Etiket arşivi: 10. Yıl Söylevi

Alevi önderlere dost uyarısı!

Alevi önderlere dost uyarısı!Arslan BULUT
arslanbulut@yenicaggazetesi.com.tr
17 Kasım 2022, YENİÇAĞ, YAZARIN SAYFASI 

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır, okunması dileğiyle..)

Alevi ve Bektaşilerin örgütlü sekiz çatı kurumu adına düzenlenen basın toplantısına davetli olarak katıldım.

Benim bu toplantıya davet edilmemin sebebi, 32 yıl önce Tercüman gazetesinde yayınlanan “Gelin Canlar Bir Olalım” başlıklı araştırmam ile sorunları ortaya koymuş olmamdır… Demek ki unutulmamış…

Toplantıda sekiz çatı kurum adına konuşan Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan, 35 yıldır “laiklik ve demokrasi temelinde, eşit yurttaşlık, Diyanet’in lağvedilmesi ve devletin inançlara karışmaması” gibi taleplerini gündeme getirdiklerini ama bir sonuç alınamadığını söyledi..
***
Aslan, “2009’da başlatılan Alevi açılımı sırasında ortak taleplerimiz iktidara iletildi. Hiçbir talebimiz gereği yerine getirilmedi. Daha sonraki süreçte Anayasa Mahkemesi’nin, zorunlu din dersine karşı alınan kararı, cem evlerinin ibadethane olarak kabul edilmesiyle ilgili mahkeme kararları, 2016’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin ayırımcılığa vurgu yapan ve cem evlerinin ibadethane olarak tanınması gerektiğine dair kararı var ama uygulanmıyor. Bunun yerine, bu yıl Cumhurbaşkanı’nın Hüseyingazi Cemevi’ne ziyaretiyle yeni bir süreç başlatıldı. Bu arada sanki Aleviler bir güvenlik sorunuymuş gibi İçişleri Bakanlığı bünyesinde oluşturulan ekipler cem evlerini gezdi ve raporlar hazırladı. Sonuçta Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı kurulması ve cem evlerinin sorunlarıyla bu kurumun ilgilenmesi karara bağlandı. Oysa biz 35 yıldır, devletin inançlara karışmaması gerektiğini söylüyoruz. Biz bütün siyasal parti temsilcileriyle Alevi ve Bektaşi kuruluşlarının toplantı yaparak sorunlara çözüm getirmesi gerektiğini savunuyoruz. Cem evlerini Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlayan kararname, yasal çerçeve adı altında bir inancı yok saymaktadır. Bu kararname ve Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı bize göre yok hükmündedir. Biz eşit yurttaşlık talebimizi gündeme getirmeye devam edeceğiz” dedi.

Mustafa Aslan, yakın tarihte Fetullah Gülen‘in Alevi adıyla dernek kurdurduğunu hatırlatarak “İktidarın da şimdi kendi Aleviliğini oluşturma girişimleri olduğunu biliyoruz” uyarısında da bulundu.
***
İktidarın, Alevi kuruluşlarına bakışı, barolara bakışı gibidir. Nasıl, baroları parçalayarak yandaş barolar oluşturmaya çalışıyor iseler, kendi Alevi kuruluşlarını da aynı yöntemlerle kurdurmak istiyorlar. Devleti yöneten siyasal kadroların bu tür oyunlara başvurması hiç hoş değil…

Diğer taraftan (Öte yandan), Alevileri temsil eden kuruluşların başkanları da bence daha dikkatli ve özenli bir dil kullanmalıdır. Dost acı söyler. Eşit yurttaşlık kavramı, Anayasa’daki “kanun önünde eşitlik”ten farklı olarak etnik veya dini anlamlarda kullanılmaktadır “Eşit yurttaşlık” denince akla ilk olarak Abdullah Öcalan‘ın “etnik kimliklerin Anayasa’da belirtilmesi” talebi gelir…

“Eşit yurttaşlık”, emperyalizmin anahtar kavramıdır

Bir ara AKP de kullanıyordu. Şimdilerde kavramı CHP devraldı!

  • “Eşit yurttaşlık” ile ulaşılmak istenen hedef,
    Türk kimliğini yok ederek yerine yeni bir kimlik getirip, konfederasyon kurmaktır!

***
Alevilerin kanaat önderi durumundaki bütün yetkin kişilerle 32 yıl önce görüşmüş ve mevcut bütün kaynakları incelemiş bir kişi olarak söyleyebilirim ki; Alevilerin asıl talebi Anayasa’daki laiklik ve kanun önünde eşitlik ilkelerinin uygulanmasıdır. Zira,

  • Laiklik ilkesi gerçekten uygulandığında,
    devlet kimseye bir inanç dayatmayacağı gibi kimsenin inancına da karışmayacaktır…

Gerçi, Alevi Bektaşi Federasyonu Başkanı Mustafa Aslan da konuşmasında “laiklik ve demokrasi temelinde” söylemini kullandı ama her kezinde sözü sanki büyülü bir kavrammış gibi “eşit yurttaşlık” ile tamamladı.

Aleviler, zaten Türk Milleti’nin ta kendisidir. Öyleyse kiminle eşit yurttaşlık?
==================================
Dostlar,

Konuya biz de web sitemizde değişik kezler (“müteadit defalar” demedik!) yazdık.

“Eşit yurttaşlık” kavramı kodlu bir kavramdır.
Önce ilgili ülkede değişik etnisiteleri ayrıştırmayı, öne çıkarıp belirginleştirmeyi ve adlandırmayı içerir.
Anımsayalım, Türkiye’de de sayılıp durulur bir küme etnisite.
İzleyen adım, birbirinden ayrıştırılan bu etnik kümelere sözde “eşitlik” sağlamaktır.
O yüzden “Eşit yurttaşlık”  anahtar kavramı türetilmiş olarak öne sürülür.
Bir başka anlatımla, değişik etnisitelerin bir potada eritilerek uluslaşması dışlanır.
Oysa bu politika asla asimilasyon olmayıp, emperyalizmin böl – paçala – yut iğrençliği karşısında Ulus Devlet savunma kalkanıdır.
Dolayısıyla önce farklılıklarımızla birlikte olacağız, baskın halk yığını kimliğini ortaklaşa edineceğiz. Türkiye’de bu kimlik TÜRK KİMLİĞİ’dir ve -bir kez daha asla- ırkçılık temelli değildir.
Mustafa Kemal Paşa, Kurtuluş’u izleyen Kuruluş yıllarında, Anadolu halklarını bütünleştirmek için son derece ussal (akılcı) ve gerekirci (deterministik) biçimde şu önermede bulunmuştur :

  • “Türkiye Cumhuriyetini kuran Anadolu halkına / ahalisine Türk Milleti denir.”

Bu bir tarihsel çağrıdır ve kaçınılmaz – seçeneksiz sosyolojik senteze – uzlaşıya davettir.

Tersi durumda Anadolu coğrafyası Sevr Andlaşması / 14 Wilson İlkesi bağlamında çok sayıda “lokmaya” (federasyona!) parçalanacaktır. Üstelik emperyal Batı ikramı (!) İslami sos ile..

Benzer tablo dünyada pek çok ülkede geçerlidir.. Başta ABD olmak üzere.. İngiltere, Fransa, Almanya, İspanya, İtalya, bu oyunla parçalanan Yugoslavya, Çin, Rusya, Finlandiya, Belçika..

Dolayısıyla, etnik kökene bakmadan, öncelikle ülkedeki tüm vatandaşlar YURTTAŞ kılınacaktır.
Ardından, yasalar önünde tüm yurttaşların eşitliği sağlanacaktır.
Halen, yürürlükteki 1982 Anayasası’nda verili durum budur. Öncekilerde de öyleydi.

Anayasanın 10. maddesi bu amaçladır.
2. maddede sayılan değiştirilemez temel Cumhuriyet nitelikleri pekiştiricidir.
Laikliğe özgülenmiş 24. madde vd. tamamlayıcıdır.
Hedef, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,

YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir..

10. Yıl Söylevi‘nde de (1933) Atatürk,

  • “Ayrıcalıksız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle olacağız”..

derken ve sözlerini “Ne mutlu Türk’üm diyene” çağrısı ile bağlarken, sağlam bir tarihsel, politik, sosyolojik bilinç zeminindedir.

Bu sözde gücenecek bir algı yoktur. Herkesin alt kimliği kendinedir ve saygındır. Ama bir devletin uyruğu olarak da bir üst kimlik kaçınılmazdır. 50 Eyalet ve 72,5 milletten (!) oluşan ABD, tipik örnektir.

Bu ülkede herkes, göğsünü gerek gere ilk olarak “I’m an American!” demektedir.
İzleyen tümce alt kimlik, kökendir. Örn. BioNTech aşısını geliştiren Prof. Uğur Şahin bir Alman vatandaşıdır. “Ben Alman’ım” demektedir ve demek zorundadır. İzleyen tümce, “Türk kökenli Alman’ım” olmaktadır. ABD’de senatörlüğe aday olan Prof. Mehmet Öz de aynı durumdadır. Her 2 ülke, etnik kökenlerine bakmaksızın adı geçen 2 Türk’ü önce vatandaş kabul etmiş, ardından da EŞİT YURTTAŞ kılmıştır.

Ancak Şahin de, Öz de etnik milliyetçilik temelinde ırkçılık yapar ve ayrımcılık güderlerse, Devlet ile yurttaşı arasındaki sözleşme bozulacak ve “deportasyon” süreci başlayabilecektir.
***
Sonuç olarak;
– Türkiye’de yaşayan tüm vatandaşlar, hiçbir ayrım yapılmadan T.C. Devleti yurttaşıdır.
– Ayrıcalıksız – kaynaşmış bir halk – ulus olmamız; parçalanmadan, ülke- ulus birliğini koruyarak yaşamamızın (bekamızın) sigortasıdır.
– Federal – konfederal bir Türkiye Yugoslavya gibi parçalanmaya mahkumdur.
– Gereksinimimiz, “Eşit yurttaşlık” kodlu – tuzaklı özel dile (jargona) karşılık,
TÜM YURTTAŞLARIN EŞİTLİĞİ‘dir.. Bu kurumu Anayasal güvenceye almak ve uygulamaktır. Türkiye Anayasası bu amaca uygun bir yapıdadır (md. 2, 10, 24. vd.).
– Tarihsel gerçeklikleri kavrayamayan ve gerekli savunma düzeneklerini kuramayan halklar parça parça edilerek sonsuza dek emperyalizme sömürge, yem, lokma olmuşlardır.
– Bu nedenle Türkiye’de etnisite, milliyetler, hiçbir mikromilliyetçilik sorunu yaratılmamalıdır.

Bu bağlamda, örneğin Türkiye’de KÜRT SORUNU YOKTUR… diyoruz. Hepimiz yasalar önünde eşit hak ve özgürlüklere, onura sahip olduğumuzda, –bir kez daha tipik ABD örneği– geriye bir sorun kalmayacak, hep birlikte ULUS olarak kardeşçe, bir arada ve emperyalizmin oyununa gelmeksizin ulus devletimizde özgür – bağımsız yaşayabileceğiz. Başka reçete yok!!

Anadolu halkının / ahalisinin uluslaşarak, bu tarihsel ve vazgeçilmez, kaçınılmaz sağduyu ve bilinci göstereceğine inanıyoruz.

Sevgi ve saygı ile. 17 Kasım 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

O’nu, Yüce Atatürk’ü Aramızdan Bedensel Ayrılışının 83. Yılında Niçin Anıyoruz?

 

Aramızdan bedensel olarak ayrılışının 83. yılında, Yüce Atatürk‘ü bir kez daha, ölçüsüz bir özlemle anıyoruz. Başta AB-ABD, siyasal iktidar AKP, kimi iç ve dış güçlerin O’nu ve O’nun fikirlerini yok etme, modası geçmiş gösterme çalışmalarına karşın, hele içinde bulunduğumuz kritik koşullarda, O’nu yalnızca duygusallıkla anarak değil; düşüncelerine, yapıtlarına, eylemine sahip çıkarak, beynimiz ve gönlümüzle derinlemesine kavrayarak, ülkemize ve insanlığa doğru ve aydınlık yolu gösterme çabasında düne göre daha yoğunlukla olmamız gereği, bu yazının ana temasıdır.

  • Son 80-90 yıl, ATATÜRK’ün tüm öngörülerini doğrulamıştır.

Gazi Mustafa Kemal Paşa, yurtsever bir asker, bir aydın, yengin (muzaffer) bir komutan. Demokrasi ve barış aşığı, bir Aydınlanmacı.. Ölümlü bedeni aramızdan ayrılalı 83 uzun / kısa yıl oldu. Ama anısı hâlâ dipdiri, canlı. Yeryüzünde kaç insana nasip oldu böylesi bir gönül tahtı? Çünkü O, ancak ulusuna hizmet edenin ulusunun efendisi olabileceği gerçeğini biliyordu. Tarihsel görevini son anına dek bilimsel akılcılıkla ve sebatla, tüm engelleri zorlayarak, Ulusu ile el ele yerine getirdi. Şu sözleri O’nu ne güzel anlatıyor :

  • Ben, gerektiği zaman en büyük armağanım olmak üzere, Türk Ulusuma canımı vereceğim.

Verdi de! Sakarya Savaşı’nı kırık kaburgalarıyla, -kimi zaman, dayanılmaz acısını bastırmak için yan yatarak- yönetti. Yaşamsal tehlikeyi hiçe saydı. Hatta, “İyi ki kaburgalarımız kırıldı da uyumadık, savaşı idare ettik..” diyebildi! Cephelerde 2 kez sıtmaya yakalandı ve doğru dürüst sağaltımı yapılamadığından, ayakta, uykusuz geçirdi. Yineleyen sıtma atakları yüzünden kullandığı yüksek doz Kinin karaciğerini bozdu ve Banti sendromu adı verilen, karaciğer yetmezliği nedeniyle çok erken, 57 yaşında yaşamını yitirdi.

O’nu her geçen yıl daha da özleyerek ve anlayarak anıyoruz. Çünkü O, UNESCO‘nun 1979’da O’nun 1981’ deki 100. doğum yılına armağan olmak üzere 156 ülkenin oybirliği ile aldığı kararda şöyle anlatılıyordu :

  • “ ULUSLARARASI ANLAYIŞ ve BARIŞ İÇİN ÇABA HARCAMIŞ ÜSTÜN BİR KİŞİ, OLAĞANÜSTÜ BİR DEVRİMCİ, SÖMÜRGECİLİK ve EMPERYALİZME KARŞI SAVAŞAN İLK ÖNDER, İNSAN HAKLARINA SAYGILI, DÜNYA BARIŞININ ÖNCÜSÜ, İNSANLAR ARASINDA HİÇBİR RENK, DİN, IRK AYRIMI GÖZETMEYEN EŞSİZ DEVLET ADAMI; TÜRKİYE CUMHURİYETİ’NİN KURUCUSU.”

O, biz Anadolu halkını yok edilmekten kurtardığı için kendisine sonsuz vefa borçluyuz, onun için anıyoruz :

  • Sevr Antlaşması, salt yenilen bir ulusa dayatılan yenilgi anlaşması değildi. Yüzyıllardan beri Türk Ulusu’nu tarih sahnesinden yok etmek için hazırlanan bir suikast planı idi.. (SÖYLEV)

Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve yutmak isteyen kapitalizme karşı savaşarak, dahası, bu savaşımı “meslek edinerek” tam bağımsız Türkiye Cumhuriyet’ini kurma gibi inanılmaz bir tarihsel tansığın yaratıcısı olduğundan anıyoruz. Bize, bu 2 kadim düşmanla sürekli savaşı bir meslek olarak öğütlediği için anıyoruz.

Saltanat ve Hilafet gibi, ulusumuz üzerinde mutlak baskı kuran, yüzyılların acımasız ve artık köhnemiş kurumlarını tasfiye ederek Cumhuriyet denen erdem (fazilet) rejimini, halk yönetimini bizlere en büyük yapıtı olarak armağan ettiği için ölçüsüz şükran duyuyor, onurlanıyor, O’nu özlüyor, arıyor ve anıyoruz.

Ulusuna öğretmen olduğu, bizi çağdaş uygarlık düzeyinin de ötesine taşımak için gerçekleştirdiği amansız Aydınlanma Devrimlerinden dolayı derinden sayıyor ve anıyoruz. O’nun ağzından, ülke ve ulusun nasıl yok olmanın eşiğinden döndürüldüğünü ve Devrim’in temel amacını paylaşalım :

  • “Uçurumun kenarında yıkık bir ülke, türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar. Yıllarca süren savaş. Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için amansız devrimler. İşte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı.”

Bize, kendi yazdığı belgesel tarih SÖYLEV‘de Cumhuriyetimizi, sonsuza dek tam bağımsız ve özgür yaşatma gereğini öğrettiği, çağdaş uygarlık düzeyinin de ötesini devingen (dinamik) hedef gösterdiği,

  • Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında ezilmeye mahkumdurlar..”

gerçeğini öğrettiği; us ve bilimi biricik tinsel (manevi) kalıt (miras) olarak bıraktığı için derin bir minnetle anıyoruz.

Bize sürekli devrimciliği, bilim ve tekniğin en gerçek yol gösterici olduğunu öğrettiği için anıyoruz.

Anadolu Aydınlanmasının (Rönesansının) önünü açtığı, YURTTA BARIŞ, DÜNYADA BARIŞ öğüdü verdiği, “Türk öğün, çalış, güven” diyerek Osmanlı’nın aşağıladığı özgüvenimizi geri kazandırdığı için, “NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!” öğüdü ile kulluktan çıkıp uluslaşmayı öğrettiği için pek haklı bir özlem duyuyoruz.”

Neydi Atatürk’ü öbür önderlerden ayıran?

O’nun şu sözleri bize, kendisinin çok özen gösterdiği özelliklerini ve halkını arkasına alan bütün önderlerde bulunması gereken nitelikleri açıklar :

  • “Ulusun başkanı olan kişinin, halka doğruyu söylemesi ve aldatmaması, halkı genel durumdan haberdar etmesi son derece önemlidir.” (Günümüzde korona verileri ile Ulusu ve Dünyayı aldatıyoruz!)

O, Saltanatın imzaladığı Sevr Antlaşması’nı TBMM’de yok sayarak bağıtlayanları HAİN ilan etmiş ve ülkemizi bölüşen emperyalistlere karşı savaşarak Cumhuriyeti kurmuş ve amansız devrimleri ile genç Cumhuriyeti kurumsallaştırarak ayakta kalma, sonsuza dek yaşatma (payidar kılma) yollarını göstermiştir. Yineleyelim :

  • “ Uçurumun kenarında yıkık bir ülke.. Türlü düşmanlarla kanlı boğuşmalar… Yıllarca süren savaş… Ondan sonra içerde ve dışarda saygı ile tanınan yeni vatan, yeni toplum, yeni devlet ve bunları başarmak için amansız devrimler… İşte Türk genel devriminin kısa bir anlatımı…”  

O’nun “Batılılaşmak” tan kastı, Batı’nın kopyası olmak değildir. Bilim ve aydınlığın yoludur, Çağdaşlaşmadır. Yüce Atatürk’ün, 29 Ekim 1930’da, Türkiye Cumhuriyeti’nin 7. yıldönümü kutlamasında, AP muhabiri Amerikan gazeteci Dorothy Ring’in sorduğu;

“Türkiye ne zaman Batılılaşacak, Amerikanlaşacak?” sorusuna yanıtı ibret vericidir :

  • “ Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir. Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne Batılılaşacaktır. O, yalnızca ÖZ – LE – ŞE – CEK – TİR! ”
    (Ankara, Türkocağı, Cumhuriyet Balosu, Associated Press Muhabiri ABD’li D. Ring’e yanıtı..)

Avrupa Birliğini ülkenin kurtuluşu olarak görenlere ve bunu Atatürk’e maledenlere şu sözleri yanıt olacaktır :

“.. Artık durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi .. anlayışlar belirdi. Halbuki;

HANGİ BAĞIMSIZLIK VARDIR Kİ YABANCILARIN ÖĞÜTLERİYLE; YABANCILARIN PLANLARIYLA YÜKSELSİN? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.” (Gizli oturumda milletvekillerine, 6 Mart 1922).

Ulusun kendini kendini yönetmesi gereğini bize öğretti. Egemenliğin kaynağı gökten yeryüzüne indirildi :

“Egemenlik, bağsız koşulsuz ulusundur, yüksek bilginize..”
“ Türkiye halkı bağsız koşulsuz egemenliğine sahip olmuştur.”

  • Egemenlik hiçbir renkte, hiçbir biçimde, hiçbir anlam ve yolla pay-la-şım ka-bul et-mez ! ”
  • “ Eşitliğin, hürriyetin ve adaletin dayanağı Milli Hâkimiyettir.
    Hakimiyet-i Milliye ise milletin namusudur, haysiyetidir ve şerefidir. “
  • “Ulusal Egemenlik öyle bir nurdur ki; onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar, mahvolur. Ulusların tutsaklığı üzerine kurulmuş kurumlar her tarafta yıkılmaya mahkûmdur.”
    “Yeni Türk Devleti’nin yapısal özü Ulusal Egemenliktir.”
    (1 Nisan 1923)

Temel amaç çağdaşlaşma, uygarlaşma olarak kondu. Kemalizm veya Atatürkçü Düşünce Sistemi, özünde bir Çağdaşlaşma Tasarımıdır, bir Uygarlık Projesi ‘dir. Ata’nın deyimleriyle “Us ve bilim” O’nun tek manevi mirasıdır ve ‘ sürekli devrimcilik ‘ ile kendini sonsuza dek yenilemesi de kesin güvencesidir.

  • “Uygar olmayan insanlar, uygar olanların ayakları altında ezilmeye mahkûmdurlar..”

Dinin kötüye kullanılmasına ve siyasete alet edilmesine şiddetle karşı çıktı :

  • “ Bizi yanlış yola sevk eden soysuzlar, bilirsiniz ki, çok kere din perdesine bürünmüşler, saf ve temiz halkımızı hep din kuralları sözleriyle aldatagelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz… Görürsünüz ki, milleti mahveden, esir eden, harabeden fenalıklar hep din örtüsü altındaki küfür ve kötülüklerden gelmiştir. ” (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. 2, syf 127, 1923)

Atatürkçü düşünce sisteminin dış politikası :

  • “Bizim dış politikamız basit ve doğrudur. Herkesle dostluk kurmak isteriz.. Fakat hiç kimse ile ittifak ve bloklaşma yapmayız” (Dr. T. Rüştü ARAS, Atatürk’ün 12 yıl kesintisiz Dışişleri Bakanı.[1])

Yurtta barış, dünyada barış!” ilkesi ile “Bir ulusun yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş cinayettir. Türkiye Cumhuriyeti dünya barışının korunması için elinden geleni yapacaktır.” diyerek, bir asker olmakla birlikte barışı yüceltmiştir. Ülkemizin dünya barışına katkı vermesi gibi saygın ve evrensel bir politika hedefini önümüze koymuştur.

“ Hiçbir ulusun karşısında olmayan ve Türkiye’nin güvenliğini öncelikle amaçlayan barışçı bir tutum, Türkiye’nin sürekli ilkesi olacaktır. Türkiye, ulusal bir siyaset izleyecektir. Ulusal siyaset şudur : Sınırlarımız içinde her şeyden önce kendi gücümüze dayanarak varlığımızı korumak ve ulus ve yurdun gerçek mutluluğu ve esenliği için çalışmaktır..” değerlendirmesiyle özgüvenimizi pekiştirmiş ve hiçbir ulusun karşısında olmamak üzere ulusalcı-bağımsız, denge politikaları izlememiz gerektiğinin altını çizmiştir.

Atatürk neler yapmadı               ?

O, dini siyasete alet ederek din bezirgânlığı yapmadı. Günde 8 vakit (!) namaz kılmadı.
O, Devlet kadrolarını ve olanaklarını yakınlarına peş keş çekmedi. (nepotizm – yandaş kayırmacılık)
O, Devlet ve Ulus düşmanları ile işbirliği içinde olmadı..
O, aile yakınlarına, dostlarına ve arkadaşlarına geriye dönüşü olmayan krediler açmadı.
O, eroin satıcılarını, usulsüzlük ve yolsuzluktan yargılananları Meclis’e sokmadı.
O. zenginlerin yatlarında ve yalılarında tatil yapmadı..
O, Ülkesini 450+ milyar $ borçlandırmadı, öldüğünde ülkemiz yoksul ama borçsuz, onurlu, 15 yıllık toplam enflasyon salt %2.2 (iki!) idi! Ekonomi 15 yılda 2’ye katlanmıştı. Bir yandan Osmanlı borçları ödeniyordu.
O, Tam Bağımsızlık, özgürlük ve ulusal egemenlikten hiç ödün vermedi.
O, Yurtiçi ve yurt dışı bankalarda gizli hesaplar açmadı. Kalıtını, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu.. gibi ulusal kurumlara bıraktı. (son yıllarda İŞ Bankası kârından bu 2 Kuruma aktarılacak pay engelleniyor..)
O, dar kadroculuk anlayışıyla, ‘Bu bizdendir diyerek Devlet kadrolarını yeteneksizlerle doldurmadı.
O, bedevi çadırında Arap bedevisinden azar işitmedi.
O, “Benim vatandaşım işini bilir.” diyerek rüşvet ve yolsuzluğu meşrulaştırmadı.
O, eski bir Cumhurbaşkanı gibi, “Ben hesabımı mahkeme-i kübrada veririm..” diyerek halka hesap vermekten kaçınmadı. Tersine, 10. Yıl Söylevi’nde Ulusuna açık açık, yüzünün akıyla hesap verdi :

“Büyük Türk Ulusu! On beş yıldan beri, giriştiğimiz işlerde başarı vaadeden çok sözlerimi işittin. Mutluyum ki, bu sözlerimin, hiçbirinde, Ulusumun, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.

O, Dönemin güçlü devlet başkanları karşısında el pençe divan durup icazet almadı.
O’na hiçbir devlet başkanı “aptal olma” diye açıkça ve çok ağır biçimde aşağılayıcı mektup yaz(a)madı!
O, Yasayla kapatılan tarikat ve tekke şeyhleriyle Devlet konutunda yemek yemedi. Dizlerinin dibinde çökerek poz vermedi.
O, Kamu ihalelerine aracılık yapmadı. Ülkesini pazarlamadı, Türkiye’yi bir A.Ş. gibi yönetmeyi düşünmedi! O, Yurt dışında mülk edinmedi. Ölçüsüz ve hukuksuz malvarlığı yüzünden ABD tarafından şantaj görmedi.
Borsa oynayarak, annesinin çıkınından çıkan paralarla (!?) zenginleşmedi.
O, Ülke ekonomisini iflas eşiğine sürükleyip yabancıların denetiminde finans şebekelerine teslim etmedi.
O, Türkleri tarih sahnesinden ve Anadolu’dan silmeyi öngören Sevr’i yırtarak bağıtlayanları HAİN saydı.
O, sömürge valisi edasıyla Türkiye’de istedikleri yerde denetleme yapmak isteyen büyükelçi ve yabancı kurullara izin vermedi.
O, Ülkesini ve Ulusunu, sonu yıkımlarla bitecek tehlikeli dış politika serüvenlerine sürüklemedi.
O, Devletin saygınlığını, Türk Ulusu’nun onurunu zedelemedi ve zedeletmedi; yüceltti.
O, güçlü devletlerin diplomatik veya fiili tehditlerine karşı kişiliksiz bir politika izlemedi; Montrö’yü kopardı, Hatay’ı diplomasi ile anavatana kattı. (Son zamanlarda Ege’de çok sayıda adamız işgal edildi!)
O, himaye ve mandacılığı reddetti, asla teslimiyetçi olmadı; İSTİKLALİ-İ TAMME (Tam Bağımsızlık) aşığı idi.
O, sanatı ve sanatçıyı hor görmedi. Bir sanat yapıtına, İçine tüküreyim böyle sanatın demedi, dedirtmedi, tersine sanatı ve sanatçıyı yüceltti, bu alanda da Devrimlerle kurumlaşma sağladı.

Yüce Atatürk’ün şaşmaz hedefi, TAM BAĞIMSIZLIK (=İSTİKLAL-İ TAMME!) idi.

  • “Bu ise mali bağımsızlıkla gerçekleşebilir. Mali bağımsızlığın korunması için ilk koşul; bütçenin ekonomik bünye ile denk ve uygun olmasıdır. Herhalde Türk yurttaşı kesin olarak bilmelidir ki; bir ulusun insanlık ve uygarlık dünyasında yükselmesi ve başarılı olması yalnız ve ancak kendi gücüne dayanarak özgürlük ve bağımsızlığını dokunulmaz bulundurmasıyla olasıdır. Bunun başka çözüm yolu yoktur” diye TAM BAĞIMSIZLIĞIN vazgeçilmezliğini vurguladı, denk bütçe yaptı, borç almadı.

Reçete gerçekte yalın       : Devrimin hedefini kavramış olanlar, daima onu koruyabilecek güçtedir.”

diyerek yüreklendirdiği, tüm mazlum uluslara öncü olduğu, “İNSAN” ve “GERÇEK” olduğu için O’nu özlüyor ve anlayarak – anlatarak anıyoruz, anacağız.. İnsanlığın yolu Aydınlanma yönündedir. Tarihsel süreç bu olgunun net ve kesin kanıtıdır. Devrim ve ilkeleri günümüzde de Türkiye’mizin ve tüm mazlum ulusların özgürlüğü ve bağımsızlığı için geçerli ve güvencedir! Tarihin tekerleği, asla geri döndürülemeyecektir.

  • Yüce ATATÜRK’ümüz;Seni anlıyoruz ve tüm insanlığa da anlatacağız!

Biz, yani Atatürk’ün ardılları, devrimciler, aydınlanmacılar us ve bilim ile, örgütlü Ulusumuzla kazanacağız.

Sevgi ve saygı ile. 10 Kasım 2021 / 83. Yıl, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Kamu Yönetimi Siyaset Bilimci (Mülkiye)
ADD Bilim Kurulu 2. Bşk., Genel Başkan Yrd. / Vekili (2004-6)

www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

 

[1] T. Rüştü Aras Tıp Doktorudur ve dönemin Birleşmiş Milletler örgütü olan Cemiyet-i Akvam Başkanlığı da yapmıştır.

AKP’nin BİTMEYEN MASALLARI ARTIK BİTMELİ

AKP’nin BİTMEYEN MASALLARI ARTIK BİTMELİ


‘Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz’

IMF, DB (Dünya Bankası) ve BM (Birleşmiş Milletler) verilerine göre Türkiye, AKP’nin hükümet olduğu 2002’den 2011 yılı sonuna dek dünyanın 18. büyük ekonomisi sırasındaydı.  AKP’nin 2011 genel seçimleri öncesinde yayımladığı seçim vaatlerinde ‘Dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına gireceğiz’ deniliyordu. Ancak verilere göre Türkiye bugün sıralamada ilk 20’de bile yer alamıyor. Bu duruda G-20 ülkeleri dışında kalacak.. 2018 sonunda GSMH 700 milyar Doların da altında hesaplanınca (AKP hesap oyunları yapmazsa gene!) 22. sıradan gerilere düşeceğiz..

İşsizlik oranı

AKP’nin 2011 seçim vaatlerinde yer alan bir başka madde işsizlik oranının %5’e indirileceğiydi. Ancak 2018’in Haziran verilerine göre işsizlik oranı %10,1! TÜİK’in bütün makyajlarına karşın!

2018 dolar kuru 1.97 olacaktı!? 

Yeni plana göre Dolar 5 yılda 10 kuruş artacaktı!?

2018’de 1.3 trilyon Dolarlık GSYH ve 16 bin Dolarlık kişi başına gelir hedefi,
Doların beş yılın sonunda 1.97 lira olacağı varsayımına dayanıyordu.
(https://www.dunya.com/sektorler/teknoloji/yeni-plana-gore-dolar-5-yilda-10-kurus-artacak-haberi-214925)

Oysa 5 yıl sonra, 2013’te hedeflenenin yarısına indik.. 2018 sonunda GSMH, AKP’nin hayallerine göre 1,3 Trilyon Doar olacakken, yarısı olabilirse ne ala.. Kişi başına gelir de doğallıkla, geçiniz 16 bin Dolar’ı, yarısı bile o-la-may-cak-tır! (AKP yeni bir hesap oyunu yapmazsa!)

2013’te AKP’nin TBMM’ye sunduğu 10. Beş Yıllık Kalkınma Programı’na göre 2018 $ kuru 1.97 TL olacaktı. Eylül 2018 sonunda dolar 6 TL’nin üzerinde! 3 katı!

Bravo AKP, yaşasın Reis Erdoğan!

  • Tapınmaya devam AKP’nin rantiye müritleri..

Ama artık deniz bitti, AKP, “sadık” (!?) milyonlarca mürite eskisi gibi bol kepçe makarna – kömür…. yardımı yapamıyor.. Yapamayacak.. Sadakat karşılıksız sürebilecek mi acaba?? Siyasetbilimi bu soruya “hayır” diyor netlikle..

Enflasyon tek basamağa inecekti!?

Enflasyonu tek basamağa indirme vaadi AKP tarafından çok sık dile getirildi. AKP’li CB Erdoğan, geçen yıl ekonominin hızlı bir toparlanma temposu içinde olduğunu belirterek, “Enflasyon her ne kadar Ağustos’ta çift haneye çıktıysa da önümüzdeki aylarda inanıyorum ki yeniden tek haneye inecektir” buyurmuştu..

Enflasyon hedefleri yükseltildi

Ağustos 2018’de yıllık enflasyonun %17,90 olarak açıklanmasının ardından, geçe hafta açıklanan Yeni Ekonomik Program (YEP) kapsamında 2018 ve 2019 yıllarına ilişkin büyüme hedefleri düşürülürken, enflasyon kestirimleri yükseltildi.

Buna göre Eylül 2107’de açıklanan Orta Vadeli Program’da 2018, 2019 ve 2020 yılları için %5,5 olan büyüme hedefleri sırasıyla %3,8, %2,3 ve %3,5’e çekildi. Yine aynı yıllarda sırasıyla %7, %6 ve %5 olarak öngörülen enflasyon oranları aynı sırayla %20,8, %15,9 ve %9,8’e indirildi ve iki yıl içinde yeniden %10 psikolojik sınırının altına inme hedefi tanımlandı.

****
AKP kadroları tüm kredilerini tüketmişlerdir.
Bütün güvenilirliklerini yitirmişlerdir.
Kendilerine olan güvenlerini de..
Bir siyasal kadro bunca yanılabilir mi??
O yüzden (?!) olmalı ki, sıkı para – maliye politikalarının gözetim ve denetimini “AKP’nin vazgeçilmez stratejik müttefiki” (!?) ABD’nin McKinsey şirketine ihale etmiş olmalılar. Devletin tüm mali sırları yabancıların eline geçecek öyle mi?? Kozmik Oda gibi!?

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, Amerikan şirketi McKinsey’le yapılan anlaşmayla ilgili açıklama yaptı. Albayrak, ‘Danışmanlığın hiçbir icra fonksiyonu olmayacak‘ dedi. Pes yani, bir de o mu olsaydı.. Devletin tüm harcama bilgileri, bütçe, maliye, vergi, borç.. verileri önüne konacak ki, “danışmanlık” hizmeti versin.. SAYIŞTAY ne güne duruyor? Bu bakanlığın yüzlerce – binlerce çalışanı süs mü? Üniversitelerde çok sayıda akademisyeni neden görmezden gelir, yadsır, yok sayarsınız? Yandaşlar da yetersiz galiba; umut Atlantik ötesi “stratejik düşman” da.. Pardon, Erdoğan’ın sık sık üstüne basa basa söylediği üzere “stratejik müttefik” mi demeliydik??

CHP’nin İktisat hocası Selin Sayek Böke uyardı (twitter hesabından) :

Ekonominin anahtarını, ABD’li McKinsey‘e teslim etme kararı ne demek?

1- Başkanlık sisteminin daha 3 ay içinde çöktüğünün göstergesi.
2- IMF adı geçmeden bir IMF programı yapmanın yan yolunu bulmak.
3- Devlete ait en gizli bilgilerin bir ABD’li şirkete teslim edilmesi
4- Türkiye’de “devlet yönetiminin şirketleşmesinde” bir üst noktaya geçiş.
5- Devleti yönetmek için dünya yüküyle ve “Dolar”la ABD’li bir şirkete para ödenmesi

Oysa, yerle bir ettikleri güven böyle parayla satın alınmaz! Daha önce başardık, yine yapabiliriz. Düyun-u Umumiyeyi, ekonomiyi halkın yapacak adımları atacak bir siyasetle aşabiliriz, aşmalıyız.
*****

AKP’nin bu vaadinin ardından birkaç kez yazmıştık :

10 yıl boyunca kesintisiz %19-20 hızla büyümesi gerekiyordu Türkiye’nin başkaca her şey sabit sayıldığında (iktisatta ceteris paribus varsayımı) ..
Hindistan %7 büyümeyi sürdürecek ve Türkiye Hindistan’ı yakalayıp onun yerine geçecek..
Son birkaç yıldır bırakalım %19-20 büyümeyi %5’i bulabildik mi?
Haberiniz olsun; bu kez dipten gelen kocaman bir dalga ekonomideki yıkım..
Korkarız katıp önüne götürecek her bir şeyi..
*****
Yukarıdakileri 19 Ağustos 2013’te, 5 yıl önce yazmışız..
Durum böyle iken, akademik yıl açılışında Saray’da toplanan cübbeli Rektör – Dekanlar, Erdoğan 1 kez daha bu temelsiz vaadini yaparken alkışlıyorlardı..
Yandaş basın da elbette elbette iş başındaydı..
*****
Vah Türkiye’m vah! Vah ki vah..
Ne demeli? Toplumsal illüzyon mu?
Kim yaptı, nasıl yaptı? Nasıl sürdürülebiliyor??
Sürdürülememeli bunca aldatma, sömürü, Cumhuriyet yıkıcılığı
*****

Büyük ATATÜRK 29 Ekim 1933’te, Cumhuriyetimizin 10. yılında verdiği ünlü
“10. Yıl Söylevi”nde ne demişti :

  • “Büyük Türk milleti, on beş yıldan beri giriştiğimiz işlerde başarı vadeden çok sözlerimi duydunuz. Mutluyum ki, bu sözlerimin hiçbirinde milletimin, hakkımdaki güvenini sarsacak bir isabetsizliğe uğramadım.”
    İnsan azıcık utanır değil mi bunca yanılma – kandırılma- saçmalama karşısında!

    Muhalefetin Türkiye’yi ayağa kaldırması gerek…
    Mitingler başta..
    Kağıt üstünde OHAL de yok..


    Halkın tepkisi – öfkesi akıllı yönetilmeli başta CHP tarafından
    ..

    Yerel seçimler yaklaşıyor ve AKP en zayıf döneminde belki de!

Sevgi ve saygı ile. 29 Eylül 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BS
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

Dersim Tartışmaları.. / Tunceli-Dersim Debates..


Dersim Tartışmaları.. 

Dostlar,

“Dersim tartışmaları” hakkındaki 5 sayfalık kapsamlı yazımızı,
içeriden biri, bir Dersim’li – Tunceli’li olarak dikkatinize sunuyoruz.

Sorun ciddi, nazik ve kritiktir.

Bu bakımdan son derece özenli bir dil kullanılmıştır.

Herkesin ama herkesin son derece yapıcı ve sorumlu davranması gereği çok nettir.

Bu makalemizi okumak için lütfen erişkeyi (linki) tıklar mısınız??

Dersim_tartısmalari_30.5.12

Sevgi ve saygı ile.
30.11.11, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

************************************

Dostlar,

Maalesef, yerli ve yabancı “iyi saatte olsunlar”, gene sütre gerisinden ve berisinden körüklemekle meşguller..

“Siyaset” denen gerçekte soylu uğraş bu denli mi kirletilebilirdi?
İç – dış politikada tıkanınca zaman kazanma, prim devşirme adına etik ve erdemden
bu denli mi yoksun davranılabilir?

Vıcık vıcık siyaset – siyasetçi Türkiye’nin hangi derdine deva olacaktır?
Tam da tersine ek ve karmaşık sorunlar doğurmaktadır kökü dışarıda AKP siyaseti..
12 yılı geçti bu partinin tek başına siyaseti.. Ülkenin hangi köklü sorununu
köktenci, akla uygun – ülke çıkarlarıyla örtüşük olarak çözdü?
Alevi – Bektaşi inancını utanmadan sömüre sömüre zamana oynadı.
Tek bir eylem yeter not vermeye :

  • Zorunlu din dersleri AİHM kararına karşın neden kaldırılmıyor?
    Cemevleri neden ibadet yeri değil?
    Laik – seküler düzene – yaşama neden sürekli balta darbeleri indiriliyor?

Temel ve ivedi sorun bunlardır..  Acı acı güldüren Dersim popülizmi değil!

3 yıl önce 30.11.2011 günü yayımladığımız

DERSİM TARTIŞMALARI başlıklı 5 sayfalık yazımızı, o toprakların bir bireyi,
çok ağır travmanın doğrudan sonuçlarını yaşamış ve yaşayan biri olarak,
bir kez daha paylaşmak istiyoruz..

Okumak için lütfen tıklar mısınız??

Dersim_tartısmalari_30.5.12

Ulusunun öğretmeni Başöğretmen Gazi Mustafa Kemal Paşa‘ya saygıyla..

Sevgi ve saygı ile.
25 Kasım 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

HANGİ PARTİYE OY VERECEĞİM?


Dostlar,

Sn. Dr. Müh. Ali Nejat Ölçen oldukça “sert” bir yazı yazmış..
Öğretmen arkadaşı Sn. Hami Karslı’nın mektubunu da iliştirmiş.

portresi

 

 

 

Bir çekince koyarak paylaşalım:

Sayın Ölçen,

Kritik dengeleri görmüyor olamazsınız..
Zor dönemlerde muhalafete muhalefet nereye hizmet olur ??
Bu eleştiri ile webe alıyorum..

diye yazarak e-iletisine yanıt verdik..

Sevgi ve saygı ile.
12 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

===================================

Öğretmen arkadaşım Sn. Hami Karslı gibi ben de emperyalizmin uşaklığına soyunanlara, Mustafa Kemal Atatürk’ün ulusalcı ulus devletine ve devrimlerine

sahip çıkmayanlara, ABD’ye hoş görünmeyi amaç alarak Misak-Millî sınırlarımızın kuşattığı coğrafyamızı ve ulusal bütünlüğümüzü korumayı amaç almayan partilere
oy vermeyeceğim. O partilere oy vermek, ülkeye ve Cumhuriyetimize,
Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerine ve ilkelerine ihanet etmektir. 

Hami Karslı gibi öğetmenlere ülkemizin asıl bu günlerde gereksinimi var.
O’nun kararını sizlerle paylaşmayı görev bildim.

Saygılarımla. 10.12.13

Dr. A. Nejat Ölçen

 ========================================

HAMİ KARSLI    

HANGİ PARTİYE OY VERECEĞİM?

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bölüp parçalayarak, Atatürk İlke ve Devrimleri’ni yok edip,
bu topraklarda başka devletlerin kurulmasını sağlayarak, sonuçta “Türk-Kürt Federe İslam Devleti” kurma düşü (rüyası, hayali) görenlerin “gemi azıya alıp” us dışı (akıl dışı) davranışlarını gören gönüldaşlarım (dostlarım) 

“Hangi partiye oy vereceğim?”

***

Ben size, oy verilecek bir parti adı söylemeyeceğim. Bunu bulmayı size bırakarak,
benim hangi nitelikte bir partiye oy vermeyeceğimi anlatacağım.

Ama öncelikle ben kimim?

Ben, Atatürk İlke ve Devrimlerini, birlik içinde tek bir ereği olan (üniter) Türkiye Cumhuriyeti Devletini savunan, T.C. yurttaşı olduğum için övünen, kör inançları değil eleştirel aklı
kılavuz (rehber) kabul eden birisiyim.

***

“Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir!” diyen Atatürk’ün bu sözünü algılamayan ve yayılımcılarla (emperyalistlerle) işbirliği içine giren veya bu işbirliğine sıcak bakan hiçbir partiye oy vermeyeceğim. Yani ABD’nin ve AB’nin bir dediğini iki etmeyen,
iç ve dış siyasalarını (politikalarını) onların istekleri doğrultusunda yürüten;
yayılımcıların Ortadoğu’daki çıkarlarının eş başkanlığını yapanlara
oy vermeyeceğim.
 

Devlet yönetimini elinde bulundurmak, devlet gücünü kullanabilmek için (iktidar olabilmek için)
her seçim öncesi ABD’ye 4-5 kişiden oluşan kurullar (heyetler) göndererek,
sanki “devlet gücünü bize verin, biz size daha yararlı oluruz”

dercesine yayılımcılardan yardım umanlara da oy vermeyeceğim.

***

Atatürk’ün 1930 yılında

  • “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Ulusu denir.”

sözünü yadsıyıp yok sayanlara; 

Atatürk’ün 1933 yılı Cumhuriyet Bayramı konuşmasında (10. Yıl Söylevi) açıkça belirterek,

  • “Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır.”

demesine karşın, bilim ve aklı yadsıyıp yerine dogmaları (kör inançları) koyanlara oy vermeyeceğim. 

Türk’e, Atatürk’e, Laik Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne, 1923 devrimine karşı olanlara; bu çağ dışı yaratıklarla içli dışlı olanlara, oy almak için onların sırtlarını sıvazlayanlara, oy vermeyeceğim. 

Din duygusunu, Tanrı ile kendisi arasındaki bir ilişki olmaktan çıkarıp, oy avcılığı ve kişisel ya da kurumsal çıkarları için kullananlara, -bir din adamının deyimiyle- halkı “Allah ile aldatanlara” oy vermeyeceğim. 

Halkı, hem Allah hem de Atatürk’le aldatanlara, halk avcılığında ustalaşmış böylelerini aday göstererek güç sahibi olmak isteyenlere de oy vermeyeceğim.

***

“Tanrı”, Türk, Türklük”, “milliyet, milliyetçilik” kavramlarının içini boşaltarak, yurdunu, ulusunu körü körüne seven (şoven), bağnaz (mutaassıp) yurtseverlere; uluslar arası ilişkilerin çıkara dayalı olduğunu bilmeden ırkçılık yapanlara; öğrenmek için çaba göstermediği, bilmediği öğretilere (doktrinlere) iş olsun diye karşı çıkanlara, kaba kuvvet kullanmayı beceri sayanlara da
oy vermeyeceğim.

***

Bir özlü söz,

  • “Haklıdan değil de güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar.
    Güç merkezi değiştikçe döner, sonunda fırıldak olurlar.” diyor.

Ben bu fırıldakların oy verdikleri partilere de oy vermeyeceğim.

***

Ben yayılımcılığa (emperyalizme), onun işbirlikçisi yerli hayınlara (hainlere) karşı olan; tam bağımsız Türkiye’yi, Türk Ulusu’nu, Atatürk İlke ve Devrimleri’ni, çağdaşlığı savunan; Atatürk’ün her türlü kalıtına (mirasına) hıyanet (ihanet) etmeyen; bölücülük yapmayan, bölücülere yardım etmeyen; kör inançları değil, eleştirel aklı kullanan bir partiye oy vereceğim.

Peki, böyle bir parti var mı?

Bence var. Biraz araştırın, çaba gösterin, böyle bir parti olduğunu göreceksiniz.

“Oyumuz boşa gider” mi diyorsunuz? Yanılıyorsunuz! 

Unutmayın, öne sürerek savunduğu düşüncede (davasında) haklı olan kişi,
tek başına çoğunluktur.

Yedi düvele ve onların işbirlikçilerine karşı savaş açan Atatürk de,
Samsun’a çıkarken yalnız sayılırdı!

DİL DERNEĞİNDEN CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI

 

Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz DİL DENEĞİ‘nin
CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI” iletisi aşağıda..

Bütünüyle paylaştığımız bu iletiyi, siz değerli site okuyucularımızla paylaşmak istiyoruz.

Yüce Atatürk‘ün “10. Yıl Söylevi” nde gırtlağını yırtarcasına haykırarak
yalnız biz Türklere ve Türkiye’ye değil; tüm dünyaya duyuduğu söz şuydu :

* “En büyük bayramdır, kutlu olsun!”

Aynen yineliyoruz Büyük Atatürk‘ün en değerli armağanının 90. yılında!

* “En büyük bayramdır, kutlu olsun!”

Sevgi ve saygı ile.
28.10.13, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Dil Derneği Üyesi
www.ahmetsaltik.net

=========================================

DİL DERNEĞİNDEN CUMHURİYET BAYRAMI KUTLAMASI

    ÜYELERİMİZE VE KAMUOYUNA SESLENİŞİMİZDİR:
  CUMHURİYET BAYRAMI KUTLU OLSUN!

     Bütün Atatürkçülere, bütün yurtseverlere sesleniyoruz:

Mustafa Kemal’den, düşüncelerinden, Türk Devriminden kesinlikle vazgeçmeyeceğiz!

Ne yaşarsak yaşayalım yılgınlığa düşmeyeceğiz!
Hiçbir karanlık, hiçbir karabasan sonsuza dek sürmez. Biz, 90 yıl önce bunu kanıtlamış bir halkız. Ulusumuz görkemli bir Kurtuluş Savaşıyla bağımsızlığını kazanmış; 29 Ekim 1923’te laik cumhuriyetimizin kuruluşuyla “kul”luktan kurtulmuş; Türk Devrimiyle yüzünü çağdaş dünyaya çevirmiştir.

29 Ekim, bize yurttaş kimliği kazandıran, çağdaş dünya içinde onurluca
yer almamızı sağlayan, usun ve bilimin öncülüğüyle aydınlanma yürüyüşünü hızlandırdığımız gündür. Bize aydınlanma yolunu açan Mustafa Kemal’e ve
devrimlere saldıran eli dili kirli bilgisizleri, çıkarcı ikiyüzlüleri şiddetle kınıyoruz!
Laik cumhuriyetimizin 90. yılında oğullarımızın kızlarımızın yolunu karartan
kirli oyunları, bu oyunların yol açtığı yıkımı görüyoruz.

Us ve bilim dışı savlarla hızlandırılan hesaplaşma tehlikeli boyutlara ulaşmıştır; ancak yanlış hesabın sonucu da yanlıştır! Bu ulus, tıpkı 90 yıl önce olduğu gibi silkinir; sırtındaki ikiyüzlü, gerici, çıkarcı bilim ve sanat düşmanlarını
kendi karanlığına yollayabilir. Bu nedenle Mustafa Kemal’in kızları oğulları olarak cumhuriyetimizin kuruluşunun 90. yılında Atatürk’ü, Atatürkçü düşünceyi, yakın tarihi ve devrimleri karalama yarışı içindeki karşıdevrimcileri üzüntü ve tepkiyle izliyoruz. Türk Devriminin kazanımlarını yok sayanlara, inanç ve köken sömürüsünü körükleyenlere inat Atatürk’e ve devrimlere bağlılıktan; düşüncelerimizden, saçımızdan, kılık kıyafetimizden, çağdaş yaşamdan ödün vermeyeceğiz!
Türküz, onurluyuz; yurtseveriz!
İlkemiz, ulusumuzu dogmalardan uzak tutmak;
ussal, bilimsel, sanatsal olanla yükseltmektir!

Bu duygularla ve her şeye karşın, laik cumhuriyetimizin 90. yılını başımız dik kutluyoruz! Bugün yaşadığımız savrulmayı bir gün aşacağız. Daha aydınlık günlerde Cumhuriyet Bayramlarını her türlü kaygı ve korkudan arınmış olarak kutlayacağız!

Ulusumuzun Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!

                                  Dil Derneği Yönetim Kurulu Başkanı
                                                                               Sevgi Özel

Osmanlı’nın Nesini Biliyorsunuz ? / What know about Ottoman?

Osmanlı’nın Nesini Biliyorsunuz?

1300 ile Fatih Devri arasındaki genişlemesini ve Hıristiyanlığa kafa tutan dinamizmini göz önüne alıp, egemen olduğu toprakların büyüklüğü ve egemenlik süresi gibi parametrelere bakınca, Osmanlı İmparatorluğu’nun olağanüstü bir tarihi fenomen olduğu kabul edilir. Jeopolitik konumu ve Birinci Dünya Savaşı’na uzanan yaşamı ile Avrupa’nın yakın tarihinde eşsiz bir konumu vardır.

DOĞAN KUBAN
Cumhuriyet Bilim Teknik 29.06.2012

Fakat bu büyük tarihi yapının hangi nitelikleriyle insanlık idealine katkıda bulunduğu sorulursa, zaman ve mekân yeterli ölçütler değildir. Kırım ve Macaristan’dan Cezayir’e kadar dilleri, dinleri farklı toplumları birlikte yaşatan bir politik irade olarak şaşırtıcı bir örgütlenme olan bu imparatorluğun, o uzun yüzyıllardan bugünün dünyasına ulaşan hangi insani değerler olduğunu araştırırsanız eliniz boş dönersiniz.
Bilim, sanat, edebiyat, tıp, fiziksel bilgiler, teknoloji, zenginlik olarak hepsi kendi çağlarında hapis kalmışlardır.

Vaktiyle İngiltere’de yaşayan Iraklı mimar dostum vardı. İslam uygarlığına olumlu bakan dürüst bir Bağdatlı idi. “Osmanlı İmparatorluğu yaşasaydı, iyi olurdu..” derdi.

Şimdi Türkiye’de kimileri Osmanlılık taslıyorlar ama ne Osmanlı tarihini biliyorlar
ne de dünyanın bugünkü halinden haberleri var. Irak, Suriye, Mısır, Hicaz, Yemen bundan
iki yüz yıl önce Osmanlı toprağı değil miydi? Sonra Anglo-Sakson dünyasının olmadı mı?
Neden koruyamadık? Hiç düşündünüz mü? 1595-1603 arasındaki tarih arakesitini
uykuda olanları biraz uyandırmak için yazdım.

Bu döneme özel ilgim, Macaristan’da kalan Osmanlı yapılarını bu arada Egri
(Eger, Erlau) camisinden kalan tek minareyi görmem. Ve Osmanlı minyatürünün en güzel örneklerinden birinin III. Mehmed’in Egri seferine ilişkin olduğunu bilmem.
Bu basit nedenlerle Yeni Cami’yi başlatan anası Safiye Sultan’ın yaşamını nedense
gül pembe görmüşüm.

Son günlerde bu dönemin tarihini daha yakından okudum. Osmanlı İmparatorluğu
denen gayya kuyusundaki cahilliğimden de utandım.

19 BOĞDURMA: ÖNCE CİNAYET SONRA TÖREN

III. Mehmet 29 yaşında Saruhan Sancak Beyliği’nden gelip tahta çıkmış, 1603’te 38 yaşında ölmüştür. Saraya geldiği ilk günün gecesinde en büyüğü 13 yaşında olan 19 erkek kardeşini Nizam-ı Âlem ve Kanunname’yi Âl-i Osman adına boğdurtmuştur. Aslında
III. Murad’ın bu sevgili oğlu, çok iyi yetiştirilmiş ve tahta valilikten gelen
son şehzadedir.

Fakat nizam-ı âlem adına olduğu için ertesi gün on dokuz şehzade ciddi bir törenle Ayasofya bahçesinde büyükbabaları III. Murad’ın mezarı yanına gömülmüşlerdir. Devlet büyüklerinin katıldıkları bir merasimle sultan olan ağabeylerinin öldürttüğü bu küçük şehzadelerin devlet töreni ile gömülmesi de bizim bugün anlamamıza olanak olmayan
bir garip davranıştır: önce cinayet sonra tören.

Peçevi, Naima, Selaniki bu 19 şehzadenin cenaze törenlerini yazar ama birlikte
nasıl öldürüldüklerini yazacak kadar gerçekçi olamazlar. Onlar resmi tarihçilerdir.
Bu cinayetlerin çevresinde başkaları da vardı. III. Murat’ın hareminden kalan 200 haseki ve cariyenin içinde hamile olanlar da Marmara’ya atılarak öldürülmüştür. (Sakaoğlu, Bu Mülkün Sultanları, s. 200-219) Kanımca bu Osmanlı sülalesinin en büyük aile cinayetidir.

Bu yasal kardeş cellatlığı Selçuklularda, Cengiz sülalesinde, Timurlularda, Abbasilerde, Safevilerde, Habsburglarda, Romanoflarda yoktur.

Osmanlı Sultanının egemenlik gösterisi olan özel cellatla öldürtme, boğdurma,
kelle uçurma sadrazamlara kadar uzanır. Sekiz yıllık saltanatında Diyarıbekir Beylerbeyi İbrahim Paşa, Sadrazam Ferhat Paşa, Sadrazam Hadım Hasan Paşalar da sultan tarafından öldürtülmüştür. Bu yumuşak, sakin bir adam olduğu söylenen ve kırk yaşına gelmeden ölen sultan-halife, kendi büyük oğlu Şehzade Mustafa’yı da 16 yaşında boğdurtmuştur.

TİYATRO SAHNESİ GİBİ

Bir Venedik dönmesi güzel kadının valide sultan olarak egemen olduğu bir hükümet düzeninde, ekonomik sıkıntılar, sürekli iç isyanlar (Celali isyanları vd.) saymakla bitmez.

Ne Anadolu’yu, ne Arap ülkelerini, ne Balkan Voyvodalarını, ne de Kafkasya’ya sızmaya çalışan Rusya’yı kontrol edemeyen Devlet-i Osmaniye’nin kırılganlığı, içyapısını oluşturan karmaşık öğelerin değişik kültür yapılarından ve coğrafi konumlarından kaynaklanır.

Balkanlarda birkaç yıl içinde, Egri’den daha önemli kentler el değiştirmiştir.
İmparatorluktaki huzursuzluk ve korkular başkente de yansıyordu.

Yeniçeri ve sipahiler sürekli başkaldırıyor, Devlet bunları birbirine kırdırıyordu.
Aslında her dönemde Osmanlı tarihi çoğunluğu devşirme ve değişik kökenli sadrazamların, beylerbeylerin, serdarların köşe kapmaca oyunu gibi yer değiştirdikleri bir tiyatro sahnesine benzer. Ülkenin diğer işleri de buna paraleldir. Para değerleri 8 yılda üç kez değişiyor. İstanbul yangınlarında üç büyük semt yanıyor. Halk Anadolu kargaşası nedeniyle aç. Padişah, anasıyla birlikte Topkapı, Eski Saray, Davut Paşa Köşkü arasında mekân değiştiriyor. İdarecilerin aldıkları rüşvetler arttıkça ülkenin ekonomik durumu kötüleşiyor.

Birçok seferde serdarlık yapmış olan Sinan Paşa iki kez III. Murat çağında, üç kez
III. Mehmet döneminde sadrazam olmuştur. Birçok düşmanı olmasına karşın kellesi uçmadan ölen Paşanın, Hammer’e göre, bıraktığı hazinede şunlar çıkmıştı:

RÜŞVET HAZİNESİNE BAKIN

20 sandıkçe (küçük sandık) zeberced, 15 inci tesbîh, 30 elmas, 20 miskal alîm tozu,
20 ibrik, bir satranç takımı, elmasla müzeyyen meşinden yedi sofra örtüsü, 16 siper, 16 eyer, 34 üzengi, güzel taşlarla süslenmiş 32 kalkan, 140 miğfer, 120 kemer, yine kıymetli taşlarla süslü 16 bilezik, sahanlar, 600 samur kürk, 600 vaşak kürk, 30 siyah tilki kürkü, 900 diğer kürk, sırmalı ve ipekli 1075 parça kumaş, 61 ölçek inci, iki elmas gerdânlık, süslü iki at örtüsü, inciyle işlenmiş 30 eyer, 600.000 duka altını,
2 milyon 900 bin akçe. (Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi, cilt 7, s. 2191, 1985).

Hammer ‘Bu sadrazamlar, vezirler, beylerbeyleri, valide sultanlar, hasekiler niçin bu kadar çok rüşvet alıp zenginlik peşinde koşuyorlardı?’ diye sorar. Halk açlık çekerken saray ve çevresinin para düşkünlüğü olasılıkla, rüşvet vererek kafalarını kurtarma nedenine bağlanabilir.

Fakat rüşvetin en büyük mekanizması sarayda kurulmuştu. Ve başında Valide Safiye Sultan vardı. Bu dönemin, büyüklük itibarıyla olmasa bile, en önemli rüşvet olgusu
Venedikli Valide Sultan, haremin kilercisi Yahudi Kira kadın ve haremin baş kalfası
Canfeda Kadının idare ettikleri bu rüşvet mekanizması idi.

Hammer, sipahilerin, isyan sırasında, haremin orduya üstün kılındığını söylediklerini ve Kira kadının başını istediklerini yazar. Kira kadın, sadrazamın sarayında çocuklarıyla yakalanmış, vücudu parçalanarak büyük memurların kapılarına taze et olarak asılmıştı.

Bu bir devlet düzeni midir?

Yeni Osmanlılar buna bir devlet sürecinin neresine katılmayı düşünürler acaba?

Ya da biz ne demek istiyoruz mu derler?

ATATÜRK, bizim Osmanlı’dan gelmediğimizi açıkça şöyle vurguluyor :

“ Kafasını ve vicdanını en ileri gelişme alevleriyle güneşlendirmeye karar vermiş olan bugünün Türk çocukları, biliyor ve bildirecekler ki; onlar 400 çadırlı bir aşiretten değil, on binlerce yıllık, ari, medeni, yüksek bir ırktan gelen yüksek kabiliyetli
bir millettir.”

Nitekim 10. Yıl Söylevi’ni bağlama tümceleri de çok anlamlıdır. Adeta 600 yıldır Osmanlı Hanedanı’nın baskısı altında yok olmaya yüz tutmuş Türk’lük için yaptığı vurgu çok nettir:

“ Asla kuşkum yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar niteliği ve büyük uygar yeteneği, bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkunda bir güneş gibi doğacaktır.”

(Bkz. Atatürk’ün Osmanlılar Hakkında Düşünceleri, bu sitede;
http://ahmetsaltik.net/arsiv/2012/05/Neo_Osmanliclilik_ve_Ataturkun_Gorusleri2.pdf,)

Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün sözleri..

Ataturk’un_sozleri