Etiket arşivi: evrensel insan hakları

OTORİTER ve TOTALİTER REJİMLERDE OLASI TOPLUMSAL ÇÜRÜME BELİRTİLERİ

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

OTORİTER ve TOTALİTER REJİMLERDE OLASI TOPLUMSAL ÇÜRÜME BELİRTİLERİ

EĞER:
– Özgür düşünce yasaklanırsa AKIL ÇÜRÜR.
– Korku kültürü yaygınlaşırsa SÖZ- SOHBET-İÇTENLİK ve İNSANA GÜVEN ÇÜRÜR.
– Özgürce yazmak yasaklanırsa MEDYA ÇÜRÜR.
– Kutsal din duyguları bireysel, ticari, ailevi, siyasi ve kurumsal çıkarlara alet edilirse İNANÇ ÇÜRÜR.
– Tencerede aş, sofrada ekmek… bulundurma sıkıntısı doğarsa AİLE ÇÜRÜR.
– Sağlık, eğitim, istihdam, iş ve gelir güvencesi zayıflarsa TOPLUM ÇÜRÜR.
– Evrensel insan hakları, din ve vicdan özgürlükleri kısıtlamışsa HUKUK ÇÜRÜR.
– Eğitimciler, akıl, bilim, özgür araştırma hakları, fırsat eşitlikleri ve olanaklarından yoksun bırakılırsa EĞİTİM SİSTEMİ, YANİ ZİHNİYET ÇÜRÜR.
– Haksızlık, yolsuzluk, liyakatsızlık ve hırsızlıklara göz yamulursa AHLAK ÇÜRÜR.
– Yurttaşlar arasında ırk, din, mezhep, siyasal kanı, bölge ve cinsiyet ayrımları yapılırsa VİCDAN VE TOPLUMSAL BÜTÜNLÜK ÇÜRÜR.
– Devletin varlığı, halk sağlığı ve toplum güvenliğine zarar vermeyen her konuda özgürce örgütlenme, parti kurma ve görüş bildirme olanakları kısıtlanmışsa DEMOKRASİ ÇÜRÜR.
– Yargıçların özgürce karar verme olanakları kısıtlanmış ya da baskılanmışsa YARGI ÇÜRÜR.
– Bir ülkedeki siyasal iktidarlar anayasal yetkilerinin dışına taşarak keyfi siyasal, ekonomik ve hukuksal kararlar üretebiliyorlarsa REJİM ÇÜRÜR.
– Siyasal iktidarı elinde bulunduranlar hak-hukuk-adalet ve liyakat ilkelerinden ayrılmışlarsa DEVLET ÇÜRÜR.

Çünkü devletin temeli de, ideolojisi de, ahlakı da adalet ve hukuktur.

Bu hukuk teokratik rejimlerde dinsel hukuk; laik, sivil ve çağdaş rejimlerde doğrudan toplum tarafından seçilen millet vekillerinin özgürce birlikte oluşturdukları laik ve sivil hukuktur.

Yani ulusal istenç ya da milli iradedir.

Keyfi hukuk ise Hitler, Mussolini ve Stalin gibi diktatörlerin yalnızca ve yalnızca kendilerine özgü olarak ürettikleri bir basķı ve sindirme hukuku(!) olabilir.
***
Atatürk bu ülkenin hem aklı, hem kalbi, hem hukuku, hem ahlakı, hem ruhu ve hem de ebedî geleceğidir.

O’na kötülükle uzanan eller ve kolları yöneten beyinler küflenmiştir, koftur.

Bu çağın aklı ve bilimini göremeyen ve geleceği olmayan cahil ve adi zihniyeti lanetliyorum.

HUKUK DEVLETİ VE KANUN DEVLETİ ANLAYIŞİ ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor: ” Hocam hukuk devleti ile kanun devleti ne demektir. İkisi aynı mı yoksa farklı mı? Eğer farklı ise bu farklar nelerdir?” Kısaca anlatmaya çalışayım.

HUKUK DEVLETİ denilince, “a” dan “z” ye, her kademedeki devlet yönetiminde; başta anayasa olmak üzere, o ülkedeki tüm yasalar, tüzükler, yönetmelikler, yönergeler ve her türlü kurum içi faaliyetlerin evrensel hukuk kurallarına göre düzenlendiği; her kademedeki yargı kurumları, yargı düzeni ve yargı kararlarının hukukun çağdaş, temel evrensel ilkelerine uygun olarak işlediği, devleti yönetenler ile yargı mensuplarının hak, hukuk ve adalet ilkelerine sadık kaldığı, yargı içtihatlarının da yine öz olarak aynı içerik ve yönde oluştuğu bir çağdaş, laik ve demokratik bir hukuk kültürü ve hukuk sistemi anlaşılır.

Hukuk devleti, hukukun üstünlüğüne dayalı devlet demektir. Başta siyasal iktidarlar ve kamu yöneticileri olmak üzere, hukuk kuralları herkesi bağlar. Hatta gelişmiş demokratik hukuk devletlerinde, en üst kademedeki devlet yöneticileri, yani cumhurbaşkanları, başbakanlar, bakanlar, meclis başkanları ve milletvekilleri adalet ilkeleri ve hukuk kurallarına saygı göstermede topluma ROL MODELİ (õrnek kişi) olurlar.

Hukuk devletinde, başta anayasa mahkemesi kararları olmak üzere, yargı kararlarına saygı gösterilir ve bu kararların gereği yapılır. Çünkü istisnasız olararak, AYM kararları herkesi bağlar. (AS: Anayasa md. 153/son)

Devleti yönetenler, Evrensel İnsan Hakları, din ve vicdan özgürlüğü ve devletçe imzalanan ulusları sözleşmelerin gereklerini yerine getirirler. Ayrıca kendi iç hukuk düzeninden daha üstün olarak kabul ettikleri Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yani AIHM kararlarına uymayı hukuken zorunlu görürler.

Bir cümle ile söylemek gerekirse, hukuk devleti, kendi hukuk ve yargı sistemini HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ temel ilkesine göre düzenlemiş ve atılan her adımda evrensel ve çağdaş hukuk çeperinin dışına taşmamak için çaba gösteren devlet demektir.

HUKUK DEVLETİ ÇAĞDAŞ BIŔ ZİHNİYETİN VE ÇAĞDAŞ BİR HUKUK ANLAYIŞININ ÜRÜNÜDÜR. Daha yalın olarak şöyle de söylenebilir:

Hukuk devleti çağdaş hukuk ilkeleri ve çağdaş hukuk zihniyeti ile yönetilen devlet demektir.

Hukuk devletinde; insanı, toplumu, devleti ve hatta devletin ve yargının itibarını (AS: saygınlığını) bizzat (AS: doğrudan) hukuka saygı korur. İnsanlar ve kurumlar kişilere değil hukuka ve adil yargıya güvenirler. Hukuk devletinde, hiç kimsenin, grubun, dinsel sosyal, siyasal, kültürel etnik ya da azınlık kesimlerin ayrıcalığı, ya da dışlanmışlığı olamaz. Herkes yasalar karşında eşittir. Hukuk devletinin olmadığı yerde yönetim erki keyfileşir ve yönetenlerin özel buyruklarına dönüşmeye başlar.

KANUN (YASA) DEVLETİNDE ise, görünüşte biçimsel olarak her şey yasalara uygun görünür. Ancak yönetim ve yargı düzeninde üç önemli davranış sapması ( anomali) ortaya çıkar. Yönetim keyfiliğe dönüşmeye başlar.

1- Ya devletin hukuk sistemi çağdaş ve evrensel hukuk sistemine göre dizayn edilmemiştır (AS: tasarlanmamıştır). Ülkede cari (AS: yürürlükteki) yasalar, devletin üst kademe yöneticleri dışında herkesi ve her kurumu sımsıkı bir disiplin altına almıştır. Ancak bu yasalar insanı, ahlaki ve adli evrensel hukuk ilkelerine aykırı ve baskıcı olarak düzenlenmiştir. Yani en güçlü olanın yasası ( ‘la loi de plus fort) geçerli olur. Yasa devletinde demokrasi ve insan hakları kültürü ya çok eksiktir ya da hiç yoktur.

2- Ülkedeki anayasa ve anayasa bağlı olarak üretilen kanunlar yeterince çağdaş ve evrensel değerlere yakın olabilir. Ancak ülkeyi yöneten siyasi zihniyetin mevcut anayasal düzenle ve evrensel hukukla, örneğin laik ve demokratik değerlerle, başı çok hoş olmayabilir. Ülkede otoriter (AS: buyurgan) bir rejim vardır. Yargı bağımsızlığı ağır yara almıştır.

Eldeki hukuk sistemi ve yargı kararları anayasa ve yasaların özüne ve içeriğine karşı hile yapılarak ve iktidar baskısı nedeniyle, çoğu zaman çarpıtılarak uyanmaya başlanır. Başka bir deyimle de; kanunların özü beklenen amaca göre çarpıtılır.

3- Anayasa ve yasalarda bir sorun yoktur.
Ancak ülkeyi yöneten siyasal zihniyet (AS: anlayış) ve yargı mensuplarının hukuk bilgisi birikimi evrensel hukuk kurallarını doğru algılayama ve uygulayabilme yeteneği ve zihniyetinden yoksundur. Bu son durum, yeterince gelişememiş bir ZİHNİYET TUTARSIZLIĞI sorunundan kaynaklanır. Demokratik ve hukuksal cehalet söz konusu olabilir. Çoğu ülkede, örneğin Türkiye’de ise, bu üç durum iç içedir.

Son ve doğru söz.
Evrensel ve çağdaş zihniyet, toplumun çoğunluğu tarafından benimsenir ve baskıcı iktidarlar seçim sandıkları ile devre dışı bırakılmaya başlanırsa, ülkelerdeki yasa devletleri de giderek hukukun üstünlüğüne ve Hukuk devletine dönüşmeye başlar .
Ben Türkiye için iyimser ve umutluyum. Toplum ve özellikle de gençlik, tüm olumsuz koşullara karşın büyük uyanış içinde…

DEVLETLERİN KALICILIK (BEKA) SORUNU ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

DEVLETLERİN KALICILIK (BEKA) SORUNU ÜZERİNE KISA NOTLAR…

1- Toplumsal (Sosyal) Organizmacı Görüş.

İbni Haldun (1332-1406) ve Auguste Comte (1798-1857) başta olmak üzere çoğu sosyal tarihçi ve sosyologlara göre devletler de birer toplumsal (sosyal ) organizma gibidir. Nasıl ki biyolojik canlılar doğar, büyür, yaşar, yaşlanır ve ölürlerse, devletler de öyledir. Doğarlar, büyürler, gelişirler, yaşlanırlar ve sonunda ölürler. Bir başka söylemle,  varlıkları son bulur. Bu sosyologlar devletlerin doğumla başlayıp, eninde (AS: önünde) sonunda ölümle – yok olmakla sonlanan bu yaşam döngüsünü “organizmacı görüş” olarak tanımlarlar.

2- Mekanik Görüş

Devletler için, biyolojik organizmaların yaşam döngüsünden esinlenen ve yukarıdaki yazgıcı / kaderci (fatalist) görüşün tersini savunan sosyologlar ise “mekanik görüş” olarak adlandırılan yeni bir bakış açısı ortaya koymuşlardır. Mekanik görüşü savunan sosyologlara göre; evet bireyler ve toplumlar canlı organizmalardır. Ancak devlet, toplumun belirli siyasal, hukuksal, yönetsel, toplumsal, geleneksel ve kültürel… kurallar ve bağlar içinde ortaya çıkan ve toplumdan ayrı ve farklı bir üst örgütlenmedir. Devlet bir canlı organizma değil, cansız bir tüzel kişiliktir. Devletlerin ömrü birer biyolojik varlık olan insan ömründen bağımsızdır. Yani mekaniktir. Devletin ömrü biyolojik insan ömrü gibi son bulmaz. Çok uzun olabilir.

3- Değişim ve Dönüşümcü Görüş

Bu görüşü savunanlara göre, evrenin ve zaman kavramının doğuşu ile birlikte; cansız ve canlı her şey sürekli bir değişim, dönüşüm ve yeniden yapılanma içindedir. Aynı ırmaktaki su ile iki kez yıkanılamaz. Bu bağlamda bireyler ve toplumlar da kendi iç dinamiklerindeki dönüştürücü etkenlere bağlı olarak değişir, dönüşür ve yeniden yapılanırlar. Bu değişim ve dönüşümlerdeki zorunluluklar devletleri de değiştirip yeniden yapılanmaya ve yeni õrgütlenmelere zorlar. Çağdan çağa geçiş ve çağlar arası farklılıkların ana nedeni toplumsal değişimdir.

Tarihten günümüze Toplumsal Yapılar:

A- Köleci Toplumlar.
B-Felsefe ve Bilgi Odaklı toplumlar,
C- Ahlak, Hukuk ve Adalet Odaklı Toplumlar.
D- Din ve Gelenek Odaklı Toplumlar.
E- Irka ve Kavimciliğe Odaklı Toplumlar.
F-Akıl, Bilim ve Teknoloji Odaklı Toplumlar,
G- Ekonomi Odaklı Toplumlar.
H- İnsan Hakları, Laiklik ve Demokrasi Odaklı Toplumlar…

olarak belirginleştirilebilir.

Tarihsel süreçlerdeki değişim ve dönüşümler içinde, her devirdeki toplumsal yapının kendine göre bir devlet yapılanması da kaçınılmaz olur.

PEKİ, ÇAĞIMIZDA DEVLETİN KALICILIĞI NASIL SAĞLANABİLİR?

Çağımızın uygar toplumları, evrensel insan haklarına, hukukun üstünlüğüne dayalı
– laik,
– çoğulcu ve
– gerçek demokrasi istemi olan toplumlarıdır.

Bu tür toplumları yönetecek devletlerin de varolan çağdaş toplum istemine göre yapılanan bir devlet olması gerekir. Durum böyle olunca devletimizin kalıcılık (beka) sorunu da;

  • Çağdaş, laik, demokratik, hukukun üstünlüğüne dayalı Türkiye Cumhuriyeti‘ni;
    – bütün kurumları ve kuralları ile
    – sosyal adalet, ekonomik refah (AS: gönenç), adil
    – bölüşüm, yurttaşların eşitliği,
    – sevgi, barış ve kardeşlik içinde yaşatmaya dönüşür.

Irkçı, siyasal İslamcı, teokratik (AS : din – dincilik temelli) ve tarihin geçmişinde kalmış, devrini doldurmuş çağdışı, ulus egemenliğine dayanmayan, aile (AS: hanedan) yönetimine dayalı siyasal rejimleri geri getirmeye çalışmak kalıcılık (beka) sorunu olamaz. Tam bir geri gidiş olur. Bu durumu, yani tersine gidişi benimsemek, tarihsel gelişmeleri tersine çevirmek ya da suyu yokuş yukarı akıtmaya çalışmak demektir.

Devletin kalıcılık sorununu ortadan kaldırmak, bölücü olmayı değil, birleştirici olmayı gerektirir. Her türlü etnik, dil, din ve mezhep ayrımcılığı ve yine her türlü ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı söylem ve eylemler devletin varlığı, birliği ve sürekliliğine zarar verir. İnsanları, her türlü etnik, azınlık, din, mezhep… vb. farklılıklarını ötekileştirip düşmanlaştırmak ya da varlığını yok sayıp toplumsal doku içinde eritip sindirmeye (asimilasyona uğratmaya) çalışmak hem çok yanlıştır ve hem de çağ dışıdır. Çünkü, çağımızın hukuksal ve demokratik değerlerine uyarak, her türlü etnik azınlık ve dinsel farklılıklarla ayrışmaya değil, kültürel (AS: ekinsel) ve toplumsal bütünleşme ve kaynaşmaya (entegrasyona) gereksinim vardır.

Anadolu’nun geçmiş 1000 yıllık tarihsel, sosyolojik ve kültürel mirasına doğru ve yansız bakıldığında, ülkemizdeki tüm etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkların ortaklaşa bir imparatorluk kalıntısından gelen KAYNAŞIK (ENTEGRE) bir kültürel miras (AS: ekinsel kalıt) olduğu görülür.

SON SÖZ                               :

Dincilik, ırkçılık, mezhepçilik ve her türlū etnik ayrımcılık söylemlerinin siyasilerce dillendirilip kullanılması devletin kalıcılık gereklerinin panzehiri değil, tam tersine zehiridir. Bu tür ötekileştirici söylem ve eylemlerden uzak durmak gereklidir.

Şeyh Edebali diyor ki; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.”
Hz. Ali diyor ki; “Devletin dini adalettir.

Toplumu ve insanı, ekonomik gönenç (refah), barış, çağdaş demokrasi, liyakat (AS: yaraşırlık) ve adalet içinde yaşatan devletlerin kalıcılık (beka) sorunu olmaz.

DİNCİLİK, IRKÇILIK ve DEMOKRASİ ÜZERİNE KISA NOTLAR…

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

1- DİNCİLİK

Gerçek ve içten (samimi) dindarlar “DİNCİ” olamazlar. Onların inançları, ahlakları, adalet, liyakat ve vicdan ölçüleri Allah’ın ilahi kutsal buyruklarını kendi çıkarlarına alet etmeye uygun değildir. Dindarlar kul hakkı yemezler. Her türlü cebir, şiddet, kin, nefret, yalan, iftira ve haksızlıklardan uzak dururlar. Yaşadıkları ortama huzur, güvenlik, esenlik ve barış getirirler. Selamlaşmaları bile güven ve esenlik üzerinedir. Olağan yaşamlarına yardımlaşma, dayanışma, dostluk, iyilikseverlik ve hoşgörü … egemendir.

  • Dindarlık ilahidir; dincilik ise ideolojiktir. Dinin kötüye kullanılmasıdır.

2- IRKÇILIK

Gerçek ve içtenlikli (samimi) milliyetçiler (ulusalcılar) asla ırkçılık, kabilecilik ve kafatasçılık yapmazlar. Milliyetçiliği (Ulusalcılığı) bireysel çıkar ve bireysel istikbal  (gelecek) devşirme aracı olarak kullanmazlar. Kendi milletlerinin içerde ve dışarda, her yönden gelişmesi ve çıkarlarının korunması için üstün çaba ve çalışma içinde olurlar. Ancak başka milletlere karşı da düşmanlık beslemezler. Bu tür doğru milliyetçiliğin (ulusalcılığın)  en güzel örneğini M. K. Atatürk göstermiştir. Kurtuluş Savaşı kuvvetleri İzmir’i geri alırken, kendi ülkesine saldıran Yunan Milletinin bayrağını çiğnememiştir.

Tarihsel gelişme süreçlerine ve çağımızdaki çoğu güncel gelişmelere bakılınca şöyle genel bir saptama yapılabilir :

Genelde dincilik ve ırkçılık kozları; toplumları baskılamak, çoğu zaman da, siyasal, ekonomik, hukuksal, sosyal, kültürel (ekinsel) ve sanatsal…. alanlardaki haksızlık, yolsuzluk, adaletsizlik, ahlaksızlık, zorbalık ve çeşitli yetersizlikleri örtbas etmek için kullanılagelmiştir.

3- DEMOKRASİ

Daha iyisi bulunana dek, çağımızdaki en geçerli ve en erdemli yönetim biçimleri, hukukun üstünlüğüne, yargı bağımsızlığına, evrensel insan haklarına, din, vicdan ve basın özgürlüğüne, serbest, güvenli ve adil seçim sistemlerine dayalı ve milli iradeyi (ulusal istenci) doğru yansıtan çoğulcu, parlamenter sisteme dayalı anayasal gerçek DEMOKRASİLERDİR.

Darısı Türk Toplumunun başına.

Enseyi karartmayalım ve umutlarımızı diri tutalım.
***
Ek not :

KÖY ENSTİTÜLERİ NİÇİN KAPATILDI?

Köy Enstitülerinin kapatılması; Türkiye’nin akıl, bilim, sanat ve uygarlık yönündeki en önemli kalesinin düşürülmesi, Batı emperyalizminin, özellikle de Amerika Birleşik Devletleri’nin Türkiye siyasetine büyük oranda egemen olması; feodal dönemdeki tarikat, cemaat ve aşiret kültürünün yeniden tedavüle (AS: dolanıma) sokulması, Kurtuluş Savaşı ile kazanılan milli irade (AS: ulusal istenç), ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ilkelerinin yara alması, karşı devrim hareketlerinin önündeki engellerin kaldırılması demektir.

Aynı geri bıraktırıcı rota, çeşitli askeri darbelelerle daha da güç kazanarak hala sürmektedir.

Ancak önünde sonunda aklın, bilimin, uygarlığın parlak ve sürekli ışığı her türlü karanlığı güneş gibi mutlaka aydınlatacaktır.

Millet uyanmaya başlamıştır.

Ayrıca “Z” kuşağından çok umutluyum. Kötümser olmaya gerek yoktur.
================================

Mevlânı arıyorsan,
Sanma ki o Çin’dedir
Gönül gözünü aç bak,
O senin içindedir
(2)
Söz aklın meyvesidir,
Her pazarda satılmaz
Olmuşuna doyulmaz,
Hamı balla yutulmaz
(3)
Yaşi ken eğmek gerek,
Diyerek her fidanı;
Koltuk değneği yapar,
Kullanırlar insanı
(4)
İçki en büyük dostum,
Paramca sarhoş eder,
Benim dost sandıklarım,
Param bitince gider

Can DÜNDAR : YAŞAR’ın YERİ

YAŞAR’ın YERİ

portresi
Can DÜNDAR
Cumhuriyet, 18.01.2015

 

Şanar Yurdatapan’dan bir mesaj geldi.
Bir de fotoğraf…
Önce fotoğrafı tarif edeyim.
Uzunca bir duvarın dibine tespih taneleri gibi dizilmiş bir grup yazar… Kimler yok ki aralarında:
Adalet Ağaoğlu, Erdal Öz, Orhan Pamuk, Ataol Behramoğlu, Demirtaş Ceyhun, Ahmet Altan, Onat Kutlar…
Duvar, canlı resimlerle örülmüş bir edebiyatçılar panosu adeta…
Yıl: 1995… 23 Ocak günü…
Yer: Beşiktaş’taki DGM binası
Ben de aralarındaydım.
Yaşar Kemal için oradaydık.

Yasar'in_yeri_18.01.2015

Türkiye, -her devir ve halen olduğu gibi- düşünce özgürlüğünü tartışıyordu.
Terörle Mücadele Yasası’yla özgür düşünce engelleniyor, basın sansür ediliyor,
yazarlar yargılanıyordu.

Bu duvarı delmek için “Düşünce Özgürlüğü ve Türkiye” başlıklı bir kitap yayınlanması kararlaştırılmıştı. Kitapta edebiyatçıların fikre dair yazıları yer alacak,
böylece bir ortak duruş sergilenecekti.

***

Kitabı, 1994 Ekim’inde Can Yayınları bastı.
Yaşar Kemal’in yazısı “Türkiye’nin Üstündeki Kara Gökyüzü” başlığını taşıyordu.
Şöyle diyordu Büyük Usta:

  • “Almanya’da Hitler ve Hitlerciler, tarihin en büyük suçlarını işlediler. İnsanlık o yüzden daha vicdanını arıtamadı, belini doğrultamadı, hastalandı. Bugün Alman halkı biraz rahatsa, azıcık insanlığın yüzüne bakabiliyorsa, Hitler’e canları pahasına karşı koymuş işçileri, aydınları, bilginleri, sanatçıları yüzündendir. Hitler’e karşı savaşan Thomas Mann, Heinrich Mann, Stefan Zweig, Bertolt Brecht, Erich Maria Remarque vb. olmasaydı, bugün Almanlar böyle başları dik, insanlık içinde dolaşamazlardı. (…)
    Bizim başımızdaki demokrasi adı altındaki bu zulüm, işkence, insanlığı aşağılayan düzene karşı savaşacak Thomas Mann’ımız da yok. Bizim bir Freud’umuz, bir Frank’ımız, Dr. Nissen’imiz, Einstein’ımız da yok. Bizim insanlık karşısında onurumuzu, kültürümüzü kurtaracak hiçbir şeyimiz, yok demeye dilim varmıyor ya, yok.”

Sonra kendisine getiriyordu sözü:

  • “Burnumun kanamasını istemeyen kimi dostlarım benim için kaygılanıyorlar.
    Bir
    de kimileri ‘Sen taraf tutuyorsun’ diyorlar.
    Benim taraf tutmam kadar doğal
    ne var ki?? 
    Kendimi bildim bileli Türkiye halklarının yanındayım. Kendimi bildim bileli zulüm görenlerle, hakkı yenenlerle, sömürülenlerle, acı çekenlerle, yoksullarla birlikteyim. (…) Bir ülke insanları, insanca yaşamayı, mutluluğu, güzelliği seçecekse bu, önce evrensel insan haklarından, sonra da evrensel, sınırsız düşünce özgürlüğünden geçer. Buna karşı çıkmış ülkelerin insanları da 21. yüzyıla onurunu yitirmiş,
    insanlığın
    yüzüne bakamayacak durumlara düşmüş insanlar olarak girerler.”

***

Düşüncenin yasaklanmasını eleştiren bu metin, yasaklandı.
Yaşar Kemal hakkında dava açıldı. Bunun üzerine, “Biz de aynı metne imza atıyoruz” kampanyası başlatıldı. Türkiye’den ve dünyadan yüzlerce yazar aynı metni imzaladı.
Onlar için de dava açıldı. Hep birlikte gittik DGM’ye, duvar dibine dizildik.
Unutmuyorum o günü; çocuklar gibi şendik. Mahkemenin bitişiğinde, “Yaşar’ın Yeri” diye bir kahve vardı. Orada buluşur, sohbete koyulurduk. Duruşma salonu, Türkiye tarihinin gördüğü en geniş katılımlı edebiyatçılar paneliydi adeta… Oradan başımız dik çıktık.

***

O dönem kampanyayı organize eden Şanar, bu hafta, o duruşmanın 20. yıldönümünde, düşünce özgürlüğü davasının sanıklarını yeniden “Yaşar’ın Yeri”nde buluşmaya çağırıyor.
Kadronun bir kısmını geçen 20 yılda kaybettik. Bir kısmı fiziken değil, fikren öldü.
Bir kısmı ise aynı kararlılık ve cesaretle sürdürüyor mücadeleyi…
Bugün biraz insanlığın yüzüne bakabiliyorsak, onlar sayesinde…
İnsanlık karşısında onurumuzu kurtarmak için “Bizim Yaşar Kemal’imiz var”diyebiliyoruz göğsümüzü gere gere…
Kalk gel Usta! Zulüm, bildiğin eski zulüm; fikir yine tehdit altında…
Her taraf duvar, her köşe DGM… Ve biz yine “Yaşar’ın Yeri”ndeyiz.
Yerin dolmaz sensiz. Çık gel, gür sesinle, keskin kaleminle umut ol bize…
Anca senin ismin toplar bizi bir araya…
Kalk gel Usta!

============================================

Dostlar,

Sevgili Can Dündar gene usta kalemini çalıştırarak çoook dokunaklı bir yazı kaleme almış..

Dev edebiyat Çınar’ı 92 yaşındaki Yaşar Kemal gitti – gider..
Onurlu – üretken – sağlıklı bir yaşam sürebilecekse elbette dönsün..
Ama başka türlü olacaksa, bırakalım O ya da doğa karar versin..

Can Dündar, Kalk gel Usta! diyor, O’nu geri çağırıyor nafile çaba da olsa..

Buraya dek duygusal tonlamalarla iyi de;  

“Anca senin ismin toplar bizi bir araya…” 
tümcesine ne demeli? Türkiye hala kurumlaşamadı ve hemen her alanda tansık (mucize) kahramanlar bekliyor Ergenekon’un bağrından dağları delip gelecek:
bir elinde çekiç, öbüründe örs..
(Minik bir farkla örs yerine orak alsa Türk milliyetçiliğinden komünizme mi savrulacak?)

*****

Yaşar Kemal yukarıda alıntılanan yazısında “Türkiye halkları” deyimini kullanıyor..
Bir tümcecik ekleseydi önce;

Türk Ulusunu oluşturan / Türk Ulus Devletini kuran Türkiye halkları
deseydi keşke..

Büyük ATATÜRK tam da öyle tanımlamadı mı 3 yerde el yazısıyla :

“Türkiye Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına / ahalisine Türk milleti denir.”

Kürt kökenli edebiyat devi Yaşar Kemal, tam da Büyük Atatürk’ün bu bireşim (sentez), Anadolu ahalisine tarihsel- sosyolojik uzlaşı çağrısının tipik – somut ürünü değil mi?

Sevgi ve saygı ile.
18.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net