bir eğitimci, MEB tarafından kısa bir sürede hazırlanarak kullanılmaya başlanan İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Kitaplarını
ve Öğretmen Kitabını, ana hatlarıyla incelediğinde bu kitabı bilimsel ölçütlerle değerlendirme sorumluluğunu duyacaktır. Bünyesinde eğitimin çeşitli alanlarından uzmanları barındıran Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi,
MEB’in kısa sürede hazırlayıp adına program dediği yazılı ders materyalini değerlendirmeyi bir akademik sorumluluk olarak kabul etmiş ve ekip çalışması ile
bu araştırmayı gerçekleştirmiştir.

Araştırma kapsamında, 19 kişilik bir uzman grup (EK:1), İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık
Çalışmaları Öğretmen ve Öğrenci Kitaplarında yer alan etkinliklerin içeriğini, etkinliklerde kullanılan yönergeleri, görselleri ve kitaplarının tasarımını doküman incelemesi tekniği ile incelemiştir. Elde edilen veriler, betimsel analiz yaklaşımına göre, alanı program geliştirme olan dört araştırma görevlisi tarafından analiz edilmiştir.

Araştırma sonunda;

Kitaplarda incelenen kimi etkinliklerin içeriğinin, 60-71 aylık öğrencilerin
bilişsel, duyuşsal ve psikomotor gelişim düzeylerine uygun olmadığı
,
etkinlik içeriklerinde kimi kavramların yanlış kullanıldığı, bazı oyunların kurallarının yanlış verildiği, bazı etkinliklerin olumsuz örtük mesajlar içerdiği, etkinliklerin amaçlarının açık ve net bir dille ifade edilmediği, bazı etkinliklerin öğrencilerin yaratıcılığını, düşlem (hayal) gücünü sınırlandırdığı ve kimi etkinliklerin aşamalılık ilkesine uygun olarak planlanmadığı,

 Kitaplarda yer alan kimi etkinliklerin kalabalık sınıflarda, bazılarının ise sınıf ortamında
gerçekleştirilebilmesinin olanaklı olmadığı, bazı etkinliklerin süresi kırk dakika olarak
belirtilmesine karşın etkinliğin, ders süresini dolduracak uzunlukta olmadığı,
araç-gereçlerin eksik olduğu durumlarda bu sorununun daha da belirginleşeceği,

 Etkinlik yönergelerinde dil ve anlatım hatalarının olduğu ve bu hataların yönergelerin
anlaşılmasını güçleştirdiği, kimi yönergeler ile kullanılan görseller arasında
uyumsuzluk olduğu,

 Etkinliklerde kullanılan kimi görsellerin öğrencilerin gelişim düzeylerine
uygun olmadığı, yalınlık ve basitlik ilkesine uyulmadan hazırlandığı, gerçek yaşamla uyum sağlamadığı, yoksulluk ve şiddet gibi örtük mesajlar içerdiği ve şiddet içeren çizimler kullanıldığı,

 Öğretmen Kitabı ve Öğrenci Çalışma Kitabı-1, kitap tasarımı bakımından bir bütün olarak ele alındığında, kullanılan görsellerde genel olarak, perspektifin doğru bir biçimde yansıtılamadığı, kitaplardaki etkinlikler arasında ad farklılıklarının bulunduğu ve
her bir temayı temsil eden renklerin kimi temalarda ayırt edilemediği belirlenmiştir.
Araştırmada elde edilen bulgular doğrultusunda;

Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğretmen Kitabı ve Öğrenci Çalışma Kitabı-1’in
Talim Terbiye Kurulu tarafından kitap tasarım ilkeleri dikkate alınarak yeniden tasarlanması ve öğretim materyali hazırlanırken, genel ve ayrıntılı amaçların belirlenmesi, amaçlara uygun içerik, etkinlik ve ölçme araçlarının hazırlanması,

 Bu materyalin kullanımına devam edilmesi durumunda, öğrencilerin bilişsel – duyuşsal ve psikomotor gelişim düzeylerine uygun olmayan etkinliklerin ve görsellerin yeniden düzenlenmesi, etkinlik içeriklerinin, farklı alanlardan uzmanlar tarafından gözden geçirilerek yeniden hazırlanması, etkinlik yönergelerinin dil ve anlatım hatalarından arındırılması,

 Bu materyalin, içinde çocuk psikiyatristi, çocuk psikoloğu da bulunan bir bilim insanı grubu tarafından, 60–84 aylık çocukların algısını, bilişsel, duyuşsal ve sosyal gelişimini nasıl etkilediğinin incelenmesi önerilmiştir.

KAYNAKÇA

Ankara Üniversitesi (2012). Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nin 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ne İlişkin Görüşü.10.04.2012 tarihinde http://www.education.ankara.edu.tr/adresinden alınmıştır.
Boğaziçi Üniversitesi (2012). 5.1.1961 tarih ve 222 sayılı ilköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi Hakkında Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi’nin Güncellenen Görüşü. 10.06.2013 tarihinde
http://fed.boun.edu.tr/form_files/Bogazi%C3%A7i_%C3%9Cniversitesi_Egitim_Fak%C3%BCltesi%E2%80%99nin_G%C3%BCncellenen_G%C3%B6r%C3%BC%C5%9F%C3%BC.pdf adresinden alınmıştır.
Eğitim Reformu Girişimi (ERG). (2012). TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmeye başlanan “ilköğretim ve eğitim kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi” hakkında değerlendirme. 15.06.2013 tarihinde
http://erg.sabanciuniv.edu/sites/erg.sabanciuniv.edu/files/ERG.GerekceliDegerlendirme.4_4_4.YasaTeklifi.pdf adresinden alınmıştır.
Koç Üniversitesi (2012). İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine Görüş. 15.06.2013 tarihinde
http://spm.ku.edu.tr/?p=342adresinden alınmıştır.
MEB (2012a). 12 Yıllık Zorunlu Eğitime Yönelik Uygulamalar. 10.06.2013 tarihinde
http://www.meb.gov.tr/haberler/2012/12YillikZorunluEgitimeYonelikGenelge.pdf adresinden alınmıştır.
MEB (2012b). İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğretmen Kitabı. Ankara.
MEB (2012c). İlkokul 1. Sınıf Uyum ve Hazırlık Çalışmaları Öğrenci Kitabı-1. Ankara.
Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) (2012). 5.1.1961 tarih ve 222 sayılı İlköğretim ve Eğitim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” Hakkında ODTÜ Eğitim Fakültesinin Görüşü. 10.06.2013 tarihinde
http://www.fedu.metu.edu.tr/web/documents/other/222sayilIlkogretimveEgitimKanunuHakkindaEgitimFakultesiGorusu_s4_1.pdf adresinden alınmıştır.
Özgür-İnam, B. (2013). 4+4+4 Eğitim Sisteminde İlkokul 1. Sınıf Uyum Programının
Değerlendirilmesi. Öğretmen Dünyası,34 (402), 13-14.
Peker-Ünal, D. (25-27 Nisan 2013). Sınıf Öğretmenlerinin 4+4+4 Uygulamasına Yönelik Görüşleri. 4th International Conference on New Trends in Educationand Their Implications, Antalya.
Yıldırım, A. ve Şimşek, H. (2011). Sosyal Bilimlerde Nitel Araştırma Yöntemleri
(8. Baskı. Ankara: Seçkin Yayıncılık.

EK-1: Kitap inceleme toplantılarına katılan uzmanlar Kitap inceleme toplantılarına katılan uzmanlar aşağıda verilmiştir:

Prof. Dr. Ayşe Çakır İlhan, Prof. Dr. Çağlayan Dinçer, Doç. Dr. Ayşe Okvuran, Doç. Dr. Fatma Bıkmaz, Doç. Dr. Müge Artar, Doç. Dr. Berrin Baydık, Yrd. Doç. Dr. Canay Demirhan-İşcan, Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Bayraktar, Öğr. Gör. Dr. Fatma Mızıkacı, Öğr. Gör. Dr. Salim Sever, Arş. Gör. Dr. Aliye Erdem, Arş. Gör. Gökçe Karaman, Arş. Gör. Zeynep Akkurt-Denizli, Arş. Gör. Nergiz Üçüncü.

EK-2: İlkokul 1. Sınıf uyum ve hazırlık kitabından kimi resimler..