Etiket arşivi: küresel dayanışma

Avrupa’da ve Türkiye’de göç sorunu

Örsan K. Öymen
Örsan K. Öymen
28 Ağustos 2023, Cumhuriyet

 

Ekonomik ve siyasal açıdan azgelişmiş ülkelerden ve iç savaş yaşanan ülkelerden Türkiye’ye ve Batı Avrupa’ya yönelik yıllardır yaşanan yoğun göç dalgası, kapitalizmin ve emperyalizmin sonuçlarından biridir.

  • Emperyalizm, kapitalizmin küreselleşmiş biçimidir.

Dünyadaki kapitalist güç odakları, kendi ülkelerindeki vatandaşlarını sömürme kontenjanı dolunca, sömürü için başka ülkelere yönelmektedirler ve bunun sonucunda emperyalizm olarak bilinen bozuk düzen ortaya çıkmaktadır.

  • Kapitalizm ve emperyalizm sorunu çözülmeden, göç sorunu çözülemez.

Bu nedenlerle, “demografik mühendislik” olarak anılan sorun da, kapitalizm ve emperyalizm sorunu çözülmeden, ortadan kaldırılamaz. Sınır güvenliği önemlidir, ancak tek başına bir çözüm yolu değildir.
***
Batı Avrupa ülkelerinde son yıllarda siyaseti en çok etkileyen konulardan biri göç sorunudur.

  • Göç sorunu Avrupa’da yabancı düşmanlığını, ırkçılığı ve İslamofobiyi körüklemektedir. 

Oysa bu soruna yol açan güçlerin arasında, Avrupa Birliği, Britanya ve ABD de yer almaktadır. Göç sorununu tek başına, göç veren ülkelerdeki çarpık ve kötü yönetimlere bağlamak olanaklı değildir.

Suriye, Irak, Afganistan, Libya gibi ülkelerdeki iç savaşları körükleyen, bu ülkelerde rejim değişikliği ve darbe gerçekleştirme yoluna giden, ABD, Britanya, İsrail ve bazı AB ülkeleridir.

Küreselleşme adı altında, küresel dayanışma yerine, küresel sömürü düzenini dayatan; ABD, Britanya ve bazı AB ülkeleridir. 

AB ülkeleri NATO üzerinden ABD’ye bağımlı oldukları için de, ABD’nin yayılmacı politikalarına destek vermek zorunda kalmaktadırlar. AB’nin NATO’dan bağımsız olarak kendi savunma örgütünü kuramamış olması sorunun parçalarından birisidir.

Ancak sonuçta, göç sorunundan en çok etkilenen, coğrafi olarak çatışma bölgelerine daha yakın olan ve kendi içinde de dar bir coğrafi alana sahip olan AB ülkeleridir, ABD değildir. Bu nedenle NATO üyesi AB ülkelerinin, ABD’nin müdahaleci ve yayılmacı politikalarına karşı çıkmaları, AB’nin de lehine olacak bir gelişmedir. Ancak AB içindeki çapsız siyasetçiler, bu gerçeği görmemekte ısrar etmektedirler.
***
AB ülkelerindeki merkez sağ siyasetçilerle birlikte, sosyal demokrasinin özünden uzaklaşan sahte sosyal demokratlar da sorunun bir parçasıdır. Dünyadaki sosyal demokrat, demokratik sosyalist ve demokratik sol partileri bir araya getiren Sosyalist Enternasyonel’in, 1951 yılında Frankfurt’ta gerçekleşen 1. kongresinde kabul edilen kuruluş ilkelerinin 7. maddesinde şu ifade yer alır:

  • Demokratik sosyalizm, emperyalizmin her türünü reddeder.
  • Tüm insanların baskı altına alınmasına ve sömürülmesine karşı mücadele eder.”

Sosyalist Enternasyonel’in 1989 yılında Stockholm’de gerçekleşen on sekizinci  kongresinde kabul edilen “İlkeler Deklarasyonu”nun, 6-8, 34-35, 38-43, 79-80, 83-92. maddelerinde, kuzey ve güney yarım küre arasındaki ekonomik ve sosyal uçurumlara dikkat çekilir, azgelişmiş ülkelerin ekonomik ve sosyal düzenlerinin geliştirilmesi için mücadele edilmesi gerektiği vurgulanır.

Avrupa sosyal demokratları bu çizgiden uzaklaştıkları için de AB bir göç sorunu ile karşı karşıyadır.

AB, kendi yarattığı “Frankenstein” ile karşı karşıya kalmıştır, ama bu gerçeğin üzerini de, yabancı düşmanlığıyla, ırkçılıkla ve İslamofobiyle örtmeye çalışmaktadır.
***
Göçmen sayısı konusunda dünya rekortmeni olan Türkiye ise AKP’nin mutlak teslimiyetçi politikaları nedeniyle dünyada en acıklı durumda olan ülkedir.

Resmi sayılara göre Türkiye’de 5 milyona yakın göçmen bulunmaktadır.

  • Türkiye, AB’nin göçmen deposu konumundadır.

AB’nin kabul etmediği göçmenleri, Türkiye kendi topraklarında barındırmaktadır.

Göç konusunda, Avrupa Birliği ABD’nin, Türkiye de Avrupa Birliği’nin arka bahçesidir.


Yazarın Son YazılarıTüm Yazıları

Başkent Üniversitesi’nde konferansımız : CUMHURİYET’in SAĞLIK POLİTİKASI ve GÜNÜMÜZ

Dostlar,

Bu gün, 22 Şubat 2023 Çarşamba günü, Başkent Üniversitesi’nde bir konferansımız olacak.. / OLDU saat 14:00’te, Avni Akyol konferans salonunda.

Konumuz :

  • CUMHURİYET’in SAĞLIK POLİTİKASI ve GÜNÜMÜZ

Düzenleyen BÜTAM :

  • Başkent Üniversitesi Ord. Prof. Dr. Enver Ziya KARAL
    Tarih Araştırma ve Uygulama Merkezi

Merkez Müdürü Sn. Prof. Dr. Seçil KARAL AKGÜN çok emek verdi bu toplantı için.

Türkiye çok ağır bir deprem afeti yaşarken, sağlık sisteminin de öbür kamu hizmetleri, AFAD gibi tel tel döküldüğünü görmek acı verici.

Oysa kamusal sorumlulukla, koruyucu sağlık hizmetlerine mutlak öncelik verilerek, TEK TIP – TEK SAĞLIK yaklaşımı ile değil salt Türkiye’de, dünyada da çok daha sağlıklı toplumlara erişmek olanaklı. Bu da ekonomik gönenç için, eğitilmiş insangücü ile birlikte en temel girdi.

Artık neo-liberal küreselleşTİRme = yeni emperyalizmi durdurmak ve insanlık tarihinin çöplüğüne atmak zamanı geldi, geçiyor.. ve bu olanaklı :

  • Küresel DAYANIŞMA ile..

Konuyu kapsamlı olarak işlemek üzere 110+ yansı (slayt) hazırladık, pdf aşağıda. Yansıları izlemek için lütfen tıklayınız :

Cumhuriyet’in Sağlık Politikası ve Günümüz, 22.02.23

Toplantıya Sn. Prof. Dr. Mehmet Haberal da katılacaklarını bildirdiler. (Akut bir karaciğer aktarımı operasyonu araya girdi ve katılamadılar.. Rektör Sn. Prof. Dr. Haldun Müderrisoğlu, Anayasa Mhk. eski efsane başkanı Sn. Yekta Güngör ÖZDEN, İsmet İnönü’nün torunu Gülsün Bilgehan Toker….. katıldılar..)

Konferansa emek verenlere teşekkür ederiz.

Sevgi ve saygı ile. 22 Şubat 2023, Ankara
(Güncelleme : 23:50)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2:
NE YAPMALI??

İLKNUR YAĞUMLİ
GAZETE DURUM,
21.06.2022
https://www.gazetedurum.com.tr/kadin-cocuk/prof-dr-saltik-yoksullastirma-politikasi-uygulaniyor-4962

İlk bölüm için tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

Geçtiğimiz hafta ülkemizin ve dünyanın temel beslenme sorunlarını işlemeye başlamıştık. Bu yakıcı kitlesel sorun bağlamında sorularımızı yanıtlayan Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık (ayrıca Sağlık hukuku Uzmanı ve Mülkiyeli), Türkiye’de özellikle son 6 aydır büyük bir hızla ağırlaşan yoksullaşTIRmanın kişi ve toplum beslenmesi üzerine son derece çarpıcı olumsuz etkilerini dile getirdi. Daha ana karnında iken bebeklerin aç kaldığını / kalacağını, düşük doğum tartılı bebeklerin artacağını, yaşama böylesine ağır bir eşitsizlikle başlamanın gideriminin (telafisinin) ise neredeyse olanaksız olduğunu vurguladı. Yetersiz – dengesiz beslenmenin, gizli ve açık açlığın giderek ağırlaşan tablosunun bireysel bir sorun olmakla kalmayacağını, Türkiye için stratejik sorunlar doğurabileceğini, ülkemiz için bir sağkalım (beka) sorunu olduğunu da sayısal verilere dayanarak aktardı Prof. Saltık. Bu bölümü, GAZETE DURUM’un web sitesinde şu erişke ile okuyabilirsiniz : https://www.gazetedurum.com.tr/ozel-haber/prof-dr-ahmet-saltik—turkiyede-zek%C3%A2-duzeyi-geriliyor–4163
***

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2

Soru (Gazete Durum, İlknur Yağumli)                      :

  • Türkiye’de ve Dünyada sayısal veriler nasıl bir görünüm sergiliyor??

Yanıt (Prof. Dr. Ahmet SALTIK, MD, MSc, BSc)       :

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı’nın 9 Haziran 2022 tarihli küresel açlık verilerine göre, Türkiye’nin %18’i yeterli beslenemiyor. BM, Dünya Gıda Programı’nın (WFP) küresel açlık izleme sistemi olan Açlık Haritası’na göre 9 Haziran 2022 verileriyle 92 ülkede 868 milyon kişi yeterli gıdaya ulaşamıyor. Bu rakam, dünyanın toplam nüfusu olan 8 milyarın 1/10’undan daha büyük bir orana karşılık. Bir başka BM uzmanlık kurumu olan Roma merkezli Gıda Tarım Örgütü – FAO (Food and Agriculture Organisation) verileri de bu sayılarla örtüşmekte. Dünya Bankası, UNICEF veri tabanları da bezer görünümde ve küresel besin stokları alarm verici düzeyde.

  • Güncel verilerle Dünyamızda her 9-10 kişiden 1’i yeterli – dengeli beslenemiyor,
    daha açık bir anlatımla açık – gizli açlık yaşıyor!

BM Dünya Gıda Programı (WFP-Wold Food Program) verilerine göre 36 ülkede 333 milyon kişi verili koşullarda (halen) yetersiz beslenirken, 56 ülkede 533 milyon kişinin ise yetersiz beslendiği kestirilmekte. Aynı veritabanları, 5 yaş altı çocukların %1,7’sinin akut yetersiz beslenme, %6’sının ise süregen (kronik) yetersiz beslenme yaşadığını ortaya koyuyor.

Türk Aile Hekimleri Dergisi’nde yayımlanan ve üç hekim tarafından bir aile sağlığı merkezinde yapılan çalışmada her 4 çocuktan 1’inin tartısının çok düşük olduğu saptandı. Kız çocukların %85’i, erkek çocukların % 68’i kansızlıkla (anemi) ile boğuşurken, Avrupa’da bu oran yalnızca % 18.

  • 2020 yılı istatistiklerine göre, dünyada her 5 çocuktan 1’i bodur!
    Korkunç bir eşitsizlik!

Buna karşın, Dünyada her 10 çocuktan 1’i ise aşırı tartılı. Gelişmekte olan ülkelerde, her 10 çocuktan 1’i aşırı zayıflık nedeniyle risk altında. Bir yandan kavrukluk ve bodurluk, bir yandan tersine fazla kiloluluk ve hatta şişmanlık (obesite). Beslenme sorunlarının (yetersiz ve dengesiz beslenme) bedelini neredeyse katlıyor. “Hastalık yükü” (disease burden) giderek ağırlaşıyor. Özellikle gelişmekte olan yüksek doğurganlıklı ve kalabalık nüfuslu ülkeler için sürdürülemez bir, çok yönlü sorun. Toplumsal, ekonomik, ekinsel (kültürel), eğitimsel, tıbbi.. çok boyutlu.

Üstelik, pahalı olan nitelikli protein bakımından yetersiz ama görece ucuz karbonhidrat – yağ ağırlıklı beslenme, zayıf – kavruk görünümü engelleyerek, gerçekte boy bakımdan büyüme – gelişme sorununu maskeleyebilir. Bu yönüyle, çocukların özellikle ilk 5 yaşta bedensel (fiziksel) ve zihinsel (mental) büyüme ve gelişmelerinin düzenli aralıklarla ve özenle izlenmesi gerek. Bu, çok önemli bir koruyucu sağlık hizmeti ve kamusal olarak 1. Basamak sağlık birimlerinde verilmeli.

2019’da yapılan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’na göre 15-18 yaş arası çocuklarda; Bodurluk oranı %4,6. Çok zayıf (kavruk) olanların oranı %15,6 ve şişmanlık (obezite) oranı %8,3. Özellikle Covid-19 küresel salgını 2,5 yıla varan kuşatmasıyla fazla tartılılık ve şişmanlık (obesite) sorununu Küre genelinde ve ülkemizde daha da yaygınlaştırdı ve ağırlaştırdı.

Türkiye’de Okul Çağı Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi Araştırma Raporu’na göre, Doğu Anadolu’da süregen (kronik) açlık çeken çocukların %3,5’i ve Güneydoğu Anadolu’da %5,4’ü “bodur”[1] kaldı.

Soru     : Çocuklarda fiziksel bodurluk, bir süre sonra ruhsal bodurluğu ve örselenmişliği de birlikte getiriyor mu?

Yanıt   : Güncel olarak elimizde yeni veriler yok. En son Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA) verileri 2018’de yayınlandı. TNSA 2023 raporunu bekliyoruz. Her 5 yılda bir yapılıyor bu bilimsel araştırma. Yukarıda da değindiğimiz üzere, 2019’da yayımlanan bir Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması var ve onun da verileri neredeyse birkaç yıl geriye gidiyor. Dolayısıyla son durumu, yabanıl (vahşi) kapitalist yoksullaşTIRmanın Türkiye’de yarattığı yıkımı ortaya koyan güncel bilimsel araştırmalara hızla ve ciddi biçimde gereksinimimiz var. Öte yandan, Türkiye’de özgür bilimsel araştırmalara akçalı (finansal) kaynak bulabilmek son derece güç. TÜBİTAK gereken düzeyde özerk ve özgür değil, parasal kaynakları sınırlı. Üniversiteler de bu bağlamda çok yönlü sorunlar yumağında.

Elimizdeki son verilere göre, 5 yaş altındaki çocukların dünya genelinde % 22’si yaşına göre bodur; Küresel toplum için utanç verici bir durum. Her 4-5 çocuktan 1’i, yeterli-dengeli beslenseydi erişebileceği boyun çok gerisinde kalıyor. Oysa, pahalı olmayan bir bedelle önlenebilir bir sorun. Dünya genelinde 663 milyon insan son verilere göre günlük enerji (kalori) gereksinimini karşılayamıyor = aç kalıyor! 5 yaş altı çocukların %22’si bodur! “Bodur kalmak” uzun süreli ciddi ağır beslenme yetersizliğinin sonucu. Kısa süreli beslenme yetersizliği zayıflığa yol açar. Çocuklarda beslenme yetersizliği 1-2 ayı geçerse, boy alımı durur ve çocuk bodur kalabilir. Ayrıca en son, yine BM verilerine göre, dünya genelinde 1,9 milyar insan ciddi düzeyde gıda güvensizliği içinde.

  • Her 4 insandan 1’inin gıda güvencesi yok; yarın ne yiyeceği / bulacağı belirsiz!

Eğer yoksul ailelerin çocukları şöyle veya böyle, bir miktar karbonhidrat sağlayabilirlerse yani ekmek, yağ, un, şeker, kurabiye, pasta –ki o da çok zor ekmek de çok pahalı biliyorsunuz– İnsanlar ucuz ekmek için Halk Ekmek kuyruklarında; aşırı karbonhidratla beslenme nedeni ile bu çocukların bir bölümü zayıf görünmeyebilir kısa hatta bodur kalırlar. Onlarda durum iyice acı, yoksulluğun tavana vurduğu aileler.. İyi kötü biraz karbonhidrat alabiliyorsa kilosu yerinde görünebilir. Bu bizi aldatıp kötü beslenmeyi maskeleyebilir. O bakımdan mutlaka boy değerlendirmesi de yapmak gerekir yaşına ve cinsiyetine göre. Yukarıda da vurguladığım üzere sürekli koruyucu sağlık hizmeti!

Evet, bu çocukların ruhsal enerjileri de yeterli gelişemiyor. Duygusal küntlük (apati), öğrenme güçlükleri, sosyalleşmede zorlanma, bedensel – zihinsel kapasitenin geri kalması, coşku azalması, içe dönüklük, yaratıcı yeteneklerin gelişememesi, ruhsal-bedensel hastalıklara, kazalara yatkınlık, daha kısa ve niteliği düşük bir yaşam, beceri edinmede güçlük.. yoksulluğa mahkum kalma!

Soru   : Yetersiz beslenme 0-5 yaş arası çocuklarda ve okul çağı ile gençlerde hangi sağlık sorunlarına yol açıyor? Çocukların entelektüel gelişimini nasıl etkiliyor?

Yanıt Çocuklarda bulaşıcı hastalıklara (enfeksiyonlara) direnç düşüyor bu nedenle sık sık enfeksiyonlar, ishal, zatürre görüyoruz. Yetersiz-dengesiz beslenen çocuklar çok daha ağır geçiriyor bu hastalıkları. Daha yüksek oranda ölümlere yol açıyor. Ayrıca engelli kalmalara da yol açıyor. Diyelim ki aşısı yoksa, menenjit geçirdiyse hem fiziksel hem mental olarak ciddi engelli kalabiliyor. Bulaşıcı hastalıklarla savaşta, yeterli-dengeli beslenme çok temel bir girdi bildiğiniz gibi.

Bağışıklık sistemini güçlendiren, sistemin hastalıklara karşı savaşırken ürettiği antikorlar proteinlerdir. Eğer yeterli-dengeli beslenme ile nitelikli proteinleri yeterince alamıyor iseniz, bağışık sisteminiz sizi bulaşıcı hastalıklardan ve kanserden korumada çok zayıf ve yetersiz kalır. Dolayısıyla her türlü hastalığa açık ve yatkın olursunuz. Yaşam kaliteniz düşer, yaşam süreniz kısalır. Zihinsel (mental) yaratıcılığınız düşer, bunu vurgulamak isterim özellikle. Bir Goethe çıkartamazsınız, bir Einstein çıkartamazsınız ve ayrıca bu tablo, toplum içindeki sınıfsal yapı desenini de uçurumlaştırır ve sınıflar arası geçişi olanaksızlaştırır. Kastik (katı sınıfsal) bir
sosyolojik yapıya dönüştürür toplumsal dokuyu.

  • Yoksul yoksul kalmaya,
  • reaya yani köylü köylü kalmaya,
  • reaya oğlu reaya, yoksulun oğlu-kızı yoksul olmaya devam eder…

söyleşimizin ilk bölümünde de altını çizdiğim üzere. Toplumsal eşitsizlikleri azaltamayız, daha da derinleşir.

Soru  : 5 yaş altı çocukların yeterli gıdaya erişebilmesi ve beslenme eşitsizliklerinin giderilmesi için ne yapılmalı? Okul beslenme programları çözüm olur mu?

Yanıt   : Sağlık Bakanlığı’nın 5 yaş altı çocuklara özel bir önem ve özen göstermesi gerekiyor. Genel ve yerel yönetimlerin aşısız çocuk bırakmaması, okul öncesi okul  çocuklara beslenme desteği verilmesi, okul öncesi eğitime çocuklarını göndermeyen ailelere, gebe kadınlara, beş yaş altı çocukları olan ailelere, mutlaka yerel ve genel yönetimlerin gıda desteği sağlaması gerekiyor. Nitelikli protein içeren süt ve ürünleri, meyve, hayvansal-bitkisel proteinler, vitamin-mineraller başta olmak üzere. Bu bağlamda Anayasa md. 45’i özellikle anımsamakta ve anımsatmakta yarar var:

  1. Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması
  • Madde 45 – Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.

Soru  : Çocukların yeterli-dengeli beslenememesi sizce iktidarın politik bir tercihi mi?

Yanıt Çocuklar toplumların geleceğidir. Onlara ancak yeterli-dengeli beslenme ve sağlık hizmeti ile başlayarak, eğitim hakkını da ekleyerek destekleyici, sevgiye dayalı, şefkate dayalı yol göstermeye dayalı, doğumdan getirdikleri özgücün (potansiyelin) en üst sınırına ulaşmalarını sağlayıcı bir toplumsal dayanışmacı sistem kurarsak beklediklerimizi onlardan alabiliriz. Onlara bunları vermediğimizde;

  • Yoksul, işsiz, kavruk, zayıf, beden direnci düşük, yaratıcı olmayan hatta çağını
    ve sorunlarını kavramaktan uzak,
  • Kalabalık, niteliksiz bir sürü”ye dönüşebilir toplum! Rahatlıkla yönlendirilebilir.
  • Birtakım siyasetçiler bunu çok isteyebilirler.

AKP bunu böyle yapıyor. Bilerek ve isteyerek. Çok çocuk yapın, Tanrı rızkını verir diyor. Ama böyle bir şey yok, Allah’ın karıştığı yok, yoksulluğun-açlığın ülkede, dünyada nerelere vardığını görüyoruz.. Üstelik sorun çoğunluk ve ağırlıkla Müslüman ülkelerde ne yazık ki..

Bir yandan savaş koşulları, bölgesel Ukrayna- Rusya savaşı, bir yandan küresel iklim felaketi (climate disaster!).. Küresel iklim felaketinin getirdiği kuraklık, açlık, tarımsal üretim yetersizliği, bir yandan da korkunç nüfus artışı (her yıl 80 milyon!) dünyada çok ciddi sorunlara gebe. İvedi olarak yapılması gerekenlerin başında, anormal nüfus artışını sınırlamak geliyor. Artık dünya daha çok nüfusu kaldıramıyor.

  • Mutlaka, dünyadaki kapitalist sömürü sisteminin neoliberal vahşetin sonlandırılıp daha dayanışmacı, daha insancıl, daha paylaşımcı, doğaya saygılı bir toplum düzeni = sürdürülebilir yaşam.. kurulması gerekiyor;
  • Sürdürülebilir kalkınma” bitti, duvara dayandı, sürdürülemez oldu.
  • Devletlerin mutlaka sosyal – dayanışmacı politikalar izlemesi gerekiyor.

Hiç unutulmasın, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesinde 4 temel insan hakkından biri beslenmedir. Bütün insanların dengeli-yeterli beslenme temel hakkı vardır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi uygar insanlığın görevidir ve bu olanaklıdır. Bu da adına Küreselleşme denen –gerçekte emperyalizmin ta kendisidir– vahşi sömürü düzeninin ülkemizde ve dünyada sonlandırılması için bilinçli ve kararlı bir küresel dayanışmayı gerektirmekte.

  • “İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir.
  • Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.
  • Bu, tekellerin ileri sürdükleri üzere ‘dünyadan kopma‘ ve ‘içe kapanma‘ değildir. Bu, emperyalizme karşı çıkma, sömürgeleşme sürecinden kopma.. demektir. (Küreselleşme, 2 Yüze Bir Maske, Kaldone G. NWEIHED, Çev. B.T. Gürel, Memleket Yay. 2006).

[1] Bodurluk (stunted), 5 yaş altı çocuklarda yaşa ve cinsiyete göre beklenen boyun çok altında (2 standart sapmadan daha fazla) kalma olarak tanımlanmakta.
*****
İlk bölüm için tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

 

SALGIN YÖNETİMİNDE TIKANAN TÜRKİYE… NE YAPMALI?? 

07 Şubat 2021 Günü Yazdıklarımız…
48 Gün Sonra Neden Hala Geçerli??

Çoook zor günlerden geçmekteyiz Türkiye ve uluslararası / küresel toplum olarak.
Özellikle Türkiye’de sorunlar çok boyutlu ve derin.
Yaşanan sorunların çok önemli bir kesiminin doğrudan nedeni ise, tek başına iktidarının 19. yılındaki AKP’nin demokrasi ve hukuk karşıtı ölçüsüz baskıları, din sömürüsü, kötü yönetimi.

Doğallıkla KOVİT-19 Salgını da bu genel olumsuz tablodan payını ağır biçimde almakta.

Örn. Aşı kıtlığı – yoksunluğu sorunu içindeyiz ve bu sorun mutlaka, yeterince irdelenmeli.

Buna ek 3 milyon doz ilk bölüm aşının 14 Ocak’tan bu yana 24 günde bitirilemediği, günde yaklaşık 110 bin doz uygulama yapılabildiğini, bu durumun kabul edilemezliği vurgulanmalı.

Oysa yaygın – hızlı aşılama (roll out) için mutlaka “seferberlik” mantığı ile düzenleme gerekliydi, AKP iktidarı bu kapsamda hiçbir ek önlem almadı. “Yavaş” gitmek işine geliyor galiba!?
Elimizde aşı var, sırası gelene yapıyoruz, gelen insanlar bu denli..” denmek isteniyor galiba!?

Hiç aşı teşviki kamu duyuruları (spotları) göremiyoruz TV’lerde, niçin acaba!?
***

Çin Üretimi Aşıyı Olmalı mıyız?

Kaplumbağa hızı ile aşılama… yeterli toplum bağışıklığına hızla erişme olanağı yok bu gidişle!

Bunu sağlayamazsanız, geçelim sönümlendirmeyi, salgını denetleyemezsiniz bile.

Öte yandan Türkiye’de uygulanan Çin kökenli SİNOVAC aşısının hastalığa yakalanmayı önleme gücü %50,65 olarak açıklandı ilgili firma tarafından. Kıl payı %50’nin üstünde. İlgili makale The LANCET‘te yayınlandı (Evre 3 ara raporu). DSÖ ve CDC, salgın nedeniyle, %50 koruyucu aşıya bile ivedi (acil) kulanım onayı vereceğini açıklamıştı daha önce.

Oysa Sağlık Bakanlığı, bu aşının Türkiye ayağında yürütülen Evre-3 çalışmasını çooooook erken sonlandırdı Çin kökenli aşıyı hemen uygulamaya geçmek için. %91,25 koruyuculuk oranı açıklandı. Bu oranın tümüyle “bilim dışı, geçersiz, yok hükmünde” olduğunu, ülkemizde söz konusu aşının koruyuculuk oranını bil(e)mediğimizi duyurmuştuk o gün(lerde) TV konuşmalarımızda, web sitemizde. Bilimsel, matematik temelli tartışma çağrısı yapmıştık ancak buna yanaşan ol(a)madı..

Bu arada, yaygın ve ciddi mutasyonlar nedeniyle (3 varyant tip 70’i aşkın ülkede görülmekte), mRNA aşıları ve viral vektör aşıların koruyucu etkinlikleri henüz bilinmeyen / açıklanmayan ama ciddi oranda azalmış olabilir.

  • Zaman aleyhimize, mutasyonlar istenmeyen yönde.

Öte yandan 100 doz aşıdan 75’i, 10 varsıl ülkece gasp edilmiş durumda! Küresel ölçekte salgın nasıl denetlenir bu durumda?? DSÖ’nün COVAX girişimi işletilemedi, aşıya adil erişim hakkı çiğnendi.

Koruyuculuk oranı yüzde kaç olursa olsun, aşı olup Kovit-19’a yakalananlar hastalığı hafif – belirtisiz geçirmekte ve yoğun bakıma vb. ağır sağaltıma pek gerek kalmamakta, ölümler çok azalmaktadır.

Aşı sonrası yan etki oluşma riski, Kovit-19 hastası olma riskine göre çok çok düşüktür. Yan etkiler bakımından da mRNA tabanlı ve viral vektör tekniğine dayalı aşılar ile ölü aşı arasında önemli farklılık yoktur.

  • Aşı olmak bedensel, ulusal korunma ve özgürlüklerimizi geri kazanmak, olağan yaşama dönmek için tek yoldur.

Kitle aşılamaları hızla ve gereken oranda toplumsal bağışıklıkla sonuçlanmazsa, birkaç ay içinde virüste olası kaçınılamayan mutasyon (Evrim!) nedeniyle, eldeki aşıların da yeterince koruyamayacağı yeni tip Kovit-19 salgını ile yüzleşebiliriz.

Bu nedenlerle aşı olmak / aşıya erişim hakkı yalnızca bireysel korunma yolu değil; bir yurttaşlık, ulusalcılık, insan haklarına saygı ve küresel dayanışma gereğidir. BM bunu mutlaka sağlamalıdır.

Anayasa md. 12 :Temel hak ve hürriyetler, kişinin topluma, ailesine ve diğer kişilere karşı ödev ve sorumluluklarını da ihtiva eder.”

Anayasa md. 56 :Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.”

Dolayısıyla Anayasal bir yükümlülüktür de aşı olmak; keyfi – sınırsız – gerekçesiz bir “aşı reddi” ya da çekincesi kabul edilemez, savunulamaz. Hele salgınlarda! Kaldı ki, Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nı 72. maddesi, salgınlarda İdare’ye zorunlu aşı uygulaması yetkisi tanır.

DSÖ’nün çabaları yetersiz kalıyor, BM ise suskun

Bu tablo nasıl açıklanabilir? Oysa BM etkin rol üstlenmeli ve salgının küresel ölçekte yönetimine hakkaniyet temelli dayanışma için ağırlık koymalı. Hep söyledik, yazdık BM’nin 75. Kuruluş yıldönümü olan 24 Ekim 2020’den bu yana;

  • BM Genel Kurulu, tüm dünyaya 2-4 hafta eşzamanlı bir küresel kapanma çağrısı yapmalı.

Ancak böylelikle yangının azgınlığı baskılanabilir, salgınla savaşım zamana yayılarak sürdürülebilir.

Zaman geçtikçe aşılara direnç, dezenfekten – antiseptiklere direnç, sağaltımda (tedavide) kullanılan destek ilaçlara (anti-viral birkaç antibiyotik) direnç gelişebilir – gelişmektedir;
üstüne üstlük daha kolay yayılabilen – bulaştırıcılığı artmış, daha öldürücü yeni varyantlar (mutasyon geçirmiş türler) ile yüz yüze geliyoruz. 3 ciddi mutant tip 70 ülkeye yayılmış durumda.

  • Çözümsüzlüğe sürükleniyoruz!

Okullar bu koşullarda açılabilir mi?

Pek çok ülkede sıkı sıkıya kapalı iken!? Türkiye’de böylesi bir yol, yangına benzin dökmek anlamına gelebilir.

  • Aklınızdan bile geçirmeyin!

Öğretmenler ve tüm okul çalışanları aşılansa bile %50 bağışıklık! Bu yarıyıl böyle gitsin.. bir giderim (telafi) yolu bulunur ama giden canlar geri gelmez!

Sağlık Bakanlığına Çağrı

Ayrıca, Çin firması SİNOVAC’ı yeter hız ve miktarda aşı üretemiyorsa, lojistik tedarik sıkıntılı ise, -ki apaçık öyle- Reis Hazretleri Çin’li mevkidaşını telefonla arayıp desin ki:

  • Türkiye’de uluslararası yetkilendirilmiş (akredite) GMP ve GLP standartlı farmasötik ürün kuruluşlarımız var, sizin lisansınız altında burada da üretelim, hız kazanalım…
    ***
    O halde yapılacak daha çoook iş var..

Sonuç olarak;

Refik Saydam Hıfzıssıhha (Koruyucu Sağlık) Enstitüsü AKP iktidarınca 663 s. KHK ile Kasım 2011’de kapatılmıştır. Oysa bu Kurum 1928’de Atatürk döneminde kurulmuş ve Anadolu’da bulaşıcı hastalıklarla savaşta olağanüstü başarılara imza atmış çok yetkin, sıra dışı bir Bilim kurumu idi. Çin’e, ABD ordusuna aşı sağlamış üretken ve saygın bir Kurumdu.

KüreselleşTİRme = Yeni Emperyalizm dayatmaları ile, dünyada uzmanlaşma ve işbölümü aldatıcı gerekçeleri ile, “ucuza üretenden satın alırım” kolaycılığı ile Ulusal stratejik sorunlar çözülemez. Bu Kurum stratejik işlevdedir ve hızla, bir yasa ile bilimsel açıdan özgür, yönetsel ve akçalı bakından özerk bir konum (statü) ile yeniden açılmalıdır. Batı’da Almanya’da Robert Koch, Fransa’da Louis Pasteur, İngiltere’ de Edward Jenner Enstitüleri uluslararası ölçekte parlak örneklerdir. Bu Kurum açılmalı ve Salgın Yönetimi oraya bırakılmalıdır. Türkiye görüldüğü gibi parası olsa bile yeterli aşıya erişememektedir!

  1. Aşılamayı mutlaka hızlandırmak ve 0-18 yaş dilimi dışında kalan 70 milyon tüm nüfusu hedeflemek zorunludur. Çünkü %50 koruyucu aşı ile ancak 35 milyon insanı bağışık kılabilirsiniz. Yine de 35/90 milyon, %39 toplum bağışıklığı ile bu salgın baskılanamaz.
  2. Okulları bu ortamda açmak yangına benzin dökmektir, bu yarıyıl böyle kapanmalıdır.
  3. İlaç devi Merck-S&D bile aşı geliştiremedi havlu attı; Çin’e Sinovac lisansıyla Türkiye’de üretim önerilmelidir GMP-GLP standartlı ilaç fabrikalarımızda. Refik Saydam açılmalı, aşı üretmelidir.
  4. 2-4 hafta tam kapatma hala zorunludur, ülkeyi A.Ş. gibi yöneterek direnmek boşunadır!

Salgınları siyasetçiler değil Bilim insanları yönetir. Oysa Türkiye’de araba atın önünde; bu olmaz!

Sevgi ve saygı ile. 26 Nisan 2021.
(DİKKAT: 07 Şubat 2021 günü yazılmıştır)

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Em.)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
ADD Genel Başkan Yrd. / Vekili (2004-2006)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Almanya’da Özlem Türeci ve Uğur Şahin’e Liyakat Nişanı verildi

Almanya’da Özlem Türeci ve Uğur Şahin’e Liyakat Nişanı verildi

Koronavirüse karşı ilk aşıyı bulan BioNTech’in kurucuları Dr. Özlem Türeci ve Prof. Dr. Uğur Şahin’e Almanya’nın en üst düzey devlet madalyası olan Liyakat Nişanı verildi. Törende Almanya cumhurbaşkanı ve başbakanı da hazır bulundu.

Almanya'da Özlem Türeci ve Uğur Şahin'e Liyakat Nişanı verildi

https://www.birgun.net/haber/almanya-da-ozlem-tureci-ve-ugur-sahin-e-liyakat-nisani-verildi-338151, 20.03.2021

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır.)

Koronavirüse karşı ilk aşıyı bulan ve Covid-19 mücadelesinde simge adlar durumuna gelen BioNTech’in kurucuları Dr. Özlem Türeci ve Prof. Uğur Şahin’e Almanya’nın en üst düzey devlet madalyası olan Almanya Federal Cumhuriyeti Liyakat Nişanı verildi.

BioNTech’in kurucu ortağı ve CEO’su Şahin ve eşi Türeci’ye, Bellevue Sarayı’nda düzenlenen, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ve Almanya Başbakanı Angela Merkel’in de katıldığı törende liyakat nişanı takdim edildi.

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier, törende yaptığı konuşmada,

  • “Geliştirdiğiniz aşı insanlığa bir hizmettir. Şu anda bu yüzden burada bulunuyoruz. Bu aşı sadece hayat kurtarmıyor, aynı zamanda insanlığın sosyal yaşantısının devamını da kurtarıyor” ifadelerini kullandı.
  • “Sizlerin hikayesi insanlık için en iyi ilham kaynağıdır” diyen Steinmeier, Almanya’nın salgını kontrol altına alacağını söyledi.
detayAşıda coğrafya adaletsizliği

Törende Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’den sonra konuşma yapan Prof. Dr. Uğur Şahin, gelecekte insanlığın karşılaşacağı salgınların daha yıkıcı etkisi olabileceğinin altını çizdi. Şahin, hazır olmanın önemine vurgu yaparak,

  • “İlaç üreticilerinin ve hükümetlerin amacı, aşı geliştirildikten sonraki üç ay içinde tüm dünyayı aşılayacak üretim kapasitesine sahip olmak gerekir” diye konuştu. Şahin, mevcut aşı kampanyalarında dünyada birçok ülkeye hala aşı ulaşmadığını belirterek, “kamu-özel ortaklığının gerekliliği“ni vurguladı.
    ============================
    Dostlar,

    Meslektaşlarımız, Türkiye’miz kökenli hekimler Prof. Dr. Uğur Şahin ve Dr. Özlem Türedi’yi elbette biz de ayakta alkışlıyoruz. Türkiye ve insanlık adına övünç duyuyoruz..Dr. Şahin’in son tümcesinde geçen “kamu-özel ortaklığının gerekliliği” saptamasını çok sakıncalı buluyoruz. Bu söylem (jargon) bir KüreselleşTİRmeci kapitalist dayatma / tuzak olup, kamu yetkesini (otoritesini) sermayenin yönlendirmesi amaçlı ve işlevlidir.Nitekim BioNTech&Pfizer’in geliştirdiği aşı için Alman ve ABD hükümetleri milyar Doları aşan AR-GE desteği vermişlerdir. Ama stratejik bir insancıl tıbbi ürün olan AŞILAR hakkında ilgili şirketler patent haklarını hala kıskançlıkla korumaktadırlar. Bu yüzden Aşı fiyatları çok yükselmekte, özellikle yoksul ülkeler altından kalkamamaktadır.Bir kamu – özel ortaklığını, kamu – özel dayanışması – işbirliği – ortak sorumluluğu olarak anlamak istiyoruz. Her 2 yan da İNSAN SAĞLIĞINI merkeze koyarak tarihsel bir sorumluluk içinde davranmak zorundadır. Örn. patent hakları olağanüstü salgın döneminde askıya alınmalı, ertelenmeli ya da simgesel bir düzeye düşürülmelidir. Unutulmasın, söz konusu aşıların geliştirilmesi aşamasında halkın vergilerinden milyarlarca Dolar / € kamusal destek (AR-GE finansmanı) sağlanmıştır. Bu olgunun göz ardı edilmesi asla Etik bir yaklaşım olamaz.

Kovit-19 salgını küresel ölçekte ciddi bir tehdit olma durumunu sürdürmektedir.

BM ve Dünya Ticaret Örgütü, Pandemi ortamında bu haksız / adil ve akılcı olmayan patent dayatması sorununa çözüm üretmek zorundadır. Dünya Sağlık Örgütü’nün COVAX girişimi (Aşıya Adil Erişim Hakkı / Olanağı) mutlaka desteklenmeli ve yaşama geçirilmelidir. Dünya nüfusu hızla ve etkin aşılarla aşılanmadıkça pandemi bitmeyecektir. Salgın uzadıkça mutasyonlar da çoğalacak, sorun içinden çıkılmaz bir karmaşaya sürüklenebilecektir.

DSÖ Genel Başkanı Dr. T.A. Gebreyesus’a göre; IMF, tıbbi çözümlerin daha hızlı ve daha yaygın sunulması ile 2025 sonuna dek küresel gelirde yaklaşık 9 trilyon $ birikimli artış sağlanabileceğini kestirmektedir. (DSÖ Genel Direktörü, COVID-19 Salgınına Karşı Yapılan Mücadeleyi ve Aşı’yı anlattı. | Health World News, 24.12.20)

Bu salgın, İNSANLIK için sıkı bir sınavdır aynı zamanda. Kapsamlı bir KÜRESEL DAYANIŞMA ve İŞBİRLİĞİ tek akılcı – adil yoldur.

Sevgi ve saygı ile. 19 Mart 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

15 ŞUBAT MÜMKÜN MÜ?

Prof. Dr. Saltık:
Bu koşullarda okulların açılması facia olur

Okulların 15 Şubat’ta açılması tartışmalarına ilişkin bianet’e konuşan Prof. Dr. Ahmet Saltık, “Türkiye, ‘11 Mayıs skandalı‘nı yaşadı, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Sağlık Bakanlığı verilerine göre, 8 Aralık 2020’de 33 bin 198’e yükselen günlük Covid-19 vaka sayısı, tedbirlerin etkisini göstermesiyle 1 Ocak’ta 12 bin 203’e düştü.

10 Ocak’ta 9 bin 138, 20 Ocak’ta 6 bin 435 olarak kayıtlara geçen vaka sayısı, 25 Ocak’ta da 5 bin 642’ye indi.

Vakalarda yaşanan bu düşüşün hemen ardından Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, 15 Şubat’ta okulların yüz yüze eğitime geçeceğini duyurdu.

Fakat bu açıklamanın üstünden çok geçmeden vakalar yeniden 7 binlere yükseldi.  26 Ocak’ta 7 bin 103, 27 Ocak’ta 7 bin 489, 28 Ocak’ta 7 bin 279 olan vakalar ve dün ise 6 bin 652 olarak açıklandı.

Peki, vakalar yeniden artıştayken, öğretmenler ve diğer eğitim çalışanları henüz aşılanmamışken okullar açılabilir mi, ne gibi riskler barındırıyor, bu koşullarda okullar açılırsa karşılaşacağımız tablo ne olur?

Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. Ahmet Saltıkbianet’in sorularını yanıtladı.

Okulların açılmasıyla birlikte öğretmen, öğrenci, veliler ve öbür eğitim çalışanlarıyla birlikte 30 milyonluk bir nüfusun yerinden oynatılacağını belirten Saltık, “11 Mayıs sakandalı”nı yaşadı Türkiye, ‘salgını hallettik’ hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız” dedi.

Saltık, öğretmenler aşılansa bile riskin ortadan kalkmadığını belirtti ve ikinci dönem de eğitime uzaktan devam edilmesi gerektiğini söyledi.

“30 milyonluk bir nüfus hareketlenecek”

Vaka sayısı yeniden günlük 7 binlere yükseldi, mutasyonlu virüs de gündemde; bu durumda okullar yüz yüze eğitime başlayabilir mi?

Bu küresel bir sorun, dolayısıyla Covid-19 salgınını salt Türkiye’de alınacak önlemlerle yenmenin olanağının olmadığının altını en başta çizmek isterim. Sıkı bir küresel dayanışmayı ve uluslararası toplumun birbirine el vermesini gerektiriyor. Başından beri bu dayanışmaya dikkat çekmiştik. Birleşmiş Milletler’in kuruluşunun 75. yılında yani 24 Ekim 2020’de BM’nin çağrısıyla DSÖ işbirliğiyle 2-4 haftalık eşzamanlı bir küresel kapanmanın yaşama geçirilmesini önermiştik. Bu önerimiz hala geçerlidir ve düne göre daha çok gündemdedir.

15 Şubat’ta okulların açılmasına gelecek olursak: Bu koşullarda okulların açılması bir facia olur! Bir milyon yüz bine yakın öğretmen henüz hiç aşılanmadı. Lise, ortaokul, ilk öğretim ve okul öncesi eğitim dahil 18 milyon öğrenci bulunuyor, öğretmenlerle ve öbür çalışanlarla birlikte bu sayı 20 milyona ulaşıyor. Okullarda çalışan temizlik, kantin, güvenlik, servis ve öteki görevlilerle çocuklarına yer yer eşlik eden anne babalar da dikkate alındığında neredeyse 30 milyonluk dev bir nüfusun yerinden oynatılması anlamına geliyor.

30 milyonluk kitle Türkiye nüfusunun üçte biri. Salgın yönetimi insanlar arası temasın en aza indirilmesine dayanır, altın kural budur. Oysa biz bu yaklaşımla okulları yüz yüze eğitime açarsak, bunun tersini yapmış oluyoruz. Yani 15 Şubat’ta üniversite öncesi okulları açacak olursak 30 milyonluk dev bir kitleyi hareketlendirmiş oluruz.

TIKLAYIN-“Öğretmenler şimdi aşılansa en az 45 gün sonra bağışıklık oluşuyor”

Çocukların bulaştırıcılığı daha fazla”

Çocukların virüsü bulaştırma oranı da oldukça tartışıldı, virüsü bulaştırma oranları nedir?

Bir Bilim Kurulu üyesinin çocukların bulaşın yayılmasında rolü olmadığı yönünde bir açıklamasını okudum. Tersi yönde çok sayıda bilimsel yayın var. Bu görüş uç bir görüş, tersine, çocukların hastalığın yayılmasında en temel taşıyıcı risk kümesi olduğunu ortaya koyuyor yayınlar.

0-18 yaş arası çocukların Türkiye’de dünyada aşılanması en azından şimdilik söz konusu değil, geliştirilen aşılar 18 yaş üstü erişkinler için. Yalnızca İngiltere’de 16-18 yaş arası çocuklar aşılanıyor. Türkiye’de bu çocuklar aşısız, dolayısıyla bulaşı (enfeksiyonu) rahatlıkla alabilecek, ayakta geçirebilecek, en tehlikelisi yayabilecek tehlikeli bir durumda olacaklar. Okuldan eve, evden okula taşıyıcı olacaklar.

Ayrıca bir başka sakınca okulların mekan olarak hazırlanmamış olması. 18 milyon öğrencinin tümünün aynı anda okullara taşınması düşünülmüyor başlangıçta. Sınırlı sayıda, aşamalı bir açılma düşünülüyor ama bunun için de koşullar yok. Çocuklar için 1,5 metreden daha fazla sağ-sol-ön-arka uzaklık gerek, bunun 2 metre gibi olması gerekiyor. Bu da 16 metrekareye bir çocuğun düşmesi gerektiği anlamına geliyor.

Çocuklar koşuyor, hareketliler, bağırarak konuşuyorlar, virüsü taşıyorlarsa ortalama bir erişkine göre çok daha fazla bulaştırıcı olabiliyorlar.

TIKLAYIN-2020: Eğitim hiç bu kadar “uzak” olmadı

“Yeniden 11 Mayıs’ı yaşarız”

Okullar açıldığı takdirde tablo ne olur?

Son rakamlar 5-7 bin / gün yeni olgu aralığında kilitlendi, son günlerde artışla yeniden 7 binlere ulaştı. Salgın eğrisinin Türkiye’de ve dünyada nasıl davranacağını öngörmek çok güç. Türkiye’de 11 Mart 2020’de ilk olgu duyurulmuştu, DSÖ ‘bu bir pandemidir’ dediği gün açıklanmıştı, yani daha önce saklanmıştı. Karşımızda saydam olmayan ve güven vermeyen bir yönetim var. Dolayısıyla verilerin güvenilirliği hala tartışmalı.

Günlük 7 bin dolaylarında belirtilen olgu sayıları ve ölü sayıları hala kuşkulu, belki de ölümler 3 katı!? Geçtiğimiz yıl nisan ortalarında salgın tepe yaptığında yaklaşık 5 bin dolayında günlük olgumuz vardı, bir günde en çok 125 kişi ölmüştü. Şu an o tepe değerlerinin çok üstündeyiz ama o dönemde aldığımız önlemlerden çok daha gevşek önlemlerle salgınla başetmeye çalışıyoruz.

Üstelik “11 Mayıs skandalı”nı yaşadı Türkiye, “salgını hallettik” hülyasıyla alelacele kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtı! Salgının ikinci ayında kabak çiçeği gibi açılmıştı Türkiye. Benzer vahim hatayı 15 Şubat’ta okulları açarak yapmamalıyız, yapamayız!

TIKLAYIN-Okulların açılması için 9 şart

“Açılma ölçülerini sağlamıyoruz”

Peki hangi durumda okullar açılabilir?

Önceki gün, Bilim Kurulu’nun öğretmenlerin aşılaması bitmeden okulların açılmaması gerektiğini belirttiğini, 15 Mart’ı işaret ettiğini öğrendim. Bu kararı sevinçle karşıladım.

Okulların açılabilmesi için Epidemiyolojide bildiğimiz birtakım ölçütler var. Bunların en başında R0 değeri geliyor, yani bulaştırıcılık katsayısı. Bu değerin toplumda salgının denetim altına alınıp alınmadığını anlamak için büyük önemi var. Salgın eğrisinin aşağı doğru indiğini anlayabilmek için bu katsayının 1’in altında olması gerekiyor. Şu sıralar 1’in üzerinde, çünkü günlük yeni olgu sayıları artıyor. Ama Sağlık Bakanlığı bu değeri açıklamıyor, gerçekte Bilim Kurumunun konuşması gerekirken siyaset kurumu konuşuyor! R0 değerinin 1’in altına indiğini ve en az 4 hafta aşağı doğru gittiğini, kalıcı olduğunu görmek gerekiyor.

Öte yandan, okul servislerine %50 oranında öğrenci koyup seyrelterek taşıyabilecek misiniz, bunu nasıl finanse edeceksiniz? Okullarda havalandırma ve hijyen koşulları yeterince sağlanmış değil. Bir de hastalığın insidens hızı var dikkate alınması gereken. Yani her gün kaç yeni olgu tanısı koyuyorsunuz? Yüz bin kişide 1’in altına düşmesi gerekiyor bu hızın. Yüz binde bir, milyonda 10 demektir, 90 milyon nüfusta en çok 900 /gün yeni tanı demektir.

Yani Türkiye’de her gün, çok sıkı izleme ile 900’ün altında yeni olgu yakalama gerekliği var. Sağlık Bakanlığı bunu sağladık diyebilir; ama dün 7 bin dolayında PCR pozitif insan (olgu, vaka, hasta) vardı; buna karşılık 700 dolayında “belirti veren hasta” ilan edildi. Böylelikle o ölçütü sağladık diyebilir ama bu yanlış. Çünkü yüz binde 1’in altında olması gereken PCR testi pozitif olanların oranıdır. Sağlık Bakanlığı’nın uydurmasıyla ‘PCR pozitif ama yalnızca belirti verenleri hasta kabul ediyorum’ saçmalığı dünyanın hiçbir yerinde yok. Dolayısıyla okulların açılması bakımından bu ölçütü de sağlayamıyoruz.

Bir başka ölçüt de ölümler! Ölümlerin genel olarak günde 10’ların altına inmesi beklenir ki, okulların açılabilmesi düşünülebilsin. Son “resmi” veriler 130’un üstünde!

Ve virüste yaygın mutasyonlar… İngiltere’de, Güney Afrika’da ve Brezilya’ da 3 farklı mutant tip söz konusu ve bunlar Türkiye’de de görüldü. Dünyada 70 ülkeye yayılmış durumda! ABD’nin CDC Başkanı, on gün kadar önce yaptığı açıklamada, ‘Mart ayında ABD’de dolaşan baskın virüs tipinin İngiltere’deki mutant tip olacağından endişe ediyoruz’ dedi. Bu durum nasıl olumsuz sonuçlar getirir; aşıların etkinliğini azaltabilir, kullanılan ilaçların etkinliği azaltabilir, mutasyon geçiren virüsün bulaştırıcılığı %70 dolayında artabilir, mutant virüsün öldürücülüğü %30 daha çok olabilir! Bunların hepsini bir arada düşündüğümüzde okulların açılmasının koşullarının olmadığını net bir biçimde görüyoruz.

TIKLAYIN-“Çocuklar internet için çatıya çıkıyor”

“Öğretmenlerin aşısı 15 Mart’ta ancak biter”

Aşılamada öğretmenler 2. küme 7. sırada yer alıyor. Bu durumda öğretmenler ne zaman aşılanacak ve ne zaman bağışıklık kazanmış olacaklar?

Türkiye’de kullanılan Çin kökenli Coronavac aşısında 2 doz arasında 2 hafta ara verilerek denemeler yapıldı. Aşının sağlayacağı bağışıklık oranları bu plana göre verildi. Ancak Türkiye aşı sağlamadaki güçlükler nedeniyle 2 haftalık arayı 4 haftaya çıkardı. Bu Epidemiyolojik değil politik – yönetsel bir seçim. Gelen her aşı partisinin en az 2 hafta süren biyogüvenlik testlerinden geçirilmesi gerekiyor. Her parti aşı geldikten 2 hafta sonra kullanılabileceğini hiç unutmamak gerekiyor. Bu nedenle, yineleyelim; 4 haftalık ara kararı yönetsel bir karardır, Epidemiyolojik temelli bilimsel bir karar değildir ve aşı ile elde edebilecek bağışıklığın azalmasına yol açabilir.

Dolayısıyla 4 hafta ara ile uygularsanız, bu ara ayrıca uzamazsa, 2. aşıdan da 15 gün sonra beklenen bağışıklık elde edilebiliyor. Yani aşının sağlayabileceği kadar bir bağışıklık düzeyi. Bu oran Türkiye’de %91 ilan edildi ama bu oranın hiçbir bilimsel geçerliliği yok, gerçeği bilmiyoruz. Brezilya, Şili, Türkiye ve Endonezya’da yürütülen Evre-3 çalışmalarının ara raporlarından çıkan sonuçlara göre; iyimser olarak %70 dersek koruyuculuğuna; bir milyon öğretmenin tümünün uygun zaman aralıklarıyla aşılanması durumunda, bu gün aşılanmaya başlansa bir buçuk ay sonra, yani 15 Mart’ta bir milyon öğretmeni iki tur aşılamış olacak ve ancak 700 binini, yaklaşık 2/3’ünü bağışıklamış olacaksınız!

Çin kökenli aşının bağışıklık oranı en iyi olasılıkla %70, ancak aşının gerçek anlamda koruyuculuk oranını Türkiye’de bilmiyoruz. Bu nedenle, aşılanan insanlarda bağışıklığın ne ölçüde geliştiği de bilimsel çalışmalarla ortaya konmalı. Gerçek gerçek Biyolojik koruyuculuk oranının yaygın aşılama sonrası belirlenmesi gerekiyor, bundan sonra salgın yönetiminde aşılama politikaları başlıca bu bilgiye dayanacak.

TIKLAYIN-“Okullar açılırsa vaka sayılarında ciddi artış olabilir”

“Son veriler nisandaki tepe değerlerini aşıyor”

Peki, öğretmenler ve eğitim alanındaki tüm çalışanlar aşılanınca ‘okullar açılabilir’ diyebilecek miyiz?

Aşı olmak bulaş zincirini tümüyle kırmıyor!
Yani aşılansanız da belli oranlarda korunur, hastalığa yakalanır ama belirtisiz – hafif – ayakta geçirirsiniz, dolayısıyla bulaştırmayı sürdürebilirsiniz. Aşılamadaki temel amaç bulaşıcılığı azaltmak olmalıydı ama eldeki aşılar, hastalığa yakalananların hastalığı geçirme derecesini belirliyor. Türkiye için aşıyla korunma gücünü %70 düşündüğümüzde, aşı yapılan her 100 insandan 30’u yine hastalığa açık, korunamayacak, yakalanabilecek. Aşılı olup hastalananlar ise hafif geçirebilecek, yani aşı hastalığın ağır geçirilmesini ve ölümleri yüksek oranda engelleyecek.

Dolayısıyla “öğretmenleri aşıladım” demek yetmeyecek. İkinci bir “11 Mayıs faciası” yaşamayalım. 11 Mayıs’ta AVM’leri açarken Türkiye’nin günde 30 bin hastayı, binleri aşan günlük ölümleri deneyimleyeceğini kimse öngöremedi ama bu oldu, yine olabilir! Biz uyarmıştık, “.. böyle giderse Türkiye’yi bir kasırga bekliyor..” diye çok kez yazıp söyledik. O fırtınalar ne yazık ki gerçek oldu ve hala da dinmedi. Son veriler, nisan ortası tepe değerlerini aşıyor.

Bu nedenlerle Epidemiyolojik bilimsel kuralları uygulayarak gitmemiz gerekiyor.

  • Türkiye’de hala 2-4 hafta arası kapanma zorunluğu açıkça karşımızda duruyor.

İktidar, pansuman önlemlerle, kolonlardaki çatlakları sıvayarak salgını savuşturmaya çalışıyor. Bu insanlığa karşı bir suç, asla kabul edilemez ve sürdürülemez!

TIKLAYIN-Okulları açmak için yeterince kontrollü ve güvende miyiz?

“Bu dönem de uzaktan eğitim devam etmeli”

Son olarak bugün eğitimde yaşanan bu sorunların önümüzdeki yıllarda başka bir halk sağlığı sorununa dönüşmemesi için ne yapmak gerekiyor?

Salgınlar çok özel, olağanüstü durumlardır. 1918’de çıkan İspanyol gribi salgını 4 yıl sürmüştü, 50 milyonu aşkın insanın ölümüne yol açmıştı. Şu an ölümler İspanyol gribi ile karşılaştıramayacak ölçüde. İlk yıl sonunda 2 milyonun biraz üstünde, olgular da yüz milyonu geçti. Sağduyulu olmalıyız, dünyadan da örneklere baktığımda bu yarıyılın böyle kapanması, fiziksel karşılaşmanın düşünülmemesi gerekiyor.

– Uzaktan eğitimin altyapısı iyileştirilmeli,
– fırsat eşitsizlikleri hızla giderilmeli,
– yoksul ailelerin çocuklarına bilgisayar ve internet erişimleri sağlanmalı,
– öğretmenlerin sanal ortam eğitim – öğretim becerileri geliştirilmeli,
– yazılımların yetenekleri daha da artırılmalı…

Bu yarıyıl böyle “uzaktan” gitmesi gerektiğini düşünüyor pek çok uzman, ben de öyle.

Yazın salgın hızını yitirirse, o zaman telafi kursları düşünülebilir.
Toplumların yaşamında böyle olağanüstü durumlar olabilir, ağır bedeller ödetir bunlara katlanmak gerekir kimi kez.

Benzer afetleri yaşamamak için de tüm dünyada yaşam biçimini, çevre ile ilişkileri köktenci biçimde iyileştirmek zorunlu. (RT)

Karantina TV Programımız : 07 Ocak 2021

Dostlar,

07 Ocak 2021 Perşembe günü saat 20:00’de Karantina TV’de olacağız.. / OLDUK..

Kanal yöneticisi Sn. Recai AKSU ile konumuz :

Salgın Yönetimi Zora Giriyor :
Dünyada ve Türkiye’de Ne Yapmalı??

Özgür haber kaynağı Karantina TV’nin Youtube ve sosyal medya (facebokk, twitter) hesaplarında, canlı yayında idik. Herhangi birinden program izlenebilir, lütfen tıklayınız..

Salgın, küresel bir güvenlik sorunu durumuna gelmiştir ve DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) – BM
(Birleşmiş Milletler) işbirliğiyle BM Genel Kurulunda / Güvenlik Konseyinde ivedilikle görüşülerek;

TÜM DÜNYADA EŞ ZAMANLI EN AZ 2-3 HAFTA TAM KAPANMAYA GİDİLMELİDİR.

  • 1 saat boyunca Salgını kapsamlı olarak değerlendirdik.
  • Salgın artık Küresel güvenlik sorunu, BM Güvenlik Konseyi veya Genel Kurulda DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ile görüşülmeli ve
  • tüm dünyada eşzamanlı 2-4 hafta küresel kapanma + yaygın aşı uygulanmalı;
  • küresel dayanışma tek çıkar yol; ALARM durumundayız.

Sevgi ve saygı ile. 07 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Cumhuriyet Gazetesi’ne demecimiz – 16 Kasım 2020

Cumhuriyet Gazetesi’ne demecimiz..

Dostlar,

Demecimize 1. sayfada bir bölüm giriş ve arka sayfada devamı verilmiş.
pdf dosyaları aşağıda..

Cumhuriyet’e_demec1_16.11.20

İSTANBUL TIKANIYOR..

Cumhuriyet’e_demec2_16.11.20

SALGIN TEPE  NOKTADA!

Gazete‘ye yolladığımız tam metin ise aşağıda..
****

İstanbul’da yoğun bakımda alarm zilleri çalıyor : İstanbul tıkanmak üzere

  • Prof. Dr. Ahmet Saltık :
  • Hasta seçme durumunda kalınabilir. Acil 14 günlük kapama yapılmalı’

‘Aşı ile ilgili dünyanın haberinin olmadığı bir sürpriz var. Aşı yeterince üretilse de eksi 70-80 santigrat derecede soğuk zincirle ulaştırılmalı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle yaygın bir donanım yok. Bu şu an büyük sorun’

SİBEL BAHÇETEPE

Ülkemizde koronavirüs salgını 8. ayını geride bırakırken, özellikle İstanbul’da sıkıntı giderek artıyor. Vaka sayısı “resmen” (!) günlük 3 bine yaklaşırken; sahadan gelen bilgilere göre, koronalı hastalar için hastane hastane dolaşıp yatak aranıyor, hatta özel hastanelerde bile yatışlar için sıra olduğu belirtiliyor. Yoğun bakımlar adeta alarm veriyor. Ankara Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. Ahmet Saltık, İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde 14 günlük kapatma yapılması gerektiğini belirterek “İstanbul’daki salgın durumu nisan ayındaki tepe değerlerine yaklaşmış hatta aşmış durumda denebilir. Doktorlar yoğun bakıma alacakları hastaları seçmek durumunda kalabilir, bu çok acı” dedi.

  • Birleşmiş Milletler’e de çağrı yapan Saltık,

    tüm dünyada eş zamanlı 14 günlük kapatama yapılmasını

    bunun bir küresel dayanışma örneği olacağını söyledi.

Prof. Saltık, gazetemize yaptığı açıklamada, İstanbul’daki salgın durumunun Nisan ayındaki tepe değerlerine yaklaştığını hatta aştığını söyledi. Saltık “Birçok kaynaktan ve hastanelerden arkadaşlarımızdan gelen bilgiler bu yönde. Yoğun bakım yatağı bulmak son derece güç, cankurtaranlar saatlerce gelemiyor, merkezi yönlendirme ile hangi hastanede boş yatak varsa (?) oraya götürüyor cankurtaranlar. Ama yönlendirildikleri hastanelerde de rahatlık yok, tıkanmak üzere İstanbul’daki durum” uyarısında bulundu. Hangi ilde, hangi ilçede ne denli hasta olduğu, artış hızı, ölümler.. gibi epidemiyolojik verilerin bilinmesi ve buna göre önlemler alınması gerektiğini vurgulayan Saltık, “Sahadan gözlemlerimiz, meslektaşlarımızdan gelen bilgilere göre yoğun bakımlar doldu, hastalar sedyelerde bekletiliyor deniyor. Sağlık Bakanı 14 gün kapatma çağrısının yanlış olduğunu düşünüyorsa bilimsel gerçeklerle açıklamalı. İstanbul’dan başlayarak, epidemiyolojik verilerle uyumlu bicide 14 günlük kapatma yapılmalı” dedi.

‘Yoğun bakım hastaları seçilebilir’!

Hastanelerde doktorların “hasta seçme” durumuna düşebileceğini söyleyen Prof. Saltık, “Meslektaşlarımız neredeyse artık yoğun bakıma hasta seçmek durumda kalacaklar. ‘Bu hastayı mı, şu hastayı mı yoğun bakıma alalım?’ .. Bu çok ağır bir sorumluluk. Yoğun bakıma veremediğiniz hasta ölecek, böylesine ağır ve kritik, insan yaşamıyla ilgili kararlar vermeye siyasal iktidar bizi, kötü yönetimi ile zorluyor. Salgın yönetiminde gerek Türkiye genelinde gerek İstanbul’da geldiğimiz bu tıkanmanın temel sorumlusu siyasal iktidarın akıl ve bilim dışı kötü yönetimidir veya yönetimsizliğidir” diye konuştu. Saltık, şöyle devam etti:

“Türkiye, PCR testi pozitif insanların tümünü DSÖ’ye bildirmeyip neredeyse onda birini, yirmide birini bildiriyor. Dünya alem herhalde kör ve sersem değil. Uyarılar da gelmeye başladı. 9 aydır aşağı yukarı hükümet benzer yöntemleri izliyor ve Türkiye salgınla başedemiyor. Bu yöntemlerde eksiklik ve hatalar olduğunu artık kabul etmek gerekir, değiştirmek gerekir.

Ne yapılabilir?

Öncelikle bilimsel danışma kurulu ne kararlar alıyor, bunları iktidarın kamuoyu ile paylaşması gerekir. Sonra neden o kararları uygulamadığını gerçekleri ile paylaşması gerekir. Salgınla ilgili verileri DSÖ’nün kurallarına uygun biçimde PCR (+) çıkanların tümünü, negatif çıksa da klinik olarak tanı konan olguların tümünü kamuoyuna ve DSÖ’ye bildirmelidir.

  • Pek çok ülkede, Türkiye içinde olmak üzere ekonomik kaygılar ve sermayenin kârı öne çıkarılarak, masum insanların önlenebilecekken ölümleri önlenmiyor.
  • Ülkemizde salgınla başetmenin öndeki temel 3 engelden biri, talan edilen ekonomi nedeniyle salgına yeterli finansal kaynağı ayır(a)mamak geliyor.”

Ek Sağlıkçı ataması yapılmalı

Sağlık çalışanları sayısının yetersizliğine de dikkat çeken Prof. Saltık “En az yüz bin yeni sağlık çalışanı alınması gerekir diye aylardır uyarıyoruz.. Varolan sağlık personeli yetersiz, OECD’nin dibindeyiz” dedi.

Salgınla ilgili başarısızlığın bir başka nedeninin ise liyakat olduğunu anımsatan Saltık, Sağlık Bakanlığının liyakata dayalı kadrolarla değil ahpap çavuş ilişkisiyle, yandaşlarla yönetildiğini (nepotizm) anlattı.

“Salgından çok, Türkiye’deki kötü siyasal yönetim masum insanların ölümünün temel sorumlusu“

diyen Saltık, “11 Mayısta AVM’ler açılmıştı, Temmuz gelince yükselmeler başladı. ‘Böyle giderse Eylül – Ekimde Türkiye 14 gün kapama ile karşı karşıya kalabilir, buna hazırlıklı olun.’ demiştik. Şimdi o günlere geldik ne yazık ki.

  • Özellikle İstanbul’da ve büyük kentlerde en az 2 haftalık bir tam kapatma gerekiyor.

Bunun için de ciddi finansal kaynak ayırmalısınız. Ne yazık ki Türkiye iflasın eşiğinde ve AKP para bulamıyor.

  • İktidar, salgın yönetiminde ‘mış’ gibi yapıyor, oyalanıyor ve halkı oyalıyor” değerlendirmesini yaptı.

Maskeden yakında kurtulacağız söylemi yanlış

Sağlık Bakanı Koca’nın ‘aşı yakındır ve yakında maskeden kurtulacağız’ yönündeki söylemlerini de eleştiren Prof. Saltık, özetle şunları kaydetti:

“Bu söylemler halkın desteğini zayıflatır ve bu olmadan salgında başarılı olamazsınız. Maskeden kurtulacağız söylemi son derece yanlış. DSÖ ‘henüz elde aşı yok’ diyor ama çalışmalar hızla ilerliyor. Bu yılın sonlarına doğru belki sınırlı bir dağıtım olabilir. 2021’in ilkbaharı, yaza doğru bir aşı elde edebiliriz ancak bununla da bitmiyor. Ciddi bir üretim yetersizliği sorunu var. Türkiye 90 milyon, 45 milyona aşı yapacaksınız diyelim; bu denli aşıya erişmek olanaklı değil. Ayrıca Türkiye hangi ön anlaşmayı yapmış, bunları bilmiyoruz, İktidar açıklasın. 2 doz gerekli, 90 milyon doz yapar, 1 doz = 15 Dolardan 1,35 milyar Dolar! Bunca kaynak yok!

Ayrıca aşı ile ilgili dünyanın haberinin olmadığı bir tatsız sürpriz de var:

En yakın gibi gözüken aşı eksi 70-80 derecede saklanmak zorunda. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir donanım yok. Bu da ciddi bir kaynak ve zaman gerektiriyor.. üretildiği laboratuvardan çıkarken daha eksi 70- 80 derecede soğuk donanımla taşınacak ve kişinin koluna erişene dek bu soğuk zincir korunacak. Bunun hazırlığı yok, ciddi gider ve zaman gerek.

Daha bir yıl yaklaşık, iyimser söylüyoruz, çok sıkıntımız var.

Bu dönemde hem maske hem fiziksel korunma uzaklığı hem de genel hijyen önlemlerini daha da özenle sürdürmeliyiz.

Temaslılarda belirti yoksa test yapılmayacağı açıklandı. Bu kararın bilimsel dayanağı yok.

Hükümet salgınla mücadele ediyormuş gibi yapıyor.

AKP iktidarı, gerçek anlamda salgın politikası yürütemediği için, bu oyalanmalarla zaman kazanmaya çalışıyor. İlaç / aşı geliştirilmesini bekliyor.

24 Ekim’de BM’nin 75. yılında yaptığım konuşmalarda şunları vurguladım :

  • Yalnız Türkiye için değil, uluslararası toplum için tüm dünyada eşzamanlı 14 gün küresel kapatma çağrısı yapıyoruz.

Bu bir uluslararası dayanışmadır ve insanlığa çok şey kazandıracaktır. BM düzleminde konunun mutlaka ve ivedilikle ele alınması gerek.” (15.11.2020)
*****
Cumhuriyet’e ve değerli muhabiri Sn. Sibel Bahçetepe’ye teşekkür ederken,
bu gün  açıklanan Cumhuriyet Gazetesi’ne 28 gün reklam yasağı cezasını kınıyoruz. Asla adil değil, hukuka uygun değil; buram buram siyasal hınç – intikam – çökerteme saldırısı kokuyor.
Bunlar 21. yy’da Türkiye’ye yakışmıyor ama siyasal islamcı AKP kendine yakıştırıyor.
Bu Gazete neler gördü, geçirdi.. Asırlık çınardır.. Sel gidecek kum kalacaktır, unutulmasın.

Gazetemiz Cumhuriyet’i destekleyelim günde birkaç tane alıp dağıtalım..

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik