Etiket arşivi: Müslüman Kardeşler

‘Bir gece’ söylemi ve komşunun gündüz eylemi

SİYASET22.09.2022, BİRGÜN

 

Dünya, barış ve savaş sarkacında: Rusya, komşusu Ukrayna topraklarında, Doğu-Batı ilişkileri ve dengeleri yeniden biçimleniyor. Türkiye, taraf olduğu antlaşmalar ve uluslararası hukuk önünde haklı; Yunanistan’da ise siyasal dengeleri bakımından, Başbakan Miçotakis, güç durumda. İşte tam bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ tehdidini sıkça yineledi.

Türkiye ve Yunanistan arasında, özellikle, Ege adaları ve kıta sahanlığı sorunları, bu tür tehditlerle çözülemeyeceği gibi, uluslararası toplum önünde saldırgan ve istilacı bir devlet görüntüsü yaratır. Üstelik yakın geçmiş hatalarının bedeli onca ağır iken.

NAMAZ SEFERBERLİĞİ!

Kısa bir bellek kaydı: ‘Emevi Camisi’nde namaz kılma’ söylemi ve sonrası:

İstila iştahı: AKP yönetimi, bölgede ve uluslararası alanda böyle bir algı yarattı.

Müslüman kardeşlerini al: Beşar Esad’a meydan okuma sonucu Türkiye’ye akın eden Suriyelilere cömertçe kucak açan AKP yönetimi ile geri dönüş anlaşması yapan AB, ‘müslüman kardeşleri’ ile başbaşa bırakmak için Türkiye‘ye sınırlarını kapattı.

Yabancı özgür, yurttaş mahpus: Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarını ‘kurtaramayan’ AKP, Suriye’de iktidarda olmayan Müslüman kardeşlerine ‘Misak-ı Milli’ sınırlarını açtı. Onlara, üç kıtadan milyonlar eklenerek tam bir güvensizlik sarmalına sokulan TürkiyeParti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) döneminde yabancılar için özgürlük ülkesi, yurttaşlar için hapishane oldu.

İslam korkusu kaynağı: Emevi Camisi’nde namaz kılamayan PBDBY, bu kez Ayasofya’da kılıçla namaza durdu; böylece, ‘istila iştahı’, İslamofobi yayıcılığı ile sürdü.

FİİLİ GÜÇ RİSKİ

Güncele dönersek; Ege ve adalar sorunlarının çözümü için, Türkiye Cumhuriyeti’nin olanakları ve hareket alanı oldukça geniş:

•Ulusal ölçekte, MGK’den TBMM’ye uzanan anayasal kurumları ve kuralları çerçevesinde birçok olanak,

•Uyuşmazlık konularıyla doğrudan ilgili Lozan Antlaşması’ndan Paris Anlaşması’na uzanan normlar,

•Her iki devletin içinde yer aldığı uluslararası örgütler; BM, Uluslararası Adalet Divanı ve NATO.

•İkili ilişkiler ve uluslararası hukuk kuralları.

Hukuk ve siyaset, bu dört düzlemde iç içe. Dördünde, Türkiye’nin haklılığını kanıtlama olanağı, siyasal söylemin hukuk zemininde yürütülmesine bağlı: Hukuk yoluyla siyaset.

Ne var ki, anayasal kurum ve kuralları değil yalnızca, uluslararası anlaşmaları ve örgütleri de ikinci plana atan ‘bir gece ansızın gelebiliriz’ vb. fiili güç kullanımı söylemi, adalar ve kıta sahanlığında Türkiye’nin haklılık payını arka plana kaydırdı ve Yunanistan arkasında –hak etmediği- bir uluslararası blok yarattı.

YUNANİSTAN’A DESTEK

Öyle ki Fransızlar, AB’de sürekli sorun yaratan Yunanistan için, 1980’lerde, CB V.G. D‘Estaign’in dansözü nitelemesi yaparlardı. Bununla, AB gereklerini tamamlamadığı halde CB’nin desteğiyle üyeliği kastediliyordu. AB’de Yunanistan rahatsızlığı hep sürdü. Ne var ki, AB ve ABD nezdinde mağdur ve tehdit edilen bir devlet görüntüsü yaratan CB Erdoğan, Yunanistan’a uluslararası toplum önünde çok güçlü bir destek vermiş oldu. CB Macron, Yunanistan ile Fransa arasında savunma alanında imzalanan stratejik ortaklık anlaşmasını ‘provokasyonlara karşı güçlü bir siper’ olarak niteledi. Dahası, iç politikada “derin devleti“ zirveye taşıyan aşırı sağcı Miçotakis de güçlendi.

HUKUK VE DEMOKRASİ

İslamofobi (İslam korkusu) ve Türkofobi (Türk korkusu/düşmanlığı) tetikleyicisi ‘istilacı devlet’ görüntüsü karşısında, Millet Masası olarak CHP, İYİ P., Saadet Partisi, Demokrat P., Deva Partisi, Gelecek P. -ve HDP ile bileşenleri-, “bir gece ansızın gelebiliriz“ söylemini, PBDBY ayracını kapatmanın artı nedeni olarak kullanmalı ve

  • Türkiye, ‘din ve ırk sarmalı’ndan çıkarılarak, ‘hukuk ve demokrasi yörüngesi’ne bir an önce konulmalıdır.

‘Buzdağı’nın görünmeyenleri mi?

 

HİZBUT TAHRİR

Hizbut Tahrir Türkiye Vilayeti temsilcisi anayasa tasarılarını sunmak için randevu istedi. Çok merak ettiğim halde kabul etmedim çünkü benimle görüşmelerini anayasa çalışmalarını meşrulaştırma ögesi olarak kullanacaklardı…” Bu açıklamayı, Anayasa tartışmaları sıcak gündeminde Marmara Hukuk’ta Anayasa Hukuku dersimde yapmıştım telefon görüşmesini izleyen günlerde.

SADAT

“SADAT, ideolojik bir zırh tanımlamış kendisine. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kaldıracak, başka bir devlet kuruyor, o devletin içinde de Türkiye olacak. Devletin adı Asrika, Asya-Afrika sentezi olacak, konfederal bir cumhuriyet olacak ve Asrika devleti bugün yönetildiği gibi başkan tarafından yönetilecek. Başkenti İstanbul olacak, resmi dili de Arapça olacak.” (CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu, Grup konuşması, 17.5.22).

MÜSLÜMAN KARDEŞLER

1920’ler sonlarında, halifeliğin kaldırılmasına tepki olarak Mısır’da doğan sınıraşan bir hareket. Amaçları, ümmeti bir araya getirmek ve kainat komutanlığı ile donatılmış şeriatın tam olarak uygulandığı bir İslam Devleti kurmak. Müslüman Kardeşlerin on ülkeyi aşan örgütlenme sürecinde Sudan, Tunus, Mısır ve Türkiye kollarının iktidara geldiği öne sürülür. Cihat, toplumun ve yönetimin batılılaşmasına karşı başlıca mücadele aracıdır.

AÇILMAYAN KAPI

Görüşme isteklerini geri çevirdiğim Hizbut Tahrir (Kurtuluş Partisi), tüm Müslümanları birleştirerek şeriat kurallarıyla yönetilecek İslami hilafet devleti kurmayı amaçlayan uluslararası bir pan-İslamcı, köktendinci siyasi örgüt olarak tanımlanır.

SADAT ise 13 Mayıs günü, Sayın Kılıçdaroğlu öncülüğünde, bilgilenme amaçlı ziyaretimizde bahçe kapısını bile açmaya cesaret edemedi.

Oysa şu sözler, SADAT kurucusu Tanrıverdi’ye ait:

  • “Anayasa Komisyonu’na sunduğumuz Anayasa teklifindeki Silahlı Kuvvetlerin yeniden yapılandırılmasıyla ilgili tespitlerimizin aşağı yukarı tamamı 15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe girmiştir.”

YA GÖRÜNENLER?

Devlet yönetimini, din kurallarına dayandırma yönündeki söylem, işlem ve eylemleri üzerine yazılarımdan birkaç başlık:

Paralel faaliyet: Anayasasızlaştırma ve dinselleştirme (7 Temmuz 2016)
Laik Cumhuriyet mi, ümmetçi monokrasi mi? (19 Kasım 2020)
Sivil ölümler / mafya / Ayasofya (3 Haziran 2021)
Taliban: söz / işlem / eylem (19 Ağustos 2021)
Anayasa dünyevidir (7 Ekim 2021)
Demokratik Cumhuriyet mi, teokratik monarşi mi? (28 Ekim 2021)
Gündem değiştirme değil, gerçek gündem” (Fıkıhtan cihat çağrısına) (22 Ocak 2022)

7 Temmuz 2016 yazısı, son cümle: “aynı zamanda ‘dinselleştirme’ zemini olarak görülen ‘anayasasızlaştırma’, tek kişi yönetimi kurma aracı olmanın çok ötesinde bir tasarım şeklinde karşımıza çıkıyor”.

27 Ocak 2022 yazıdan: “-Fıkıh hükümlerine dayalı muhasebe: 14 Aralık 2019 (RG)

CB’nin, “Bir Müslüman olarak faize karşıyım” sözlerini (19 Aralık 2021) uygulamaya koyacak olan ve faiz+kur farkı ödemesi olarak adlandırılan programın açıklanması (20 Aralık).

“Faiz+kur farkı” ödemesinin yasal dayanağı için TBMM’de yasal düzenleme yapılması (7351 s. Yasa, md.12, 22 Ocak, RG).

Hepsi, “Devletin sosyal, ekonomik, siyasi veya hukuki temel düzenini kısmen de olsa, din kurallarına dayandırma” yasağına (Any., md.24/son) aykırı.

Dini politikaya alet etme yasağı” olarak anılan bu hükmün ihlali, sistematik bir uygulama haline getirilmiş bulunuyor.

… fıkhi düzenlemeden cihat çağrısına yalnızca iki yıl bir ay ve bir hafta yetti.”

Anayasa güvencesinde olduğu halde, iktidar ve halkı sömürü aracı olarak kullanılan din üzerine, görünenleri görmezlikten gelmek, görünen ve görünmeyenlerin giderek birleşmesine seyirci kalmak anlamına gelir.
Unutmayalım; iklim değişikliği sonucu buzulların erimesi bile salt doğal olay değil.

2022’ye girerken siyasal bilanço – 2

Dostlar,

Sn. Alev Coşkun’un “2022’ye girerken siyasal bilanço” başlıklı makalesi 2 gün önce (2 Ocak 2022) Cumhuriyet’te yayınlanmıştı.. Erişkesi (linki) şöyle : 2022’ye girerken siyasal bilanço

2022’ye girerken siyasal bilanço

Dün (3 Ocak 2022) yazının süreği (devamı) yayınlandı. 2 bölüm birbirini tamamlıyor.

Alev Coşkun
Alev Coşkun
Cumhuriyet, 03 Ocak 2022

2022’ye girerken siyasal bilanço – 2

Dünkü yazımızda 2021 yılının siyasal olaylarını ve sonuçlarını irdeledik. Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin etkinliğini yitirdiğini, Millet İttifakı’nın yükselişe geçtiğini, laiklik ilkesinden her geçen gün uzaklaşıldığını, kamu yönetiminde liyakat yerine partizanlığın egemen olduğunu belirttik. Ayrıca, 2021’e damgasını vuran “128 milyar dolar nerede?” ve “her ay 10 bin Dolar alan siyasetçi kimdir?” sorularını yineledik.

Bugünkü yazımızda özellikle ekonomi konusu ele alınacaktır.

EKONOMİ SARSINTIDA

AKP iktidarının ekonomi politikası ciddi sarsıntılar ve tutarsızlıklar sergiliyor. Erdoğan, “Faiz sebep, enflasyon neticedir” sloganıyla ve “Ben ekonomistim”, “Ben ekonominin kitabına yazdım” diyerek ekonomi alanında büyük sarsıntı ve karmaşalara neden oldu…

Günümüzde ekonomi, sloganlara indirgenemeyecek derecede karmaşık, özellikle ekonometri biliminin kurallarının ciddiyetle işlediği bir alandır. Erdoğan’ın bilgisi buna yetmiyor. Zaten ülke ekonomisini yönetmek bir kişinin değil, uzman bir ekibin işidir.


19 YILDA BÜYÜK DÜŞÜŞ

Bütün hesaplamalar, Türk Lirası’nın son 19 yılda büyük düşüş kaydettiğini gösteriyor. 2003’ün Kasım ayından, 2021’in aralık ayına kadar geçen sürede, iktidarın bir organı olan ve hatta inandırıcılığını da yitiren TÜİK’in rakamlarına göre, ekonomi ile ilgili hesaplar korkunç düzeylere çıkmış durumda. Bu dönemde tüketici enflasyonu % 484 oranında yükselmiş bulunuyor. Hayat pahalılığının ise altı kat arttığı görülüyor.

  • 100 TL ile 2003 yılında 87 kilo ekmek alınırken bugün yalnıızca 10 kilo ekmek alınabiliyor…

MERKEZ BANKASI İLE OYNAMALAR

Bütün dünya da merkez bankalarının bağımsızlığı duyarlı bir biçimde korunur. Ancak Erdoğan’ın faiz takıntısı sonucu, son üç yılda dört Merkez Bankası Başkanı ve 12 ayda üç Maliye Bakanı değişti.

Faizle ve Merkez Bankasıyla oynama, yanlış ekonomi politikaları sonucunda, son bir yılda Dolarda yükseliş rekor düzeyine ulaştı. 1 Ocak 2021’de 7.42 TL olan dolar kuru, 1 Ocak 2022’de 13.45’e dayanmış bulunuyor. Bunun anlamı, TL’nin bir yılda yaklaşık % 100 (yüz!) oranında değer yitimine uğramasıdır.

Böylesi büyük bir yitik, 98 yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk kez görülmektedir. Kuşkusuz bunun siyasal sonuçları da olacaktır.

TÜRK LİRASI DEĞER YİTİMİNDE DÜNYA BİRİNCİSİ

Yerli ve yabancı ekonomi yorumcularının yaptıkları hesaplara göre, 2021 yılında Dolar karşısında, en çok değer yitiren gelişen ülke para birimi TL oldu ve ne yazık ki TL böylece olumsuz yönde tarihe geçti…

KUR KORUMALI TASARRUF HESABI

Aralık 2021’de Doların yükselişi 18 TL’ye dek çıkınca, AKP “kur garantili tasarruf hesabı” çaresine sığındı. Açıkçası, sürekli faiz indiriminden söz eden Erdoğan ve AKP siyasal iktidarı, “korumalı TL mevduat hesabı” yoluyla faiz artırımını yasallaştırmış oluyor…

HALK PAHALILIK BASKISI ALTINDA

Türk Lirası’nın değer yitirmesi ve ekonomik dengelerin altüst oluşu halkın yükselen fiyatlar karşısında ezilmesine neden oluyor. TÜİK’e göre 2021 enflasyonu %21.3, ancak pazarda enflasyon % 50’lere dayanıyor. Bu arada, petrol, doğalgaz, elektrik gibi temel ekonomik girdilere sürekli zam yapılıyor.

DIŞ BORÇ

Türkiye’nin ekonomik alanda asıl temel sorunlarından birisi de yükselen dış borçlardır.


2002 yılında 129.6 milyar Dolar olan Türkiye’nin brüt dış borcu bugün 448 milyar Doları aşmış bulunuyor. Buna ek olarak özel sektöre ait ve hazine garantisine sahip milyarlarca dolarlık dış borç da ekonomi için ciddi bir risk oluşturuyor. (AS: Ayrıca, KÖO / KÖİ maskesiyle yaptırılan işlerden kaynaklanan ön milyarlarca Dolar dış borç, Hazine borçları içinde gözükmüyor!)

Türkiye’nin kısa dönemde (bu yıl içinde) ödeyeceği dış borç miktarı 176 milyar Dolar dolayındadır. Kısa dönemde AKP iktidarının bu sıcak parayı bulması gerekmektedir.

ARKA KAPI SATIŞLARI

Merkez Bankası’nın rezervlerinden Mart 2019 ile Mart 2021 arasında, dövizdeki yükselişi dengelemek için 128 milyar Dolar düzeyinde döviz satışı yapıldı. Kimi ekonomistler bu olayı “arka kapı” satışları olarak nitelendiriyor. Aynı biçimde Aralık 2021’de de 7 milyar Doları bulan arka kapı satışı yapıldığı ve kimi yandaşların büyük gelirler elde ettiği belirtiliyor. İşte “128 milyar Dolar nerede?” ve ardından “7 milyar Dolar nerede?” soruları bunun için sorulmaktadır.

Merkez Bankası rezervleri eksi bakiye vermektedir. Millet İttifakı’nın sürekli olarak “128 milyar nerede?” sorusu bu nedenle çok anlamlıdır.

ERKEN SEÇİM

Ekonomik durum halkı özellikle geniş orta katmanları zor duruma sokmuştur. Böylesi bir pahalılık ve ekonomik sıkıntılara hiçbir iktidar dayanamaz. Çok partili sisteme girdiğimizden bugüne devalüasyon yapan, TL’nin değerinin yitimine neden olan tüm siyasal iktidarlar erken seçim yapmak ve iktidarı bırakmak zorunda kalmışlardır.

Tüm işaretler, 2022’de bir erken seçim olacağını göstermektedir.

Kaldı ki, Erdoğan’ın yeniden cumhurbaşkanı adayı olabilmesi için, Anayasanın 116. maddesine göre, Cumhurbaşkanlığı döneminin dolmasından önce, Meclis tarafından erken seçim kararı alınması gerekmektedir. Bu durumda seçimlerin Haziran ya da Ekim 2022’de yapılması çok güçlü bir olasılıktır.

SON ANKETLER

2021 yılının son ayında Metropoll şirketinin 1514 kişiyle gerçekleştirdiği son ankete göre CHP, oylarını %5 artırarak ilk kez % 27.4’e yükseldi. İYİ Parti %14.2 HDP % 11.9 oldu. MHP’nin oyu da % 5.3’e geriledi.

2018 seçimleri baz (AS: temel) alındığında AKP kendi seçmeninin %25’ini yitirmiş oluyor. Bu ankete göre Cumhur İttifakı’nın oy toplamı %37.6 ve Millet İttifakı’nın oy toplamı %41.6 oldu. Millet İttifakı ilk kez, Cumhur İttifakı’nı geçmiş bulunuyor. Bu hesabın içine, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine karşı olan HDP’nin oyları da katılırsa oy oranı %53.5’e yükselmektedir.

Bu durumda, ilk seçimde cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi tarihe karışacak ve AKP iktidarı da seçimi yitirerek muhalefet partisi konumuna düşecektir.

DIŞ POLİTİKADA GELİŞMELER

AKP siyasal iktidarı temelde “Yeni Osmanlıcılık” adı verilen bir dış politika çizgisi izlemiştir. Erdoğan, Suriye’de Emevi Camisi’nde namaz kılacağını öne sürerek Ortadoğu’da “Müslüman Kardeşler”in İhvancı ideolojisini destekledi. Özellikle Suriye ve Mısır da bu politikayı yürüttü. Suriye merkez hükümeti ve Mısır’da Sisi hükümeti ile çatıştı.

15 Temmuz 2016 Fetö darbe girişiminden sonra Körfez ülkeleriyle gerilim üst düzeye yükseldi. AKP’nin “Yeni Osmanlıcılık” politikası Arap dünyasında olumsuz etkiler yarattı.

Batı dünyasına gelince, Türkiye ABD ve AB ile çeşitli sorunlar yaşıyor. Bunları dengelemek için Rusya ile yakın ilişki içinde bulunuyor. Türkiye’nin kuzeydeki büyük komşusu Rusya ile iyi diplomatik ilişkiler içinde olması Türkiye’nin ulusal çıkarlarına uygundur.

  • Türkiye nin Ortadoğu’da özellikle Suriye ve Mısır politikalarını acil bir biçimde düzeltmesi gereklidir.

2021’de gerek Mısır gerek de Suriye ve son olarak Ermenistan ile ilişkilerin düzelmesi yönünde atılan adımlar olumludur. Türkiye yaşadığı ekonomik sıkıntılar nedeniyle Körfez ülkeleriyle ilişkilerini yeniden düzeltmeye çalışmaktadır. Ancak burada en büyük sorun, sıcak para ve döviz gelecek diye ülkenin en önemli ekonomik kurumlarının peş keş çekilmesi olasılığıdır. Bu konuda en önemli örnek olan

  • Tank Palet Fabrikası’nın yalnızca 50 milyon Dolar için Katar’a peş keş çekilmesi olayı unutulmamalıdır.

MUCİZE

2022 yılı siyasal açıdan yeni umutlara gebedir. Erdoğan’ın Beştepe’deki Sarayında iktidarını sürdürmesi için bir “mucize” gerekiyor… Ama mucize yaratmak her zaman kolay değildir.

Ülkenin huzura ve esenliğe kavuşması ve Millet İttifakı’nın ileriye sürdüğü “güçlendirilmiş parlamenter sistem”e dönülmesi hiç de uzak görülmüyor.

Ancak, Millet İttifakı’nı oluşturan partilerin ve siyasal liderlerin büyük hatalar yapmaması, halkla ve tabanla ilişkilerin daha da artması gerekiyor… Duygusal hareketlerden, popülizme dayalı ve kısa vadeli (AS: erimli) parti çıkarlarını gözeten köpürtücü açıklamalar ve politikalardan uzak, akla dayalı politikaların sürdürülmesi gerekiyor…

– BİTTİ –

AKP, anayasa darbesi, Ennahdha

Ülkemizi kasıp kavuran yangınlar nedeniyle, ‘Parlamentosu bekleme odasına alınan’ Tunus gündemi kaydı. Bellek bobini on yıl öncesine sardı.

‘O Türk, ben ise İtalyan’

Meydanı tıklım tıklım dolduran kalabalık nedeniyle, Tunus Barosu’na gitmek için minibüsten inerek yürüyüşe geçtik. ‘İstemiyoruz Amerikalıları, defolun!’ bağrışmaları ile önümüz kesilince, ‘Amerikalı değiliz’ yanıtı da, ‘Avrupalıları da istemiyoruz’ tepkisiyle bastırılınca, Venedik Komisyonu üyeleri dağılıverdi ve Başkanı Gianni Buquicchio: ‘Hanımlar beyler, kaygılanmayın, arkadaşım Türk, ben ise İtalyan’ karşılığını verince, ‘Türkse tamam; siz de onunla geçebilirsiniz’ yanıtı, yolumuzu açtı.

ABD’yi protesto amaçlı kalabalık, kendisiyle sabah vakti görüştüğümüz Cumhurbaşkanı Essebsi’yi bu kez, Dışişleri Bakanı Bayan H. Clinton ziyareti nedeniyle toplanmıştı.

Karşılaştığımız davranıştan pek etkilenen  Başkan Buquicchio, üst düzey görüşmelerimizde, Türkiye’nin Tunuslular gözünde ayrıcalıklı konumunu bu tanıklığa yollama yaparak bir kaç kez dile getirmişti (Mart 2011).

Ankara ise, ters rüzgarlar estirmekte gecikmedi. İki örnek:

Posterler ve köpekler

Başbakan, Mısır üzerinden gelecekti Tunus’a. Geçiş döneminde ve demokrasi arayışında bulunan ülkenin bu sürecine katkı değil, ‘büyüklük iştahı’ öne çıkmıştı. Yüzlerce posteri Tunus caddelerine asılacaktı; onlarca koruma ve köpek, güvenliği içindi. Ankara-Tunus arasındaki diplomatik kriz, ‘posterler, resmi değil, Başbakanı seven işadamınca hazırlandı’ vb açıklamalarla geçiştirilmeye çalışıldı.

Müslüman Kardeşler

İzleyen aylarda, kurucu meclis çalışmaları ve anayasa tartışmaları ortamında, Ennahdha ve lideri R. Gannuşi’ye heyetler gönderen AKP, ‘İslami duruş’ yolunda istediğini alamadı; ama olan, Tunus-Türkiye ilişkilerine oldu. İçişlerine karışıldığı haklı gerekçesiyle Tunus, aradan iki yıl geçmeden ülkemize dirsek çevirdi.

Katılımcı Anayasa

«Tunus, diğer ‘Arap Baharı’ ülkelerinin aksine, siyasal geçiş sürecini başarıyla ve uzlaşıyla tamamlamıştır. Bu sürecin nihai meyvesi olan 27 Ocak 2014 tarihli yeni Anayasa, gerek yapılış süreci gerekse içeriğiyle anayasa hukukçularının dikkatini çekecek niteliktedir. Yeni Anayasa, sivil toplumun yoğun katılımıyla biçimlenmiş ve demokratik seçimlerle işbaşına gelen bir Kurucu Meclis’in çalışmalarıyla son halini almıştır. İslam’ın devletin dini olmaktan çıkarıldığı ve hukukun kaynağı olarak meclisin işaret edildiği bu yeni dönemde, devlet şekli olarak sivil ve demokratik bir yapı ön plana çıkmıştır. » (F. Horchani, Anayasa Hukuku Dergisi-6, s.11)

Uluslararası islamcılık

«Maddi ve partizan kişisel çıkarların genel çıkarı bastırdığı ve iktidar sarhoşluğunun zirve yaptığı Tunus, siyasal sendrom mağduru bir ülke. Bu çocukluk hastalığı, bütün yaşadığımız kötülükleri açıklıyor: Yolsuğluğun kitleselleşmesi, Devlet’in, idarenin, adaletin ve güvenlik hizmetlerinin partizanlaştırılması ve liyakatın düşmesi, bütçe açığı, kamu maliyelerinde dengesizlik, toplumsal bölünme, şiddetin tırmanışı, karanlık vahabi güçleriyle ittifak…

Durumu ağırlaştıran husus, hükümetlerimizin, ideolojik ittifaklara dayalı bu uluslararası ağlarla yakınlaşması. Kastettiğim, Katar ve Türkiye’nin baskın bir rol oynadığı uluslararası ‘kardeşçilik’. Ülkemizin özerkliği ve kendini belirlemesi bakımından daha kötüsü olamaz. Ululsararası islamcılık, egemenliğimiz için çok tehlikeli… » (7 Haziran 2021, La Presse, Prof. Y. Ben Achour)

Parlamento bekleme odasında

Tunus’un içinde bulunduğu bu ortam ve koşullarda Cumhurbaşkanı K. Sayed, 25 Temmuzda bir ay süreyle Parlamentoyu bekleme odasına aldı.

“Ulusun kurumlarını ve ülkenin güvenliğini ve bağımsızlığını tehdit eden, kamu kurumlarının düzenli işleyişini bozan açık bir tehlike durumunda, Cumhurbaşkanı, bu istisnai durumun gerekli kıldığı önlemleri, (…) alabilir.

Bu önlemler, kamu kurumlarının düzenli işleyişine en kısa sürede dönüşü güvence altına alan amaçlara yönelik olmalıdır. Bu süre boyunca halkın temsilcileri Meclisi, sürekli toplantı halinde olur…” (md.80)

CB, bu maddeyi usul ve esas bakımından ihlal ederek, Meclis’i bir ay süreyle askıya aldı; Başbakan görevlerini de kendisi üstlendi.

Kartaca: Neresi karanlık?

‘Parlamenter rejim bekleme odasına alındı’ ve -Hükümet kurma görevini vermemek için- ‘Kılıçdaroğlu, Saray’ın yolunu mu biliyor?’ sözlerinin sahibi için, ‘Anayasa suçu işlenmektedir’ saptaması (D. Bahçeli), anayasal darbeler zinciri ve AKP ilişkisinde sadece birkaç halka.

Şu halde seçimler yoluyla iktidara gelen kardeşlerin ortak paydası, demokratik hukuk devletinin değerlerini ortadan kaldırmak.

Ağabey’in anayasal darbe faili olduğu Türkiye’nin demokratik deneyimi ve Avrupa kurumlarında yer alıyor olması, başlıca farklar olarak öne çıksa da, egemenlik anlayışında ayrışma belirgin: Tunus, ‘kardeşlik’ üzerinden egemenliğine karışılmasından rahatsız; Ağabey ise, Afrika’dan Orta Asya’ya ‘İslami hegemonya’ için canhıraş çaba harcıyor, devasa camiler ve Mehmetçik üzerinden; yani kendi yurttaşının parası ve kanıyla.

Magrip ayağının zedelenmesi karşısında Maşrık kardeşler (AKP-Katar) suskunluğu, Kartaca karanlığından mı?

Devleti tek kişiye indirgeme felaketi

Emre KongarEmre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr
06 Ağustos 2021, Cumhuriyet

 

Yangın felaketi Türkiye’ye özgü değil… 

Dünyanın karşı karşıya kaldığı “İklim krizi” sonucu olarak özellikle Akdeniz Bölgesi’ndeki bir doğa felaketi. Covid-19 salgını da sadece Türkiye’de görülmüyor… Bütün dünyayı kasıp kavuran pandemi, bütün dünyadaki ülkeleri pençesine aldı. Bu, her iki felaket de insanlığın hatalarından, özellikle de gelişmiş ülkelerin yol açtıkları doğal ve toplumsal/ekonomik erozyonlardan kaynaklanan yaygın olaylardır.

Dolayısıyla, bu her iki felaketten de Türkiye’yi veya Türkiye’deki bir iktidarı sorumlu tutmak haklı bir davranış olmaz. 

Tam tersine, her ülkenin dünya üzerindeki toplam etkisi, o ülkenin teknolojisi ve üretimi ile orantılı olduğundan, Türkiye’nin bu global felaketlere katkısı, gelişmiş ülkelerin, özellikle, Amerika Birleşik Devletleri’nin, Rusya’nın, Çin’in ve Avrupa Birliği ülkelerinin yanında devede kulak kalır.

Ama global etki açısından görülen bu etki küçüklüğü, ulusal çapta çok çok büyük ve çok daha belirleyicidir: Türkiye’de olupbiten her şey gibi bu tür global felaketlerin meydana gelmesinde, bunların önlenmesinde ve bunlarla mücadele edilmesinde elbette siyasal iktidarların rolü çok büyüktür. Hele hele, Erdoğan/AKP iktidarı gibi ülkeyi yirmi yıla yakın bir süredir yöneten bir iktidar söz konusu ise bu sorumluluk belki de gelmiş geçmiş olan bütün siyasal iktidarlarınkinden daha da fazladır. 

Unutmayalım, Erdoğan/AKP iktidarının 2002 sonundan beri yönettiği bu Cumhuriyeti, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları 1923-1938 arasında 15 yılda kurdular! Bu Cumhuriyet, onların kurdukları temeller üzerinde İkinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı etkilerinden korunabildi.
***
Türkiye, teknolojik ve üretim kapasitesi küçük olduğundan, bu global felaketlerin baş sorumluları arasında yer almaz. Ama yirmi yıla yakın bir süredir ülkeyi yöneten bu iktidar, bu global felaketlerin ülkemizi de pençelerine almalarından ve onlarla mücadeledeki yetersizlikler bakımından tamamen (AS: tümüyle) sorumludur.

Erdoğan/AKP iktidarının bu global felaketlerin ülkemizde yol açtığı yıkımdan doğrudan sorumlu olmasının iki nedeni ve bu iki nedenin de bir temel kaynağı var sanıyorum:

Birinci neden ideolojik ve siyasal bir nedendir.
İkinci neden yönetimsel ve siyasal bir nedendir.
***
İdeolojik ve siyasal neden, ABD’nin (ve onu izleyen AB’nin) Radikal Siyasal İslam’ın silahlı saldırısına karşı (sonradan vazgeçtiği) panzehir olarak Ortadoğu ve Kuzey Afrika’da devreye soktuğu “Ilımlı İslam-Amerikancı İslam” modelinden, dünyadaki “Müslüman Kardeşler” hareketinden ve kendilerinin dinci siyaset anlayışından güç alıyordu.

Erdoğan/AKP iktidarı, bu siyaset anlayışıyla, hem dünyadaki “İhvan-ı Müslimin” hareketiyle ittifak kurarak İslam Âlemi’nde (özellikle de Ortadoğu’da) varlık gösteriyor hem ABD/AB ile ittifak kurarak Batı Emperyalizminin desteğini alıyor hem de içerde bütün liberal, milliyetçi ve dinci sağı aynı şemsiye altında toplayarak Atatürk Cumhuriyeti’ni yok edecek bir süreç başlatıyordu.

Bu hayalin gerçekleşmesi olanaksızdı:

1) Çünkü “Siyasal İslam”ın “Ilımlısı” olamazdı; İslam, Demokratik Rejimle uzlaşamıyordu. Nitekim öyle de oldu; model Mısır’da, Irak’ta, Libya’da çöktü; Batı emperyalizminin desteği bitti.
2) Atatürk Cumhuriyeti, aradan geçen zaman sürecinde, 1945-1950’deki toplumsal/ekonomik ve sınıfsal yapısından daha ileri gitmiş ve Özgürlükçü Demokratik Rejim çizgisinde bir hayli deneyim kazanmış olduğu için yeniden Saltanat/Hilafet çizgisine geri döndürülemezdi. Nitekim döndürülemiyor.
3) Bu olanaksız hayalin finansmanı, Cumhuriyet kazanımlarının satılması, doğanın yağmalanması, betonlaşma ve borçlanma modeliyle sağlanacaktı. Bütün kaynaklar kullanıldı, ekonomi ve doğa tahrip edildi ve sonunda ülke iflas etti.

Doğanın tahribatı ve kaynakların global felaketlerin önlenmesine harcanmaması, COVID-19 ve yangın felaketleriyle mücadeleyi zayıflattı.

Yönetimsel ve siyasal neden ise bu yanlış hayalin olağan demokratik rejim içinde uygulanmasının olanaksızlığından doğdu:

  • Erdoğan/AKP iktidarı tarihinin en büyük hatasını yaparak devleti tek kişiye indirgeyen ucube bir Şahsım Devleti sistemi kurdu.

Zaten yıktıkları kurumlardan dolayı iyice zayıflamış olan devlet mekanizması tek bir kişinin bilgisine, tecrübesine, kararlarına, duygu ve düşüncelerine indirgenince, global krizler ülkeyi vurduğunda rasyonel ve hızlı kararların alınması olanaklı olamadı. Üstelik doğa katliamı, betonlaşma, yeşilin yağmalanması, nepotizm (adam kayırmacılık) kaynakların yandaşlara aktarılması, ülkeyi bu global krizlerin etkilerine çok açık hale getirmişti.
***
Sonuç olarak Erdoğan/AKP iktidarı bu global yangın ve COVID-19 krizlerinden ülkeyi yeterince hızlı ve etkin olarak koruyamadı. Çünkü sadece ideolojileri değil, bilgileri, becerileri ve uyguladıkları devlet modeli de bunlarla mücadeleye uygun değildi.

TERÖR DEVLETİ

Suay Karaman

Elli yılı aşkın süredir devam eden Filistin ile İsrail arasındaki çatışmada, her iki taraftan on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, yüz binlerce insanın yaralandığı, yaklaşık bir milyon insanın da evlerinden ve yurtlarından sürüldüğü bilinmektedir. Ramazan ayıyla birlikte İsrail polisi Kudüs’teki Şam Kapısı’nda akşamları iftar düzenlenmesini engellemek için bariyerler yerleştirmişti. Filistinliler bu durumu protesto ediyor ve İsrail polisi ile çatışıyordu. 7 Mayıs Cuma akşamı İsrail, işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Camide namaz kılanlara ses bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Gazze ve diğer kentlere de sıçrayan olaylar halen devam etmektedir. İsrail’in havadan ve karadan vurmaya devam ettiği Gazze Şeridi‘nde tablo giderek ağırlaşmaktadır.

Arap ve Yahudi grupların sert çatışmalarında birçok ölüm ve yaralanma olayı meydana gelmiştir. Geceleri sürekli iki tarafın ateşlediği roketlerin kıvılcımlarıyla İsrail ve Filistin semaları aydınlanmaktadır. Bu durumda iç savaş uyarısı yapan İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, “Sokaklarımızda savaş patlak verdi. Çoğunluk gördüklerine inanamıyor ve şok yaşadığı için hiçbir şey söyleyemiyor” dedi.

14 Mayıs 1948 tarihinde kurulan İsrail, kurulduğundan beri sürekli Araplarla savaşmış ve her savaştan topraklarını büyüterek çıkmıştır. ABD’nin stratejik müttefiki olan hatta Ortadoğu’ daki jandarması kabul edilen İsrail’in, sürekli yeni yerleşim birimleri kurup, Filistin halkını sürmesine ve katletmesine, ABD destek olmaktadır. Çünkü emperyalizm, siyonizmin işbirlikçisidir, destekçisidir.

Son iki yılda dört seçim gören İsrail’de iç siyaset hayli karışık bir durumdadır. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Başbakan Binyamin Netanyahu, bu saldırılarla kendi durumunu unutturarak, iktidarda kalabilmek için yeni ve kanlı bir oyunun peşindedir. Açıkça bir terör devleti görünümündeki İsrail, bu yaptıkları nedeniyle tüm dünyada öfke yaratmıştır ve gelen tepkilere karşın saldırılarına devam etmektedir. Ama İsrail’e yaptırım uygulamak söz konusu değildir çünkü arkasında ABD ve Batının desteği bulunmaktadır.

Türkiye’de, siyasi iktidarın desteğiyle Filistinlilerin yaşadıkları karşısında Ankara, İstanbul, Adana, Kayseri başta olmak üzere bazı kentlerde mitingler düzenlendi. Küresel salgın nedeniyle sokağa çıkmanın yasak olduğu günlerde “tekbir” getirerek sokaklara dökülen tarikat artıklarının organizasyonu ilginçtir. Bunlar bir araya toplanırken güvenlik güçleri ne yapmıştır, hatta nerededir gibi sorular da yanıtsızdır. İstanbul’da binlerce kişi Türk ve Filistin bayraklarıyla Beşiktaş’taki İsrail Başkonsolosluğu önünde sloganlar atarak İsrail’e tepkilerini gösterdi. Vatan Caddesi’nde bir araya gelen vatandaşlar, Türk ve Filistin bayrakları asılı araçlarıyla konvoy yaparak İsrail’i protesto etti. “Kahrolsun İsrail” diye sloganlar atılarak, İsrail’in kahrolmadığı bilinmesine karşılık, sadece kendi bindirilmiş kıtaları alanlara çıktı. Ama bu bindirilmiş kıtalar Uygur Türklerine yapılanlara tepki vermedi. Bu bindirilmiş kıtaların, Yunanistan’ın işgal ettiği Ege adalarımız konusunda hiçbir tepki ve eylemi olmadığı gibi söylemi bile yoktur.

  • Siyasi iktidarın ülkemizin sorunlarını unutturmak için Filistin konusunda, küresel salgına karşın bindirilmiş kıtalarını sokaklara döktüğü anlaşılmaktadır.

12 Mayıs Çarşamba günü Suudi Arabistan ziyareti sonrasında Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama şöyledir:

  • “Hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor. Artık bu tür saldırıların durması gerekiyor. Elbette uluslararası hukuk çerçevesinde Filistinlilerin haklarını korumamız lazım.“

Ümmet sözcüğü ile ne anlatılmak istenmektedir; hangi ümmet nasıl bir adım atmamızı bekliyor? Müslüman Kardeşler mi, Taliban mı, Hizbullah mı, IŞİD mi, HAMAS mı? İsrail’e karşı ümmeti göreve çağırma girişimleri boşunadır, sonuç vermeyeceği bellidir. Ümmet değil ama Türk Milleti bu sorunu barış ile çözmelidir. Eşsiz önderimiz Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi her zaman geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde büyük bir insanlık dramı haline gelen Filistin sorunu, iki devletli şekilde çözülmelidir. Ancak ne yazık ki İsrail’in saldırgan tutumuna karşı şimdilik kısa vadede bir çözüm görünmemektedir.

Ülkemizin ovalarını, barajlarını İsrail’e peş keş çekerseniz, tohumlarınızı İsrail’den alırsanız, savaş uçaklarının teknolojik sistemleri İsrail tarafından yapılırsa, özelleştirme adı altında birçok şirketinizi İsrail’e satarsanız, İsrail ile ticari ilişkileriniz büyük boyutlara ulaşmışken İsrail’e karşı yalnızca kınama yaparsınız. Bu yüzden İsrail ile ilişkilerinizi donduramazsınız, büyükelçinizi çekemezsiniz çünkü elinizi vermişsiniz, kolunuz onlarda. Üstelik Tayyip Erdoğan’ın 29 Ocak 2004 tarihinde Yahudi Üstün Cesaret Madalyası aldığı düşünülünce, İsrail’e salt içi boş kınamalar yapılacağı bilinmelidir. İsrail’in yoğun saldırıları karşısında, 14 Mayıs Cuma günü Mescid-i Aksa’da toplanan kalabalığın “Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan” sloganı atarak, protesto gösterilerinde bulunduğu da gözlerden kaçmamıştır. 

Azim ve Karar, 17 Mayıs 2021

Ne “Dava”ymış be!

Ne “Dava”ymış be!

Ahmet GÜRSOY
07.09.2019, YENİÇAĞ

Ege’de, 18 Türk adasına Yunanistan asker çıkarıp bayrak dikerken gıkı çıkmayan AKP iktidarları ve bağlı olarak Cumhur İttifakı korosu, kendi dışında kim varsa hepsini neredeyse “hain” ilan ediyor. Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’deki hakları birer birer elinden kayarken onlar, “asarız”,keseriz” nutukları atmanın ötesinde somut hiçbir kazanıma imza atamıyor.
Tam bir tiyatro.

Gelin Suriye’ye..
Orada da benzer bir açmazın içindeyiz ve maalesef kayıp ettik.
Türkiye, Suriye’de kesinlikle başarısız bir dış politika yürütüyor ve bu yanlışında da ısrar ediyor. Üstelik sadece Türkiye kayıp etmedi. Aynı zamanda Suriye’deki Türk (Türkmen) varlığına da kayıp ettirdik. Belki kendi başlarına hareket etselerdi daha kazançlı çıkacaklardı.

Türkmenler, Suriye içinde kelimenin tam anlamıyla savruldular.

Peki, neden kayıp ettik ya da ettirildik? Çünkü Türkiye’nin dış politikası, AKP’nin “davam” dediği içeriği tam olarak bilinmeyen bir meçhul üzerine inşa edilmeye çalışıldı da ondan.

O “davaya” göre, Esat Alevi. Ancak iktidar sahipleri “Esat Alevi olduğu için biz onunla bağ kurmuyoruz” demiyor. Onlar, “Esat kendi yurttaşlarını öldüren bir zalim ve katil. Bu sebeple biz onunla siyasi ilişki kurmuyoruz” diyorlar. Yoksa katil kimsenin umurunda değil. Mesela, Sünni olduğu için El Beşir gibi canilerle temas kurmakta bir sakınca görmüyorlar. Bu durumda Suriye’deki dış politikayı belirleyen “davanın” İhvancılıkla ilişkisi olduğunu söylemek zor olmasa gerek.

Önümüzde çok net bir biçimde duran İdlib meselesinde neyi, kimi koruyoruz? Niye oradayız? Oradayız çünkü Astana sürecinde, “İdlib’teki Sünni terör örgütlerini ikna ederek oradan biz çıkaracağız, silahlarını bıraktıracağız” dedik.

Bunun için güvenli bölge oluşturduk.
Yapabildik mi?
Yapamadık.
Geldiğimiz noktada Esat orayı bombaladı.

Rusya da bombaladı.

En son hiç ummadığımız sırada birkaç gün önce de ABD bombaladı.
Sonuçta olan Türkiye’ye oldu. Yalnız kaldık.

Rusya, Esat’ın yanında.

ABD’de, İdlib’i bombalayarak Esat’ın yanında olduğunu gösterdi.
Geriye İdlib’de bombalanan terörist İslamcı gruplarla biz kaldık.
İşte size “davam” sarmalında Türkiye’nin savrulduğu yer.
İşte size Cumhuriyet’in başlattığı dış politikadan sapmanın bedeli.

Ege adalarından, Kıbrıs’a, oradan Suriye’ye derken Mısır’a bakalım. Durum aynı.
Mısır’da Müslüman Kardeşler’in lideri Mursi’nin ölümünde neden bu kadar çok acı hissetti bizimkiler?
İşin içinde “dava” olduğu için.
Halen daha Mısır yönetimiyle siyasi temas kurmuyoruz.
Nedeni nedir? Gene bu “dava” denilen şeydir.
Peki, gerekçe ne?
“Efendim biz darbecileri sevmeyiz. Onlara prim vermiyoruz.”
Sahi mi?
Öyle ise İran yönetimiyle Astana’da işiniz ne? İran’da rejim, Humeyni darbesiyle gelmedi mi?
Uluslararası hukukun suçlu ilan ettiği El Beşir darbeci değilse nedir?
Demek ki neymiş..

Mesele darbecilik veya zalimlik değilmiş.

Mesele içeriğini herkese net olarak açıklamadıkları o hepimizin başını belaya sokan, ülkemizi Suriye’de içinden çıkılmaz hale getiren gizli zihniyet “dava“dır…
O zihniyetin, içinde saklı tuttuğu “dava” sebebiyle ocağımıza kar yağdı.
Türkiye’de rejim değişti.
Tarım bitti.
Sanayi geriledi.
Ülkemiz, Murat Ağırel arkadaşımızın anlata anlata bitiremediği yolsuzluklara gömüldü.
Adalet sistemi dibe vurdu.
Hatta enflasyon rakamlarına bile hile yapar hale geldi.
İşsiz kaldık…

Ne “davaymış” be..

 

ZAFERDEN İHANETE

ZAFERDEN İHANETE

S

Suay Karaman 

İhanet, yıllardır türlü biçimlerde karşımıza çıkmaktadır. 4 Eylül 1919’da Sivas Kongresine ev sahipliği yapan, Ulusal Kurtuluş Savaşımızın ve Cumhuriyetimizin kuruluşunun temellerinin atıldığı Sivas’ta, AKP’li Belediye, İstiklal Caddesi’nin adını ‘Şehit Muhammed Mursi’ olarak değiştirilmesi kararı aldı. Gelen yoğun tepkiler nedeniyle Sivas Valisi, belediye başkanıyla görüşmüş ve belediye meclisinde alınan karar, uygun görülmemiştir. Böylece İstiklal Caddesi’nin adı değiştirilmemiştir.

2 Temmuz 1993 tarihinde Sivas’ta “Cumhuriyet burada kuruldu, burada yıkılacak” söylemi hala kulaklarımızda, yitirdiğimiz insanların acısı yüreklerimizdedir. Yargılandığı mahkeme salonunda ölen ve Türkiye’deki camilerde gıyabi cenaze namazları bile kılınan Mısır’ın devrik Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, Müslüman Kardeşler adlı radikal örgüt ile birlikte Mısır’da iktidar olmuştu. Ancak toplumun yaşam biçimine sık sık müdahale ederek, kendi sonunu hazırlamıştı.

Bursa Anakent Belediye Başkanı’nın, belediye meclisinde 30 Ağustos Zafer Bayramı’nda toplu taşıma araçlarının ücretsiz olmasını isteyen üyelere “30 Ağustos, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir” söylemi büyük tepkilere neden oldu.

26 Ağustos 1922 günü Kocatepe’den başlayan Büyük Taarruz, 30 Ağustos tarihinde Dumlupınar’da ordumuzun büyük zaferiyle sonuçlanmıştır. 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı ile emperyalist devletler ve kullandığı maşalar kesin olarak yenilgiye uğratılmış ve devletimizin kurulmasını gerçekleştiren yaşamsal önemde bir başarı kazanılmıştır. 30 Ağustos, ulusumuzun Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde verdiği mücadeleyi zaferle taçlandırdığı ve aynı zamanda dünyanın tüm mazlum uluslarına yol gösteren önemli bir tarihtir.

  • 30 Ağustos, tutsaklıktan özgürlüğe, işgal utancından, bağımsızlığın onuruna ulaşıldığı büyük zaferimizin yıldönümüdür.

1 Nisan 1926’da kabul edilen Zafer Bayramı Kanunu’nda, 30 Ağustos Başkomutanlık Meydan Savaşı gününün Zafer Bayramı olarak kutlanacağı belirtilmiştir. Zafer Bayramı, Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde her yıl 30 Ağustos günü kutlanan bir ulusal bayramdır. Yerel yönetimler ve seçilmiş görevliler, bayram günleri yapılan etkinlik ve törenlere yalnızca hizmet götürmek, topluma kolaylık sağlamakla yükümlüdür. Bayramı eleştirmek, yok saymak gibi farklı tutumda bulunma seçenekleri kendilerine verilmemiştir. Aksi davrananlar hakkında hukuki sürecin başlatılması ve gereğinin yapılması gerekir. Anayasa ve yasaları hiçe sayan, devletin kurallarını, geleneklerini bilmeyen, Türk Milletine meydan okuyan, bölücü ve gerici tüm siyasilerin ve seçilmiş yerel yöneticilerin bunları bilmesi gerekir.

Kurtuluş Savaşımızı “keşke Yunan galip gelseydi” diyen fesli ve püsküllülerden öğrenenler “30 Ağustos, halkın genelini ilgilendiren bir bayram değildir” diyecek ölçüde ileri giden Bursa Anakent Belediye Başkanı görevden alınarak, yerine yeni görevlendirme (kayyım)  yapılmalıdır. Cumhuriyet ve demokrasi karşıtı demeçleri ile dikkat çeken Bursa Anakent Belediye Başkanı, aynı zamanda belediyenin on şirketinin yönetim kuruluna kendini atamış ve belediye başkanlığı maaşının yanında on şirketten ayda 80 bin TL dolayında aylık alarak, açgözlü ve fırsatçı olduğunu da kanıtlamıştır. Bu olay karşısında iktidar partisi ile küçük ve milliyetçi geçinen ortağı ne yapacaktır, ne söyleyecektir; bekleyip göreceğiz…

  • Cumhuriyetin erdem (fazilet) olduğunu bilmeyenler, 30 Ağustos Zafer Bayramı’nı benimsemeyenler, ihanetin ortasındadırlar.

Şam olmadı verelim El-Bab

Şam olmadı verelim El-Bab

Portresi

Hüsnü MAHALLİ
YURT
, 21.9.16

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Halep üzerinden Şam’a 24 saatte varılacaktı.
Üç ay sonra Emevî Camisi’nde namaz kılınacaktı.
Şam’dan devam edip Kahire’ye gidilecekti.
Müslüman Kardeşler Mursi, Erdoğan’ı Yavuz Selim gibi Sultan ve Halife ilan edecekti. 29 Mayıs 2013’te 3. Boğaz Köprüsü’ne Yavuz Sultan Selim adı verildi.
Bir ay sonra Mursi devrilip proje çökünce AKP çok kızdı.
Suriye’de binlerce cami, kilise, kutsal türbe, mezar  ve dini mekân yakılıp yakıldı.
AKP’nin Sünni müttefikleri tarafından. Allah yolunda cihat için. Yine olmadı.
‘Bari Halep olsun’ dediler. Herkes bu şehre yüklendi. Hiçbir Alevi ve Şii’nin yaşamadığı Halep.
Yüzlerce ruh hastası terör örgütü Halep’i ele geçirmek için saldırıya geçti.
Halep ile Türkiye sınırı arasında tüm köy, kasaba ve şehirler bu örgütler tarafından işgal edildi.
IŞİD, NUSRA, ÖSO ve benzerleri…

  • On binlerce yabancı ruh hastası, manyak ve katil Türkiye’ye geldi ve buradan Suriye’ye girerek bu örgütlere katıldı.
  • On binlerce TIR durmadan onlara silah, askeri malzeme ve günlük ihtiyaçlarının tümünü taşıdı. Donları dâhil.
    ‘Sünni’ Halep düşmedi. 30 Eylül 2015’te Rus uçakları geldi denge bozuldu. Suriye ordusu birçok yeri teröristlerden geri aldı. 24 Kasım’da Rus uçağını düşüren Türkiye savaşın doğrudan tarafı oldu. Komşularla sıfır sorundan tümü düşman komşulara geçildi. İki de yeni komşumuz oldu.
    PYD ve IŞİD.
  • Her şey karıştı ama AKP ders almadı.

Suriye’nin yakılıp yıkılması için AKP’ye mezhepsel ve emperyal gaz verenler ortadan kayboldu.
Suudi Arabistan, Körfez ülkeleri, Ürdün ve bildik Batılı ülkeler. AKP yine anlamadı.
Ya da anladı da anlamazlıktan geldi. Şimdi de ‘Şam ve Halep olmadı bari El-Bab olsun’ diyor.
Musul da bonusu olur. Bab, Halep’in 35 km kuzey doğusunda. Şimdi değil 50 yıl önce de
bu kasaba Suriye’nin en çağdışı bağnaz ve gerici kasabasıydı. Tam AKP’ye göre.
Hiçbir yerde siyah çarşaf yokken burada kadınlar çarşaf erkekler şalvar giyerdi.

AKP hiçbir şeyden ders almıyor ve almayacak.

24 Ağustos’ta TSK’yi ÖSO ve benzeri katil grupların emrine verdi.
Öz olarak hiçbirinin IŞİD ve NUSRA’dan farkı yok.
500 yıl önce 24 Ağustos’ta Selim, Mercidabık’tan Suriye’ye girmişti.
Mercidabık Cerablus ile El-Bab arasında bir yerde. Mercidabık IŞİD elektronik gazetesinin adı.
Peki diyelim ki Türk ordusu Cerablus’tan Azez’e  kadar olan sınır bölgesinden sonra  El-Bab’ı aldı. Bu da yetmedi PYD kontrolündeki Menbiç’i ele geçirdi. Ya sonrası?
Menbiç’ten sonra Türk ordusu Fırat’ın doğusuna geçmeli oradan Rakka’ya doğru yol almalı sonra da eski Osmanlı vilayeti Musul’a girmeli! Yavuz oraya gitmemişti ama olsun.
AKP yapar mı yapar. Türk generaller artık memur.
15 Temmuz’u atlatmış bir ordu El-Bab’ı 24 saat içinde halleder! Şam’ı hallettiği gibi!
El-Bab Arapçada kapı demek. ‘O kapıdan girildiği zaman tüm bölge bizim’.
Öyle düşünüyor AKP ve onun zavallı yandaşları.
5 yıllık kan susuzluklarını gideremedi. 5 yıllık kin, nefret ve gaddarlık yetmedi.
Girdik El-Bab’tan çıktık Musul’dan. Düşman dediğiniz de kim!
Suriye, Irak ve onlara destek veren İran, Rusya, Lübnan Hizbullah.
Artı PYD ve ona destek veren ABD ve Batılı müttefikler.
Artı ‘Musul bizimdir’ diyen müttefikimiz Barzani.
İki başkentini yani Rakka ve Musul’u elinden alacağımız IŞİD. Evelallah hepsini yeneriz.
Baktık yenemiyoruz döneriz özümüze.
IŞİD, NUSRA ve onlarca ‘hakiki Müslüman’ örgütü yeniden müttefik beller yedi hatta on yedi düvele karşı savaşırız. Haçlı kâfirler ve onların devamı Ermeni, Süryani ve bilumum yerli Hıristiyanlar, Komünist artıkları, Araplar, Persler, Kürtler, Şiiler, Aleviler ve daha kimler kimler.
İçtekilerini saymıyoruz. Tam AKP’ye göre bir söylem. Ver gazı şişir hamaseti.
Türk-Osmanlı-İslam sentezi. Yalandan kimin boynu kırılmış şimdiye kadar.
Salla palavrayı gitsin. Ya gitmezse?
Türkiye gider. 
Nasıl mı? El-Bab’tan. İki tarafı cehenneme açılan kapıdan. Oralarda Huriler de yok!
=====================================

Dostlar,

AKP’nin sorumsuz , öngörüsüz, ufuksuz, akıldışı Suriye politikası ülkemizi batağa sürükledi. İşte BOP Eşbaşkanlığı böyle bir şeydir.. Adama kendi ülkesini böldürürler!
TBMM derhal sürgündeki tatilini bitirmeli ve OHAL Kararnameleri dahil, temel yakıcı sorunlar ele alınmalıdır. Suriye politikası özel oturumlarda tartışılmalı, AKP politikaları değil, ulusal bir rota çizilmelidir.

Ne yazık ki günümüzde Özal’ı Irak serüveninden alıkoyan merhum Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay kıratında komutanlar da yok!

Sevgi ve saygı ile.
22 Eylül 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Haluk Başçıl : Karşı Devrimin Anayasası

Karşı Devrimin Anayasası

http://www.anafikir.gen.tr/karsi-devrimin-anayasasi-haluk-bascil/ 

Celal Bayar – Adnan Menderes ikilisinin yönetiminde Demokrat Parti’nin başlattığı karşı devrim Adalet Partisi, 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri ve ANAP eliyle sürdürüldü. Sağ iktidarların taşıdığı karşı devrim bayrağını zirveye taşıyan da AKP oldu. Genç Cumhuriyetin kurucu partisi ve devrimlerin yaratıcısı CHP’nin yeni kuşak yönetici kadroları bu karşı devrim sürecine karşı çıkmadılar, rıza gösterdiler. Bu tavır günümüzde de devam etmektedir.

AKP aracılığıyla dile getirilen “Yeni Türkiye”, karşı devrimin Türkiye’sidir. Yeni Türkiye’nin amaçlanan anayasal bir statüye kavuşturulması faaliyetleriyle, birçok ülkede gerçekleştirilen anayasa değişiklikleri ortak özellikler göstermektedir. Geçen ay ülkemizde “terör olayları”, “PKK’ya karşı yürütülen savaş” gerekçe gösterilerek milletvekili dokunulmazlığının kaldırılması zemininde başlatılan anayasa tartışmaları kısa sürede başkanlık sistemi (tarafsız – partili) ve hatta laikliği gündeme alan farklı bir tartışmaya doğru evirildi. Muhalif kamuoyu bütün bu tartışmaları ya Erdoğan’ın kişisel hırslarına ya da Erdoğan’ın siyasal İslam gündemini ilerletmekten başka bir şey yapmadığına yoruyor.

Ülkemizde anayasa değişimlerini sadece otoriter bir kişiye ve/veya siyasal İslam’ın cumhuriyet rejimi ile hesaplaşmasına indirgeyen ve neo-liberal emperyal yönelimleri göz ardı eden çevreler son derece yanıltıcı bir tutum içindeler. R. T. Erdoğan ve AKP’nin yarı sömürge durumunu daha da ağırlaştırdıkları Türkiye’de dış dinamiklerden bağımsız olarak anayasa revizyonları ile rejimi değiştirmeye kalkışmaları olanaksızdır. Dolayısıyla emperyalist güçlerin ve egemen sınıfların Erdoğan ve AKP eliyle “Yeni Türkiye”yi gerçekleştirmede gündeme getirdiği anayasa değişiklikleri aslında birçok ülkede rejimleri değiştirmede kullanılan “anayasal darbe” lerin bir parçasıdır. Bunu birçok ülkede görülen anayasa değişiklikleri üzerinden ortaya koymak konuyu daha anlaşılır kılacaktır.

Macaristan’da anayasa değişikliği

Avrupa’nın göbeğindeki bir ülke Macaristan. Yıkılan Doğu Blokunun üyesi olan bu ülke artık AB’ne üye ve aynı zamanda Hristiyan bir topluma sahip. 1998 seçimlerinde iktidara gelen Fidesz Partisi seçim yasasında yaptığı değişikliklerle, 2010 seçiminde oyların % 53’ü ile Meclisteki sandalyelerin % 68’ine sahip oldu. Böylece tek başına anayasayı değiştirebilecek çoğunluğa ulaştı. Fidesz iktidarında anayasa tam 10 kez değiştirildi. En son yapılan ve 1 Ocak 2012’de yürürlüğe giren anayasa değişikliği ile:

  • Başsavcılık ve Sayıştay iktidara devredildi, yargı bağımsızlığı kaldırıldı.
  • Anayasa Mahkemesinin yargıç sayısı artırıldı ve yeni koltuklara Fidesz’e yakın isimler getirildi. Mahkemenin bütçeyi, vergileri, kemer sıkma planlarını içeren yasaları denetleme görevi elinden alındı.
  • Yargıda yeni kurulan Ulusal Yargı Ofisi yoluyla tek bir kişiye tüm hâkimleri atama ve görevlendirme yetkisi verildi. Hangi yargıcın hangi davaya bakacağına da aynı hâkim karar verecek şekilde yetkili kılındı.
  • Seçim yasası değişikliği ile seçimleri Fidesz’den başka bir partinin kazanması neredeyse  imkânsız hale getirildi.
  • Yalnızca Fidesz Partisi üyelerinden oluşan ve başkanı da başbakan tarafından atanan bir basın denetim kurumu kuruldu. Bu kuruma tüm medyanın “politik olarak dengeli” yayın yapıp yapmadığını inceleme ve yayın kuruluşunu iflasa zorlayacak kadar ağır para cezalarına çarptırma yetkisi verildi.
  • Din anayasaya sokuldu. Anayasa’daki “Ulusal Ant” başlıklı metine “Tanrı Macarları kutsasın” sözü kondu ve“Hıristiyanlığın ulusumuzu korumadaki rolünü tanıyor ve aynı zamanda ülkemizin farklı dinî geleneklerine değer veriyoruz” denilerek, dinin siyasi alandaki önemi vurgulandı.

Afrika Ülkeleri ve anayasa değişiklikleri

Afrika’nın birçok ülkesi anayasalarını değiştirdi. Henüz anayasalarını değiştirmeyen ülkelerde de bu doğrultuda hazırlıklar bütün hızıyla sürüyor.

Anayasa değişikliğine giden ülkeler yıllara göre şöyle sıralanıyor: Nambiya 2000, Gine 2001, Burkina Faso 2000, Tunus 2002, Gine 2002, Togo 2002, Gabon 2003, Moritanya 2005, Çad 2005, Uganda 2005, Eritre 2007, Angola 2007, Kamerun 2008, Cezayir 2008, Sudan 2008, Niger 2009, Cibuti 2010, Kongo 2015, Ruanda 2015, Senegal 2016.

Afrika ülkelerinde birbiri ardına yapılan anayasa değişikliklerine anayasal darbe adı veriliyor. Bu ülkelerde yapılan Anayasa değişikliklerinin birbirini tamamlayan ikili özelliğe sahip olduğunu görüyoruz. Birincisi devlet başkanının devlet yönetimini tek başına yürütecek şekilde anayasayı değiştirmesi ve politik kuralları yeniden belirleyerek iktidarını sürekli kılmasıdır. Bu doğrultuda devlet başkanının statüsü güçlendirilmekte, görev süresi üzerindeki sınırlamalar kaldırılmakta, muhalefetin faaliyetlerine sınırlamalar getirilmekte ve seçim sistemi yeniden düzenlenmektedir.

İkincisi, iktidarın merkezileştirilip tek elde toplanması aynı zamanda küresel sermayenin neo-liberal politikalarının da önünü açmaktadır. Bu amaçla neoliberal politikaların önünde engel oluşturan yapı ve kurumlar ortadan kaldırılmakta, ülkenin tüm kaynakları kolayca emperyalist sermayeye peş keş çekilmekte ve bir önceki dönemden kalan demokratik ve sosyal haklar kısıtlanmaktadır. Kısacası anayasa değişiklikleri emperyalizmin neo-liberal ekonomik-politik ihtiyaçlarına uygun yapısal değişimleri ve devlet başkanının dönemsel ihtiyaçlarını, politik arzularını karşılamaktadır. Hiç kuşkusuz bu değişikliklerde ana yönelim emperyalizmin çıkarları yönündedir. Bu köklü değişiklikleri rahatlıkla  karşı devrim olarak tanımlayabiliriz.

Bu değişiklere belli konularla sınırlı olmak üzere ABD ve Fransa göstermelik eleştiriler getirmeyi de ihmal etmemektedirler. Bu eleştiriler başkanın tek başına tüm iktidarı ele almasına, diktatörlük rejimi oluşturulmasına değil, bu rejimin kişiselleştirilmesine yöneliktir. Anayasada belirtilen dönemden daha uzun süre aynı kişinin başkanlık için yeniden aday olmasına yönelik değişikliklere karşı çıkmaktadırlar.

Müslüman ülkelerde anayasa değişiklikleri:

Son 15 yılda Müslüman ülkelerde de anayasa değişikliklerine gidildi. Laik anayasaya sahip olan ülkeler, yaptıkları değişiklikle anayasalarına İslam dinini koydular. Anayasalarında İslam’a yer veren ülkeler ise yaptıkları değişikliklerle İslami referansları daha da güçlendirdiler.

  • Irak’ta 2005 yılında, Amerikalı uzmanların görüşleri doğrultusunda ve Tunus’ta da 2011 yılındaki halk ayaklanması sonrasında 2014’te yapılan anayasada İslam’a yer verildi.
  • Devlet başkanı Morsi (Müslüman Kardeşler) 2012’de Mısır anayasasını yeniden düzenledi. Eski anayasadaki devletin dini İslam olarak belirleyen düzenleme aynen korundu. Buna karşın yasalar çıkarılırken Kuran’ın referans olarak alınmasını ile ilgili hüküm, Kuran’a uygun olarak çıkarılması şeklinde yeniden düzenlendi. Ayrıca Müslüman Kardeşlerin mezhep anlayışı da anayasayla egemen kılındı. Morsi’yi askeri darbe ile alaşağı eden yeni devlet başkanı Sisi ise 2014’te anayasa değişikliğine gitti.  Müslüman Kardeşlerin mezhepsel anlayışına uygun hükümler kaldırıldı.
  • Mağrip ülkelerinde, Moritanya, Afganistan, İran, Bahreyn, Pakistan ve Yemen’de hem devletin hem de halkın dininin İslam olduğu ibaresi anayasalarına yerleştirildi.
  • 2013’te Arap ülkeleri dışında Endonezya ve Gambia, 2005 yılında da Özbekistan anayasası değiştirildi ve bu yeni anayasada Kuran referans gösterilerek düzenlendi.
  • 2016 yılında Arap ülkelerinden yalnızca Suriye ve Lübnan, öbür Müslüman ülkelerden de Türkiye, Azerbaycan, Burkina Faso, Mali, Senegal ve Çad’ın anayasasında İslam ifadesi yer almamaktadır.

Sonuç

Yukarıda ortaya koymaya çalışıldığı gibi, anayasa değişikleri ya da yeni anayasa yapma işi yalnızca ülkemizde gündeme getirilmemektedir. Bu sorun birçok sömürge ve yarı-sömürge ülkede gündemi işgal etmektedir. Söz konusu ülkelerde yapılan anayasa değişikliklerinin ortak noktaları; iktidarın diktatörlüğe varacak ölçüde merkezileştirilmesi, yasama ve yargının yürütmenin etkisine açık hale gelmesi, anti-laik ve aydınlanma karşıtı yönelimlerin öne çıkması, demokratik hakların budanması, neo-liberal sömürü politikalarını sınırlayan ulusal kurum ve kuruluşların anayasal dayanaklarının kaldırılmasıdır. Bu değişikliklerle geri bıraktırılmış ülkelerin uluslaşma süreçlerinin önü kesilmekte ve neo-orta çağ karanlığına sürüklenmeleri sağlanmaktadır.

Kısaca dünya nüfusunun % 99’unun maddi gelirinden daha çoğuna sahip bir avuç gerici ulusüstü finans ve sanayi oligarşisi, sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki kendisine bağlı işbirlikçi sermaye ile birlikte toplumun en gerici sınıf ve tabakalarını yanına alarak bağımlı parlamenter demokratik sistemi (“burjuva demokrasini”) ortadan kaldıran karşı devrimleri örgütlemektedir. Reformlar adı altında neo-liberal ekonomi ve politikaların önünde engel olarak görülen bağımlı ulus devlete ait kurum ve kuruluşlar, yönetim organları, ideolojik-kültürel aygıtlar, basın vb. yeniden biçimlendiriliyor. Ulus devlet hükümetleri bir yandan “anayasal ve yasal darbelerle” karşı devrim politikalarını yaşama geçiriyor, öbür yanda yaptıklarına meşruluk sağlıyor! Türkiye’de AKP döneminde yaşanan anayasa değişikleri ve yeni anayasa yapma istemleri işte bu küresel karşı devrimin bir parçasını oluşturmaktadır.

======================================

Meslektaşımız Dr. Haluk Başçıl‘a bu uyarıcı yazısı için teşekkür ediyoruz..

Sevgi ve saygı ile.
16 Mayıs 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com