Etiket arşivi: Gençliğe Hitabe

Nutuk yolumuzu aydınlatıyor

HÜSNÜ BOZKURT, ADD GENEL BAŞKAN ADAYI – Giresun28haber.comDr. MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT
ATÜRKÇÜ DÜŞÜNCE DERNEĞİ GENEL BAŞKANI
19 Ekim 2022, Cumhuriyet
  • “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen felaketlerin doğurduğu uyanış ve aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
    Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum.”
    Mustafa Kemal ATATÜRK

Atatürk’ün Büyük Nutuk’unu okuduğu günlerin 95. yılını yaşıyoruz. Nutuk bir edebi eser olduğu kadar, sözü edilen her olayı belgeleri ile açıklayan bir bilimsel tarih çalışmasıdır ve bu niteliğiyle dünyada benzerine rastlamak zordur.

19 Mayıs 1919’dan 20 Ekim 1927’ye, esaret (tutsaklık) ve yok oluştan kurtuluşa, kuruluşa ve Aydınlanmaya uzanan 9 yıl boyunca tüm yaşananları, yapılan mücadeleyi, karşılaşılan güçlükleri, aşılan engelleri, bir ulusun varoluşa yürüyüşünü aşama aşama ve belgeleriyle anlatan, böylelikle milletine ve insanlığa 9 yıllık icraatının “hesabını veren” bir başka devlet kurucusu da siyaset insanı da pek görülmüş değildir.

SORUMLULUK BİLİNCİ

Atatürk, 15 Ekim 1927’de toplanan CHP 2. Kurultayı’nda Nutuk’u okumaya (günümüz Türkçesi ile)

  • “Gelecekte yapacaklarımız ile ilgili görüş alışverişinde bulunmadan önce,
    geçmişte yaşadıklarımız hakkında bazı açıklamalar yapmanın ve milletimize yaptıklarımızın hesabını vermenin görevim olduğu kanısındayım…” 

sözleriyle başlıyor, 6 gün boyunca 36.5 saat, 9 yıllık icraatının hesabını verirken aynı zamanda iç ve dış siyaset dünyasına da devlet adamlığı dersi veriyordu.

19 Mayıs 1919’da 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a çıkan Osmanlı Paşası Mustafa Kemal’i Havza, Amasya, Erzurum, Sivas, Ankara, İnönü, Sakarya, Dumlupınar, İzmir, Mudanya ve Lozan üzerinden zafere, cumhurbaşkanlığına ve Atatürk olmaya taşıyan; ilk gençliğinden itibaren (başlayarak) okuduklarıyla kendini inşa etme ustalığı, eşsiz askeri ve siyasi dehası, cesareti ve kararlılığı, koşulları doğru çözümleme ve sahip olduğu olanakları ve yetenekleri nesnel değerlendirme becerisidir, denebilir. Daha birçok üstün özellikleri de sıralanabilir elbette ama en başta bu sorumluluk bilincinin sayılması gerekir.

GENÇLİĞE EMANETİ

Büyük Atatürk, 20 Ekim 1927 günü Söylev’ini

  • “Bugün ulaştığımız sonuç, yüzyıllardan beri çekilen felaketlerin doğurduğu
    uyanış ve aziz vatanın her köşesini sulayan kanların bedelidir.
  • Bu sonucu Türk gençliğine emanet ediyorum”

sözleri ve ardından belki de dünyanın en veciz hitabelerinden biri olan Gençliğe Hitabe ile tamamlarken aslında bitirmiyor, başlatıyordu. Zira

  • “Ey Türk istikbalinin evladı…”

diyerek seslendiğinin her dönemin Türk ulusu ve bu seslenişin tüm zamanlar için geçerli bir görev talimatı olduğu açıktır.

Nutuk, 95 yıldır Türk ulusunun yolunu aydınlatıyor, sonsuza dek aydınlatmayı sürdürecek.

Montrö Namusumuzdur, Teslim Olmayız…

Montrö Namusumuzdur, Teslim Olmayız…

Dr. Mustafa Hüsnü BOZKURT
25-26. DÖNEM CHP KONYA MİLLETVEKİLİ
Cumhuriyet, 06 Nisan 2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yüzyıllardır dünyaya ve dünya ticaretine egemen olmak isteyenler su yollarını denetim altında tutmak istemişlerdir. Çanakkale ve İstanbul Boğazları da bu suyollarının en başında gelmektedir. Süveyş, Panama, Hürmüz, Cebelitarık gibi geçitleri denetim altında tutanlar dünyaya egemen oldukları gibi bu geçitlerde her zaman yapay devletçikler ya da üs noktaları oluşturmuşlardır.

Emperyal güçlerin yapay üs bölgesi oluşturamadıkları tek su yolu Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda işgalcilerin geçici olarak tutundukları Boğazlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük askeri ve diplomatik dehası sonucunda tek kurşun atmadan 1936 yılında Montrö ile tümüyle Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altına girmiş, bu sayede dünyanın gözünü diktiği Boğazlarımız sayesinde Karadeniz de bir barış gölü olarak kalmıştır.

BÜYÜK SORUMSUZLUK

Boğazlarımızın stratejik önemini bilenler bu sağlam diplomasi kilidini parçalamak için sürekl, fırsat kollamışlardır. Ne acıdır ki büyük Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinde söylediği gibi harici bedhahlara” destek veren dahili bedhahlar” daima olagelmiştir.

Son olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yönettiği Gazi Meclisimizin Başkanlık koltuğunda bulunan biri, büyük bir sorumsuzlukla Montrö’yü tartışmaya açmış ve “tek adam” kararıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin bu antlaşmadan çekilebileceğini söyleyebilmiştir. Üstelik bu tartışma Çanakkale Zaferi’nin 106. yıldönümünü kutladığımız, kara savaşlarının başladığı günlerin yıldönümünde yaşanıyor.

Bu sorumsuz ifadelere ne yazık ki siyasal partilerimiz, üniversitelerimiz ve ilgili kurumlar, ya yeterli tepkiyi verememiş ya da yeterince güçlü bir tepki göstermemişlerdir. Bu sessiz kalış karşısında ülkemizin dış politikasında yıllarca etkin ve belirleyici rol üstlenen emekli diplomatlarımız ile Montrö’nün önemini en iyi kavrayan emekli amirallerimiz son derece sorumlu ve bilgece bir tutumla ayrı ayrı bildiriler yayımlayarak bu ülkenin sahipsiz olmadığını bir kez daha dosta düşmana göstermişlerdir.

ACI VEREN DÖNGÜ

Bu bildiriler gerekli etkiyi yaratmış ve Montrö’yü sorumsuzca tartışanlar paniğe kapılarak her zamanki “darbe”, “vesayet” söylemleri ile hukuk dışı saldırıya geçerek bildiri yayımlayan emekli amirallerimiz hakkında hızla gözaltı işlemlerine başlamışlar, ülkede yeniden bir baskı dalgası yaratmışlardır.

Emekli diplomat ve amirallerimizin ellerinde şu anda bildiriyi imzaladıkları kalemlerinden daha güçlü bir silahları yoktur. Dünyada deniz kuvvetleri kullanılarak başarıya ulaşmış bir darbe” de yoktur. Ankara’yı kuşatabilecek kruvazör ve destroyerler de daha icat edilmemiştir. Gözaltı kararlarını verenler kendi korkularınca kuşatılmışlardır.

Daha dün denecek bir tarihte Karadeniz’de başlatılan Turuncu Devrimlere destek vermek için ABD donanmasının Boğazlardan geçişine izin vermeyen amirallerimizin “Balyoz”, “Kafes”, “Amirallere suikast” gibi kumpas davalarıyla nasıl tutuklanıp ağır cezalara çarptırıldıklarını unutmadık. Ne acıdır ki bugün Boğazlarımıza sahip çıkanlar da yine aynı amirallerimiz, hakkında gözaltı kararları verilenler de aynı amirallerimizdir.

  • Boğazlarımıza sahip çıkan amirallerimizin ve diplomatlarımızın yanındayız.

Gözaltı işlemleri ve soruşturmalara derhal son verilmeli amirallerimize ülkeye sahip çıktıkları için teşekkür edilmelidir.

Montrö Antlaşması namusumuzdur. Teslim olmayız, olmayacağız…
===================================
Dostlar,

Biz de, değerli meslektaşımız (hekim) Sayın Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt’un yukarıdaki yazısına aynen katılıyoruz.. Dün yayınladığımız aşağıdaki açıklama ile destek veriyoruz.

Bu açıklamamız, değişik sosyal medya hesaplarında, web sitemizde…. 1 milyon dolayında okundu ve paylaşıldı, halen paylaşılmakta.. Bir manifesto oldu adeta..

Tüm Türkiye’yi, başta AKP = RTE iktidarını;

  • sağduyu ve serinkanlılığa,
  • demokratik hoşgörüye,
  • HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE ve
  • erdemlerin erdemi ADALET DUYGUSUNA bağlı, saygılı ve sadık kalmaya çağırıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Bekir Coşkun : ATATÜRK’e SIĞIN

Dostlar,

Bekir Coşkun üstadın yazısını 9-10 gün sonra özellikle sunuyoruz..

Bu korkunç soygunun hesabı mut – la – ka soruşmak zorunda..

Gündem oyunlarıyla örtülmesin..

Bekir bey gerçekten fena bir psikolojik kuşatma uygulamış ilgilisine..

Biz de soralım    :

Yasal çerçeve apaçık izin verirken, Cemaat vb. apaçık Anayasa Hükmü niteliğinde
(Anayasa md. 174) Devrim Yasalarına aykırı iken, hemen kapatılması ve
tüm malvarlıklarına el konması yasal olarak olanaklı iken,
Mısır kadar da mı olamıyoruz??

Mısır, milyonlarca üyesi ve gönüldaşı olan ama çeteleşen “Müslüman Kardeşler” örgütünü cesur ve kökenci bir kararla “terör örgütü” gerekçesiyle kapamadı mı!?

Haydi AKP, haydi Başbakan R.T. Erdoğan.. kökten kurtuluş bu yolda..

Sevgi ve saygı ile.
27 Ocak 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

=======================================

Atatürk’e Sığın…

portresi_gulumseyen
Bekir Coşkun
bcoskun@cumhuriyet.com.tr
18 Ocak 2014, Cumhuriyet

 

Farkındayız…

Sıkıştın…
*
Her şey sinirlendiriyor seni…
Bir sokuşta ayağın girmeyince, pijama terliğine kızıyorsun…
Şekerin, tuzun tadı yok…
Portmantoyu oraya sanki gelip geçerken sana çarpsın diye koymuşlar…
Sehpa da sana ayak atıyor sanki…
*
Yalakalara kızıyorsun…
O medya patronunu kaç kez “İkiyüzlü puşt” diye merdivenlerden aşağı attın hayalinde, Allah bilir…
“Bakıyorum dilin çözüldü” diye Ahmet Hakan’ı kovalıyorsundur masanın etrafında…
Jöleliye şöyle tekme atmak geliyordur içinden…
*
“Türkiye seninle gurur duyuyor” diye bağırdıklarında, kürsüden in tokatla diyor şeytan… “Ne gururu ulan, sokağa çıkamıyoruz..” diye kovala…
Kaçanların kıçına da birer tekme…
Televizyonu açıp açıp kapatıyorsun…
Birkaç kere de çevirip pencereye doğru da bastın, pencere kapanmadı…
*
Uzaklara kaçmak istiyorsun…
Özellikle Cemaatin elinden… Kaçamıyorsun da…
*
İşte…
O zaman Atatürk’e sığın
Onun “Tekke ve zaviyelerin (cemaat, dergâh, türbe, tarikat) yasaklanmasına ilişkin” kanununa sarıl…
İlla ki “Laiklik” de…
Devrim yasalarını iste, oku…
Gaz sıkacağına otur “Gençliğe Hitabe”yi anla…
*
Biz öyle yaparız…
Başımız derde girdiğinde çiçeklerimizi alıp gideriz…
Küçük bayraklarımız var…
Mavi gözlerine bakarız…
İçin için anlatırız…
Gözyaşlarımızı elimizin tersi ile silerken, yüreklerimizle ve aklımızla O’nu dinleriz, gerekeni söylemiştir…
*
Öyle yap…
Atatürk’e sığın…
*
Valla bu kadar kutuyla gidersen ne der bilemeyiz…
Yani Atatürk seni kurtardı kurtardı…
Yok kurtaramadı…
Zaten kurtulamadın…

YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…


YARIN CUMHURİYETİ İLAN EDECEĞİZ…

portresi2.jpg

Ahmet GÜREL 
ADD Bilim ve Danışma Kurulu Üyesi

 

90 yıl önce ilan edilen “Cumhuriyet”i, “Atatürk’ten Gençliğe Unutulmaz Anılar”
adlı kitabımdan alıntı yaparak sizlere aktarmak istiyorum. Anılarda; Atatürk’ün ağzından “Cumhuriyet” sözünü ilk defa ne zaman çıktığını ve Cumhuriyet’e gençlerin
nasıl sahip olacağını hep birlikte okuyacağız.

28 Ekim 1923 gecesi yemekte yaşananları Mazhar Müfit (Kansu) şöyle anlatır:

“Bir gece evvel beraberdik. Mustafa Necati Bey, Vasıf (Çınar) Bey, Yunus Nadi Bey, Mahmut Esat (Bozkurt) Bey ve sair arkadaşlar vardı. Mustafa Kemal Paşa gülerek;

  • ‘Ey, çocuklar, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz’ dedi.

Ve bana döndü:
‘Erzurum’dan beri ağzından çıkarmadığın Cumhuriyetin işte zamanı geldi.
Yarın istediğin kadar Cumhuriyet diye açıkça artık bahsedebilirsin’ dedi.
Tabidir ki hepimiz son derece memnun olduk.”

Mazhar Müfit Kansu’dan bu konuda başka bir anı ise:

Eski Adalet Bakanı ve İzmir Milletvekili Mahmut Esat (Bozkurt) Bey bir gün
Mustafa Kemal’e başvuruyor:

‘Paşam Üniversitede devrim tarihi derslerinde okutmak üzere tarafınızdan
‘Cumhuriyet’ sözlerini ilk önce nerede, ne biçimde ve kimlerin arasında söylediğinizi öğrenmek istiyorum?’ Diyor. Gazi Mustafa Kemal Paşa kendisine şu karşılığı veriyor:

‘Bunu Mahzar Müfit’ten öğreniniz. O, günü gününe bu olayları not etmiştir.’

…Bunun üzerine Mahmut Esat Bey bir mektupla bana başvurdu. Ben de yazıyla kendisine yanıt verdim. Bu mektupları yayımlamakla istediğim açıklamayı
yapmış olacağım.

…Derslerinizle sevgili gençliğe ve büyük milletime çok büyük hizmetlerde bulunduğunuza eminim. Başarı ve hizmetlerinizin devamını kalpten diler,
anılarımda aktardığım ve sunduğum gibi hükümetin Cumhuriyet olacağı
20 Temmuz 1919 günü Erzurum’da öğrenmiş bulunduğumu bildirerek
gözlerinden öperim.”

Hulusi Köymen’den Cumhuriyet konulu bir anı şöyledir:

“Gazi Mudanya yoluyla Bursa’ya gidiyordu. Kalabalık bir halk kitlesi tarafından
etrafı sarılmıştı. Bir kadının, elinde bir kâğıtla Gazi’ye yaklaştığı görüldü.
Zayıf bir kadındı. Gazi’nin yolunu keserek, titrek bir sesle:

‘Beni tanıdın mı oğul?’ Dedi… Ben sizin Selanik’ten komşunuzdum. Bir oğlum var; Devlet Demir Yollarına girmek istiyor. Siz onu alsınlar dediniz, fakat müdür dinlemedi. Oğlumu işe almamış. Ne olur bir kere de siz söyleyiniz.’
Gazi’nin çelik bakışlı gözleri samimiyetle parladı. Elleriyle geniş jestler yaparak
ve yüksek sesle:

‘Oğlunu almadılar mı?’ dedi. ‘Ben talimat verdiğim halde mi almadılar?
Ne kadar iyi olmuş. Çok iyi yapmışlar. İşte cumhuriyet böyle anlaşılacak.’

Kadın kalabalığın içinde kaybolmuştu. Ve Gazi kendinden geçercesine dolu bir sesle:
‘İşte cumhuriyetten beklediğim sonuç’ diyordu.”

Cumhuriyetin ilanından sonra, Gazi Mustafa Kemal Paşa Latife Hanım’la beraber Karadeniz’e bir geziye çıkmıştır. Bu geziyi Muzaffer Kılıç’tan dinleyelim:

“Bu gezide kendisine eşlik edenler arasındaydım. Rize’ye geldik. Yolların düzgünlüğü dikkatini çekmişti. Vali’ye sordu:
‘Yolları nasıl bu hale getirdiniz?’
Vali de anlattı. Bütün yakın köylüleri jandarmalarla toplattırmış ve yol onarımında çalıştırmış. Gazi’nin kaşları çatıldı. Oldukça sert bir dille:

‘Vali Bey, ‘corvee’ nedir bilir misin? Öyleyse ben size söyleyeyim, Angarya demektir.
Ve şunu da bilmeniz lazım ki, kanunsuz hiçbir vatandaşı işten alıkoyamaz,
onu çalışmaya zorlayamazsınız. Cumhuriyette angarya yoktur.’”

Cumhuriyetin ilanı sıralarında Akşam gazetesinden Necmettin Sadık (Sadak) Bey,
Gazi Mustafa Kemal Paşa’yla bir röportaj yapmak üzere İzmir’e gitmiştir.
Sadak, Uşakizade Köşkü’nde gerçekleşen görüşmeyi şöyle anlatır:

“Gazi’yle bir kez üç, bir kez de dokuz saat görüştük. Ben ömrümde böyle adam görmedim ve iddia ederim ki, hiçbir memlekette böyle bir adam yoktur.
Kendisine sorduğum sorulardan biri şudur:

‘Mademki bu Meclis Cumhuriyeti ilan etmeye kendisini yetkili gördü.
O halde bir başka Meclis de başka bir oylamayla Meşrutiyet ilan ederse ne yaparız?’

‘Olabilir. Fakat hepsini sopa ile kovalarız’ dedi.”

30 Ağustos 1924 tarihinde, Gazi çok güvendiği gençlere Dumlupınar’da şöyle hitap eder:

  • “Gençler! Cesaretimizi kuvvetlendiren ve devam ettiren sizsiniz.
    Siz almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık meziyetinin,
    vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli örneği olacaksınız.
    Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk;
    onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz.” 

1927 yılında Gençliğe Hitabesi’nde, gençliğe yine görev verir:

  • “Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk İstiklalini, Türk Cumhuriyetini ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel senin en kıymetli hazinendir…” 

Bu nedenle Anadolu’da verilen var olma mücadelesini ve Cumhuriyetin
nasıl kazanıldığını bilen anababalara ve de öğretmenlere her zaman ülkenin
gereksinimi vardır. Bunların bir kesimini Uşakizade Köşkü’ne gelen ve çocuklarını gezdiren ailelerde görüyorum. Ve “İşte Atatürk’ün istediği gençler yetişiyor’ diyorum
ve onlarla gururlanıyorum. (29 Ekim 2013)

ÖZDEMİR İNCE : AKP tarikatı saltanatında akademik kariyer..

Dostlar,

Sayın Özdemir İnce çok yönlü kişiliği olan derin birikimli bir yazardır.
Yanılmıyorsak Fransızca öğretmenliği ile eğitim ordusunda da görev yapmıştır.
Aşağıdaki makalesini, sorunun süregelmesi nedeniyle, biraz gecikmeyle de olsa yayımlayarak bir kez daha dikkat çekmek istiyoruz.

Dahası da var : Bilimsel yayınlara katkı vermeden adını koymak 2 taraf için de 8koyan ve koyduran) etik dışı olmanın ötesinde resmi evrkata sahtecilik suçudur.
Hatta jüriye yönelik nitelikli dolandırıcılıktır.

Kimi adayların, dosyalarında yer alan yayınların bir bölümüne ad koyduracak düzeyde bilimsel katkı vermekeri maddeten olanaksızıdır.. Moda deyimle yaşamın olağan akışına uygun değildir.. Özellikle farklı kentlerde oruranların.. Konu yargıya taşındığında; verilen (?!) bilimsel katkının türü, zamanı, yeri, miktarı, içeriği vb. kanıtlanması son derece zordur ve dolayısıyla gerçek dışıdır (fiktiftir). Haksız ikramdır, ulufedir, lütuftur ve geleceğe dönük bu kişilere ipotek koyma eylemidir.. Sefil bir davranıştır.. Türk Ceza Yasası karşısında ağır yaptırımları olmak gerekir ve vardır (md. 157-158).

Üstelik, akademik yükselme – atanma amaçlı bilimsel yayın dosyalarında jüri üyesinin “etik sorun” kanısı ile dosyayı YÖK Etik Kurulu‘na taşıması durumunda genellikle
bu durumdaki “adaylar” korunmakta ve “etik sorun” kanısını / kuşkusunu belirterek açıklığa kavuşturulmasını isteyen öğretim üyesi aleyhine bumerang gibi geri döndürülmektedir. İftira atma, kasıtlı geciktime, özlük hakkı gasbı.. gibi..
Bu kez ilgili öğretim üyesi kendisini kurtarabilme savaşımına girmektedir.
Bu uygulama bilinçli bir yıldırmadır.

İşte AKP, darbe anayasası dediği rejimin kurumlarından YÖK’ü
böylesine tepe tepe kullanmaktadır.

YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya hazretleri, bu gün yurt dışından buyurmuşlar :

– Artık Üniversitelerde türbanlı bölüm başkanları, dekanlar hatta rektörler olacakmış..
– Türbanı yüzünden ayrılanları üniversiteye geri çağırmaktaymış..

Peki Anayasanın 131. maddesinde yer alan düzenleme YÖK’e böyle bir yetki tanıyor mu? YÖK’ün yüksek öğretim kurumlarına bu yönde emir ve talimat vermesi olanaklı mı? Üniversite özerkliği ne demektir??

ANAYASA madde 131 – Yükseköğretim kurumlarının öğretimini planlamak, düzenlemek, yönetmek, denetlemek, yükseköğretim kurumlarındaki eğitim – öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek bu kurumların kanunda belirtilen amaç ve ilkeler doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir biçimde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak maksadı ile Yükseköğretim Kurulu kurulur.

YÖK Başkanı, Bakanlar Kurulu’nun yönetmelik değişikliği ile kamuda türbanı serbest bırakma eyleminin tümü ile hukuk dışı bir idari işlem olduğuna hiç değinmemekte.
Bu konuda verilen Anayasa Mahkemeleri, Anayasa mad. 153/son uyarınca Yasama – Yürütme – Yargı organları ile idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.

  • Anayasa mad. 153/son : Anayasa Mahkemesi kararları (kesindir / ilk fıkra)
    Resmi Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. 

Dolayısıyla türbanın kamuda serbest bırakılması Anayasa değişikliği yapılmadan hukuksal olarak olanaksızıdır!

Bu yönde bir Anayasa değişikliğinin yapılıp yapılamayacağı da ayrı bir hukuksal tartışma konusu olmakla birlikte; bir yönetmelikle Anayasa hükmü aşılamayacağına göre.. söz konusu yönetmelik değişikliği YOK HÜKMÜNDEDİR.. Mutlak butlan ile sakattır ve bütün sonuçlarıyla (keenlemyekün) geçersizdir.
Hukuksal olarak doğmamış sayılacaktır. Hukuk normları dikey katmanlanması (hiyerarşisi), Roma hukukundan beri en temel hukuk bilimi ilkelerindendir;
Hukuk mekteplerinde (Fakültelerinde) 1. sınıfta Hukuk Başlangıcı ile Anayasa Hukuku derslerinde öğretilir.. Eskiden Roma Hukuku derslerinde de öğretilirdi, kaldırıldı..
(Bu dizelerin yazarı söz konusu dersleri almış ve sınavlarını başarmıştır..)

Bu yüzden de kamuda Türban takmak ve takılmasına göz yummak hem Anayasa’nın 153. maddesinde vurgulanan “gerçek ve tüzelkişileri bağlar” ibaresi bağlamında
hem de Anayasanın kanunsuz emir maddesi bağlamında (md. 137) suçtur.

AKP hükümetinin fiilen ve hatta cebren, de facto eylemidir. Açıkça Anayasa suçudur. En azından Anayasa başlangıcı, ilk 3 madde, 10 ve 24. maddelerle 42. ve 174. maddeye aykırıdır. Cumhuriyet Başsavcılığı uyumakta mıdır? Apaçık, laikliğe karşı “eylemlerin” odağı olduğu Anayasa Mahkesi’nin oybirliği ile aldığı karar ile onaylanmış bir parti, kör kör gözüm parmağına inatlaşmasıyla Cumhuriyet hukukuna meydan okumaktadır.

Bu ülkenin Hukuk Fakülteleri dekanları nerededir?
Türban’ın Kuran’da yeri olmadığını söylemesi gereken
İlahiyat Fakülteleri nerededir?

  • Aziz vatanın bütün kalelerine cebren ve hile ile girilmiş midir??
  • Öyle ise apaçık GENÇLİĞE HİTABE koşulları içindeyiz ve
    BURSA SÖYLEVİ’nin gerekleri boynumuzun borcu olmaktadır..

Sayın Özdemir İnce‘nin bize bu dizeleri yazdıran aşağıdaki makalesinin başlığını kullanarak bir soru ile bağlayalım :

  • Devr-i AKP’de, “AKP tarikatı saltanatında akademik kariyer” nicedür?

Sevgi ve saygı ile.
12.10.13, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

==========================================

AKP tarikatı saltanatında akademik kariyer

portresi1

ÖZDEMİR İNCE

 

 

20 Mayıs 2013 günü yayımlanan “AKP Medreselerinde Bilim” başlıklı yazım yayınlandıktan sonra, bir emekli öğretim üyesi okurdan bir mesaj almıştım.
“Yazınıza ben de küçük bir ek yapmak istiyorum.” diyordu.
Bu yazının ana gövdesini bu ek oluşturuyor.

Bu yazı yayımlandıktan sonra, bu konuda birçok mesaj alacağımı biliyorum.
O zaman daha ayrıntılı bir yazı yazarım artık.

Eski öğretim üyesinin mektubu

“Sayın Özdemir İnce;

Yazılarınızı dikkatle okuyorum. Okuyorum, bilgileniyorum, yararlanıyorum.
Teşekkür ederim. 20 Mayıs (2013) tarihli yazınızı okudum ve küçük bir ek yapmak istiyorum.

Fethullah grubu elemanlarının (Bilim adamları??) diğer bir başarılı oldukları nokta da İMECE usulü bilimsel yayınlardır. Nasıl oluyor: Üniversitede bir veya birden çok profesör sistemdedir ve bunlar yaptıkları çalışmalara civardaki devlet hastaneleri veya adı var kendisi yok kurumlarda çalışan doktorların adlarını yazarak,
onları bilimsel yayın (!) sahibi yapıyorlar.

Sonra ayarladıkları (YÖK?) bilimsel jürilerle doçent, profesör yapıyorlar.
Geçtiğimiz aylarda bir devlet hastanesinde çalışan bir doçent, 140 yayınla
Hacettepe Üniversitesi’ne müracaat ediyor. Üniversitelerde dahi bu kadar yayın yapılması hayalden ötedir. Boğazına kadar hasta ile boğuşan devlet hastanesinden böyle yayınlar nasıl çıkabiliyor?

Jüriler de bir âlem? Jüri açıklanmış; içlerinde köklü üniversitelerden kimsecikler yok; Van, Urfa, Diyarbakır derken Jüri isteğe göre ayarlanmış.”

***

Emekli öğretim üyesine ileti yazıp, biraz daha açıklama yapmasını istedim. Açıklamasını okuyalım:

***

Sayın İnce,

Cemaat, üniversitelerden bazı öğretim üyelerini devşirmiş (profesör, doçent) durumda, hatta bunlardan bazıları büyük üniversitelere rektör yapılmış. Örneğin Hacettepe rektörü gibi. Hacettepe rektörünün ilk icraatından biri de, bildiğiniz gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik bakanının kızını, kuralları hiçe sayarak özel bir üniversiteden Hacettepe Tıp Fakültesi’ne alması olmuştur. Göreve başlar başlamaz yaptığı ilk iş kurumların başındaki görevlileri, otoparktaki güvenlikçilere kadar, değiştirmek olmuştur. Ondan sonra en büyük icraat dışarıdan öğretim üyesi atamalarına gelmiştir. Herhangi bir anabilim dalından kadro isteği olmadan, günlerden bir gün, bir öğretim üyesi ataması yapılıyor. (Örnek Üroloji, Gastroenteroloji, KBB anabilim dalları).
Bu gidişle büyük üniversitelerin içine edecekler haberiniz olsun!!

Bu devşirilmiş öğretim üyeleri, devlet hastanelerindeki uzman doktorların adlarını kendi yaptıkları yayınlara koyarak, onları bilimsel yayın sahibi yapıyorlar.
Devlet hastanelerinde çalışan doktorların bilimsel yayın yapma olanakları,
hasta yükleri ve yönetsel sorumlulukları nedeniyle oldukça azdır.

Gelelim bunların doçent yapılması prosedürüne; YÖK bunların elinde biliyorsunuz. Buradan kendilerine yakın kişileri jüri üyesi olarak belirleyip,
istediklerini kolayca öğretim üyesi yapıyorlar.

Son zamanlarda Jüri üyelerinin, kenarda köşede kurulmuş olan üniversitelerden seçilmesi herkes tarafından bilinmektedir.

Bu konuları, kendinize dost bildiğiniz yakın öğretim üyelerinden doğrulatabilirsiniz. Üniversiteler dışından doçent olanların dosyaları ciddi bir gözle incelendiğinde
bunlar ortaya dökülebilir fakat bu iktidarla bunları yapmak mümkün değil.”

***

Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik’in kızıyla ilgili haberi hatırlıyordum.
İnternette, 2 Temmuz 2013 tarihli Hürriyet’te buldum. Haber şöyle:

“Hacettepe Tıp Fakültesi mezunları geçen hafta yapılan törenle diplomalarını aldılar. Mezun olanlar arasında Çalışma Bakanı Çelik’in kızı Zeynep Çelik de vardı.
Bakan Çelik’in katılmadığı mezuniyet töreninde diplomaların verilmesi sırasında
bir öğrenci kürsüye gelerek, ‘İlk 10 bine girememiş bakan kızını bu salonda oturttular.’ dedi. Bunun üzerine kürsüye çıkan Rektör Murat Tuncer, ‘Ben sizden daha olgun davranmanızı beklerdim.’ deyince bazı öğrenciler ve veliler tarafından alkışlarla protesto edildi.

CHP soru önergesi vermişti

Çelik’in, Özel Acıbadem Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde okurken,
Hacettepe Tıp Fakültesi’ne yatay geçiş yapması kamuoyunda tepkiye neden olması sonrası CHP’nin eski Grup Başkanvekili Emine Ülker Tarhan, konuyu Ekim ayında (2012) Meclis’e taşımıştı.

Tarhan verdiği yazılı soru önergesinde Hacettepe İngilizce Tıp’ın üniversite sınavında ancak ilk bine girmiş öğrencilerin tercih ettiği bir bölüm olduğunu anımsatarak,
‘Bölüme yatay geçiş de aynı oranda zordur. Geçiş koşullarını YÖK belirlemektedir
ve koşullar konusunda ilgili üniversitenin yetkili kurullarında karar almak gerekmektedir. İddiaya göre Zeynep Çelik adlı öğrenci gerekli koşulları taşımamasına karşın,
Rektör Murat Tuncer’den çözüm bulması konusunda rica edilmiş ve gereği yapılmıştır. Buna göre öğrencinin belli bir süre içinde ve bizzat başvuruda bulunması gerekmesine karşın, sürenin bitmesinden 1 hafta sonra rektör Üniversite Senatosunu 24 Ağustos’ta acil toplantıya çağırmış, rutin olarak Çarşamba günü yapılması gereken toplantı
başka bir gün yapılmış ve yatay geçiş koşulları değiştirilmiştir. Üstelik toplantıların kameraya alınması gerekirken bu kez alınmamış ve sonuçta tam bir gayretkeşlikle
daha önce yatay geçiş başvurusu reddedilen Zeynep Çelik’in yatay geçiş yapması sağlanmıştır.’ iddialarını dile getirdi. Bu iddialar çerçevesinde yönelttiği 8 sorunun yanıtlanmasını istedi.”

‘İdealist doktor adayı’

Bakan Çelik, Tarhan’ın soru önergesine 22 Kasım 2012 tarihinde cevap vermiş: Yapılan işler yümüyle yasalara uygunmuş.

Atatürk’ten Türk Gençliğine… / To The Turkish Youth from Ataturk

Ataturk’ten_Turk_gencligine

AKP, Hızla Meşruiyet Dışına Kayıyor !../ JDP is rapidly skating out of legitimacy!

AKP_Hizla_Mesruiyet_Disina_Kayiyor_14.06.08_ve16.62012

Yüce Atatürk’ün NUTUK / SÖYLEV’i.. Özgün ve güncel Türkçe ile tam metin

NUTUK_SOYLEV_ tam_ metin_ozgun_ve_guncel_Turkce_ile

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün sözleri..

Ataturk’un_sozleri