Etiket arşivi: fırsat eşitliği

TÜRKİYE’NİN ÇAĞDAŞ DÜNYADAKİ YERİ

Prof. Dr. rer.nat. D. Ali ERCAN
(Çekirdek Fiziği / Nükleer Fizik)
ADD Bilim Kurulu Başkanı

Dünya nüfusu 8 milyarı aştı; 2050’de 10 milyara doğru koşuyor. Gerçi Türkiye’de doğurganlık 1,7’ye düştü, yani T.C. yurttaşlarının “nüfus artış hızı” azalıyor; hatta 2025’ten sonra nüfus sabit kalacak görünüyor. 2030’dan sonra azalmaya da başlayacak belki …

T.C. yurttaşlarının nüfusu böyle durağanlığa yönelirken, Dünya genelinde “sosyal-siyasal-ekonomik” nedenlerden kaynaklanan ve 1960’tan bu yana giderek büyümekte olan sınır ötesi göçler sorunundan Türkiye de payını fazlasıyla alıyor. Nitekim Dünya nüfusunun %1,1’ini oluşturan Türkiye, Dünyadaki 300 milyonu aşkın göçmenin %3’ünü barındırıyor.

  • Ülkemizde her 90 kişiden 10’u yabancı (göçmen, sığınıcı vb..)

***
Endüstri Devriminden sonra dünyaya egemen olan Kapitalist sistemin;

– anlamsız, ölçüsüz ÜRETİM,
– haksız, adaletsiz PAYLAŞIM ve
– savurgan TÜKETİM sarmalındaki gezegenimiz,

Holosen çağdan yeni bir çağa evriliyor.

Doğa ile uyumlu yaşamak becerisi gösteremeyen insanın yaşam biçiminden kaynaklanan olumsuz iklim/ekoloji değişimiyle Antroposen çağına!

Salgınlar, savaşlar, isyanlar, göçler, terör, ekonomik çöküntüler, yoksullaşma, işsizlik …

  • Gezegenimizin genelde çok kötü yönetildiği acı bir gerçek!

İnsanlık tarihi boyunca oluşturulmuş “irrasyonal kültürlerin” (ussal olmayan ekinlerin) öğretisiyle insan kendini “eşref-i mahlûk” yani “yaratılmışların(?) en şereflisi, en üstünü” görmek (!) yanılgısına kapıldı. Doğayı hep “alt edilmesi gereken bir düşman/rakip” olarak gördü ama sonunda, geç de olsa anladı ki; Doğa insana değil, insan doğaya muhtaç!. (AS: İnsan yeryüzünde zorunlu parazit!)

Tarih boyunca (Kabile şefi, Derebeyi, Kral , Padişah, İmparator, diktatör….) despot tek adamrejimlerinin sonu geldi, geliyor… Bilim ve teknoloji ilerledikçe, doğal gerçekler kavranıp  anlaşıldıkça,  kültürlerarası etkileşim yoğunlaştıkça, “en adil, en kolay” uygulanabilir bir yönetim biçimine, “Halkın özyönetimi“ne gelindi; buna DEMOKRASİ deniyor!

  • Mustafa Kemal Atatürk’ün söylemiyle; HALKÇILIK, Cumhuriyet!

***
Dünyada ülkelerin büyük çoğunluğu demokratik rejim görüntüsünde, ama demokrasinin pürüzsüz işleyişi için gerekli asgari (en az) koşulları oluşturabilmiş değiller.

“Eğitimsiz ve yoksul” toplumlarda demokrasinin iyi işlemediği çok açık anlaşılır bir gerçek!

Özetle söylemek gerekirse; bugün Dünya nüfusunun ~ %80’i gelir dağılım adaletini ve fırsat eşitliğini gözeten çoğulcu – katılımcı – çağdaş demokratik yönetimden oldukça uzakta ve ne yazık ki, Türkiye de bu şanssız ülkeler arasında.

Her yıl 60 belirteç üzerinden hesaplanan puanlarla, ülkelerin demokrasi indeksi yayınlanıyor. 2022 sıralamasında Norveç 100 üzerinden 98 puanla 1. oldu. Türkiye 43 puanla 103. durumda; oysa 2012’de puanı 58’di. Gittikçe iyileşecek yerde, tersine otoriter/dikta rejime yöneliyor… Dünya genelinde demokrasi indeksi ortalaması 33 ile en düşük ülkeler Ortadoğu ve kuzey Afrika ülkeleri, İslam coğrafyası.

  • İslam demokrasiyle barışamıyor nedense, sonuncu Afganistan!

Gelir dağılım adaletinin ölçütü Gini katsayısıdemokratik gelişmişliğin en önemli ölçütlerinden biri. Türkiye, Gini katsayısı sıralamasında da 0,42 ile Dünyada son 50 ülke arasında ne yazık ki…

2022’de demokrasi indeksi + Gini sayısı en yüksek olan ilk 15 ülke, Gezegenin A takımı diyebileceğimiz en gelişkin 15 ülke şunlar :

Japonya 125, Almanya 81, G. Kore 51,  Kanada 40, Avustralya 27,  Tayvan  23, Hollanda 18, İsveç 11,  Avusturya 9, İsviçre 9, Danimarka 6, Norveç 6, Finlandiya 6, Y. Zelanda 5, İrlanda 5.

Listeyi nüfus büyüklüğüne göre sıraladım çünkü ülke nüfusu büyüdükçe ve doğal olarak uyuşmazlık olasılığı arttıkça gelir dağılım adaletini gözeten çağdaş demokratik yönetimlerin işi zorlaşıyor. Bu nedenle nüfusu en büyük iki ülke Japonya ve Almanya ayrı bir övgüyü hak ediyorlar bence!

Sosyal-ekonomik-demokratik gelişkinlik skalasında (ölçeğinde) Türkiye, 200 ülke arasında ne yazık ki, ortalamanın altında,  D sınıfı (4. sınıf) ülkeler içinde yer alıyor. Kuruluşunun 100. yılını kutlayacak bir ülke için çok acı!..

Oysa bu ülkenin kurucusu büyük Atatürk Cumhuriyetin 10. yılında neler neler hayal etmişti :

  • “…Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı (gelişimi) ile, âtinin (geleceğin) yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır….”

İşte Erdoğan gerçeği

İşte Erdoğan gerçeği

Soner YALÇIN
SÖZCÜ, 22 Haziran 2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Diyorlar ki:
Erdoğan’a-AKP’ye önyar­gılısınız.
Hiç önyargım olmadı.
Sadece, güvenmedim.
Sadece, Erdoğan’ın 16 yıl önce seçmeni kandıracağını öngördüm.
Haklı çıktım! Nasıl mı?
Bu soruyu Erdoğan yanıtlasın!
Tarih: 26 Eylül 2002.
Perşembe. Saat11:00.
Erdoğan, İstanbul Grand Cevahir Otel’de “AK Parti 3 Kasım 2002 Seçim Beyannamesi”ni açıkladı. Mikrofonu eline aldı bakın -16 yıl önce- neler dedi:
Dedi ki: Dünyada kök­lü dönüşümler yaşanırken Türkiye, zamanını ve ener­jisini iç meseleleriyle uğ­raşarak tüketmektedir. Artık, kendi içine dönük böyle bir sistemle toplumun talepleri karşılanamayacağı gibi, uluslararası cami­anın saygın üyesi de olunamaz…
Dedi ki: DSP-MHP-A­NAP koalisyon hükümetinin uyguladığı ekonomik istikrar programları ve acı reçeteler halkı canından bezdirdi. Üre­tim gücü zayıflatıldı, istihdam azaltıldı ve kaynakların üre­timi yerine rant gelirlerine yönelindi…
Dedi ki: Ülke, iç ve dış ya­tırımcılar açısından cazibesini kaybetti; Türkiye ürkütücü boyutlarda mali ve beşeri sermaye kaybına uğradı. İyi yetişmiş nitelikli insanları­mız arasında bile işsizlik had safhaya ulaştı; yetenekli genç beyinler gelecekle­rini yurt dışında iş arama­nın telaşına düştü…
Bugüne ne kadar ben­ziyor değil mi?
Durun yeni başladık; daha neler dedi neler…

YOLSUZLUKLA MÜCADELE

Dedi ki: Kamu açıklarına dayalı ve sadece sıcak para girişiyle desteklenen büyüme modelinin sürdürülemeyeceği açıktır. Kamu açıkları, harca­malarda tasarruf ve verim­liliğin artırılması yoluyla azal­tılacaktır…
Dedi ki: Ekonomik ve sosyal altyapı yatırımlarına öncelik verilecek; taşıt alımı, lojman ve sosyal tesis gibi verimsiz harcamalar yapıl­mayacaktır…
Dedi ki: Siyasi ve ekono­mik istikrarın sağlanmasına paralel olarak döviz kurla­rında da istikrar sağlayaca­ğız…
Dedi ki: Yoksulluğun ve gelir dağılımındaki dengesiz­liğin temelinde yolsuzluk­ların yattığı, son yıllarda açıkça görülmüştür. Kamu kesimi rant dağıtma meka­nizması olmaktan çıkarıla­caktır
Dedi ki: Yolsuzluğun önlenmesinde temel öncelik, siyasetin ve kamu yönetimi­nin yolsuzluktan arındırılması olmalıdır. Ülkemizin ulus­lararası imajını zedeleyen yolsuzluk olaylarının orta­ya çıkarılması ve suçluların cezalandırılması için gerekli idari ve hukuki önlemler alına­caktır…
Dedi ki: Kamu rant dağıt­ma mekanizması olmaktan çıkarılacak. Kamu otoritesini kullanan siyasetçilerin ve kamu yöneticilerinin mal varlıkları şeffaf hale getirile­cektir…
Dedi ki: Kamu yöneticile­rinin atanmasında teknik ye­terliliğin yanı sıra, dürüstlük temel bir ölçüt olarak dikkate alınacak. Personel alımında objektif kriterler getirilecek, terfilerde liyakat ve fır­sat eşitliği esas alınacaktır…
Dedi ki: Partimiz, hü­kümetin ve kamu yönetici­lerinin hesap verme so­rumluluğunu açıkça kabul etmektedir. Yolsuzluklara imkan vermeyen şeffaf devlet anlayışını yerleştirecektir…
Dedi ki: Parti çıkarlarını ülke çıkarlarının üstünde tu­tan “negatif siyaset” değil, ülke çıkarlarını parti çıkarla­rından önde tutan “pozitif siyaset” takip edeceğiz…
Gülmeyiniz!
Daha ne komikleri var!

ÖZGÜRLÜKÇÜ ERDOĞAN

Dedi ki: Önyargılardan ve saplantılardan arınmış ger­çekçi bir dış politika izle­yeceğiz. Dış politikada karar verme ve uygulama süreci­ne parlamento ve toplu­mun çeşitli kesimlerinin katılımı sağlanacaktır…
Dedi ki: Partimiz, siyasi alanın daralmasına, temel hak ve özgürlüklerin kısıt­lanmasına, kamuda göreve alınmada eşitsizliklere neden olan düzenlemelere ve uygula­malara son verecektir…
Dedi ki: Partimiz, düşünce ve ifade özgürlüğünün tam olarak sağlanmasını sınır­layan engelleri kaldıracaktır. Devlet yönetimini şeffaf hale getirecektir…
Dedi ki: Temel yasal düzenlemelerin ve anayasal değişikliklerin yapılmasın­da partimizin Meclis’teki sayısal üstünlüğü yeterli olsa bile, mümkün olabilecek en geniş toplumsal mutabakat aranacaktır…
Dedi ki: Hukuku, korkut­manın ve cezalandırmanın de­ğil, adaleti sağlamanın ara­cı olarak görüyoruz. Hukukun siyasallaşmasını engelleyen önlemler alınacaktır..
Dedi ki: Eğitimde önyargılı ve ezbere dayanan yaklaşım terk edilecek; evrensel değerleri öne alan çağdaş yaklaşım benimsenecektir. Üniversiteler, her çeşit düşüncenin demokratik bir ortamda, hoşgörü içinde öğretilip tartışıldı­ğı, yasakların ve sınırlama­ların olmadığı özgür foruma dönüştürülecek. Rektör, dekan, bölüm başkanı gibi her kademedeki yöneticinin­seçimle işbaşına gelmesi sağlanacaktır…
Dedi ki: Ülkemizin te­mel gıda ürünleri açısından kendi kendine yeterli olması sebebiyle, tarım arazileri­nin sürekli işlenir halde tutulması, tarımsal üretimde verimliliğin artırılması ama­cındayız. Hayvancılığı mutlak geliştirmek zorundayız…
Dedi ki: Çevrenin korun­ması amacıyla yenilenebilir-temiz enerji kaynaklarından yararlanacağız…
Dedi ki: İşçilerden alı­nan gelir vergisi ve sigorta primlerini mutlak azaltaca­ğız…
Dedi ki: Partimiz, siyaseti ahlaki bir çizgiye yerleştire­cektir..
Uzatmayayım… Neler dedi Erdoğan biliyorsunuz.
Peki, 16 yılda ne yaptı?
24 Haziran’da kandırılmak­tan hoşlananlar hala var­sa ne diyebiliriz?
Böyle bir sonuç; siyasetin değil, psikolojinin alanına girer!
=============================================
Dostlar,

AKP = Erdoğan SEÇİMİ YİTİRMEYİ BİNLERCE KEZ HAK ETTİLER!

Değerli yazar Sayın Soner Yalçın’ın yazdıklarına ne eklemeli ki?? Sitemizin manşetine koyduk Erdoğan’ın 2002 sonrasında iktidar oluşundan 2010’a dek söylediklerini..

file:///G:/ST3%20DOCS/Ki%C5%9Filer/RTE/RTE%20z%C4%B1rvalar%C4%B1.htm

2010 sonrası ise iyice kantarın topuzunun kaçırıldığını dünya alem görüyor. Ülkemiz tam bir TEK ADAM rejimine, despotizme ve dinci faşizme sürüklendi.

21. yy’ın şafağında gerek küresel gerekse kadim Anadolu’nun birikimi – gelenekleri ve bir bütün olarak konjonktürü böylesi bir dayatmaya asla izin vermez, vermeyecektir.

Dolayısıyla Erdoğan ve AKP’si, kendilerine cömertçe sunulan siyasal kredileri tükettiler.

Halkı bezdirdiler, can – mal ve iş – hukuk – aş güvenliğini yok ettiler, gelecek umudunu ellerinden aldılar. Makro-ekonomik ölçekte Türkiye borçlarını döndüremez duruma, iflasın eşiğine sürüklendi. Halkın karnını doyuracak tarımsal – hayvansal üretim bile yapılamıyor. Adalet, sağlık, eğitim, iç – dış güvenlik başta olmak üzere 4 temel – vazgeçilmez kamu hizmeti verilemiyor.

Listeyi uzatmak olanaklı..

Dahası, yarın yapılacak baskın çifte seçimde milyonlarca insan SEÇİM GÜVENLİĞİ için çırpınıyor. Müslümanlıklarına toz kondurmayan, sözde herkesten daha müslüman ve dahası başkalarının müslümanlıklarını sorgulama hakkını bile kendinde gören AKP = RTE cenahından halk “oy” namusunu korumak için seferber.. Bu ne hazin tecellidir!

Bu nasıl Müslümanlıktır!? Müslümanlık her şeyden önce DÜRÜSTLÜK – İYİ AHLAK demek değil midir??

Neden AKP = RTE karşıtı onmilyonlarca halkta bu kaygı – endişe oluşmuştur? Yersiz midir? Hayır, yerindedir. AKP = RTE bu bakımdan sabıkalıdır, 16 Nisan 2017 halkoylamasında yapılan hileler – yasa dışı işler gün gibi ortadadır. Oylar sayılırken, YSK ne yazık ki açık yasa hükümlerini çiğneyerek “mühürsüz oyları” (!?) da geçerli saymış ve kıl payı, halkoylaması sonucu tersine çevrilmiştir. Ardından da günümüze sürüklenen eğik düzlem AKP = RTE tarafından ülkemize -ve de kendilerine- dayatılmıştır.

Gelinen yerde EKONOMİK İFLAS tamtamları AKP = RTE‘nin kulaklarını sağır etmeye başladığında da seçimler 16 ay öne çekilmek zorunda kalınmıştır.

TEK ADAM, ülkeyi bir anonim şirket gibi yönetmek istediğini pervasızca söylemektedir.

Ne var ki, Türkiye bir şirket olmadığı gibi, kimsenin babasının malı da değildir!

Bu devlet, Türk Ulusuna aittir ve EGEMENLİK BAĞSIZ KOŞULSUZ HALKINDIR!.

Erdoğan’ın 16 yıl kadar önce söylediklerinin TÜMÜYLE TERSİ yapılmıştır.

file:///G:/ST3%20DOCS/Ki%C5%9Filer/RTE/RTE%20z%C4%B1rvalar%C4%B1.htm 

3 Y hedefi Yoksulluk – Yolsuzluk – Yasakları gidermeye dönüktü, yerindeydi.

Şimdilerde ise “3 Y”, tam zıddıyla, ülkede genelgeçer ve kopkoyu egemen kılınmıştır.,

  • Halk yoksullaştırılmış, yandaşlar çooooook zengin edilmiştir.

  • Yolsuzluklar, yoksullaşTIRmanın temel nedeni ve aracı olmuştur.

Ülke neredeyse 2 yıldır OHAL altında yasaklarla – hak ihlalleriyle inletilmektedir. FETÖ bağırlarında yetişmiş ama siyasal ayağı ısrarla örtülmüştür. FETÖ kalkışması bahane edilerek, haber alındığı halde darbe girişimine “önlem alınarak” yol verilmiş, 250 insanımız feda edilmiş ve 5 gün sonra AKP = ERDOĞAN‘ın kurgulu sivil darbesi ile ülke – halk demir yumrukla ezilmiştir.

Bu senaryoyu bu halkın yutması ve daha fazla katlanması olanaksızdır.
AKP = RTE gemileri yakmış ama kendilerince emin limanlara da erişememişlerdir; açıkçası bir İSLAMİ FAŞİST DEVLET’i hala tam olarak inşa edememişlerdir. Bütün çırpınmalarına karşın halkın en az, en az yarısı hala ve şiddetle direnmekte, Cumhuriyetin temel değerlerini sahiplenmektedir

Dileriz yarın seçimler güvenlik içinde ve dürüstçe yapılır. Bunu sağlamak iktidarın baş görevidir.

Sonra da, AKP = RTE seçimi yitirirse, paşa paşa sonucunu kabul edip muhalefete geçmelidir. Bu dünyanın sonu değildir. AKP = RTE için pek çok “hayırlı” yönü de olabilir. Bir kez iflas eşiğindeki ekonomiyi çok acı reçetelerle toparlamak muhalefetin iktidarına kalır.. İkincisi AKP = RTE kadroları olağanüstü yorgun – bitkin tükenme tablosunda olduklarından, biraz dinlenir, muhalefeti tadar ve demokratik olarak olgunlaşırlar.. Dünyanın sonu değil, demokratik siyasal yaşamın olağan sonucudur seçim kazanmak ve de yitirmek.. Buna herkes hazır olmalıdır.

  • Kaldı ki Erdoğan, kişi – yer- zaman – olaylar bakımından yönelimini yer yer yitirmiş, belleğinde ciddi boşluklar oluşmuş ve düşünce akışında net kopukluklar belirmiştir. Durum kameralar önünde açık, net ve sabittir. Bu tıbben ciddi bir tablodur ve bu durumdaki insanların uzun süre dinlenmesi, hatta sağaltım alması gereklidir. Tersi durumda değindiğimiz bilişsel bozukluklar (cognitive disorder) derinleşebilir ve kalıcılaşabilir. Söz konusu olan, 81 milyonluk dev bir ülkenin yönetimidir ve en küçük bir zaafiyet asla kabul edilemeyeceği gibi, hiç kimse ama hiç kimse Türkiye’den daha önemli ve değerli de değildir!

Yineleyelim; 2 olgu akut olarak son derece önemli                   :

1. Seçim güvenliği ve dürüst – hilesiz – saydam sayım – döküm
2. Seçimlerde asla şiddet kullanılmaması ve kimsenin burnunun kanamaması…

Herkesten, herkesten ama özellikle iktidardan – hükümetten özel ricamız, beklentimizdir.

Sevgi ve saygı ile. 23 Haziran 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

2018 Davos Zirvesi’nin ardından

2018 Davos Zirvesi’nin ardından

Melih Baş

Prof. Dr. Melih Baş
Aydınlık Gazetesi, 29.01.2018

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Açılış konuşmasında Hindistan Başbakanı N. Modi, 2. Dünya Savaşı sonrası oluşan kurumların sistemlerinin gelişen ülkelerin gereksinmelerine yanıt vermediğini söyledi ve artan korumacılığa, terörizme ve iklimsel değişime değindi. Hindistan ekonomisinde açılmayla yeni yatırımları beklediklerini ve 2025’te 5 trilyon dolarlık bir ekonomi oluşturacaklarını belirtti. Konuşmasında aynı Xi gibi küreselleşmenin farklı bir biçimde sürmesini vurguladı.

Bu yılki ana tema, sadece kadınlardan oluşan bir panelde tartışıldı, kadınlara pozitif kayırmacılık vardı bu yıl.

Angela Merkel şöyle seslendi: ‘Küresel işbirliğine gereksinmemiz var, duvarlara değil!’ Korumacı Trump’a bir yollama gibi!

MACRON İDDİALI

Emmanuel Macron, iklimsel değişikliğe vurgu yaptı ve iddialı konuştu: ‘2021’de bütün kömüre dayalı termik santrallerini kapatacağız. Böyle bir strateji yeni iş olanakları açacak ve yetenekleri çekecek, yetenekler yaşamın iyi olduğu yere gider’. Macron, Yeni İpek Yolu’nun yeşil bir yol olmasını, kömüre dayalı bir geleceğin olamayacağını vurgulayarak Çin’e bir mesaj yollamış oldu.

WEF’in kurucu başkanı Klaus Schwab, ‘dünyanın niteliksel kolaylaştırmaya olan gereksiniminde iş dünyasının liderlik yapması gerekir’ dedi.

Çin’den (Xi’nin sağ kolu) Liu He, gelecek üç yılda üç şeyle savaşacaklarını söyledi:
Finansal risklerden korunma,
– yoksulluğun hafifletilmesi ve
– kirliliğin azaltılması.

Kapanış konuşmasını yapan Trump’tan bir demet: ‘Amerikan ekonomisi şahlandı. Borsamız rekor üstüne rekor kırıyor. Servet benden sonra 7 trilyon dolar arttı. Güven endekslerimiz yükselirken; 2,4 milyon kişilik ek istihdamla işsizliği düşürdük. Kurumlar vergisini düşürdük. Sermayeyi ve yatırımları davet ediyoruz, teşvik var, en iyi işçiler bizde. Önce Amerika ama yalnız Amerika demiyoruz; Amerika büyürse dünya da büyür. Ticaret serbestlesin ama adil ve karşılıklı olmalı. Bundan böyle adil olmayan uygulamalara (sanayi ikamelerine, telif hakkı hırsızlığına, kamu plan desteklerine vs.) göz yummayacağız. Güvenlik olmadan refah olmaz, askeriyemize de tarihsel yatırımlar yapıyoruz, dostlarımıza da salık veriyoruz, finansal görevlerini de yapsınlar. Kore ve İran nükleerden arındırılmalı. Teröre ve eski göç anlayışlarına karşı ulusumuzu, sınırlarımızı koruyacağız. Görevimiz insanlara, işçilere ve müşterilere sadakat’. Trump, gelir eşitsizliği, iklimsel değişiklik vb. şeylere girmedi ama konuşmasını dinbazca ‘Allah sizi korusun’ diye bitirdi.

ALİBABA’DAN MESAJLAR

Alibaba’nın kurucusu Ma’nın konuşması ilginçti: Yeni teknolojiler yeni işler açacak, başarılı insanların ortaya çıkmasını sağlayacak, ama beraberinde toplumsal sorunları da getirecek. Yapay zekâ ve büyük veri insanlar için (istihdam vb.) tehdit oluşturuyor. Teknolojinin insanları daha yetenekli hale getirmesi gerekli, bu yüzden insanların benzersiz işler yapmaları ve bu bağlamda eğitimin de buna yönelmesi gerekli. Ailemin yoksulluğu nedeniyle çok iyi bir eğitim görmedim ama benden daha akıllı personeli toplayıp ekip oluşturdum. Başarı öykülerinden değil, kendinizin ve başkalarının hatalarından öğrenin. Kısa sürede yitirmek istemiyorsanız yüksek IQ’ya sahip olmanız, uzun sürede saygı görmek istiyorsanız yüksek LQ’ya (Love IQ) sahip olmanız gerek. Bilgelik ve özenle yönetmenin en iyi yolu kadınların görev almasıdır, Alibaba’da üst düzey yöneticilerin % 37’si kadındır. Küreselleşmeyi ve ticareti kimse durduramaz, savaşları durduracak şey de ticarettir. Küreselleşme kapsayıcı, çağdaş ve basit olmalı ki fırsat eşitliği olsun. Teknoloji devleri olarak şanslıyız ama iyi bir kalbe sahip olup, yaptığımız her şeyin gelecek için olduğunu unutmamalıyız.

SONSÖZ

Zirvede ödül alan Elton John şöyle dedi:

  • Dünya değiştirilmeli, dürüst olalım, dünyadaki eşitsizlik ayıp!

Haydi John’un ‘I am still standing (Ben hala ayaktayım)’ şarkısını dinleyin: https://www.youtube.com/watch? v=DdxBQY9j8Ik
==============================
Dostlar, 

Küresel talan – soygun -sömürü senaryoları – planları,
her yıl Davos’ta güncellenerek optimalize ediliyor

Davos’ta her yıl küresel sermayenin sözcüleri toplanarak, sömürü düzenini nasıl sürdüreceklerini kararlaştırırlar. İşin çıplak özeti budur, gerisi boş sözdür. İngiliz araştırma kurumu OXFAM, bunun böyle olduğunu – başkaca bir şey olmadığını – yeni bir şey bulunmadığını… birkaç sayısal veri ile bir kez daha ortaya koydu..

  • Küresel gelirin %82’sine, dünya nüfusunun %1’i olan 75 milyon elit el koyuyor!

Son verilerle yıllık 80 trilyon doları aşan bu rakamın küre insanlarına dağılımı zaman içinde, “zamane-i Küreselleşme” de iyileşmiyor, giderek bozuluyor. Dünyalı başına 10 bin doları biraz aşan ortalama yıllık gelir rakamının bir anlamı yok; çünkü dağılım çok adaletsiz.

80 milyon nüfuslu bir Ütopya ülkesinde her gün 40 milyon piliç, 40 milyon da ekmek tüketiliyorsa; bu, zorunlu olarak o ülkede her gün herkesin yarım piliç + yarım ekmek yediğini kanıtlamaz!

Yakın zamana dek bu % 1’lik “homo supra eliticus” (terim bize aittir) küresel yıllık gelirin yarısını gasp etmekteydi.. “Homo insectus” lar ise “kalan” ile yetinmek – sürünmek zorunda idi.

Küresel sermaye imparatorluğunun kritik kurumlarından DB (Dünya Bankası, ki IMF ile İkiz Kızkardeşler olarak tanımlanır..) ise son derece yaratıcı (!) yoksulluk ve yoksul tanımları üretiyordu. Örn. Sahraaltı Afrikası başta olmak üzere kürenin birçok yerinde günde 1 Dolar’ı aşan geliriniz var ise açlıktan ölmeyebilir ve “mutlak yoksul” sayılmazdınız! 1-2 Dolar / gün gelir ise “görece yoksul” etiketi almanız demektir. Yoksul sayılmamak için ise 2+ Dolar / gün gelir yeterlidir! Böylelikle küresel yoksulluk oranı (prevalansı) olduğundan çoooook daha düşük gösterilerek sızlanma huysuzluğu gösterebilecek kimi vicdanlar susturulabilir ya da yatıştırılabilir!?

Türkiye’ye uyarlayabilir miyiz bu verileri? 2 Dolar = 7,5 TL desek.. Aylık; 7,5 x 30 = 225 TL.. Bu rakamı aşıyorsanız, DB’nın eşsiz ekonomistlerinin fetvaları gereği YOKSUL DEĞİLSİNİZ. Sanırız – korkarız – umarız.. bu hesaptan SGK’nın haberi yok! O, hala, asgari ücretin aylık brüt tutarının 1/3’ü olan 679 TL’yi “SGK Yoksulu” tanımı için kullanıyor.. Bu “hazin” durumdaki 9 milyon dolayında “yoksul” dan “prim = ek vergi” almıyor; Anayasa md. 60 uyarınca (Herkes sosyal güvenlik hakkına sahiptir.. yazıyor o maddede!) merkezi yönetim bütçesinden aktarma (transfer) yapılıyor SGK’ya.

TÜİK, SGK’dan daha becerikli gözüküyor! Yoksulluğun temel kaynağı olan işsizliği düşük oranda göstermek için, “son 1 haftadır iş aramayan” bıkkın-yılmış garibanları “işsiz” saymayarak siyasal iktidarın gözüne girmeye çabalıyor. Yoksulluğu da AKP = RTE‘nin canını sıkmayacak biçimde ayarlıyor. Örn. yoksul sayılmak için artık ortanca hane halkı gelirinin %60’ının değil, %50’sinin altında gelirinizin olması gerek..

Devekuşları bu manevraları öğrenseler, kum fırtınalarında ne yaparlardı acaba? Ne bilelim biz, örneğin en yakın TÜİK veya SGK binalarına sığınmak gibi!?

Bu arada, dünyada 1500 dolayında Dolar milyarderi olduğunu, Türkiye’ye nüfusuna oranla %1 hesabıyla 15 dolar milyarderi düşerken bunun 2 katını aşkın süper zenginimiz olduğunu da kaydedelim. Üstelik bu sayı 16. yılına giren tek başına AKP iktidarında azalmayıp artıyor. Ortalama servetleri 1,7 milyar dolara yakın. Oysa AKP’nin seçim kampanyasında 2002’de hedef alınan 3 Y’den biri Yoksulluk ile savaş ve onu yenmekti. (Öbür 2 Y : Yolsuzluk, Yasaklar). Kişi başına yıllık gelir 3500 dolardan 3 katına çıktı “hamdolsun” Erdoğan’a göre ama, 230 milyar Dolar olan toplam borç da 3 kattan fazla büyüdü..

Gini katsayısı da küçülmüyor, Lorenz eğrisi de belini düzeltemiyor!

Aklımıza Nasrettin Hoca’nın kedi ve et fıkrası geliyor. 2 okka et alıp yemek yapması için karısına veren Hoca, akşam düşkırıklığı yaşar, çünkü kedi eti yemiştir (!) ve eşi et yemeği pişirememiştir. Hoca el kantarını kapıp kediyi tartar ve 2 okka geldiğini görünce karısına çıkışır..

  • Be kadın, 2 okka bu kedi ise et nerede; et ise kedi nerede?!

Küresel gelir 80 trilyon Dolar / yılı aştı da, bunca yoksul neyin nesi??

Bağlayalım              :

  • Küresel talan – soygun -sömürü senaryoları – planları,
    her yıl Davos’ta güncellenerek optimalize ediliyor..

Nereye ve hangi vakte dek?
Postmodern köle “homo insectus” ların, Roma’lı köle Spartaküs gibi

  • Bu zincir benim ayağımda ne arıyor?!” sorusunu soran dek.. (2 bin yıl önce!)

Küreselleşme zamanının sanal zincirini sorgulamadan önce bir ara adım atalım ve artık lütfen “Küreselleşme” yerine “KüreselleşTİRme” diyelim de, KüreselleşTİRmecileri deşifre etmeye başlayalım; Küreselleşme masallarının farkında olduğumuzu hiç olmazsa ima edelim küresel efendilere..

Sevgi ve saygı ile. 04 Şubat 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

20. Yılında BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Türkiye


20. Yılında BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Türkiye

Dostlar,

Yarın 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü
İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin (İHEB) BM Genel Kurulunda kabulünün üzerinden 66 yıl geçti.. Bu gün ise BM Çocuk Hakları Sözleşmesi‘ne
Türkiye’nin taraf olmasının 20. yılı tamamlandı..

Tablo hiç ama hiç iç açıcı değil..
ODTÜ’den akademisyen arkadaşlarımız bu sorunu işliyorlar aşağıdaki yazılarında..

Cocuk_Haklari_Sozlesmesi_20._yil

Sevgi ve saygı ile.
09.12.2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

===============================================

20. Yılında BM Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Türkiye

Y. Doç. Dr. AYŞE İDİL AYBARS ve
Doç. Dr. FATMA UMUT BEŞPINAR AKGÜNER / ODTÜ
Cumhuriyet
, 09.12.14

BM sözleşmesinin 20. yılında Türkiye’de aile, toplum ve politika yapıcılar çocuklara hâlâ toplumun bireyleri olarak değil, her anlamda bağımlı,
edilgen aile üyeleri olarak bakmaktadır.

Türkiye’nin, Birleşmiş Milletler’in (BM) 1989’da kabul ettiği Çocuk Haklarına İlişkin Sözleşme’yi 9 Aralık 1994’te Bakanlar Kurulu kararıyla onaylamasının üzerinden
20 yıl geçmiştir.

BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne damgasını vuran yaklaşım, çocukların
kendi yaşamlarını biçimlendirmekte etkin rol oynayan ve özgür bireyler olarak görülmesidir. Çocukların ulusal politikalarda önceliği olmalıdır. Çocuk haklarının korunması ve iyileştirilmesi, bugün demokratik bir ülke olmanın temel gereklerinden biridir. Peki, 20 yıl önce iç hukuk kuralı niteliği kazanan (AS: Anayasa md. 90 / son) Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ülkemizdeki çocukların yaşamında iyileştirici
bir etkisi olmuş mudur?

TÜİK verilerine göre bugün Türkiye nüfusunun yaklaşık %30’u çocuklardır.
Bu oran, çocuk nüfus oranı ortalaması %19 olan 27 AB ülkesi arasında en yüksek orandır. Türkiye’deki hanelerin %55’inde 18 yaşından, %21’inde ise 3 yaşından küçük çocuklar yaşamaktadır.

Türkiye genelinde 6-14 yaş arasındaki çocukların %3’ü okula devam etmemekte,
bu oran 15-17 arasında %25’e yükselmektedir. 6-18 yaş arasında olan 15 milyon çocuğun yaklaşık %6’sı çalışmakta, erkek çocuklarda bu oran %8’e çıkmaktadır.
ILO Sözleşmelerine aykırı olmasına karşın, 6-14 yaş arasındaki çocukların %3’ü çalışmakta, bu oran kırda %6’ya yükselmektedir.

Türkiye genelinde çocuklar arasında yoksulluk oranı %33’tür. Çocuk yoksulluğu
en yüksek olarak İstanbul’da görülmektedir. Ne yazık ki, toplam intiharlar içinde
intihar eden çocuk oranı %10’dur ve bu oranda cinsiyete göre ciddi bir farklılık
göze çarpmaktadır. Toplam intiharlar içinde intihar eden kız çocukların oranı %18’e yükselmektedir. Türkiye’de evlenen kız çocukların toplam evlilikler içindeki oranı %6’dan çok iken, bu oran Güneydoğu Anadolu’da % 10’a, Kuzeydoğu Anadolu’da %11’e, Orta Anadolu’da ise %12’ye yükselmektedir. Türkiye genelinde ceza ve infaz kurumuna giren hükümlülerin %2’si çocuktur.

Tüm bu veriler, Türkiye’nin çocuk hakları ve çocuk refahı konusunda ne denli
geride olduğunu ortaya koymaktadır. Cinsiyet, bölge, gelir ve eğitim düzeyi gibi etkenler çocuk hakları konusunda ciddi eşitsizliklere yol açmaktadır.

Araştırmalar; çocuğun doğum yeri, anne-babanın eğitim düzeyi, birinci dil ve kardeş sayısının çocuğun yaşam fırsatları ve haklarına ulaşmasında belirleyici olduğunu göstermektedir. Bugün Türkiye’de her çocuk, eğitim ve sağlık gibi en temel hak
ve hizmetlere ulaşma fırsatına sahip değildir. Kurulu yapısı ile eğitim sistemi
sosyal hareketliliğe engel olmakta ve eşitsizliği yeniden üretmektedir. Türkiye’de
aile, toplum ve politika yapıcılar, çocuklara toplumun bireyleri olarak değil, üzerinde
söz sahibi olunan, yardıma muhtaç, manüplasyona açık, her anlamda bağımlı,
edilgen aile üyeleri olarak bakmaktadır.

Her çocuğun temel yaşama hakkına sahip olduğunu kabul eden ve devletleri çocuğun yaşamda kalması ve gelişmesi için azami çabayı göstermekle yükümlü kılan, çocuğa sosyal güvenlikten yararlanma hakkını tanıyan, çocuğun eğitim hakkını güvence altına alan ve bu hakkın fırsat eşitliği temelinde gerçekleşmesini savunan, çocuğun kendi kültüründen yararlanma ve uygulama hakkını taahhüt eden, oyun hakkını
her çocuk için sağlık, beslenme ve eğitim gibi temel bir hak olarak gören
BM Çocuk Hakları Sözleşmesi, bugün çocukların sınıfsal ve toplumsal eşitsizliklerin, kutuplaşmaların ve tektipleşmenin arasında kaldığı Türkiye’de yeterince önem verilmeyen çocuk politikalarına rehberlik etmelidir.

Türkiye’de çocuk hakları konusunda ciddi bir ekonomik, toplumsal ve kültürel dönüşüm gerekmektedir. Bu da ancak uluslararası standartlara uygun, kurumlar arası işbirliğine dayanan, kapsayıcı çocuk politikalarıyla olanaklı olabilir. Ancak böyle bir yaklaşımla çocuklar, bağımsızlık, yaratıcılık, inisiyatif alma, kendine ve çevresine karşı sorumluluk, dayanışma ve çeşitliliğe saygıyı temel değerler kabul eden bireyler olarak toplumsal yaşamda etkin olarak yerlerini alacaktır.