Etiket arşivi: Karşı Devrim

Merdan Yanardağ: İslamo-faşizm

Emre Kongar
Emre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
09 Temmuz 2023, Cumhuriyet

 

İSLAMO-FAŞİZM, Merdan Yanardağ’ın Kırmızı Kedi Yayınevi tarafından yayımlanan son kitabının adı… Aynı zamanda, üç kez hapse girmesinin tarihsel, siyasal ve ideolojik nedenlerinin de bir özeti denilebilir.
***
Merdan Yanardağ da Ergenekon, Balyoz, ODATV, Casusluk davaları mahkûmları, Osman Kavala, Selahattin Demirtaş, Gezi Direnişi mağdurları, 28 Şubat mahpusları, hapisteki yaşlılar, hastalar, bebekler ve çocuklar gibi Birinci ve İkinci Silivri Trajedilerinin simgelerinden biri durumuna geldi.

AKP Milletvekili Galip Ensarioğlu’nun terör örgütü liderini mukayeseli olarak övmesi üzerinden yaptığı eleştiri ve değerlendirmeler yüzünden, yaptığının tam tersi iddia edilerek “terör örgütünü övmek” suçlamasıyla hapse atıldı.

Yalnızca haksız ve hukuksuz değil, aynı zamanda akıldışı ve mantıksız da olan bu suçlama ve karar hiç kuşkusuz Merdan Yanardağ’ı da aşan bir rejim sorunu.

İşte Yanardağ’ın son kitabı, O’nu hapse atan bu rejimi, tarihsel, toplumbilimsel, siyasal ve ideolojik olarak irdeliyor.
***
Şu satırlar, 14 ve 28 Mayıs 2023 seçimleri öncesi yazılmış olmakla birlikte, belki de seçimlerin neden demokratik güçlerin yenilgisiyle sonuçlandığı konusunda doğru bir çözümleme içeriyor:

  • “Ayrıca bilinmelidir ki Türkiye’nin ilerici, Cumhuriyetçi, demokratik, yurtsever ve sol güçleri topluma, ulusa güven verecek bir seçeneği geliştiremez ise, faşist bir karakter kazanmış tarihsel gericiliğin bir kez daha kazanması kimseyi şaşırtmamalıdır.
  • Toplumların tarihi böyle trajik deneyimlerle doludur. Çünkü çok boyutlu ve çok katlı kriz dönemeçleri her zaman ilerici ve demokratik çözümler üretmez, daha koyu bir gericilikle de sonuçlanabilir.
  • Bu nedenle, ilerici ve demokratik güçler bakımından böyle kriz dönemlerinde, siyasal mücadeleyi zamanın maddesine ve ruhuna uygun düşen doğru program ve taleplerle sürdürmek; dahası, titizlik, kararlılık ve cesaretle yürütmek yaşamsal bir önem taşır.
  • Eğer tarihin çağrısına uygun doğru yanıtlar verilemez ve ilerici/demokratik bir çıkış yaşama geçirilemezse toplum gerici çözümlere razı olabilir.
  • Burada ‘gereğini yapmak’ deyimiyle ifade edilen şey şudur: Kötülüğü örgütleyip toplumsallaştırarak iktidara taşıyanlara karşı gerektiğinde kavga etmeyi göze almak demektir.
  • İslamo-faşizmi sokakta da durdurma cesaretine, siyasal kararlılığına ve önderlik bilincine sahip olmaktır.
  • Nedeni açıktır: Bir rejimin temelini tartışılamaz, eleştirilemez, sorgulanamaz ve itiraz edilemez ‘kutsal inançlar’ ve ilkeler oluşturmaya başlamışsa, orada demokrasi ve özgürlüklerden söz edilemez. İşte, İslamo-faşist hareketler ve iktidarlar da itiraz edilemez, sorgulanamaz ve tartışılamaz, diğer bir ifadeyle kendinden menkul ‘kutsal’ değerlere dayalı rejimler oluşturur.
  • Siyasal İslamcılık ve faşist ideolojinin, yani dincilik ile aşırı milliyetçilik ve şiddet kültürünün bir sentezi olarak tanımlanabilecek İslamo-faşist hareket, kutsallara dayalı bir siyaset kültürüne dayanır. Böylece, halkın geniş kesimlerinin genel kabullerine dayalı kutsal değerlerin istismarı üzerinden her türden siyasal itirazı bastırır.” (s.165)

***
Merdan Yanardağ’ın kitabı, Türkiye’de “Karşı Devrimin” tarihsel, siyasal ve ideolojik serüvenini anlatıyor. Bu serüven içinde, kendisinin haksız, hukuksuz, adaletsiz ve mantıksız tutukluluğunun öyküsü de elbette önemli ve ibret verici bir bölüm olarak yerini almıştır!

Önemli not: Değerli okurlarımdan kitap çalışmalarım için iki haftalık izin rica ediyorum.

CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’na açık mektup

Sayın Kemal Kılıçdaroğlu,
Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı,

Bu mektup, 2023 seçimlerinde Millet İttifakı’nın iktidara geleceği ümit ve dileği ile Eğitim Bilimleri Alanı, Eğitim Programları ve Öğretim Bilim Dalı Profesörü olarak bundan altı ay önce ilkini yazdığım ikinci mektubum.  (Dilerseniz 1. mektubuma SAYIN KEMAL KILIÇDAROĞLU’NA MEKTUP – dgozutok.org adresinden ulaşabilirsiniz.) Birinci mektuba siz, partili biri ya da bir danışmanınız yanıt vermedi. Okuduklarını, ne yazdığımı duyduklarını biliyorum. CHP milletvekili komşuma yüz yüze anlattım. Eğitim konularından sorumlu olmayan fakat eğitim konusunda çalışmalar yapan Mv. Yıldırım Kaya’ya da ilettim. Duymazdan geldiler. Belki de seçimin yitirileceği biliniyordu da eğitim konusunda önerdiğim hazırlık çalışmalarını yapmaya gerek duyulmadı. Bu mektubuma da yanıt alabileceğimi sanmıyorum. Tıpkı son 20 yıldır eğitimde yapılan bilim dışılığı yazdığım, basın açıklamaları yaptığım, sokak eylemlerinde demokratik kitle örgütleriyle birlikte haykırdığım sesimi AKP’nin umursamadığı gibi. Ben yine de tarihe not düşmek amacıyla yazıyorum, konuşuyorum, ülkeme olan borcumu ödemek için, bir Cumhuriyet kadını olarak elimden geleni yapmaya çalışıyorum.

Sayın Genel Başkan,

2005’te AKP’nin yaptığı bilime aykırı ilkokul programları ile ilgili “Milli Eğitim Çocuklara Ulusal Değerleri Kazandırmaktan Neden Vazgeçiyor?” konulu bir çözümleme (analiz) çalışması yapmıştım. Ulusal değerlere sahip çıkacağını düşünerek CHP’ye bilimsel bir çalışmayla teknik destek vermek istedim. Beni Parti’nin “Eğitimden Sorumlu” milletvekili Sn. Nesrin Baytok’a siz yönlendirdiniz. Nesrin hanım ve Prof. Dr. Nur Serter ile iki saat konuştuk. Çalışmayı beğendiklerini söylediler ancak bence yazdıklarımı hiç anlamadılar ve hiçbir şey yapmadılar. Çünkü eğitimden sorumlu MV, eğitimbilim alanını, ülkede eğitim konusunda yapılanları, AKP’nin amaçlarını bilmiyordu. Durumu size yazdım, o sıralar İ. Melih Gökçek dosyaları ile ilgileniyordunuz, siz de bana dönmediniz.

CHP yönetimine yeni gelmiştiniz. Çok ümitlenmiştik. 2010 Anayasa halkoylaması öncesi RTE, 38 yerde “Ben Büyük Ortadoğu Projesinin Eş Başkanıyım!” demişti, görüntülü kayıtlar vardı. E-postanıza bu kayıtları mitinglerde ekranlara yansıtmanızı önermiştim. Ciddiye almadınız. Halkoylamasının yitirilmesi ümitlerimizi kırmış, aklımıza ilk kuşkuyu düşürmüştü. Birçok  arkadaşımız CHP’den vazgeçerek o yıllarda Atatürk diyen, Ege’de Yunanistan’a terk edilen adalarımızla ilgili eylemler yapan, Ermeni Soykırımı suçlaması konusunda AİHM’nde dava kazanan, Silivri’de mücadele eden tek parti, Perinçek’in Vatan Partisi’nde çalışmaya başlamıştı.

O yıllarda biz eğitim dünyasında baskılar yaşar, Dekanlar sınıfa başörtülü (türbanlı!) girenlerin listesini vermemizi isterken, yalnızca iki gözü görünen, çarşaflı öğrencilerle ders yaparken, öğretmenlik uygulamasına götürdüğümüz öğrenciyi okul müdürleri yasa gereği okula almadığı için biz tehdit mektupları alıp mahkemelerde sürünürken siz, “Türkiye’de laiklik tehlikede değildir!” dediniz ve ümitlerimizi bir kez daha kırdınız.

Adalet yürüyüşünüz” hepimizi heyecanlandırdı, ümitlendirdi, peşinize takılıp yürüdük! İyi Parti’ye milletvekili vermek, Altılı Masa’yı kurmak (içinde büyük yanlışlar olsa da) çaresizlikten atılan olumlu adımlar gibiydi. Çok merak ediyorum; “2015’te iki seçim arası olanları söylersem adam içine çıkamazlar!” diyen Masa ortağınıza “Sahi ne olmuştu?” diye sordunuz mu? Sorsaydınız ve yanıt alsaydınız AKP’yi daha iyi tanıma fırsatı bulur, belki saldırılarına karşı önlemler alırdınız?

Sizi bürokratik hizmet yaşamınızdan tanıyanlar hakkınızda hep olumlu özellikler anlattılar. Demokrasi ilkelerini, bırakın yaşamayı, kuramsal olarak bile bilmeyen ülkemde bu özelliklerle  politika yapmaya mı çalıştınız acaba? En iyi niyetle politikaya nitelik getiririm mi sandınız?

Yıllardır iktidar olamamış CHP’nin hiçbir hatasının olmadığı konularda, Anayasasında “Laik” olduğu yazan ülkemde dinsel bir kavram olan “helalleşme”ye soyundunuz. Bir yanda “YÖK’ten başörtüsü yasağını ben kaldırdım!” (gerçekte Türban!) derken, örtülülerle helalleşme çelişkisini yaşadınız. Yetmezmiş gibi “baş bağı yasası” getirmeye kalkıp Adama “gol” fırsatı verdiniz. Bunların hepsi “iyi niyet” miydi acaba? Bu eyleminizin sonunun neye varacağını, kadın hakları ve laik rejim konusunda nelere mal olacağını yaşayıp göreceğiz.

Mayıs 2023 genel seçiminde Ülkeme zarar vermiş, zarar verdiği kanıtlanmış kişileri CHP listesinden milletvekili seçtirmeniz de bir iyi niyet miydi? Beni Sadullah Ergin’e oy vermek zorunda bıraktığınız için sizi asla bağışlamayacağım…

CHP’ye Genel Başkan olduğunuzdan beri Atatürk İlkelerini ve laikliği özümsemiş milletvekillerini dışlayıp yerlerine kimleri aldığınız, partiyi epey sağa kaydırdığınız, Atatürk düşmanlarını milletvekili yaptığınız vb. konuları çok yazıldı. Televizyon programlarına konu oldu. (Abdullatif Şener onlarca örnekten salt biri!)

AKP’nin yaptığı hukuksuzluklara karşı gelmediniz. RTE’nin diplomasının olmadığı, sahte diploma düzenlettiği kitaplara konu oldu, ama bu konu sizi hiç ilgilendirmedi nedense?! Üniversite diploması olmayan, sahte diploma düzenleten birinin Cumhurbaşkanı adayı bile olması anayasaya açıkça aykırıdır ve ana muhalefet partisi genel başkanı bu dayatmanın karşısında olmalıydı. Nitekim sahte diploma düzenleten, montaj iftira videosu da yaptırdı!

RTE’nin Başbakanlıktan ayrılmadan Cumhurbaşkanlığına aday olması… Devletin tüm olanakları ile muazzam seçim yatırımları yapmaları konusunda söylemden öteye gitmediniz.

Ekmelettin İhsanoğlu’nun aday gösterilmesi halen çözülemeyen bir bilmecedir ve hakkınızdaki kuşkuları iyice güçlendirmiştir. Bu konuyu açıklığa kavuşturmak zorundasınız. İhsanoğlu’na oy verdirdiğiniz seçmenlerinizden “sizin deyiminizle” helalleşmelisiniz.

Mühürsüz oyların kabul edilmesiyle “Atı alan Üsküdar’ı geçti!” söylemine, ciddi hesap yanlışlarına karşın ana muhalefet partisi başkanı olarak itaatiniz, Türk siyasal tarihine geçmiştir.

Anayasa’ya aykırı olmasına karşın YSK’nin de kabul etmesiyle RTE’nin 3. kez (ilk ikisi de diploma yokluğu nedeniyle Anayasa’ya apaçık aykırıydı…) Cumhurbaşkanı adayı olmasına “Mağduriyet yaratmasın. Biz O’nu sandıkta yeneceğiz!” demeniz-oyalamanız, son seçim sonuçları da gösterdi ki; ne yazık ki salt bir kara mizah olarak kaldı.

1946’dan beri sağ iktidarların din sömürüsüyle karşı devrim çabaları son 21 yılda tepe yapmıştır. Devletin, halkın kaynakları ile bir tasarım (proje) kapsamında yürütülen yıkım eylemlerine karşın, yurttaşların en az yarısı laik ve demokratik Türkiye Cumhuriyeti’ni sonsuza dek yaşatmaya kararlıdır.

  • CHP ve siz ayırdında olmayabilirsiniz ama,
    biz laik ve demokratik Türkiye’yi savunanlar, seçimi kazandık gerçekte!

RTE parayla oy satın alarak, T.C. vatandaşlığı dağıttığı Türkiye’de ya da kendi ülkesinde yaşayan iki buçuk milyon kişinin oylarıyla iktidarı yeniden gasp ve işgal etti. 2023 Seçimi için seçim yasası değişikliği, YSK’nin oluşumu, adayların belirlenmesi, Bakanların devlet olanaklarını sonuna dek hoyratça kullanarak propaganda yapması, cumhurbaşkanının halka para dağıtması, montaj iftira videolarıyla CHP’ye çamur atılması, TRT ve öbür basın-yayın araçlarının pervasız yanlılığı vb. nedenlerle

  • bu seçim meşruluğunu yitirmiştir.

Öncelikle ve kararlılıkla itiraz etmesi gereken ana muhalefet partisi, bütün bunları kabul etti. Kocasından şiddet gören kadının “kocamdır, döver de sever de” demesine mi benziyor?! Yoksa başka bir amaç mı var? Seçimlerde 1,5 milyona yakın yabancıya oy kullandırıldığını savlayan yeni kurulan Zafer Partisi bile, bu kabul edilemez yolsuzlukla ilgili suç duyurusu çalışmaları yapıyor, bu sorunu yargıya taşıyacağını söylüyor. Afganistan, Hindistan, Pakistan, Suriye ve çok sayıda Afrika ülkesinden yüz binlerce kişi yıllardır sınırlarımızdan askerlerimizin gözüne bakarak Türkiye’ye geliyor. İran kaynakları son bir ayda 20 bin Afgan’ın İran üzerinden Türkiye’ye girdiğini paylaşıyor. Bu bir demografik operasyon ve Ana Muhalefet Partisi izliyor.

Kırsaldan CHP’ye az oy çıkmasının nedeni oradaki insanların Cumhuriyet’i anlamamaları mı, özgürce oy vermelerinin çeşitli yollarla engellenmesi midir? Bu konunun bilimsel yöntemlerle araştırılması gerekir. Kırsalda yaşayanlar da mazota gelen zam nedeniyle üretemiyor, en temel gereksinimlerini karşılayamıyor, köy okulları kapatıldı, çocuğunu okutamıyor… Köy okulları, Devlet yurtları kapatıldığı için Cemaat yurtlarında, yatılı kuran kurslarında çocukları yandı!

Sağlıklı toplanan verilere bakmadan yorum yapılırsa, seçim yitirme nedeni salt MYK’ye bağlanırsa, yeni oluşturulan MYK’de Eğitim konusu gene savsaklanırsa (ihmal edilirse)

Türk eğitim sistemi yerle bir edilmişken, köklü üniversiteler çökertilip uyduruk vakıf üniversiteleri kurdurulurken, rektörler yandaşlarına diploma satarken, akrabalar üniversitelere atanırken, sınav soruları çalınırken, cemaat vakıfları özel öğretim kurumları açmışken, öğretim kadroları KHK ile atılmışken, MEB ile dinci vakıflar arasında sözleşmeler (protokoller) imzalanmışken, okullar cemaat maskeli dinci-gerici tarikatlara teslim edilmişken, okullara imamlar atanırken, milyonlarca çocuk eğitim hakkını kullanamazken, özel öğretim kurumları devlet kaynakları ile desteklenirken, Anayasa korumalı (md.174) Öğretim Birliği (Tevhid-i Tedrisat) Yasası çiğnenmekteyken… Atatürk’ün kurduğu CHP “Eğitim” konusunu yok sayarsa?

Sakarya Savaşı sürerken 15 Temmuz 1921’de cepheden gelerek “1. Maarif Kongresi”ni yöneten Mustafa Kemal Paşa,

  • Eğitimdir ki; bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı, yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder. demiştir.

 ***
Atatürk’ün kurduğu CHP ne yapmak istiyor?

Önceki yıllarda eğitimin bir bilim alanı olduğunu bilmeyen (öğretim üyesi / öğretmen olmak yeterli değil) üyelere eğitim konusunun teslim edilmesi ne yazık ki AKP’nin laik, ulusal eğitim sistemini yıkma çabalarına su taşımış, taşımaktadır.

Sayın Genel Başkan,

Ben; kamu üniversitelerinde 45 yıl öğrenci yetiştirmiş, yüksek lisans ve doktora tezleri yönetmiş, öğrencilere, demokratik kitle örgütlerine, MEB’e, kamu ve özel kurumlara akademik danışma hizmeti vermiş, (Sayın Öymen başkanlığındaki CHP’de üye eğitimleri yapmış) bilimsel araştırmalar yapmış, ulusal ve uluslararası yürütülen projelerde çalışmış, bilim alanında kitaplar yazmış “Eğitim Programları ve  Öğretim” bilim alanı uzmanı Profesör F. Dilek Gözütok olarak;

Altı ay önce yazdığım mektupta iktidara geleceğinizi ümit ederek size bilim, sanat ve spor alanları uzmanları, program geliştirme uzmanları, eğitim psikologları, psikolojik danışma ve rehberlik uzmanları, eğitimde ölçme ve değerlendirme uzmanları, her basamak ve alandan öğretmenlerin oluşturduğu büyük bir takım (ekip) kurulmasını, bu uzmanların programları yenileme / güncelleme, kitapları iyileştirme çalışmaları yapmalarını önermiştim. Yetişmesine katkıda bulunduğum akademisyenlerden “Yaparız Hocam!” sözü almıştım. Adına “Demokratik Eğitime Geçiş” ya da “Milli Eğitim Yoluyla Türkiye’yi Çağdaşlaştırma ve Yurttaşları Demokratikleştirme Atılımı” veya uygun görülecek başka bir başlıkla Eğitim Seferberliği başlatılması gerektiğini belirtmiştim. Mektubumu okuyup okumadığınızı bile bilmiyorum.

Ben, kızların okumasına karşı olan tutucu (muhafazakâr) bir babanın ilk üçünü küçük yaşta evlendirdiği 4. kızıyım. Babamdan habersiz girdiğim sınavları kazandım ve bu ülke beni Atatürk’ün kurdurduğu parasız yatılı Kız Teknik Yüksek Öğretmen Okulunda okuttu. Vatanıma olan borcumu ödemek için gücümün yettiğince,

  • kanımın son damlasına dek Atatürk ilkelerinin yaşatılması konusunda çalışacağım.

Selâmlar. 18 Haziran 2023, Ankara

Prof. Dr. F. Dilek Gözütok
Ankara Üniversitesi Eğitim Fakültesi
Emekli Öğretim Üyesi

Neden laiklik mücadelesi?

GÜNCEL18.09.2022, BİRGÜN

Deyim uygunsa, bir “kader” seçimine doğru giden Türkiye, tarihsel bir kavşakta duruyor. Ülke, ya insanlığın ilerici birikimini içererek geleceğini yeniden kuracak ya da bir önceki çağın değerler dünyasına iade edilecek. Başka bir anlatımla, ya karşı devrim saldırısı yenilgiye uğratılacak ya da toplum İslam dünyasının uzayan Ortaçağı’na teslim olarak sonu belirsiz karanlık bir yola girecek. Önümüzdeki 2023 cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinin tarihsel ve siyasal anlamı budur.

Bu çatışma ekseni kavranmadan, toplumsal güçler buna göre konumlanmadan Türkiye’de gerçek anlamda siyaset yapmak ve ülkenin kaderinde rol oynamak mümkün değildir. Bugün iki güç, iki çizgi arasında bir tarihsel hesaplaşma mücadelesi sürüyor. Bu çatışma ekseninin belirleyici ve anahtar kavramı laikliktir. Demokratikleşmenin de emek mücadelesinin de önkoşulu ve üzerinde yükseleceği zemin laikliktir. Hem de “özgürlükçü laiklik” gibi, bu kavramı sulandıran liberal öneklere itibar etmeyen bir laiklik mücadelesi olmalıdır.

Sol ve ilerici güçler bakımından geniş toplum kesimleriyle buluşmanın, kitleselleşmenin ve gerçek anlamda bir siyasal güç olmanın yolu da bu gerçeği kavramaktan, yani laiklik mücadelesinin önemini, tarihsel anlamını anlamaktan geçiyor. Çünkü bu mücadele, sosyalist solu, toplumsal muhalefet alanının en büyük gücü olan Cumhuriyetçilerle ya da Cumhuriyetçi solla buluşturacak tek yoldur. Sosyalizmi yeniden ayakları bu ülkeye basan bir ideolojik-siyasal güç yapacak anlayış da budur.

Neden laiklik mücadelesi?SOL Parti, ‘Devrimci Demokratik Cumhuriyet’ mitinglerinde laiklik vurgusu yapmıştı. (Fotoğraf: BirGün)
***
Laiklik için amasız, fakatsız ve sulandırılmamış bir mücadeleyi esas almayan sol, sosyalist, devrimci, halkçı, demokratik hiçbir hareketin etkili olma, ciddiye alınacak bir güç haline gelme şansı yoktur. Çünkü günümüzde sınıfsal mücadele eksenini laiklik, yani emekçilerin aklının ve vicdanının özgürleştirilmesi için verilen kavga oluşturmaktadır. Diğer bir ifadeyle (başka bir anlatımla), bugün sınıf mücadelesi, ideolojik-kültürel bir dolayım üzerinden yürümektedir. İslamcı hareketin 20 yıldır bu alanda etkinlik kurarak mevzi kazandığı unutulmamalıdır.

Özellikle CHP yönetiminin, “aman bizi din düşmanı sanmasınlar” yaklaşımı ve Cumhuriyet’in değerlerini ve kazanımlarını savunmak konusundaki tereddüdünün (çekincesinin) bedeli ağır oldu. Osmanlıcılık karşısında, Cumhuriyet sahipsiz kaldı. Daha önemlisi, “vesayet rejimini yıkmak” için İslamcılarla siyasal ittifak oluşturan liberallerin ve Kürt hareketinin laiklik mücadelesini önemsizleştiren tutumunun, dinci-faşizan bir totaliter rejim kurulmasına büyük katkısı oldu. Liberallerin, “dinsel kısıtlama ya da yasakları bile birer demokratik hak” olarak görme tutumunu da bu bahiste unutmamak gerekli.

Dolayısıyla, ideolojik mücadele alanı ihmal edilir, laiklik kavgası ortada bırakılırsa, geniş anlamda kapitalizme, daha somut ve politik bir alan tanımıyla İslamcı-faşizan iktidara karşı mücadelenin gerçek anlamda yürütülmesi mümkün değildir. Olacak şey basit bir iktidar/hükümet değişikliğinden ibaret kalacaktır. Eğitimden kültüre, üniversitelerden hukuk düzenine kadar bütün gerici ve anti-demokratik düzenleme ve kurumsallaşmanın yerinde kalacağı bir iktidar değişikliğinin orta ve uzun vadede hiçbir anlamı olmayacaktır.
***
Sanılanın aksine, laiklik, bir orta sınıf fantezisi ya da Kemalist bir saplantı değil, bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin, emek ve sosyalizm kavgasının da üzerinde yükseleceği bir zemin, dahası olmazsa olmaz bir ön koşuldur. Laiklik, çağımızda burjuvazinin terk ettiği bir değer ve özgürlük alanıdır. Sermayenin iktidarını sürdürmek için bir önceki çağın ideolojisine iltica ederek sokakta bıraktığı bir ilkedir. Laiklik öncelikle halk için, emekçiler için gereklidir.

Bu konuda gerici ve liberal ideolojik hegemonyanın bir ölçüde devam ettiği açık. Bu hegemonya kırılmadan ve sol kendi tarihsel referanslarına dönmeden kıytırık bir güç olma düzeyini hiçbir zaman aşamayacak, ülkeden ve toplumdan iyice kopacaktır. Bu liberal zihin kirlenmesinin maliyeti, sola ve toplumcu güçlere, tahmin edilenden çok daha ağır oldu. Bu nedenle sol ve sosyalist hareket önüne, ardına hiçbir kayıt düşmeden sert ve karalı bir laiklikten yana olduğunu ilan etmelidir.

Laiklik mücadelesinin önemini bu tarihsel kavşakta vurgulamamın nedeni açık; AKP iktidarının yenilgiye uğratılması için kurulacak fiili ya da resmi geniş cephenin hatırına, “ama şemdi zamanı değil” diyerek, laikliğin savunulması ve yeniden kurulması görevinin savsaklanma tehlikesi büyük. Bir restorasyon iktidarının en güçlü seçenek olduğu bir siyasal süreçte, bu tutum, gerici-faşizan iktidarın elde ettiği bütün kazanımların korunması anlamına gelecektir. Dolayısıyla, bu tutumun bedeli ağır olacak, neredeyse ülke bütünüyle kaybedilecektir.
***
Marx, 1845’te “Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi” makalesinde, “Almanya’da dinin eleştirisi tamamlanmıştır” diyor ve “Dinin eleştirisinin tamamlanması, bütün eleştirilerin başlangıcıdır” diye devam ediyor. Yani Marx, kapitalizmin eleştirisini, kendi teorik sistemini kurabilmenin ön koşulunu bile dinin eleştirisinin tamamlanmasına bağlıyor. Dinin eleştirisi tamamlanmadan kapitalizmin eleştirisine geçilemeyeceğini söylüyor.

Dinin eleştirisinin tamamlanması, Almanya’nın ya da Almanların dinsiz olması anlamına gelmiyor. Sadece dinin kamusal alandan (devletten, siyasetten, eğitimden, gündelik ve toplumsal hayattan, bilim kurumlarından) çekilmesi ve özel alanda bırakılması ve orada özgürleştirilmesi demek oluyor. Bu laiklikten başka şey değildir. Sosyalist ideoloji ve siyaset de Batı demokrasileri de bu eleştirinin tamamlanmasının, yani dinin özel alana çekilmesinin üzerine kuruluyor. Bu gerçeği; liberallerin, işçici (uvriyerist) solun, “mazluma dini sorulmaz” şeklindeki muhteşem bir ifadeden “Laiklik önemsizdir” sonucunu çıkaran saf sosyalistin, ekonomizme savrulan kaba sosyalistlerin ve liberal solun aklından hiç çıkarmaması gerekiyor.

Sonuç olarak;

  • Laiklik yeniden kazanılamadan demokrasi, özgürlük ve eşitlik mücadelesi kazanılamaz.

Laiklik mücadelesi, bütün diğer siyasal ve toplumsal kavga ve talep alanlarını kesen ortak eksendir. Amasız, fakatsız ve ön kayıtsız bir laiklik mücadelesi, solu yeniden büyük güç yapacaktır. Söylemeye gerek yok ama yine de belirtelim; elbette burada kastedilen şey, diğer ekonomik ve demokratik mücadele alanlarını terk edip, siyasal ve entelektüel faaliyeti adeta dar bir teolojik alana hapsetmek değildir.

TÜRK TARİHİNİN KARA LEKESİ AKP

Rifat Serdaroğlu
DOĞRU Parti Genel Başkanı

Türk Tarihinde bilinmeyen olay sayısı çok azdır ama ders alınmayan o kadar çok olay vardır ki!
Tarihten ders almaya almaya, cehaletiyle övünen bir ülke haline geldik.
Ülke yönetimine ne zaman cahil kadrolar gelse, buna paralel olarak bürokrasi de cahil ve yetersiz kadroların eline geçmiştir. Sonuç çöküş, toprak ve özgürlüklerin kaybı ve devletin yıkımı!

Türkler olarak 16 büyük devlet kurmakla övünürüz ama on beş devletimizin yıkılmasına sebep olan şartları görmezden geliriz.
Şimdi de emperyalist ülkelerin planladığı, taşeronu AKP olan yıkım projesinin uygulama aşamasına gelindiği zamandayız.
2007 yılından beri kendisine “Aydın” nitelemesini yakıştıran kesimleri uyarmaya çalıştık. Gün geldi telefonuna çıkılmayan, görmezden gelinen, arkasından konuşulan adam muamelesine maruz kaldık. Çok şükür ki, bizim vatan sevdamızın yanında birer cüce olarak kalan bu sözde aydınlar yeni yeni gerçekleri görmeye başladılar!

Türk Aydını, Atatürk’ün vefatından hemen sonra başlatılan “Karşı Devrimi” doğru okuyamadı. Atatürk’ten sonraki kadroların içinden bazı isimleri cımbızla çekerek karalamaya çalışan basın mensupları var! Sadece bu konuda, İnönü-Bayar dahil Atatürk’ün yolundan ayrılanlar, kırsal kültür, siyasal ümmetçilik ve de özellikle Amerikan sömürgeciliği tarafından esir alınanlar oldu.

Bu esaret bizi 2022 yılında ahlaki ve entelektüel iflasa götürdü. Türk Aydınlarının çoğunluğu bu çöküşe doğrudan katılmasalar da, izlemede kaldılar ve ahlaki çöküntüyü normal bir olgu imiş gibi seyrederek dolaylı ortak oldular…
Türk Aydınının ve Türk Sermayesinin bu davranışı yeni değildir. Varlıklarıyla, demokratik rejimi ve Cumhuriyeti savunma refleksleri ters orantılıdır.
Klasik “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” durumu!

Atatürk, Anadolu’da “Reddi İlhak Cemiyetlerini” kurup, Kurtuluş Savaşımızın alt yapısını ve halkın katılımını hazırladıktan sonra, Ankara’ya geçmek ister. Paraları kalmamıştır. Arabasının tekerleri patlaktır, benzinleri yoktur. Bir arkadaşı kürk paltosunu satıp, yemek problemini çözer. Osmanlı Bankası borç para vermez. Bölge eşrafının da desteği yeterli olmaz. Bölgedeki (AS: Sivas’taki) Amerikan Okulunun Müdiresinden, bedeli daha sonra ödenmek üzere, 6 teneke benzin ve 2 adet iç-dış lastik alınır ve Ankara’ya doğru yola çıkılır!.

Türk Aydınının ve zengininin bu tutumu Atatürk’ün mücadelesini engelledi mi? Tabii ki hayır!

DOĞRU Partinin mücadelesi yavaşlatıp, durdurulabilir mi? Elbette ki hayır…
Cumhur ve Millet İttifaklarının favori Anayasası 1921 Anayasasıdır.
Vatanseverlerin, Atatürkçülerin, Cumhuriyetçilerin ise 1961 Anayasasıdır.

  • Çift Meclisli TBMM, Kuvvetler Ayrılığı, partilerüstü Cumhurbaşkanı, Yargı Bağımsızlığı, Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Devlet Planlama Teşkilatı, sendika kurma hakkı, özerk üniversite, devrim yasaları 1961 Anayasasının sağladığı haklar idi. (DOĞRU Parti programını incelemenizi öneririz)

Önce 12 Eylül 1980 ve sonrasında siyasal ümmetçi-İhvancı AKP, tüm bu kurumlarımızı ve demokratik kazanımlarımızı yok etti.

Aziz Türk Milleti;

DOĞRU Parti olarak, Atatürk İlke ve Devrimlerinin, demokratik kazanımlarımızın daha çağdaş ve daha etkin olarak Türk Devletinde yeniden etkin olarak yer alması için, çok ciddi ve yoğun bir mücadele içindeyiz.

  • AKP’yi Türk Milletinin gücüyle sandığa kilitledikten sonra tüm demokratik haklarımızı geri alacağız.

Bizi görmezden gelenlere, AKP’nin uyguladığı basın ambargosuna rağmen, her ilde binlerce insanın katılımıyla kongrelerimizi yapıp, Büyük Kongreye doğru koşuyoruz. Başaracağız!

Bu arada, AKP’nin Türk Tarihine sürdüğü İKİ KARA LEKEYİ belirtmek isterim;

-Tarihimizde ilk kez, bir Cumhurbaşkanı için, “TÜRKİYE DIŞINDA USÜLSÜZ EDİNİLMİŞ MAL- PARA VARLIĞININ BELİRLENMESİ (Soygunun diplomatik dildeki adı) için yabancı bir ülke parlamentosu tarafından araştırma komisyonu kuruldu!

Ne, üç kıtada 624 yıl hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğunun 36 Padişahı, ne de Erdoğan’dan önceki 11 Cumhurbaşkanı döneminde böyle bir rezillik yaşamadık!

-T.C. Devleti AKP döneminde, “GRİ LİSTEYE” alındı.

Bu, Türk Devletinin “Teröre Finans Sağlayan Ülkeler- Kara Para ile mücadele etmeyen ülkeler- Uyuşturucu ile yeterli mücadele etmeyen ülkeler” arasına alındığını gösterir!

Atatürk, “Benim tek mirasım, akıl ve bilimsel düşüncedir” demişti.
Umarız bundan sonra bu sözün değerini daha iyi anlarız.

Kendilerini “Türk Milletinin aydını kabul eden” dostlar! Lütfen biraz cesaret…

Sağlık ve başarı dileklerimle, 16 Mayıs 2022

Halil Çivi şiiri : …HAYALİM VAR

ŞİİR KÖŞESİ..

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

…HAYALİM VAR

Duyun dostlar, duyun canlar,
Benim de bir hayalim var.
Haksızlıktan usananlar,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Akıl, bilim gelsin diye,
Halk her şeyi bilsin diye,
Demokrasi olsun diye,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Geçim derdini silmeye,
Adil bir toplum olmaya,
Herkesi eşit bilmeye,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Bulanmadan akmak için,
Cehaletten çıkmak için ,
Özgür fikir ekmek için,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Savaş sona ersin diye,
Millet huzur görsün diye,
Kardeşlik boy versin diye ,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Çağdaş demokrasi için,
Adil bürokrasi için ,
Mazlumların sesi için,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Arı gibi çalışmaya,
Kardeş gibi bölüşmeye,
Uygarlıkta buluşmaya,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Fabrika çok olsun diye,
İşsizlik yok olsun diye,
Yoksullar tok olsun diye,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Umut tohumu ekmeye,
Korkuları yok etmeye,
Gönülleri pak etmeye,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Hak, hukuk dirilsin diye,
Karşı devrim solsun diye,
Cumhuriyet kalsın diye,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Irkçılıktan çark etmeye,
Bağnazlığı terk etmeye,
Adalete park etmeye,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Barış, huzur gelsin diye,
Herkes mutlu olsun diye,
Yaşamdan zevk alsın diye,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Irkı, dini tek bilmeye,
Düşmanlıkları silmeye,
Sevgide karar kılmaya,
Benim de bir hayalim var.
Xxx
Makam, şöhret, servet için,
Cebir, şiddet, nefret niçin,
Halil Çivi der halk için,
Benim de bir hayalim var.
Xxx

 

Prof. Dr. Halil Çivi
15 Kasım 2021
Çiğli / İZMİR

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 14 Temmuz 2021

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

YARGI-BAY

Yargıtay, FETÖ sanığı Mustafa Bilgili iddianamesini esas alarak 28 Şubat Davası sanıklarından 14’üne verilen müebbet hapis cezasını onadı.

Türk Milleti adına mı, FETÖ adına mı?

Yargıtay, yargıya bay bay!..

ALDIRMA

Devlet Bahçeli, “Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye, kim demiş Soylu sahipsiz diye. Hakkında ne söylenirse söylensin, bizim denilenlere aldırış etmemiz mümkün değildir” dedi.

Tutmayın Soylu’yu…

DEVRİM

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, “4-6 yaş sınıfı çocuklarımız için açtığımız Kur’an kursları ülkemizin manevi kalkınmasında devrim niteliği taşıyan çok önemli bir projemizdir” dedi.

Karşı devrim niteliği dese daha yakışır…

UÇAK

İktidara gelince Cumhurbaşkanlığı uçakları ve arabalarını satacağını söyleyen Kılıçdaroğlu’na RTE, “Dünyayı dolaşacaksın. Neyle? Tarifeli uçaklarla mı?” dedi.

Tarifeli uçakla dolaşırsa, tek alyansla yola çıkanın itibarı sıfırlanır!…

SEÇİM

İzmir’de aralarında CHP ve HDP’nin de olduğu “Emek ve Demokrasi Güçleri” miting düzenledi.

Mitingde konuşan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer, “sonuna kadar hep beraberiz” dedi.

Pervin Buldan da terörist başı Öcalan’a uygulanan tecridin kaldırılmasını istedi.

Hırsızlık, yolsuzluk, israf, yobazlık, yasa tanımazlık ve diktatörlükten kurtulalım derken karşı seçenek bölücülük mü olacak?..

KALP

RTE Diyarbakır konuşmasında, “Bir insanın kalbinde ve kafasında ne varsa dil onu söyler” dedi.

Konuşmalarında AKP’liler dışındakilere hakaret ve nefret yağdırmasını daha iyi anladım…

SOLCU

Zülfü Livaneli, Atatürk, İnönü ve Baykal’ın solculuğunu beğenmemiş.

Onlar emperyalizme hizmet etmedi, sıkışınca yurdu terk etmedi…

SİLAH

Sedat Peker, 15 Temmuz’dan sonra Bakan Soylu tarafından AKP’li gençlere silah dağıtıldığını yer-zaman- şahıs göstererek açıkladı.

Eyyy savcılar, soruşturmazsanız bir gün size de döner o silahlar…

ETİK

Kamu Görevlileri Etik Kurulu oluşturuldu.

Kurul üyeleri eski Cumhurbaşkanı danışmanları, AKP milletvekilleri ve belediye başkanı. Kurul Başkanı da RTE ile çay toplayan eski Danıştay Başkanı.

Kurulun oluşumu etik olacak ki, görevlilere etikten dem vurabilsin…

FAKİRLİK

Karaköy’de çöpten yemek yiyen bir vatandaş görüldü.

Montajdır. AKP fakirliği bitirdi!..

CEZA

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, daha önce “medeni hukuk ve laikliği hedef alan açıklamalarıyla” tepki çeken Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin (GATA) eski başhekim yardımcısı Ali Edizer’in, “30 ihtar puanıyla cezalandırıldığını” ve disiplin raporu kapsamında Ankara Güdül Devlet Hastanesi’ne atandığını açıkladı.

Okşama gibi…

AÇILIM

RTE, Diyarbakır’da çözüm sürecinin yeniden canlandırılacağı sinyalini verdi.

Nagehan Alçı desteği çaktı.

Millet İttifakı’nı suçlar, iktidar için her kapıyı çalar…

PROTOKOL

AKP Genel Başkanvekili Kurtulmuş’un da bulunduğu protokol davetlileri için Fatih Camisinde koltuk düzeni oluşturuldu.

Cemaatte eşitlik mi vardı?..

SORUYORUM                         :

  1. 128 milyar Dolar nerede?
  2. Sarıklı amiral soruşturması kaç yıl sürecek?
  3. Ruhsar Pekcan ve öbür Bakanların devlete mal satışının soruşturulması neden engelleniyor?
  4. Sedat Peker’in iddiaları neden araştırılmıyor? Suçlananlar neden konuşmuyor?
  5. Halkın silahlandırılması (AS: AKP yandaşlarının) iç savaş hazırlığı mıdır?

DİNCİLİK, IRKÇILIK ve DEMOKRASİ ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

1- DİNCİLİK

Gerçek ve içten (samimi) dindarlar “DİNCİ” olamazlar. Onların inançları, ahlakları, adalet, liyakat ve vicdan ölçüleri Allah’ın ilahi kutsal buyruklarını kendi çıkarlarına alet etmeye uygun değildir. Dindarlar kul hakkı yemezler. Her türlü cebir, şiddet, kin, nefret, yalan, iftira ve haksızlıklardan uzak dururlar. Yaşadıkları ortama huzur, güvenlik, esenlik ve barış getirirler. Selamlaşmaları bile güven ve esenlik üzerinedir. Olağan yaşamlarına yardımlaşma, dayanışma, dostluk, iyilikseverlik ve hoşgörü … egemendir.

  • Dindarlık ilahidir; dincilik ise ideolojiktir. Dinin kötüye kullanılmasıdır.

2- IRKÇILIK

Gerçek ve içtenlikli (samimi) milliyetçiler (ulusalcılar) asla ırkçılık, kabilecilik ve kafatasçılık yapmazlar. Milliyetçiliği (Ulusalcılığı) bireysel çıkar ve bireysel istikbal  (gelecek) devşirme aracı olarak kullanmazlar. Kendi milletlerinin içerde ve dışarda, her yönden gelişmesi ve çıkarlarının korunması için üstün çaba ve çalışma içinde olurlar. Ancak başka milletlere karşı da düşmanlık beslemezler. Bu tür doğru milliyetçiliğin (ulusalcılığın)  en güzel örneğini M. K. Atatürk göstermiştir. Kurtuluş Savaşı kuvvetleri İzmir’i geri alırken, kendi ülkesine saldıran Yunan Milletinin bayrağını çiğnememiştir.

Tarihsel gelişme süreçlerine ve çağımızdaki çoğu güncel gelişmelere bakılınca şöyle genel bir saptama yapılabilir :

Genelde dincilik ve ırkçılık kozları; toplumları baskılamak, çoğu zaman da, siyasal, ekonomik, hukuksal, sosyal, kültürel (ekinsel) ve sanatsal…. alanlardaki haksızlık, yolsuzluk, adaletsizlik, ahlaksızlık, zorbalık ve çeşitli yetersizlikleri örtbas etmek için kullanılagelmiştir.

3- DEMOKRASİ

Daha iyisi bulunana dek, çağımızdaki en geçerli ve en erdemli yönetim biçimleri, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına, evrensel insan haklarına, din, vicdan ve basın özgürlüğüne, serbest, güvenli ve adil seçim sistemlerine dayalı ve milli iradeyi (ulusal istenci) doğru yansıtan çoğulcu, parlamenter sisteme dayalı anayasal gerçek DEMOKRASİLERDİR.

Darısı Türk Toplumunun başına.

Enseyi karartmayalım ve umutlarımızı diri tutalım.
***
Ek not :

KÖY ENSTİTÜLERİ NİÇİN KAPATILDI?

Köy Enstitülerinin kapatılması; Türkiye’nin akıl, bilim, sanat ve uygarlık yönündeki en önemli kalesinin düşürülmesi, Batı emperyalizminin, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye siyasetine büyük oranda egemen olması; feodal dönemdeki tarikat, cemaat ve aşiret kültürünün yeniden tedavüle (AS: dolanıma) sokulması, Kurtuluş Savaşı ile kazanılan milli irade (AS: ulusal istenç), ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerinin yara alması, karşı devrim hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması demektir.

Aynı geri bıraktırıcı rota, çeşitli askeri darbelelerle daha da güç kazanarak hala sürmektedir.

Ancak önünde sonunda aklın, bilimin, uygarlığın parlak ve sürekli ışığı her türlü karanlığı güneş gibi mutlaka aydınlatacaktır.

Millet uyanmaya başlamıştır.

Ayrıca “Z” kuşağından çok umutluyum. Kötümser olmaya gerek yoktur.
================================

Mevlânı arıyorsan,
Sanma ki o Çin’dedir
Gönül gözünü aç bak,
O senin içindedir
(2)
Söz aklın meyvesidir,
Her pazarda satılmaz
Olmuşuna doyulmaz,
Hamı balla yutulmaz
(3)
Yaşi ken eğmek gerek,
Diyerek her fidanı;
Koltuk değneği yapar,
Kullanırlar insanı
(4)
İçki en büyük dostum,
Paramca sarhoş eder,
Benim dost sandıklarım,
Param bitince gider

ÇORUM HABER Gazetesi ile söyleşimiz..

ÇORUM HABER Gazetesi ile söyleşimiz..

TÜRK DEVRİMİ, SÜREKLİ KARŞI DEVRİM GİRİŞİMLERİ İLE BOĞUŞMAK ZORUNDA KALDI..

 

Söyyleşi için, Sn. Mustafa AYDINLI‘ya ve Çorum Haber Gazetesine teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 12 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

3 Mart Devrim Yasalarının Hedefi: Cumhuriyeti Koruyacak Kuşaklar Yetiştirmek !!!!

3 Mart Devrim Yasalarının Hedefi: Cumhuriyeti Koruyacak Kuşaklar Yetiştirmek !!!!

Lütfü Kırayoğlu
3 Mart 2020

3 Mart 1924 tarihli Devrim Yasalarının 96. yılını kutluyoruz. 1 Kasım 1922 tarihinde Osmanlı saltanatının kaldırılmasıyla yapılan ilk devrimin üzerinden 16 ay, Cumhuriyetin ilanından yalnızca 4 ay geçtikten sonra yapılan bu büyük devrim atılımı, aynı zamanda günümüzde karşı devrimin de ilk saldırı hedefi oldu.

Yürürlükteki Anayasanın 174. maddesi ile koruma altına alınan 3 Mart tarihli 3 Devrim yasası şunlardır:

• Şer’iye ve Evkaf Vekaletlerinin (din ve vakıf işleri ile ilgili bakanlık) kaldırılarak, Diyanet İşleri Başkanlığının kurulmasını sağlayan 429 sayılı Yasa.

• 430 sayılı “Tevhidi Tedrisat (Öğretimde Birlik) Yasası.

Halifelik kurumunun kaldırılmasını sağlayan 431 sayılı Yasa.

Bu yasaların laiklik ilkesi yolunda ilk önemli adımlar olması yanında, gelecek kuşakları etkileme açısından en önemlisi 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Yasasıdır. Bu yasa günümüz diline, öğretimde birlik ya da öğretim birliği olarak çevrilse de “birlik” sözcüğünün farklı anlaşılması nedeniyle yasanın gerçek hedefini ve ruhunu ifadede eksik kalmaktadır. Arapça kökenli “tevhid” sözcüğü “vahid” (tek-teklik) kökünden türemiştir. Tek tanrılı dinlerdeki tanrının tekliğini ifade ettiği için İslamiyet’te Kelime-i Tevhid, temel kavramdır. Mustafa Kemal ve devrimci arkadaşları bu sözcüğü bilinçli şekilde kullanmıştır.

Atatürk, eğitim konusuna Ulusal Kurtuluş Savaşının ateşi içinde bile büyük önem vermiş, her fırsatta öğretmenlerle toplantılar düzenlemiş, bu toplantılarda gelecek kuşakların yapılacak Devrimlere nasıl sahip çıkıp ilerleteceklerinin stratejisi belirlenmiştir.

Mustafa Kemal Paşa, çizmelerinde zaferin tozu ile geldiği Bursa’da, 27 Ekim 1922’de Şark sinemasında öğretmenlere eğitimin hedefini şöyle özetlemektedir:

  • “Çocuklarımıza ve gençlerimize vereceğimiz öğrenimin sınırı ne olursa olsun, onlara temel olarak şunları öğreteceğiz:

1. Ulusuna
2. Türkiye Devletine
3. Türkiye Büyük Millet Meclisine düşman olanlarla mücadele nedenleri ve araçlarıyla donanmamış uluslar için, var olma hakkı yoktur.”

Mustafa Kemal Atatürk, bu hedefleri 15-21 Temmuz 1921’de ve 16 Aralık 1921’de toplanan Maarif Kongrelerinde olgunlaştırmış, 1 Mart 1922’de Meclisin açış konuşmasında ayrıntılarını açıklamış, zaferden hemen sonra 27 Ekim 1922’de Bursa’da öğretmenlere anlatmış, 17 Şubat 1923 günü İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi katılımcıları ile de paylaşmıştır. Ve nihayet 1 Mart 1924 günü Meclis açılış konuşmasında ayrıntılarını bir kez daha açıkladıktan sonra 3 Mart 1924 günü bu büyük devrimi gerçekleştirmiştir.

Tevhidi Tedrisat Yasasının çıkarılmasından önce ülkede birbiri ile hiç ilgisi olmayan 3 ana eğitim sistemi dışında hiç bilinmeyen, denetlenmeyen ve adına “eğitim” denen sistemler ile çocuklar “geleceğe” hazırlanıyordu. Yüzyıllar öncesinden gelen medrese sistemi yanında tümüyle yabancıların denetiminde olan misyoner okulları ile 1. Meşrutiyet ile birlikte başlayan modern eğitim sistemi rekabet edemiyordu.

O günlerde Osmanlı’dan devralınan eğitimin genel durumu içler acısıdır. Cumhuriyetten hemen önce ülkede ilkokuldan üniversiteye dek öğrenci sayısı nüfusun yalnızca % 3’üdür. Toplam nüfusun yalnızca % 6’sı okur-yazardır. Darülfünun’da 185’i kız 2088 öğrenci, bütün ülkede 230’u kız toplam 1241 lise öğrencisi, 543’ü kız, 5905 ortaokul öğrencisi, 783’ü kız 2526 öğretmen okulu öğrencisi, 62954’ü kız, 273107’si erkek toplam 336061 ilkokul öğrencisi vardır. Okulların çoğu misyoner okullarıdır. Tanzimat sonrası misyoner okullarının sayısı artmış, 1914’te yalnızca Amerikan okullarının sayısı 435’tir. Azınlıklar için açıldığı söylenen misyoner okullarında Türk öğrenci oranı 1920’de tüm okullarda okuyan öğrencilerin % 75’idir.

İşte bu hedefsiz, ulusal birliğe hizmet etmeyen ve Ortaçağ sistemlerini de barındıran eğitim sistemini kırıp atmanın biricik yolu vardır: Ülkesini, ulusunu ve cumhuriyetini seven, çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine geçmeyi hedefleyen, pozitif bilgi ile donanmış genç bir kuşak yaratmak. Bu hedefe ulaşmadan genç cumhuriyeti ayakta tutmanın olanağı yoktur.

İşte bu nedenle, bin yıllar öncesinin karanlık  kafalı tek tip insanını hedefleyenler de, misyoner okullarında gençleri emperyalist kültürile tek tip yetiştirmek isteyenler de Mustafa Kemal Atatürk’ün Tevhidi Tedrisat yasasına “tek tip insan yetiştirmek istiyorlar” söylemleri ile saldırmışlar ve ne yazık ki başarılı da olmuşlardır. Günümüzde öğrenci sayıları yukarıdaki gibi olmasa da “öğrenim” kurumlarındaki denetimsizlik ve çeşitlilik 100 yıl öncesi ile aynıdır.

Bir yanda bu saldırıya direnmeye çalışan Cumhuriyetin eğitim kurumları, bir yanda ancak varsıl ailelerin çocuklarını gönderebildikleri ve içlerinde ulusal birliği zedeleyici kimi okulların da bulunduğu yerli ya da yabancı misyoner eğitim kurumları, öbür yanda da Ortaçağ karanlığına gömülmüş, çocukların tecavüze ve cinsel istismara uğradığı, beyinlerinin iğdiş edildiği denetim dışı karanlık odaklar…

Bu karanlık tabloyu dağıtmanın yolu, Cumhuriyet devriminin en temel yasası olan Tevhidi Tedrisat yasasını doğru kavrayarak yeniden yaşama geçirmek, Cumhuriyete sahip çıkacak ve onu sonsuza dek yaşatacak Atatürk devrimcisi gençler yetiştirmektir.

Türkiye Cumhuriyetinin varlığını sürdürebilmesinin başka yolu yoktur.

Rıfat Serdaroğlu: TÜRK MİLLETİNE

Rıfat Serdaroğlu: TÜRK MİLLETİNE

Satır içi resim 1
(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)
Bu gün 30 Ağustos!
Türk Milletinin emperyalist devletlere karşı verdiği bağımsızlık ve özgürlük mücadelesinin, Türk Milletinin ateşle sınandığı bir büyük kavgadan zaferle ve alnının akıyla çıktığı gün…
Bu muhteşem günden 95 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti olarak ne haldeyiz, açık açık konuşalım mı? Buyrun o zaman;
30.08.2017’de Türk Milleti olarak susa-susa, korka-korka duvara dayandık. Daha da gidecek yerimiz yok!
Bunun bir adım sonrası, Lâik Cumhuriyetimizin ve çok partili siyasi hayatımızın içine konulduğu tabutun çivilerinin çakılmasıdır!
Karşı Devrim uygulayıcıları, adım-adım, göstere göstere, dini kullanarak, devleti soyarak ülkeyi bu duruma getirdiler.
Artık ne TBMM var ne Hukuk Devleti var ne de Vatanın Birliği! Ya ne var?
Uzman Tıp Adamlarının, vücut ve ruh sağlığı hakkında ciddi kaygılarının bulunduğunu söyledikleri tek adam ve elinde kılıç olarak kullanabileceği, istediği kişinin malına-mülküne el koyabileceği, istediği kişiyi hapse atabileceği Kanun Hükmünde Kararname adlı silah var…
Lâik Cumhuriyetimizin, Atatürk Devrimlerinin bekçisi olması gereken Milli Türk Ordusu kalmadı! Ya ne kaldı?
Şahsiyetsiz, akılsız, giydiği üniformaya ve Türk Milletine ihanet etmeyi marifet sayan, ters L gibi duran, din devleti savunucuları tarikat şeyhlerinin elini öpen, evlerinde ziyarete giden, sabah namazına resmi üniformasıyla giden, boğazından bağlanıp yerlerde süründürüldüğü halde koltuğuna yapışanların yönettiği kuru kupkuru ruhsuz bir kalabalık…
Lâik Cumhuriyetin, Hukuk Devletinin, Anayasanın savunucuları olması gereken Türk Yargısı kalmadı! Ya ne kaldı?
İktidarda AKP varsa onun kavuğunu, FETÖ alçağı varsa onun kavuğunu, hangi tarikat devlette etkin ise onun kavuğunu sallayan cübbeleri düğmeli, ağızları ve vicdanları mühürlü “Çay Toplayıcıları” kaldı.
İrticai silahlı bir kalkışma anında Türk Milletinin canını-ırzını-malını koruması gereken Polis ve Jandarma Teşkilatı kalmadı! Ya ne kaldı?
Sayıları, Türk Polis gücünden daha fazla olan silahlı-eğitimli- İran Devrim Muhafızları gibi görev yapacak SADAT militanları ve Mafya dünyasının tetikçi elemanları! Bir de her birinde en az birer pompalı tüfek bulunan “evde zorla tutulan” palalı militanlar kaldı…
Ülke ekonomisi, AKP’nin neredeyse tüm dünya ile kavga etmesi sebebiyle tıkanma noktasına geldi. Borcu borçla kapatmak için sekiz takla atan hükümet geleceğimizi de yiyip bitirdi. Cumhuriyetin tüm eserleri peş keş çeker gibi satıldı. Yetmedi, 79 senede yapılan borcun tam beş katı 15 senede yapıldı.
42 milyon insanımız borç batağında debelenip duruyor. Huzur kalmadı!
Ya ne kaldı?
Her sene yeniden yandaşlara yaptırılan duble yollar, ederinden 5-6 kat fiyata mal edilen ve önümüzdeki 25-30 sene boyunca borçlarını ödeyeceğimiz köprü-geçit-otoyollar…
Özü sözü bir, söylediği sözün arkasında duran, bilgili-namuslu-dürüst devlet adamı kalmadı!
Ya ne kaldı?
Külhanbeyi ağzıyla konuşan, elindeki devlet gücüne güvenip herkese hakaret eden, çalan-çaldıran, rejim düşmanı, merdiven altı kültürü ile yetişmiş, demokrasi ve devlet adamı ciddiyetinden uzak, tarikat ve cemaat artıkları!
Daha doğrusu, Türk Milleti gibi binlerce yıllık devlet tecrübesi, milyonlarca aydını, Avrupa’nın çok ülkesinin nüfusunda daha fazla olan 14 milyon öğrencisi, iş-çalışma hayatında kendisini kanıtlamış milyonlarca kadını, ürettiği sanayi ürünlerinin %75’ini Avrupa’ya satabilen Türk Milleti, çapsızların eline kaldı!
Değerli Okurlar;
Bu dakikadan sonra, “Ben demiştim”, “Ama şunların da suçu var”, “Ya üzerime gelirlerse” deyip sinmenin, çekinmenin hiç alemi kalmadı!
Eleştiriyi bırakıp, bu ihanet çemberini nasıl kırarız diye düşünmenin ve anayasal sınırlar içinde eyleme geçmenin zamanı çoktan gelmedi mi?
En azından bu günde, bizlerin özgürlüğü için can veren şehitlerimize böyle bir borcumuz yok mu? Sizce, Türkiye şartlarında, anayasal çerçevede ve siyasetin gerçekleri ışığında neler yapılabilir?
Lütfen benimle paylaşır mısınız?
En azından düşüncelerimi test etmekte bana yardımcı olur musunuz?
Elbette ben de, hem düşüncelerimi hem de temaslarımı sizlerle paylaşacağım.
=====================================
Evet dostlar,

Durum vahim ötesidir..
İhanet çemberini kırmak için halkın OHAL ilan etmesinin vakt-i saatidir..

AKP = RTE, OHAL’ini ilan ederek ŞAH MAT HAMLESİ
yapalı 13 ay 11 gün oldu…  

30’a akın OHAL KHK’sı ile rejim ve devlet tanınmaz duruma düşürüldü.
Neler yapılabilir ???

– Anayasa Mahkemesi’ne OHAL KHK’ları için bir kez daha başvurulabilir ve ‘yetkisizlik’ gerekçesi ile reddedilen iptal istemleri yinelenebilir / yenilenebilir; 13 ayda gelinen somut durum sergilenerek AYM’nin yeni bir içtihatla Anayasanın öngördüğü OHAL KHK’sı olmaktan çıkan ama Anayasayı hiçe sayan olağan KHK’lara dur demesi istenebilir.
– Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına AKP’nin başta Anayasayı olmak üzere pek çok yasayı çiğneyen somut edimleri nedeniyle hakkında suç duyurusunda bulunulabilir.
– TBMM’de, iine düşülen ağır bunalımın özel oturumla görüşülmesi için önerge verilebilir; Anayasa md. 98’in tanıdığı olanaklar zorlanabilir..
– CHP’li ve öbür muhalefet belediyeleri kentlerde halkın sorun, dert, önerilerini iletebilecekleri ”duvarlar” oluşturabilir.. Bu zeminler gerçekten yazılabilecek duvar, post it konacak yüzeyler, mantar panolar, cam ya da ahşap yüzeyler olabilir.. Uygun araçlar da sağlanır.. Akıllı tahtalar da olabilir.. Bunlar uygun biçimde paylaşılır, değerlendirilir..
– Değişik mekanlarda HALK FORUMLARI düzenlenerek insanların serbest kürsülerde konuşmaları sağlanabilir…
– Yine değişik mekanlarda ‘sessiz ‘NE YAPMALI” yı düşünme oturmaları yapılabilir..

Özetle Sayın Serdaroğlu’nun önerisi yönünde kafa yormaya başlamak gerek hemen..

Sevgi ve saygı ile. 31 Ağustos 2017, Pertek – Tunceli

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com