Etiket arşivi: ADALET DUYGUSU

ÖNCE AHLAK

Yusuf Samim Lütfü

Avrupa’da “Dahiler Çağı” olarak anılan 17. yüzyılda yaşamış Fransız düşünür La Bruyere, çok konuşmak konusunda en doğru saptamayı yapan kişidir:

  • “Çok konuşmak gözden düşmenin en emin yoludur.”

Akıllı insan çok konuşmamalıdır, konuşacaksa da, ya susmaktan daha değerli bir şey söylemeli ya da susmalıdır.

La Bruyere’in bu öğüdünü 20. yüzyıl başında Wittgenstein,

  • “İnsan hakkında konuşamayacağı şeyler konusunda susmalıdır.”

diye dile getirmiştir. Yani atalarımızın söylediği gibi “Söz gümüşse sükut altındır”.

Özgürlükçülük adına bireyciliğin, öznelliğin ve özgüvenin tavan yaptırıldığı post-modern çağımızda maşallah ağzı olan konuşuyor; hemen herkesin her konuda bir fikri var ve herkes fikrini çekinmeden “özgürce” dile getiriyor!

Böyle olunca konuşmak ya da yazmak kadar, konuşulanı ya da yazılanı eleştirmek de herkesin harcı oluyor!

Bu post-modern özgürlük (negatif özgürlük) bana hiç uymuyor; insanın konuşması ya da konuşulana karşı konuşması için, konuştuğu konu hakkında suskun kalmasından daha değerli şeyler söyleyebilecek ölçüde bilgisi olması gerektiğini düşünüyorum.

Öğrenme amacı olan insanların sorma hakkına sonuna dek saygılıyım ama bilgi sahibi olmadan fikir tartışması yapılmamalı.

Aşağıdaki önermeleri yukarıdaki iki paragrafın ışığında okumalısınız :

  • Bir toplumda huzurun ve esenliğin olması yönetim biçiminden çok,
    halkın ahlak düzeyi ile ilintilidir.
  • Adalet duygusunu içselleştirebilmiş ahlaklı bireylerden ve yöneticilerden oluşan toplumlar, yönetim biçiminden bağımsız olarak huzurlu toplumlar olacaklardır.
  • Tersine adalet duygusundan uzak bireyler ve yöneticilerden oluşan toplumlar, hangi yönetim biçimini denerlerse denesinler, bir türlü huzuru bulamayacaklardır.
  • Farklılıklara karşın bir arada huzur (erinç) içinde yaşamak, ancak ahlaklı bireylerden oluşan adaletli toplumların harcıdır.
  • İnancınızın gereklerini yerine getirmek sizi inançlı yapar ama asla ahlaklı yapmaz.
  • Ahlaklı olmak için önce adaletli olmalısınız.
  • Ne denli inançlı olursanız olun adaletli değilseniz ahlaklı olamazsınız. Bir inancı olduğu için ahlaka gereksinimi olmadığını düşünmek, ahlaksal açıdan yapılacak en büyük hatadır.
  • İnançları konusunda en iddialı olan insanların tarihteki en büyük adaletsizliklere, yıkımlara neden olmaları bundandır.
  • Yağma, talan ve yalan hep bir adaletsizlikle ilintili olan, ahlaksal açıdan “kötü” davranışlardır.
  • Bu ahlaksızlıkların bir nedenle (örneğin iktidar adına) olumlandıkları toplumlar asla bir arada ve huzur içinde yaşayamazlar.
  • Gene cehalet ve sefalet size iktidarı sağlasa da asla toplumsal huzuru (erinci) sağlayamaz.
  • Toplumsal huzur ve refah (erinç ve gönenç) için adaletin içselletirildiği ahlaklı bir toplum eğitimle oluşturulmalıdır.
  • Ahlaksızlıkları ile yüzleş(e)meyen toplumların huzuru ve refahı (erinci ve gönenci) yakalamaları olanaklı değildir. (31.03.2023)

=====================================================
Dostlar,

Ekleyelim..

Ahlâk”; bir toplum içinde kişilerin uymak zorunda oldukları davranış biçimlerini düzenleyen toplumsal düzen kurallardır. Yereldir.

Etik; kişinin davranışlarına temel olan ahlâk ilkelerinin tümüdür. Başka bir anlatım ile Etik insanlara;

* “işlerin nasıl yapılması gerektiği”ni belirlemede yardımcı olan yol gösterici değerler, ilkeler ve standartlardır. Evrenseldir.

  • “Yaşamda göreceğiniz iş ne olursa olsun, Erdem olmayınca elde edeceğiniz her şeyin, yapacağınız her işin, sonunda utanç ve kötülük vardır.” Platon
  • Ahlaksızlık ile dinsizliği karıştırmamak gerekir. Din olmadan ahlaklılık olabilir ve
    ahlaksızlıkla din bir arada bulunabilir ve çoğunlukla da böyledir.. Denis DİDEROT

Meslektaşımız, Felsefeci, değerli “Yusuf Samim Lütfü” ye teşekkür ederiz bu özlü yazısı için.

Sevgi ve saygı ile. 01 Nisan 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik    

Montrö Namusumuzdur, Teslim Olmayız…

Montrö Namusumuzdur, Teslim Olmayız…

Dr. Mustafa Hüsnü BOZKURT
25-26. DÖNEM CHP KONYA MİLLETVEKİLİ
Cumhuriyet, 06 Nisan 2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Yüzyıllardır dünyaya ve dünya ticaretine egemen olmak isteyenler su yollarını denetim altında tutmak istemişlerdir. Çanakkale ve İstanbul Boğazları da bu suyollarının en başında gelmektedir. Süveyş, Panama, Hürmüz, Cebelitarık gibi geçitleri denetim altında tutanlar dünyaya egemen oldukları gibi bu geçitlerde her zaman yapay devletçikler ya da üs noktaları oluşturmuşlardır.

Emperyal güçlerin yapay üs bölgesi oluşturamadıkları tek su yolu Çanakkale ve İstanbul Boğazlarıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda işgalcilerin geçici olarak tutundukları Boğazlar, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyük askeri ve diplomatik dehası sonucunda tek kurşun atmadan 1936 yılında Montrö ile tümüyle Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenliği altına girmiş, bu sayede dünyanın gözünü diktiği Boğazlarımız sayesinde Karadeniz de bir barış gölü olarak kalmıştır.

BÜYÜK SORUMSUZLUK

Boğazlarımızın stratejik önemini bilenler bu sağlam diplomasi kilidini parçalamak için sürekl, fırsat kollamışlardır. Ne acıdır ki büyük Atatürk’ün Gençliğe Hitabe’sinde söylediği gibi harici bedhahlara” destek veren dahili bedhahlar” daima olagelmiştir.

Son olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşı’nı yönettiği Gazi Meclisimizin Başkanlık koltuğunda bulunan biri, büyük bir sorumsuzlukla Montrö’yü tartışmaya açmış ve “tek adam” kararıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin bu antlaşmadan çekilebileceğini söyleyebilmiştir. Üstelik bu tartışma Çanakkale Zaferi’nin 106. yıldönümünü kutladığımız, kara savaşlarının başladığı günlerin yıldönümünde yaşanıyor.

Bu sorumsuz ifadelere ne yazık ki siyasal partilerimiz, üniversitelerimiz ve ilgili kurumlar, ya yeterli tepkiyi verememiş ya da yeterince güçlü bir tepki göstermemişlerdir. Bu sessiz kalış karşısında ülkemizin dış politikasında yıllarca etkin ve belirleyici rol üstlenen emekli diplomatlarımız ile Montrö’nün önemini en iyi kavrayan emekli amirallerimiz son derece sorumlu ve bilgece bir tutumla ayrı ayrı bildiriler yayımlayarak bu ülkenin sahipsiz olmadığını bir kez daha dosta düşmana göstermişlerdir.

ACI VEREN DÖNGÜ

Bu bildiriler gerekli etkiyi yaratmış ve Montrö’yü sorumsuzca tartışanlar paniğe kapılarak her zamanki “darbe”, “vesayet” söylemleri ile hukuk dışı saldırıya geçerek bildiri yayımlayan emekli amirallerimiz hakkında hızla gözaltı işlemlerine başlamışlar, ülkede yeniden bir baskı dalgası yaratmışlardır.

Emekli diplomat ve amirallerimizin ellerinde şu anda bildiriyi imzaladıkları kalemlerinden daha güçlü bir silahları yoktur. Dünyada deniz kuvvetleri kullanılarak başarıya ulaşmış bir darbe” de yoktur. Ankara’yı kuşatabilecek kruvazör ve destroyerler de daha icat edilmemiştir. Gözaltı kararlarını verenler kendi korkularınca kuşatılmışlardır.

Daha dün denecek bir tarihte Karadeniz’de başlatılan Turuncu Devrimlere destek vermek için ABD donanmasının Boğazlardan geçişine izin vermeyen amirallerimizin “Balyoz”, “Kafes”, “Amirallere suikast” gibi kumpas davalarıyla nasıl tutuklanıp ağır cezalara çarptırıldıklarını unutmadık. Ne acıdır ki bugün Boğazlarımıza sahip çıkanlar da yine aynı amirallerimiz, hakkında gözaltı kararları verilenler de aynı amirallerimizdir.

  • Boğazlarımıza sahip çıkan amirallerimizin ve diplomatlarımızın yanındayız.

Gözaltı işlemleri ve soruşturmalara derhal son verilmeli amirallerimize ülkeye sahip çıktıkları için teşekkür edilmelidir.

Montrö Antlaşması namusumuzdur. Teslim olmayız, olmayacağız…
===================================
Dostlar,

Biz de, değerli meslektaşımız (hekim) Sayın Dr. Mustafa Hüsnü Bozkurt’un yukarıdaki yazısına aynen katılıyoruz.. Dün yayınladığımız aşağıdaki açıklama ile destek veriyoruz.

Bu açıklamamız, değişik sosyal medya hesaplarında, web sitemizde…. 1 milyon dolayında okundu ve paylaşıldı, halen paylaşılmakta.. Bir manifesto oldu adeta..

Tüm Türkiye’yi, başta AKP = RTE iktidarını;

  • sağduyu ve serinkanlılığa,
  • demokratik hoşgörüye,
  • HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE ve
  • erdemlerin erdemi ADALET DUYGUSUNA bağlı, saygılı ve sadık kalmaya çağırıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 06 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

KHK’ler; imzacı akademisyenleri cezalandırma fırsatçılığına mı dönüşüyor?

KHK’ler; imzacı akademisyenleri cezalandırma fırsatçılığına mı dönüşüyor?

(AS : Bizim konuya ilişkin kapsamlı irdelelememiz yazının altındadır..)

Ankara Üniversitesi’nde imzacı akademisyenlere yönelik hak ihlalleri artıyor! Yeni çıkan kanun hükmünde kararname ile ‘Fethullahçı örgüt’le hiçbir ilişkisi bulunmayan 8 öğretim görevlisinin işine son verilirken, fiili baskı ve cezalandırmalar da artarak sürüyor…

[akademisyen]
(Son Güncelleme 02 Eyl `16 11:31)

Bercan Aktaş

Üniversitelerin açılmasına kısa bir süre kala açıklanan 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile birlikte çok sayıda akademisyen kamu görevinden çıkarıldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 21 Temmuz’da ilan edilen OHAL kapsamında yayınlanan yeni KHK’de ‘Fethullahçı Terör Örgütü’yle hiçbir bağı bulunmayan akademisyenlerin de görevlerine son verildiği görülüyor. Bu uygulamanın yaşandığı kurumlardan bir tanesi de Ankara Üniversitesi…

[gozalti15temmuz]


SOSYAL MEDYA PAYLAŞIMLARI DA ATILMA GEREKÇESİ

Ankara Üniversitesi’nde işten çıkarılan 21 akademisyenin 8’i “Barış İçin Akademisyenler” bildirisinin imzacısı. Toplam 120 imzacı akademisyenin bulunduğu Ankara Üniversitesi’nde kamu görevinden çıkarılan 8 imzacı akademisyenin bir diğer ortak özelliği ise geçtiğimiz senelerde rektörlüğün tutumunu eleştiren twitter ve e-posta gönderileri nedeniyle haklarında rektörlük soruşturması açılmış olması. Bu durum, Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında alınan önlemleri aynı zamanda kendi döneminde soruşturulan akademisyenleri cezalandırmak amacıyla da kullanıp kullanmadığı sorusunu akla getiriyor. Zira Ankara Üniversitesi Rektörlüğü bu yılın başından beri imzacı akademisyenlere dönük hak ihlallerini sürdürüyor.

Rektörlüğün “Barış için Akademisyenler” bildirisini imzalayan akademisyenlere ocak ayında açtığı soruşturma sözlü savunmaların alınmasına rağmen halen tamamlanamadı. Böylelikle akademisyenler aylardır “haklarında soruşturma yürütüldüğü” gerekçesiyle hak ihlallerine maruz bırakıldılar. Bu ihlalleri dört başlıkta toplamak mümkün.

[erkanibisrektor]

Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Erkan İbiş’in, 15 Temmuz darbe girişimi ve OHAL sürecini, ‘imzacı akademisyenleri cezalandırmak’ için kullandığı iddia ediliyor.

Birincisi; soruşturmanın sonuçlandırılmaması akademisyenlerin yurtdışı görevlendirme taleplerinin geri çevrilmesine zemin oluşturuyor. Böylece akademisyenler yurtdışında ders veremiyor, konferanslara katılamıyor ve araştırmalarını sürdüremiyor. İmzacı akademisyenlerden Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alev Özkazanç’ın çalışmalarına bir süre yurtdışında devam etmesine fiilen izin verilmemesinin üstüne Özkazanç rektörlüğe bir açık mektup yazmıştı. ABD’de bulunan Northwestern Üniversitesi’nin güz eğitim yılında ders vermesi için davet ettiği Yrd. Doç. Dr. Barış Ünlü’ye de aynı şekilde izin verilmedi.

[alevozkazanc]

Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alev Özkazanç da, çalışmaları ‘fiilen’ engellenen akademisyenlerden…

İletişim Fakültesi’nde bulunan imzacı akademisyenler ise iletişim alanında dünyanın en prestijli kongrelerinden birisi olarak kabul edilen “Uluslararası Medya ve İletişim Araştırmaları Birliği’nin (IAMCR)” bu yıl İngiltere’de düzenlenen konferansına davet edilmelerine rağmen toplantıya katılamadı. Bu defa gerekçe olarak 15 Temmuz darbe girişiminden sonra kamu görevlilerine getirilen yurtdışı yasağı gösterildi; ancak Türkiye’deki başka üniversitelerden aynı konferansa rektörlük izinleri ile katılım sağlandı. Öte yandan 15 Temmuz sonrasında YÖK’ün yurtdışında halihazırda görevli bulunan akademisyenlerin geri çağrılması yönündeki talimatı da Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından sadece imzacı akademisyenler için uygulanmış durumda. Yurtdışı görevlendirmelerle ilgili bu örneklerin çoğaltılabileceği imzacı akademisyenler tarafından ifade ediliyor.

672, 673, 674, KHK


ATAMA VE YÜKSELTİLME BEKLEYENLERE ‘FİİLEN’ HAK KAYBI

İkinci olarak; yurtdışı görevlendirmelerin yapılmamasına bağlı gelişen kadro ataması ve yükseltilme sorunları açığa çıkıyor. Böylece Ankara Üniversitesi öğretim üyeliğine atanma ve yükseltilme ilkeleri arasında yer alan iki madde yerine getirilemez hale geliyor. Üniversitenin yardımcı doçentliğe atama için akademisyenlere zorunlu kıldığı uluslararası bilimsel toplantılarda sözlü bildiri sunma ve akademisyenin alanı ile ilgili en az 3 ay süreyle yurtdışında çalışma deneyimine sahip olma gereği atama ve yükseltilme bekleyen akademisyenler tarafından yerine getirilemediği için özlük hakları fillen ihlal ediliyor.

Kadroya atanma ve yükseltilmeyle ilgili sorunların bundan ibaret kalmayacağı ve gelecekte imzacı akademisyenlerin yükseltilme, atanma ve yeniden atanmalarına yönelik bir takım fiili engellemelerin gündeme gelebileceği kaygısı da akademisyenler tarafından dile getiriliyor. Geçtiğimiz aylarda Hukuk Fakültesi’nde imzacı bir öğretim üyesinin, daha önce görülmeyen bir biçimde sözleşmesinin uzatılmaması ve görevine son verilmesi bu kaygıların gerçek bir temele dayandığını da gösteriyor.

İNKILÂP TARİHİ DERSİ DE SBF’DEN ALINDI

Üçüncü sorun; hem öğretim görevlilerini hem de Ankara Üniversitesi’nde lisansüstü eğitim görmek isteyen öğrencileri ilgilendiriyor. Temmuz sonunda Sosyal Bilimler Enstitüsü’ne bağlı yüksek lisans programlarının öğrenci kontenjanları açıklandığında Siyasal Bilgiler, İletişim ve Dil Tarih Coğrafya fakültelerindeki bazı programların kabul edebileceği öğrenci sayısının düşürüldüğü ve bazılarına da hiç kontenjan açılmadığı görüldü. Örneğin Siyaset Bilimi, Sosyoloji, İnsan Hakları ve Afrika Çalışmaları programlarına yüksek lisans için kontenjan verilmedi; geçtiğimiz yıl 10 öğrenciyi kabul eden Uluslararası İlişkiler bölümü’de kontenjan 3’e, Kadın Çalışmaları’nda 10’dan 5’e, Gazetecilik bölümünde ise 10’dan 3’e düşürüldü. Gerekçe olarak bu ana bilim dallarında bulunan kayıtlı öğrenci sayısının fazlalığı gösterilmiş olsa da, programların yoğun olarak imzacı akademisyenlerin ders verdiği alanlardan seçilmesi akademisyenlerin fiili olarak cezalandırıldıkları kaygılarına yol açarken aynı zamanda da aday öğrencilerin bu programlardan mahrum kalmasına yol açıyor…

Dördüncü olarak; yıllardır Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin kendi öğretim elemanları tarafından verilen “Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi” dersi geçtiğimiz haftalarda fakültenin elinden alınarak Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü’ne devredildi. 12 Eylül’den beridir üniversitelerde okutulması zorunlu hale getirilen bu dersi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde veren öğretim üyelerinden Yard. Doç. Dr. Barış Ünlü bu uygulamanın asıl gerekçesinin Türkiye tarihine eleştirel yaklaşmaları olduğunu düşünüyor. Ünlü’ye göre Kürt ve Ermeni meselelerinin anlatılması rektörlük tarafından sakıncalı bulunuyor.

4 ÖNEMLİ FAKÜLTENİN BULUNDUĞU CEBECİ KAMPÜSÜ HEDEF OLUYOR

Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü Siyasal Bilgiler Fakültesi, Hukuk Fakültesi, Eğitim Fakültesi ve İletişim Fakültesi’nden oluşuyor. Bu fakülteler Türkiye’de ele aldıkları konular üzerine eleştirel düşünen ve araştırma yapan sayılı kurumlar arasında gösteriliyor. Dolayısıyla özellikle son dönemde Cebeci Kampüsü’nde bulunan fakülteler ve öğretim elemanları nefret söylemi saçan bazı basın organları tarafından hedef haline getiriliyor.

Cebeci Kampüsü’nün bazı basın organlarında bu tür haberlerin konusu olması ve öğretim elemanlarına zaman zaman adli soruşturmaların açılması fakültelerle rektörlük arasındaki gerilimi tırmandırıyor. Bu gerilimin bazı ana bilim dallarında uzun süredir atamaların yapılmaması, yeni kadro verilmemesi, öğretim üyelerine açılan idari soruşturmalar biçiminde yansıdığı ve son dönemde Barış İçin Akademisyenler bildirisine Hükümet’ten gelen tepkilerin de zaten uzun süredir var olan bu uygulamaları meşrulaştırdığı ve nihayetinde soruşturma geçirmiş 8 imzacı akademisyenin kamu görevinden çıkarılmasına kadar işin vardığı düşünülüyor.

Bütün bu sürecin geldiği son aşamada ise Ankara Üniversitesi Rektörlüğü’nün fakülte dekanları ile görüştüğü; dekanlardan, imzacı akademisyenlere imzalarını geri çekmelerini telkin etmelerini istediği, aksi takdirde kamu görevinden uzaklaştırma cezası ile karşı karşıya olduklarının belirtildiği iddia ediliyordu. Ayrıca Ankara Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. İbiş’in bir senato toplantısında katılımcılara akademisyenler hakkında yürütülen idari soruşturmanın sonuçlandığını, soruşturma dosyalarının kamu görevinden uzaklaştırma talebiyle YÖK’e gönderildiğini söylediği ve YÖK’ün de bu dosyaları Rektör İbiş’e KHK doğrultusunda işlem yapması için iade ettiği iddialar arasındaydı.

‘YENİ BİR AŞAMA’

Ancak akademisyenler bu süreçte hiçbir tebligat almadıkları gibi sürecin nasıl ilerletildiği konusunda da bilgilendirilmemiş durumda. Bu nedenle imzacı akademisyenler hem öğrencilerine hem de kendilerine açılan soruşturmaların yeni hak kayıplarına yol açmayacak bir biçimde sonuçlandırılmasını talep eden bir mektubu da geçtiğimiz günlerde rektörlüğe iletti. 672 sayılı KHK’nin ekinde yayınlanan kamu görevinden çıkarılanlar listesinde Ankara Üniversitesi’nden imzacı ve daha önce sosyal medya ve e-posta paylaşımları gerekçeleriyle soruşturma geçiren akademisyenlerin bulunması hak ihlallerinin yeni bir aşamaya girdiğini de gösteriyor.

======================================================

Dostlar,

Yukarıdaki yazıyı, bize e-ileti ile ulaşan aşağıdaki erişkeden (linkten) aldık ve aynen sunduk.

http://www.gazeteduvar.com.tr/analiz/2016/09/02/khkler-imzaci-akademisyenleri-cezalandirma-firsatciligina-mi-donusuyor/

Ankara Üniversitesi’nin çok kıdemli bir öğretim üyesi (Tıp Fakültesi) ve bir mezunu (Mülkiye – SBF) olarak elbette bizi yurttaş sorumluluğunun ötesinde ilgilendiriyor yukarıdaki gelişmeler.

Adı geçenlerin bir bölümünü doğrudan tanıyoruz, bir bölümü üniversitede akademisyen arkadaşlarımız, bir bölümü Mükiye öğrenciliğimizden (2011-16) hocalarımızdır..

Rektör Sn. İbiş, Tıbbiyeden sevgili “Erkan arkadaş” ımızdır.

İnsanların en yüce onursal değerlerinin başında ADALET DUYGUSU ve beklentisi gelir..

Ankara Üniversitesi, Türkiye Cumhuriyet’inin kurduğu, temellerinde Büyük ATATÜRK‘ün harcının bulunduğu kadim ve çok özel, çok değerli, büyük ve ünlü bir üniversitedir.

Rektör Sn. İbiş, Türkiye’nin kritik bir döneminde 2. kez 4 yıllığına rektörlük onurunu yaşıyor.
Hiç kuşkumuz yok, Üniversitemizin bu zor yılları en az zararla atlatması için elinden geleni yapacaktır, yapması gerekir, bunu kendisinden özellikle dileriz.

HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNÜ tartışmasız baş tacı ederek şaşmaz bir pusula edinilmelidir.

Kimsenin hakkı yenmemeli, adaletsizliğe uğratılmamalıdır.
Hele hele özlük hakları titizlikle korunmalı, giderimi (telafisi) olanaksız girişimlerden özenle kaçınılmalıdır. Suç ve cezası kişiseldir; aile, kurumlar ve 3. kişiler haksız bedel ödememelidir.

Konusu suç oluşturmayan bir bildiriye imza atmak, tartışmasız bir demokratik haktır.
Söz konusu Bildiriye biz imza koymadık içeriğine katılmadığımız için; ancak akademisyenlerin ifade özgürlüklerini kullanma haklarının yanında duran, sonraki bir başka bildiriye imza verdik.

Kişilerin, kurumların hele 3. kişilerin hak yitiklerine neden olabilecek tüm girişimler özenle
ve hızla geri alınmalı, herkes ülkemizin  normalleşmesine katkı vermelidir.

  • FETÖ yapılanması ve hukuk dışı, asla kabul edilemez eylemlerinin asli sorumlusunun
    son yarım yüzyıldır sağcı – dinci siyasal iktidarlar, özellikle AKP (kendi itiraflarıyla!) olduğu yalın ve çarpıcı gerçeği akıldan hiç çıkarılmamalıdır. Hukuksal deyimiyle birncil (asli) kusur siyasal iktidarların, ikinci (tali) kusur ilgili kişilerin ve kurum – kuruluşlarındır.
    Dolayısıyla günümüzde kişi ve kurumlara fatura keserken – bedel ödetirken ortaçağın
    yüz kızartıcı ve bağışlanamaz CADI AVINA asla izin verilmemelidir, verilemez!
  • İlle de HUKUK DEVLETİ – HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ! Herkese ADALET!

*****
“Teenni” çok eski bir sözcüktür ama nice görgü ve deneyimden imbiklenerek günümüze dek gelmiştir, hala yaşayan dil dağarcığındadır kadim işlevi nedeniyle. Onu yaşatalım lütfen..

Prof. Dr. Ahmet SALTIK
Halk Sağlığı – Toplum Hekimliği Uzmanı
AÜTF Halk Sağlığı AbD
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Not : Y. Doç. Dr. Barış ÜNLÜ‘den henüz doktoralı öğretim görevlisi iken ATATÜRK İLKELERİ ve İNKILAP TARİHİ dersini Mülkiye öğrencisi iken (2011-16) aldık. Osmanlı’nın derinliklerinden alınan ders, bir türlü Cumhuriyetin kurulmasına ve devrimlerine gelemedi nedense!? Önceki yıllarda da böyle olduğunu öğrendik. Sınavda da Kürtçülük propagandasına dönük, sözde Ermeni soykırımını savunan yönde sorular geldi. Anadolu’da etnik – demografik yapılanma vs.. Atatürk devrimlerinin 1 teki ele alınmadı.. Kendisini bizzat eleştirdik.
Ankara Üniv. akademik elemanlarının kapalı iletişim ortamı “ankclub” da yazdık, sert biçimde eleştirdik (yanıt alamadık). Dr. Ünlü’nün yukarıdaki savunmasına katılmıyoruz; sorun Ermeni ve Kürt sorununa eleştirel bakış ile sınırlı değil. Dr. Ünlü’nün bilim insanı nesnelliği ile davranması gerek. Bu tutum düzeltilmeyince, Rektörlük dersi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü‘ne vermiştir, özünde doğru olmuştur.