Etiket arşivi: Atatürkçü Düşünce Derneği

ADD’den Basına ve Kamuoyuna YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ Çağrısı

BASINA ve KAMUOYUNA

NEREDEN NEREYE?

Akıl ve bilimden ayrılmayan namus ve liyakat esaslı yönetim anlayışı ile onca yoksulluk, yoksunluk, borç ve yıkıma karşın kısa sürede uçak üreten bir sanayi ülkesi ve kendini doyuran 7 ülkeden biri olan Türkiye’yi yaratan, iki Dünya Savaşı arası dönemin ve 1929 Büyük Buhranı’nın bütün kısıt ve zorluklarını aşarak gemiyi limana ulaştıran Cumhuriyet Halk Partisi; kurucusu Atatürk’ü çok erken yitirmesi talihsizliğine eklenen 2. Paylaşım Savaşı’nın yarattığı küresel yıkımın olumsuz etkisi altında girdiği 14 Mayıs 1950 seçimlerini, emperyal güçlerin İslam coğrafyasındaki tek Laik Cumhuriyeti güdümlerinde bir din devletine dönüştürme hedefleri doğrultusundaki (günümüzde BOP’la süren) çabalarının da katkısıyla yitirmiş, iktidarı Demokrat Parti’ye devretmiştir.

Ülkemiz 73 yıldır -kısa süreli birkaç koalisyon hükümeti dışında- genellikle Cumhuriyetimizin “laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti” olarak tanımlanmış temel nitelikleri ve Aydınlanma Devrimleri ile sorunlu sağ partiler tarafından yönetilmektedir.

Son olarak 12 Mart 1971 ve 12 Eylül 1980 faşist darbelerinin solsuz ve soluksuz bıraktığı ortamın ürünü olarak 2002 Kasım’ında iktidara gelen Siyasal İslamcı AKP; Cumhuriyet kazanımlarını geriletmiş, Laik Cumhuriyet düşmanı F. Gülen cemaatinin kamuda kadrolaşmasına olanak sağlamış, “mezardaki ölülere bile oy kullandırın” denilen 12 Eylül 2010 referandumunda yargıyı da aynı cemaate teslim etmiş, yargı ve emniyetteki cemaat kadrolarının kumpasları ile “Türk Ordusu’nun kafeslenmesine” ve 21. yüzyılda demokrasimizin darbe kalkışması ihanetine uğramasına neden olmuş, bastırılan bu hain girişimin ardından diğer tarikat ve cemaatlerle işbirliğini sürdürmüş, şaibeli 2017 referandumu ile rejimi değiştirerek fiilen uyguladığı ‘’Tek Adam’’ yönetimine hukuki meşruiyet kazandırmış, dış borç, yolsuzluk ve yoksullukta rekor kırmış, laiklik ilkesini ağır tahribata uğratmış, kuvvetler ayrılığını yok ederek demokratik hukuk devletini tarumar etmiş, selden yangına, salgından depreme yaşamsal önemdeki tüm sorunları yönetmede başarısız olmuş, ekonomiyi krizden krize sürüklemiş, ama yine de son seçimleri kazanabilmiştir.

NEDEN ?

Çünkü bu süreçte CHP; kuruluş felsefesinden, antiemperyalist özünden uzaklaşmış, Kemalist ideolojisinden utanır olmuş, kendi olmaktan vazgeçmiş, “Son 10 yılda en çok değişen parti biziz”, “30’ların CHP’si değiliz”, “Biz neyi terk ettiysek saray artık tam odur” ve benzeri söylemlerle başkalaşmış, hiçbir dahli olmayan kimi uygulamalar için yapılan -herhangi bir olumlu yanıt da alınamayan- “helalleşme” çağrıları ile zımnen mahkum edilmiştir. Bunlara ek olarak; solculuğu etnikçilik, demokratlığı mezhepçilik sanma cehaletine tutsak edildiği, Kemalizm’e “ırkçılık”, ulusalcılığa “faşistlik”, Atatürk’e “katliamcı” diyen gafillerle anılır olduğu için tabanında ciddi kırılmaya neden olmuştur. O kadar ki; tarihin ilk antiemperyalist ulusal bağımsızlık savaşı meydanlarında doğmuş, kurulduktan 50 gün sonra devlet kurmuş “Atatürk’ün Partisi”; “Benim ömrüm CHP zihniyetiyle mücadeleyle geçti”, “Zamanı geldiğinde Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirebiliriz”, “Anayasadan Türklük çıkarılmalıdır”, “Türkiye’nin bugün Said Nursî modeline ihtiyacı olduğunu düşünüyorum”, “İstanbul Sözleşmesi kadına şiddeti 10 misli artırdı” diyen Laik Cumhuriyet karşıtları ile aynı potaya sokulmuş, içine bu sapkın görüşleri savunanlar doldurulmuş, hatta kimliği ile özdeşleşmiş Anayasanın ilk 4 maddesini değiştirmeyeceğine dair protokol imzalamak zorunda bile bırakılmıştır.

Böylelikle CHP, iktidar seçeneği olmaktan çıkmış, diğer partilere benzemiştir.

Bu ortamda, “Millet İttifakı” adı ve “Dostlarımızla İktidar Olacağız” söylemiyle CHP liderliğince bir araya getirilen, ama CHP’nin hiçbir ilke ve değerini benimsemeyen, devamlılığı ancak CHP yönetiminin verdiği ödünlerle sağlanabilen “6’lı Masa”; bütün koşullar mevcut iktidarın aleyhinde iken bileşimindeki uyumsuzluk ve seçimlerin Anayasaya aykırı ve adaletsiz koşullarda (ki tüm uyarı ve çağrılara karşın “mağduriyet yaratmama” gerekçesiyle bunların hiçbirine itiraz edilmemiştir) yapılması yanında, süreçteki vahim hataları, son birkaç aydaki akıl almaz savrulmaları ve çok yanlış tercihleri sonucu hezimete uğramış, coşku ile sandıklara koşan geniş halk kitlelerini hayal kırıklığına uğratmıştır.

Bu arada masayı oluşturan partilerden 4’ü umduklarından fazlasını alıp mutlu olurken seçmeni ve tabanıyla hüsrana uğrayan tek parti CHP olmuştur.

Bu ağır yenilginin ardından doğal olarak güçlü ve haklı bir ‘’Değişim’’ talebi dile getirilmeye başlanmıştır.

NASIL BİR DEĞİŞİM?

Adını aldığı Atatürk’e, kurucularına, onbinlerce üyesine ve aziz milletimize duyduğu sorumlulukla “6’lı Masa”nın 28 Şubat 2022’de yayınlanan ilk “Mutabakat Metni”ne ilişkin eleştirilerini duyurduğu 02 Mart 2022 tarihli basın açıklaması ve gazete ilanlarından itibaren (başlayarak) seçime kadar geçen süreçte yüz yüze görüşmeler, basın açıklamaları ve gazete ilanları ile uyarılarını defalarca (kezlerce) yinelemiş bir demokratik kitle örgütü olarak bu soruyu da -bu kez duyulması dileğiyle- yine dostça bir uyarı ile yanıtlamak isteriz.

Öncelikle değişimden kastedilenin; sadece kişilerin, kurulların değil, onlarla birlikte politikaların da değişmesi, CHP’yi CHP yapan değerlere yabancılaşmanın son bulması, parti programına uyulması, süregelen yenilgilerin nedeni olan yönelişlerden, savrulmalardan kurtulunması olduğu görülmelidir.

Beklenen;

– Yıllardır uygulanan neoliberal politikalarla üretimden kopmuş, fabrikalarını, ulusal varlıklarının önemli bölümünü özelleştirmelerle yitirmiş, milyonlarca geçici sığınmacı ile demografik yapısı bozulmuş, etnik ve dini ayrımcılıkla kutuplaştırılmış insanlarımızın özlemlerine yanıt verecek

– Lider merkezli değil politikaların tabandan tavana oluşturulup örgütlerce halkla buluşturulduğu, parti içi demokrasiyi kurumsallaştıran, emeğin en yüce değer olduğu bilinciyle dünyaya bakan

– Emperyalizmi yenilgiye uğratan ilk ulusun çocukları olmanın özgüvenini taşıyan, gerektiğinde özeleştiriden kaçınmayan, yanlış gördüğünde eleştirmekten korkmayan

– “Yurttaş Hakkı” bilinciyle hukuk devletini kıskançlıkla koruyan, emperyalizmin mikromilliyetçilik ve mezhepçilik oyunlarına gelmeyen, etnik köken ayrılıkçılığını bütünleştirici ulus (millet) kavramı ile çözen, mezhep ayrımcılığını laiklik özgürlüğünde sorun olmaktan çıkaran, üniter ulus devlet yapısından ödün vermeyen bir Demokratik Toplumcu Değişim’dir.

NE YAPILMALI?

Ülkemizin acil gereksinimi; yeniden, laik, bilimsel eğitimdir.

Yeniden, 1921 değil, 1961 anayasasını esas alan demokratik hukuk devletidir.
Yeniden, kuvvetler ayrılığıdır.
Yeniden, üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğüdür.
Yeniden, kadın-erkek eşitliğidir.
Yeniden, ulusal birlik ve iç barıştır.
Yeniden, sınır güvenliğidir.
Yeniden, toplumcu kamucu sağlık sistemidir.
Yeniden, bölge merkezli karşılıklılık esaslı onurlu dış politikadır.
Yeniden, özgür basın, özgür bilim, özgür sanattır.
Yeniden, kendini doyuran, yüksek teknolojili ürün üreten karma ekonomidir.
Yeniden, güçlü demokratik kitle örgütleri, güçlü sendikalar, örgütlü toplumdur.
Yeniden, gençlerimize fırsat eşitliği, iş güvencesidir.
Yeniden, kendi gücü ile kalkınacağına inanan millettir.
Yeniden, tarikat cemaat kuşatmasından kurtulmuş devlettir.
Yeniden, yarınlarına güvenle bakan Türkiye’dir

Kısacası, YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ’dir.

Öyleyse CHP bir an önce; başarısı kanıtlı, günümüzde de geçerli olduğu yaşananlarla doğrulanmış, dünyaca örnek alındığı da pek çok yabancı devlet ve bilim insanı açıklamalarıyla ortada olan ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE SİSTEMİ yoluna girmelidir. (Bu bağlamda, 23 Nisan 2022 ve 23 Nisan 2023 tarihlerinde iki kez yayınladığımız, demokratik kitle örgütleri ve siyasi partilerle paylaştığımız, diğer uyarılarımız gibi gazete ilanları ile de duyurduğumuz Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestomuz’un dikkate alınması talebimizi yineliyoruz.)

Yeni TBMM yapısına bakıldığında; önümüzdeki dönemde Laik Cumhuriyetimizi ve Cumhuriyet kazanımlarımızı korumakta hepimize çok daha zorlu görevler düşeceği ortadadır. En önemli dayanağımız Atamız’dan miras ideolojimiz (Kemalizm), en değerli gücümüz Laik Cumhuriyet’in yetiştirdiği, Ulusumuz’un büyük çoğunluğunu oluşturan nitelikli insan kaynağımızdır. Bu dayanak ve güçle DEMOKRATİK TOPLUMCU DEĞİŞİMİ gerçekleştirmek umuda giden ilk adım olacaktır.

Saygılarımızla… 20.06.2023 (Cumhuriyet, arka tam sayfa, 21.6.23)

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

Muhataplarına

Ataol Behramoğlu
Ataol Behramoğlu
ataolbehramoglu@gmail.com

Geçen yıl şubat ayında Ankara’da, Atatürkçü Düşünce Derneği’nin ödüle layık gördükleri arasında olduğum Yılın Atatürkçüsü Ödülüyle ilgili toplantıda yaptığım konuşmada mevcut siyasal iktidarı sertçe eleştirmiş ve konuşmanın bir yerinde (şimdi videoya bakarak yazıyorum) aynen şöyle demiştim: “Parantez diyorlar ya Cumhuriyete… parantez kendileri… çok da uzun sürdü aslında… bu parantezi kapatmak lazım…”

Burada söylenen yeterince açıktı. Anımsadığımca iktidar kanadından bir hanım milletvekili Meclis’te, “Cumhuriyet yüz yıl süren bir parantezdir, bu parantezi kapatacağız” demişti… Sözlerim ona, onun gibilere bir yanıttı… Yeterince açık değil mi?

Öyle olmadı… Toplantının hemen ardından akıldışı bir saldırıyla karşılaştım… Belli çevrenin gazeteleri, internet siteleri, “sosyal medya” kanalları “Ataol Behramoğlu hükümete karşı darbe çağrısı yaptı” manşetleriyle dolup taştı… Toplantıyı onurlandıranlar arasında bulunan sayın Ahmet Necdet Sezer’in adı da kullanılarak şöyle manşetler atıldı: “Sezer’in katıldığı ADD toplantısında darbe çağrısı…” vb.

Bu manşetleri atanlara soruyorum: Utanma duygusundan nasıl bu kadar yoksun olabilirsiniz? Yukarıdaki sözlerimin neresinde darbe çağrısı var? Ne darbesi? Kim yapacak? Aklımın ucundan bile geçmeyen böyle bir çağrı yaptığım suçlamasıyla kopartılan yaygaranın gecesinde, çok insanca nedenlerle, uyku tutmadığını itiraf ederim…

Parantezin kapatılması yönünde olumlu adımların atıldığı şu günlerde, söz konusu kişiler, çevreler bir ahlak ve vicdan muhasebesi yaparlar mı?  Ne yazık ki pek sanmıyorum…
***
Bir sonraki salvoyla (yaylım ateşiyle) geçen yılın yaz aylarından birinde Foça’da katıldığım Görkemli Hatıralar programı sonrasında karşılaştım… Böyle bir şeyi kesinlikle beklemiyordum ve anlamakta da uzun süre güçlük çektim. Yine polemiklere, kasıtlı ya da kasıtsız, ama aptalca ve çirkin yorumlara, kışkırtıcı sözlere, sövgülere, hakaretlere, tehditlere yol açmamak için ayrıntıya girmeyeceğim. Fakat özetle:

  • Hiç kimse herhangi bir dine mensup olmak mecburiyetinde (zorunda) değildir.

Sonuç olarak ve çağdaş dünyada din, kişisel inanç konusudur. Kimseyi sizin inandığınızı inanmaya zorlayamazsınız. Bu arada, toplumların geleceği demek olan çocuklarımıza bilim karşıtı zorlamalar uygulamak suçtur. Buna karşılık hiç kimsenin bir başkasının inancını küçümsemeye, aşağılamaya da hakkı olamaz. Dinler toplumsal gerçekliklerdir. Kötü olan, onların siyasal, kişisel vb. çıkarlar için istismar edilmeleridir. Ve her şey gibi

  • Dinler de elbette ve bilimsel aklın gereği olan saygı ölçüleri içinde, tartışılabilir, tartışılmalıdır ve tartışılacaktır…

Sözünü ettiğim TV programında söylediğim bir cümle nedeniyle din düşmanı ilan edildim ve yaylım ateşinin artçıları devam ediyor. O cümlenin asıl içeriği, ana fikri, katılırsınız ya da katılmazsınız, ama hakarete, tehdide hakkınız yok, din vb. değil, hayvan sevgisi ve merhametti. Konuyla doğrudan ilgisi olmasa da din olgusuna her zamanki bakışıma yakın bir örnek vereyim:

Muhalefetin cumhurbaşkanı adayının açıklandığı günün “Berat Kandili”ne rastlamasına ya da rastlatılmasına kişisel olarak ben (bazı arkadaşlarım beni bunun için belki eleştirebilir) memnun oldum. Bu anlamda ve bu ölçülerde dinler, toplumların kuşkusuz ki ortak, birleştirici değerleridir. O toplantının Saadet Partisi salonunda yapılması, o binanın cephesindeki Türk bayrağı ve Atatürk posterleri ayrıca anlamlı ve güzeldi.

Din birleştirici, barışçı, sabırlı, tahammüllü olmalıdır.

Biz bunu çocukluğumuzda ve sonrasında böyle yaşaya geldik. Bugün toplumumuza dayatılmakta olan din ise İslamın da bütün başka dinlerin de esasına (özüne) aykırı olarak, ne yazık ki saldırgan, bölücü, ayrıştırıcı bir nefret dili (ve dini) olmuştur…
***
Şimdilik son yaylım ateşine gelelim… Hep bir ağızdan bir isteri nöbetine tutulmuşçasına (gerçekte ve kuşkusuz bir merkezden yönetilerek) “Ataol Behramoğlu tutuklansın” çığlığı atmaktalar. Nedeni, güya, cumhurbaşkanını ölümle tehdit etmişim… Bu kez sanırım suçlamanın iyice gülünç ve saçma olmasından, uykum kaçmadı, fakat her gün almam gereken birkaç ilacı, her an yanıma alabileyim diye, bir iki günlüğüne bir kenara ayırdım…

Söylediğim (Üstelik Louis’leri de karıştırarak!) özetle, Devlet benim demenin, bütün zamanlarda, devletin başında olanlara iyilik getirmediğiydi… Ve öyledir de. Benim verdiğim örneklere sayısız başkaları eklenebilir. Bu gibilerin sonu ille de kafası kesilerek olmuyor. Devleti temsil eden kişiler rehavete kapılmamalı. Her siyasal iktidar şöyle ya da böyle sona erer. Kaldı ki ben, can düşmanımın bile, siyasal vb. nedenlerle aşağılanmasını, hangi biçimde olursa olsun yaşamına son verilmesini istemem. Böyle bir durum söz konusu olduğunda da insan hakları adına buna karşı çıkanların en önünde yer alırım.
***
Son olarak İYİ Parti’nin (kendisiyle ilk kez o tarihte toplu bir yemekte karşılaştığımız ve sonrasında bir daha hiç karşılaşmadığımız) sayın genel başkanı konusunda gazetemizde 2017’de yayımlanan iki yazıma geleyim… Bu gün de kuşkusuz, o yazılarımın arkasındayım. Bana o sırada gerçekten “alçakça” sıfatını hak edercesine saldıranlar sonradan suspus olmuşlardı. Şu ara kıpırdandılar.

Fakat Sayın Akşener, (nedeni ne olursa olsun sonuçları kendisi ve partisi için çok kötü olabilecek) ayrılıştan çok çabuk vazgeçerek beni bir kez daha haklı çıkarmış oldu. Demokrasiye, ülkemize hizmetlerinin güçlenerek süreceğine inanıyorum.
***
Muhataplarına diye başladığım yazıyı şöyle sonlandırayım.

Değerli avukatlarım yoluyla açtığım hakaret davaları sizi güç durumda bırakıyor ve “uzlaşma” adı altında çırpınmaya başlıyorsunuz… Bu küçültücü duruma düşmekten kaçının… Yapmayın, düşmanınıza karşı bile ahlaklı ve vicdanlı olun.

Sövmeyin. Tehdit etmeyin. Gerçekleri göz göre göre saptırmayın.

Onları kendi amaçlarınız doğrultusunda eğip bükmeyin. Özgür akla saygı duyun.

Tartışmaktan korkmayın. Bunları sizden, kendi adıma olduğundan çok daha fazla, ülkemiz adına istiyorum. Çünkü

  • bir toplum ahlaken çürüyüp vicdan duygusunu tamamen (tümüyle) yitirecek olursa, enkazın altında herkes kalır.

Atatürkçü Düşünce Derneği’nden 6’lı Masa’ya Çağrı

BASINA VE KAMUOYUNA

(AS: 06 Mart 2023 günü Cumhuriyet Gazetesi arka sayfasında tam sayfa basın açıklaması metnidir.)

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi olarak, kuruluşundan bu yana geçen 34 yılda Atatürk ilke ve devrimleri ve Laik Cumhuriyet için çok bedel ödemiş bir Demokratik Kitle Örgütü olma sorumluluğu ile 28 Şubat 2022’den itibaren (başlayarak) 6’lı Masa’nın Sayın Genel Başkanlarına defalarca (kezlerce) basın  açıklamalarımızla, gazete ilanlarımızla, e posta iletilerimizle ve randevu alabildiklerimizle de baş başa görüşerek görüş ve düşüncelerimizi aktardık. Aralarındaki anlaşmazlıkları uzlaşarak çözmeleri, birbirlerine basın aracılığı ile mesaj vermemeleri, temel konuları da bir an önce görüşmeleri gerektiğine yönelik kamuoyu beklentisini ulaşabildiğimiz her kanalı kullanarak anımsatmaya çalıştık.
Zaman zaman görülen kimi aykırı ve her türlü yoruma açık söylemlerin masanın geleceği konusunda endişe yarattığını, buna izin verilmemesi gerektiğini açıkça söyledik.
Tek amacımız gördüğümüz olumsuzluklara dikkatlerini çekmekti.

Bu bağlamda;

– 28 Şubat 2022’de kamuoyuna sundukları Mutabakat Metni’nde gördüğümüz yanlışları belirttiğimiz 1 Mart 2022 tarihli basın açıklamamızı tüm 6’lı Masa partilerine ilettik,
tam sayfa gazete ilanları ile duyurduk, ulaşabildiğimiz kurmaylarla da tartıştık.

– 23 Nisan 2022’de 10 bini aşkın üyemiz ve Atatürkçü yurttaşımızın katılımı ile gerçekleştirdiğimiz Büyük Ankara Buluşması’nda yayınladığımız Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Manifestomuz’u
24 Nisan 2022’de yine gazete ilanları ile duyurduk. Bütün 6’lı Masa partilerine ulaştırdık. Randevu alabildiğimiz Sayın Genel Başkanlara baş başa görüşerek elden de sunduk ve ülkemizin gereksiniminin böyle bir program olduğuna inandığımızı belirterek hazırlayacakları İktidar Programı’nda dikkate almalarını önemle talep ettik.

– 7 Ocak 2023 tarihinde yine tam sayfa gazete ilanları ile duyurduğumuz YETER ARTIK başlıklı basın açıklamamızla tüm 6’lı Masa liderlerini sorumlu davranmaya, aykırı söylem ve eylemlerden kaçınmaya davet ettik, milyonlarca yurttaşımızın kendilerine bağlanmış umutlarını boşa çıkarmama yükümlülüklerinin altını çizdik.

– Nihayet (Sonunda) 24 Ocak 2023 tarihinde yine tam sayfa gazete ilanları ile duyurduğumuz
UYARIYORUZ başlıklı basın açıklamamızla bir kez daha birlikte hareket etmeye çağırdık.

Bu amaçla bütün muhalefet milletvekillerine mektuplar da yazdık. Sonuç alamadık, üzgünüz.

Şimdi Ulusumuza ve ömürlerini vatana hizmete adamış on binlerce üyemize karşı sorumluluğumuz gereği ve olanca iyi niyetimizle -geç kalmamış olmayı ve bu kez değerlendirileceğini umarak- bir kez daha Sayın Genel Başkanlara seslenmeyi görev sayıyoruz.

Sayın Genel Başkanlar

  • Ülkemiz yıllardır tek adam rejiminde savruluyor.
  • Siyasal İslam, Laik Cumhuriyetimizi boğmaya çalışıyor.
  • Çevremiz ateş çemberi.
  • Geçici sığınmacılar emperyal bir proje olarak demografik yapımızı ve toplumsal barışımızı tehdit ediyor.
  • Ekonomimiz perişan, paramız pul olmuş.
  • İlaveten (Ek olarak) deprem felaketi çökmüş üstümüze…

Bütün bu sorunların ve dahasının çözümü için geniş halk kesimleri size ve birlikteliğinize güvenmişken son toplantınızda ortaya çıkan ve 4 gündür yakıcı deprem acılarını bile gölgeleyen tablodan kimin ya da kimlerin sorumlu olduğunun şu aşamada hiçbir önemi olmadığı ortada.
Yaşananlara bakıldığında, bir biçimde anlaşmazlıklarınızı aşıp uzlaşarak yeniden bir araya gelmeniz gerektiği, bunun birlikteliğinize umut bağlamış milyonların ortak kanı ve beklentisi olduğu görülüyor.

Henüz yitirilmiş bir şey yok, yaraları sarabilecek zaman var. Hepiniz ciddi devlet deneyimine sahip siyaset insanlarısınız, başarabilirsiniz.

Olayın sıcaklığı sürerken sosyal medyada izlenen iklim kimseyi aldatmamalıdır.
Toz duman dağıldığında seçmen tepkileri şu anda hiç öngörülmeyen biçimde ortaya çıkabilir,
kimsenin vebalini üstlenemeyeceği, ama bedelini çok ağır ödeyeceği sonuçlar doğabilir.

Saygılarımızla. 06 Mart 2023

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ’NİN DEPREM BÖLGESİ ZİYARETİ SONRASI BASIN AÇIKLAMASI

Dostlar,

ADD örgütümüz, deprem afetinde elinden  gelen çabayı dayanışma içinde göstermekte.
Yardım amaçlı toplanan araç – gereçler bölgeye ulaştırıldı.
Bir bölüm Depremzedelere yemek verilmesi sağlandı, sürdürülüyor.
Önceki gün de Genel Başkan Dr. M. Hüsnü Bozkurt ve kimi GYK (Genel Yönetim Kurulu) üyeleri deprem bölgesine gittiler.
Çalışmalar, gözlemler, yapılanlar, fotoğraflar… özetle aşağıdaki pdf dosyasında.

Lütfen tıklayarak okuyalım..
Dayanışmayı genişletelim.

AKP/RTE iktidarı hem deprem öncesinde yeterli önlemleri almadı; 20+ yıllık tek başına iktidarına karşın hem de afeti yönetemedi.

AKP/RTE iktidarı enkazın altında kaldı, Eylül 2021’den bu yana nass inadı / maskesiyle yarattığı ağır ekonomik bunalım ve yaygın – derin yoksullaşTIRmaya ek olarak..

Ulusumuzun kapsamlı ve başarılı dayanışması, adeta hükümeti / devleti de enkaz altında kalmaktan büyük ölçüde korudu.. Gölge etmeseler yeter..

1999 depremi + 2001 ekonomik bunalım ile geldiler..
2023 depremi ve süregelen ağır ekonomik bunalımla da gidecekler..

Depremzedelerle dayanışmayı kapsamlı ve sürekli götürmeliyiz.
Kamuoyu baskısı AKP / RTE iktidarına da apaçık ayar vermekte.. inisiyatifleri kalmadı!

Seçimi erteleyerek Anayasayı çiğnemeye, demokrasiye darbe yapmaya yelteniyorlar.  Türkiye buna izin vermeyecektir.

Deprem değil çürük binalar öldürüyor“.. denir.

Bir ekleme zorunlu ne yazık ve ne acı ki..:

  • Deprem değil çürük binalar ve AKP/RTE yönetimi öldürüyor!!

Sevgi, saygı, acı ama DAYANIŞMA ile. 18 Şubat 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

YAZILI METİNLERLE, YAYIN ORGANLARIYLA YAYILIR YA DA YARGILANIRSINIZ…

portresiLütfü KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. (İTÜ)

İlkokul sıralarında, okuma yazmayı öğrendikten sonra ilk öğrendiğimiz bilgilerden birisi de tarihin yazının icadı ile başladığı idi. Bütün ilkokul döneminde sınıf duvarındaki panoda zaman cetveli, tarihsel dönemleri bu esasa göre gösterirdi. İnsanın evrimsel olarak 200 bin yıl önce ortaya çıkmasına karşın Sümerler’in icadı Çivi Yazısının yaklaşık 5500 yıllık bir geçmişi var ve biz tarihi 200 bin yıl öncesinden değil 5500 yıl öncesinden başlatıyoruz. Ondan öncesini çanak çömlekten, yapılardan, üretim-savaş araçlarından kestirebiliyoruz.

İnsanın dünyaya bakışını, ilişkilerini, toplumsal yaşayışını düzenleyen dinsel inanışları da değerlendirirken tek tanrılı dinlerin daha yaygın olduğunu görüyoruz. Çünkü tek tanrılı dinler ortaya çıkışlarından bir süre sonra olsa da kutsal kitaplarla yazılı metinler ve kurallar koydukları için daha çok yayılabilmişlerdir. Tek tanrılı dinler dışındaki inanışlar ve öğretiler de yazılı metinler haline dönüştükten sonra kalıcılaşmıştır. Zaten matbaanın icadıyla ilk önce din kitapları basılmıştır. (Tuhaftır dinlerin yaygınlaşmasını sağlayan din kitaplarını basanlar da yargılanıp cezalandırılmıştır.)

Ve elbette son 250 yıl içinde dünyaya yön veren, felsefeler, ideolojiler, siyasal düzen önerileri de yazılı metinlerle ve yayın organları ile yaygınlaşmışlar, pek çoğu yargılanıp mahkûm edilmiştir. Buradaki yargılanıp mahkûm edilme, yaygın olarak insan topluluklarının zihinsel gelişimi sonucu kabul görmez olması şeklinde de olabildiği gibi, eski düzeni koruma isteğindeki yöneticilerin yargı sistemlerinde yargılanıp ezilmeleri hatta öldürülmeleri olarak anlaşılmalıdır. Pek çok yazılı metindeki düşünce başlangıçta mahkûm edilse bile, sonradan anlaşılıp ayağa kalkmış ve insanlığın malı durumuna gelmiştir. Ancak son çözümlemede tarihin yargılamasına açık kalmaktadır.

İdealizm dediğimiz metafizik düşünce sistemi ile materyalizm tezleri arasındaki bitmeyen kavga, bunlardan sapmalar biçimindeki ara akımlar arasındaki tartışmalar hep yazılı metinlerle ve çoğunlukla süreli yayın organlarıyla yapılır. Bu nedenle Liberalizm, Sosyalizm, Faşizm benzeri düşünce sistemlerinin esas savunucuları, yayın organlarındaki temel tezleri savunan yazılara, yazarlara son derece dikkat ederler. Çünkü bu yazılar yayınlayanı bağlar. Bu yayın organlarında rastgele yazılar yayınlanmasına ya da kendilerinden olmayanların yazmasına izin vermezler. Düşünce sistemleri arasındaki tartışmalar farklı yayınlar arasındaki tartışmalarla sürer. Özgürlük adına (için) hiç kimse kendi yayın organında karşıt düşüncelerin yayınlanmasına izin vermez. Hatta kimi konularda karşıt düşünceleri çok belirgin olan ve o düşünce sisteminin lideri konumundaki kişiye, belirli bir konudaki düşüncesi çok aykırı olmasa bile genel çizgisi karşı tarafta olduğu için, reklamı yapılmaması adına (için) o yazı yayınlanmaz. Hele yazı siparişi hiç ama hiç verilmez. Bu durumun istisnası (ayrığı) bir konu çevresinde farklı fikirleri olanları canlı olarak tartıştırmak, sonra bu tartışmayı basılı metin durumuna getirme geleneği de çok eskilerde kalmış, sonraları TV programları olsa bile, o da RTE ile son bulmuş, sonuçta herkes kendi TV kanalında kendisi gibi düşünenleri konuşturur olmuştur.

Kural durumuna gelmiş bu yöntem Kemalist ideoloji için de geçerli olmalıdır. Size yaşam hakkı ve özgürlük tanımayanlara yayın organınızda yer vermek safdillik olacaktır. Böyle bir özgürlük anlayışı Kabul edilemez. Bir zamanlar aynı düşünce sistemini savundukları halde düşünce ayrılıkları keskinleşen kişilerin yolları önce yayın organında ayrılır. Basılı metinler üzerinden polemik kültürü de ne yazık ki kalmamıştır. Kendi yayın organlarında Kemalistlere yer ayırmayı hayal bile edemeyenlere sayfalarını açmak, anlaşılır bir durum değildir. Cumhuriyetin en devrimci dönemine “diktatörlük” demek, devrimlerin ve devrimcilerin yıkılan eski düzeni bir daha ayağa kalkmamak üzere ezmesini anlamamak, sonra da Devrimin önderi Mustafa Kemal Atatürk’e, yıkılan düzenin temsilcileri ile aynı dili kullanarak “diktatör” diyerek saldırmak, olsa olsa, kendine karpuz kabuğundan “devrimci” madalyası yapan devrim kaçkınlarının işi olabilir.

Kendilerinin ya da etkin oldukları kuruluşların toplantılarının açılışında saygı duruşu öncesi Atatürk adını anmadan genel bir “devrim şehitleri için” diyerek yasak savanlarla, dahası bu “devrim şehitleri” içine PKK’lı teröristleri sokanlarla, İstiklal (bağımsızlık) marşımızı “ırkçı” bulup okumayı reddedenlerle ya da ayağa kalkmayanlarla, aynı dergi sayfalarında nasıl buluşabilir, onlara sayfalarımızı nasıl açabiliriz?

PKK terör örgütünün “yasal” görünümdeki uzantısı HDP’nin peşine takılıp, “Altılı Masa” adı verilen ucubenin içine seçim kazanmak için HDP’yi dahil etmenin kuramını yapanlara sayfalarımızda nasıl yer verebiliriz?

Bir başka örnek, ADD yöneticilerine görüşme için randevu bile vermeyenlere nasıl sayfalarımızda yer verebiliriz?

KEMALİST BAKIŞ

Evet… Gözbebeğimiz Atatürkçü Düşünce Derneği‘nin temel görüşlerini yayan Kemalist düşüncenin günümüz koşullarında nasıl olması gerektiği tezlerini oluşturma çabasındaki ATATÜRKÇÜ DÜŞÜN dergisinden söz ediyoruz. Derginin bir önceki sayısında yer alan kimi yazılar ile Ocak, Şubat, Mart aylarını kapsayan 150. sayısını ilk ele aldığımda yaşadığım düş kırıklığı, bu yazıyı yazmayı zorunlu kıldı.

Dergimizin bir sorumlusu, bir editörü bir Yayın Kurulu ve bir de Yayın Danışma Kurulu var. Yayın Kurulu her sayıdan önce güncel ya da tarihten gelen olaylara uygun bir dosya konusu seçmeli ve yayınlanan yazılar değişik açılardan bu konuyu besleyecek yazarların ürünleri ile desteklenmelidir. Buna ek olarak, kalan sayfalarda özgün yazılar ve ardından örgüt haberleri gelebilir. Gelen yazılar Yayın Danışma Kurulu ile paylaşılarak değerlendirilmeli,varsa sakıncalı bölümler yazarına bildirildikten sonra gerekirse yayınlanmamalıdır. Elbette kimlerden yazı alınacağı en baştan dikkatlice karar verilmesi gereken bir konudur. Yazı sipariş edildikten sonra yayınlamamak hoş bir davranış olamaz. Dergimizin Yayın Danışma Kurulu bilimsel bir derginin hakemleri gibi çalışmalıdır.

  • Derginin künyesinin altında bulunan “yazıların sorumluluğu yazarlara aittir” sözü hukuksal sorumluluğa ilişkin ise de, bir de, tarihe ve örgütümüze karşı SİYASAL ve İDEOLOJİK SORUMLULUĞUMUZ var.
  • Gelinen noktada bu konulara hiç dikkat edilmediği, derginin birkaç kişinin çabasına bırakıldığı, sonuçta gelen yazıların dolduruluverdiği bir yayın durumuna düşürüldüğü kolayca anlaşılmaktadır.
  • Oysa bu dergiyi her an besleyebilecek en az 20-30 değerli arkadaşımız çekildikleri köşede küskün durmakta, derginin durumunu düş kırıklığı ile izlemektedir.

Bir başka üzücü nokta ise, ilişki kurduğum kimi arkadaşlarımın dergiyi ya hiç görmemiş olmaları, ya da okumamış olmalarıdır. Kaynak kişilerin sayısı arttıkça dergi de ilgi çekici duruma gelecek, okurları artacaktır. Aksi durumda pek çok Şubede olduğu gibi ambalajından bile çıkmadan yitip gidecektir.

Bir başka konu da derginin elektronik ortamda yayınlanarak çok daha hızlı, kolay ve ucuz dağıtımı konusudur. Zaten elektronik ortamda hazırlanan yazılar matbaaya gönderilmiş biçimi ile ADD Şubelerine ve dileyen tüm üyelere hızla ulaştırılabilir. Artık yaygın duruma gelen akıllı telefonlarla da fırsat bulunan her an okunabilir. Elbette bizler gibi eski kuşaklar için basılı organları okumanın bir başka zevkini de ihmal etmiyorum.

En kısa sürede düzelmesi dileği ile saygılarımla… 31.01.2023

https://sol.org.tr/yazar/post-post-kemalizm-sinifsizligin-surekliligi-351399
Post-Kemalizm: Sınıfsızlığın sürekliliği
Dergide yazısı yayınlanan Fatih Yaşlı

ATATÜRK MODASI

Lütfü KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. (İTÜ)
ADD Gn. Bşk. Başdanışmanı

Bir kavramın önüne Atatürk özel adını getirince ne denli de göz alıcı, göz boyayıcı oluyor. Hele bir de moda gibi ticaretin, sömürü düzeninin bir parçası olarak bayağılaştırılmış bir kavramın önüne Atatürk adını getirmek neleri gizliyor?

Son yıllarda ulusal birliği parçalanmış, kavramları tepetakla edilmiş ülkemizde ulusu birleştirebilen tek ad  tartışmasız Mustafa Kemal Atatürk. Ancak Atatürk ne bir ticari markadır ne de moda. Sözlükler Moda kavramını “belirli bir süre bir şeye karşı toplumca gösterilen aşırı yaygın düşkünlük” olarak açıklıyor. Burada anahtar sözcük kuşkusuz aşırı düşkünlüğün “belirli bir süre” ile sınırlı olmasıdır. Bu belirli süreyi, modayı ister siyasal, ister ticari (tecimsel), ister sosyolojik olarak kullansınlar, ortaya atanlar belirler. Süre ne denli kısa tutulur ve aşırı düşkünlük dozu yüksek olursa kazanç o denli çok olur.

YIRTIK PANTOLON ve YOKSULLUK

Öyle zamanlar olur ki, yoksulluktan yırtık, yamalı, soluk, yıpranmış giyinenler ile en pahalı markaları, en yüksek fiyattan alıp belirli bir süre kullananlar ilk bakışta birbirine karışır. Yoksullar için yırtıklarını gizleme kaygısı varken, varsıllar yırtıklarını sergileyerek “onurlanırlar”. Yoksullar, yırtık yerlerden eprimiş iç çamaşırları görünürse utanç duyarlar. Varsıllar için kimi kez yırtık yerlerinden iç çamaşırlarının gözükmesi ya da hiç giymediğinin anlaşılması ilgi kaynağıdır. Varsılların özel çabalarla yırtılmış giysiler, modası geçip çıkarılıp atılınca ilgi alanlarından çıkar. Varsıllar için modası geçen yırtık giysi yoksullar için modası geçmeyen bir giysidir. Varsıllar için 6 ay süren “Zühtü sarısı” gecekondu semtleri için modası geçmeyen bir renktir. Moda nedeniyle yırtık gezenler, zorunluluktan yırtık gezenleri hor görürler. Moda nedeniyle yırtık giyenler lüks araçlarıyla özel korumalı gettolarına dönerken, yoksullar halk otobüsleriyle ya da sıkışık dolmuşlarla gecekondu semtlerine dönerler. Gece olduğunda iki yan da kendi gerçeğiyle baş başadır.

Son dönemlerin “Atatürk Modası” da yırtık pantolon modası gibi gelişti. Üstte pahalı marka etiketleri gibi gösterişti unvanlar, kartvizitler, ama yırtığın altında asla terk etmeyecekleri ve “ne olur ne olmaz” diyerek görünmesini istedikleri asıl düşünce sistemleri ve onları güdüleyen sınıfsal yapıları…

Atatürk Modasına uyanlar kendilerine bir Osmanlı Paşası dede buldukları gibi, bir de Cumhuriyetin ilk yıllarından bir dede bulundururlar. Kimisi yakın tarihten de bir baba, amca ya da “dayı” bulundurur. Sıkı “Atatürkçüdürler” ama yeri geldiğinde Atatürk’e küfredenlerle olurlar. İnönücü’dürler ama “Kırkların Milli Şef faşizmi” nutukları atarlar. “Yeter söz milletin” sloganı da onlarındır. “Demokrat Parti diktatörlüğü” deyip 27 Mayıs’çı olurlar. “Kurtar bizi Baba” feryatlarının ardından 12 Eylül faşist darbesinin önderini herkesin ortasında şaaap diye yanağından öpüverirler. Çok geçmeden öpülme sırası Özal’a, Çiller’e, Erbakan’a, Karaoğlan’a, Erdoğan’a da gelir. Sistem tıkanıp geniş halk kesimleri gerçek önder Atatürk’e sarılınca onlar da bu kez Atatürk Modasına uyarlar. Öyle ya “iki ayyaş” diyenler, 2016 yılının 15 Temmuz gecesi başları sıkışınca, en büyük Atatürk posterini parti binalarına asıverirler.

Artık Atatürk rüzgârları esmektedir. Eskiden çok zorunlu durumlarda en çok, en çok Mustafa Kemal Paşa diyenler artık ağız dolusu GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK demektedir. İşin tuhafı, Atatürk’ün partisinde belli mevzileri ele geçirenler de Atatürk demekten vazgeçmiş, “Mustafa Kemal’in Askerleriyiz” ilkesini militarist (askercil) bulmaktadır.

YIRTIK PANTOLONUN ALTINDAN SIRITAN…

Hangi kökten gelirse gelsin moda olarak Atatürk diyenler kaçınılmaz olarak bir biçimde kendilerini ele vermektedirler. Yırtık pantolonun altından Batıcılık, Amerikancılık kendini göstermekte gecikmemektedir. Kimisi bu işin kuramını kurarken kimileri de çok araştırmadan parlak etiketlerin, unvanların (sanların) peşine takılarak bu sözde ideologların kötü birer kopyaları olarak Batıcılık sakızını çiğnemektedirler ve asıl tehlikeli ve zavallı olan bunlardır. Çünkü pek çoğu bizim kesimde görünmektedir. Atatürk’ün “Çağdaş uygarlık düzeyinin ötesine geçme” hedefi bunların dilinde “Batılılaşma” olarak dayatılmaktadır. Atatürk’ün bu konudaki net sözleri bu gibiler için hiç söylenmemiş, toprak altına gömülmesi gereken sözlerdir. Aynı kişiler 300 yıldır bütün yoksul ülkelerin yeraltı, yerüstü kaynaklarını silah zoruyla sömürüp pazarlarını ele geçirerek varsıllaşan vahşi (yabanıl) Batının kötülüklerini de gizlemek için aynı çabayı gösterirler. Üstelik Batılılar gerçek emellerini her fırsatta apaçık dile getirirler.

Atatürk’ün şu sözleri ne anlama geliyor?

  • “Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık,
    Türkiye tam tersine gerilemiş ve düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur.
  • Artık vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi.
  • Halbuki, hangi istiklâl vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin?…
  • Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir!”

Ulusal Kurtuluş Savaşının ateşi içinde söylenen şu sözlere ne demeli?

  • “Biz hakkımızı savunmak ve bağımsızlığımızı güvencede bulundurabilmek için,
    bizi yok etmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı
    bütün ulus olarak savaşmayı yerinde gören bir öğretiyi izleyen insanlarız.”

SULARIMIZA BİLE GÖZ DİKTİLER

Lozan görüşmelerinde istediklerini kabul ettiremeyen Lord Curzon‘un İsmet Paşa‘ya apaçık söylediği sözler ile Batı’nın bize her fırsatta uyguladığı baskı, ambargo ve dayatmalar ne denli de uyumludur. Ya da halkımızı yıllarca uyutan AB masalları sırasında önümüze konan tuzaklar çok açık değil midir? AB üyesi olma sevdası ile her yıl AB “müfettişlerinin” önümüze koyduğu raporları nasıl unutacağız? Salt 2004 AB İlerleme Raporu’nun 9. sayfasında yer alan şu dizeleri, bol unvanlı akademisyenlerimiz ile siyasilerimiz nasıl açıklayacak?

  • “Su, önümüzdeki yıllarda giderek stratejik bir konu olacak ve Türkiye’nin AB üyesi olması sonucu, su kaynaklarıyla Dicle ve Fırat üzerindeki barajlar ile sulama tesislerinin uluslararası yönetimi beklenebilir ve bu AB için büyük meseledir.”

Em. Büyükelçi ve ADD Danışma Kurulu Üyesi Dr. Onur Öymen bu konuda Cumhuriyet Gazetesinde 17 Ekim 2004 tarihli yazısında yukarıdaki alıntıyı kast ederek “..aynı cümlelerin içinde İsrail ve diğer ülkelerin adının geçmesini pek de hayra alamet değildir” diyordu. Ülkemizde her dönemde liberalizmin ve Batıcılığın sözcüsü olan Hürriyet Gazetesinde uzun yıllar Başyazarlık ve sonrasında CHP Milletvekilliği yapan Oktay Ekşi 19 Aralık 2004 tarihli “Fırat Dicle ve AB” başlıklı yazısında aynı konuda “Böyle bir niyet şu anda ancak bu kadar ifade edilebilir” diyecekti.

“Medeni” Batının çok uluslu su şirketleri kaynak sularımızı şişeleyip satan su firmalarımızı ele geçirirken, arkalarındaki güç ise ülkemizin en büyük iki akarsuyunun peşine düşmüştü bile. Petrol savaşlarının yanına eklenen su savaşlarının odağına ülkemiz konuyordu.

UNUTKANLIK MI?

Batının bu açgözlü sömürü alışkanlığına pek çok örnek verilebilir. Son 25 yılda elden çıkarılan ya da yok edilen Cumhuriyet kazanımı işletmelerimizin durumuna ek olarak yüzlerce benzer örnek verilebilir. Ancak bizleri en çok üzen ve yaralayan “Atatürkçülük” görünümü altında Batı’nın sömürme alışkanlığını “Batılılaşma, medenileşme, demokrasiyle taçlanma” adıyla bizlere yutturulmaya kalkılması oluyor. Bu denli uzun bir giriş yapmam, bizim kesimde olanların yalın bir “hata” ya da unutkanlık ile böyle yaptıkları iyimserliği ve onları kazanabilme umudundan kaynaklanıyor.
***
Atatürkçü Düşünce Derneği tarafından yayınlanan “Atatürkçü Düşün Dergisi” nin Ekim, Kasım, Aralık 2022 tarihli ve Cumhuriyetin 100. Yılına özel 149. sayısında Doç. Dr. M. Burak Cop imzasıyla yayınlanan “Uluslararası Bağlamıyla Kemalizm” başlıklı yazı, giriş bölümündeki koyu Atatürk sosundan sonra tam bir Batı hayranlığı ile sürüyor. Yazının ortalarında “Dünyanın Birinci Ligine Katılmak” ara başlığından sonra şu ilginç cümleler yer alıyor:

“İşin aslı, 3. Selim döneminden Cumhuriyete uzanan modernleşme çabalarında da aynı motivasyon vardır: Modernleşmek emperyalizm çağında ayakta kalmak ve Avrupa uluslar ailesine (yani dünyanın 1. ligine katılmayı başarmak.”

Bu anlatımın yazarın düşüncesi mi yoksa değerlendirmesi mi olduğunu tam anlayamıyoruz.
Bu anlatımı ilerleyen satırlarda “Günümüzün sınırsız iktidar erki savunucularının Tanzimat reformcularıyla herhangi bir tarihsel özdeşlik kurmamaları, özdeşliği 2. Abdülhamit despotizmiyle kurmaları dikkate alındığında, ‘Batıcı’ ile ‘bağımsızlıkçı’ arasındaki bir ayrımın günümüzde ancak arkeolojik değeri olabilir.” biçimnde bulanık ama parlak sözleri sürdürüyor. Yani Batıcılık ile bağımsızlıkçılık arasında fark aramayı toprak altında kalmış arkeolojik bir öge olarak ele alıyor.

BAKLA AĞIZDAN ÇIKIYOR…

Yazar aynı yazının son paragrafında ağzındaki baklayı çıkartıyor:

  • “Türkiye hiçbir Ortadoğu ülkesiyle karşılaştırılmayacak kadar Batı’ya entegredir.
    Bu entegrasyonun tarihi bir derinliği var. Avrupa’da ve Türkiye’de kim ne derse desin,
    Türkiye Avrupa’nın bir parçasıdır. AB’nin kendi çalkantıları ve yaygın Türkiye karşıtlığından bağımsız olarak, AB üyeliği hiç gerçekleşmeyecek bile olsa hedef olmaktan çıkartılmamalıdır.
    Çok kutupluluğun pekişmesi küresel siyasetin yadsınamaz gerçeği. Ancak Rusya ve Çin gibi dolayımsız sermaye diktatörlükleri mevcut sosyal ve siyasal düzenleriyle Atatürk Türkiye’si için model değil ancak partner olabilirler. Sözün özü, Batı’ya karşın Batılılaşmaya devam!”

Yine de iyimserliğimizi elden bırakmayarak yanlış anladığımızı düşünelim.
En azından yazar, yazısının hangi yayın organında yayınlanacağını unutmuş olsun.

Son sözü dostlara söyleyelim    :

  • Altınızda göstermek istemediğiniz bir şey varsa, yırtık pantolon modasına uymaya kalkmayın.

HİÇBİR SİYASİ PARTİNİN ARKA BAHÇESİ OLMAYAN ADD, AYNI ZAMANDA HİÇBİR SİYASİ PARTİNİN EMPERYALİZMİN ARKA BAHÇESİ OLMASINA SESSİZ KALAMAZ… KALMAMALIDIR…

HİÇBİR SİYASAL PARTİNİN ARKA BAHÇESİ OLMAYAN ADD,
AYNI ZAMANDA HİÇBİR SİYASAL PARTİNİN EMPERYALİZMİN ARKA BAHÇESİ OLMASINA SESSİZ KALAMAZ… KALMAMALIDIR…

Lütfü KIRAYOĞLU
Elektrik Müh. (İTÜ)

Atatürkçü Düşünce Derneğihiçbir siyasal partinin arka bahçesi olmama” kararlığındadır ve bu ilkeye uymayanlar olsa da bu kararlılığını sürdürmelidir.

Bu ilke ADD’nin siyaset dışı olduğu, siyasete karışmadığı, karışmayacağı anlamına gelmez. Tam tersine ADD ülke siyasetine Kemalist hedefler doğrultusunda yön verir, dost ya da başka konumdaki siyasal partileri uyarır, etkiler, kazanır. Bu işi yaparken de tam anlamıyla siyaset yapar. Kimilerini gücendirmemek için bu işlevini erteler ya da unutursa, bu kez siyasal partiler boş buldukları alanda yani ADD’nin arka bahçesinde iş yapmaya kalkışırlar.

ADD nasıl siyasal partilerin içişlerine karışmasını istemez, ADD’yi istekleri doğrultusunda düzenlemeye kalkmalarını kabul etmezse, ADD de siyasal partilerin içişlerine karışmaz, oralarda düzenleme yapmaya kalkmaz.

Ancaaaak… İstisnasız (Ayrıksız) bütün siyasal partilerin ülkemizin geleceği hakkındaki iç ve dış politikaları, temel ekonomik görüşleri, bağımsızlık, demokrasi, emekçilere karşı tutumu, emperyalist baskı girişimlerine karşı direnç ya da teslimiyetleri ADD’nin en yakın ilgi alanındadır. Hele hele bu siyasal parti Atatürk’ün en “büyük eserim” dediği Cumhuriyet karşısında hatalar yapan diğer “en büyük eser” dost Cumhuriyet Halk Partisinden geliyorsa asla ve asla sesiz kalamaz. geçiştiremez, “şimdi sırası değil” diyemez. En zor zamanda ortaya atılarak “TAM ZAMANINDA” tavır koyar.

UNUTMAYIN…

Birinci İnönü Savaşı‘nın 102. yıldönümü günlerindeyiz. İşte o günlerde, 102 yıl önce tam işgalciler saldırıya geçmişken Çerkez Ethem kuvvetleri ayaklanarak büyük bir kargaşaya yol açar. Ancak Mustafa Kemal Paşa ve İsmet Paşa “şimdi sırası değil” demeden, “bölünürüz” demeden işgalcilere yönelmeden hemen önce cephenin bölünmesi olasılığına karşın Çerkez Ethem isyancılarına son ve kesin darbeyi indirir. Asla bu durumda “Çerkez kardeşlerimiz bizi desteklemekten vazgeçer” endişesine kapılmazlar. Tam tersine bu olaydan günümüze dek Çerkez kardeşlerimiz kurtuluşun ve Cumhuriyetimizin en sağlam yapı taşı oldular.

  • Çerkez Ethem = Çerkezler olmadığı gibi, Kürt kardeşlerimiz = HDP değildir!

Konuşmanın, Cumhuriyetimizin temellerini sarsan gelişmelere itiraz etmenin tam sırasıdır.

Her kuruluşta danışmanlar yönetimin başında bulunanların seçimle gelmeyen, ama atanan ögelerdir. Danışmanların uluorta konuşma hakları yoktur. Onların konuşacağı, sorumlu olduğu yer bellidir.

  • Cumhuriyetin temellerine dinamit koyan görüşler,
    “Kişisel düşünce” denilerek geçiştirilemez, örtbas edilemez.

“ADD hiçbir siyasal partinin arka bahçesi değildir.”

Buna izin vermez.

  • Aynı ADD hiçbir siyasal partinin emperyalizmin ARKA BAHÇESİ olmasına sessiz kalamaz.

Hele hele Atatürk’ün partisindeki gelişmelere asla SESSİZ KALAMAZ… KALMAMALIDIR…

ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt’tan AKP’nin türban tasarısı için muhalefete çağrı: ‘Görüşmelere katılmayın’

ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt’tan AKP’nin türban tasarısı için muhalefete çağrı: ‘Görüşmelere katılmayın’

Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı Hüsnü Bozkurt, AKP’nin “türban serbestisi” getiren anayasa değişikliği teklifini eleştirdi.

Bozkurt, “Bu, başörtüsüne özgürlük kılıfı altında Aydınlanma devrimlerini işlevsiz bırakan vahim bir teklif. Muhalefet görüşmelere katılmamalı.” dedi.

18 Aralık 2022, Cumhuriyet

ADD Başkanı Hüsnü Bozkurt'tan AKP'nin türban tasarısı için muhalefete çağrı: 'Görüşmelere katılmayın'

Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Başkanı Hüsnü Bozkurt, iktidarın başörtüsüyle ilgili TBMM Başkanlığı’na sunduğu anayasa değişikliği teklifine ilişkin Cumhuriyet’e konuştu.

ADD Genel Başkanı Dr. M. Hüsnü Bozkurt)

Teklifin CHP’nin başörtüsüyle yasa teklifinin ardından verildiğini anımsatan Bozkurt, “Anayasa değişikliği önerisi her ne kadar CHP’nin yasa teklifi üzerine yapılmış gibi görünse de çok daha vahim içerikli bir tekliftir. Doğrudan doğruya laik Cumhuriyeti hedef alıyor. Bu teklif başörtüsüne özgürlük kılıfı altında Türkiye Cumhuriyeti’nin laikliğini ortadan kaldıran, tek eşlilik kuralını ortadan kaldıran, Aydınlanma devrimlerini işlevsiz bırakan vahim bir teklif ifadelerini kullandı.

‘ÇOK EŞLİLİĞİN ÖNÜ AÇILIYOR’

“Öneriye dikkat ederseniz, ‘Aile kadın ve erkeğin evliliğinden oluşur’ maddesi var” diyen Bozkurt, “Kaç kadın ve erkekten oluştuğunu söylemiyor. Dolayısıyla orada çok ciddi bir sıkıntı var. Çok eşliliğin önü açılıyor. Nerede evlenileceği de söylenmiyor..” vurgusunu yaptı.

Bozkurt, “Bu teklifi bırakın referandumsuz geçirmeyi, teklifin görüşmelerine hiçbir muhalefet partisi milletvekilinin katılmaması gerekiyor. Mesele seçim sorunu değil. Böyle bir teklif geçtiği andan başlayarak Türkiye’nin laik bir ülke olduğunu söyleyemeyiz” diye konuştu.

6 Yaşında Kız Çocuğu Evlendiren Tarikatçı Anlayış

BASINA VE KAMUOYUNA

“Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz.”
Mustafa Kemal ATATÜRK

(AS: Bizim katkılarımız yazının altındadır..)

İki gündür 6 yaşında bir çocuğun, öz babası tarafından gelinlik giydirilerek “evlendirilmesi” rezaleti ile çalkalanıyor ülkemiz.

Bir babanın 6 yaşındaki kızını evlendirebilmesi, 29 yaşında bir “adam”ın o yavru ile evlenebilmesi, sahte kemik yaşı raporu ile gözünün önündeki 14 yaşındaki kızın 21 yaşında olduğunu karara bağlayan yargıçların olabilmesi…

Ne acı!

  1. yaşını süren Türkiye Cumhuriyeti’nin bu durumu kabul edilebilir olmasa da, şaşırtıcı değil elbette.

İktidara gelişinden başlayarak tarikat ve cemaatlere devlet olanaklarını sonuna dek açan AKP yönetim anlayışının vahim (ürkünç) sonuçlarını bu ve benzeri örneklerle her gün yaşıyoruz.

Bu anlayış, gerçek İslam’la ilgisi olmayan uydurulmuş bir din dayatıyor topluma.

Önceki yıllarda kimi AKP Belediyelerinin “6 yaşında kız çocukları ile evlenilebilir” diyen kitaplar dağıttığını gördük.

Kanal kanal dolaştırılan “Hocaefendi” lakaplı tarikatçıların, Diyanet yetkililerinin benzer fetvalar (!) verdiğini gördük.

Tarikat evlerinde tecavüze uğrayan çocuklar için “Bir defadan bir şey olmaz” ya da “Küçüğün rızası var” diyen Bakanlar gördük.

Eşi tarafından -hem de camide- bir kadınla basılan imam için “İmam nikâhlısıysa göreve iade edeceğiz” diyebilen devlet memuru müftüler gördük. (AS: İmam nikahının nelere alet edilebileceği ürkütücü!)

Laik Cumhuriyet’e, Atatürk ilke ve devrimlerine ve Anayasaya sadakat yemini etmiş kimi siyasilerin “Nefsimize ağır gelse de, hayatımızın merkezine dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz.”, “İslam bize göre değil, biz İslam’a göre hareket edeceğiz.” diyebildiklerine tanık olduk.

Hatta Cumhurbaşkanı Danışmanı sıfatlı kişilerce kurulup, ASSAM (Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği) adı verilmiş bir örgüt tarafından devlet kuruluşları ve belediyeler sponsorluğunda, Başkenti İstanbul, dili Arapça olacak ASRİKA İslam Devleti kurma amaçlı sempozyumlar düzenlenebildiği ve düzenleyicisinin “Dünya üzerindeki İslâm âlimleri ile görüştüğümüzde sorularımıza şöyle cevap alıyoruz: İslam Birliği olacak mı? Olacak. Nasıl olacak Mehdi Hz. geldiği zaman? Peki, Mehdi ne zaman gelecek? Allah bilir. Peki, bizim bir işimiz yok mu? Ortamı hazırlamamız gerekmez mi? İşte ASSAM bunu yapıyor.” diyebildiğini de yaşadık.

Bütün bunlar düşünüldüğünde, Bakanlık ya da Diyanet İşleri’nin bu son rezaletle ilgili suskunluklarının da şaşılacak bir yanı yok tabii.

Öte yandan, artık bir AKP dönemi klasiği haline getirilen “icazet törenleri” ile

  • Sarıklı cübbeli küçücük çocuklarımız kullanılarak şehirlerimizin caddelerinde, salonlarında Laik Cumhuriyet’e meydan okunuyor.

Anayasamızın ve yasalarımızın açık hükümlerine karşın devlet görevlilerinin bu meydan okumaya engel olmaları bir yana; TBMM Başkanı, Diyanet İşleri Başkanı gibi üst düzey siyaset ve devlet yetkililerinin coşkulu katılımları ile bu törenleri meşrulaştırdıkları görülüyor.

Devlet erkânının gözleri önünde değişmez önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’e “KAFİR” diyen hadsizler el üstünde tutuluyor.

Örnekleri ziyadesiyle çoğaltmak olanaklı.

Bu gidiş, iyi gidiş değildir!

Atatürkçü Düşünce Derneği olarak, varlık nedenimizin Laik Cumhuriyeti ve Atatürk İlke ve Devrimlerini sonsuza dek yaşatmak olduğu bilinci ile, tüm devlet yetkililerini Anayasa ve yasalara uymaları ve görevlerini yapmaları konusunda bir kez daha uyarıyoruz.

Saygılarımızla. 07.12.2022, Ankara

(Ayrıca, 08 Aralık 2022 günü
Cumhuriyet gazetesi arka sayfada yarım sayfa ilan verilmiştir..)

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ
==============================

Kadın : AKP’nin eski Aile bakanlarından..
Erkek : AKP’nin eski ve halen Adalet bakanı! “Küçük” ün tecavüze izin / rıza veremeyeceğini öğren(e)memiş bir Hukuk Fakültesi mezunu (!?)..

Tarikatlar koalisyonu AKP, bir 5’li çete üyesinin itiraf ettiği üzere AKP, “Milletin a…’na koymakta”…
“Kinini ve dinini eksik etmeyen” İslam mücahiitleri (Cihatçıları) 20 yıllık AKP iktidarında buralara dek geldiler..
Bu çürümeye karşı hep birlikte ayağa kalkma ve savunma yaparak saldırıyı defetme zamanıdır.

  • Lamı cimi yok, vakıf maskesiyle toplumu çürüten gericilik yuvaları tarikat-tekke-türbe-zaviyeler derhal kapatılmalıdır.
  • Milli Eğitim Bakanlığı bu gerici ve çağdışı, Cumhuriyet yıkıcısı vakıflarla yaptığı tüm sözleşmeleri derhal iptal etmelidir.
  • TBMM’de, Anayasa m.98 uyarıca “Meclis soruşturması” başlatılmalıdır.
  • Anayasa m.174’teki Devrim Yasaları kararlılıkla uygulanmalıdır :

    “30 Teşrinisani 1341 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun

  • Muhalefet göreve, basın toplumu sürekli uyarmalı, yargı adalet dağıtmalı ve AKP-MHP’nin maskesi artık düşürülmelidir!
  • Cumhuriyet Başsavcısı neden AKP hakkında bir kez daha kapatma davası açmıyor?

AKP = RTE neden susuyor?? Hemen her şeye karışan, gerek görürse ayar veren, parmak sallayan, aşağılayan, ağır ve booool hakaretler yağdıran Cumhur’un başı neden susuyor??

Yaşanan bu sefillikler, seçime giderken AKP=RTE‘nin toplumu korkuyla sindirme planının parçaları mı??

Az kaldı… gümbür gümbür çöküyorlar…
Toplum seçime dek örgütlü olarak direnmeli ve sandığa gömmeli!

Sevgi ve saygı ile. 09 Aralık 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

 

 

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL DANIŞMA KURULU TOPLANTISI SONUÇ BİLDİRGESİ

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL DANIŞMA KURULU TOPLANTISI
SONUÇ BİLDİRGESİ – 
03 ARALIK 2022, ANKARA

ADD Genel Danışma Kurulu toplantısı, Şube Başkanları, Şube Kurul Başkanları, Genel Merkez Yönetim Kurulu Üyeleri, Genel Merkez Bilim, Danışma, Eğitim, Kültür Kurulları üyelerinin katılımı ile 3 Aralık 2022 günü Ankara’da toplanmış, gündemindeki konuları değerlendirmiş ve aşağıdaki hususların kamuoyuna duyurulması kararlaştırılmıştır:

25-26 Eylül 2021’de 16. Olağan Seçimli Genel Kurul’da oluşan Genel Yönetim Kurulu görev bölüşümü yaparak Sayın Dr. Mustafa Hüsnü BOZKURT başkanlığında çalışmalarına coşku ve kararlılık ile başlamıştır. Aradan geçen yaklaşık 1 yılda son derece önemli etkinlikler gerçekleştirilmiştir. 14 Bölge Toplantısı yapılmış, 50 il ve 200 ilçede ADD örgütleriyle yakın ve doğrudan ilişkilerle çalışmalar yürütülmüştür. Son 1 yıl içinde üye sayısı yaklaşık on bin artarak 61 bini, şube sayısı 340’ı aşmıştır. ADD bünyesinde ve kamuoyunda güven sağlayan kurumsallaşmayı güçlendirici çalışmalar, ADD Genel Merkezine akçalı (mali) destekleri de artırmıştır. Derneğimizin öğrenci yurdu çalışmaları, bursları giderek güçlenmektedir.

23 Nisan 2022 günü Ankara’da yapılan kitlesel toplantıya on bini aşkın (Polis kayıtları!) üyemiz ve yurttaşlarımız katılmış ve Genel Başkanımız Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt tarafından büyük bir coşku ile 23 Nisan Ulusal Egemenlik Manifestomuz (bildirgemiz) kamuoyu ile paylaşılmıştır.

Ana tema olarak YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ’ne çağrı ve vurgu yapan bildirgemiz (manifestomuz), hem sanal ortamlarda paylaşılmış hem de basılarak olabildiğince yaygın dağıtılmıştır. Demokratik kitle örgütleri, basın yetkilileri, siyasal partiler dahil, ziyaret edilerek bildirgemiz / manifestomuz verilmiştir.

KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm kuşatmasının ülkemizi de yakından ilgilendirdiği ve bunalttığı açık bir gerçektir. Küresel emperyalizm bir yandan yerli işbirlikçileri ile siyasal islamı ülkemize dayatırken bir yandan da sözde seçenek (!) olarak sunduğu federal bir Türkiye ile Ulusal Birliğimizi ve tekil (üniter) devlet yapımızı tehdit etmektedir. Oysa Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün eşsiz önderliğinde Ulusumuz, geçtiğimiz yüzyıl başında emperyalizmi tarihinde ilk kez bu topraklarda açık bir yenilgiye uğratmış, Kurtuluş’un ardından KURULUŞ aşamasında ise Atatürkçü Düşünce Sistemi = KEMALİZM öğretisiyle (ideolojisiyle) tüm dünyanın mazlum halklarına örnek olmuş ve başarısını Cumhuriyet Devrimimizle kanıtlamıştır.

Bu nedenle ADD, içine sürüklendiğimiz ve son 20 yılda iyice ağırlaşan kuşatmayı yarmak için reçetenin YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Kemalizm’in namus sesini tüm yurt semalarında yeniden gümbür gümbür duyurmak kararlılığı içtenlikle benimsenmiştir.
***
Bu bağlamda ADD Genel Merkezi, Bilim Kurulu eliyle 6 temel alanda kapsamlı bir
bilimsel rapor hazırlatarak bastırmış ve dağıtımına başlamıştır. Sağlık, Anayasa-Hukuk, Tarım-Ekoloji, Ekonomi, Dış Politika – Ulusal Güvenlik ve Eğitim sektörlerinde
nasıl bir ulusal, bilimsel – akılcı politika izlenmesi gerektiği vurgulanmıştır.

23 Nisan Yeniden Atatürk Cumhuriyeti Bildirgesi / Manifestosu ve Temel Konularda Bilimsel Politika Önerileri çalışmalarının önümüzdeki dönemde ülkemize ışık tutabilecek nitelikte olduğuna inanılmaktadır.

Yaklaşan genel seçimlerde kamuoyunun ülkemizin yakıcı gerçekleri ile yüzleşmesi ve denenerek başarısı kanıtlanmış, evrenselleşmiş, Atatürkçü Düşünce Sistemi = Kemalizm ile kuşatmanın mutlaka yarılacağı kararlıkla vurgulanmıştır. Korunacak olan yalnızca “hattı müdafaa” olmayıp, 453 bin km2 mavi vatan dahil,  780 bin km2 anavatanımızdır!

  • Cumhuriyetimizin 100. yılını önümüzdeki 2023 yılında sonsuz bir gururla,
    erinç ve
    gönençle kutlayacağız.

Önceliğimiz, son derece kritik olan yaklaşan genel seçimlerde ulusalcı –yurtsever güçlerin yeniden iktidar olmasıdır. Bu amaçla ADD 100. Yıl Çalıştayı çalışmalarını kapsamlı ve hızla başlatmalı; ülkemizin pek çok yerinde bu amaçla çoban ateşleri yakmaya başlanmalı ve bu süreçte olgunlaşan öneriler ve planlar uygulamaya konmalıdır.

ADD, olabildiğince kapsamlı bir toplumsal seferberlikle on milyonlarca yurtsever halkımızı ve DKÖ’lerini YENİDEN ATATÜRK CUMHURİYETİ hedefi ekseninde birleştirmeye çabalamalıdır. Bu bağlamda, 6’lı Masa İttifakı‘nı oluşturan siyasal partiler de içinde olmak üzere, olabildiğince tüm siyasal yapılara, demokratik kitle örgütlerine ve basın yoluyla kamuoyuna ve halkımıza ulaştırılması ve tezlerimizin ziyaretlerle anlatılması, istemlerimizin sunulması çok önemli ve değerlidir ve sürdürülmesi gerekmektedir.

Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Merkezi hukuk yolunu da kullanarak Cumhuriyet düşmanlarının söz ve eylemlerine karşı açtığı davalarla Türkiye Cumhuriyeti’mizin temel değerlerine sahip çıkmakta ve yaptığı basın açıklamalarıyla ADD örgütünün güçlenmesine, zamanında tabana yayılmasına ve kamuoyu mal olmasına hizmet etmektedir.

ADD, hiçbir siyasal örgütün, oluşumun veya çevrenin arka bahçesi, etkinlik alanı olmayacak ve siyasal gelecek bekleyen kişilerin kullanabileceği bir örgüt de olmayacaktır.
Tüm güçlüklere ve son derece sınırlı olanaklarına karşın bağımsızlığını kıskançlıkla koruyarak Anadolu Aydınlanmasına var gücüyle kol kanat gerecektir.

Ülkemizin tüm yurtsever, ilerici, çağdaş, Aydınlanmacı, akıl ve bilimden yana, barışsever… TÜRKİYE SEVDALILARINI ulusal ve tarihsel bir dayanışmaya çağırıyoruz.

İçinde bulunduğumuz koşullar, 100 yıllık Cumhuriyetimiz açısından son derece ağırıdır.
Ancak herkes iyi bilmelidir ki;

  • Türkiye Cumhuriyeti asla sahipsiz değildir!

Bizlerin namus ve vicdanına Mustafa Kemal Atatürk’ün teslim ettiği kutsal emanetidir.
Türkiye Cumhuriyeti şan ve şerefle ve onurla yaşayacak, “ilelebet payidar kalacaktır”.

Türkiye Cumhuriyeti dünya uluslar ailesinin egemen-eşit, saygın ve çağcıl bir üyesi olarak, dünya kültürüne ve bilimine değerli katkılar koyacaktır.

  • Ulusal birlikle üstesinden gelemeyeceğimiz hiçbir sorunumuz yoktur.
    Ana gereksinimimiz ULUSAL DAYANIŞMADIR.

Yaşasın Atatürkçü Düşünce Derneği’nin tarihsel, onurlu ve mutlaka başarıya ulaşacak Aydınlanma savaşımı ve Yeniden Atatürk Cumhuriyeti’ne kavuşma çabası!

Yaşasın Laik ve Demokratik Türkiye Cumhuriyeti! 

Kamuoyunun ve yüce Türk Ulusunun bilgisine ve ilgisine sunarız.

ATATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ
GENEL MERKEZİ