Etiket arşivi: küresel salgın

DSÖ : 2020-21’de 15 Milyon İnsan Kovit-19’dan öldü!

DSÖ açıkladı: Covid-19 ile ilişkili ölüm sayısı belli oldu

  • Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ), 2020 ve 2021’de görülen yaklaşık 15 milyon can yitiğinin Covid-19 ile doğrudan veya dolaylı bağlantısı olduğunu açıkladı.

https://www.who.int/news/item/05-05-2022-14.9-million-excess-deaths-were-associated-with-the-covid-19-pandemic-in-2020-and-2021 05 Mayıs 2022

DSÖ : 2020-21’de 14,9 Milyon İnsan Kovit-19’dan öldü!

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

İlk paragraf : New estimates from the World Health Organization (WHO) show that the full death toll associated directly or indirectly with the COVID-19 pandemic (described as “excess mortality”) between 1 January 2020 and 31 December 2021 was approximately 14.9 million (range 13.3 million to 16.6 million).  

DSÖ’den yapılan basın açıklamasında, son 2 yılda Covid-19 nedenli ‘ek / fazladan ölüm sayısı‘ Epidemiyolojik kestiriminin sonuçları paylaşıldı.

Ek / fazladan ölüm sayısının, doğrudan Covid-19 kaynaklı ölümlerin yanı sıra virüsün sağlık sistemi ve topluma olumsuz etkilerinden ötürü ağırlaşan veya sağaltımı zorlaşan hastalıklardan kaynaklanan ölümlerin de katılması ile hesaplandığı bildirildi.

Hesaplamaya göre, 1 Ocak 2020’den 31 Aralık 2021’e dek dünya genelinde Kovid-19, doğrudan ve dolaylı olarak toplam 13,3 milyon ile 16,6 milyon arasında ek / fazladan ölüme yol açtı.

ÖLÜMLERİN % 68’İ SALT 10 ÜLKEDE

Ek ölümlerin %84’ü DSÖ’nün Güneydoğu Asya, Avrupa ve Amerika bölgelerinde saptanırken, toplam can yitiği sayısının %68’i yalnızca 10 ülkede görüldü.

Toplam ek ölümlerin % 81’ini orta gelirli, % 4’ünü düşük ve % 15’ini yüksek gelirli ülkeler oluşturdu.

Can kayıplarının cinsiyet dağılımında erkekler toplam sayının %57’sine, kadınlar ise %43’üne tekabül etti. (AS: karşılık geldi.. Cumhuriyet neden böyle okkalı Arapça kullanmayı sürdürüyor, kezlerce uyarmamız ve rica etmemiz karşın?? Bir kez daha yewtkililerden rica ettik..)

ÜYE ÜLKELER NİTELİKLİ SAĞLIK SİSTEMİNE YATIRIM YAPMALI

Açıklamada ifadelerine yer verilen DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus, bu çarpıcı verilerin küresel salgının etkisini açıkça gösterdiğini vurgulayarak,

  • Üye ülkelerin, kriz zamanlarında temel sağlık hizmetlerini sürdürebilecek nitelikli sağlık sistemine yatırım yapmaları gerekmektedir” vurgusu yaptı.

Ghebreyesus, sağlık sistemlerinin güçlendirilmesi konusunda DSÖ’nün üye ülkelere desteğini sürdürmekte kararlı olduğunu vurguladı.
======================================

Dostlar,

  • AKP = RTE;Bırakınız hasta olsunlar, 1. Basamağı / Temel Sağlık Hizmetlerini boşverin, nasılsa Şehir Hastanelerimiz var, orada göğüsleriz… “ dedi!

Dünya alem bizi kıskandı, kıskanıyor, hamdolsun, salgını RTE’nin eşsiz önderliğinde (!!) dünya alemden çoook önce süpürdük istatistiklerin altına, gerçek dışı sayıların ardına (!!??)

Salgın 2019’ın son günlerinde Çin’de başladı. Çin hızla DSÖ’ne (Dünya Sağlık Örgütü) bildirim yaptı. 31 Ocak 2020’de DSÖ, “Bu bir kürsel salgındır / pandemidir!” alarmı verdi.

Türkiye salgını 11 Mart 2020’de, 2,5 ay geciktirme ile kabul etti, ilk olgusunu Bakan Dr. Koca’nın ağzından duyurdu.

TÜİK verileriyle 2020’de (9,5 ayda) yaklaşık 21 bin, 2022’de 60 bin Kovit-19 ölümü kayda girdi. Dolaylı ölümler kovit-19 ölümü olarak raporlanmadı.. Toplam 81 bin diyelim.

DSÖ Halk Sağlığı / Epidemiyoloji uzmanlarının bilimsel kestiriminde 2 yıl için 14,9 milyon fazladan / ek / Kovit-19 ölümü hesaplandı. Bu yaklaşım Türkiye’ye uyarlanırsa :

31 Aralık 2021 günü sonu Dünyada toplam kovit-19 ölüm sayısı “resmen” 5,479,479’dur. Bu sayı, üye 190’ı aşkın ülkeden DSÖ’ne hükümetlerce bildirilenleriin toplamıdır. Kestirilen sayı ise 14,9 milyon olarak verildi (https://www.who.int/news/item/05-05-2022-14.9-million-excess-deaths-were-associated-with-the-covid-19-pandemic-in-2020-and-2021, 5.6.22).

5,479,479 / 14,900,000 = %36,78..
Veya 14,900,000 / 5,479,479 = 2,72

Demek ki Dünya genelinde her 100 kovit-19 ölümünün 37’si kayda girmiş, kalan 63’ü kayıt dışı kalmıştır. Kayda alınabilen ile kestirilen geçekleşen arasındaki katsayı 2,72’dir.
Türkiye’de aynı dönem için resmen açıklanan 81 bin kovit-19 ölümünün de gerçeğin %37’si olduğu varsayılır ise,

81,000 x 2,72 = 220,320 verisine ulaşılır.

Biz, salt 2020 için, “Türkiye’ye özgü olarak TÜİK nüfus (doğum, ölüm) istatistiklerinden kalkarak257 bin fazladan ölüm hesaplamıştık (http://ahmetsaltik.net/tag/kovit-olumu/ ve https://www.sozcu.com.tr/2021/yazarlar/ugur-dundar/salgini-yonetemeyen-iktidar-olum-sayilarinda-yalan-mi-soyluyor-6763675/). 2021 için henüz bu hesabı yapmadık.. TÜİK hem 2020 hem de 2021 ölüm istatistiklerini hala yayınla(ya)madı / yayınlamasına yüksek tepelerden izin çıkmadı.

Bizim hesabımızın Türkiye açısından daha yerinde (isabetli) olduğu söylenebilir, çünkü DSÖ kestirimi, Dünya geneli için çok daha genel kabullere dayalıdır. TTB (Türk Tabipleri Birliği) uzmanlarının kestirimleri bizden çok eksik olmakla birlikte, DSÖ öngörüsünün de gerisinde.

2021’de ülkemizde resmen toplam 60 bin kovit-19 ölümü açıklandı.

60,000 x 2,72 = 163,200 toplam kovit ölümü; 2021, Türkiye!

2020’de 21,000 x 2,72 = 57,120 ve 2021’de 163,200 toplamı : 220,320!

2022’de ise ilk 4 ay sonunda 20 bin kovit-19 ölümü resmen kayda girdi.

Beklenen ise, DSÖ uzmanlarının hesaplarından elde ettiğimiz 2,72 katsayısı ile çarpılırsa,

20,000 x 2,72 = 54,400!

  • 11 Mart 2020 – 30 Nisan 2022 Türkiye’de kestirilen kovit-19 ölümleri toplam 274,720!
    (2019’da Türkiye’de toplam 440 bin ölüm kayda alındı)
  • Açıklanan ise çok yaklaşık yüz bin. Kabaca her 3 ölümden 1’i resmen açıklandı Türkiye’de!

Tıpkı TÜİK’in enflasyon, işsizlik, ulusal gelir (GSMH).. hesaplarında olduğu gibi..

Şimdiden not düşmüş olalım..
Turp” (üzgünüz; gerçek ölüm sayıları..) öylesine büyük ki, heybelere sığmıyor. 2022 Haziran’ın son haftasında TÜİK, ölüm verilerini açıklar mı acaba?? Yasal görevi!

AKP = RTE = Parti devleti totaliter rejimi işte böyle bir şey..

Nerdeeen nereye.. Bu iktidar sürerse birkaç yıl sonra nasıl bir Türkiye hayal ediyorsunuz? Ülke ve ulus bütünülüğümüzü hala sürdürüyor olabilir miyiz sizce?

Salgını iyi / bilimsel yönet(e)meziniz, insanlarınızın yaşam hakkını bile koru(ya)mazsınız, yine de gerçek verileri saklayarak “..Hamdolsun, salgında da Dünyadan çok başarılıyız… aşı bile geliştirdik..” masalları anlatırsınız! Bu hazin, yüz kızartıcı tablodan BİLE politik başarı öyküsü yazmaya kalkarsınız! Oysa siyasal ömrünüz bitti, artık yazacak öykünüz – masalınız kalmadı!

Eyyyyyyyyy yurdum insanı!
Uyan artık derin gaflet uykusundan! Bir tür kan uykusu bu, ölüme yatıyorsun..

Eyy “Biliim Kurulu” üyeleri meslektaşlarım, öğrencilerim.. Vicdanınız rahat mı? Hekimlik etiği değerlerini nereye koydunuz?  Gerçekten uyuyabiliyor musunuz? Hipokrat yemininize ne oldu sahi; retrograt amnezi mi dediniz?! Bir de; malvarlığınızı (son 2,5 yıldaki değişimi) açıklayabilir misiniz; şaibeler giderilsin..

Sevgi ve saygı ile. 06 Mayıs 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik    

 

 

 

HOŞGELDİN 2022

Suay Karaman 

Büyük sıkıntılarla 2021 yılını geride bıraktık, 2022 yılının umutlarımızın tazelendiği bir yıl olmasını diliyoruz. Ancak yaşanan günlerde yapılanları gördükçe bu dileğimizin gerçekleşmesinin çok zor olduğunu da biliyoruz.

2020 yılında başlayan koronavirüs salgını devam etmektedir. 2020 yılında gerçekliği tartışılan resmi verilere göre ülkemizde 20.881 kişi bu hastalıktan yaşamını yitirmişti. 2021 yılında ise aşı bulunmasına karşın yine gerçekliği tartışılan resmi verilere göre ülkemizde 61.027 kişi Kovit-19‘dan yaşamını yitirmiştir. Küresel salgın tüm hızıyla devam ederken, siyasal iktidarın aldığı önlemlerin yetersizliği görülmektedir.

Salgının da etkisiyle ekonomi iyice dibe vurmuştur. Birçok fabrika ve işyerleri kapanmış; işsizlik, açlık, yoksulluk büyük boyutlara ulaşmıştır. En az on beş milyon yurttaşımız yoksulluk sınırının altında yaşamak zorunda bırakılmıştır. Tarım ve hayvancılık bitirilmiş, sanayi durma noktasına gelmiştir. Laik ve demokratik eğitim yerine dinci eğitime geçilmiştir. Demokratik ve laik hukuk devleti olmaktan çıkılarak, ülkemiz dinsel hükümlerle yönetilmeye başlanmıştır. Kirli siyasetin bütün pislikleri ve yolsuzlukları ortaya saçılmaktadır. Yıllardır Ege Denizi’ndeki adalarımız Yunanistan’ın işgali altındadır ama ne siyasal iktidardan ne de muhalefetten ses yoktur. Vatana ihanet son düzeye gelmiştir.

Bunların yanında Kasım ve Aralık aylarında Türk Lirası’nın değer yitirtilmesiyle, yine büyük vurgunlar yapılmıştır. Buharlaşan 128 milyar Doların yanına, döviz vurgununda uçurulan 7 milyar Dolar daha eklenmiştir.

  • Bu düzenle zengin daha zenginleşirken, yoksullar iyice yoksullaştırılmıştır.

Türk Lirası bir yıl içinde yaklaşık %100 oranında değer yitirmiştir. Dış borcumuz 448 milyar Doları aşmıştır. Ekonomik dengeler bozulurken, halk sürekli yapılan zamlarla ezilmektedir. İşte bu kirli düzen, sözde ekonominin kitabını yazanlara kapak olmalıdır.

9 Aralık 2021’de TBMM’deki bütçe görüşmeleri sırasında İçişleri Bakanı Süleyman Soylu; “İstanbul Anakent Belediyesi’ne 33 bin personel alımı yapıldığını, 557 kişinin terör örgütüyle bağlantısı olduğunu” ifade etti. 27 Aralık 2021’de de İçişleri Bakanı, İstanbul Anakent Belediyesi hakkında PKK ve KCK ile bağlantılı, özellikle dağda bulunmuş kişilerin işe alındığı yönünde ihbarlar olduğunu söyledi. Gerçekten böyle bir durum varsa, işe alınanlardan istenen adli sicil kaydını Adalet Bakanlığı’nın verdiği anımsanmalıdır.

AKP Genel Başkanvekili Numan Kurtulmuş; “Belediye kadrolarında terör örgütleri ile bağlantılı birtakım isimler olabilir. Buradan belediye başkanına sorumluluk çıkarılmaz” derken, aynı şekilde terör örgütleriyle bağlantılı güvenlik güçlerinin olması da, İçişleri Bakanına sorumluluk çıkarmaz. Ama AKP iktidarı işine geldiği gibi söylemlerde bulunmaktadır.

Terör örgütüyle bağlantılı birileri varsa, bu kişileri kanıtlarıyla belirleyip, yasal süreç başlatmak siyasal iktidarın görevidir. Çıkıp kürsüde “557 kişi terör örgütüyle bağlantılı” demek iftiradır, aymazlıktır, sapkınlıktır. Görevini yapamamanın ezikliğidir. Bu eziklik Oslo’da PKK terör örgütüyle görüşenlerin ezikliğidir, ihanetidir.

12 Aralık 2021 Pazar günü HDP İstanbul kongresinde bebek katili terörist başı Abdullah Öcalan lehine slogan atıldı, PKK marşı okunup, ant içildi. Şimdi sormak gerekir; bundan daha açık PKK ile bağlantılı bir durum olabilir mi? Bütün bunlar ortadayken İstanbul Anakent Belediyesi’ne yapılanın apaçık bir siyasal algı operasyonu olduğu bellidir. İçişleri Bakanının bu durum karşısında söyleyeceği söz yok mudur?

Bir İçişleri bakanı şurada terörist var, burada terörist var diyemez. Bakanlığın emrinde polis ve jandarma var, teröristi yakalamak görevleri arasındadır. “Terörist var” diye bağırarak, propaganda çığlıklarıyla bakanlık yapılamaz.

  • Yaklaşık 20 yıldır ülkeye ihaneti onaylanmış bir siyasal iktidar ile böyle bir iktidarı ayakta tutmaya çalışan muhalefetin, ülkemizin sorunlarını çözemeyeceği bellidir.

Türkiye Cumhuriyeti, tarihinin ekonomik ve siyasaş olarak en sıkıntılı günlerini yaşamaktadır. Böyle bir siyasal iktidardan her şey beklenir. Bu iktidarın kendilerini sınırladığı hukuk kuralı da, etik kuralı da yoktur. Siyasallaşan yargı, hukuku ortadan kaldırmıştır. Ama ne olursa olsun, yolun sonu gelmiştir.

  • Şimdi Atatürk ilke ve devrimleri ışığında, tam bağımsızlık ve emperyalizm karşıtlığında birleşerek, örgütlü mücadele yapmanın zamanıdır.

Ülkemizin üzerindeki kara bulutları dağıtmanın başka yolu yoktur.

2022 yılının sağlık, mutluluk ve aydınlık getirmesi için hep birlikte demokrasiye sahip çıkarak, laikliğe sarılarak ülkemize güzel günler gelmesi için görev ve sorumluluklarımızı yerine getirmenin zamanıdır. 

Azim ve Karar, 3 Ocak 2022

HİROŞİMA VE NAGAZAKİ`NİN 76. YILINDA NÜKLEER ACI DİNMEDİ!

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM
BASIN AÇIKLAMASI : 

2. Dünya Savaşı sürerken ABD`nin Japonya`nın Hiroşima ve Nagazaki kentlerine attığı atom bombalarıyla yaptığı insanlık dışı saldırının üzerinden 76 yıl geçti. Büyük katliam insanlık tarihinde unutulmaz bir leke sürmüş, katliamla birlikte adım atılan atom çağında insanlık nükleer denemeler, santrallar ve silahların gölgesinde yaşamak zorunda kalmıştır. Canlıların ve çevrenin sonunu getiren ölüm teknolojilerinin faaliyetlerine ise hala çare bulunamamıştır.

Emperyalist kapitalizmin acımasız ve korkunç yüzüyle 6 Ağustos 1945 günü Hiroşima`da karşılaşan insanlık, kâr ve güç uğruna yok etme hırsının varacağı son noktayı atılan atom bombasıyla görmüş;  Hiroşima’da 140 bin kişi, 3 gün sonra Nagazaki`ye atılan atom bombası ile 80 bin kişi yaşamını yitirmiştir. Milyonlarca canlı maruz kaldığı radyasyon nedeniyle çeşitli sağlık sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kalırken, kanser vakalarında inanılmaz artışın önüne geçilememiştir. ABD emperyalizmi, vahşi saldırısıyla amacının savaşı bitirmek değil, sürdüreceği sömürü savaşlarına bir adım önde başlamak olduğunu göstermiş, tüm dünyaya vermek istediği gözdağını attığı atom bombalarıyla fazlasıyla vermiştir.

Aradan geçen üç çeyrek asrı aşan zamanda uluslararası ilişkiler boyut değiştirirken, üstünlük kurma ve güvenlik stratejisinin bir aracı olan nükleer santrallar ve silah endüstrisi daha da yayılmıştır. Nükleer teknolojiye yönelik endişeler artmış, savaşsız bir dünyada, barış içinde yaşama arzusu ne yazık ki karşılıksız kalmıştır.

1968`de imzalanan ve 1970`de yürürlüğe giren BM Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması (NPT) ile ABD, Sovyetler Birliği, İngiltere, Fransa ve Çin‘e nükleer silaha sahip olma hakkı tanınırken, küresel sistem nükleer silaha sahip olan ve olmayan ülkeler olarak ikiye ayrılmıştır.

Türkiye ise nükleer silahsızlanmanın temel dayanağını oluşturan ve 1968`te imzaya açılan bu anlaşmayı 17 Nisan 1980 tarihinde onaylamıştır. Türkiye, anlaşmaya taraf olarak nükleer silaha sahip olmayacağı taahhüdünü vermiş, bunun karşılığında nükleer enerjiyi barışçıl amaçlarla kullanma açısından bazı avantajlar da elde etmiştir. Ancak AKP hükümetinin iktidarda olduğu 19 yıllık süreçte nükleer santrallar ve nükleer silahlara olan ilgi artmış, Mersin Akkuyu’ da nükleer santralın temelleri atılmış, Sinop`ta kurulması planlanan nükleer santral için de tüm itirazlara rağmen hazırlıklara başlanmıştır.

Nükleer teknolojinin enerji açığını kapatma bahanesiyle, barışçıl amaçlar için kullanılacağı söylemlerine karşılık, partili Cumhurbaşkanının nükleer silahların gerekliliği konusunda yaptığı açıklamalar asıl niyetin ne olduğunu ortaya koymuştur.

Küresel emperyalizmin Ortadoğu`da yarattığı çıkar savaşları tehlikelerine aldırış etmeden, dış politikada izlediği çatışmacı, şiddeti körükleyen söylemlerinin yanı sıra nükleer santral kurma inadında direten siyasi iktidar, nükleer silahlara sahip olma hayallerini gün geçtikçe büyütürken, uluslararası anlaşmaları da ihlal etmiş, ülkemiz ve bölge insanlığını tehdit eden ABD-NATO nükleer silahlarını bağımlılık ilişkileriyle ülkemizde barındırmaktan çekinmemiştir. Halkımızın ve aynı coğrafyada yaşayan tüm canlıların güvenliğini tehlikeye atarak siyasi tercihini yapmıştır.

Hiroşima katliamının 76. yıldönümünde, nükleer santrallar ve nükleer silahların barındırdığı tehlikeyi görmezden gelmenin, bir kaza ya da saldırı anında yaşanacak kırımın insanlığa karşı işlenen en büyük suçlardan birini oluşturacağını, sadece o bölge canlıları ve doğası için değil tüm dünyada yıllarca geri döndürülemez bir tahribata neden olacağını hatırlatıyoruz. Ülkemiz ve tüm dünya hükümetlerini barış içinde silahsız ve nükleersiz bir dünyada yaşamak için sorumluluğa davet ediyoruz.

AKP hükümeti ve kalan tüm ülkelerin, 7 Temmuz 2017`de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu`nda ezici bir çoğunlukla kabul edilen ve 22 Ocak 2021`de 50 ülkenin parlamentolarında onaylamaları ile yürürlüğe giren Nükleer Silahların Yasaklanması Antlaşmasını acilen imzalayarak meclislerinde onaylanmasının sağlamasını,

ABD-NATO nükleer silahlarının topraklarımızdan
derhal temizlenmesini istiyoruz.

Nükleer Karşıtı Platform (NKP) Bileşenleri olarak, ülkemizi ve komşularımızı açık hedef haline getirecek nükleer santral ve silahların ulusal itibarımızı artıracak teknolojiler olarak sunulmasını ve halkın yanıltılmasını kabul etmiyoruz. Küresel kapitalizm ve emperyalizme bağımlılık ilişkileri içinde ekonomik, sosyal, siyasal alanda yaşanan sıkıntıların arttığı, binlerce insanın yaşamını yitirmesine neden olan küresel salgın, iklim değişikliği, seller, yangınlar, terör, savaş ve göç felaketlerinin büyük acılarını yaşarken,

  • kaynakların kitle imha silahları yerine acilen kamusal ihtiyaçlar doğrultusunda kullanılmasını talep ediyoruz.

Barış içinde, tüm canlıların yaşam hakkının gözetildiği insanca yaşanacak bir çevrede, savaşsız, katliamsız, gelecek kuşaklara aktarılacak en büyük mirasın “Yurtta Barış Dünyada Barış” ilkesiyle nükleer santrallardan ve kitle kırım – çevre yıkım silahlarından arındırılmış bir dünya olduğunun altını çiziyoruz. Emek ve demokrasi güçleri olarak

  • sömürüsüz, eşit, özgür, adil bir dünya için mücadelemizi sürdüreceğiz.

Hiroşima ve Nagazaki saldırısını unutmadık, unutturmayacağız… Hiroşima ve Nagazaki`de yaşamını yitirenleri saygı ile anıyor; Japon halkının 76 yıldır dinmeyen acısını paylaşıyoruz. Başta ülke topraklarımızda muhafaza edilen nükleer silahlar olmak üzere, tüm dünyada var olan nükleer silahlar, nükleer santrallar ve insanlığın “yok etme” kültürüyle ürettiği bütün hayallerden vazgeçilmesi çağrımızı yineliyoruz.

  • Nükleere İnat, Yaşasın Hayat!

NÜKLEER KARŞITI PLATFORM
6 Ağustos 2021

http://portal.nukleerkarsitiplatform.org/hirosima-ve-nagazakinin-76-yilinda-nukleer-aci-dinmedi/
https://www.emo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=135462

HELALLİK

Suay Karaman 

Gündeme “kul hakkı” ve “helalleşme” gibi kavramları getirerek, bazı gerçekler örtülmeye çalışılmaktadır. Laik hukuk devletinde “kul hakkı” ve “helalleşme” gibi dinsel söylemlerin yeri yoktur, olamaz da. Dinsel yönden bir kimse, başka bir kimsenin hakkını yer, malını çalar, tecavüz eder, öldürür ise kul hakkı almış olur. Kullar arasında bir hak çalma söz konusu olduğunda kullanılan dinsel bir terim olan helalleşme, bir kulun, öbürünü cezadan affetmesi anlamına gelmektedir. Bu tür kavramlar çağdaş laik hukuk öncesi dönemlere aittir.

Laik ve demokratik hukuk devletinde kul değil yurttaş hakkı, helalleşme değil yargıda hesaplaşma vardır.

  • İktidar ve kamu çalışanları için halktan ‘helallik istemek’ değil, halka hesap vermek vardır.
  • Bu yapılan açıkça din sömürüsüdür, inanç sömürüsüdür.

Eğer bu mantıkla gidilirse zimmet suçu işleyen memur da, helallik isteyip suçundan aklanabilir!

AKP örgütleriyle çevrimiçi bayramlaşma programına katılan AKP genel başkanı Tayyip Erdoğan şunları söyledi:

  • “Kısıtlamalardan etkilenen esnaflarımızın bir kısmı ile turizm sektörümüze de bu zor dönemde ayakta kalabilmeleri için her türlü desteği vermenin gayreti içindeyiz. Buna rağmen sıkıntıya düşen insanlarımız, esnafımız, çalışanımız olduysa hepsinden helallik istiyoruz.”Küresel salgının başında yardım toplamak için halka IBAN numarası veren AKP genel başkanı, şimdi halktan helallik istemektedir.

Devleti yönetenler, yanlış uygulamalarıyla mağdur ettikleri halktan, esnaftan ve çalışanlardan helallik isteyemez. Devlet, kamu hizmetlerinin yürütülebilmesi için halkından, esnafından ve çalışanlarından vergi toplar, topladığı vergilerle de, öncelik sırasına göre topluma hizmet götürür, sosyal yardımda bulunur. 

Hazinede toplanan vergileri yanlış yatırımlarda ve harcamalarda kullanarak yok edenler, milletin 128 milyar dolarını buharlaştıranlar helallik isteyerek sorumluluktan kaçamazlar. Sosyal devlet, topladığı vergileri ve diğer gelirleri, gerekli yatırımlarda kullanmakla ve bir bölümünü de korunması gereken kesimlere aktarmakla görevlidir. Küresel salgın döneminde zor duruma düşen esnafa, çiftçiye, çalışana, emekliye destek olmak sosyal devletin yerine getirmesi gereken temel bir işlevdir.

Ülkemizde bu temel işlev yerine getirilmemektedir. Yıllardır yaşanan ekonomik krizin yanında küresel salgın da ortaya çıkınca, her şey daha kötüye gitmiştir. Alınan eksik ve yanlış önlemlerle, gerçek olmayan söylemlerle bu krizden kurtulmak olanaksızdır. Türkiye’de son on beş ay içinde binlerce çalışan, müzisyen, sanatçı işsiz kalmıştır;

  • Birçok insan açlıktan, yoksulluktan ve çaresizlikten intihar etmiştir.

Nisan ayında açıklanan IMF raporuna göre, Türkiye, Arnavutluk ve Meksika ile birlikte, salgın döneminde ulusal gelirine oranla halkına en az destek veren üç ülkeden biridir. Yanlış politika ve kararlar ile Türkiye, toplam ekonomik destekler içinde vatandaşına dönük harcama ve desteklerin en düşük olduğu ülke konumuna getirilmiştir.

Muhalefetin “erken seçime gidin, sandığı koyun helalleşelim” söyleminin de geçerliği yoktur, yanlıştır. Çünkü sandıkta helalleşme olmaz, sandıkta hesaplaşılır. Hesaplaşma da yasalarla yargı önünde yapılır. Ama “devri sabık yaratmayacağız” söylemindeki bir muhalefet, işbirlikçidir, yok hükmündedir. Doğru bir muhalefet bilgili, bilinçli olmalı, ülke gerçeklerini bilmeli, muhalefet etmek için tuzağa düşmemeli ve siyasal iktidara gollük pas vermemelidir. 

Eğer sosyal devlet bitirilmeseydi işini yitirenlere, işsizlere, düzenli kazancı olmayanlara, kapanan işyerlerine nakit desteği verilirdi. Zor duruma düşen esnafın vergi ve sigorta primleri, kira, elektrik, su, doğalgaz gibi giderleri ertelenirdi. Ama işin en kolay yolunu helalleşmek olarak görenler, bu sorumluluğun altında kalacaklar ve er ya da geç gerekli hesabı vereceklerdir. 

Azim ve Karar, 24 Mayıs 2021

TERÖR DEVLETİ

Suay Karaman

Elli yılı aşkın süredir devam eden Filistin ile İsrail arasındaki çatışmada, her iki taraftan on binlerce insanın yaşamını yitirdiği, yüz binlerce insanın yaralandığı, yaklaşık bir milyon insanın da evlerinden ve yurtlarından sürüldüğü bilinmektedir. Ramazan ayıyla birlikte İsrail polisi Kudüs’teki Şam Kapısı’nda akşamları iftar düzenlenmesini engellemek için bariyerler yerleştirmişti. Filistinliler bu durumu protesto ediyor ve İsrail polisi ile çatışıyordu. 7 Mayıs Cuma akşamı İsrail, işgal altındaki Doğu Kudüs’te bulunan Mescid-i Aksa’ya baskın düzenledi. Camide namaz kılanlara ses bombaları ve plastik mermilerle saldırdı. Gazze ve diğer kentlere de sıçrayan olaylar halen devam etmektedir. İsrail’in havadan ve karadan vurmaya devam ettiği Gazze Şeridi‘nde tablo giderek ağırlaşmaktadır.

Arap ve Yahudi grupların sert çatışmalarında birçok ölüm ve yaralanma olayı meydana gelmiştir. Geceleri sürekli iki tarafın ateşlediği roketlerin kıvılcımlarıyla İsrail ve Filistin semaları aydınlanmaktadır. Bu durumda iç savaş uyarısı yapan İsrail Cumhurbaşkanı Reuven Rivlin, “Sokaklarımızda savaş patlak verdi. Çoğunluk gördüklerine inanamıyor ve şok yaşadığı için hiçbir şey söyleyemiyor” dedi.

14 Mayıs 1948 tarihinde kurulan İsrail, kurulduğundan beri sürekli Araplarla savaşmış ve her savaştan topraklarını büyüterek çıkmıştır. ABD’nin stratejik müttefiki olan hatta Ortadoğu’ daki jandarması kabul edilen İsrail’in, sürekli yeni yerleşim birimleri kurup, Filistin halkını sürmesine ve katletmesine, ABD destek olmaktadır. Çünkü emperyalizm, siyonizmin işbirlikçisidir, destekçisidir.

Son iki yılda dört seçim gören İsrail’de iç siyaset hayli karışık bir durumdadır. Hakkındaki yolsuzluk iddiaları ile gündeme gelen Başbakan Binyamin Netanyahu, bu saldırılarla kendi durumunu unutturarak, iktidarda kalabilmek için yeni ve kanlı bir oyunun peşindedir. Açıkça bir terör devleti görünümündeki İsrail, bu yaptıkları nedeniyle tüm dünyada öfke yaratmıştır ve gelen tepkilere karşın saldırılarına devam etmektedir. Ama İsrail’e yaptırım uygulamak söz konusu değildir çünkü arkasında ABD ve Batının desteği bulunmaktadır.

Türkiye’de, siyasi iktidarın desteğiyle Filistinlilerin yaşadıkları karşısında Ankara, İstanbul, Adana, Kayseri başta olmak üzere bazı kentlerde mitingler düzenlendi. Küresel salgın nedeniyle sokağa çıkmanın yasak olduğu günlerde “tekbir” getirerek sokaklara dökülen tarikat artıklarının organizasyonu ilginçtir. Bunlar bir araya toplanırken güvenlik güçleri ne yapmıştır, hatta nerededir gibi sorular da yanıtsızdır. İstanbul’da binlerce kişi Türk ve Filistin bayraklarıyla Beşiktaş’taki İsrail Başkonsolosluğu önünde sloganlar atarak İsrail’e tepkilerini gösterdi. Vatan Caddesi’nde bir araya gelen vatandaşlar, Türk ve Filistin bayrakları asılı araçlarıyla konvoy yaparak İsrail’i protesto etti. “Kahrolsun İsrail” diye sloganlar atılarak, İsrail’in kahrolmadığı bilinmesine karşılık, sadece kendi bindirilmiş kıtaları alanlara çıktı. Ama bu bindirilmiş kıtalar Uygur Türklerine yapılanlara tepki vermedi. Bu bindirilmiş kıtaların, Yunanistan’ın işgal ettiği Ege adalarımız konusunda hiçbir tepki ve eylemi olmadığı gibi söylemi bile yoktur.

  • Siyasi iktidarın ülkemizin sorunlarını unutturmak için Filistin konusunda, küresel salgına karşın bindirilmiş kıtalarını sokaklara döktüğü anlaşılmaktadır.

12 Mayıs Çarşamba günü Suudi Arabistan ziyareti sonrasında Dışişleri Bakanının yaptığı açıklama şöyledir:

  • “Hep böyle kınıyoruz ama ümmet adım atmamızı bekliyor. Artık bu tür saldırıların durması gerekiyor. Elbette uluslararası hukuk çerçevesinde Filistinlilerin haklarını korumamız lazım.“

Ümmet sözcüğü ile ne anlatılmak istenmektedir; hangi ümmet nasıl bir adım atmamızı bekliyor? Müslüman Kardeşler mi, Taliban mı, Hizbullah mı, IŞİD mi, HAMAS mı? İsrail’e karşı ümmeti göreve çağırma girişimleri boşunadır, sonuç vermeyeceği bellidir. Ümmet değil ama Türk Milleti bu sorunu barış ile çözmelidir. Eşsiz önderimiz Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünyada Barış” ilkesi her zaman geçerliliğini korumaktadır. Günümüzde büyük bir insanlık dramı haline gelen Filistin sorunu, iki devletli şekilde çözülmelidir. Ancak ne yazık ki İsrail’in saldırgan tutumuna karşı şimdilik kısa vadede bir çözüm görünmemektedir.

Ülkemizin ovalarını, barajlarını İsrail’e peş keş çekerseniz, tohumlarınızı İsrail’den alırsanız, savaş uçaklarının teknolojik sistemleri İsrail tarafından yapılırsa, özelleştirme adı altında birçok şirketinizi İsrail’e satarsanız, İsrail ile ticari ilişkileriniz büyük boyutlara ulaşmışken İsrail’e karşı yalnızca kınama yaparsınız. Bu yüzden İsrail ile ilişkilerinizi donduramazsınız, büyükelçinizi çekemezsiniz çünkü elinizi vermişsiniz, kolunuz onlarda. Üstelik Tayyip Erdoğan’ın 29 Ocak 2004 tarihinde Yahudi Üstün Cesaret Madalyası aldığı düşünülünce, İsrail’e salt içi boş kınamalar yapılacağı bilinmelidir. İsrail’in yoğun saldırıları karşısında, 14 Mayıs Cuma günü Mescid-i Aksa’da toplanan kalabalığın “Biz buradayız, sen neredesin Erdoğan” sloganı atarak, protesto gösterilerinde bulunduğu da gözlerden kaçmamıştır. 

Azim ve Karar, 17 Mayıs 2021

DERHAL YÜZDE 95’LER DÜZEYİNDE TAM KAPANMAYA GİDİLMELİ!..

Dostlar,

SÖZCÜ Gazetesinin usta ve en çok okunan yazarlarından Sn. Uğur DÜNDAR, kendilerine sunduğumuz aşağıdaki makalemize kendi köşelerinde TAM SAYFA olarak yer verdiler. Daha önce de 2 kez lütfetmişlerdi köşelerini. İçten teşekkür borçluyuz kendilerine ve SÖZCÜ Gazetemize.. Erişkeler (linkler) tıklanarak bu makalelerimiz çağrılıp web sitemizde okunabilir.

UZAT KOLUNU TÜRKİYE! 

KORONA AŞILAMASINDA ÖNCELİKLER SORUNU

Bu kez,

KÜRESEL SALGININ BAŞINDAN BERİ HEP DOĞRULARI SÖYLEYEN
SAYGIN BİLİM İNSANI PROF. DR. AHMET SALTIK’TAN ACI TABLO :

DERHAL YÜZDE 95’LER DÜZEYİNDE TAM KAPANMAYA GİDİLMELİ!..

başlığı ile SÖZCÜ‘deki köşelerinde yine tam sayfa olarak yayınladılar. PDF biçimi aşağıda:

DERHAL YÜZDE 95’LER DÜZEYİNDE TAM KAPANMAYA GİDİLMELİ!..
***
Makalemizin tam metnini sunuyoruz..

SALGIN ve TIKANAN TÜRKİYE…
NE YAPMALI??

Bilindiği gibi 1 yılı aşkın zamandır salgına ilişkin hiçbir öngörümüz boşa çıkmadı ve tek 1 hecemiz yalanlanamadı. Bu sonucu, izlediğimiz bilimsel akılcılık – matematiksel düşünce – sayısal karar verme tekniklerini kullanmamıza borçluyuz. Halkımıza hep bilimsel gerçekleri sunduk. 2. açılım – saçılım kumarının başlatıldığı 1 Mart 2021’den 21 Nisan’a dek geçen 52 günde salgına ilişkin sayısal verilerden çıkarımlar yapmalıyız. 2. açılım – saçılım kumarı başlatılmadan, 28 Şubat 2021 verileri ile 21 Nisan 2021 verilerini karşılaştıralım ve yorumlayalım :

TEST POLİTİKASI ve UYARDIĞI SORULAR…

  • Toplam test sayısı 33,2 milyondan 44,7 milyona çıktı, 11.5 milyon ve 1/3’ten daha çok artarak. Ciddi bir artış, son 52 günde ortalama 221 bin, öncesinde ise 94 bin. Toplamda, hala, fiilen 90 milyon dolayında olan Türkiye nüfusunun yarısına bile erişilmiş değil. Oysa Dünya Sağlık Örgütü Türkiye ölçeğinde bir ülke için günlük 400 bin test önermişti. Yaygın test ile tüm taşıyıcıları erken bulmak, ayırmak, gerekenleri sağaltmak… yordam (strateji) buydu önerilen. Nüfusunu aşkın sayıda test yapan ülkeler az değil; ABD, Fransa, İngiltere, Çekya, Belçika, İsrail, BAE..
  • 21 Nisan 2021’de 318.839 test yapılmış ve 61.967 (+) olgu yakalanmış, oran %19.4. Kabaca, test yapılan her 5 kişiden 1’i (+). Bu çok yüksek bir oran, 28 Şubat’ta %7.7 idi. 52 günde neredeyse 3’e katlandı. O gün 109.639 olan test sayısı 21 Nisan’da 318.839’a yükseldi. Artan test sayısı ile yakalanan PCR (+) olgu sayısı arasında koşutluk var.
  • Ancak, 28 Şubat’ta 8424 olan test (+) olgu sayısı 21 Nisan’da 61.967’ye ulaştı. Günlük test sayısı yaklaşık 3’e katlanırken, günlük test (+) olgu sayısı 7,4 kata ulaşmış. Bu durum; testin duyarlığı (+ olguları yakalama yeteneği) sabit varsayılırsa, hatta yaygın mutasyonlar nedeniyle yeterince ve zamanında güncellenememiş olması nedeniyle azalmış bile olabileceğine göre, yakalanan + olgu sayısında bu patlama, Kovit-19’un toplum içindeki hızla artan yaygınlığının (prevalansının) göstergesidir. Bu verilerle DENETİMLİ NORMALLEŞME başlatılabilir miydi, sürdürülebilir mi? Yanıt çok net olarak HAYIR’dır! Hiçbir Epidemiyolojik ölçüt bu karar için uygun değildi.
  • Öte yandan, test sayılarının kişi mi, test sayısı mı olduğu belirsizdir. Bir süre önce Sağlık Bakanı “test sayısı” olarak bildirmişti. Bunu da geçelim, 318.839 test “kimlere” yapılmıştır? Sağlık kuruluşlarına başvuranlara ek olarak genel toplumda da “tarama”, erken taşıyıcı – temaslı bulma amaçlı yapıldı ise, topluma genellenebilir. Bu durumda, Türkiye’deki her 100 kişiden 19’unun PCR+ olabileceği öngörülebilir ki dehşet verici bir orandır. Bulaş zinciri toplum içinde kırılamamaktadır ve hastanelerin bu muazzam olgu yüküne yanıt verebilmesi olanak dışıdır. Yok hayır, “genel toplumda tarama yapılmadı” denirse, bu durumda da “neden yapmadınız?” sorusunu yanıtlamak gerekecektir. Kuşku yok, izlenmesi gereken bu 2. yoldur;

Aktif Sürveyans yöntemi ile genel toplumda tarama yapılması zorunludur.

HIZLA ARTAN OLGU (Vaka, hasta) SAYISI 

28 Şubat’ta havuzda olgu sayısı 100.785 idi. 52 günlük sözde denetimli normalleşme serüveninde bu sayı 565.274’e tırmandı, 5.6 kat büyüdü! Toplam olgu sayısı 2.702.588 iken 4.446.591’e fırladı %46 artışla. 1,745.003 olgu artışı oldu 52 günde, ortalama 33.558/gün ile. 28 Şubat’tan geriye 2.701.588 olguyu 355 günde kaydeden ülkemiz (ortalama 7610), son 52 günde ortalama 33.558 olgu / gün gibi anormal verilere ulaştı. 1 Mart açılım kumarı sonrası 52 günde ortalama 33.558 olgu, öncesi 355 günde 7610 olan ortalama sayının 4.4 katı. Tüm bu çarpıcı gelişmeler karşısında 2 soru sorulabilir, sorulmalıdır :
1. “Denetimli normalleşme” ile böylesine “anormal” yükselmeler neden öngörü(e)memiştir? Üstelik, Şubat başından beri, gevşeme için Epidemiyolojik verilerin asla elverişli olmadığı, Eylül – Aralık 2020’de yaşanan 2. dalgadan beter bir KASIRGA yaşanabileceği uyarımıza karşın! Örneğin okullar için “.. sakın haa, sakın haaa, aklınızdan bile geçirmeyin, bu dönem böyle gitsin, uzaktan eğitimle, ileride bir telafi yolu bulunur..” demiştik.

2. Roket hızıyla artan olgu ve ölüm sayıları karşısında bu 2. açılım – saçılım kumarı neden ısrarla sürdürülmekte ve işe yaramayacağı belli pansuman önlemlerle ülkemiz oyalanmaktadır??

Bunca masum insanın hastalanması ve ölmesinin hesabını kim verecektir?

Gerçek sorumlu nedir, kimdir? Salgın mıdır, izlenen akıl – bilim dışı AKP politikaları mıdır??

Üstelik veriler “resmi” sayılardır… Değişik nedenlerle gerçek verilerin çok daha yüksek olduğu tartışma dışıdır. Bu bağlamda Sağlık Bakanlığı suçüstü yakalanmıştır. Bakan, ulusal – uluslararası çıkarları korumak için gerçek sayıların saklandığını itiraf etmek zorunda kalmıştır, yakalanan bir bilgisayar ekranı yüzünden. O gün 1500 ilan edilen hasta sayısı ekranda 30 bin idi (10 Eylül 2020).. “Fahrettin katsayısı-1“, 20 idi! Daha sonra, biriken ve saklanan 1,7 milyon hasta turkuvaz tabloya eklenmek zorunda kalındı. Benzer kabul ve itiraf ölüm sayıları için hala gelmedi! Oysa Dünya ortalaması %2, bizde %1!!?? “Fahrettin katsayısı-2“, 2-3 arasında..

  • Ülkemizde her 2 ya da 3 korona ölümünden yalnızca 1’i kayda alınıyor!!??

Havuzda biriken 565.274 hasta, Türkiye resmi nüfusuna göre 83,6 m / 565.274 = 148!
Bu rakam 28 Şubat 2021’de 829 idi. Çarpan katsayı 5,6’dır! Bu tırmanış göz göre göre olmuş ve önlemlerde sıkılaştırmaya gidilmemiştir. Oysa salgının ilk tepesinde 11 Nisan 2020 günü 5138 olgu yakalanmış, ölüm sayısı ise 19 Nisan 2020’de 127’ye erişmişti. O zaman alınan önlemler, şimdikinden çok daha sıkı ve disiplinli idi.

  • Pekii, AKP iktidarı neden bu 3. dalgada gerekli Epidemiyolojik önlemlere, örneğin 4 haftalık sıkı bir kapanmaya gitmemektedir?? Bu kritik bir sorudur ve İktidar yanıtlamalıdır.

Ne yazık ki, çıplak tablo; Salgın yönetil(e)memekte, KULLANILMAKTADIR!

  • Ülkemizde her 148 kişiden 1’i, 21 Nisan 2021’de aktif olarak virüs taşıyıcısıdır, PCR (+) tir.
  • Bu muazzam bir hastalık yükü, ürkütücü bir prevalans hızıdır! Toplumda bulaş zinciri kırılmadan salgını sönümlendirme olanağı yok – tur.

AĞIR HASTA ve ZATÜRRE ORANLARI, Sui Generis Filyasyon Ekipleri

Zatürre oranları 28 Şubat’ta %4.2 iken, 21 Nisan’da %2.9’a inmiştir her nasıl oldu ise. Bir yandan mutasyonlar sayıca çeşitlenir ve oran olarak egemenleşirken. Örn. İngiliz mutantının %85’lere vardığını Sağlık Bakanı geçtiğimiz hafta açıkladı. Bu varyant tiple bulaşın (enfeksiyonun) daha ağır ve öldürücü olduğu bilinirken..

Öte yandan, 28 Şubat’ta havuzdaki 100.785 hastanın 1191’i ağır hasta iken, 21 Nisan’da havuzda biriken 565.274 hastanın 3398’i ağır hastadır (sırasıyla %1.2 ve %0.6!). Bu oranlar, son Dünya ortalaması olan %0.6 ile uyumlu olsa da açıklanma gereksinimlidir. Çünkü 21 Nisan 2021 verisiyle hastaların / olguların / vakaların filyasyon oranı %99.9 gibi olağanüstü yüksek düzeyde verilmekte, üstelik ortalama filyasyon süresi de 8 saat olarak ilan edilmektedir. Bu son 2 veri “olağanüstü yüksek bir başarı göstergesidir ve ağır hasta oranlarının daha da aşağılarda olmasını sağlayabilir. Ne var ki, Filyasyon ekipleri standartlara uygun olmaktan çok uzaktır. Örn. daha önce hiçbir Filyasyon eğitimi almayan bir Dişhekimi, yanı sıra herhangi bir memur, kamu çalışanı (çaycı, marangoz, kaportacı dahil!), kiralık bir araç ve şoförü ile ülkemizde Filyasyon (tanı konan kovit-19 hastasının hastalığı nereden – kimden aldığının saptanması, kaynağın bulunması) çalışmaları tıp tarihine geçecek biçimde özel, “Sui generis” (kendine özgü) yürütülmektedir!?

Bu çarpıcı olgu, Kamuda sağlık çalışanı eksikliğini nicel ve nitel boyutta çok açık biçimde sergilemektedir. Gerçekten 1,1 milyonu biraz aşkın sağlık çalışanı ile Türkiye, OECD ülkeleri içinde sonlardadır. 83,6 milyon / 1,1 milyon = 76 kişiye 1 sağlık çalışanı düşerken, ABD’de bu oran 332 milyon / 21 milyon = 16 kişidir. Atama bekleyen 400 bini aşkın sağlık emekçisinden, salgının başından bu yana Sağlık Bakanlığı salt 12.500 emekçi alma ilanı vermiştir.

Sağlık hizmetlerinin omurgası olan 1. Basamak Sağlık Hizmetleri son derece zayıf, dağınık ve salgına hazırlıksızdır. 27 bin dolayındaki Aile Hekimliği Biriminin yaklaşık 3500’ünde aile hekimi yoktur. 2 bin dolayında aile hekiminim aile sağlığı elemanı yoktur, yalnızdır ve bu çok cılız yapı, salgını göğüsleyip bulaş zincirini kıramamakta, hastaneler dolup taşmaktadır. Şehir hastaneleri de elbette yetmemektedir çünkü gerçek anlamda yatak sayısı artışı olmamıştır. 2010 öncesinde ülkemizde kurulu olan Sağlık Ocakları sistemi geçerli olsaydı, salgın yönetimi çok daha başarılı olurdu bu birimlerdeki deneyimli takımlarla.

İYİLEŞEN HASTALAR… NE ÇABUK, BU NE HIZ??

28 Şubat’ta havuzda 100.785 hasta varken, o gün iyileşen hasta sayısı 6511 (%6,4) olarak verilmişti. Buna göre havuzda kalma süresi ortalama 16 gündür. Ancak, son 52 günde havuzdaki hastalarda iyileşme oranı da her nasılsa, hızlı bir artışa geçmiştir. 21 Nisan’da havuzdaki 565.274 hastanın 52.213’ü iyileşmiştir (%9,2). Buna göre, hastaların havuzda kalma süresi ortalama 11 güne in(diril)miştir!? Sağlık Bakanlığı karantina süresini 14 günden aşağı çekerek, test yinelenmesine bile gerek duymaksızın, 9-10 günde hastaları otomatik olarak havuzdan çıkarmaya başlamıştır. Böylelikle hasta havuzundaki toplam sayının “şişkin” görünmesi sözde engellenerek bir algı yönetimine yönelinmektedir. Ancak bulaştırıcılık 14 gün sürebildiğinden, karantinanın erken sonlandırılması toplumda bulaş zincirinin kırılmasına engel oluşturmaktadır. Bu süre 14 gün olmalı ve PCR testi (-) kılınmadan karantina sonlandırılmamalıdır.

Ve ÖLÜMLER…

28 Şubat 2021’de, 11 Mart 2020 sonrası 355 günde 28.569 idi “resmi” ölüm sayısı. Ortalama 80 ölüm / gün. Bu sayı 2. açılım – saçılım kumarının oynandığı son 52 günde 36.975’e fırladı, 8406 artış ile. 355 günde saptanan 28.569 ölüm, %29 artış gösterdi. Son 52 günde ortalama 162 insanımız öldü, her gün. Önceki dönemde bu ortalama 80 idi ve 2’ye katlandı! 28 Şubat’ta 66 olan o günün resmi ölüm sayısı, 21 Nisan’da 362’ye çıkarak 5.5 kat büyüdü. Aynı sırayla 8424 olan günlük olgu/vaka/hasta sayısı ise 7.4 kat büyüyerek 61.967 oldu. Ağır hasta sayıları ise 1191’den 3398’e 2.9 kat arttı. Bu veriler de çelişkili.

Ölüm hızı Dünya ortalaması %3’lerden %2’lere gerilerken, Türkiye hep %1 ölüm oranı verdi, dünyanın 3’te 1’i ya da yarısı. Dünya ortalaması son zamanlarda %2, bizde hep %1!!?? “Fahrettin katsayısı-2“, 2-3 arasında. Ülkemizde her 2 ya da 3 korona ölümünden yalnızca 1’i kayda alınıyor!?

Havuzda biriken 565.274 hasta, Türkiye resmi nüfusuna göre 83,6 m / 565.274 = 148 olup, her 148 kişiden 1’inin PCR (+) olduğu yukarıda da vurgulanmıştı (21 Nisan 2021). Buna göre, ortalama 4 haftada sonucun belli olması verisinden kalkarak şu acı hesaplamayı yapmak zorundayız :

565.674 olgu/vaka/hasta X %3 ölüm hızı = 16.958 ölüm, 21 Nisan’ı izleyen 4 hafta içinde!!
Ya da daha “iyimser” (!),
565.674 olgu/vaka/hasta X %2 ölüm hızı = 11.305 ölüm, 21 Nisan’ı izleyen 4 hafta içinde!!

Ülkemizi bekleyen yürek yakıcı tablo budur. Salgın bu gün, büyülü biçimde durdurulsa bile! Üstelik, her gün 50 – 60 bin yeni hasta havuza eklenirse, 28 güne kalmadan erken ölümler de olabilecektir.

  • Bu durum dehşet vericidir ve hızla OLAĞANÜSTÜ ÖNLEMLER almayı zorunlu kılmaktadır.

DÜNYA VERİLERİYLE KARŞILAŞTIRMALAR

21 Nisan 2021’de :
ABD : 60.317 yeni olgu-vaka-hasta / 335 milyon; milyon nüfusta 180 insidens hızı
Hindistan : 294.290 yeni olgu-vaka-hasta / 1,4 milyar; milyon nüfusta 210 insidens hızı
Brezilya : 73.172 yeni olgu-vaka-hasta / 215 milyon; milyon nüfusta 344 insidens hızı
Fransa : 42.498 yeni olgu-vaka-hasta / 65 milyon; milyon nüfusta 644 insidens hızı

TÜRKİYE : 61.967 yeni olgu-vaka-hasta / 84 milyon; milyon nüfusta 738 insidens hızı

Görüldüğü gibi, 21 Nisan’dan geriye son 1-2 haftadır, Türkiye, milyon nüfus başına günlük yeni olgu sayısı (insidens hızı) bakımından açık ara ile DÜNYA ŞAMPİYONUDUR!

Üstelik, yine 21 Nisan 2021’de tüm dünyada tanı konan toplam Kovit-19 hasta sayısı 832.133 olup, bu toplamın % 7.4’ü, 61.967 hasta ile Türkiye kaynaklıdır. Oysa Türkiye nüfusu dünya nüfusunun %1,1’idir (7.8 milyar / 83.6 milyon). Ülkemiz, nüfusuna göre 7 kat dolayında yoğunlukla kovit-19 hastası barındırmaktadır!

  • Oysa AKP iktidarı, Erdoğan salgında destan yarattıkları propagandası yapmakta!!??

SONUÇ                                 :

Sayısal veriler, nesnel olarak dehşet vericidir. Salgın yönetiminde son derece başarısız bir tablo tartışmasız olarak ortadadır. Aynı yöntemler sürdürülerek farklı sonuçlar alınamaz. İktidar, Pandemi ortamını her tür muhalefeti baskılamak – engellemek – yasaklamak için kullanmaktadır. Bu yaklaşım etik dışıdır ve hiçbir biçimde kabul edilemez, sürdürülemez. Hukuka, ahlaka, insan haklarına apaçık aykırıdır ve derhal sonlandırılması zorunludur.

Masum insanların salgına kurban verilmesi temelli bir siyaset asla inşa edilemez.

  • Verileri Türkiye’den görece çok çok daha iyi olan Avrupa ülkeleri 3-4 kez çok sıkı
    ve 4 haftadan uzun süreli tam kapatmaya başvurmuştur.
  • AKP = Erdoğan, neden ısrar ve inatla bu yöntemden uzak durmaktadır? Üstelik aşılama oranları çok yetersiz, yavaş, aşı sağlama çok sorunlu iken.. Sağlık sistemi tıkanmak üzere iken!

Turizm sezonu yaklaşmıştır. Önümüzdeki 2 ayda, Mayıs – Haziran’da salgın sınırlanamazsa, bu yıl da turizm sektörü düş kırıklığı yaşatabilir ve bedeli çok ağır olur. Ayrıca genel ekonomi de uzayan salgın nedeniyle, “4 hafta kapatma”dan çok daha ağır bedel ödemektedir, bu da sürdürülemez.

Resmen ilan edilen ölümler 37 bindir ancak en az 2 katı olup 74 binden az değildir. Hatta 3 ile çarparak 110 bin ölümden söz edilebilir! TÜİK ölüm istatistiklerini açıkladığında tablo netleşecektir. Bu sayılara yarısı dolayında dolaylı – ikincil kovit ölümleri de eklenmelidir. Toplum ağır travmalıdır!

İktidarların en başta gelen görevi yurttaşlarının can güvenliğini / YAŞAM HAKKINI sağlamaktır.

Salgın politik beklentilerle değil, kesin olarak Epidemiyolojik ilkelerle yönetilmelidir.

  • Görünen o ki, salgından çok izlenen bu bilim dışı politikalar insanlarımızı öldürmektedir.

Bu politikaların özneleri, masum onbinlerce insanın ölümünün tartışmasız sorumlusudur.
Tarih asla bağışlamayacaktır bu sorumluları ve mutlaka yargılanacaklardır.

DERHAL                    ;

  • 4 HAFTA boyunca %95’ler düzeyinde tam kapanmaya gidilmelidir!

Olabildiğince aşı sağlanmalı (halen 10 aşı dünyada acil kullanım onayı aldı) ve 4 hafta kapanmada olağanüstü seferberlikle yaygın aşılama yapılmalıdır. Yine bu sürede yaygın aktif sürveyans uygulanarak burun sürüntü örnekleri alınmalı ve toplumda saklı – gizli taşıyıcılar bulunarak evlerinde değil KARANTİNA MEKANLARINDA gözetime alınmalıdır. Sahra hastaneleri açılmalı ve 1. Basamak hızla güçlendirilmelidir. Gereksinimli kitlelere sosyal devlet desteği mutlaka verilmelidir.

Sevgi ve saygı ile. 25 Nisan 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

1. Yıl Biterken Küresel Salgından Öğrendiklerimiz : Eğitim ve Diğer Sorunlarımız

Dostlar,

20 Şubat 2021 Cumartesi günü saat 21:00’de, Başkan Sn. Özgür Aras öğretmenimiz ile,
bizim de üyesi olduğumuz EĞİTİM-İŞ Burhaniye Temsilciliği ile sanal ortamda konferans gerçekleştireceğiz. Konu :

“1. Yıl Biterken Küresel Salgından Öğrendiklerimiz : Eğitim ve Diğer Sorunlarımız”

Youtube’dan canlı yayın (bu gece saat 21:00’de tıklayın) :
https://www.youtube.com/watch?v=PAITjc14SQY

Kaçıranlar için erişke (link) aşağıda, tıklayınız lütfen..

 

İlgi ve bilginize sunarız. Sevgi ve saygı ile.
20 Şubat 2021


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Cehalet Bilimi

Cehalet Bilimi

Dr. Ceyhun BALCI

Cehalet suyuyla yıkanan bir beyin, altın suyundan çıkan demir gibidir. Asla altın olamaz, ama ancak altın gibi görünür!”1

Endemi, epidemi, pandemi ve infodemi! Hızını kesmek bilmeyen salgın ortamında dağarcığımıza katılan kavramlar oldu.

Doğanın çığlığı sayılabilecek salgın bir yandan, hatalarına hata ekleyen insan öbür yandan! İş her geçen gün karmaşıklaştı.

Yalan ya da yanlış bilgi salgını olarak tanımlanabilecek infodeminin ayrılmaz parçasından söz edelim.

Agnotoloji” ya da anlayacağımız dille : Cehalet bilimi!
Agnotoloji Yunanca bilgisizlik anlamına gelen agnozis’ten köken almış. Agnozis, tıpta bireyin farkındalığını hedef alan ve ender görülen nörolojik bir bozukluğu tanımlamak için de kullanılıyor. Yazımıza konu olan agnotoloji, hatalı ya da çarpıtılmış bilimsel(!) veriler yayarak bilgisizliğe yol açan koşulları araştıran bilim dalıdır.

Günümüz felsefecilerinden Daniel De Nicola’ya göre İskoç filozof James Frederick Ferrier tarafından ilk kez 1850’de kullanılan agnoioloji yalnızca felsefe disiplini içinde kalan bir tanımlamayken; Robert Proctor’un agnotoloji yaklaşımı toplumsal olarak oluşturulmuş cehalete odaklanan yeni bir disiplin ya da disiplinler arası alandır. Güncel Agnotoloji’nin bu kapsamda açıklanması daha doğru olacaktır.

Her ne kadar cehalet bilimi bugünlerde ilgimizi daha çok çekse de tarih boyunca var olan bir kavramdı. İnsanlık tarihiyle birlikte doğdu ve bugüne erişti dense yanlış olmaz. Cehalet bilimi küresel salgının etkisiyle belirginleşen korku ortamında daha bir öne çıktı.

Çok iyi biliyoruz ki, günümüzde bilgi sanal ortamda ve çoğumuza bir tık uzaklıkta! Gerçekten de aklınıza gelebilecek hemen her soruya bilgisayar başında anlık yanıtlar bulabilirsiniz. Sorun bulmanın ötesinde, eriştiğiniz bilginin aradığınız bilgi olup olmadığında ve aradığınız bilgiyse doğru olup olmadığında düğümleniyor. Durum böyle olunca, sanal ortamın bilgi yaymanın yanı sıra algıyı yönetme aracına dönüştüğünün altını çizmek gerekiyor.

Kimi düşünürler yaşadığımız çağı bilgi ve iletişimle etiketliyorlar. Doğrudur. Aklınıza gelebilecek hemen her ortamda bilgi akışına ve çoğu zaman da bilgi çokluğuna rastlamanız şaşırtıcı değildir günümüzde. Bu yalın gerçeği hangi bilgi ya da doğru bilgi mi sorusuyla tamamlamazsanız eksik bırakmış olursunuz. Başka deyişle nicelik nitelikle de tartılmalıdır.

Salgının başlangıcındaki günlere dönelim!

Salgın Türkiye’ye ulaşmaz! Ulaşsa da Türk soyunu etkilemez!”

Bol kelle paça tüketirseniz virüs size uğramaz!”

Yukarıdaki iki “özlü” söz de adlarının önünde akademik unvanlar bulunan ağızlardan çıkmıştı. Bu önemli gerçek ışığında cehalet olgusunu eğitimsizlikle ve öğretimsizlikle sınırlamamak gereği ortaya çıkmış oluyor. Eğitimli ve öğretimli kimselerin sergilediği sayısız cehalet örneği hemen her gün gözlerimizin önüne geldiğine göre eğitim ve öğretime dürüstlüğün ve akılcılığın eklenmesi olmazsa olmazdır.

Cehalet bilimi aynı zamanda bir algı yönetimi olduğuna göre medyanın ve medya aracılığıyla akademik unvanlı kimselerin aldığı role şaşırmamak gerekiyor. Salgının sönümlenmesi için dünyanın pek çok yerinde sürdürülen aşı çalışmalarından gelen olumlu haberler cehalet biliminin bu kez aşıya odaklanmasına neden oldu.

Çok okunan ve dolayısı ile de güvenilen köşe yazarları sahne aldı bu kez. Kuşkusuz onlara akademiden kişiler de eşlik etmekten geri kalmadı. Aşı milliyetçiliği kavramıyla tanıştık bu kez. Falanca aşı gelmezse aşı olmam diyene bile rastlandı. Yakın geçmişte aşı üreticisi olan ve hiç gerek yokken bu konumundan vazgeçen Türkiye’nin bu akıldışı seçimi karşısında ses çıkartmamış olanların en gür sesle aşıya güvensizlik korosuna katılmakta oluşu da anlamlıdır.

Bu arada, içinde bulunduğumuz olağanüstü koşullar aşı konusundaki yaklaşımları da etkiledi. Olağan durumda bir aşının kullanımı için gereken 4-5 yıllık süre ivedi gereklilik nedeniyle alışılmamış biçimde kısaltıldı. Ruhsatlandırma yerine ivedi kullanım onayı üzerinden aşıdan yararlanma yoluna gidildi. Bu konuda da cehalet bilimi kendince kutsal gerekçelere dayanarak aşı konusunda toplumun kafasını karıştırma konusunda gerekenleri yapmaktan kaçınmadı. Küresel salgının sonlandırılması için eldeki biricik gereç olan aşılar ya tek tek ya da toptan karalanarak bireylerin kafasında soru işaretleri oluşması başarıyla(!) sağlandı.

Bu yazı kaleme alınırken gündeme düşen haber cehalet biliminin dur durak dinlemeyeceği doğrultusunda bir başka ibretlik örnek olarak tarihteki yerini almıştı bile! Aşı kıtlığının özel kurumların aşı dışalımına izin verilerek üstesinden gelinebileceğini savlayan kimi yazarların bu adımın, askıda aşı kampanyasıyla tamamlanması önerisi şaşırtıcı olduğu kadar gülümseticiydi. Bu önerinin toplumcu dünya görüşüne sahip yazarlardan gelmiş olması ise ayrıca üzerinde durulması gereken bir başka önemli ayrıntıdır.

Hiç kuşku yok ki aşı tüm zamanların en önemli buluşlarından biridir. İnsanın yaşam süresine doğrudan etkisi olmuştur. Örneğin bendeniz, aşının olmadığı bir dünyada önemsiz sayılabilecek bir çocukluk hastalığının ölümcül komplikasyonu nedeniyle çoktan toprağa karışmış olabilirdim. Bu satırları yazmam da olanaksız olurdu.

  • Aşı her şeyden daha toplumsal olması gereken biricik gereçtir.

Keşke güncel umudumuz olan korona aşıları devletlerce üretilmiş olsaydı. Keşke bu yolla üretilen aşılar dünya insanları tarafından hakça paylaşılmış olsaydı. Günümüzde kişi başına 6-9 doz aşı edinip istifleyen gönençli ülkeler var. Gönençli ve cüzdanları şişkin her birisinin kuşkusuz. Ama, ya vicdanları, insafları ve de akılları? Durum böyleyken özel sektör aşı dışalımı yapsın! Aşılar eczane rafına konsun! Biz de askıda aşı kampanyasıyla vicdanlarımızı rahatlatalım diyebilmek cehalet biliminin değirmenine su taşımak değilse nedir?

Örnekler çoğaltılabilir. Hatta, bu yazıyı okuyan herkes yakın ve uzak çevresindeki cehalet bilimi olgularını listeleyebilir de! Cehalet biliminin hemen her koşulda hız kesmeksizin yol almayı sürdürmesi, hemen her ortamda boy göstermeyi başarabilmesi eğitim ve bilimin parasalcılaşmasına da önemli ölçüde bağlıdır kanısındayım. Bu kirli ve kabul edilemez döngü sonlandırılmadıkça cehalet bilimi varlığını ve dirliğini sürdürecektir.

Aşı demişken, aşıda bile sadaka gündeme getirilmişken çok uzak olmayan geçmişten bir anımsatma! Çocuk felci aşısını bulan Jonas Salk’ın soylu sözü unutulmamayı hak ediyor. Aşının patentini almayacak mısınız sorusuna yanıtıdır.

  • Güneşin patenti mi var ki, aşının olsun!”

Bir yandan doğayı ve çevreyi hiçe sayan insanmerkezcilik, öbür yanda insanlık içinde cehalet biliminin yılmaz ve kararlı bayraktarları. Doğanın, çevrenin ve insanlığın esenliğe çıkması her ikisiyle savaşımı kaçınılmaz kılıyor.

1 https://indigodergisi.com/2014/10/bilgisizlik-bilimi-ve-dagilim-tezi/

Salgın Bir Çevre Sorunudur

Salgın Bir Çevre Sorunudur

Dr. Ceyhun BALCI

Küresel salgın yarattığı korku ve ürküyle insanlığın başka önemli konuları düşünmesini ve sorgulamasını da engelledi. Yarasa, yılan ve pangolin derken iş bir etnisiteden nefrete vardırıldı. Olmadık şeylerin altında nefret suçu arayanlar her nedense bu konuda sessiz kaldılar.

Salgın, yüksek ölümcüllük sergileyince doğal olarak korunma ve tedavi öne çıktı. Yanı sıra üçüncü sayfa haberi olmaya varabilecek bir dizi ilginç soru gündeme oturdu.

Kargoyla gelen paketten virüs bulaşır mı?

Ya da virüs havada asılı kalarak insandan insana geçişi başarabilir mi türünden sorular kitlelerin ilgisini daha çok çekti.

Bu süreçte üçüncü sayfa haberleri de bolca üretildi.

Komplo kuramcılarının zevkten dört köşe oldukları da göz ardı edilmemeli.

Özellikle azmanlaşarak kent ötesi oluşumlara evrilen yerleşimlerin salgının denetim altına alınmasında önde gelen engeller olduğu da çok açık şekilde ortaya çıktı. Bu denli yoğun ve iç içe yaşanan ortamlar varlığını sürdürdükçe salgınla baş etmek olanaksız olmayı sürdürecektir.

Tüm bu güncel başlıklar gerçekten önemli birincil sorunu perdeleme işlevini de başarıyla yerine getirdi. İki ardışık küresel salgının insan ömrüne sığmaması önde gelen yanılsama etkeni oldu.

İnsan eliyle yaratılan çevre değişiklikleri salgının hız kesmeksizin sürdüğü göz önüne alındığında ele alınmayı ve fark edilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Ormanları, otlakları ve hatta çölleri kentleştiren insanın buralarda farklı canlılarla karşılaşması kaçınılmazlaşıyor. Bu da yerleşilen yerin gerçek ev sahibi olan türle yakınlaşma anlamına geliyor. İnsanın baskın olduğu ortamlarda diğer türler sağkalım savaşı vermektedir.

Tıpkı dere yatağını insanların basması ve belirli aralıklarla sele kapılıp yaşamlarını yitirmeleri gibi insanın çevreyi hiçe sayan sorumsuz, sınır tanımaz ve kibirli tutumu küresel salgınlar aracılığıyla hak ettiği yaptırımın uygulanması sonucunu doğuruyor. Yıllardır üzerinde durulan ama bir türlü dişe dokunur karşılık alınamayan insan-çevre ilişkisini düzeltme girişimlerinin her seferinde (AS: kezinde) karşılıksız kaldığını sayısız örnekle doğrulamak olasıdır.

Salgın, çevreye ve doğaya karşı insan hoyratlığını yaptırıma uğrattı saptamasını yapmak abartı sayılmamalı.

Yapılan çalışmalar insanların dünyanın yerleşime uygun alanlarının yarısını değişikliğe uğrattığını göstermektedir. İnsanın baskın olduğu ortamlarda gergedan ve devekuşu gibi türler “yitir(il)enler” listesine eklenirken, farelerin de içinde bulunduğu kemirgenler bu ortamların “kazananları” olmaktadırlar. Bu kazanan-yitiren denklemi, kazananların insanlara hastalık taşıma potansiyeli olduğunu gösteriyor. İnsanlık tarihinde derin iz bırakan kara ölüm (veba) salgınlarından bir kemirgen olan farenin sorumlu olduğunu anımsayalım!

Son salgında kendisini gösteren bir başka yanılsama, yaban yaşamının başka türlerden insana bulaşan hastalıkların kaynağı olduğudur. Bu kesinlikle yanlış bir saptamadır. Asıl sorun ekosistemde insan eliyle gerçekleştirilen değişikliklerdir. Yaban yaşamının sürdüğü alanların tarıma açılması ve kentsel yerleşimlere dönüştürülmesi salgınlara kaynaklık eden birincil etkendir.

Bu açıdan bakıldığında, son salgında kullanılan dilin de yanlış ve yanıltıcı olduğu ortadadır. Virüsle “mücadele” ve “savaş” gibi söylemler insanın doğaya yönelik hatalarına eklenmiş dil yanlışlarıdır. Açıkça vurgulamakta yarar var; İnsan doğanın bir parçasıdır. Her ne kadar Homo sapiens’in diğer canlılarla karşılaştırıldığında üstünlükleri olduğu doğruysa da, bu üstünlüklerin hiçbiri insanı doğanın bir parçası olmaktan soyutlayamaz. Hele hele doğaya savaş açma ve doğayı kendi amaçları uğruna bozma hakkı hiç vermez.

Virüs kaynaklı küresel salgın,
insanın ekosistemde yol açtığı olumsuzlukların doğal sonucudur.

Hiç kuşkusuz her canlı gibi insanın da kendisini koruma hakkı vardır. Maske-Fiziksel mesafe-Temizlik üçlemesi korunmanın bugün için bilinen etkili üçlemesidir. Korunma olgusunu, savaş ya da mücadele gibi doğayla barışık olmayan boyutlara taşımak hata olmakla kalmaz yeni salgınlara çağrı çıkartmak anlamına da gelir.

İnsanı başka canlılar karşısında üstün kılan aklını kullanma yeteneğini hiç olmazsa bu kez kullanması dileğiyle!

Virüsün dili olsa da bunları söylese! Doğrusu virüs her şeyi anlaşılabilir şekilde anlatıyor! Ama, üstün varlık insan, anlamamak için üç maymunu oynamayı tercih ediyor.

Özetle, küresel salgın gerçekte bir çevre sorununun gündelik yaşamımıza yansımasıdır.

Tıpkı ozon tabakasının incelmesi ya da küresel ısınma gibi. Onlardan farkı, kısa zaman aralığında yaşama geçmesi ve deyim yerindeyse insanı sersemletircesine silkeleme yeteneğine sahip olmasıdır. (http://dagarcikturkiye.com/2020/12/01/salgin-bir-cevre-sorunudur/)

Kaynakça : https://www.nature.com/articles/d41586-020-02189-5

KOVİT-19 SALGINI, MEVSİMSEL GRİP ve AŞI SORUNU

KOVİT-19 SALGINI,
MEVSİMSEL GRİP ve AŞI SORUNU

BİRGÜN‘de yayınlanan makalemiz…

Küresel salgın şiddetlenerek sürüyor. Salgın yönetiminde ciddi hatalar yapıldı ve ilk dalgası 2019 Aralık sonunda başlayan KOVİT-19 tüm dünyaya yayıldı. Örn. ABD – Trump sorunu ciddiye almadı ve ekonominin çarklarının dönmesini = kapitalizmin tunç yasasının işlemesini yeğledi : Her durumda en çok kâr! Avrupa’da da benzer tablo yaşandı. İtalya, yanıp kavrulana dek ekonomiyi kapatmadı, sonunda %95 oranında kapatma uyguladı ama geç kalmıştı. İngiltere ve İsveç, hastalığın hızla yayılmasını, toplumda bağışıklık gelişmesini ve salgını birkaç haftada söndürmeyi hedeflediler; yanıldılar ve çok ağır bedel ödediler, ödemekteler. Gerçekte bedeli emekçiler ödedi; canlarıyla, genç yaşlarda yaşamdan kopartılarak, işsiz bırakılarak.. NewYork sokaklarında, otoparklarda cenazeleri yerlere saçıldı.

Türkiye de benzer yolu seçti, yeter hazırlığı yap(a)madı, hastalığı gecikerek kabul etti, 2 ay sonra kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı. Türkiye’yi bir A.Ş. gibi yönetmek istediğini kezlerce belirten ve CEO rolüne soyunan Erdoğan’ın da yeğlemesi “önce insan”dan yana değildi. Kabak çiçeği gibi açıldık, “yeni normal” oldu “açılım – saçılım” ve şimdilerde, salgının Türkiye’de tepe yaptığı Nisan’dan daha beteriz. Günlük olgu sayılarımızın, bize yakın nüfuslu Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya’dan çok eksik olması için hiçbir somut neden yok ama tersi için çok.. Dolayısıyla son birkaç gündür 2 binin üstünde duyurulan günlük yeni hasta sayısının önüne, “Fahrettin katsayısı” gereği bir “sıfır” eklemek gerekiyor..

Salgınının 10. ayı bitmek üzere ancak ufukta ne aşı var ne de etkili bir ilaç.
Ancak sonbahar – kışa giriyoruz, mevsimsel üst ve alt solunum yolları bulaşları (enfeksiyonları) kapıda. Grip her yıl milyonlarca insanı etkiliyor ve 600 bin dolayında insanı yitiriyoruz Dünyada. Özellikle yaşlıları, kap – akciğer sorunu olanları. Grip aşısı yaklaşık %65 koruyucu. Aşı yaptıran her 3 insandan 1’i gene de gribe (influenzaya) yakalanıyor ama daha hafif geçiriyor. KOVİT-19 ve gribe aynı anda yakalanmak olası çünkü etken virüsler farklı ve bulaşma yolları aynı gibi. Birini geçirmek öbürüne direnç – bağışıklık sağlamıyor. Üstelik salt fiziksel muayene ile biz hekimlerin klinik ayrım yapması olanağı yok. Halkın da ayırdetmesi olanaksız. Dolayısıyla yüksek ateş, yaygın ağrılar, öksürük, genel durumda bozulma.. gibi bir tabloda yapılacak iş, gecikmeden hekime gitmek. Bizler ise ancak laboratuvar testleri ile ayrım yapabileceğiz. Dolayısıyla başvurular çok artarsa sağlık sistemi aşırı yüklenecek ve yetersizlik, gecikme.. doğabilecek. Bu arada sağlık giderleri de büyüyecek. Oysa SGK çok ağır bir akçalı (mali) bunalımda. Hastanelere geriödemeleri nasıl yapacak?

Bütün bunları öngörerek bizler Sağlık Bakanlığını özellikle grip/influenza ve zatürre aşıları için uyardık, zamanında dışalım bağlantılarının yapılması için. Gerçekte dünyada bu aşının üretimi yeterli düzeyde.

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), 10 yıl kadar önce ülkelerin nüfuslarının en az %75’inin girip aşısı olmasını sağlamasını istemişti. Bu rakam Türkiye için, KOVİT-19’un yarattığı ek riskler bir yana, 60+ milyondur (84 m Türkiye + 6 m Suriye – Irak ve kaçaklar..). Oysa Sağlık Bakanlığının açıklamasına göre yalnızca 1,3 m doz grip aşısı dışalımı (ithalatı) yapılabilmiştir. Arkasının gelebileceğine ilişkin netlik yoktur. Bakanlık, kendince ne zaman gerek duysa / SIKIŞSA, “görünür – görünmez ulusal çıkarları” anımsamakta (!) ya da “ticari sır” kalkanına sarılmaktadır. Her 2 gerekçe de akıl ve bilim dışıdır, tiraji – komiktir ve Şark kurnazlığı, dinci takiyye kokmaktadır.

ABD 2020-21 dönemi için 194-198 milyon doz influenza aşısı siparişi verdi ve şu ana dek gelen  139,4 milyon dozu dağıttı. ABD nüfusu 330 milyon. AB ülkelerinin verdiği siparişler nüfuslarına oranla % 20-40 arasında. Dünya genelinde dağıtım ise 11 Eylülden başlayarak en son 9 Ekim’de 523 milyon dozu aştı. Dağıtım haftalık olarak sürmekte ve daha da artacak. 1+ milyar doz sunum beklenir. Türkiye ise 523 milyon doz grip aşısından salt 1,3 milyon doz ile binde 2,5’ini alabilmiştir. Oysa nüfusumuz Dünya toplamının %1,15’idir. Sağlanan aşı son derece yetersiz olup mutlaka ve gecikmeden ek dışalım yapılmalıdır. Adil dağıtım – paylaşım kotasını aşmış değiliz. Bakanlık, 65+ yaş herkesin aşılanacağını açıkladı ancak TÜİK verisiyle bu ya diliminde 7,5 dolayında insanımız var. Kaldı ki, Grip aşısının 6 ay ya da 5 yaş üstü çocuklardan başlayarak, gebeliğin ilk 3 ayı dışında herkese yapılması gerekmektedir. Bu aşı çok ucuzdur, Bakanlık 73 TL fiyat koymuştur ki, dışalım bedeli bunun yarısı dolayında olabilir. 5 Dolar kabul edilse, ödenen bedel 6,5 milyon Dolardır ve ciddi bir tutar değildir. Aşılar kural olarak her yönüyle çok ekonomik, etkili ve güvenilir biyolojik ürünlerdir.

65+ yaş, değişik süreğen hastalığı olan.. uluslararası yazına (literatüre) göre grip aşısı yapılması öncelikle gereken insanlar bile, S. Bakanlığının akıl almaz ölçütleriyle dışlanmışlardır.

  • Aşılar yandaşlara, Saray’a mı ayrılacaktır? El altından karaborsası mı oluşturulacaktır?

AKP iktidarı tek 1 şeyi bile bu ülkede düzgün – akla/bilime uygun yap(a)mayacak mıdır?

Bu kışa, öncekilerden farklı olarak çoook ağır / zor koşullarda giriyoruz.
Ekonomi olağanüstü ağır hastadır. Fiilen %30’u aşan enflasyon sürmektedir.
İşsizlik hayal ötesi düzeylere ulaşmıştır.

“Askıda ekmek” uygulaması yüz karasıdır.
Aileler topluca intihar etmekte, iflas eden insanlar kendilerini yakmaktadır sokak ortasında.

ŞAHSIM” ise, aylığını, 3 asgari ücret zamla 88 bin TL’ye çıkarabilmektedir; bir yandan yoklukta Müslümana “sabır – dayanç” vaazları ile masal anlatılır ve damardan “Din” şırıngalanırken. Tıpkı Marx’ın uyardığı gibi : “Kapitalizm Dini bir afyon olarak kullanmaktadır.” Dinci kapitalist daha beterini yapmakta ama utanmadan “Marx, dinimize afyon dedi..” yalanını uydurabilmektedir.

Ne yapmalı???

KOVİT-19 aşısı için “1-2 ay içinde hazır” demişti Bakan Koca, 15 gün önce.. Halkı aldatmayalım, 2021 ilkbahar – yazında umut var ancak dağıtım ve üretim sorunları nedeniyle uzayacak. Hele döviz darlığı yüzünden Grip aşısında olduğu gibi bir skandal yaşanırsa ülkemizde, çok yazık olur. Mutlaka ek grip aşısı dışalımı yapılmalı ve riskli kümelere yaygın uygulanmalıdır.

Bu kış, ekonomik talan ve salgın yüzünden yaşanan çifte yoksullaşma nedeniyle Devlet, sosyal yardımları mutlaka ve sistemli olarak artırmak zorundadır.

  • Kamusal sağlık hizmetleri güçlendirilmeli, 1. Basamak ve
    KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ KESİN BİR ÖNCELİK ALMALIDIR.

Sağlık çalışanlarının meslek hastalığı kabul edilmeli ve özlük hakları verilmelidir. En az yüz bin yeni sağlık çalışanı atanmalıdır. Şehir hastaneleri kamulaştırılmalı ve SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM adı altında emperyalist dayatma durdurulmalıdır.

Dr. Refik Saydam Ulusal Koruyucu Sağlık Kurumu özerk olarak açılmalı ve salgın yönetimi bu Kuruma devredilmelidir.

Salgın verileri ulusal – uluslararası bağımsız uzmanlara açılmalı ve dürüstlükle halka, DSÖ’ne bildirilmelidir.

  • Türkiye 14 günlük bir kapatmaya zorunlu kalabilir, hazırlık yapılmalıdır.

Salgın yönetiminde öncelik sermayenin kârı değil, insan yaşamı olmalı ve
Epidemiyolojik ilkelere tam bağlı kalınmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 24 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com