Etiket arşivi: kapitalizmin tapınakları AVM’ler

ANAYURT Gazetesine demecimiz : Ölçüsüz Gevşeme 2. bir kasırgaya dönüşmesin !?

ANAYURT Gazetesine demecimiz..

Ölçüsüz Gevşeme 2. bir kasırgaya dönüşmesin !?

Prof. Saltık, 2. normalleşme adımlarında erkenci davranıldığını belirterek, mutant virüslerin ölçüsüz gevşeme sonrasında oluşacak olan rehavetle birleşmesi durumunda, salgında 2. bir kasırganın yaşanabileceğini söyledi.

Uğur DUYAN ANKARA (Anayurt)
Son Kabine toplantısında, alınan kararlar doğrultusunda yüksek riskli kentler dışında restoran, lokanta, kafeterya, tatlıcı, pastane, kıraathane, çay bahçesi gibi yerler 07:00 – 19:00 saatleri arasında %50 kapasite ile açıldı. Yurt genelinde okul öncesi eğitim kurumları, ilkokullar ve 8. ile 12. sınıflarda yüz yüze eğitime başlandı. 65+ yaş ve 20- yaş vatandaşlarla ilgili düzenlemeler,
düşük ve orta riskli illerde kaldırılırdı.

Alınan kararları Gazetemiz ANAYURT’a değerlendiren Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık, Türkiye’de uygulanan salgın kısıtlamalarının gevşetilmesinde erkenci davranıldığını belirterek, salgının yurt çapında bir yılını doldurduğu bir dönemde alınan yeni gevşeme karaları ile salgın yönetimi sürecinde tüm çabaların heba edilebileceğini söyledi.

Mutasyonlu Kovid-19 varyantlarına dikkat çeken Saltık, iktidarın küçük esnafın ve işsizlerin – yoksulların ekonomik olarak büyük bunalıma girdiği bir süreçte alınan bu kararların bilimsel olmaktan çok popülist nitelikte olduğunu belirterek, “Geçen yıl 11 Mayıs’ta başlatılan ilk erken açılımda Kapitalizmin tapınakları AVM’ler öncelik alırken okullar kapalıydı. Öncelik okulların açılması olmalıydı. Türkiye’yi böyle bir anlayış yönetiyor” diye konuştu. Saltık şunları kaydetti:

“Geçen haftaki rakamlara baktığımızda, salgının 2020 Nisan ortasında tepe yaptığı rakamlara yakın neredeyse. 10-11 ay önce ilk tepeyi yaşadığımızda günlük 5 bin dolayında olan olgu / vaka / hasta sayısı (11 Nisan2020 : 52,167 toplam vaka, toplam 1101 ölü, tepe 5138 yeni olgu / 95 ölen!) şimdilerde (01 Mart 2021: 2.711.479 toplam olgu, 09.891 günlük olgu, 0645 belirtili hasta / 069 ölüm, 354. gün) 10 bine yakın! Ölüm rakamları ise en çok 125 olmuş iken şimdilerde 70 dolayında günlük can yitiği var. Salgının ilk zamanlarındaki rakamlar gerçekçi idi, şimdi ise üzerinde ciddi makyajlama yapılıyor. Örneğin ölümler 1/3’ü gibi gösteriliyor. Dolayısıyla salgının ilk tepe yaptığı rakamlara göre daha kötü durumdayız. Bu da salgın yönetimini başaramadığımızı gösteriyor. Çünkü pansuman önlemlere süreç yönetilmeye çalışıldı. 1 yıldır neredeyse patinaj yapıyoruz, başarısızlık çok net. Aynı uygulamaları yineleyerek daha farklı bir sonuç almak olanaklı mı??

Dünyada salgını başarıyla yöneten ülkelerin birkaç kez tam kapatmaya gittiklerini söyleyen Saltık, “Türkiye’de böylesi bir tam kapanma hiç uygulanmadı. Çünkü öncelik ekonomik çarkların dönmesine verildi. İnsan sağlığı geri planda kaldı. Bu politik seçim elbette açık seçik halka söylenmiş değil.” görüşünü savladı. Türkiye’de salgın yönetiminin salgına ilişkin gerçek verileri çarpıttığını savunan Saltık, “Örneğin 15-21 Şubat 2021 haftası için 81 ilden gelen her yüz bin nüfusta günlük ortalama yeni tanı sayısının il nüfuslarına göre ağırlıklandırılmış ortalaması 100 binde 75. Ama aynı hafta içinde Türkiye geneli için açıklanan vaka sayılarının ortalamasında yüz binde 9 görüyoruz. Yüz binde 10’un altında olan 4-5 il var. Geri kalan bütün iller 10 / 100 binden çok yüksek. Kimi illerde yüz binde 200’ü aşkın. İlkokul aritmetik bilgisine sahip olan herkes, bu iller haritasında Türkiye ortalamasının yüz binde 9 olamayacağını rahatlıkla görür.” diye konuştu.

İllerden gelen verilerin tüm eksikliğine karşın, tüm Türkiye için açıklanan aynı hafta (15-21 Şubat 2021) günlük ortalama vaka sayısının 9 katı olduğunu belirten Saltık, “Bu sayılar, ölçüsüz 2. gevşeme için çok erken olduğunu gösteriyor.” dedi. Ekonomik olarak küçük esnafın, kısa süreli çalıştırılanların, işsiz ve yoksulların büyük bunalımda olduğunu, halkın yarısından çoğunun çok zor durumda olduğunu, özekıyımların dikat çeken biçimde artageldiğini belirten Saltık, şöyle devam etti:

“Alınan 2. gevşeme kararları ile bu sorunlar sözde çözülmek isteniyor. Ancak Türkiye’de 2-4 haftalık tam bir kapanmaya girseydi bu sorunların büyük çoğunluğu yaşanmazdı. Üstelik ekonomiye zararı da bu denli yüksek olmazdı. AKP iktidarı tam kapanmayı hem yerli – yabancı sermaye çevrelerinin baskısı, hem de ekonomik durumun çok kırılgan olması nedeniyle siyasal bir seçim olarak göze alamadı. 40-45 milyar Doları bulabilecek ekonomik yük göze alınamadı ama çok daha ağır bedel ödendi hem mali olarak hem de onbinlerce masum insan salgına / hatalı siyasete feda edilerek! Çünkü ulusal ekonomi iflas eşiğinde, TCMB eksi 50 milyar Dolar batık ve salgının zorunlu giderlerini karşılamada (salgın finansmanında) AKP iktidarı Türkiye’yi felç etmiş durumda.”

Türkiye’nin salgının ilk yılı boyuna tam bir açılma ya da basamaklı bir gevşemeye geçebilecek kalıcı – köktenci adımları atmadığını kaydeden Saltık sözlerini şöyle sürdürdü:

“En son alınan orantısız ve temelsiz gevşeme kararlarıyla, geçen 10-11 ayın tüm emekleri heba olabilir. Resmi rakamlara göre 3 milyona yakın vaka, 28 bini aşkın can yitiği var. Gerçek ölüm sayılarının bunun en az üç katı, olgu sayılarının 5-10 katı olduğunu söyledik. Türkiye’de geçen 10-11 ayda, salgınla başetmeye dönük hiçbir temel altyapı hizmeti verilmedi. Okul sağlığı hizmet birimleri kurulmadı, yerli aşı üretil(E)medi, dışalım (ithal) aşı Türkiye’ye çok yetersiz miktarda getirilebildi. Gıdım gıdım getirildi, çünkü o denli ödeme yapılabildi Çin’li SİNOVAC firmasına. Çin’den getirilen aşının etkinlik oranı %50 sınırında. Yaygın ve ciddi mutasyonlar sonrası ne düzeyde, bilemiyoruz. Oysa bu amaçla Sağlık Bakanlığının sero-epidemiyolojik bilimsel araştırmalar yapması gerekirdi. Birinci Basamak sağlık hizmetlerindeki ağır ve ciddi eksiklikler giderilmedi. Gerekli sağlık emekçisi ataması yapılmadı. Okullar için yeter sayıda yeni öğretmen alınmadı, ancak 20 bin gibi cılız bir rakam ilan edildi. Okullarda altyapı iyileştirmeleri yapılmadı. Derslikler fiziksel korunma uzaklığı gözetilerek genişletilmedi, çoğaltılmadı. Türkiye’de hala 2’li eğitim %25’ler düzeyinde. Köy okullarında hala, utandırıcı biçimde “karma sınıf” uygulaması sonlandırılamadı. 1 milyon 259 bin öğretmenin aşılanmasına çok erken başlanması gerekiyordu, bu da yapılmadı. Dolayısıyla yeni bir kasırga endişesi taşıyoruz ciddi ciddi.”

Türkiye’de geçen yıl 11 Mayıs sonrasında erkenden gevşemeye, gerçekte kabak çiçeği gibi açılmaya gidildiğini ve tüm illerde vaka sayılarında ciddi artış yaşandığını kaydeden Saltık,

  • “Yaz aylarından sonra özellikle sonbahar – kışta salgın yeniden tepe yaparak büyük bir kasırgaya dönüştü. Şimdi var olan mutasyon varyantları ile çok daha büyük bir kasırga ile karşı karşıya kalabiliriz.

Dört haftalık tam bir kapanma sağlanmaz ise salgının önüne geçilemez

Gerekli aşının sağlanması ve çok iyi hazırlık ile, adeta seferberlik ilanı ile dört hafta içinde nüfusun 18 yaş üstü bölümünün aşılanması gerekiyor. Bu nüfus 70 milyon (18+ yaş), yaklaşık ve çok iyimser 10 milyon nüfus aşılandı ise, kalan 60 milyon nüfusun 120 milyon doz aşı sağlanarak hızla aşılanması gerek. Kapsamlı, ulusal ölçekte, olağandışı disiplinle ön hazırlıklar hızla tamamlanarak, büyük aşılama ekipleri ve istasyonları oluşturularak, buralarda ve evlerde 4 haftalık kapatmanın ilk 1-2 haftası içinde ilk doz, 3.-4. haftası içinde 2. doz aşı yapılmalı ve 4. hafta sonunda gıdım gıdım gevşeme planlanmalıdır.

Aşıların mutant virüsler üzerindeki etkisinin azalması gibi bir sorunla da karşı karşıyayız. Bu ve benzeri nedenlerle beklenen olası bir kasırgasının önüne geçilmesi için,

tam aşılama ile birleşik 4 haftalık tam kapanma zorunlu görünüyor..

biçiminde konuştu.

Türkiye’nin kısa sürede aşılamada hedef kitleye ulaşarak ve öbür tamamlayıcı önlemlerle salgını sönümlendirememesi ya da denetim altına alamaması durumunda, bu yıl da turizm gelirlerinden yoksun kalabileceği uyarısı yapan Saltık, “Türkiye’de geçen yıl turizm gelirleri %80 düştü. Cari açığın azaltılmasında, dış ticaretin finansmanında, dış borç ödemede Türkiye’nin en önemli döviz girdisi olan turizm sektörünün bir kez daha sekteye uğraması, ekonominin belini büker, Türkiye’nin de!”

  • “Bütün bu zorunluluklar düşünülerek,
  • çok kapsamlı aşılama ile birleştirilmiş 4 hafta süreli tam bir kapanmanın zorunlu – kaçınılmaz olduğunu düşünüyoruz.” ifadeleri kullandı.
    =================
    ANAYURT, 03 Mart 2021, yayınlandı (muhabir Uğur Duyan)
    ansayfa : https://anayurtgazetesi.com/egazete/2021-3-3/1.jpg
    ve devamı sayfa 3’te https://anayurtgazetesi.com/egazete/2021-3-3/3.jpg

 

 

 

 

HALK TV Programımız – 23 Şubat 2021

Dostlar,

23 Şubat 2021 Salı günü sabah saat 10:30’da, HALK TV’de Sn. Eylül Han TEZEL’in
konuğu olacağız..

Türkiye, 11 Mayıs 2020’de, salgının 60. gününde, adeta çok erken doğum ya da düşük yaparcasına AÇILIM – SAÇILIM serüvenine kapıldı ve bedelini, ne yazık ki kezlerce uyardığımız gibi sonbahar – kışta KASIRGA olarak ödedik..

Okullarımız kapalıydı ama bir akıl tutulmasıyla (!) kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtık! (Gerçekte şaşıracak hiçbir şey yok : AKP = RTE Türkiye’yi bir A.Ş. gibi görüyor!)

Bu “kasırga” çoook farklı anlam ve boyut taşımakta..
Bedeli çok ağır :

1. Önlenebilecek iken (çoğu), masum insanların (binlerce!) salgına kurban verilmesi
2. Önlenebilecek iken (çoğu), masum insanların (binlerce!) salgında hastalanması
3. Muazzam boyutlarda ekonomik yitikler
4. Toplumsal dokuda çok yönlü ağır zedelenmeler (travmalar), yılgınlık…  

Bunları irdelemeye ve Epidemiyolojik çözüm önerileri sunmaya çabalayacağız..
Verili koşullarda 2. bir faciaya / salgının denetimden çıkmasına dayancımız yok!

  • Halk sağlığı ile kumar oynanamaz!
  • Deneme – yanılma ile salgın yönetilemez!

    Bilgi ve ilginize sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 22 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

TV 35 Programımız – 22 Şubat 2021

Dostlar,

22 Şubat Pazartesi sabah saat 08:30’da,
TV 35’in konuğu olacağız.. /
OLDUK..

Programı kaçıranlar için : https://youtu.be/0HRkzM3iBRw 

Ege Bölgesi’nin, İzmir’in en çok izlendiği bize aktarılan ve internet ve uydu üzerinden yayın yapan bir yayın organı..

Türkiye, ne yazık ki, 1 kez daha açılım – saçılım histerisine kaptırdı kendisini..

Siyaset kurumu salgın sorununu bilimsel akılcılıkla ve kesinkes YAŞAM HAKKINI MERKEZE KOYARAK, DSÖ Genel Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un gırtlağını parçalarcasına haykırdığı üzere, “sağlığı seçin, sağlığı seçin, sağlığı seçin!” (choose health, choose health, choose health), yani “sermayeyi değil!” çağrısına uyarak yönetmek zorunda ve toplumu da böyle yönlendirmek zorunda iken, popülist seçimlerle büyük ve ürkünç (vahim), kritik hatalar yapabiliyor..

11 Mayıs 2020’de, geçen yıl yaptığı gibi.. Okulları kapalı iken kapitalizmin tapınakları AVM’leri acul bir öncelikle açarak..

Lütfen anımsayalım, 11 Mart 2020’de DSÖ, “Bu bir küresel salgın = Pandemidir!” dediği gün, Türkiye de ilk kovit-19 olgusunu ilan etmek zorunda kalmıştı.. Öyle ya, tüm dünyada salgın var, ama Türkiye bundan bağışık!? Nasıl, hangi kanıtlarla savunacaktınız??
***
Şimdilerde, günlük hasta – ölüm verileri, tüm makyajlamalara = olduğunun yaklaşık 1/3’ü düzeyinde gösterme kurnazlıklarına karşın, Nisan 2020 ortasında yaşanan ilk tepe atakta kaydedilen sayılardan fazla!

  • 20 Şubat 2021 günü : 07.857 PCR(+) yeni tanı, 635 belirti veren hasta ve 80 ölüm!

11 Mayıs hovardalığı yapılmasın diye epey feryat etmiştik..

  • “Sonbahar – kışta bir kasırga yaşarız, salgın denetimden çıkar… çok sayıda masum insanımız ölür!!…”

diye çığlıklar atmıştık.. Ne yazık ki böyle de oldu, günlük hasta sayısı 30 bini, günlük ölümler 250’yi aştı (yine de makyajlı veriler!).. Eylül’de yoğun bakımlar dolduğunda “hasta seçmek” zorunda kaldık, çok sayıda hastamıza yoğun bakım hizmeti veremedik ve yaşamlarını yitirdiler.

Bu acı gerçekler kamuoyuna ne yazık ki yansıtılmadı.. Yandaş – kiralık – satılık kalemler zerrece utanmadan, vicdanları sızlamadan, “salgınla savaşımın başarı ile yürütüldüğü” haberlerini servis ederek, toplumun gerçeklik algısını çarpıttılar.. Oysa ödenen bedel, dinsel değerleri alçakça sömüren “dinci tayfa” nın ölçüsüz bir ikiyüzlülükle “eşref-i mahlukat” dediği, “yaratılmışların en şereflisi” masum insanların yaşam hakkı idi!

  • AKP = RTE, onbinlerce masum insanın salgına kurban edildiği bir ulusal faciadan bile, siyasal başarı öyküsü çıkarabilme peşinde idiler, tüm insani değerler ayaklar altında iken!

En az, en az yarısı belki 2/3’ü önlenebilecek iken, bu “katil politikalar” ve onları güden politik öznelerce salgında feda edildi, kurban edildi; başta sermayenin çıkarları uğruna!

Yeni bir “serüven”, çok tehlikeli macera eşiğindeyiz.
Popülist yaklaşımla “gevşeyip”, yeni bir dalga yükselmesi ile yüzleşip, “olmadı, yeniden sıkılayacağız” mı diyeceğiz? Şimdiye dek hiç TAM KAPATMA uygulamadı Türkiye!?

Deneme – yanılma ile salgın yönetilebilir mi?

Yoksa;

1. Yüksek yetenekli Epidemiyolojik – Matematik modellemelerle bilimsel öngörülere mi dayanılır, nerededir bu yöntemler ve bilgisayar benzeşimleri (simülasyonları)
2. Her durumda, kumar oynamak yerine en üst düzeyde, evrensel nitelikte “bilimsel özenlilik” (scientific precautionary) ilkesine mi bağlı kalınır??

Türkiye’de salgını Halk Sağlığı ve onun alt dalı Epidemiyoloji Bilimi değil, siyasetçiler yönetmekte (!).

Salgın yönetimi için Ulusal Kurumlaşma (National Institutionalisation) yok!
Refik Saydam Ulusal Halk Sağlığı Kurumu / Enstitüsü‘nü AKP, 2011’de kapattı. Üniversiteler zerre kadar özerk değiller… “Bilim Kurulu” görüntüyü kurtarmalık, vitrinlik, siyasetin güdümünde bir “Kurul”, özerk – bilimsel KuruM ve kurumlaşma yokluğunun çok acı bedellerini ödemekteyiz..

Bu sorunları ve çözüm önerilerimizi ülkemizin gündemine sunmak istiyoruz, bıkıp usanmadan yılmadan, 23 Mart 2020’den bu yana, 11 ayda 246 konuşma yaptık TV’lerde, sanal ortamlarda.. Yarın sabah TV 35’te 247 ncisini sunacağız siyasetçinin, halkımızın bilincine ve vicdanına.

tv35.co” adresi üzerinden yayın izlenebilecektir.

İlgi ve bilginize saygı ile sunarız.

Sevgi ve saygı ile. 21 Şubat 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

1. Açılım – Saçılım Serüveninden 2. Açılım – Saçılım Histerisine..

11 Mayıs 2020; 1. Açılım – Saçılım Serüveni
01 Mart 2021; 2. Açılım – Saçılım Histerisi


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Halk Sağlığı Uzmanı, Sağlık Hukuku Uzmanı,
Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

1. Açılım – Saçılım Serüveninden 2. Açılım – Saçılım Histerisine..

Türkiye, ne yazık ki, 1 kez daha açılım – saçılım histerisine kaptırdı kendisini..

Siyaset kurumu salgın sorununu bilimsel akılcılıkla ve kesinkes YAŞAM HAKKINI MERKEZE KOYARAK, DSÖ Genel Başkanı Dr. T. A. Gebreyesus’un gırtlağını parçalarcasına haykırdığı üzere, “sağlığı seçin, sağlığı seçin, sağlığı seçin!” (choose health, choose health, please choose health!), yani “sermayeyi değil!” çağrısına uyarak yönetmek zorunda ve toplumu da böyle yönlendirmek zorunda iken, popülist seçimlerle büyük ve ürkünç (vahim), kritik hatalar yapabiliyor..

11 Mayıs 2020’de, geçen yıl yaptığı gibi.. Okulları kapalı iken kapitalizmin tapınakları AVM’leri acul bir öncelikle açarak..

Lütfen anımsayalım; 11 Mart 2020’de DSÖ, “Bu bir küresel salgın = Pandemidir!” dediği gün, Türkiye de ilk kovit-19 olgusunu ilan etmek zorunda kalmıştı.. Öyle ya, tüm dünyada salgın var, ama Türkiye bundan bağışık!? Nasıl, hangi kanıtlarla savunacaktınız??
***
Şimdilerde, günlük hasta – ölüm verileri, tüm makyajlamalara = olduğunun yaklaşık 1/3’ü düzeyinde gösterme kurnazlıklarına karşın, Nisan 2020 ortasında yaşanan ilk tepe atakta kaydedilen sayılardan fazla!

  • 20 Şubat 2021 günü : 07.857 PCR(+) yeni tanı, 635 belirti veren hasta ve 80 ölüm!

11 Mayıs 2020 hovardalığı yapılmasın diye epey feryat etmiştik..

  • “Sonbahar – kışta bir kasırga yaşarız, salgın denetimden çıkar…
    çok sayıda masum insanımız ölür!!…”

diye çığlıklar atmıştık.. Ne yazık ki böyle de oldu, günlük hasta sayısı 30 bini, günlük ölümler 250’yi aştı (yine de makyajlı veriler!).. Eylül’de yoğun bakımlar dolduğunda “hasta seçmek” zorunda kaldık, çok sayıda hastamıza yoğun bakım hizmeti veremedik ve yaşamlarını yitirdiler.

Bu acı gerçekler kamuoyuna ne yazık ki yansıtılmadı.. Yandaş – kiralık – satılık kalemler zerrece utanmadan, vicdanları sızlamadan, “salgınla savaşımın başarı ile yürütüldüğü” haberlerini servis ederek, toplumun gerçeklik algısını çarpıttılar.. Oysa ödenen bedel, dinsel değerleri alçakça sömüren “dinci tayfa” nın ölçüsüz bir ikiyüzlülükle “eşref-i mahlukat” dediği, “yaratılmışların
en şereflisi” masum insanların yaşam hakkı idi!

  • AKP = RTE, onbinlerce masum insanın salgına kurban edildiği bir ulusal faciadan bile, siyasal başarı öyküsü çıkarabilme peşinde idiler, tüm insani değerler ayaklar altında iken!

En az, en az yarısı belki 2/3’ü önlenebilecek iken, bu “katil politikalar” ve onları güden
politik öznelerce salgında feda edildi, kurban edildi; başta sermayenin çıkarları uğruna!

Yeni bir “serüven”, çok tehlikeli macera eşiğindeyiz.
Popülist yaklaşımla “gevşeyip”, yeni bir dalga yükselmesi ile yüzleşip, “olmadı, yeniden sıkılayacağız” mı diyeceğiz?

Şimdiye dek neden hiç TAM KAPATMA uygulanmadı Türkiye’de!?

Deneme – yanılma ile salgın yönetilebilir mi?

Yoksa;

  1. Yüksek yetenekli Epidemiyolojik – Matematik modellemelerle bilimsel öngörülere mi dayanılır, nerededir bu yöntemler ve bilgisayar benzeşimleri (simülasyonları)
  2. Her durumda, kumar oynamak yerine en üst düzeyde, evrensel nitelikte “bilimsel özenlilik(scientific precautionary) ilkesine mi bağlı kalınır??

Türkiye’de salgını Halk Sağlığı ve onun alt dalı Epidemiyoloji Bilimi değil, siyasetçiler yönetmekte ne yazık ki (!)..

Salgın yönetimi için Ulusal Kurumlaşma (National Institutionalisation) yok!

Refik Saydam Ulusal Halk Sağlığı Kurumu / Enstitüsü
‘nü AKP, 2011’de kapattı.

Üniversiteler zerre kadar özerk değiller…

“Bilim Kurulu” görüntüyü kurtarmalık, vitrinlik, siyasetin güdümünde bir “Kurul”.

Özerk – bilimsel KuruM ve kurumlaşma yokluğunun çok acı bedellerini ödemekteyiz..

Salgın en önemli sorunlarımızdan ve gündemden dışlanmamalı

Bilimsel – insandan yana çözümler yaşama geçirilmeli..

Bıkıp usanmadan yılmadan, 23 Mart 2020’den bu yana, 11 ayda 246 konuşma yaptık TV’lerde, sanal ortamlarda.

Yüzeysel önlemlerle salgını sönümlendiremedik. Zaman aleyhimize işliyor;
– mutasyonlar,
– aşıya direnç,
– halkın sabrının tükenmesi,
– çok ağırlaşan ekonomik fatura,
– başta gıda yetersizliği olmak üzere uzayan bunalıma ikincil sorunlar..
– En önemlisi de her geçen gün artan ölümler… toplumsal psikoloji için ağır ve çok yönlü zedelenmeler (travma).

  • Bu nedenlerle daha köktenci önlemler zorunlu.

Türkiye / AKP iktidarı hiç “tam kapanma” ya başvurmadı! Niçin??

Oysa pek çok ülke 3-4 kez ve örneğin Almanya halen süren sonkinde 2 ayı aşan süre bu aracı kullanmak zorunda kaldı.

  • Türkiye de 2-4 hafta, stratejik sektörler dışında %95’lere varan oranda çok sıkı kapanma (lockdown) uygulamasına mahkum.
  • Bu Epidemiyolojik silah kullanılmadıkça salgını denetim altına almamız çok güç hatta olanaklı değil.

11+ aylık deneyim bu yargımızın kanıtı.
Daha çok ayak sürümeden bu yola başvuralım, aşılamayı olabildiğince yaygınlaştıralım ve 2-4 hafta sonunda gıdım gıdım gevşeyerek salgınla başetmeye çalışalım.


Sevgi ve saygı ile. 22 Şubat 2021, Ankara

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

Prof. Dr. Saltık:
Bu koşullarda okulların açılması facia olur

Okulların 15 Şubat’ta açılması tartışmalarına ilişkin bianet’e konuşan Prof. Dr. Ahmet Saltık, “Türkiye, ‘11 Mayıs skandalı‘nı yaşadı, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 8 Aralık 2020’de 33 bin 198’e yükselen günlük Covid-19 vaka sayısı, tedbirlerin etkisini göstermesiyle 1 Ocak’ta 12 bin 203’e düştü.

10 Ocak’ta 9 bin 138, 20 Ocak’ta 6 bin 435 olarak kayıtlara geçen vaka sayısı, 25 Ocak’ta da 5 bin 642’ye indi.

Vakalarda yaşanan bu düşüşün hemen ardından Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 15 Şubat’ta okulların yüz yüze eğitime geçeceğini duyurdu.

Fakat bu açıklamanın üstünden çok geçmeden vakalar yeniden 7 binlere yükseldi.  26 Ocak’ta 7 bin 103, 27 Ocak’ta 7 bin 489, 28 Ocak’ta 7 bin 279 olan vakalar ve dün ise 6 bin 652 olarak açıklandı.

Peki, vakalar yeniden artıştayken, öğretmenler ve diğer eğitim çalışanları henüz aşılanmamışken okullar açılabilir mi, ne gibi riskler barındırıyor, bu koşullarda okullar açılırsa karşılaşacağımız tablo ne olur?

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. Ahmet Saltıkbianet’in sorularını yanıtladı.

Okulların açılmasıyla birlikte öğretmen, öğrenci, veliler ve öbür eğitim çalışanlarıyla birlikte 30 milyonluk bir nüfusun yerinden oynatılacağını belirten Saltık, “11 Mayıs sakandalı”nı yaşadı Türkiye, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Saltık, öğretmenler aşılansa bile riskin ortadan kalkmadığını belirtti ve ikinci dönem de eğitime uzaktan devam edilmesi gerektiğini söyledi.

“30 milyonluk bir nüfus hareketlenecek”

Vaka sayısı yeniden günlük 7 binlere yükseldi, mutasyonlu virüs de gündemde; bu durumda okullar yüz yüze eğitime başlayabilir mi?

Bu küresel bir sorun, dolayısıyla Covid-19 salgınını salt Türkiye’de alınacak önlemlerle yenmenin olanağının olmadığının altını en başta çizmek isterim. Sıkı bir küresel dayanışmayı ve uluslararası toplumun birbirine el vermesini gerektiriyor. Başından beri bu dayanışmaya dikkat çekmiştik. Birleşmiş Milletler’in kuruluşunun 75. yılında yani 24 Ekim 2020’de BM’nin çağrısıyla DSÖ işbirliğiyle 2-4 haftalık eşzamanlı bir küresel kapanmanın yaşama geçirilmesini önermiştik. Bu önerimiz hala geçerlidir ve düne göre daha çok gündemdedir.

15 Şubat’ta okulların açılmasına gelecek olursak: Bu koşullarda okulların açılması bir facia olur! Bir milyon yüz bine yakın öğretmen henüz hiç aşılanmadı. Lise, ortaokul, ilk öğretim ve okul öncesi eğitim dahil 18 milyon öğrenci bulunuyor, öğretmenlerle ve öbür çalışanlarla birlikte bu sayı 20 milyona ulaşıyor. Okullarda çalışan temizlik, kantin, güvenlik, servis ve öteki görevlilerle çocuklarına yer yer eşlik eden anne babalar da dikkate alındığında neredeyse 30 milyonluk dev bir nüfusun yerinden oynatılması anlamına geliyor.

30 milyonluk kitle Türkiye nüfusunun üçte biri. Salgın yönetimi insanlar arası temasın en aza indirilmesine dayanır, altın kural budur. Oysa biz bu yaklaşımla okulları yüz yüze eğitime açarsak, bunun tersini yapmış oluyoruz. Yani 15 Şubat’ta üniversite öncesi okulları açacak olursak 30 milyonluk dev bir kitleyi hareketlendirmiş oluruz.

TIKLAYIN-“Öğretmenler şimdi aşılansa en az 45 gün sonra bağışıklık oluşuyor”

Çocukların bulaştırıcılığı daha fazla”

Çocukların virüsü bulaştırma oranı da oldukça tartışıldı, virüsü bulaştırma oranları nedir?

Bir Bilim Kurulu üyesinin çocukların bulaşın yayılmasında rolü olmadığı yönünde bir açıklamasını okudum. Tersi yönde çok sayıda bilimsel yayın var. Bu görüş uç bir görüş, tersine, çocukların hastalığın yayılmasında en temel taşıyıcı risk kümesi olduğunu ortaya koyuyor yayınlar.

0-18 yaş arası çocukların Türkiye’de dünyada aşılanması en azından şimdilik söz konusu değil, geliştirilen aşılar 18 yaş üstü erişkinler için. Yalnızca İngiltere’de 16-18 yaş arası çocuklar aşılanıyor. Türkiye’de bu çocuklar aşısız, dolayısıyla bulaşı (enfeksiyonu) rahatlıkla alabilecek, ayakta geçirebilecek, en tehlikelisi yayabilecek tehlikeli bir durumda olacaklar. Okuldan eve, evden okula taşıyıcı olacaklar.

Ayrıca bir başka sakınca okulların mekan olarak hazırlanmamış olması. 18 milyon öğrencinin tümünün aynı anda okullara taşınması düşünülmüyor başlangıçta. Sınırlı sayıda, aşamalı bir açılma düşünülüyor ama bunun için de koşullar yok. Çocuklar için 1,5 metreden daha fazla sağ-sol-ön-arka uzaklık gerek, bunun 2 metre gibi olması gerekiyor. Bu da 16 metrekareye bir çocuğun düşmesi gerektiği anlamına geliyor.

Çocuklar koşuyor, hareketliler, bağırarak konuşuyorlar, virüsü taşıyorlarsa ortalama bir erişkine göre çok daha fazla bulaştırıcı olabiliyorlar.

TIKLAYIN-2020: Eğitim hiç bu kadar “uzak” olmadı

“Yeniden 11 Mayıs’ı yaşarız”

Okullar açıldığı takdirde tablo ne olur?

Son rakamlar 5-7 bin / gün yeni olgu aralığında kilitlendi, son günlerde artışla yeniden 7 binlere ulaştı. Salgın eğrisinin Türkiye’de ve dünyada nasıl davranacağını öngörmek çok güç. Türkiye’de 11 Mart 2020’de ilk olgu duyurulmuştu, DSÖ ‘bu bir pandemidir’ dediği gün açıklanmıştı, yani daha önce saklanmıştı. Karşımızda saydam olmayan ve güven vermeyen bir yönetim var. Dolayısıyla verilerin güvenilirliği hala tartışmalı.

Günlük 7 bin dolaylarında belirtilen olgu sayıları ve ölü sayıları hala kuşkulu, belki de ölümler 3 katı!? Geçtiğimiz yıl nisan ortalarında salgın tepe yaptığında yaklaşık 5 bin dolayında günlük olgumuz vardı, bir günde en çok 125 kişi ölmüştü. Şu an o tepe değerlerinin çok üstündeyiz ama o dönemde aldığımız önlemlerden çok daha gevşek önlemlerle salgınla başetmeye çalışıyoruz.

Üstelik “11 Mayıs skandalı”nı yaşadı Türkiye, “salgını hallettik” hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı Türkiye. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız!

TIKLAYIN-Okulların açılması için 9 şart

“Açılma ölçülerini sağlamıyoruz”

Peki hangi durumda okullar açılabilir?

Önceki gün, Bilim Kurulu’nun öğretmenlerin aşılaması bitmeden okulların açılmaması gerektiğini belirttiğini, 15 Mart’ı işaret ettiğini öğrendim. Bu kararı sevinçle karşıladım.

Okulların açılabilmesi için Epidemiyolojide bildiğimiz birtakım ölçütler var. Bunların en başında R0 değeri geliyor, yani bulaştırıcılık katsayısı. Bu değerin toplumda salgının denetim altına alınıp alınmadığını anlamak için büyük önemi var. Salgın eğrisinin aşağı doğru indiğini anlayabilmek için bu katsayının 1’in altında olması gerekiyor. Şu sıralar 1’in üzerinde, çünkü günlük yeni olgu sayıları artıyor. Ama Sağlık Bakanlığı bu değeri açıklamıyor, gerçekte Bilim Kurumunun konuşması gerekirken siyaset kurumu konuşuyor! R0 değerinin 1’in altına indiğini ve en az 4 hafta aşağı doğru gittiğini, kalıcı olduğunu görmek gerekiyor.

Öte yandan, okul servislerine %50 oranında öğrenci koyup seyrelterek taşıyabilecek misiniz, bunu nasıl finanse edeceksiniz? Okullarda havalandırma ve hijyen koşulları yeterince sağlanmış değil. Bir de hastalığın insidens hızı var dikkate alınması gereken. Yani her gün kaç yeni olgu tanısı koyuyorsunuz? Yüz bin kişide 1’in altına düşmesi gerekiyor bu hızın. Yüz binde bir, milyonda 10 demektir, 90 milyon nüfusta en çok 900 /gün yeni tanı demektir.

Yani Türkiye’de her gün, çok sıkı izleme ile 900’ün altında yeni olgu yakalama gerekliği var. Sağlık Bakanlığı bunu sağladık diyebilir; ama dün 7 bin dolayında PCR pozitif insan (olgu, vaka, hasta) vardı; buna karşılık 700 dolayında “belirti veren hasta” ilan edildi. Böylelikle o ölçütü sağladık diyebilir ama bu yanlış. Çünkü yüz binde 1’in altında olması gereken PCR testi pozitif olanların oranıdır. Sağlık Bakanlığı’nın uydurmasıyla ‘PCR pozitif ama yalnızca belirti verenleri hasta kabul ediyorum’ saçmalığı dünyanın hiçbir yerinde yok. Dolayısıyla okulların açılması bakımından bu ölçütü de sağlayamıyoruz.

Bir başka ölçüt de ölümler! Ölümlerin genel olarak günde 10’ların altına inmesi beklenir ki, okulların açılabilmesi düşünülebilsin. Son “resmi” veriler 130’un üstünde!

Ve virüste yaygın mutasyonlar… İngiltere’de, Güney Afrika’da ve Brezilya’ da 3 farklı mutant tip söz konusu ve bunlar Türkiye’de de görüldü. Dünyada 70 ülkeye yayılmış durumda! ABD’nin CDC Başkanı, on gün kadar önce yaptığı açıklamada, ‘Mart ayında ABD’de dolaşan baskın virüs tipinin İngiltere’deki mutant tip olacağından endişe ediyoruz’ dedi. Bu durum nasıl olumsuz sonuçlar getirir; aşıların etkinliğini azaltabilir, kullanılan ilaçların etkinliği azaltabilir, mutasyon geçiren virüsün bulaştırıcılığı %70 dolayında artabilir, mutant virüsün öldürücülüğü %30 daha çok olabilir! Bunların hepsini bir arada düşündüğümüzde okulların açılmasının koşullarının olmadığını net bir biçimde görüyoruz.

TIKLAYIN-“Çocuklar internet için çatıya çıkıyor”

“Öğretmenlerin aşısı 15 Mart’ta ancak biter”

Aşılamada öğretmenler 2. küme 7. sırada yer alıyor. Bu durumda öğretmenler ne zaman aşılanacak ve ne zaman bağışıklık kazanmış olacaklar?

Türkiye’de kullanılan Çin kökenli Coronavac aşısında 2 doz arasında 2 hafta ara verilerek denemeler yapıldı. Aşının sağlayacağı bağışıklık oranları bu plana göre verildi. Ancak Türkiye aşı sağlamadaki güçlükler nedeniyle 2 haftalık arayı 4 haftaya çıkardı. Bu Epidemiyolojik değil politik – yönetsel bir seçim. Gelen her aşı partisinin en az 2 hafta süren biyogüvenlik testlerinden geçirilmesi gerekiyor. Her parti aşı geldikten 2 hafta sonra kullanılabileceğini hiç unutmamak gerekiyor. Bu nedenle, yineleyelim; 4 haftalık ara kararı yönetsel bir karardır, Epidemiyolojik temelli bilimsel bir karar değildir ve aşı ile elde edebilecek bağışıklığın azalmasına yol açabilir.

Dolayısıyla 4 hafta ara ile uygularsanız, bu ara ayrıca uzamazsa, 2. aşıdan da 15 gün sonra beklenen bağışıklık elde edilebiliyor. Yani aşının sağlayabileceği kadar bir bağışıklık düzeyi. Bu oran Türkiye’de %91 ilan edildi ama bu oranın hiçbir bilimsel geçerliliği yok, gerçeği bilmiyoruz. Brezilya, Şili, Türkiye ve Endonezya’da yürütülen Evre-3 çalışmalarının ara raporlarından çıkan sonuçlara göre; iyimser olarak %70 dersek koruyuculuğuna; bir milyon öğretmenin tümünün uygun zaman aralıklarıyla aşılanması durumunda, bu gün aşılanmaya başlansa bir buçuk ay sonra, yani 15 Mart’ta bir milyon öğretmeni iki tur aşılamış olacak ve ancak 700 binini, yaklaşık 2/3’ünü bağışıklamış olacaksınız!

Çin kökenli aşının bağışıklık oranı en iyi olasılıkla %70, ancak aşının gerçek anlamda koruyuculuk oranını Türkiye’de bilmiyoruz. Bu nedenle, aşılanan insanlarda bağışıklığın ne ölçüde geliştiği de bilimsel çalışmalarla ortaya konmalı. Gerçek gerçek Biyolojik koruyuculuk oranının yaygın aşılama sonrası belirlenmesi gerekiyor, bundan sonra salgın yönetiminde aşılama politikaları başlıca bu bilgiye dayanacak.

TIKLAYIN-“Okullar açılırsa vaka sayılarında ciddi artış olabilir”

“Son veriler nisandaki tepe değerlerini aşıyor”

Peki, öğretmenler ve eğitim alanındaki tüm çalışanlar aşılanınca ‘okullar açılabilir’ diyebilecek miyiz?

Aşı olmak bulaş zincirini tümüyle kırmıyor!
Yani aşılansanız da belli oranlarda korunur, hastalığa yakalanır ama belirtisiz – hafif – ayakta geçirirsiniz, dolayısıyla bulaştırmayı sürdürebilirsiniz. Aşılamadaki temel amaç bulaşıcılığı azaltmak olmalıydı ama eldeki aşılar, hastalığa yakalananların hastalığı geçirme derecesini belirliyor. Türkiye için aşıyla korunma gücünü %70 düşündüğümüzde, aşı yapılan her 100 insandan 30’u yine hastalığa açık, korunamayacak, yakalanabilecek. Aşılı olup hastalananlar ise hafif geçirebilecek, yani aşı hastalığın ağır geçirilmesini ve ölümleri yüksek oranda engelleyecek.

Dolayısıyla “öğretmenleri aşıladım” demek yetmeyecek. İkinci bir “11 Mayıs faciası” yaşamayalım. 11 Mayıs’ta AVM’leri açarken Türkiye’nin günde 30 bin hastayı, binleri aşan günlük ölümleri deneyimleyeceğini kimse öngöremedi ama bu oldu, yine olabilir! Biz uyarmıştık, “.. böyle giderse Türkiye’yi bir kasırga bekliyor..” diye çok kez yazıp söyledik. O fırtınalar ne yazık ki gerçek oldu ve hala da dinmedi. Son veriler, nisan ortası tepe değerlerini aşıyor.

Bu nedenlerle Epidemiyolojik bilimsel kuralları uygulayarak gitmemiz gerekiyor.

  • Türkiye’de hala 2-4 hafta arası kapanma zorunluğu açıkça karşımızda duruyor.

İktidar, pansuman önlemlerle, kolonlardaki çatlakları sıvayarak salgını savuşturmaya çalışıyor. Bu insanlığa karşı bir suç, asla kabul edilemez ve sürdürülemez!

TIKLAYIN-Okulları açmak için yeterince kontrollü ve güvende miyiz?

“Bu dönem de uzaktan eğitim devam etmeli”

Son olarak bugün eğitimde yaşanan bu sorunların önümüzdeki yıllarda başka bir halk sağlığı sorununa dönüşmemesi için ne yapmak gerekiyor?

Salgınlar çok özel, olağanüstü durumlardır. 1918’de çıkan İspanyol gribi salgını 4 yıl sürmüştü, 50 milyonu aşkın insanın ölümüne yol açmıştı. Şu an ölümler İspanyol gribi ile karşılaştıramayacak ölçüde. İlk yıl sonunda 2 milyonun biraz üstünde, olgular da yüz milyonu geçti. Sağduyulu olmalıyız, dünyadan da örneklere baktığımda bu yarıyılın böyle kapanması, fiziksel karşılaşmanın düşünülmemesi gerekiyor.

– Uzaktan eğitimin altyapısı iyileştirilmeli,
– fırsat eşitsizlikleri hızla giderilmeli,
– yoksul ailelerin çocuklarına bilgisayar ve internet erişimleri sağlanmalı,
– öğretmenlerin sanal ortam eğitim – öğretim becerileri geliştirilmeli,
– yazılımların yetenekleri daha da artırılmalı…

Bu yarıyıl böyle “uzaktan” gitmesi gerektiğini düşünüyor pek çok uzman, ben de öyle.

Yazın salgın hızını yitirirse, o zaman telafi kursları düşünülebilir.
Toplumların yaşamında böyle olağanüstü durumlar olabilir, ağır bedeller ödetir bunlara katlanmak gerekir kimi kez.

Benzer afetleri yaşamamak için de tüm dünyada yaşam biçimini, çevre ile ilişkileri köktenci biçimde iyileştirmek zorunlu. (RT)

KOVİT-19 SALGINI, MEVSİMSEL GRİP ve AŞI SORUNU

KOVİT-19 SALGINI,
MEVSİMSEL GRİP ve AŞI SORUNU

BİRGÜN‘de yayınlanan makalemiz…

Küresel salgın şiddetlenerek sürüyor. Salgın yönetiminde ciddi hatalar yapıldı ve ilk dalgası 2019 Aralık sonunda başlayan KOVİT-19 tüm dünyaya yayıldı. Örn. ABD – Trump sorunu ciddiye almadı ve ekonominin çarklarının dönmesini = kapitalizmin tunç yasasının işlemesini yeğledi : Her durumda en çok kâr! Avrupa’da da benzer tablo yaşandı. İtalya, yanıp kavrulana dek ekonomiyi kapatmadı, sonunda %95 oranında kapatma uyguladı ama geç kalmıştı. İngiltere ve İsveç, hastalığın hızla yayılmasını, toplumda bağışıklık gelişmesini ve salgını birkaç haftada söndürmeyi hedeflediler; yanıldılar ve çok ağır bedel ödediler, ödemekteler. Gerçekte bedeli emekçiler ödedi; canlarıyla, genç yaşlarda yaşamdan kopartılarak, işsiz bırakılarak.. NewYork sokaklarında, otoparklarda cenazeleri yerlere saçıldı.

Türkiye de benzer yolu seçti, yeter hazırlığı yap(a)madı, hastalığı gecikerek kabul etti, 2 ay sonra kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı. Türkiye’yi bir A.Ş. gibi yönetmek istediğini kezlerce belirten ve CEO rolüne soyunan Erdoğan’ın da yeğlemesi “önce insan”dan yana değildi. Kabak çiçeği gibi açıldık, “yeni normal” oldu “açılım – saçılım” ve şimdilerde, salgının Türkiye’de tepe yaptığı Nisan’dan daha beteriz. Günlük olgu sayılarımızın, bize yakın nüfuslu Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya’dan çok eksik olması için hiçbir somut neden yok ama tersi için çok.. Dolayısıyla son birkaç gündür 2 binin üstünde duyurulan günlük yeni hasta sayısının önüne, “Fahrettin katsayısı” gereği bir “sıfır” eklemek gerekiyor..

Salgınının 10. ayı bitmek üzere ancak ufukta ne aşı var ne de etkili bir ilaç.
Ancak sonbahar – kışa giriyoruz, mevsimsel üst ve alt solunum yolları bulaşları (enfeksiyonları) kapıda. Grip her yıl milyonlarca insanı etkiliyor ve 600 bin dolayında insanı yitiriyoruz Dünyada. Özellikle yaşlıları, kap – akciğer sorunu olanları. Grip aşısı yaklaşık %65 koruyucu. Aşı yaptıran her 3 insandan 1’i gene de gribe (influenzaya) yakalanıyor ama daha hafif geçiriyor. KOVİT-19 ve gribe aynı anda yakalanmak olası çünkü etken virüsler farklı ve bulaşma yolları aynı gibi. Birini geçirmek öbürüne direnç – bağışıklık sağlamıyor. Üstelik salt fiziksel muayene ile biz hekimlerin klinik ayrım yapması olanağı yok. Halkın da ayırdetmesi olanaksız. Dolayısıyla yüksek ateş, yaygın ağrılar, öksürük, genel durumda bozulma.. gibi bir tabloda yapılacak iş, gecikmeden hekime gitmek. Bizler ise ancak laboratuvar testleri ile ayrım yapabileceğiz. Dolayısıyla başvurular çok artarsa sağlık sistemi aşırı yüklenecek ve yetersizlik, gecikme.. doğabilecek. Bu arada sağlık giderleri de büyüyecek. Oysa SGK çok ağır bir akçalı (mali) bunalımda. Hastanelere geriödemeleri nasıl yapacak?

Bütün bunları öngörerek bizler Sağlık Bakanlığını özellikle grip/influenza ve zatürre aşıları için uyardık, zamanında dışalım bağlantılarının yapılması için. Gerçekte dünyada bu aşının üretimi yeterli düzeyde.

DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü), 10 yıl kadar önce ülkelerin nüfuslarının en az %75’inin girip aşısı olmasını sağlamasını istemişti. Bu rakam Türkiye için, KOVİT-19’un yarattığı ek riskler bir yana, 60+ milyondur (84 m Türkiye + 6 m Suriye – Irak ve kaçaklar..). Oysa Sağlık Bakanlığının açıklamasına göre yalnızca 1,3 m doz grip aşısı dışalımı (ithalatı) yapılabilmiştir. Arkasının gelebileceğine ilişkin netlik yoktur. Bakanlık, kendince ne zaman gerek duysa / SIKIŞSA, “görünür – görünmez ulusal çıkarları” anımsamakta (!) ya da “ticari sır” kalkanına sarılmaktadır. Her 2 gerekçe de akıl ve bilim dışıdır, tiraji – komiktir ve Şark kurnazlığı, dinci takiyye kokmaktadır.

ABD 2020-21 dönemi için 194-198 milyon doz influenza aşısı siparişi verdi ve şu ana dek gelen  139,4 milyon dozu dağıttı. ABD nüfusu 330 milyon. AB ülkelerinin verdiği siparişler nüfuslarına oranla % 20-40 arasında. Dünya genelinde dağıtım ise 11 Eylülden başlayarak en son 9 Ekim’de 523 milyon dozu aştı. Dağıtım haftalık olarak sürmekte ve daha da artacak. 1+ milyar doz sunum beklenir. Türkiye ise 523 milyon doz grip aşısından salt 1,3 milyon doz ile binde 2,5’ini alabilmiştir. Oysa nüfusumuz Dünya toplamının %1,15’idir. Sağlanan aşı son derece yetersiz olup mutlaka ve gecikmeden ek dışalım yapılmalıdır. Adil dağıtım – paylaşım kotasını aşmış değiliz. Bakanlık, 65+ yaş herkesin aşılanacağını açıkladı ancak TÜİK verisiyle bu ya diliminde 7,5 dolayında insanımız var. Kaldı ki, Grip aşısının 6 ay ya da 5 yaş üstü çocuklardan başlayarak, gebeliğin ilk 3 ayı dışında herkese yapılması gerekmektedir. Bu aşı çok ucuzdur, Bakanlık 73 TL fiyat koymuştur ki, dışalım bedeli bunun yarısı dolayında olabilir. 5 Dolar kabul edilse, ödenen bedel 6,5 milyon Dolardır ve ciddi bir tutar değildir. Aşılar kural olarak her yönüyle çok ekonomik, etkili ve güvenilir biyolojik ürünlerdir.

65+ yaş, değişik süreğen hastalığı olan.. uluslararası yazına (literatüre) göre grip aşısı yapılması öncelikle gereken insanlar bile, S. Bakanlığının akıl almaz ölçütleriyle dışlanmışlardır.

  • Aşılar yandaşlara, Saray’a mı ayrılacaktır? El altından karaborsası mı oluşturulacaktır?

AKP iktidarı tek 1 şeyi bile bu ülkede düzgün – akla/bilime uygun yap(a)mayacak mıdır?

Bu kışa, öncekilerden farklı olarak çoook ağır / zor koşullarda giriyoruz.
Ekonomi olağanüstü ağır hastadır. Fiilen %30’u aşan enflasyon sürmektedir.
İşsizlik hayal ötesi düzeylere ulaşmıştır.

“Askıda ekmek” uygulaması yüz karasıdır.
Aileler topluca intihar etmekte, iflas eden insanlar kendilerini yakmaktadır sokak ortasında.

ŞAHSIM” ise, aylığını, 3 asgari ücret zamla 88 bin TL’ye çıkarabilmektedir; bir yandan yoklukta Müslümana “sabır – dayanç” vaazları ile masal anlatılır ve damardan “Din” şırıngalanırken. Tıpkı Marx’ın uyardığı gibi : “Kapitalizm Dini bir afyon olarak kullanmaktadır.” Dinci kapitalist daha beterini yapmakta ama utanmadan “Marx, dinimize afyon dedi..” yalanını uydurabilmektedir.

Ne yapmalı???

KOVİT-19 aşısı için “1-2 ay içinde hazır” demişti Bakan Koca, 15 gün önce.. Halkı aldatmayalım, 2021 ilkbahar – yazında umut var ancak dağıtım ve üretim sorunları nedeniyle uzayacak. Hele döviz darlığı yüzünden Grip aşısında olduğu gibi bir skandal yaşanırsa ülkemizde, çok yazık olur. Mutlaka ek grip aşısı dışalımı yapılmalı ve riskli kümelere yaygın uygulanmalıdır.

Bu kış, ekonomik talan ve salgın yüzünden yaşanan çifte yoksullaşma nedeniyle Devlet, sosyal yardımları mutlaka ve sistemli olarak artırmak zorundadır.

  • Kamusal sağlık hizmetleri güçlendirilmeli, 1. Basamak ve
    KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİ KESİN BİR ÖNCELİK ALMALIDIR.

Sağlık çalışanlarının meslek hastalığı kabul edilmeli ve özlük hakları verilmelidir. En az yüz bin yeni sağlık çalışanı atanmalıdır. Şehir hastaneleri kamulaştırılmalı ve SAĞLIKTA DÖNÜŞÜM adı altında emperyalist dayatma durdurulmalıdır.

Dr. Refik Saydam Ulusal Koruyucu Sağlık Kurumu özerk olarak açılmalı ve salgın yönetimi bu Kuruma devredilmelidir.

Salgın verileri ulusal – uluslararası bağımsız uzmanlara açılmalı ve dürüstlükle halka, DSÖ’ne bildirilmelidir.

  • Türkiye 14 günlük bir kapatmaya zorunlu kalabilir, hazırlık yapılmalıdır.

Salgın yönetiminde öncelik sermayenin kârı değil, insan yaşamı olmalı ve
Epidemiyolojik ilkelere tam bağlı kalınmalıdır.

Sevgi ve saygı ile. 24 Ekim 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Bilim Uzmanı,
Kamu Yönetimi Siyaset Bilimi (Mülkiye)

www.ahmetsaltik.net      profsaltik@gmail.com

SALGINLA FLÖRT EDİLMEZ!

SALGINLA FLÖRT EDİLMEZ!


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
file:///C:/Users/user/Documents/Downloads/yilmazbeyyazi.pdf 06.09.2020SÖZCÜ

Aşağıdaki yazımız, 06 Eylül 2020 günü SÖZCÜ gazetesinde arka sayfada TAM SAYFA yayınlandı. Yurtsever ve yetenekli yazar Sn. Yılmaz ÖZDİL, köşesini tümüyle bize bıraktı.
SÖZCÜ de sağolsun, arka sayfayı TAM SAYFA bizim makalemize ayırdı. Yazı, Sn. Özdil’in bize bildirdiği medya raporuna göre 2 milyonu aşkın farklı kişi tarafından sanal ortamlarda okundu. Yarım milyona yakın da gazeteden okuyanlarla 2,5 milyonu aşkın faklı kişi tarafından okundu. Gerçekleri öğrenmek isteyen halkımızın değerbilir davranışına teşekkür ederiz.. 7 Eylül günü makalemizin PDF’sini ve SÖZCÜ‘deki erişkesini (linkini) sitemizde paylaştık (http://ahmetsaltik.net/2020/09/07/salginla-flort-edilmez/). Yazı metninin bir bütün olarak sanal ortamda arşivlenmesini de sağlamak üzere aşağıda sunuyoruz.
***

“KORONA ile UZAYAN TANGO…”

TÜRKİYE NE YAPMALI???[1]

11 Mart 2020 günü Türkiye’nin ilk yeni koronavirüs bulaşına (enfeksiyonuna) yakalanan olgu,
Sağlık Bakanı Dr. Koca tarafından resmen açıklandı. Çin – Wuhan’da 31 Aralık 2019’da ilk olgular tanılandığına göre, eh, 2.5 aya yakın süre ülkemize bu hastalığı / COVID-19’u sokmamayı başarmıştık!

Ancak, yalnızca 1 ay sonra Nisan ortalarında bizim salgınımız çok hızla “tepe” (pik) yapmıştı kimi ülkeler gibi. Günlük yeni olgu sayısı 5 binleri, ölüm sayısı 120’leri aşıyordu. Ne var ki, Mart sonunda, salgının 3. ayı bitmeden Çin, olağanüstü önlemler ve doğal ürünü eş nitelikli başarı ile salgını baskılamıştı. 80 gün sürmüştü baskılama, Jules Verne’e nazire ile adeta.

Türkiye’de, alınan sıkı önemlerle Nisan’ın 2. yarısında salgın eğrisi aşağıya inmeye başladı. “Her salgının bir çan eğrisi çizeceğini” muştulayan kimi uzmanlar oldu ne yazık ki, gevşemeye başladık. 11 Mayıs’ta, kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtık.. Adına “Yeni normal” dedik Alaturka bir yaratıcılıkla. Ancak halkımız da, iktidarımız da “Yeni normal”i kendince yorumladı, “normalleşiyorduk” artık, üstelik normalimiz “yeni” idi, ne güzel… Açılıp – saçılmayı coşku ile sürdürdük; Epidemiyolojik öngörülerle değil. 1 Haziran’da ipler iyice gevşetildi. Ekonominin çarklarının dönmesi gerekiyordu, hafta sonu piknik karantinaları, arada denk düşen ulusal – dinsel bayramlarda bayram karantinaları ile durumu idare eyleyeceğimizi sandık. Oysa Nisan ortasında salgın tepeye erişmişken, pek çok AB ülkesinin yaptığı gibi en az 14 günlük bir tam kapatmaya (lockdown) gitmeliydik; kezlerce yazdık. Örneğin İtalya %95 oranında kapattı ekonomisini.

Salgın öncesinde, sürecinde çok belirgin (majör) hatalar yaptık. 21.500’ü aşkın insanımızı Umre için S. Arabistan’a gönderdik. Döndüler ve hemen hepsi bulaşlı idiler, tüm Türkiye’ye yaydılar. Epey öldüler – öldürdüler. Gerçekte iyi bir Filyasyonla bire bir aydınlatılabilir bu vb. topluluk hareketleri. Öğrenci yurtlarını kapatıp, birkaç milyon genci tüm ülkeye yaydık. 90 bin hükümlüyü infaz yasası değişikliği ile -gerçekte af yasası ile- denetimsiz salıverdik. Güle oynaya “yeni normalleşirken”, gerçekte halk ve iktidar yeniden normalleşirken, salgının çan eğrisi çizmekten vazgeçtiğini (!) biraz gecikme ile algıladık. İlk dalga sürüyor, 2, tepesini yaşıyoruz.

Bilimsel Danışma Kurulumuz tek 1 Halk Sağlığı Uzmanı ile çalışıyordu. Oysa bu ad hoc kurulun ağırlıklı olarak Halk Sağlığı Uzmanı hekimlerden oluşması gerekiyordu, istim epey arkadan geldi.. Sağlık Bakanı Dr. Koca akşamları basın açıklamaları yapıyor, kimi soruları yanıtlıyordu ama Bilimsel Danışma Kurulu’nun kararlarını öğrenemiyorduk, ayrıca Sn. Cumhurbaşkanı’na arz ediliyordu öneriler ve O’nun talimatlandırması ile yürütülüyordu bütüüüün işler.
****
Dünya’da ve Türkiye’de COVID-19 salgını yatay ve dikey eksende büyüyor ve yaygınlaşıyordu.
ABD “perişan” idi bütünüyle özelleştirilmiş / yabanıl (vahşi) sağlık sistemi yüzünden. İtalya, İsveç, İngiltere ağır bedeller ödemekteydiler. Almanya en başarılı AB ülkelerinden oldu, Fransa da. Ama Uzakdoğu’da Japonya, Singapur, Hong Kong, Tayvan, G. Kore… çok daha başarılı oldular “baskılama” yöntemiyle. Biz ise ilk dalgayı bile, salgının 6. ayı biterken henüz sönümlendiremedik.

Niçin başarılı olamadık, nerelerde yanlışlar yaptık?

Sağlık Bakanı Dr. Koca, 11 Mayıs sonrası hasta – ölüm sayılarında belirgin artışlar başlayınca basın toplantılarını kesti. Akşamları kişisel tweet hesabından kısa iletiler ve turkuvaz tabloyu sunuyordu. Bu tablo giderek AKP yeşiline dönüştü ve yaşamın rakamları ile orada açıklananlar arasındaki makas büyüdü, büyüdü.. Derken yoğun bakım ve entübe hasta sayıları kaldırılarak yerine, net – standart tanımlı olmayan “ağır hasta” ve “zatürreli hasta” sayıları kondu. Dünya verileri ise yoğun bakımdaki hasta sayısı ile paylaşılmakta. Karşılaştırma olanağı, bu boyutlarda kalmadı.

Üst üste hatalar birbirini izledi. Adına “yeni normal” dense de hep birlikte “normale / eskiye” büyük bir hızla döndük. Temmuz’daki 2 büyük sınav YKS ve LGS 1 ay öne çekilerek birkaç milyon insan hareketliliği yaratıldı ki; salgın yönetiminde altın ilke, toplumsal hareketliliği – değinimi (teması) en aza indirmekti. Hedef Temmuz’da turizmi açmaktı. Öyle yapıldı ama AB ülkeleri çok kısıt koydular. Ağustos başında Kurban Bayramı ile kurban kesimi ve iç turizm salgını azdırdı. Rusya, korona olguları sayısı bakımından dünyada 4. sırada iken uçak seferleri ve dış turizme açıldık, bir türlü başı yere ermeyen salgın eğrisi, tam da tersine baş kaldırdı ve göz göre göre Eylül başına, 6. ayın sonuna eriştik. Resmi veriler, Nisan ortasındaki ilk tepe sırası rakamlarına koşmakta :

Son dakika haberi: Sağlık Bakanlığı, 4 Eylül korona tablosu ve vaka  sayısını açıkladı! - Son Dakika Haberleri

Toplam olgu sayısı bakımından nüfus büyüklüğümüzle aynı sırada, 18. yiz epeydir. Fakat bu tablodaki sayısal verilerle ilgili çok ciddi sıkıntılar var. Somut olan şu ki; salgının ilk dalgasını 6. ay sonunda sönümlendirememiş olmak bir başarı sayılamaz, açık bir başarısızlık orta yerdedir.
Bu gerçekliği kabulle yola çıkmak gerekir. Sorun çok ciddidir ve ulusal ölçek ve niteliktedir. Salgın denetimden çıkmıştır, hastane yatakları – yoğun bakımlar doludur, halkta panik başlamıştır.

NE YAPMALI ?

Salgın Yönetimi Epidemiyoloji bilim alanının sorumluluğundadır. Bu eğitim Tıp Fakültelerinde Halk Sağlığı Anabilim Dallarında verilir. Dileyen Halk Sağlığı Uzmanı hekim, bu alanda yan dal eğitimi alabilir. Dolayısıyla söz ve karar sahibi alan Halk Sağlığı / Epidemiyoloji uzmanı hekimlerdir. Ancak Bilimsel Danışma Kurulunda çoğunluk başka Dallardadır, bu dengesizlik düzeltilmelidir.

Epidemiyolojik salgın yönetim yordamı (stratejisi), bir masanın 4 ayağı gibidir :

  1. Sürveyans : Toplumda hastalıklar / sağlık sorunlarıyla ilgili sürekli – düzenli – güncel – güvenilir veri toplamak, bunları uygun biyomatematik – sayısal yöntemlerle çözümlemek (analiz etmek) ve Epidemiyolojik olarak anlamlandırarak yorumlamaktır. Her türlü planlama ve müdahale bu adıma dayalıdır. Türleri vardır; Aktif, Pasif, Sentinel. Bu salgında da en temel strateji Sürveyanstır ve toplumda, özellikle riskli kümelerde etkin tarama testleriyle virüsü alanları erkenden bulma hedeflidir. Bu amaçla Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başından beri TEST – TEST- TEST uyarısı yapıyor. Türkiye’de en başta, duyarlığı yüksek bir tarama testi ile kapı kapı dolaşarak etkin (aktif) iz sürme (sürveyans) yapılmalı ve erken yakalanan taşıyıcılar toplumdan ayrılmalı idi (izolasyon). Bu önerimiz samanlıkta iğne aramak olarak görüldü, samanlıktaki iğneler ekenden bulunsa idi, bugün her yerimize batmazdı.
  2. Karantina : Çok eskiden beri bilinen bir yöntem. Hastalığı almış olması olası – kuşkulanılan ama tanı konmayan – bulgu vermeyen insanların, en uzun kuluçka süresince toplumdan ayrılmasıdır.
  3. İzolasyon: Sürveyans ile olabildiğince erken yakalanan hasta – taşıyıcıların sağlık kuruluşlarında sağaltıma (tedaviye) alınmasıdır.
  4. Filyasyon : Tanı konan hastaların geriye doğru, bir cinayet detektifi gibi izi sürülerek kimden hastalığı aldığının bulunmasıdır. O kaynak uygun biçimde kurutulacak ve yeni bulaşların nedeni olmaktan çıkarılacaktır. Temaslı izlemidir (contact tracing), bulaş zincirini kırma hedeflidir.

Ülkemiz bu 4 adımda ciddi eksik ve yanlışlar yapmıştır. Epidemiyolojik bilimsel ilkeler sıklıkla kimi siyasal tercihlerin gerisinde kalmıştır. Ekonominin döndürülmesi tasası öne çıkmıştır. Bilim Kurulu kararları kamuoyuna açıklanmamıştır. Son söz Saray’daki Tek Adam Rejiminin olmuştur. Son günlerde kimi Bilim Kurulu üyeleri itiraf gibi açıklamalarla pek çok kritik kararı kendilerinin vermediğini, basından duyduklarını, dahası Turkuvaz / AKP yeşili tablo verilerinin ötesinde bilgi sahibi olmadıklarını bildirmektedir.. Bunlar dehşet vericidir; siyasal iktidar güdümünde “bilim kurulu” ile salgının yönetilemeyeceği çoook çıplak bir olgudur. Araba atın önüne konamaz!

Dr. Refik Saydam Ulusal Halk Sağlığı Kurumu bir yasa ile özerk olarak yeniden açılmalı, insangücü ve teknik donanımı hızla sağlanarak salgın yönetimi bütünüyle bu bilim Kurumuna bırakılmalıdır.

Tarama ve tanı amaçlı kullanılan PCR testinin virüsü taşıyanları yakalama yetkinliği (Duyarlığı) ne yazık ki %40’lara dek inebilmektedir. Bu testin kullanımında ısrar etmenin anlaşılır yanı yoktur. %90’ı aşan duyarlıklı testler vardır ve hızla bunlara geçilmelidir. Nitekim 117.612’yi bulan test sayısına karşın yalnızca 1612 (+) yakalanmıştır; % 1,4! Oysa Türkiye “hasta” kaynamaktadır, hastaneler tıka basa doludur.. Testin kendisi, yapılacak kitleler, soğuk zincir ve laboratuvar süreçleri mutlaka iyileştirilmelidir, tersi avare kasnak gibidir, anlamsız ve kaynak israfıdır. (Bkz. yukarıdaki 04.09.2020 günü verileri tablosu)

PCR testi (+) çıkanlar evlerine yollanmamalıdır, evde kendi kendine ilaç sağaltımı olmaz. Burada yapılacak olan İZOLASYON’dur, yukarıdaki 3. adımdır ve sağlık kuruluşunda olmak zorundadır. Tıbbi sağaltım (tedavi) verilecek ve virüsten arındırılarak topluma kazandırılacaktır hastalar.

Sürveyans, Filyasyon süreçlerinde yakalanan “kuşkulular” ın yeri Karantina’dır. Kural olarak bu işlem, amaca özel Karantina Yerlerinde yapılır. Bunlar, hastanelere yakın değişik binalardır ve sağlık çalışanlarının ve kolluğun gözetimi zorunludur. Önerdik taaa başlarda; boş oteller, tatil köyleri, boş onbinlerce TOKİ konutları, boşaltılan öğrenci yurtları.. Ama biz evlerine yolluyoruz bu insanları.. Oysa sahra hastaneleri yapmak zorunda idik, İstanbul’da yapılan 2 hastane sağlık turizmi için kullanılıyor.

O halde 1. Basamakta, yani hastane öncesinde, toplumun içinde salgın yenilecektir; hastanelerde asla değil. Nitekim ön cephede yenilgi, cephe gerisinde hastanelerde çöküş getirmiştir. Türkiye, “sağlık hizmetini hastane sanmak” gibi ürkünç (vahim) bir yanılgı içindedir ve bedelini çok ağır ödemektedir. Gerçek sağlık hizmeti SAĞLIKLI İNSANLARA SÜREKLİ verilen hizmettir. Hastane ve sağaltım, koruyucu hekimlik bir biçimde başarılı olamadığında istemsiz (arızi) olarak devrededir.

Öyleyse Türkiye, Sağlıkta Dönüşüm denen, asla yerli ve milli olmayan özelleştirmeci politikalarla çoooook zayıflattığı 1. Basamağı yeniden, tam kamusal sorumlulukla güçlendirmek zorundadır. Bu yüzden Türkiye salgına çoook zayıf yakalanmıştır. İvedi olarak yüz bin sağlık çalışanı ataması yapılmalıdır. Ayrıca her Aile Hekimliğine kamu görevlisi bir Halk Sağlığı Hemşiresi atanmalıdır. 400 binden çok sağlık çalışanı atama beklemektedir. Türkiye sağlık insangücü ve hastane yatakları sayısı akımından 36 OECD ülkesi içinde sonlardadır. Şehir Hastaneleri açık bir talan olup, salgında derde deva ol(a)madıkları / olamayacakları görülmüştür; hemen kamulaştırılmalı, onlara feda edilerek kapatılan hastaneler geri açılmalıdır. Özel sektörün 50 bin yatağından pandemide yararlanılmalıdır.

AKP yeşiline boyanan Turkuvaz tablo bize, tüm perdeleme çabalarına karşın hala çoooook önemli bilgiler veriyor. Toplam 276.555 olgudan iyileşen (doğrusu taburcu edilen; tam iyileşme yok..) 249.108 düşüldüğünde 27.447 bulunuyor. Bundan da ölen 6.564 çıkarılırsa, 20.883 elde edilir ki, bu rakam 4 Eylül günü Türkiye’de hastanelerde yatan hasta sayısının bir bölümüdür.. Olağan olarak COVID-19 olgularının %85’i ayakta, hafif geçirmektedir hastalığı, hatta ek bir %25 de hiç belirtisiz. Yatması beklenenler 15/125… kabaca 1/8. Ne var ki, Türkiye’de son verilerle, yoğun bakım dahil en az 130 bin hastane yatağı pandemi (küresel salgın) için ayrılmıştır ve hemen hemen tümüyle doludur. 1. Basamakta göğüslenemeyen, bulaş zinciri – kırılamayan salgın, cephe gerisinde 2. ve 3. Basamak hastaneleri çökertmiştir. 20.883 hasta PCR(+) olanlardır. Geri kalan 110 bin yatakta ise PCR(-) COVID-19 olguları yatmaktadır. Test dışında tüm bulguları birbiriyle aynı 2 hasta kümesi. Türkiye, DSÖ kodlama kurallarına uymayarak, test (-) leri yeni koronavirüs hastası saymıyor! Ama yataklar dolu! 130 bin hasta hastanelerde, bunun en az 7 katı evlerinde.. 1 milyonu aşkın hasta!

Bitmedi, yatak yetmezliği çok net olduğundan, S. Bakanlığı salt solunum güçlüğü / yetmezliği ve / veya yutma güçlüğü vb. olan AĞIR hastaları yatırabiliyor. Bunların da kabaca, yatması beklenen %15 hastanın 1/3’ü olduğu kabul edilirse,

  • Türkiye’de 3 milyon hasta – bulaşlı insan var demektir!

Bu muazzam bir yüktür ve bulaş denetimden çıkmış, tüm topluma yayılmıştır. 3 milyon hasta – bulaşlı, Türkiye’de her 29 kişiden 1’i demektir! Yangın yatay ve dikey eksende devasadır.

Çünkü yatırılanlar neredeyse tümüyle ağır hastadır 3 koşul nedeniyle (solunum güçlüğü / yetmezliği ve / veya yutma güçlüğü vb.) ve ölüm oranları kaçınılmaz olarak çok yüksek olacaktır. Gelin görün ki, bu tablodan 276.555 PCR(+) hastadan 6.564’ünün öldüğünü, oranın %2,4 olduğunu görüyoruz sevinçle (!) Dünya ortalamasının yarısı, nasıl oluyorsa!?? Pekiii, PCR(-) ama yatan 110 bin korona hastasından hiç ölüm yok mudur??!! Aynı oranda ölüm varsayarsak, 6.564’ü 5,5 ile çarpmamız gerek (110 bin / 20 bin = 5,5)..

  • Türkiye’de gerçek korona ölümleri yaklaşık 36 binlerde midir?

    Bu yakıcı sorunun yanıtı ise, Türkiye’deki 1397 belediyeden, AKP’nin elindeki 536 ve 64 dolayında kayyım atadıkları ve MHP’li 145 belediye çıkılırsa, kalan 652 muhalefet belediyesinden gelebilir. Muhalefet partileri, mezarlıklar müdürlüklerinden gerçek ölüm rakamlarını çıkarabilir ve ilan edilen korona ölümleri ile karşılaştırılarak aradaki farkın nedeni, kaynağı sorulabilir. Bu boyutta bir skandal herhalde, demokratik bir ülkede iktidarı Giresun’deki azgın sel gibi önüne katar ve hızla bitirir.

  • Salgınla flört edilmez!
  • Türkiye, AKP=RTE’nin babasının malı bir A.Ş. değildir!

Anti-emperyalist bir savaşla kurulmuş onurlu ve saygın devlet ve mazlum bir Ulus yaşamaktadır bu topraklarda. Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan bu Ülkeyi bir CEO gibi yönetemez, bu insan haklarına aykırıdır, meşru değildir! TBMM olağanüstü toplanarak sorunu görüşmeli, muhalefet etkin çaba göstermeli ve gerçek ölüm rakamlarını ortaya koymalı, bir Salgın Kurultayı düzenleyerek iktidara ve kamuoyuna bildirgesini (manifestosunu) sunmalıdır.

Görülmektedir ki; salgında, insan yaşamı siyaset kurumu ve güdümündeki köhne bürokrasi tarafından korun(a)mamaktadır. Geriye tek seçenek BİLİM KURUMU kalmaktadır. Bu Kurumu, anda Bilimsel Danışma Kurulu -hasbel kader- temsil etmektedir. Kurulun ezici çoğunluğu Hipokrat yemini etmiş hekimlerdir ve temel evrensel ilke “Primum non nocere” dir (önce zararlı olmamak). Önerileri büyük ölçüde dikkate alınmıyorsa, derin çelişkiler varsa.. orada durmanın “suça ortak olma” dışında bir anlamı kalmayacaktır. Kuruldaki hekim akdemisyenler, tarihsel sorumluluklarının gereğini daha çok ertelemeden yerine getirmek zorundadırlar.

  • Son çözümlemede; denetimden çıkan salgın, en az 14 günlük tam kapatma ile baskılanabilecek gibi görünüyor.

AKP = RTE, gerekli yaklaşık 50 milyar $ kaynağı akılcı biçimde bulmalı ve bu yola gidilmelidir. Oyalanmanın, öteleme – ertelemenin, inadın bedeli hem ekonomik hem insan yitiği boyutlarıyla kabul edilemeyecek kertededir.

Sorun Ulusaldır, bu salgın Türkiye’ye diz çöktürebilir; İktidarı da önüne katarak tarihin çöplüğüne sürükler.

Bilimsel akılcılık dışında reçete YOK – TUR!

[1]SALGINLA FLÖRT EDİLMEZ” başlığı ile 06.09.2020’de SÖZCÜ Gazetesinde Sn. Yılmaz ÖZDİL’in köşesinde TAM SAYFA yayınlandı.