Etiket arşivi: Büyük Atatürk

TÜRKİYE’NİN ÇAĞDAŞ DÜNYADAKİ YERİ

Prof. Dr. rer.nat. D. Ali ERCAN
(Çekirdek Fiziği / Nükleer Fizik)
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Dünya nüfusu 8 milyarı aştı; 2050’de 10 milyara doğru koşuyor. Gerçi Türkiye’de doğurganlık 1,7’ye düştü, yani T.C. yurttaşlarının “nüfus artış hızı” azalıyor; hatta 2025’ten sonra nüfus sabit kalacak görünüyor. 2030’dan sonra azalmaya da başlayacak belki …

T.C. yurttaşlarının nüfusu böyle durağanlığa yönelirken, Dünya genelinde “sosyal-siyasal-ekonomik” nedenlerden kaynaklanan ve 1960’tan bu yana giderek büyümekte olan sınır ötesi göçler sorunundan Türkiye de payını fazlasıyla alıyor. Nitekim Dünya nüfusunun %1,1’ini oluşturan Türkiye, Dünyadaki 300 milyonu aşkın göçmenin %3’ünü barındırıyor.

  • Ülkemizde her 90 kişiden 10’u yabancı (göçmen, sığınıcı vb..)

***
Endüstri Devriminden sonra dünyaya egemen olan Kapitalist sistemin;

– anlamsız, ölçüsüz ÜRETİM,
– haksız, adaletsiz PAYLAŞIM ve
– savurgan TÜKETİM sarmalındaki gezegenimiz,

Holosen çağdan yeni bir çağa evriliyor.

Doğa ile uyumlu yaşamak becerisi gösteremeyen insanın yaşam biçiminden kaynaklanan olumsuz iklim/ekoloji değişimiyle Antroposen çağına!

Salgınlar, savaşlar, isyanlar, göçler, terör, ekonomik çöküntüler, yoksullaşma, işsizlik …

  • Gezegenimizin genelde çok kötü yönetildiği acı bir gerçek!

İnsanlık tarihi boyunca oluşturulmuş “irrasyonal kültürlerin” (ussal olmayan ekinlerin) öğretisiyle insan kendini “eşref-i mahlûk” yani “yaratılmışların(?) en şereflisi, en üstünü” görmek (!) yanılgısına kapıldı. Doğayı hep “alt edilmesi gereken bir düşman/rakip” olarak gördü ama sonunda, geç de olsa anladı ki; Doğa insana değil, insan doğaya muhtaç!. (AS: İnsan yeryüzünde zorunlu parazit!)

Tarih boyunca (Kabile şefi, Derebeyi, Kral , Padişah, İmparator, diktatör….) despot tek adamrejimlerinin sonu geldi, geliyor… Bilim ve teknoloji ilerledikçe, doğal gerçekler kavranıp  anlaşıldıkça,  kültürlerarası etkileşim yoğunlaştıkça, “en adil, en kolay” uygulanabilir bir yönetim biçimine, “Halkın özyönetimi“ne gelindi; buna DEMOKRASİ deniyor!

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiyle; HALKÇILIK, Cumhuriyet!

***
Dünyada ülkelerin büyük çoğunluğu demokratik rejim görüntüsünde, ama demokrasinin pürüzsüz işleyişi için gerekli asgari (en az) koşulları oluşturabilmiş değiller.

“Eğitimsiz ve yoksul” toplumlarda demokrasinin iyi işlemediği çok açık anlaşılır bir gerçek!

Özetle söylemek gerekirse; bugün Dünya nüfusunun ~ %80’i gelir dağılım adaletini ve fırsat eşitliğini gözeten çoğulcu – katılımcı – çağdaş demokratik yönetimden oldukça uzakta ve ne yazık ki, Türkiye de bu şanssız ülkeler arasında.

Her yıl 60 belirteç üzerinden hesaplanan puanlarla, ülkelerin demokrasi indeksi yayınlanıyor. 2022 sıralamasında Norveç 100 üzerinden 98 puanla 1. oldu. Türkiye 43 puanla 103. durumda; oysa 2012’de puanı 58’di. Gittikçe iyileşecek yerde, tersine otoriter/dikta rejime yöneliyor… Dünya genelinde demokrasi indeksi ortalaması 33 ile en düşük ülkeler Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkeleri, İslam coğrafyası.

  • İslam demokrasiyle barışamıyor nedense, sonuncu Afganistan!

Gelir dağılım adaletinin ölçütü Gini katsayısıdemokratik gelişmişliğin en önemli ölçütlerinden biri. Türkiye, Gini katsayısı sıralamasında da 0,42 ile Dünyada son 50 ülke arasında ne yazık ki…

2022’de demokrasi indeksi + Gini sayısı en yüksek olan ilk 15 ülke, Gezegenin A takımı diyebileceğimiz en gelişkin 15 ülke şunlar :

Japonya 125, Almanya 81, G. Kore 51,  Kanada 40, Avustralya 27,  Tayvan  23, Hollanda 18, İsveç 11,  Avusturya 9, İsviçre 9, Danimarka 6, Norveç 6, Finlandiya 6, Y. Zelanda 5, İrlanda 5.

Listeyi nüfus büyüklüğüne göre sıraladım çünkü ülke nüfusu büyüdükçe ve doğal olarak uyuşmazlık olasılığı arttıkça gelir dağılım adaletini gözeten çağdaş demokratik yönetimlerin işi zorlaşıyor. Bu nedenle nüfusu en büyük iki ülke Japonya ve Almanya ayrı bir övgüyü hak ediyorlar bence!

Sosyal-ekonomik-demokratik gelişkinlik skalasında (ölçeğinde) Türkiye, 200 ülke arasında ne yazık ki, ortalamanın altında,  D sınıfı (4. sınıf) ülkeler içinde yer alıyor. Kuruluşunun 100. yılını kutlayacak bir ülke için çok acı!..

Oysa bu ülkenin kurucusu büyük Atatürk Cumhuriyetin 10. yılında neler neler hayal etmişti :

  • “…Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı (gelişimi) ile, âtinin (geleceğin) yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır….”

Türk Ulusu Yüz Üç Yıl Sonra “Egemenlik” Sınavında!

Doç. Dr. İhsan Tayhani
Emekli Öğretim Üyesi

Mahkûm olmak istemeyen bir milleti, esareti altında tutmaya gücü yetecek kadar kuvvetli zorbalar, artık bu dünya yüzünde kalmamıştır. Millî egemenlik öyle bir nurdur ki onun karşısında zincirler erir; taç ve tahtlar yanar, yok olur. Milletlerin esirliği üzerine kurulmuş kurumlar, her tarafta yıkılmaya mahkûmdurlar.” 
                                                Gazi Mustafa Kemal, 30 Ağustos 1924 / Dumlupınar

Demokrasi tarihimizde “egemenliğin paylaşımı”na ilişkin ilk adımın, 18’nci yüzyılın sonlarında Sultan IV. Mustafa ve Yeniçeri Ocağı arasında yapılan ve Sultanın gücünü şeriattan da aldığı “Şer-i Hüccet (Şer-i Sözleşme)” ile atıldığı söylenebilir.

İzleyen yüz yıllık süreçte ise Sened-i İttifak, Tanzimat Fermanı, Islahat Hareketleri, parlamenter yaşamı getiren 1. Meşrutiyet ve Kanun-u Esasi ve sonunda tepede yine bir monarkın yerini koruduğu 2. Meşrutiyet gibi ulusal egemenlik yolunda tortu niteliğindeki kimi girişim ve uygulamalar vardır. Türk ulusu egemenliğini, –“Şer-i Hüccet” başlangıç noktası olarak alınacak olursa– ancak yüz on üç yıllık bir çabadan sonra, 23 Nisan 1920‘de tam olarak eline alabilmiştir. Büyük Atatürk’ün nitelemesiyle 23 Nisan günü, Türkiye ulusal tarihinin başlangıcı ve yeni bir dönüm noktasıdır.

Ankara’nın bozkırında 23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi‘nin insan yapısının türdeş olmamasına karşın, Mustafa Kemal Paşa onları bir hedefe kilitleyebilmişti. Söz konusu Meclis, tam anlamıyla bir “namuslular cephesi” idi. Bu nedenledir ki onlar, hem egemenliğin kaynağını gök yüzünden indirerek milletin kendi eline almasını sağlamış hem de bedeller ödeyerek ülkeyi emperyalistlerin acımasız işgalinden kurtarmışlardı.

Kuruluş aşamasındaki olağanüstü tarihsel koşulları göz ardı etmeksizin, çok partili yaşama geçişle (1946) birlikte yer yer kimi değişiklikler yapılmış olsa da, uygulamada kalan “siyasal parti yasaları” ve “seçim yasaları” yüzünden Ulusun dört dörtlük bir egemenlik kullanımı olduğu elbette söylenemez. Demokrasiyi bir trene benzetip, istedikleri durakta inebileceklerini söylemiş olan ve yirmi yıldır ülkeyi yöneten AKP iktidarı ise 2017’de gerçekleştirdiği ve siyasal yazında (literatürde) tanımı olmayan bir yönetsel sistem değişikliği ile bugün –ne yazık ki– ulusal istencin (iradenin) kusursuz olarak Meclise yansıması özlemini bile ortadan kaldırmış bulunuyor.

  • Ayrıca “Güçler  Ayrılığı İlkesi” de işlevsiz kılındığı için, Türk ulusunun egemenliği tek bir adamın ellerinde tutsak edilmiş, bu durum da şimdiye değin sayısız kahredici toplumsal ve siyasal yıkımlara yol açmış bulunuyor ve açmayı da sürdürüyor!
  • Türk ulusu, 14 Mayıs 2023‘te yaşamsal önemde bir egemenlik sınavı verecektir!

103 yıl önce helal süt emmiş bir Kemal, BMM’yi açarak egemenliği, sultan olarak anılan bir monarktan alıp halkın eline veren büyük devrimi gerçekleştirmişti.

103 yıl sonra bugün, yine helal süt emmiş başka bir Kemal de ilmik ilmik örerek yeni bir siyasal “namuslular cephesi” oluşturmayı başarmış ve acınası (dramatik) biçimde tek bir adamın eline geçmiş olan Türk ulusunun egemenliğini, yeniden halkın eline vermenin demokratik uğraşı ve eylemi içine girmek zorunda kalmıştır.

Bu nedenle 14 Mayıs 2023 seçimleri bir halk oylaması (referandum) niteliğindedir. Türk halkı, ya 103 yıl önce Mustafa Kemal Atatürk sayesinde elde ettiği büyük kazanımına yeniden kavuşacak ve laik – demokratik cumhuriyeti daha da geliştirip yüceltecek ya da giderek koyulaşan baskıcı  ve dinci (despotik ve teokratik) bir yapının, güdülen zavallı kul sürüsü durumuna düşecektir.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın 103. yıldönümünde, yaşamsal önemdeki bu muhasebe mutlaka yapılmalıdır.

İçi boşaltılan, özünden koparılan bugünkü 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı da bayramdan yirmi bir gün sonra 15 Mayıs’ta (2023), yeniden daha büyük bir coşku ile kutlanmalıdır. Atatürk Cumhuriyeti’ne ve Türk halkına yakışan bu olacaktır!

ADD Basın Açıklaması : YETER ARTIK!

YETER ARTIK !

ADD’den yeniyıl çağrısı : YENİ YILDA YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ’NE…

BASINA VE KAMUOYUNA

YENİ YILDA YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ’NE…

100. yaşını kutlayacağımız 2023’e girerken Büyük Atatürk’ün en büyük eseri ve kutsal emaneti Türkiye Cumhuriyeti ciddi sorunlarla karşı karşıya.

Siyasal, ekonomik, kültürel hemen her alanda krizlerle boğuşuyor olmanın yanında, ulusça bölünmüş, kamplara ayrılmış durumdayız.

Ancak; 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa’nın Nutuk’taki ilk sözleriyle işaret ettiği derin yokluk, yoksunluk ve çaresizlik içinde olmadığımızı da biliyoruz.

Özellikle 2002’den beri yaşadığımız bütün olumsuzluklara, yitirdiğimiz Cumhuriyet kazanımlarına, zedelenmiş ulusal saygınlığımıza karşın; genç ve eğitimli milyonlarımız, özgür ve eşit birey olmanın bilincine varmış kadınlarımız, laikliğin değerini bilen topluma önderlik edecek aydınlarımız, doğru önderlikle buluştuğunda tüm zorlukları aşabildiğini kanıtlamış halkımız ve Atatürkçü Düşünce gibi şaşmaz bir pusulamız var.

Umutluyuz!

Ulusumuza güveniyor, yürüdüğümüz yolun doğruluğuna inanıyoruz.

Bu umut ve kararlılıkla 2023’ü Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne ulaşma yolculuğumuzda bir atılım yılı olarak görüyoruz.

342 şubemiz, 40 Temsilciliğimiz ve 61 bin üyemizle günümüzün Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olarak tanımladığımız Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, Kemalizm’in namus sesini bir sis çanı gibi yurdumuz semalarına asacak, başı dik, onurlu ve aydınlık Türkiye’ye milletimizle birlikte mutlaka ulaşacağız.

Türk Ulusunun ve Atatürkçü Düşünce Derneği örgütümüzün yeni yılını içtenlikle kutluyor, sağlık ve mutluluk dileklerimizle saygılar sunuyoruz.

  • YAŞASIN TAM BAĞIMSIZ VE GERÇEKTEN DEMOKRATİK TÜRKİYE!

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
              GENEL MERKEZİ

AH DİLİM

SUAY KARAMAN
ADD Eğitim Kurulu Üyesi

AKP Grup Başkanvekili ve Kahramanmaraş Milletvekili Mahir Ünal, 21 Ekim 2022’de Kahramanmaraş Uluslararası 8. Kitap ve Kültür Fuarı’nda yaptığı konuşmada Cumhuriyetin kazanımlarını hedef aldı. Konuşmasında şunları söyledi :

  • “Tarihteki en sert kültürel devrim Türkiye’de yaşanmıştır. Mesela Fransız Devrimi her şeyi yıkmıştır ama lügate dokunmamıştır. Yine en sert devrimlerden bir tanesi Mao’nun Çin kültür devrimidir. Lügate dokunmamıştır. Ama maalesef bir kültür devrimi olarak Cumhuriyet; bizim lügatimizi, alfabemizi, dilimizi, hasılı bütün düşünme setlerimizi yok etmiştir.”

Bu sözleri söyleyen Mahir Ünal, 24 Kasım 2015 ile 24 Mayıs 2016 arasında Kültür Bakanlığı görevinde bulundu. Söylediklerinin gerçeklerle ilgisi yoktur, yalnızca belli bir amaca
hizmet etmeye çalışan kendi düşünceleridir. CIA eski Ankara İstasyon Şefi Graham Fuller,
2008’de Türkçeye çevrilen “Yükselen Bölgesel Aktör Yeni Türkiye Cumhuriyeti” adlı
kitabında, Türkiye’nin Arap harflerini reddederek, tarihinden radikal olarak (köktenci) koptuğunu
yazmıştı. Cumhuriyeti başarısız bir deneyim olarak gören Graham Fuller, siyasal iktidara yol
gösterenlerin başında gelmektedir. Böylece Mahir Ünal ile Graham Fuller’in özlemlerinin aynı
olduğu görülmektedir.

Bu sözlerine gelen yoğun tepkiler üzerine Mahir Ünal, AKP Grup Başkanvekilliği görevinden
istifa etti. Ama fikirler hep aynı; istifa etmek salt yaklaşan seçimler için gösteri amacını
taşımaktadır. Zaten AKP içinde Dil Devrimi’ne dil uzatan çok sayıda kişi vardır. AKP genel
başkanı Tayyip Erdoğan 24 Aralık 2014’te 49. TÜBİTAK Bilim, Özel ve Teşvik Ödülleri
töreninde yaptığı konuşmasında şunları söylemişti:

  • “Bizim son derece zengin, bilim yapmaya, bilim üretmeye son derece müsait dilimiz varken,
    bir gece yattık. Sabah kalktık, baktık o dil yok. Son derece elverişli olan dil yapısı adeta törpülendi. İşte şu anda Türkçe’nin mevcut kelime hazinesiyle felsefe yapamazsınız. Ya Osmanlıca kelime
    ve kavramlara başvuracaksınız ya da İngilizce, Almanca, Fransızca kelime ve kavramlara başvuracaksınız. Bu sorunların hepsini aşmak zorundayız.”

AKP içinde cumhuriyet için “100 yıllık reklam arası” diyen, HDP içinde “Cumhuriyet 100 yıllık
yıkım süreci” diyen, Dil Devrimimize dil uzatan aymazlar bulunmaktadır. Öbür partilerde de
benzer söylemlerde bulunanlar yer almaktadır. Cumhuriyet alfabemizi (abecemizi) yok etmedi, bize ait olmayan alfabe (abece) yerine, kendi abecemizi oluşturdu ve kendi dilimizi kendi alfabemizle okumaya başladık. Böylece ulus devlet yolunda ilerledik. Ancak Arap harfleriyle yazılan mezar taşlarını okuyamayan işbirlikçiler ve hainler bundan rahatsızlık duymaktadır.
Anadolu Türkçesi yerine halkın anlayamadığı, yazamadığı, okuyamadığı, konuşamadığı
Farsça ve Arapça ağırlıklı karışık bir dili, “dilimiz” diye sunmak, kendini inkâr etmektir (yadsımaktır).

Büyük bir kültürün mirasçısı (kalıtçısı) olan bizim tarihimiz, Arap harfleri kullanılarak Arapça ve Farsça ile başlayan bir tarih değildir. İşte bu anlayışla Arap harfleri, Arapça dili, lügati (sözlüğü) ve düşüncesi asla bizim değildir. Cumhuriyet kurulurken, her alanda çağdaşlaşma anlayışı hedef olarak konmuştur. Cumhuriyet kültürü, tam anlamıyla ve her şeyiyle bizim kültürümüzdür. İşte bu kültür, bizi ortaçağ karanlığından kurtarmış ve laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletinin
doğmasına yol açmıştır.

1 Kasım 1928’de Harf Devrimi ile Lâtin harfleri temelli “Türk Alfabesi”ne geçerek, yeni bir dönem açılmıştır. Bu yeni dönemi benimsemeyen saltanat yanlılarının, hilafet destekçilerinin ve Arap sevicilerin eşsiz liderimiz Atatürk ile cumhuriyetimize olan kinleri ve düşmanlıkları bitmedi; sürekli mücadele içindeler. Türk düşmanı ve Türkçe düşmanı olan, kendi öz kültürüne
yabancılaşmış bu yobazlar, bu siyasal İslamcılar, hayal kurdukları “düşünce setlerinde” yok
olup gideceklerdir. Nasıl mücadele yaparlarsa yapsınlar,

  • Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek yaşayacağını göreceklerdir.

37 dil bilen Belçikalı dilbilimci Johan Vandewalle (1960- ) Türkçe için şöyle demektedir:

  • “Bildiğim diller arasındaki Türkçe öyle farklı bir dildir ki, 100 yüksek matematik profesörü
    bir
    araya gelerek Türkçeyi yaratmışlar sanki. Az kelimeyle çok şey anlatan iktisatlı dildir.
    Bir
    kökten bir düzine sözcük üretiliyor. Ses uyumuna göre anlam değişiyor.
    Türkçe öyle bir dildir
    ki, başlı başına bir duygu, düşünce, mantık ve felsefe dilidir.”

Alman filoloji uzmanı Friedrich Max Müller (1823-1900) ‘Dil Bilimi’ adlı eserinde (yapıtında) Türkçe’nin kusursuz, harika bir dil olduğunu bildirerek, “gramer kuralları kusursuz olan bu dili, bilginlerden oluşmuş bir kurul veya bir akademi bilinçle yapmıştır” demektedir. Bu bilim insanlarının yanında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesini bitiren Mahir Ünal için “ah dilim, ettin beni dilim dilim” demekten başka söylenecek söz yoktur.

Büyük Atatürk’ün sayesinde Türk ulusu, Harf Devrimi’yle okuryazarlıkta atılım yapmış, kısa
sürede cahilliği yenmeyi başarmıştır. Çünkü dil; edebiyat, eğitim, bilim, kültür, sanat, tarih, din
ve siyasetle yakın ilişki içindedir. Toplumun aydınlanmasını istemeyenler, bu nedenle dilimize
karşı çıkmaktadır, Türkçemizi aşağılamaya çalışmaktadır.

Yazımızı değerli Rıfat Ilgaz’ın “Türkçemiz” şiirinden bir bölümle bitirelim:

Bak, devrim ne güzel,
Barış ne güzel,
Dayanışma, özgürlük…
Hele bağımsızlık.
En güzeli, sevgi,
Sev Türkçeni, çocuğum,
Dilini sevenleri sev…

Azim ve Karar, 7 Kasım 2022

Nutuk yolumuzu aydınlatıyor

HÜSNÜ BOZKURT, ADD GENEL BAŞKAN ADAYI – Giresun28haber.comDr. MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT
ATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL BAŞKANI
19 Ekim 2022, Cumhuriyet
  • “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen felaketlerin doğurduğu uyanış ve aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
    Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum.”
    Mustafa Kemal ATATÜRK

Atatürk’ün Büyük Nutuk’unu okuduğu günlerin 95. yılını yaşıyoruz. Nutuk bir edebi eser olduğu kadar, sözü edilen her olayı belgeleri ile açıklayan bir bilimsel tarih çalışmasıdır ve bu niteliğiyle dünyada benzerine rastlamak zordur.

19 Mayıs 1919’dan 20 Ekim 1927’ye, esaret (tutsaklık) ve yok oluştan kurtuluşa, kuruluşa ve Aydınlanmaya uzanan 9 yıl boyunca tüm yaşananları, yapılan mücadeleyi, karşılaşılan güçlükleri, aşılan engelleri, bir ulusun varoluşa yürüyüşünü aşama aşama ve belgeleriyle anlatan, böylelikle milletine ve insanlığa 9 yıllık icraatının “hesabını veren” bir başka devlet kurucusu da siyaset insanı da pek görülmüş değildir.

SORUMLULUK BİLİNCİ

Atatürk, 15 Ekim 1927’de toplanan CHP 2. Kurultayı’nda Nutuk’u okumaya (günümüz Türkçesi ile)

  • “Gelecekte yapacaklarımız ile ilgili görüş alışverişinde bulunmadan önce,
    geçmişte yaşadıklarımız hakkında bazı açıklamalar yapmanın ve milletimize yaptıklarımızın hesabını vermenin görevim olduğu kanısındayım…” 

sözleriyle başlıyor, 6 gün boyunca 36.5 saat, 9 yıllık icraatının hesabını verirken aynı zamanda iç ve dış siyaset dünyasına da devlet adamlığı dersi veriyordu.

19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkan Osmanlı Paşası Mustafa Kemal’i Havza, Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara, İnönü, Sakarya, Dumlupınar, İzmir, Mudanya ve Lozan üzerinden zafere, cumhurbaşkanlığına ve Atatürk olmaya taşıyan; ilk gençliğinden itibaren (başlayarak) okuduklarıyla kendini inşa etme ustalığı, eşsiz askeri ve siyasi dehası, cesareti ve kararlılığı, koşulları doğru çözümleme ve sahip olduğu olanakları ve yetenekleri nesnel değerlendirme becerisidir, denebilir. Daha birçok üstün özellikleri de sıralanabilir elbette ama en başta bu sorumluluk bilincinin sayılması gerekir.

GENÇLİĞE EMANETİ

Büyük Atatürk, 20 Ekim 1927 günü Söylev’ini

  • “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen felaketlerin doğurduğu
    uyanış ve aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
  • Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum”

sözleri ve ardından belki de dünyanın en veciz hitabelerinden biri olan Gençliğe Hitabe ile tamamlarken aslında bitirmiyor, başlatıyordu. Zira

  • “Ey Türk istikbalinin evladı…”

diyerek seslendiğinin her dönemin Türk ulusu ve bu seslenişin tüm zamanlar için geçerli bir görev talimatı olduğu açıktır.

Nutuk, 95 yıldır Türk ulusunun yolunu aydınlatıyor, sonsuza dek aydınlatmayı sürdürecek.

Gazi Mustafa Kemal’i görüyorum…

Erdal Atabek
Dr. Erdal ATABEK
erdalatak@gmail.com
29 Ağustos 2022 Cumhuriyet

 

Akşehir’deyiz. Kurtuluş Savaşı’nın ölüm kalım günleri. Batı Cephesi karargâhı burada. İki katlı evin üst katında küçük bir odada Gazi Mustafa Kemal komutanlarla toplanmış. Masaya büyük bir harita serilmiş. Kuvvetler, saldırı yolları, günler saatler konuşuluyor.

Gazi Başkomutan Mustafa Kemal konuşuyor:

“20 Ağustos 1922 günü öğleden sonra 16.00’da Batı Cephesi Karargâhı’nda, yani Akşehir’de bulunuyordum. Kısa bir görüşmenin ardından 26 Ağustos 1922 sabahı düşmana saldırı için cephe komutanına emir verdim.”

Nutuk’ta bunları yazıyor.

“26 Ağustos sabahı Kocatepe’de bulunuyorduk. Sabah saat 5.30’da topçu ateşimizle saldırı başladı.

Efendiler, 26-27 Ağustos günlerinde, yani iki gün içinde düşmanın Afyonkarahisar güneyinde 50 ve doğusunda 20-30 kilometre uzunluğundaki sağlamlaştırılmış cephelerini düşürdük. Yenilen düşman ordusunun bütün kuvvetlerini 30 Ağustos’a kadar Aslıhanlar civarında kuşattık. 30 Ağustos’ta yaptığımız savaş sonrasında düşmanın ana kuvvetlerini yok ettik ve tutsak aldık. Düşman ordusunun başkomutanlığını yapan General Trikupis de tutsaklar arasında bulunuyordu.

Demek ki tasarladığımız kesin sonuç beş günde alınmış oldu.”

Yunan ordusu bozgun halinde kaçarken geçtiği yerleri yakıp yıkıyordu.

Ama 9 Eylül’de İzmir’e giren Türk ordusu başkomutanın verdiği emri,

“Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini yerine getirmişlerdi.

Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, bundan sonra bütün vatanın kurtuluşunu gerçekleştirecekti.

Sonrası Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu oluyordu.

Çağdaş uygar dünyanın seçkin bir örneği olarakBağımsız-Laik-Uygar Cumhuriyetkuruluyordu.

Bundan sonraki seferberlik eğitim seferberliği, sağlık seferberliği, tarım ve endüstri alanlarında seferberlik oluyordu.

Kendine yetmeyi hedefleyen üretim ve ekonomi programları, ulusal bankacılık, yeraltı ve yerüstü servetlerini devlet eliyle işletmeyi amaçlayan planlar yürürlüğe konuyordu.

YÜZ YILIN SONRASINDA BUGÜN

Yarının tarihi 30 Ağustos 2022.

1922 yılından yüz yıl sonrasında Gazi Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk’ü görüyorum. (1934 yılında TBMM kararıyla Atatürk soyadı verilmiştir.)

O’nu yeniden görüyorum.

Gene kararlı.

Önünde gene Türkiye haritası.

Gene düşman güçlerini hesaplıyor.

Gene düşmanı yenme planlarını yapıyor.

Yanında kurmayları.

Şimdiki kurmayları öğretmenler, doktorlar, mühendisler, hukukçular, ekonomistler, sosyologlar, sanatçılar.

Şimdiki kurmayları hep aynı;

Bilim insanları, sanatçılar, toplumun bilinçli insanları.

Atatürk’ü yeniden görüyorum.

Atatürk’ü yeniden dinliyorum.

Bir kez daha büyük.

Bin kez daha büyük.

Büyük Atatürk.

Yolun yolumuz. Biz de biliyoruz.

Sen de biliyorsun.

BU VATAN BÖYLE KURTULDU

Herkesin bir kez daha, bir kez daha bilmesi gerekiyor.

Bu vatan böyle kurtuldu.

Bu Cumhuriyet böyle kuruldu.

Şimdi soyguncuya bırakılamaz.

Şimdi vurguncuya bırakılamaz.

Şimdi goygoycuya bırakılamaz.

Şimdi cehalete teslim edilemez.

Şimdi din sömürücülerine bırakılamaz.

Şimdi dogmaya, hurafeye, yalana, talana bırakılamaz.

Nanköre, yalancıya, görmezden gelene, bilmezden gelene, yan çizene, kaçmaya hazırlanana bırakılamaz.

Siz, Atatürk’ü inkâra yeltenenler.

Sadece kendinizi inkâr ediyorsunuz.

Daralan alanınızda tepiniyorsunuz.

Artık sonucu siz de görüyorsunuz.

Zafer haklı olanındır.

Zafer vatanı kurtaranlarındır.

Zafer laik Cumhuriyeti kuranlarıdır.

  • Yüz yıl sonra da zafer Atatürk’ündür.

Yüz yıl sonra da zafer Atatürk’ün yolundadır.

Yüz yıl sonra da…

Guinness’e girmeye aday bir eğitim öyküsü

logo

Guinness’e girmeye aday bir eğitim öyküsü

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, 69 yaşında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun oldu. Saltık, “Belki de yıllar önce tıbbiyeye değil hukuka girseydim, farklı bir kişilik gelişebilirdi ama bir yakınmam yok. Ben tıp mesleğimi çok seviyorum. Bu durumumla Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim girmez miyim, bilmiyorum…” dedi.

İleyda Özmen

ANKARA- Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, eğitim azmiyle genç kuşaklara örnek oluyor. Yaşamını eğitime adayan Saltık, 69 yaşında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden yeni mezun oldu!

Yaşamı boyunca pek çok başarıya imza atan Saltık, “Belki de yıllar önce tıbbiyeye değil de hukuka girseydim farklı bir kişilik gelişebilirdi ama bir yakınmam yok. Ben tıp mesleğini çok seviyorum. Bu durumumla Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim girmez miyim bilmiyorum…” dedi.

Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Saltık, eğitim süreçlerini, bundan sonra hayata dair hedeflerini GAZETE DURUM’a şu sözlerle anlattı:

1977’den 2016’ya: 1977 İstanbul Tıp Fakültesi mezunuyum. 1978’de Hacettepe Tıp Fakültesi’nde Toplum Hekimliği / Halk Sağlığı dalında uzmanlık eğitimine başladım ve 1981’de İstanbul Tıp Fakültesi’nde uzman doktor oldum. 1990’da Doçent, 1996’da Profesör oldum.

  • Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde 2011-16 arasında okudum, bitirdim.

Mülkiye diyoruz biz ona. Çünkü Türkiye’de Siyasal Bilimler Fakültesi 1’den çok var ama “Mülkiye” 1 tane, biricik! O da taa 1859’da kurulan en eskisi ve hepsinin anası.

250 sayfalık kapsamlı tez : 2016-18 arasında Ankara Üniversitesi’nde Sağlık Hukuku alanında tezli yüksek lisans yaptım.

  • Dolayısıyla Sağlık Hukuku alanında uzmanlaşmış oldum.

Tezim, Anayasa Mahkemesi’ne yapılan bir bireysel başvuruda aşı yaptırmak istemeyen bir aileye Anayasa Mahkemesi’nin “Evet haklısınız” demesi üzerineydi. Bu kararı eleştirdik hukuksal ve tıbbi boyutlarıyla. Bir yandan hekim olma bir yandan hukukçu olma sorumluluğuyla iki alanı kesiştirerek Anayasa Mahkemesi’nin “Aşı yaptırmayabilir zorunlu tutulamaz” yönünde verdiği kararın tıbbi açıdan, hukuksal açıdan, hukuk felsefesi açısından, epistemolojik açıdan son derece yanlış olduğunu, 250 sayfalık kapsamlı tezimizde irdelemiş olduk.

Hukuk Fakültesi mezuniyeti :

  • Eylül 2018’de Ankara Hukuk Fakültesi’ne kaydımı yaptırdım ve yeni bitirdim (25.7.2022).

Şu an süregelen eğitimim Anayasa Hukuku Doktorası :

Ders dönemi tamamlandı önümüzdeki aylarda yeterlilik sınavına gireceğim ve arkasından tez yazarak onu da tamamlayacağım diye umuyorum.

Bu yaştan sonra ek diplomalardan gelir sağlamam söz konusu değil

Bütün bunlardan amacım Francis Bacon‘un da vurguladığı gibi “Bilgi güçtür.”

Büyük Atatürk‘ün de bizi uyardığı gibi, bilgiyi kafamızda salt bir yük olarak tanımayıp, onları insanlığa yararlı ürünlere dönüştürmek. Benim de derdim budur. Daha donanımlı bir insan olarak sağlık sorunlarını hukukuyla, felsefesiyle, siyasetiyle, kamu yönetimiyle bir bütün olarak anlamak ve bunlara daha kapsamlı, yetkin çözümler üretebilmek.

İnsanlığa daha çok hizmeti etmek…

Yoksa bu yaştan sonra, edindiğim diplomalardan bir gelir sağlamam söz konusu değil.

Avukatlık yapmak aklımdan geçmiyor:

Avukatlık yapmak aklımdan geçmiyor.

  • Ancak, sağlık hukuku alanında uzmanlaşmam nedeniyle, yasal bilirkişi belgeme ek olarak, bu konuyla ilgili davalarda uzman görüşü yazabilmekteyim.

Sağlık hukuku alanındaki sorunların çözülmesinde, daha adil kararlar verilmesinde.. böylesine bir katkım olabilir.

Anayasa Hukuku doktorasını tamamladığımda da “sağlık hakkı“nı işlemek istiyorum.

Sağlık hakkını hem hekim hem hukukçu olarak sentezleyerek işlemek.

Sağlık hakkını salt hukukçular tartışacak değiller. Yalnızca onlar tartışırlarsa bir ayağı eksik kalıyor. Çünkü hukuk insanlarının tıp sorunlarıyla, ölümle, hastalıkla ilgili yaşantı deneyimleri olmadığı için, havada kalabiliyor kimi kritik noktalar. Sorunun kökünü, doğasını anlamakta haliyle zorlanabiliyorlar.

Yarım yüzyıldır tıbbiyenin içindeyim :

46. yılındayım meslek yaşamımın. 1971’de Hacettepe’de tıp eğitimine 17 yaşında başladığımdan bu yana 51 yıl oldu. Yarım yüzyıldır tıbbiyenin içindeyim.

Edindiğim birikim ve deneyimleri hukuk bilgisiyle sentezlersem daha gerçekçi, canlı, yaşamı temsil eden, dile getiren, ussal (rasyonel) bir düzleme erişebiliriz diye düşünüyorum.

Dolayısıyla, anayasa hukuku doktora tezimi tamamladığımda, önümüzdeki 1-2 yıl içinde, sağlık hakkı üzerinde yetkin yazılar yazmak istiyorum.

Sağlık hukuku ve Tıp Hukuku dersleri vereceğim : 

Önümüzdeki yıl, bu yıl mezunu olduğum Ankara Hukuk Fakültesi’nde İngilizce Hukuk Bölümü’nde Sağlık Hukuku derslerini vereceğim. Çalışmakta olduğum Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde de Tıp Hukuku derslerini İngilizce vereceğim. Yine Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde hem lisans hem lisansüstü düzeyde Sağlık Hukuku ve Tıp Hukuku derslerini planlamaktayız.

Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim, bilmiyorum :

Şunu da belirtmekten keyif alırım : Bizim ailemizde Lozan’da İsmet Paşa‘nın danışmanları içinde Hukuk Profesörü Veli Saltık vardı. Ankara Hukuk Fakültesi kurucu kadrosu içinde yer almıştı. Rahmi Saltık, bizim aileden ülkece ünlü ses sanatçısıdır, aynı zamanda avukattır. Başka hukukçu – yargıç – avukatlar da var ailemizde.

Belki de yıllar önce tıbbiyeye değil de hukuka girseydim farklı bir kişilik formasyonu gelişebilirdi ama bir yakınmam yok.

Ben tıp mesleğini çok seviyorum. Özellikle uzmanlık alanım olan “Halk Sağlığı / Toplum Hekimliği” ni.. İnsanları hastalıklardan korumaya çalışmayı çok saygın ve anlamlı buluyorum. Bu bağlamda tıp – sağlık bilimleri eğitimi vererek hekim ve uzman hekim yetiştirmeyi de.

Bu durumumla Guinness Rekorlar Kitabı’na girer miyim girmez miyim, bilmiyorum.

Söyleşi fırsatı için size ve telefonla arayarak beni kutlayan değerli ve kadim dostum Mustafa Balbay‘a, GAZETE DURUM‘a ayrı ayrı teşekkür ederim.

Prof. Dr. Ahmet Saltık Hakkında Detaylı Bilgiler

CUMHURİYETİN SAĞLIK POLİTİKALARI ve NEO-LİBERAL ÇIKMAZ

Dostlar,

Dün akşam (14 Mart 2022) ADD (Atatürkçü Düşünce Derneği) Genel Merkezi Eğitim Kurulu’nun düzenlediği bir sanal açıkoturuma çağrılı idik. Düzenleyici, ADD  GYK (Genel Yönetim Kurulu) üyesi ve Eğitim Kurulu Başkanı Sn. Prof. Dr. Bige SÜKAN idi. Yine ADD GYK üyesi ve Gn. Skr. Yrd. Sn. Dr. Arif Güvenir (Aile Hekimi) öbür konuşmacıydı. Zoom ortamında yayınladı, youtube’a da yüklendi. Konumuz şuydu :

  • CUMHURİYETİN SAĞLIK POLİTİKALARI ve NEO-LİBERAL ÇIKMAZ


Dr. Güvenir, Cumhuriyetimizin kuruluşundan alarak 1970’lere dek gelişmeleri yaklaşık 40 dakikada yansılarla özetledi ve yaratılan destanı sergiledi. Gerçekten de Kurtuluş – Bağımsızlık Savaşı ardından Anadolu tam bir yıkıntı (harabe) durumdaydı. 12 milyon dolayında hasta, yaşlı, gençleri – erkekleri kırılmış, sanayileşememiş, din – tarım imparatorluğu artığı yoksul ve eğitimsiz bir kitle söz konusuydu. Bulaşıcı hastalıklar deyim yerinde ise “kol geziyordu”..

  • Batı yazınında, bu topluluğa “Kılıç artığı” denmekteydi.

Büyük ATATÜRK ve Cumhuriyet Devrimcileri pes etmediler ve onca yokluklar içinde gerçek anlamda bir tansık (mucize) yarattılar, tarihte tektir ve örnektir. Dr. Güvenir tam da bu destanı sundu. Yansıları görmek için lütfen tıklayınız :

Biz Tıbbiyelilerin ve sağlık emekçilerinin Mustafa Kemal Paşa, Dr. Refik Saydam… ve elleri öpülesi kahramanlar önderliğinde Türk Devrimine katkımızdır.

Tıbbiye (1827), Harbiye (1834) ve Mülkiye (1859) ülkemizin çelikten Aydınlanma sacayağıdır.

Biz de 1970’lerden alarak, küresel kapitalist sistemin tükenmeyen dönemsel bunalımları bağlamında 1980’ler başında başlaltılan KüreseleşTİRme = Yeni emperyalizmi ve onun  yeni yetme ideolojisi Neo-Liberalizmin özellikle sağlıkta ülkemizi sürüklediği çıkmazı sunduk. Çıkış önerilerimiz paylaştık (yaklaşık 45 dk.) Ardından 1 saate yakın canlı bir tartışma – katkı süreci yaşandı.

ADD yönetimini bu çabaları için kutlar, bizlere görev verdikleri için teşekkür ederiz.

Youtube kaydını izlemek için lütfen tıklayıınz…

https://youtu.be/cQHecOjxKkg

İzlenmesini, paylaşılmasını ve gereğinin yapılmasını dikeriz.

Unutulmasın                             :

  • Sağlık haktır meta değildir; bizler de müşteri değil,
    sağlık hizmetlerini doğuştan kazanan saygın ve onurlu insanlarız..

Ve;

  • “Sağlık hizmetleri, Devlet olma savındaki siyasal kuruluşların EN BİRİNCİ görevidir.” 

  • Kendine Devrimin ve Devrimciliğin çeşitli ve yaşamsal görevler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı, her zaman üzerinde dikkatle durulacak m1illi davamızdır. Çünkü Cumhuriyet; düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımdan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.” 
    Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK (TBMM açış konuşmasından, 1935)

Sevgi ve saygı ile. 15 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

ADD’den 14 Mart 2022 Tıp Bayramı Basın Açıklaması

BASINA VE KAMUOYUNA

14 Mart, bu da doktorların günü olsun diye üretilmiş bir bayram değildir.

14 MART TIP BAYRAMI, Tıbbiye’ nin emperyalist işgale karşı başlattığı mücadelenin kutlandığı gündür. Bu özelliği nedeniyle bize aittir, sadece ülkemizde kutlanır.

14 Mart 1919; 1683’den itibaren girdiği bütün savaşlarda hırpalanmış, sürekli yenilgilerle gerilemiş, 1. Dünya Savaşı sonunda fakr-ü zaruret içinde harap ve bitap düşmüş, orduları dağıtılmış, memleketinin her köşesi bilfiil işgal edilmiş bir milletin çocukları olan TIBBİYELİLERİN özgürlük mücadelelerinin ilk adımı, Ulusal Bağımsızlık Savaşımız’ın ilk kıvılcımlarındandır.

30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi’nin ardından 13 Kasım 1918’de İstanbul işgal edildi. Tıbbiyeliler, Boğaza demirleyen işgal donanmasını Haydarpaşa’dan gözyaşları ile izlediler. Kısa süre sonra İngilizler Askeri Tıbbiye’yi karargâh olarak kullanmaya başladılar. Okulun kulelerine makineli tüfekler yerleştirildi. Yatakhaneler İngiliz askerlerine verildi, karyolaları alınan öğrencilere tavan arasındaki yer şilteleri gösterildi. Tuvaletler gece İngiliz askerlerine ayrıldı, tıbbiyeliler için yattıkları yere idrar kovaları kondu. Nihayet askeri üniforma giymeleri de yasaklandı, sivil kıyafeti olmayanlar pijamaları ile derslere devam etmek zorunda kaldılar. Baskılar giderek arttı…

İşte ilk TIP BAYRAMI bu ortamda, 14 Mart 1919’da İngilizlere karşı başkaldırı olarak gerçekleştirildi.

İşgal İstanbul’unda her türlü toplantı yasaktı. Bu nedenle Tıphane-i Amire’nin (sonra Askeri Tıbbiye-i Şahane) kuruluş günü olan 14 Mart 1827’nin yıldönümünde bir bilimsel toplantı için izin alındı. Üçüncü sınıf öğrencileri Sırrı, Kazım, İsmail, Yusuf, Müfit ve Hikmet bu toplantıyı bir protesto eylemi, direnişlerini ateşleyecek bir bayram kutlaması olarak düzenlemeyi düşündüler. Diğer öğrenciler ve hocalarla birlikte toplantı büyük katılımla yapıldı. Bu sırada okulun iki kulesinin arasına gizlice astıkları -açıldığında tüm cepheyi kaplayacak- büyük TÜRK BAYRAĞI’nı öğrencilerin coşkulu alkışları ve İngilizlerin şaşkın bakışları arasında çatıdan aşağıya bıraktılar.

Bu ilk TIP BAYRAMI kutlamasından yaklaşık üç ay sonra, 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Samsun’a çıktı. (AS: Bu vapurdaki 19 kişiden 3’ü hekimdi!) 22 Haziran 1919’da Amasya Genelgesi’ni yayınlayarak Eylül başında Sivas’ta ulusal bir kongre toplanması için çağrı yaptı. Tıbbiyeliler bu kongreye iki delege seçtilerse de, harçlıklarından toplayabildikleri para ile ancak Hikmet’i gönderebildiler. Tıbbiyeli Hikmet, kaçak yollarla Sivas’a gitti. Bazı delegeler kurtuluşu emperyal devletlerin mandasına girmekte görmekte, bu yolda konuşmalar yapmaktaydılar. Söz alan ve kürsüden Mustafa Kemal’e hitap eden Hikmet,

  • “Paşam, murahhası bulunduğum tıbbiyeliler beni buraya istiklâl davamızı başarma yolundaki mesaiye katılmak üzere gönderdiler, mandayı kabul edemem. Eğer kabul edecek olanlar varsa, bunlar her kim olurlarsa olsunlar şiddetle red ve takbih ederiz. Farz-ı mahal, manda fikrini siz kabul ederseniz, sizi de reddeder, Mustafa Kemal’i vatan kurtarıcısı değil, vatan batırıcısı olarak adlandırır ve tel’in ederiz.” dedi.

Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa,

  • “Efendiler, gençliğe bakın; Türk millî bünyesindeki asil kanın ifadesine dikkat edin! Gençler, vatanın bütün ümit ve istikbali size, genç nesillerin anlayış ve enerjisine bağlanmıştır.
    dedikten sonra Hikmet’e döndü ve
  • “Evlat müsterih ol, gençlikle iftihar ediyorum ve gençliğe güveniyorum. Biz azınlıkta kalsak dahi mandayı kabul etmeyeceğiz. Parolamız tektir ve değişmez: YA İSTİKLÂL YA ÖLÜM!

diyerek sözlerini tamamladı.

Hikmet (Boran) Bey, bazı yılgınların çözüm olarak önerdikleri MANDA safsatasını tarihe gömen Tıbbiyeli, Atatürk’ün Büyük Nutku’nu bitirirken “EY TÜRK GENÇLİĞİ” diye seslendiği, Cumhuriyeti ve devrimleri emanet ettiği helâl süt emmiş vatan evlatlarının ilklerinden biridir.

1911-1922 yıllarını kapsayan 12 yıllık dönem Tıbbiye için çok özeldir. Bu dönemde Osmanlı Devletinin katıldığı savaşlarda bütün milletimiz gibi Tıbbiyeliler de cepheden cepheye koşmuş, büyük acılar çekmiş, bedeller ödemiş, hatta 1921 yılında bütün öğrencileri (AS: 1915 Çanakkale sabunmasında) şehit olduğundan mezun verememiştir.

Türk Ulusu’nun dün olduğu gibi bugün de nice Tıbbiyeli Hikmetleri vardır ve onlar; vatandan başka aşk, milletten başka sevgili bilmediler, bilmezler, hiçbir yere gitmediler, gitmezler.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ olarak; Tıbbiyeli Hikmet bilinci ile milletinin hizmetinde olan değerli hekimlerimizin TIP BAYRAMI’nı kutluyor, sadece salgın günlerinde değil, her zaman değerlerinin bilindiği, haklarının verildiği çalışma koşullarına kavuşmalarını diliyor, en içten duyularımızla saygılarımızı sunuyoruz. (14 Mart 2021)

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ
============================================

Dostlar,

ADD Genel Merkezi’nin bu basın açıklaması tarihsel değerde bir belgedir.
Büyük ölçüde Genel Başkan Sayın Dr.M. Hüsnü Bozkurt’un kaleminden çıkmıştır anlaşılan.
Dr. Bozkurt, açıklamada adı geçen şanlı İstanbul Tıp Fakültesi 1974 bitirenidir (mezunudur) bir askeri tıbbiye öğrencisi olarak. (Biz de 1977 bitireniyiz aynı şanlı – onurlu İstanbul Tıp Fakültesi’nin!)

Bu sabah Atılım Üniversitesi Tıp Fakültesi 3. sınıf öğrencilerine 2 saat dersimiz vardı :

Sağlık Hizmetlerine Erişim (Access to Healthcare).

Başlangıçta birkaç yansıyı (slaytı) günün anısını, anlamını ve önemini genç tıbbiyelilere aktarmak için ayırmıştık.. İkisi aşağıda..

Üstteki basın açıklamasında olduğu ölçüde ayrıntılı olmasa da olayın tarihsel ardalanını ve bağlamını gençlere, gözyaşlarımızı ve boğazımızda düğümlenen hıçkırıkları güçlükle engelleyerek aktardık.


Türkiye Cumhuriyeti, Büyük ATATÜRK‘ün öngördüğü ve emanet ettiği üzere sonsuza dek yaşayacak, bizler tarafından onurla, şanla yaşatılacaktır : “… ilelebet payidar kalacaktır.”

TIBBİYE – MÜLKİYE – HARBİYE Türkiye’nin çökertilemez çelik sacayağı olarak hep nöbettedir.

Sevgi ve saygı ile. 14 Mart 2022

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik