Etiket arşivi: Kemal Kılıçdaroğlu

14 ve 28 MAYIS 2023, CUMHURBAŞKANLIĞİ SEÇİMILERİNDEN ALINMASI GEREKEN DEMOKRASİ DERSİ NEDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Söz konu seçimi genelde, merkeziyetçi, otoriter, muhafazakâr, gelenekçi, ve Siyasal İslamcı Blok kazanmıştır. Bu doğrudur. Halkımıza ve ülkemize hayırlı olsun. Çünkü demokrasiler, genelde toplumların ektiklerini biçtikleri rejimlerdir. Ne doğrarsan aşına, o gelir kaşığına. Kime oy verirsen onun seni yönetmesine razı olacak ve gelecek seçimi bekleyeceksin…

Ancak bir de konuya hak, hukuk, adalet ve demokrasiyi öne çıkartan, daha özgürlükçü ve değişimden yana olan Millet İttifakı bloku açısından bakmaya çalışalım.

Eğer Türk toplumu, bu seçimlerde, bin bir türlü yalanlar, hileler, iftiralar, fırsat, güç ve olanak eşitsizliklerine karşın, Alevi kökenli bir siyasi lider olan sayın Kemal Kılıçdaroğlu‘na %48 oranında oy verebilmişse, bu toplum din, ırk ve mezhep etkenlerini, yani teokratik, feodal Ortaçağ zihniyetini büyük oranda geride bırakıp demokrasi sınavını kazanmış demektir.

  • Kötümser olmaya gerek yoktur.
  • Bu nedenle, laik ve demokratik cumhuriyet, hak, hukuk, adalet ideallerinden ve demokrasimizin geleceğinden umutluyum.

Bu nedenle, kötümserliği bir kenara bırakıp gelecekteki başarılar için umutlanmaya, güven tazelemeye, daha çok çalışmaya ve birleşerek gürleşmeye ve güç devşirmeye devam edelim.
Başarı yollarında yol kazaları olabilir. Ancak başarılar ve zaferler uzun erimli kazanımlardır.

Hiç unutmayalım; ışığın karanlığı aydınlatma gibi değişmez ve asla değiştirilemez bir özelliği vardır. Tıpkı bunun gibi, akıl ve bilimin de uzun erimde cehaleti tarihin çöplüğüne gömmek gibi üstün bir değiştirici ve dönüştürücü gücü söz konusudur. Batı toplumları bunu başarabilmişlerdir. Şimdi sıra Doğu toplumlarında, bizlerde…

Köle zihniyetli insanlar, özgürlüklerin erdemleri ve güzelliklerine; ekonomik, sosyal, kültürel olarak, aklen (ussal) ve zihnen yeterince hazır olamadıkları ya da hazır olmalarına yeterli fırsat verilmediği için özgürlüklerden korkar ve kaçarlar.

Fakat bu kaçışlar ebedi olamaz. Kölelerin ya da köle bilinçli insanların zihinlerinde de bir gün mutlaka aklın, bilimin, özgürlüğün, hukukun, adaletin ve demokrasinin şafağı atacak, zihinler aydınlanacak davranışlar rasyonelleşecek, insanın insana kul, köle olma devri sona erecektir.

Evrensel ahlaki, hukuki ve insani değerlerin, aklın ve bilimin izinden gidenler için karamsarlığa, kötümserliğe ve umutsuzluğa gerek yoktur.

Ulu Önderimiz M. K. Atatürk büyük bir Kurtuluş Savaşı kazanarak, yepyeni ve çağdaş bir devlet kurarak; bizlere çoşkulu bir vatan, bayrak ve millet sevgisi, mutlaka korunması gereken demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti, şaşmaz bir tam bağımsızlık ve ulusal egemenlik reçetesi ve her konuda tüm maddi ve manevi kurtuluş, yükseliş için yurtta ve dünyada barış rotalarını göstermiştir. Eksiğimiz bu rotalara yeterince sahip çıkamamaktır.

Ancak bu seferki (kez) toplumsal bilinç tabandan, halktan geliyor. Halka mal olmuş değişimler ve devrimlerden asla geri dönülemez

Zaten yapmamız ve düzeltmemiz gereken de, daha bilinçli bireyler, daha uygar bir toplum, daha gelişmiş ve gönençli bir ülke ve daha demokratik bir yaşam için herkesin kendi üzerine düşeni yapmasıdır. Gereklerini yapabildiğimiz sürece enseyi karartmayalım.

Çaresiz değilsiniz. Çare ” SİZ” siniz.
===========================================
Dostlar,

Aşağıdaki görseli, biz ekledik. 29.05.2023

Eski ve halen HDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder :

  • Bizi Kandil’e Erdoğan yolladı.

Ama aynı R.T. Erdoğan = AKP, Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2. turuna giderken CHP’yi
PKK – Kandil ile işbirliği yaptığı suçlaması için gerçek dışı montaj video yayınlattı ve TV’de bunu itiraf etti :

  • Erdoğan, montaj videoları kendi ağzıyla itiraf etti!

  • ‘Ama montaj, ama şu, ama bu…’

Bu vb. bir yığın manevra ile son derece adaletsiz ve baskıcı biçimde seçim “Sırrı Süreyya Önder ” görünüyor!!??..

Oysa bir seçimin en az 2 temel koşulu var : Özgürlük ve Adalet.

Bu “maç” burada biter mi??

Sevgi ve saygı ile. 29 Mayıs 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzm., Siyaset Bilimci
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

Umutlar ikinci tura mı kaldı?

Örsan K. Öymen

Örsan ÖYMEN
ODTÜ Felsefe Profesörü

Son Yazısı / Tüm Yazıları
06 Mart 2023, Cumhuriyet

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in “6’lı masa” olarak da anılan muhalefet ittifakından, ittifakın ikinci büyük partisinin lideri olarak çekilmesi, son yılların en büyük siyasi krizine neden oldu.

Akşener’in, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun adaylığı konusundaki anlaşmazlığı, masada çözmeye çalışmak yerine, diğer partiler hakkında ağır sözler sarf ederek kamuoyuna açıklaması ve adaylık anlaşmazlığı yüzünden masayı devirmesi, büyük bir hata olmuştur.

Akşener’in ikinci büyük hatası, CHP’nin üyeleri olan İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na ve Ankara Belediye Başkanı Mansur Yavaş’a adaylık çağrısı yapmasıdır. Bu çağrı, CHP’nin içişlerine müdahale etmek ve CHP’yi bölmek anlamına geldiği gibi, adaylık sürecinin sonuna gelinen günlerde, zamanlama açısından, arkası boş bir çağrıdır.

Birincisi, İmamoğlu hakkında siyaset yasağı içeren kumpas  davasının” üst “mahkemede” kesinleşmesi durumunda, İmamoğlu’nun adaylığı düşürülecektir ve ana muhalefet adaysız kalacaktır.

İkincisi, Akşener, bu iki olası adayla bir anlaşma sağlamadan bu çağrıyı yapmıştır. Nitekim İmamoğlu ve Yavaş, Kılıçdaroğlu’nun arkasında olduklarını açıklamışlardır.

Bu durumda Akşener, bu kişilere neden adaylık çağrısı yaparak masayı devirmiştir?

Bu, bir plansızlığın, acemiliğin, telaşın ve heyecanın sonucu mudur, yoksa kasıtlı olarak ana muhalefeti sabote etmek ve AKP’ye hizmet etmek amacı taşıyan bir eylem midir?
***
Akşener’in üçüncü büyük hatası, “Kılıçdaroğlu seçilemez” iddiasını hiçbir kapsamlı, bağımsız ve bilimsel araştırmaya dayandırmamış olmasıdır. Akşener bu iddiasını, sınırlı sayıda ilde sınırlı sayıda vatandaşla yapılan bazı araştırmalarla ve örgütten gelen izlenimlerle gerekçelendirmeye çalışmıştır.

Öte yanda CHP de, Kılıçdaroğlu’nun seçimi kazanabileceğini kanıtlayan kapsamlı, bağımsız ve bilimsel bir araştırmayı, örneğin en az 50 ilde en az 15 bin kişiyle yapılan bir araştırmayı gerçekleştirmeyerek, adaylık konusundaki tartışmaya son noktayı koyamamıştır.

CHP’nin, “sofrayı genişletmekten” ve yola başka partilerle devam etmekten söz etmesi de, geçerli siyasi aritmetikte gerçekçi değildir.

CHP dışında masada kalan 4 küçük partiyle, HDP’nin dışarıdan vereceği olası bir destekle ve oyları yetersiz olan sosyalist partilerle, Kılıçdaroğlu’nun ilk turda seçimi kazanması çok zordur. CHP dahil, söz konusu partilerin toplam oyu, tüm araştırmaların ortalaması alındığında, %44’ü geçmemektedir.

HDP’nin birinci turda kendi adayını çıkaracağını açıklamasından sonra, “6’lı masanın” seçimi 1. turda kazanması zaten risk altına girmiş olsa da, İYİ Parti’nin ittifaktan çekilmesiyle, seçimlerin 2. tura kalma olasılığı yükselmiştir.

İYİ Parti tabanının ve seçmeninin çoğunluğu, yönetimin kararına uymayarak, ilk turda Kılıçdaroğlu’na destek verirse, Kılıçdaroğlu seçimleri yine de 1. turda kazanabilir.

İYİ Parti, kötü bir partiye dönüşerek tarih sahnesinden silinmek istemiyorsa;
bu büyük hatasından en kısa sürede ve 1. tur seçimlerinden önce dönmelidir veya Kılıçdaroğlu’nun, AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte 2. tura kalması durumunda, en azından 2. turda, Kılıçdaroğlu’na açık ve etkin destek vermelidir.

TEHLİKENİN FARKINDA MISINIZ?

 Suay Karaman

16 Ocak 2023’te Cumhuriyet Gazetesi’nde Sayın Kemal Anadol’un “CHP’nin Sorumluluğu” adlı uyarıcı bir ders niteliğindeki yazısının sonu “Tehlikenin farkında mısınız?” diye bitiyordu. “Tehlikenin farkında mısınız?” sözü beni 2006 yılına götürdü.

8 Nisan 2006’da Cumhuriyet Gazetesi’nde “Tehlikenin Farkında Mısınız?” adıyla yazdığım yazının üzerinden 17 yıl geçti. Yazı şu sözlerle başlamıştı:

  • Ülkemiz belki de, tarihinin en ağır siyasal bunalımlarından birini yaşamaktadır. Türkiye Cumhuriyeti’ nin kurtuluş ve kuruluş süreci, hep karalanmak istenmektedir. Ulusal değerler ayaklar altına alınmaktadır. Mustafa Kemal Atatürk’e, ilkelerine ve devrimlerine karşı savaş açılmıştır. Laiklik karşıtı dinci kadrolar, devletin her kesimini ele geçirmek üzeredir.

Yazı şöyle bitmişti:

  • Ne yazık ki, ülkemizde bir muhalefet boşluğu da yaşanmaktadır. Topluma umut olacak bir lider ve parti, ne solda, ne sağda vardır. Bu koşullar altında yapılacak seçim, umutsuzluğu daha da derinleştirmekten öte gitmeyecektir… Hala tehlikenin farkına varamadık mı? Tehlikenin farkına vardığımız zaman, her şey çok geç olabilir…

Bu yazıdan 17 yıl sonra aynı adla bir yazı yazmak, ne benim, ne de başkalarının aklına gelirdi kuşkusuz. Ülkemiz her geçen yıl aydınlığa doğru ilerleyeceğine, karanlığa doğru yol aldı. Bu durumdan özellikle toplumda kendini aydın görenlerin, kısaca hepimizin sorumlu olduğu tartışma götürmez bir gerçektir.

Kuşkusuz bugün de ülkemizde bir muhalefet boşluğu vardır. Bu boşluğu doldurması gereken Cumhuriyet Halk Partisi, başka sularda gezinmektedir. Halbuki CHP, Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan, onun Kuvayı Milliye’sinden, onun Müdafaa-i Hukuk’undan,  Halk Fırkası’ndan doğmuştur. CHP, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu ve ilkeleri (6 Ok!)

Cumhuriyetçilik,
Ulusçuluk,
Halkçılık,
Devletçilik,
Laiklik,
Devrimcilik

olan Türkiye’nin en köklü partilerindendir.

Yeni CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 10 Ocak Salı günü partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada şunları söyledi:

  • “Sevgili arkadaşlarım, sevgili halkım; açık söylüyorum, biz değiştik, biz halkın partisiyiz. Biz hangi yanlışları terk ettiysek, artık saray tam odur. Statükocu, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasına geldiler bunların tamamı, Kenan Evren’in hizasındalar.”

Biz değiştik” diyen Kılıçdaroğlu, statükocu, anti-reformcu (yenileşme karşıtı), anti-özgürlükçü (özgürlük karşıtı) olarak nitelediği kendisinden önceki CHP’yi eleştirmektedir. Hangi CHP’yi eleştirdiğini de açıkça söylemelidir. Atatürk’ün mü, İnönü’nün mü, Ecevit’in mi, Baykal’ın mı, hangisi? Ya da kendisinin genel başkanı olduğu 2010 Mayıs’ından önceki tüm CHP’yi mi eleştirmektedir?

Bu sözlerden CHP’nin daha önce, bugün AKP’nin yaptığı yanlışların sahibi olduğu anlamı çıktığı gibi, anti-reformcu, anti-özgürlükçü Kenan Evren kafasında olduğu belirtiliyor. Bu sözlere hiç tepki gelmemesi, son derece düşündürücüdür. Eminim ki, bu sözlerden rahatsızlık duyan birçok CHP’li vardır. Ama genel seçimde milletvekili adayı olmak için ya da yerel seçimde belediyelerde aday olmak için susmaktadırlar.

Laiklik tehlikede değildir” diyen Kılıçdaroğlu ile CHP’de gerçekleştirilen bu değişimi, liberaller, numaracı cumhuriyetçiler, aydın insan taklitleri ve muhafazakârlar (tutucular) olumlu bulmakta. Başta milletvekilleri ve parti yöneticileri olmak üzere, bu değişime teslim olanlar ise, gelecekte ihanetle anılacaklarının farkında mıdırlar?

İşte CHP’nin ve ülkemizin getirildiği acıklı durum budur.

  • Gerçekten tehlikenin farkında mıyız?

Azim ve Karar, 23 Ocak 2023.

CHP Genel Başkanına Açık Mektup : Eğitim Politikaları

Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı, Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,

Ben kamu üniversitelerinde 45 yıl öğrenci yetiştirmiş, yüksek lisans ve doktora tezlerine danışmanlık yapmış, öğrencilere, demokratik kitle örgütlerine, MEB’e, kamu ve özel kurumlara akademik danışma hizmeti vermiş, bilimsel araştırmalar yapmış, ulusal ve uluslararası yürütülen projelerde çalışmış, bilim alanında kitaplar yazmış “Eğitim Programları ve Öğretim” bilim alanı Emekli Profesörü F. Dilek Gözütok.

Çıktığınız iktidar yolunda kolaylıklar ve başarılar diliyorum. Bu metni, bir gün “Keşke ulaşsaydım!” dememek için yazıyorum. Mustafa Kemal, savaş meydanından gelerek 1921’de “l. Maarif Kongresi”ni yönetmişti. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu, 1940’lı yıllarda başlayarak çok iyi bildiğiniz gibi bugün getirildiği durumda

  • Size “Milli Eğitim Yoluyla Türkiye’yi Çağdaşlaştırma ve
    Yurttaşları Demokratikleştirme Atılımı
    ”  çalışmaları yapmayı öneriyorum.

Ülkem bunu gerçekleştirebilecek her alandan bilim insanlarına, öğretmenlere sahiptir.

1) Seçimi kazandığınızda elinizde çağdaş insanı yetiştirecek öğretim programları, ders kitapları, öğretim materyalleri var mı? 20 yıldır özellikle de FETÖ mensuplarına hazırlatılan “dininin, kininin sahibi” insanlar yetiştirmeyi amaçlayan öğretim programları ve kitaplar devlet bütçesinden bastırılıp dağıtıldı. 2005’ten beri öğretim programları ve ders kitapları konularında kimi kez bireysel, kimi kez farklı uzmanlık alanlarından akademik gruplarla çalışmalar yaptım. (2009’da Hayat Bilgisi Dersi ile ilgili yaptığım bir çalışmayı e-posta yoluyla size iletmiştim. Beni, Partinin eğitim konusunda ilgililerine yönlendirmiştiniz). Bir bölümü ulusal yayın araçlarında, bir kesimi hakemli / hakemsiz akademik dergilerde, bilimsel kongre raporlarında, TV programlarında yer aldı. Çalışmalarımın bir bölümüne www.dgozutok.org adresinden ulaşılabilir.

2023 Haziranında iktidarın devralınacağını ümit ediyoruz. Eylülde okullar açıldığında çocuklarımıza AKP’nin (Hizmet Vakfına) hazırlattığı programlara uygun olarak yazdırılan bilim dışı / Evrim Kuramına yer vermeyen, içinde yanlış bilgiler olan kitaplar mı okutulacak? Çalışmalarımda da belirttiğim gibi, ulusal ve uluslararası ölçmelerde ve MEB’in yaptırdığı araştırma sonuçlarında çocuklarımızı nasıl yetiştiremediğimiz, çocuklarımızın çoğunun Türkçe okuduğunu anlamadığı bilinmektedir.

2000 öncesi, 90’lı yıllarının ilk yarısında başlatılan Dünya Bankası projeleri kapsamında yetkin bilim insanlarımızın da görev aldığı öğretim programları ve ders kitapları vardır. Eğitimi Araştırma ve Geliştirme Dairesi (EARGED) yönetiminde bu çalışmalar Eğitimde Program Geliştirme bilim alanının ilkelerine ve yöntemlerine uygun olarak yapılmıştır. (O dönemde de çalışan kimi MEB görevlileri yenileşmenin ve çağdaşlaşmanın önünde engel olmaya çalışıyorlardı). Projede ilgili her alandan bilim insanı yer almıştır. Türkiye çapında yapılan gereksinim (ihtiyaç) analizleri doğrultusunda programlar ve taslak kitaplar hazırlanmış, deneme yapılacak okulların öğretmenleri eğitilmiş, okulların fiziksel koşulları iyileştirilmiş, Müfredat Laboratuvar Okullarında (MLO) programlar denenmiş, değerlendirilmiş ve geliştirilmiştir. Kimi derslerin programı 1998’de kimilerinin ise 2000’lerde uygulamaya konmuştur. Ülke çapında uygulanan “Yeni Programlar” henüz mezun vermeden, Ziya Selçuk’un (Program geliştirme alanına yabancıdır) Talim Terbiye Kurulu Başkanlığı döneminde ilkokulda 2005’te, beş sınıf birden, ortaokulda sonraki yıllarda kimlerin hazırladığı bilinen programlar uygulanmıştır. Bu programların başarısını / başarısızlığını belirleyen onlarca yüksek lisans tezi vardır.

  • 2012’de 4+4+4 yapılanması, programları, kesintili eğitimi, zorunlu eğitimin zorunlu olmaktan çıkarılması, açık ortaokul ve açık lise uygulamaları
  • Bu ülkenin insanlarını cehalete boğmuştur.

ÖNERİM                                      :

Oluşturulacak ilgili alanlardan bilim insanlarının, Dünya Bankası rehberliğinde hazırlanmış olan, 1998’de uygulamaya konan ve 2005-2007’ye dek uygulanmış öğretim programlarını Eylül 2023’te (ülkenin gereksinim duyduğu çağdaş programlar hazırlanıncaya dek bir-iki yıl uygulanmak üzere) geçici olarak günün koşullarına göre uyarlaması/güncellenmesi. AKP bütün bilim alanlarına zarar verdiği gibi akıllarının ermediği, (belki de kasıtlı) özellikle gelişmiş ülkelerde yaşama geçirilen Eğitimde Program Geliştirme bilim alanını yok saymıştır.

  • CHP’nin önderlik ettiği 6’lı Masa’ya,
    AKP’nin hazırlatıp uygulattığı programları ve kitapları okutmak yakışmaz.

Böyle bir çalışmanın kabul görmesi durumunda, Ankara Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinden Eğitim Programları ve Öğretim bilimalanı uzmanları, programları güncelleştirilecek bilim alanlarının hemen her üniversiteden bilim insanları, programı güncellenecek alanlarda dal (branş) öğretmenleri (Eğitim Sendikalarından yararlanılabilir) görevlendirilmelidir. Uygun görülürse, Millet İttifakı ortağı partilerde yer alan eğitim uzmanları da çalışmaya katılabilir.

2) Son 20-30 yıldır çeşitli nedenlerle (yönetenlerin kimi kez niteliksizliği, kimi kez kasıtlı olarak) öğretmen eğitimindeki nitelik düşmesi eğitimin çökertilmesinde önemli bir yere sahiptir. Üniversitede farklı alanlardan Profesörler ve genç akademisyenlerle hazırlamış olduğumuz “Eğitim Bilimleri Tezsiz Yüksek Lisans Uzaktan Eğitim Proje Önerisi” makalesini web sitemden eğitim bilimleri alanındaki parti görevlilerine inceletmenizi öneriyorum. Uygun bulunması durumunda, güncellenerek Öğretmen Meslek Yasası garabetine seçenek olarak güncellenebilir, uygulanabilir ve öğretmenlere nitelik kazandırılabilir.

Bilindiği gibi 21. yüzyılın gerektirdiği çağdaş ve demokrat insan yetiştirmenin önkoşulu öğretmeni nitelikli duruma getirmektir. Hiçbir eğitim kurumu, öğretmenlerinin niteliğinin üzerinde birey yetiştiremez.

3) Demokrasi, demokrasiyi içine sindirebilmiş insanlardan oluşmamış toplumlarda kolaylıkla otokrasiye dönüşebilir. 20-30 yıldır uygulanan eğitim politikaları, yetiştirdiği insanları çağın gerisine götürmüştür. Demokrasi ve İnsan Hakları Eğitimi yapmadan, “Demokrasi ve İnsan Hakları” öğretilemez. Cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal’in yazdığı Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabı yerini Yurttaşlık Bilgisi derslerine bırakmıştır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi‘ni imzalamak, ülkeyi yönetenlere öğretim programlarında İnsan Hakları Eğitimine yer verme yükümlülüğünü vermektedir. 90’lı yıllara dek ve sonra hazırlanan ve uygulanan programlar evrensel hak ve özgürlükleri temele almak yerine yurttaşlık görevlerini, muhtarın, kaymakamın, ülke yöneticilerinin sorumluluklarını ezberletmeyi odağa almıştır.

1996-2002 arasında MEB’in de içinde olduğu projeler çerçevesinde 1-2-3-4-5-6. sınıflara “İlköğretim İçin İnsan Hakları Eğitimi” kitapları Sosyal Psikoloji, Hukuk, Hukuk Eğitimi ve Eğitim Programları ve Öğretim alanları uzmanları ekibince hazırlanmıştır. Türkiye’nin 7 bölgesinde MEB okullarında denenen, geliştirilen, Talim ve Terbiye Kurulu’nun onayladığı, MEB’in ücretsiz olarak dağıtma yükümlülüğü olan kitaplar (6 adet öğrenci, 6 adet öğretmen kitabı ) basımevindeyken AKP iktidara geldi ve bütün çabalarımıza karşın kitaplar basılmadı.

1996’da 7-8. sınıflar için aynı uzman ekipçe hazırlanan, deneme uygulamaları yapılan, yüksek lisans tezlerine konu olan “Yurttaş Olmak İçin…”  öğretmen ve öğrenci kitapları Talim Terbiye Kurulu’nca yardımcı kitap olarak (M. E. Bakanı Hikmet Uluğbay döneminde) kabul edildi. Alanı eğitim bilimleri, sosyal psikoloji, hukuk, hukuk eğitimi vb. olan kişilere inceletmenizi öneriyorum. (Kitaplar TBMM kütüphanesinden edinilebilir.) Uygun bulunursa bu kitaplar da güncellenerek uygulanabilir.

Son yıllarda ülkeyi yönetenlerce yasaklanan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Eğitimi Programı” konusunda denenmiş, değerlendirilmiş ve geliştirilmiş doktora tezi düzeyinde çalışmalar da hizmete hazır olarak bulunmaktadır.
***
Sayın Genel Başkan,

Bilim, sanat ve spor alanları uzmanları, program geliştirme uzmanları, eğitim psikologları, psikolojik danışma ve rehberlik uzmanları, eğitimde ölçme ve değerlendirme uzmanları, her basamak ve alandan öğretmenlerin oluşturduğu büyük bir ekip, henüz seçim yapılmadan programları yenileme / güncelleme, kitapları iyileştirme çalışmalarına başlamalıdır.

Adına “Demokratik Eğitime Geçiş” ya da “Milli Eğitim Yoluyla Türkiye’yi Çağdaşlaştırma ve Yurttaşları Demokratikleştirme Atılımı”  ya da uygun görülecek başka bir başlıkla Eğitim Seferberliği başlatılmalıdır.

Bu ülke beni parasız yatılı Yüksek Öğretmen Okulunda okuttu.
Vatanıma  borcumu ödemek için gücümün yettiği her tür hizmete hazırım.

Selâmlar. 04 Aralık 2022, Ankara

Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Emekli Öğretim Üyesi

BİR METREKARELİK BEZ PARÇASI

Suay Karaman


Türban, AİHM kararına göre siyasal İslam’ın simgesi
olarak kabul edilmektedir ve emperyalizm destekli siyasal ılımlı İslam kadınının üniformasıdır; şeriat için takılır. Başörtüsü ise Müslüman Anadolu kadınının tozdan, rüzgârdan korunmak amacıyla taktığı geleneksel bir örtüdür.

Türbanı, başörtüsü olarak yutturmak isteyenler, sahtekârdır ve emperyalizmin maşalarıdır. 

Bugün Türkiye’de yasal olmamasına karşın, türban sorunu yoktur.

CHP grup başkan vekili olarak katıldığı televizyon programında türban için “bir metrekarelik bez parçası” ve “başörtüsü ile okula gitmek hukuka aykırıdır” diyen Kemal Kılıçdaroğlu, genel başkan olduktan sonra türban konusunda saçmalamaya, yalpalamaya başlamıştır.

Genel başkan olduktan sonra 22 Ağustos 2010’da İstanbul Çağlayan mitinginde Kemal Kılıçdaroğlu şöyle demişti: “Söz veriyorum, türbanı da biz özgür kılacağız. Sözümün arkasında duracağım.” Üniversitede türban sorununu çözeceğini dile getiren Kemal Kılıçdaroğlu’nun sözlerinden güç alan YÖK, üniversitelerde türbanı serbest bıraktı.

Üniversitelerin ardından türban, önce lise ve ortaokullara, ardından ilkokul ve ana okullara kadar indi.

  • Türban daha sonra meclise, yargıya, orduya, polise kısaca tüm kurumlara girdi.

31 Ekim 2013’te AKP’li dört milletvekili TBMM’ye türbanla girince, yeni CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu bu olayı, “bugün çok mutluyum” sözleriyle anlatıyordu.

Helalleşme çağrıları kapsamında türban konusunda harekete geçeceklerini bildiren Kılıçdaroğlu, “Bizim de hatalarımız oldu, yarın bu yarayı sonsuza kadar kapatmak için bir kanun teklifi sunacağız.” dedi. Böylece 4 Ekim 2022 Salı günü türban için hazırlanan yasa önerisi TBMM’ye sunuldu. Bu girişim ile 4 Ekim 1926 tarihinde Medeni Kanun’un yürürlüğe girdiği gün Atatürk’ün laiklik ilkesi ve devrim yasaları çiğnenerek,

CHP tarihinin en büyük ihanetine imza atılmış oldu. 

Kısaca CHP’nin yaptığı devrime, yeni CHP karşı devrim gerçekleştirmiştir.

Bu ihanete ortak olunamaz, karşı çıkmak gerekmektedir.

Cumhuriyeti kuran partiye,
100. yılında cumhuriyetin yıktırılması görevi verilmiştir.

İran’da kadınlar örtünme yasaklarına karşı ölümüne bir özgürlük mücadelesi verirken, Afganistan’da kadınlar dinci terör örgütü Taliban’a karşı kızların okuması için ayaklanmışken, yeni CHP türbanı yasal güvence altına alan yasa teklifini TBMM’ye sunmuştur.

Bu teklifi Abdullah Gül, Bülent Arınç, altılı ganyanın AKP’den dönenleri ve Sivas kıyımcısı ile HDP olumlu karşılamışlardır. Bu destek bile, olayın ne olduğunu kanıtlamaktadır.

CHP içinde ise bu yasa önerisinin anayasaya aykırı olduğunu bile bile destek verenler vardır. Tayyip Erdoğan’ın iktidardan gitmesi için, CHP yöneticilerine yapılan haklı eleştirilere karşı “şimdi zamanı değil” diyenler, belki iyi niyetli olabilirler ama yaptıkları aymazlıktır ve ihaneti görememektedirler. 

Türban çıkışıyla AKP ile gericilik yarışına giren yeni CHP, genel başkanıyla birlikte, bu yasa tasarısına imza atan CHP milletvekillerinden hesap sorulmalıdır.

AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan partisinin 4 Ekim 2022 Salı günü yapılan grup toplantısında Kemal Kılıçdaroğlu’nun türban teklifine yanıt vererek, anayasa değişikliği önerisinde bulundu. Bu değişiklik ile anayasadaki devrim yasaları ve ilk dört maddenin de değiştirilmesi gündeme gelecektir.

Yani pası Kılıçdaroğlu veriyor, golü Tayyip Erdoğan atıyor.

Ayrıca Kılıçdaroğlu’na şunları da söyledi; “Bu ülkede başörtüsünü örten niye örtüyor? Rabb’imin emri olduğu için örtüyor bu seni neden rahatsız ediyor?” Eğer örtünme Tanrı’nın emriyse son İslam halifesi Abdülmecit Efendinin (1868-1944) kızı Dürrüşehvar Sultan’ın (1914-2006) hiç türban takmaması nasıl değerlendirilmeli? Dürrüşehvar Sultan’ın açık başıyla fotoğraflarını herkes görmüşken, Tanrı’nın emri diyerek, örtünmeyi dayatmak nedir?

  • Bugün türban takanlar, halifenin kızından daha mı Müslümanlar?
  • Türban ile örtülmek istenen nedir; sahtekârlıklar mı, yolsuzluklar mı?

CHP genel başkanı, bu önerisiyle, hem partisinin tabanında derin bir tartışmaya yol açtı, hem de toplumun asıl sorunlarının tartışılmasını bir süre için engelledi. Ülkemizde ekonomik kriz büyük boyutlardayken açlık, yoksulluk, işsizlik, enflasyon alıp başını gitmişken, hukuksuzluk, taciz, tecavüz, cinayetler sürerken, teröre şehitler verilirken, mülteci sorunu varken, açıkça ülkemiz yangın yerine dönmüşken ve TBMM’de yeni bir sansür yasası görüşülürken, türbanı gündeme getirmek, siyasal iktidara destek anlamındadır.

Bu yapılan, siyasal yanlışlık olarak açıklanamaz, bilinçli bir tercihtir.

Kılıçdaroğlu, türban için “bir metrekarelik bez parçası” demişti; şimdi türban için yasa önerisi verilmesini sağlıyor. Yıllardır yaptığı eylemlerle, söylemlerle ve bu çelişkilerle Atatürk’ün partisinin başında durulamaz. Sürekli CHP işgal altında diyoruz, hatta artık ihanete ulaşıldı.

Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti, yok edilmek isteniyor.

Bu kabul edilemez. Bu yasa önerisine imza verenlerin tümü, hain olarak anılacaktır.
Bunu böyle bilmek zorundayız; sessiz kalınmamalı ve gereği yapılmalıdır.

Azim ve Karar, 10 Ekim 2022

Kılıçdaroğlu Erdoğan’ın pasörü mü?

Mehmet Ali Güller Mehmet Ali Güller
Son Yazısı / Tüm Yazıları
06 Ekim 2022, Cumhuriyet

Kemal Kılıçdaroğlu 22 Mayıs 2010’da CHP genel başkanı oldu. Sadece CHP saflarında değil, CHP’yle güç birliği hedefleyen partilerde bile “Devrimci Kemal” beklentisi vardı. İşte o süreçte, yani Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin genel başkanı olmasından dört ay sonra 21 Eylül 2010’da “Kılıçdaroğlu Tayyipleşiyor”, ardından 23 Eylül 2010’de “Kılıçdaroğlu Tayyipleşmeye devam ediyor” ve 25 Eylül 2010’da “Kılıçdaroğlu Tayyip Erdoğan’ın Kulvarında” başlıklı yazılar yazdım.

Üç yazıda da şu riske işaret ettim: Kılıçdaroğlu, “Tayyip Erdoğan’ın kozlarını elinden alma” politikası ile sadece Erdoğan’a seçim kaybetmeyecek, laikliğin ve Devrim Kanunlarının altının oyulmasını da kolaylaştıracak.

LAİKLİĞİ AŞINDIRMA PASI

Kılıçdaroğlu’nun ilk genel başkanlık sınavı 12 Eylül 2010 referandumuydu. 22 Ağustos 2010’da CNNTürk’teki Ankara Kulisi programına katılan Kılıçdaroğlu“türbanı biz çözeriz” mesajı verdi ve bunu referandum öncesi düzenlediği mitinglerde de bol bol dillendirdi.

Gerçi Kılıçdaroğlu’nun türban açılımı referandumu kazandırmamıştı ama o kararlıydı. 21 Eylül 2010’da “cemaatlere saygılıyım, yeter ki siyasallaşmasınlar” diyordu, oysa dokuz gün önceki referandumda cemaat, devlet olmuştu; dahası AKP zaten bir tarikatlar ve cemaatler koalisyonuydu. Ama Kılıçdaroğlu bir gün sonra, 22 Eylül 2010’da Laikliğin tehlikede olduğunu düşünmüyorum. Din alanında özgürlükleri daha da genişletmek gerekir” mesajı veriyordu.

Böylece Kılıçdaroğlu, Erdoğan’a ilk pasını vermiş oldu: Ekim ayında toplanan Milli Güvenlik Kurulu, “madem laiklik tehlikede değil” diyerek Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde değişikliğe gitti ve irticayı tehdit kapsamından çıkardı.

ERDOĞAN İÇİN GOL, CHP İÇİN TUZAK

Kılıçdaroğlu’nun açtığı gedik, Erdoğan için fırsat oldu. YÖK İstanbul Üniversitesi’ne “türban serbest” yazısı yazdı. Kılıçdaroğlu 6 Ekim 2010’da, “YÖK’ün yazısını durdurmak için hukuki yollara başvurmayacağız” diyerek kaleyi boşalttı.

  • Ve türban birkaç yıl içinde ilkokullara kadar indi.

AKP hükümeti 8 Ekim 2013’te çıkardığı yönetmelikle türban serbestliğini yasallaştırdı. O gün bugündür ülkede başörtüsü yasağı diye bir sorun yok, tersine 20 yıl önce “başörtüsüne özgürlük” diyenlerin bugün kadınların etek boyuna müdahalesi sorunu var; o gün bugündür ülkede türban mağduru yok ama işte ve sosyal hayatta mağdur edilen binlerce başörtüsüz kadın var.

Gelgelelim Kılıçdaroğlu sanki hâlâ başörtüsü sorunu varmış gibi yine Erdoğan’a pas attı, özetle “Yönetmelik yetmez, başörtüsüne yasal güvence için TBMM’den yasa çıkaralım” dedi (3.10.2022). CHP, 4 Ekim 2022’de hazırladığı üç maddelik yasa teklifini TBMM’ye sundu.

Pası alan Erdoğan ise ertesi gün Kılıçdaroğlu’na seslendi: “Gelin çözümü yasa değil, anayasa düzeyinde sağlayalım.”

Sonuç mu? Kılıçdaroğlu’nun pası Erdoğan için gol, CHP için tuzak oldu!

TARİKATLARA YASALLIK PASI

Özetle AKP’nin karşıdevrim programını uygulayabilmesi için Kılıçdaroğlu’ndan önemli bir pas gelmiş oldu. Çünkü konuyu anayasal düzleme çıkarmak demek, anayasanın laiklik maddesini değiştirmek demektir!

Mesele zaten başörtüsü de değildir. Erdoğan’ın yıllar önce velev ki türban siyasi semboldemesi işin esasıdır.

  • Çünkü türban, karşıdevrim programı açısından Devrim Kanunlarının tasfiyesinin aracıdır.

Üstelik Erdoğan o aşama için de Kılıçdaroğlu CHP’sinden pas almıştır zaten; bir CHP’li vekil “tekke ve zaviyeleri kapatan Devrim Kanunu’nun” kadük olduğunu savunabilmektedir artık!

Uyaralım                                 :

  • AKP’ye benzeyerek AKP’yi seçimde yenmenin mümkün olmadığı
  • Ekmeleddin İhsanoğlu vakasında görülmüş olmalıydı.
  • Kılıçdaroğlu Erdoğanlaşarak Erdoğan’ın tabanından oy alamaz
  • Ama “AKP’nin kozlarını elinden almak” politikasıyla AKP’nin karşıdevrim hedeflerinin sıra sıra gerçekleşmesini kolaylaştırmış olur!

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

İKİNCİ YÜZYILDA EĞİTİM HAKKI ÇALIŞTAYI
KISA SONUÇ BİLDİRGESİ

AKP iktidarı eğitim sistemini büyük bir krizin içine sürüklemiştir. Sorunun kaynağı olanlardan çözüm beklenemez. Eğitim sorunları sahte, göstermelik Şuralarla da çözülemez. Bu nedenle eğitimle ilgili tüm toplum kesimlerini, deneyim ve birikimlerini paylaşmaya, eğitim sorunlarını konuşmaya, çözümlerimizi ortaklaştırmaya davet ettik.
Cumhuriyet Halk Partisi olarak, 7 Bölgede 81 ilden gelen eğitim alanında örgütlenmiş sendika, dernek, vakıf vb. örgüt, öğrenci, veli, gazeteci, eğitim alanında sözü olduğumuz herkesi kapsayan “İktidar İçin Eğitim” toplantıları yaptık; bu toplantılarda katılımcılar görüşlerini, yazılı raporlarını bizlere sundular. Bu sunuşlarda dile getirilen görüş ve öneriler eğitim sorunlarının nerelerde yoğunlaştığının bir kanıtı olmakla kalmadı, bu toplantıların devamı olarak bütün ülkeyi kucaklayacak biçimde eğitimin tüm bileşenlerini bir araya getiren

  • “İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı”

adlı çalıştayımızda üzerine çalışılan temel belgelerinden biri olmuştur.
“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” çalıştayımızı 27 Kasım 2021 tarihinde başarıyla gerçekleştirdik. Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcımız Prof. Dr. Lale Karabıyık’ın sunuşuyla açılan çalıştayımızda davetli konuşmacılardan Prof. Dr. Ferhunde Öktem’in “Eğitim Felsefesi” konulu konuşmasından sonra Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu, partimizin eğitime ve eğitim sorunlarına bakışımızı ifade eden bir konuşma yapmıştır.
Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu konuşmasında;

  • Bir yüzyılı bitirdik, bir yüzyılı bitirirken istedik ki, eğitim sorununu da büyük ölçüde aşmış olalım. Ama bugün geldiğimiz noktada çok güzel başlayan bir eğitim süreci zaman içinde ciddi aksamalara yol açtı. Çocuklarımızı yeri geldi denek olarak kullandık. Bunu yaparken de eğiticileri, öğretmenleri dinlemedik. Oturduk masamızın başına kararı biz verdik, en iyisini biz biliyoruz dedik ve sonuçta da bugünkü tablo çıktı ortaya. 4+4+4 sistemi Parlamentoya geldiğinde bunun yanlış olduğunu, kalkınma planlarında olmadığını, eğitim şuralarında görüşülmediğini, Bakanlar Kurulunda görüşülmediğini, Milli Eğitim Bakanlığında görüşülmediğini, 5 milletvekilinin imzasıyla bu teklifin verildiğini, 5 milletvekilinden hiçbirinin  eğitimci olmadığını söyledik… Ama az önce sizin de ifade ettiğiniz gibi; bir nesil de gitse, iki nesil de gitse biz bunu uygulayacağız anlayışı, dayatma kültürü egemen oldu. Akşam bu konuya bakarken o yasa teklifini tekrar çıkardım. Yasa teklifi bu, 5 imza var altında, 5 grup başkanvekili hiçbiri eğitimci değil. Avukat var, siyasal bilgilerden maliyeci, sanayici var, yine bir maliyeci var, ilahiyatçı var ve avukat var. Hiçbiri eğitimci değil. Dolayısıyla bugünkü tablo hepimizin yüreğini burkan bir tablo.” dedi.

Genel Başkanımızın konuşmasından sonra Millet İttifakı bileşenlerden İyi Parti’nin Eğitim Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Dr. Şenol Sunat, İyi Parti’nin eğitim ve eğitim sorunlarıyla ilgili düşüncelerini paylaşmıştır.

New York Üniversitesinden Prof. Dr. Selçuk Şirin dünyayı yakalamak için “İkinci Yüzyılda Yeniden Eğitim Yeniden Reform” başlıklı bir sunum yapmıştır.

Çalıştayımızda katılımcı örgütlerin temsilcileri de ayrıca söz alarak görüş ve önerilerini çalıştayımızın katılımcılarına sunmuşlardır. Çalıştayımızın öğleden sonraki çalışmalarında ise önceden ilgi alanlarına göre davet edilen akademisyenler, eğitim örgütleri temsilcileri, eğitim yazarları, öğrenci temsilcileri, öğrenci veli dernekleri ve okul aile birliği üyelerden oluşan komisyonlarımız çalışmalarına geçmiştir.

İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı” başlıklı çalıştayımızda;

Eğitim Hakkı Açısından Temel Eğitim” komisyonumuzun başkanlığını Ankara Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Meral Uysal,

“Eğitim Hakkı Açısından Mesleki Teknik Eğitim” komisyonunun başkanlığını Hacettepe üniversiteden Prof. Dr. Hasan Hüseyin Aksoy,

İkinci Yüzyılda Öğretmenlik Mesleği” komisyon başkanlığını Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Soner Yıldırım,

İkinci Yüzyılda Yükseköğretim ve İstihdam Politikaları” komisyon başkanlığını ise Çukurova Üniversitesinden Prof. Dr. Adnan Gümüş gerçekleştirmiştir.

Komisyonlarımıza tanınan süre içinde üzerinde uzlaştıkları görüş ve önerileri “Kısa Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyumuzun dikkatine sunuyoruz.

İKİNCİ YÜZYILDA ÖĞRETMENLİK MESLEĞİ
Komisyonumuz görüş ve önerilerini “Öğretmen adaylarının seçimi, eğitimi ve öğretmenlik mesleği başlığı altında toplamıştır. Çözüm Önerileri
Öğretmen adaylarının seçimi:
1. Öğretmen ihtiyacı önceden belirlenmeli ve bu ihtiyacın karşılanması için gerekli planlama yapılmalıdır.
2. Öğretmen Liselerinin tekrar açılması ve bu Lise mezunlarının üniversite giriş sınavlarında avantajlı kılınması sağlanmalı ve öğretmenlik mesleğine ilgi teşvik edilmelidir.
3. Eğitim Bilimleri Fakültesi yeniden güçlendirilmeli ve köklü üniversitelerde Eğitim Bilimleri Fakülteleri açılmalıdır. Diğer eğitim fakültelerinin bazıları ise bölgesel olarak birleştirilmelidir.
4. Atanmayan öğretmen sorunun aşılması, öğretmenlerin istihdamının sağlanması için fakültelere alınan öğrenci sayılarının belirli bir plan doğrultusunda azaltılması yoluna gidilmelidir.
5. Öğretmenlik mesleğine yatkın olmayan öğrencilerin 3. sınıftan başlayarak başka fakültelere geçmesine izin verilmelidir.
Öğretmen Adaylarının Eğitimi:
1. Öğretim Teknolojileri yeterlilikleri bütün öğretmen adaylarına kazandırılmalıdır.
2. Öğretmenlik profesyonel bir meslektir ve öğretmen yetiştirme Eğitim Fakültelerinin görevi olmalıdır “pedagojik formasyon” kursları kesinlikle kaldırılmalıdır.
3. Eğitim Fakültelerinin fiziksel koşulları iyileştirilmelidir.
4. Öğretmenlerin kültürel okuryazarlığının geliştirilmesi için eğitim fakültesi programlarında kültür, sanat ve spor derslerinin verilmesi, öğretmenliğin entelektüel bir meslek olduğunun vurgulanması gerekir.
5. Öğretmen adayının okul ortamını her yönüyle tanıması ve deneyimlemesi (yaparak yaşayarak öğrenmesi) için programlarda 2. sınıftan başlamak kaydıyla her yıl 1 ders olmak üzere 3 uygulama dersi yer almalıdır. Ayrıca programlar kapsamında okutulan öbür derslerde de kuram ve uygulamanın dengeli yer alması sağlanmalıdır.
6. Öğretmen adaylarının; eğitimin politika, ekonomi, sosyoloji, kültür, gibi alanlar ile bağını kurabilmeleri amacıyla öğretmen eğitimi programlarında Eğitim Sosyolojisi, Eğitim Felsefesi, Eğitimin Güncel Sorunları, Çok Kültürlü Eğitim, Eleştirel Pedagoji, vb. başlıklı dersler yer almalı bu derslerin içerikleri öğretmen adaylarının entelektüel gelişimine uygun olacak biçimde düzenlenmelidir.
7. Öğretmen yetiştirme programlarında mutlaka cinsel sağlık eğitimi yer almalıdır.
8. Öğretmenlerin hizmetiçi eğitimi daha etkili hale getirilmelidir. Hizmet İçi Eğitim Enstitüsü bağımsız bir enstitü haline getirilmeli ve bölgelerdeki şubeleri de eğitim-araştırma uygulama merkezleri olacak biçimde yeniden düzenlenmelidir.

Öğretmenlik Mesleği:
1. Öğretmenlik Meslek Yasası ILO – UNESCO ortak belgesi olan Öğretmen Statüsü Tavsiye Kararı doğrultusunda tüm eğitim paydaşlarının katılımıyla hazırlanmalıdır.
2. Öğretmenlik mesleğinin statüsünün geliştirilmesi için gerekli çalışmalar yapılmalıdır.
3. Ücretli ve sözleşmeli öğretmenlik uygulamasına son verilerek tüm öğretmenlerin kadrolu olarak istihdam edilmesi sağlanmalıdır.
4. Öğretmenlere yönelik mevcut kariyer sistemi kaldırılarak, öğretmenlerin eğitim bilimlerinin farklı alanlarında akademik kariyer yapmasını sağlayacak yeni bir kariyer modeli getirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN TEMEL EĞİTİM

Çözüm Önerileri
1. Devlet bilimsel, laik, nitelikli, kesintisiz temel eğitimi tüm yurttaşlarına eşit sağlamakla yükümlüdür. Eğitim hakkı fırsat eşitliği politikaları ile sınırlandırılamaz. Temel eğitimde okullaşma ile ilgili veriler dezavantajlı toplum kesimlerinin (Çalışmak durumunda kalan, cezaevinde yaşamak durumunda olan, ıslah evinde kalan, geçici koruma altında olan çocuklar, çatışma yoğunluklu bölgelerde yaşayan, özel gereksinimli çocuklar, kız çocukları, ana dili Türkçe olmayan çocuklar, Roman çocukları…vd. eğitime erişim sorununun yalnızca eğitimsel yaklaşımlarla çözülemeyeceğini ortaya koymakta, eğitimsel çözümlerin sosyal politika önlemleri ile bütünleştirilmesini gerektirmektedir. Bu çözümlerin üretilmesi anne-babaların eğitime yönelik duyarlılıklarını geliştirmeyi amaçlayan yetişkin eğitimi programlarını da kapsayacak biçimde, pozitif ayrımcı, daha fazla kamu kaynağı ayıran bir yaklaşımla ele alınmalıdır. Sosyal devlet yaklaşımının da gereği budur. Temel eğitimin her düzeyinde yüzde yüz okullaşmayı sağlayacak sosyal politikalar geliştirilmelidir.

2. 2012 yılında uygulamaya konan 4+4+4 eğitim sistemi ile eğitime erişim eşitsizliği artmıştır. Çocuk işçiliğini besleyen, çağ nüfusu öğrencileri açık öğretime yönlendiren, kız çocuklarının erken evliliğe teşvik eden, eğitimin içeriğini dinsel referanslara göre biçimlendiren, eğitimde piyasalaşmanın önünü açan bir uygulama olarak 4+4+4 dayatması eğitim hakkının önündeki engellerden biridir. Eğitimden kopuşların ilköğretimin 2. aşamasında yoğunlaştığı göz önünde bulundurulduğunda bu uygulama ile fiilen gerçekleşen zorunlu eğitim süresi 5 yılın altına çekilmiştir. 4+4+4 şeklindeki uygulama asla devam etmemelidir.

3. Okul öncesi eğitimde okullaşma oranlarının düşük olmasının temel nedeni bu alanın büyük ölçüde piyasaya terk edilmesi ve özel okulların ücretlerinin de yüksek olmasıdır. Erken yaşlardan başlamak üzere kamusal, parasız okul öncesi eğitim olanakları sağlanmalıdır. Okul öncesi eğitimde yaşanan sorun yalnızca özelleşme ile ilgili değildir. Vakıf ve cemaatlerin sıbyan mektebi adı altında dini eğitimin verildiği okul öncesi eğitim kurumları açmasına izin verilmemelidir.

4. Çalışma durumunda kalan çocukların temel eğitim sorunlarının çözümünü hedefleyen politikaların ailelerin içinde bulunduğu yoksunluk ve yoksulluk koşullarının çocuklar üzerindeki olumsuz etkisini ortadan kaldırabilecek nitelikte ve kapsamda olması, pozitif ayrımcı politikaları içermesi, süreklilik taşıması, göstermelik olmaktan öteye gitmesi gerekmektedir. Görüldüğü gibi sorunun bir boyutu, eğitim politikaları ile ilgili iken öbür boyutu da sosyal devlet anlayışının bir gereği olarak bu toplum kesimleri için daha çok kaynak ayıracak hükümet politikaları ile ilgilidir.

5. Özel gereksinimli çocuklar için yeterli nitelikte ve nicelikte kamu eğitimi hizmeti sağlanmalı, bu kesime yönelik hizmetler bilgi ve deneyime sahip alanın uzmanları ve öğretmenleri tarafından yürütülmeli, hizmetler MEB, sosyal hizmet kurumları ve yerel yönetimler ile işbirliği içinde aileye yönelik rehberlik ve destek hizmetlerini de kapsayacak biçimde ele alınmalıdır.

6. Üstün yetenekli çocukların ilkokuldan başlayarak saptanması için ilkokul öğretmenlerinin ve rehber öğretmenlerin hizmet içi eğitimi gerçekleştirilmeli, Rehberlik ve Araştırma Merkezlerinin fiziksel altyapı ve personel eksikliği sorunları giderilmeli, Bilim ve Sanat Merkezlerinin öğretmenlerin merkezin amaçlarına uygun nitelikte olmaları sağlanmalı ve bu merkezler aile rehberlik etkinliklerini de kapsayacak biçimde geliştirilmesi ve uygun fiziksel ortamlara kavuşturulması sağlanmalıdır.

7. Taşımalı eğitim yoluyla il ve ilçe merkezlerine öğrenci taşıma uygulamasından vazgeçilmelidir. Mevcut durumu ile taşımalı eğitimin maliyeti sanıldığı kadar düşük değildir. Kaldı ki eğitime erişim güçlüğü yaşayanları desteklemek sosyal devletin görevidir. Birleştirilmiş sınıf güçlenmeli, derslerde kullanılacak materyal desteği sağlanmalı ve yeterli sayıda lojman hizmeti sunulmalıdır. Türkiye’de atanamayan öğretmenler de göz önünde bulundurulduğunda artan nüfusun eğitim ihtiyaçlarını karşılayacak öğretmen kaynağı bulunmaktadır. Öte yandan taşımalı eğitimin gerekçesi olarak gösterilen birleştirilmiş sınıflar uygulaması öğretmen eğitimi ile çözülebilecek bir nitelik de taşımaktadır.

8. Nüfusun eğitim düzeyini yükseltmenin bir yolu tüm çocukların zorunlu eğitim süresini tamamlayacak şekilde, eğitim sürecine dâhil edilmesinden geçerken, diğer yolu yetişkinlerin eğitim eksikliklerinin tamamlanmasından geçmektedir. 4+4+4 modeli ile çağ nüfusu öğrencilerinin açık öğretime geçişlerinin yolu açılmıştır. Yapılan araştırmalar bir yetişkin eğitimi kurumu olması beklenen açık öğretim lisesinin öğrencilerinin büyük çoğunluğunun çağ nüfusu öğrencilerden oluştuğunu göstermektedir. Oysaki açık öğretim uygulamaları sosyal devlet anlayışının bir sonucu olarak örgün eğitim dışında kalan yetişkinlere eğitim fırsatı sağlamak için gündeme gelmiştir. Çağ nüfusu öğrencilerin açık öğretim lisesine geçişleri engellenmeli bu kurumlar birer yetişkin eğitimi kurumu durumuna getirilmelidir. Özellikle kadınlarda okuryazarlık sorununun sürdüğü göz önünde bulundurularak 1. Kademe ve 2. Kademe okuma-yazma kursları işlevsel hale getirilmeli, kadınların bu kurslara katılımını özendirici önlemler alınmalıdır.

9. MEB yetişkin nüfusun eğitim ihtiyaçlarını büyük ölçüde Halk Eğitimi Merkezleri kanalıyla yürütmektedir. Bugün il ve ilçe merkezlerinde 990 Halk Eğitimi Merkezi bulunmaktadır. Halk eğitimi merkezleri hobi kursları ağırlıklı olarak işlevlerini yerine getirmektedirler. Bu merkezler eğitim, üretim ve örgütlenme bütünlüğü içinde katılanların öğrenmesi, öğrendiklerini üretime çevirmesi ve ürettikleri ürünleri gelir getirici bir etkinliğe çevirecek biçimde örgütlenmesini sağlayacak yapıya kavuşturulmalıdır. Bu merkezlerde görev yapan yönetici, kadrolu öğretmen, usta öğreticilerin yetişkin eğitimi ile bilgi eksikliklerinin giderilmesi, örgün eğitim benzeri yapıdan kurtarılması sağlanmalıdır.

10. Pandemi sürecinde uzaktan eğitim yoluyla gerçekleştirilen eğitim uygulamalarındaki öğrenme kayıplarını telafi edecek programlar geliştirilmelidir.

EĞİTİM HAKKI AÇISINDAN  MESLEKİ TEKNİK EĞİTİM 

Çözüm Önerileri
Komisyonumuz Mesleki ve teknik eğitimi, temel eğitim hakkı açısından değerlendirerek görüş ve önerilerini oluşturmuştur. Buna göre;

1. Mesleki eğitim; eğitim sistemi içinde, temel eğitimin bütünselliği dikkate alınarak yeniden değerlendirilmeli ve çocuklarımızın temel eğitimden yararlanmalarını sekteye uğratacak uygulamalardan kaçınılmalıdır.
2. Mesleki eğitimin düşük eğitim düzeyi olarak algılanması, bütünlüklü olmayan yapısı sorgulanmalıdır.
3. Mesleki Teknik eğitimin çocukları daha fazla okuldan uzaklaştıran uygulamalarına son verilmelidir.
4. Zorunlu temel eğitimde akademik ve mesleki-teknik eğitim ayrımı ortadan kaldırılmalıdır.
5. Temel eğitim ve yaşam becerileri piyasa tahakkümünden kurtarılmalıdır.
6. Mesleki eğitimin mevcut durumuyla sürdürülmesi durumunda meslek lisesi mezunlarının güvenli, güvenceli çalışmalarını sağlayan istihdam politikaları izlenmelidir.
7- Mesleki ve Teknik Eğitimde açık bulunan kimi bölüm ve alanlar bugün geçerliliğini yitirmektedir. Teknolojik ve bilimsel gelişmelerin ışığında alan ve dallar güncellenmeli, yeni, çağın gereklerine uygun ve istihdam olanağı bulunan alan ve programlar açılmalıdır.
8- Staj uygulamaları ile ilgili uygulama güncellenmeli, öğrencilerin ucuz işgücü ya da çocuk işçi olmasına yol açacak uygulamalara son verilmeli, kendi gelişimlerine ve eğitim aldıkları alana uygun koşullarda staj yapmaları sağlanmalıdır. Staj uygulaması çocukların psikolojik, pedagojik ve mesleksel gelişimine katkıda bulunacak biçimde yapılandırılmalıdır.
9- Mesleki ve Teknik eğitim yöneticileri alandan gelen, yeterli yöneticilik eğitimini almış alan öğretmenlerinden seçilmelidir.
10- Mesleki ve teknik eğitim okullarının programları bölgelerin ihtiyaçları, özellikleri ve istihdam alanları göz önünde bulundurularak yapılandırılmalı, öğrencilerin zorunlu bırakıldıkları değil tercih ettikleri bütünlüklü bir eğitim programları uygulanmalıdır.
11- Mesleki ve Teknik eğitim kurumlarına öğretmen yetiştirme yeniden yapılandırılmalıdır. Nitelikli öğretmen yetiştirme politikaları yaşama geçirilmeli, Mesleki ve Teknik Eğitim Fakülteleri gerek duyulan ve istihdam sağlayabilecek alanlarda öğretmen yetiştirmek üzere, MEB ile koordinasyon (AS: eşgüdüm) sağlanarak bağımsız bölümler olarak açılmalıdır.

İKİNCİ YÜZYILDA YÜKSEKÖĞRETİM VE İSTİHDAM POLİTİKALARI  

Çözüm Önerileri

1. Üniversite fikrine uygun, üniversite tanımı yapılmalı; idari özerklik, mali özerklik ve bilimsel özgürlük üniversite fikrinin ayrılmaz parçası olarak tanımda yer almalıdır.
2. Yükseköğretim ve üniversitelerde kurumsal özerkliğin ayrılmaz parçası olarak ilgili bileşenlerden oluşan kurullar yönetimi esas olmalıdır. İdari özerkliğin sağlanmasının en geçerli yolu demokratik (bileşenlerce seçilmiş) kurullar yönetimdir. YÖK, ÜAK ve üniversiteler kurul yönetimi bile olamamıştır.

  • YÖK kaldırılmalı ve seçilmiş rektör veya seçilmiş üniversite temsilcileriyle oluşan eşgüdüm kurulu oluşturulmalıdır.

3. Rektörler, üniversite bileşenleri veya onların temsilcilerinden oluşan senato tarafından seçilmelidir ve geri çağrılabilmelidir. Birim temsilcileri de ilgili bileşenlerce seçilmelidir. Boğaziçi örneğinde, üniversite bileşenlerinin iradesine uyulmalıdır.
4. Mali özerklik sağlanmalıdır. Üniversiteler kamu kaynaklarıyla finanse edilmeli, bu kaynakların uygun kullanımı üniversitelerin yetkisinde olmalı, amaca uygun kullanımları ile ilgili şeffaflık, kamu denetimi ve hesap verebilirlik sağlanmalıdır.
5. Üniversitenin işlevleri, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Araştırma, öğretim ve toplumsal hizmet ve danışmanlıklar; araştırma, öğretim, kontenjanlar ve hizmet alanları ve bunların nasıl yürütüleceği meta değerine göre değil toplumsal ve evrensel ölçüt ve ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
6. Üniversitenin kapsamı, tanımına uygun ve evrensel ölçütlere göre belirlenmelidir. Meslek Yüksek Okullarının yükseköğretimle ve üniversitelerle bağları yeniden düzenlenmelidir.
7. Üniversiteler planlanmalıdır. Yeni üniversite, fakülte veya MYO açılması ilke ve ölçütlere bağlanmalıdır. Kuruluş yeri olarak ilçe veya şehir değil bölgesel öncelikler dikkate alınmalıdır. Ölçütleri karşılamayan mevcut üniversitelerin uygun dönüşümleri sağlanmalıdır.
8. “Özel-ticari yükseköğretim” üniversite fikri ve tanımıyla uzlaşmazdır. Vakıf üniversiteleri üniversite tanımına uygun hale taşınmalı, kamu hizmeti sürdürmelidir. Üniversite tanımına uymayan, ticarileşen vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır.
9. Üniversitenin yerel, toplumsal ve evrensel ihtiyaçlarla bağları kurulmalıdır. Araştırma alanları buna uygun belirlenmelidir.
10. Uluslararası ilişkiler, Bologna Süreci, AB, uluslararası standartlar ve diğer uluslararası ilişkiler üniversite tanımına, bilimsel özgürlüklere uygun şekilde geliştirilmelidir. Dışsal akreditasyon gibi kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlüklerle çelişen uygulamalar gözden geçirilmeli, üniversite tanım ve ölçütlerine uygun hale getirilmeli; üniversite fikriyle çelişen ilişki ve uygulamalardan vazgeçilmelidir.
11. Üniversitenin birincil işlevi olan araştırma ve araştırma alanları yerel, toplumsal ve evrensel ölçüt, ihtiyaç ve gelişmelere uygun şekilde planlanmalıdır. Araştırmacı ve öğretim elemanı yetiştirme üniversitenin asli işlevlerinden olup toplumsal ve evrensel dönüşümleri, bilimsel ve teknolojik gelişmeleri dikkate almalı, uzun erimli olarak planlanmalıdır. Araştırma alanlarıyla bağları kurulmalıdır.
12. Güvenceli çalışma; kurumsal özerkliğin ve kurullar yönetiminin ayrılmaz parçasıdır. Araştırma görevliliği dahil idari teknik tüm çalışanlar güvenceli çalışmalıdır. Çalışanlara yaşam koşullarına ve uzmanlıklarına uygun özlük hakları ve yeterli aylık sağlanmalıdır.
13. Üniversitelerde, atama ve yükselmelerde hak ve liyakat esas olmalıdır. Akademik yükselmeler nicel değil nitelikli ölçütlere bağlanmalıdır. Kadro hakkı olanların kadroya atanmaları bekletilmeksizin yapılmalıdır.
14. İdari ve teknik personelin üniversitenin bilimsel işlevleri ile bağları kurulmalı; atama, yükselme ve özlük hakları karşılanmalıdır.
15. Üniversite tanımı ve ölçütleriyle bağdaşmayan disiplin ve denetim anlayışından vazgeçilmeli, denetim bilimsel işlevlerin yerine getirilmesine yönelik olmalı, haksız şekilde KHK ve görevine son verilenler derhal iade edilmeli, atama veya yükselme süreçlerinde hak kaybına uğrayanların hakları karşılanmalı, haksızlığa yol açan sorumlulardan hesap sorulmalıdır.
16. Üniversitenin asli işlevlerinden öğretim işlevi, bilimsel ve evrensel ölçüt ve gelişmelere uygun nitelikli olarak sürdürülmelidir. Yükseköğretim ve üniversite programlarının ortaöğretimle, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelerle bağı kurulmalıdır. Programlar ve kontenjanlar bilimsel ölçüt ve toplumsal evrensel ihtiyaçlara göre belirlenmelidir.
Öğrenci kabulünde yarışmacı sınavlar değil, bilimsel ve pedagojik ilkelere uygun dayanışmacı ve geliştirici geçiş sistemi oluşturulmalıdır.
17. Öğrencilerin barınma, geçinme ve öğretim ihtiyaçları kamu tarafından ücretsiz karşılanmalıdır. Öğrencilerin sosyokültürel gelişimlerine uygun başta kütüphane ve sanat etkinlikleri olmak üzere her türlü koşul sağlanmalıdır.
18. Uzaktan, açıktan, ikincil, tezsiz gibi öğretim tür ve biçimlerinin üniversite tanımına ve nitelikli öğretime uygunluğu gözden geçirilmeli; bilimsel ve pedagojik ölçütlere uygun olmayan yöntemlerden vazgeçilmelidir.
19. Yükseköğretimde ülke ve evrensel koşullarla gelecek bağlantısı kurulmalı; her mezuna onur ve uzmanlığına uygun iş ve yaşam koşulları sağlanmalıdır.
20. Merak, araştırma, bilimsel eleştirel düşünme üniversite yaşamının ayrılmaz parçası olup dersler ve üniversite ortamı buna uygun hale getirilmelidir.
21. İnsan ve üniversite tanımıyla bağdaşmayan otoriter, baskıcı, disiplinci anlayıştan vazgeçilmeli, kampüsler yasaklar değil özgür kampüslere dönüştürülmelidir.
22. Bilim, araştırma, öğretim ve danışmanlık kurumları olan yükseköğretim ve üniversiteler her boyut ve evresiyle tanımında içerilen kurumsal özerklik ve bilimsel özgürlükleri esas tutmalı, toplumsal ve evrensel ihtiyaç ve gelişmelere göre planlanmalı, demokratik ve uygar bir ülke ve toplumun motoru haline getirilmelidir.

“İkinci Yüzyılda Eğitim Hakkı Çalıştayı”  tüm görüş ve öneriler değerlendirilerek basılı rapor haline getirilerek “Sonuç Bildirgesi” başlığıyla kamuoyu ile de paylaşılacaktır.

Divan Kurulu Üyeleri:
Yıldırım Kaya
CHP Ankara Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Grup Sözcüsü

Burcu Köksal
CHP Afyonkarahisar Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Suat Özcan
CHP Muğla Milletvekili
TBMM Milli Eğitim Kültür Gençlik ve Spor Komisyonu Üyesi

Dr. Sibel Özdemir
CHP İstanbul Milletvekili

Doç Dr. Ahmet Yıldız
Ankara üniversitesi

“SİYASİ CİNAYETLER…” Mİ?

Belki de, manşetlerde gerektiği büyüklükte yeralmadığı için, üzerinde biraz daha ayrıntılı durmayı hak eden bir demeç diye yazmak istedim bugün.

Bir grup gazetenin Ankara temsilcilerinden oluşan gazeteci heyetine verdiği ortak mülakatta, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, iktidarın siyasi ortamı gerginleştirme arzusu ve çabası içinde olduğunu anlatırken, bu konuda haklı bir kaygı duyduğunu ortaya koyuyor. Gazetecilerin, “Yani, biraz açar mısınız?” mealindeki sorusunu yanıtlarken de, “Siyasi cinayetler (cinayet değil cinayetler a.b.c.)” olasılığından söz ediyor.

Kılıçdaroğlu’nun bu endişeyi dile getirmesinin, başka bir deyişle siyasette son dönemde alışkın olmadığımız biçimde “kan dökülmesi” olasılığından söz etmesinin ciddiyetine binaen, önce o sözlerini tam olarak şuraya aktarmak istiyorum:

“Erdoğan gerilimi doruk noktasına çıkarıp seçime gitmek ister. Bu gerilimden olabildiğince uzak durmamız lazım. Milletvekili, il başkanlarına söylüyorum, sakin olacağız. İttifakı oluşturan diğer partiler de gerilim istemiyorlar. Eğer iş belli grupların ellerine silah alıp belli kişileri öldürme yoluna gitmezlerse bir gerilim olmaz. Umarım öyle bir tablo da Türkiye’de yaşanmaz. Siyasi cinayetler… Böyle kaygılarım var. Erdoğan  ‘Dur bakalım daha başınıza neler gelecek’ dedi. Devletin bütün güçleri elinde olan bir insan bunu söylüyorsa, çok tehlikeli bir cümle. Açıkça tehdit ediyor.”

Kılıçdaroğlu’nun hatırlattığı bu “Dur bakalım. Daha başınıza neler gelecek…” cümlesi, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Rize’de maruz kaldığı bir provokasyon sonrasında bizzat Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ağzından çıkmıştı. Herhangi bir siyasi partinin genel başkanı sıfatı ile ya da “Rizeli Erdoğan” sıfatı ile söylenmiş olsa, belki “sıradan sorumsuz bir uyarı” veya “Benim memleketimde-mahallemde-tapulu arazimde dolaşma. Dolaşırsan sana tepki geliştirir hemşehrilerim” gibi bir söz olarak algılanabilir ve geçiştirilebilirdi.

Ama bunu “Yürütmenin Başı” hatta yürütmeyi temsil eden tek kişi söylediği zaman, hem Akşener’in, hem Kılıçdaroğlu’nun ya da başka muhalefet liderlerinin hem de sıradan vatandaşlar olarak herkesin kaygılanması için ciddi bir neden vardır. Öyle ya, Rize’de ya da başka bir yerde, sokaktan geçen biri, bir muhalif siyasetçiye ya da herhangi birine “Dur bakalım başına daha neler gelecek” diye bir tehdit savursa, insan karakola gidip şikayet etmek ister. “Tehdit” suçtur, çünkü. “Neymiş o başıma gelecek olan?” diye sorma hakkı doğar, karakolda da “Neymiş o başına getireceğin?” diye sorarlar adama.

Haydi daha da ileri götüreyim örneği.

Biri kalkıp, herhangi bir ortamda Cumhurbaşkanı’na hitaben “Dur bakalım. Daha başına neler gelecek?” dese ne olurdu? Anında (haklı olarak) “Darbeci” damgasını yer, anasından emdiği süt de fitil fitil “her tarafından” getirilirdi.

Demokratik siyasi ortamın sükunetini, nezahatini ve sulhünü korumak isteyen hiçbir siyasetçi bu sözleri etmez. Etmemelidir.

Şimdi gelelim, bu sözlerin ardından ve hatta öncesinde de neler yaşandığına.

Türkiye’nin dört bir yanında, en ufak bir hak arayışına kalkan, en ufak bir hoşnutsuzluk ifade etmeye kalkan insanlar, öğrencisi, işçisi, memuru, emeklisi, öğretmeni, doktoru, avukatı, devletin şiddetle mukabelesine maruz kalmıyor mu? Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakları sürekli, üstelik de şiddet kullanılarak ihlal edilmiyor mu? Buna rağmen eyleme kalkışanlar, bizzat iktidarın en üst düzey sözcüleri (misal: İçişleri Bakanı) tarafından açıkça “terörist, terör örgütü mensubu hatta açık açık örgüt ismi verilerek filanca örgüt üyesi” diye suçlanmıyor mu?

Türkiye’nin dört bir yanında, durup dururken, gazeteci, siyasetçi, aydın, yorumcu, öğretim üyesi vb. insanlar sırf iktidarı ya da iktidar mensubu partileri eleştirdikleri için azgın magandaların sopalı, yumruklu, muştalı saldırısına uğramıyor mu?

Bunu daha da ileri götürüp, bir siyasi partinin (HDP) İzmir İl Başkanlığı silahlı bir terörist tarafından basılıp da bir kadın öldürülmedi mi? Hatta, olaydan sonra “Canım zaten o parti terörist değil mi? Ölen de herhalde onlardan biriydi…” diye dehşet verici bir söylem geliştirilmedi mi?

Bu eylemlere kalkışanlar, (cinayet işleyen hariç) karakolların arka kapısında da değil, ön kapısından ellerini kollarını sallayarak çıkıp gitmediler mi? Tam tersine, mağdurlar adeta “hak etmişçesine” suçlanan bir dil kullanılmadı mı?

Bu ülkede bizzat Ana Muhalefet lideri (Çubuk’ta) yüzlerce azgın linççi terörist tarafından öldürülmeye çalışılmadı mı? Ve bu linç güruhu halen ellerini kollarını sallayarak dolaşmıyor mu? Ağır Ceza Mahkemesi yerine Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargı(lanır gibi) yapılmıyor mu?

Eski davalar ısıtılıp ısıtılıp yeniden açılıp, eski davaların (FETÖ’cü) kumpasa kurban gitmiş mağdurları tekrar hapse atılmıyor mu? Ya da yeniden (üstelik FETÖ’cü savcı ve hakimlerin artığı iddianame ve dosyalarla) açılan davalarda mahkum edilmek için çırpınış içinde görünmüyor mu iktidar?

Özetle, ağzını her açana devlet tüm gücü ile, yargısı ile, güvenlik kuvvetleri ile, ya da bindirilmiş ve iktidarın “sırt sıvazlamasına mazhar” maganda çeteleri aracılığı ile saldırı olmuyor mu?

Bütün bunları alt alta topladığınızda, üzerine bir de Büyükada’da yaşandığı üzere “Yavuz hırsız ev sahibini bastırır hesabı” hukuksuzluğu gidermeye çalışanların üzerine polis gücünün gönderilmesi de eklenince, insanın kaygı duyması için yeterli neden yok mu?

Ama Kılıçdaroğlu’nun bugünkü pek çok gazeteye yansıyan (çok sayıda gazeteciye topluca söylediği için ilave bir teyit de gerektirmeyen) demeci, meselenin bizim sandığımızdan da vahim olduğunu gösteriyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “siyasi cinayet” de değil, “Siyasi cinayetler” diyor. Endişesi o boyutta. Yani adeta 1970’lerde veya 90’lardaki gibi, peşpeşe “siyasi nitelikli cinayetler” işlenmesinden daha doğrusu “işletilmesinden” endişesini dillendiriyor.

Bu yolla da, belki de iktidarın “kanlı bir ortam oluşması”nı arzuladığını, o ortamı da, belki de seçimin ertelenmesi, ötelenmesi, ya da en azından halk iradesinin sandığa sağlıklı olarak yansımayacağı bir korku ikliminin hakim olmasını arzuladığını ima ediyor.

Çok vahim.

Göründüğünden de vahim bir endişe ve olasılık.

Bu endişe, eğer devlet protokolünde en tepelerde bulunan ve “Anayasal bir konum” sayılan Ana Muhalefet liderinden geliyorsa, ben durur uzun uzun düşünürüm. Çünkü Ana Muhalefet lideri, iyi kötü bizlerden çok daha fazla ve daha derin istihbari bilgilere erişimi olduğunu varsaydığımız bir siyasetçidir. En azından siyasi kulisleri ve havayı daha “yakından” koklayan birisidir.

Dikkate alınmalı.

Bir an önce de hem Kılıçdaroğlu’nun ve hepimizin endişelerini giderici, kesin olarak giderici söylem ve eylemler geliştirilmelidir. Bunu yapabilecekleri bir potansiyel var mıdır?

Ben karamsarım.

Halk ozanı Hozatlı Ahmet Yurt Dede yaşamını yitirdi

Anadolu’nun Kayıp Şarkıları albümünde ‘Eşrefoğlu’ parçasını seslendiren Hozatlı Ahmet Yurt Dede yaşamını yitirdi

Tuncelili halk ozanlarından Hozatlı Ahmet Yurt Dede yaşamını yitirdi.
Hozatlı Ahmet Yurt Dede, Kalan Müzik’in geçen ay vefat eden kurucusu Hasan Saltık’ın da amcasıydı.

Hozatlı Ahmet Yurt Dede’nin eşi Fethiye Yurt 2 hafta önce yaşamını yitirmişti.

Sarı Saltık Ocağı Pirlerinden Ahmet Yurt Dede, bugün Hozat Cemevi’nden Hakka uğurlandı
(https://www.tum-haberler.com/haber/ahmet-yurt-dede-hakka-ugurlandi-18273, 09.07.2021)

Yaşa bağlı sağlık sorunları nedeniyle bir süredir sağaltım (tedavi) gören Ahmet Yurt Dede, dün gece saatlerinde yaşamını yitirdi. Bu gün Hozat Cemevinde düzenlenen cenaze töreniyle ilçedeki aile mezarlığına defnedildi. Cenazeye, Tunceli Valisi Mehmet Ali Özkan, kurum amirleri ve vatandaşlar katıldı.
***
KÜLTÜR BAKANLIĞI TAZİYE İLETİSİ YAYINLADI

Tuncelili Alevi Dedelerinden Hozatlı Ahmet Yurt, 87 yaşında vefat etti. Ahmet Dede için Kültür ve Turizm Bakanlığı taziye mesajı yayınladı. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın resmi sosyal medya hesabından yapılan paylaşımda “Halk ozanlarımızdan Hozatlı Ahmet Yurt Dede’nin vefatını üzüntüyle öğrendik. Ailesine, yakınlarına ve tüm sevenlerine sabırlar diliyoruz” denildi.

Kemal Kılıçdaroğlu ve Meral Akşener de başsağlığı iletisi yayınladılar.

HOZATLI AHMET YURT DEDE KİMDİR ?

1934 tarihinde Tunceli’nin Ovacık İlçesi’nin Güneykonak (Eski ismi Çakperi) köyünde doğdu.

Okuduğu deyişlerle Alevi inancını tüm dünyaya tanıtan bir kültür ataşesi olarak da bilinen Ahmet Yurt Dede uzun zamandır Hozat’da yaşıyordu.

ALEVİ OCAKLARINDAN SARI SALTIK OCAĞI MENSUBUYDU

Sevilen Halk Ozanı Ahmet Yurt, Sarı Saltık Ocağı mensubuydu. Anadolu’nun Kayıp Şarkıları albümünde “Eşrefoğlu” şarkısını seslendiren Hozatlı Ahmet Dede, geniş kitlelerce tanınmıştı. Yurt’un 600’ün üzerinde şiir ve deyişi bulunuyor.
(cumhuriyet.com.tr  ve basın 08 Temmuz 2021)
=========================================

Dostlar,

Can akrabamız Ahmet Yurt dedemizi de Hakka uğurladık..
Önceki ay Hasan Saltık‘ı..
Daha dün, Emre Saltık‘ı..
Kurşun mu döksek (!)…
***
Kişisel arşivimizden birkaç paylaşım…
14 Mayıs 2009, Ankara – Batıkent Cemevi, Cem’i yürütürken… yakaladığımız 3 kare..


İnsanın içini yakan deyişlerinden birkaçını izlemek için..

https://www.youtube.com/watch?v=u6-U7q7GDZA

https://www.youtube.com/watch?v=DXqog9hzHDM

https://www.youtube.com/watch?v=c7UAP2KCcnQ

https://www.youtube.com/watch?v=-6ta9njqF98

Sevgi ve saygı ile. 09 Temmuz 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Salgın Önerileri Mektubu..

Sayın

           Kemal Kılıçdaroğlu
           CHP Genel Başkanı

Konu: Pandemi sürecinde alınabilecek önlemler konusunda öneri hk.

1-Mart/2020 tarihinde başlayarak ülkemizde de ortaya çıkan Koronavirüs salgınının halen ivme kazanarak devam ettiği; günlük açıklanan/açıklanması uygun görülen vaka sayısının son olarak 42.308, ölen kişi sayısının da 179’a ulaştığı görülmektedir.

Salgın hastalık ülkemizin ekonomisi ve topumsal yaşamını derinden etkilemiş, etkilemeye devam etmektedir.

  • İktidarın salgını yönetemediği de bilinmektedir.

Salgının mevcut durumu ve salgınla mücadele için alınması gereken önlemleri konusunda halkımız yeterli / güvenilir bilgilere sahip değildir. Bu durum; salgınla mücadele işlerini  de olumsuz etkilemektedir.

Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu; üstlendiği konumun gereği yapması beklenen görevlerini yerine getirememektedir. Bilim Kurulunca karara bağlanmış ve halkımıza doğrudan açıklanmış bir kararı yoktur.

Bilim kurulu üyelerinin sıklıkla TV ekranlarına çıktıkları, duruma göre, çoğu bilime dayanmayan kişisel görüşlerini açıklama, tanınır olma çabası / gayreti/yarışı içinde hareket ettikleri anlaşılmaktadır.

Güvenilir / saygın bilim adamları, Türk Tabipleri Birliği ve muhalefete mensup siyasi parti yetkililerinin salgın hastalık ve hastalıkla mücadele edilmesi konusunda yaptıkları açıklamalar; sistematik olmaması, çoğunlukla kişisel görüşleri içermeleri, erişim konularında karşılaştıkları güçlükler nedeniyle halkımız üzerinde arzu edilen etkiyi sağlamaktan uzak kalmaktadır.

2-Yaşamsal önemdeki salgının ( ne yazık ki ) azımsanmayacak bir süre daha devam edeceği, mevcut iktidarın yönetme güç / yeteneğini yitirmiş olduğu, salgının halkımız üzerindeki olumsuz etkilerinin gün geçtikçe arttığı / artacak olduğu açıktır.

Bu yüzden konuya çok daha fazla önem verilmesi gerekmektedir.

Salgın hastalığın mevcut durumu ve alınması gereken önlemler konusunda halkımız düzenli olarak (belirli aralıklarla) bilgilendirilmeli, doğru / gerçek bilgilerin halkımıza iletilmesi, halkımızın aydınlatılması sağlanmalıdır.

Salgın hastalık ortamında ne yapacağı, kime inanacağı konularında duraksama yaşayan halkımıza; bu koşullar altında bile çaresiz / yalnız olmadıklarını, bu sorunlara ve çözümlerine CHP’nin  hazır / istekli olduğunun vurgulanması, böylelikle iktidara yürümekte olduğunun daha etkili olarak gösterilmesinde yarar vardır.

Bu bağlamda konu ile ilgili olarak;

a)- Acilen bir pandemi çalıştayı düzenlenmesi;

b)-Halk Sağlığı, Enfeksiyon Hastalıkları, Mikrobiyoloji vb. ilgili alanların tıp bilimcileri akademisyenlerinden, tıp meslek örgütleri temsilcilerinden oluşan “seçenek pandemi bilim kurulu” oluşturulması; kurul üyelerinin belirli aralıklarla toplanmaları, karar almaları ve açıklamaları için zemin hazırlanması, bu konularda kendilerine her türlü kolaylığın gösterilmesi;

c)- Alınan kararların CHP belediyeleri aracılığıyla uygulamaya sokulmasının;

Uygun olacağı değerlendirilmektedir.

Bilgilerinize arz.

Saygılarımla. 03 Nisan 2021

Mahmut ESEN
Mülkiye Başmüfettişi
(Em.)