Etiket arşivi: toplumsal eşitsizlikler

2023’e girerken sağlık

authorBAYAZIT İLHAN 
GÜNCEL23.12.2022, BİRGÜN

Sağlıkta eşitsizlikler tüm dünyada belirgin sorun olmaya devam ediyor. Hem ulusal hem de uluslararası ölçekte sağlık sistemi, ekonomik, siyasal, toplumsal eşitsizlikler sağlığımızı bozuyor. Salgınlar, savaşlar, iklim krizi sıkıntıları büyütüyor. Bunları azaltmak ve sağlıklı olmayı temel bir insan hakkı olarak kabul ettirebilmek bitmeyen bir mücadele konusu. Sorunların temelini sınıfsal çelişkiler oluşturuyor.

Ortaya atılan yeni kavramların, hedeflerin de ne kadar çözümleyici olduğu tartışmalı.12 Aralık, Birleşmiş Milletler’in (BM) kabul ettiği Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı (Universal Health Coverage) günü idi. Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı ile tüm insanların, her yerde, ihtiyaç (gereksinim) duydukları kaliteli (nitelikli) sağlık hizmetlerini finansal sıkıntı yaşamadan alabilmelerinin hedeflendiği ifade ediliyor. Buradaki “finansal sıkıntı yaşamadan” ifadesi, parayı kimin ödeyeceği sorusunun temel çelişki olmaya devam ettiğini gösteriyor.

2000 YILINDA OLMADI, 2030’DA OLUR MU?

Dünya Sağlık Örgütü’nün 1977 yılındaki 30. Genel Kurulu’nda kabul ettiği ve bir yıl sonraki, 1978 Alma Ata Bildirisi’ne giren “2000 Yılında Herkese Sağlık” hedefi bir dönemin temel sloganı olmuştu. O dönemde Sovyetler Birliği içinde Kazakistan’da toplanan Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı’nın sonunda yayınlanan Bildiri “2000 Yılında Herkese Sağlık” hedefine ulaşılabilmesi için gerekli ilkeleri ilan ediyordu. 2000 yılını çoktan geride bıraktık, olmadı, hedeflerin pek çoğu kâğıt üzerinde kaldı. Bu arada Sovyetler Birliği dağıldı, dünyada eşitsizlikler azalmadı, arttı.

2000 yılında bu kez BM, 2015 yılına dek gerçekleşmesi çağrısıyla Milenyum Hedefleri ilan etti. BM’nin 2015 raporlarında kimi eksikler olsa da hedeflere büyük ölçüde ulaşıldığı söylendi. Oysa temel eğitim ve sağlık hedeflerine ulaşılamadığı, derin yoksulluğun, toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin devam ettiği görülüyordu. BM 2015’te ise 2030 yılına dek gerçekleşmesi için doğrudan ya da dolaylı olarak sağlığımızı ilgilendiren 17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi’ni kabul etti. Bunlar açlığın, yoksulluğun ortadan kalkmasından eğitime, temiz su, hijyen, halk sağlığı, iklim, barış ve adalet istemine dek geniş yelpazede tanımlanmış durumda.

İşte DSÖ de bu çerçevede 2030 yılında Evrensel Sağlık Kapsayıcılığı ve Herkese Sağlık hedeflerini tarif etti. Bu kavramların Alma Ata Bildirisi’nin 40. Yılında, 2018’de bu kez Kazakistan’ın Astana kentindeki İkinci Temel Sağlık Hizmetleri Konferansı Bildirisi’ne de girdiğini görüyoruz. Türkiye 40 yıl önceki ve sonraki konferansların katılımcısıdır.

Okuyunca iyi hissettiren bu hedefleri gerçekleştirebilecek “ulusal ve uluslararası irade, akıl, örgütlülük var mı” sorusu önümüzde duruyor. Olmadığını ne yazık ki önceki hedeflerin çoğuna ulaşılamamasından anlıyoruz.

YENİ YÜZYILDA SAĞLIK

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni yüzyılına ülkenin geleceği için çok önemli olan seçimlerin arifesinde giriyoruz. Uluslararası kurumların, konferansların metinlerine konu olan pek çok sorunun ülkemizde de yaşandığını biliyor ve çözümleri için kendimizi sorumlu hissediyoruz. Çok açık, 2023 seçimleri ülkemizin sağlığından eğitimine, çocuk istismarından kadın cinayetlerine, adaletten doğa mücadelesine, yoksulluğun, eşitsizliklerin ortadan kaldırılmasına, yurtta ve dünyada barış istemine dek pek çok konuda belirleyici olacak.

  • Sağlığın bir hak olmaktan çok tüketim nesnesine dönüştüğü,
  • kamudan sağlık hizmeti almanın giderek zorlaştığı,
  • hastaların randevu alamayıp aylarca beklediği ya da acil servisleri doldurduğu,
  • hekimlerin, sağlık çalışanlarının eğitimlerinden çalışma koşullarına ve özlük haklarına sayısız sorunla boğuştuğu,
  • sağlık kurumlarında kalabalık, kargaşa ve şiddetin önlenemediği,
  • genel bütçede sağlığa ayrılan payın büyümediğikoşullarda Cumhuriyet’in yeni yüzyılına giriyoruz.

Tüm bunların çözümünü tartışmalı, daha iyi bir ülke ve daha iyi bir sağlık sistemini (dizgesini) hep birlikte kurmalıyız. 2023 seçimlerine giden ortam bunun için uygundur, ülkemizin bunu başaracak birikimi ve deneyimi vardır.

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2:
NE YAPMALI??

İLKNUR YAĞUMLİ
GAZETE DURUM,
21.06.2022
https://www.gazetedurum.com.tr/kadin-cocuk/prof-dr-saltik-yoksullastirma-politikasi-uygulaniyor-4962

İlk bölüm için tıklayınız : http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

Geçtiğimiz hafta ülkemizin ve dünyanın temel beslenme sorunlarını işlemeye başlamıştık. Bu yakıcı kitlesel sorun bağlamında sorularımızı yanıtlayan Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Ahmet Saltık (ayrıca Sağlık hukuku Uzmanı ve Mülkiyeli), Türkiye’de özellikle son 6 aydır büyük bir hızla ağırlaşan yoksullaşTIRmanın kişi ve toplum beslenmesi üzerine son derece çarpıcı olumsuz etkilerini dile getirdi. Daha ana karnında iken bebeklerin aç kaldığını / kalacağını, düşük doğum tartılı bebeklerin artacağını, yaşama böylesine ağır bir eşitsizlikle başlamanın gideriminin (telafisinin) ise neredeyse olanaksız olduğunu vurguladı. Yetersiz – dengesiz beslenmenin, gizli ve açık açlığın giderek ağırlaşan tablosunun bireysel bir sorun olmakla kalmayacağını, Türkiye için stratejik sorunlar doğurabileceğini, ülkemiz için bir sağkalım (beka) sorunu olduğunu da sayısal verilere dayanarak aktardı Prof. Saltık. Bu bölümü, GAZETE DURUM’un web sitesinde şu erişke ile okuyabilirsiniz : https://www.gazetedurum.com.tr/ozel-haber/prof-dr-ahmet-saltik—turkiyede-zek%C3%A2-duzeyi-geriliyor–4163
***

EKONOMİK BUNALIM, YOKSULLAŞtırMA ve
TOPLUMSAL BESLENME SORUNLARININ AĞIR BEDELİ-2

Soru (Gazete Durum, İlknur Yağumli)                      :

  • Türkiye’de ve Dünyada sayısal veriler nasıl bir görünüm sergiliyor??

Yanıt (Prof. Dr. Ahmet SALTIK, MD, MSc, BSc)       :

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı’nın 9 Haziran 2022 tarihli küresel açlık verilerine göre, Türkiye’nin %18’i yeterli beslenemiyor. BM, Dünya Gıda Programı’nın (WFP) küresel açlık izleme sistemi olan Açlık Haritası’na göre 9 Haziran 2022 verileriyle 92 ülkede 868 milyon kişi yeterli gıdaya ulaşamıyor. Bu rakam, dünyanın toplam nüfusu olan 8 milyarın 1/10’undan daha büyük bir orana karşılık. Bir başka BM uzmanlık kurumu olan Roma merkezli Gıda Tarım Örgütü – FAO (Food and Agriculture Organisation) verileri de bu sayılarla örtüşmekte. Dünya Bankası, UNICEF veri tabanları da bezer görünümde ve küresel besin stokları alarm verici düzeyde.

  • Güncel verilerle Dünyamızda her 9-10 kişiden 1’i yeterli – dengeli beslenemiyor,
    daha açık bir anlatımla açık – gizli açlık yaşıyor!

BM Dünya Gıda Programı (WFP-Wold Food Program) verilerine göre 36 ülkede 333 milyon kişi verili koşullarda (halen) yetersiz beslenirken, 56 ülkede 533 milyon kişinin ise yetersiz beslendiği kestirilmekte. Aynı veritabanları, 5 yaş altı çocukların %1,7’sinin akut yetersiz beslenme, %6’sının ise süregen (kronik) yetersiz beslenme yaşadığını ortaya koyuyor.

Türk Aile Hekimleri Dergisi’nde yayımlanan ve üç hekim tarafından bir aile sağlığı merkezinde yapılan çalışmada her 4 çocuktan 1’inin tartısının çok düşük olduğu saptandı. Kız çocukların %85’i, erkek çocukların % 68’i kansızlıkla (anemi) ile boğuşurken, Avrupa’da bu oran yalnızca % 18.

  • 2020 yılı istatistiklerine göre, dünyada her 5 çocuktan 1’i bodur!
    Korkunç bir eşitsizlik!

Buna karşın, Dünyada her 10 çocuktan 1’i ise aşırı tartılı. Gelişmekte olan ülkelerde, her 10 çocuktan 1’i aşırı zayıflık nedeniyle risk altında. Bir yandan kavrukluk ve bodurluk, bir yandan tersine fazla kiloluluk ve hatta şişmanlık (obesite). Beslenme sorunlarının (yetersiz ve dengesiz beslenme) bedelini neredeyse katlıyor. “Hastalık yükü” (disease burden) giderek ağırlaşıyor. Özellikle gelişmekte olan yüksek doğurganlıklı ve kalabalık nüfuslu ülkeler için sürdürülemez bir, çok yönlü sorun. Toplumsal, ekonomik, ekinsel (kültürel), eğitimsel, tıbbi.. çok boyutlu.

Üstelik, pahalı olan nitelikli protein bakımından yetersiz ama görece ucuz karbonhidrat – yağ ağırlıklı beslenme, zayıf – kavruk görünümü engelleyerek, gerçekte boy bakımdan büyüme – gelişme sorununu maskeleyebilir. Bu yönüyle, çocukların özellikle ilk 5 yaşta bedensel (fiziksel) ve zihinsel (mental) büyüme ve gelişmelerinin düzenli aralıklarla ve özenle izlenmesi gerek. Bu, çok önemli bir koruyucu sağlık hizmeti ve kamusal olarak 1. Basamak sağlık birimlerinde verilmeli.

2019’da yapılan Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması’na göre 15-18 yaş arası çocuklarda; Bodurluk oranı %4,6. Çok zayıf (kavruk) olanların oranı %15,6 ve şişmanlık (obezite) oranı %8,3. Özellikle Covid-19 küresel salgını 2,5 yıla varan kuşatmasıyla fazla tartılılık ve şişmanlık (obesite) sorununu Küre genelinde ve ülkemizde daha da yaygınlaştırdı ve ağırlaştırdı.

Türkiye’de Okul Çağı Çocuklarında Büyümenin İzlenmesi Araştırma Raporu’na göre, Doğu Anadolu’da süregen (kronik) açlık çeken çocukların %3,5’i ve Güneydoğu Anadolu’da %5,4’ü “bodur”[1] kaldı.

Soru     : Çocuklarda fiziksel bodurluk, bir süre sonra ruhsal bodurluğu ve örselenmişliği de birlikte getiriyor mu?

Yanıt   : Güncel olarak elimizde yeni veriler yok. En son Türkiye Nüfus Sağlık Araştırması (TNSA) verileri 2018’de yayınlandı. TNSA 2023 raporunu bekliyoruz. Her 5 yılda bir yapılıyor bu bilimsel araştırma. Yukarıda da değindiğimiz üzere, 2019’da yayımlanan bir Türkiye Beslenme ve Sağlık Araştırması var ve onun da verileri neredeyse birkaç yıl geriye gidiyor. Dolayısıyla son durumu, yabanıl (vahşi) kapitalist yoksullaşTIRmanın Türkiye’de yarattığı yıkımı ortaya koyan güncel bilimsel araştırmalara hızla ve ciddi biçimde gereksinimimiz var. Öte yandan, Türkiye’de özgür bilimsel araştırmalara akçalı (finansal) kaynak bulabilmek son derece güç. TÜBİTAK gereken düzeyde özerk ve özgür değil, parasal kaynakları sınırlı. Üniversiteler de bu bağlamda çok yönlü sorunlar yumağında.

Elimizdeki son verilere göre, 5 yaş altındaki çocukların dünya genelinde % 22’si yaşına göre bodur; Küresel toplum için utanç verici bir durum. Her 4-5 çocuktan 1’i, yeterli-dengeli beslenseydi erişebileceği boyun çok gerisinde kalıyor. Oysa, pahalı olmayan bir bedelle önlenebilir bir sorun. Dünya genelinde 663 milyon insan son verilere göre günlük enerji (kalori) gereksinimini karşılayamıyor = aç kalıyor! 5 yaş altı çocukların %22’si bodur! “Bodur kalmak” uzun süreli ciddi ağır beslenme yetersizliğinin sonucu. Kısa süreli beslenme yetersizliği zayıflığa yol açar. Çocuklarda beslenme yetersizliği 1-2 ayı geçerse, boy alımı durur ve çocuk bodur kalabilir. Ayrıca en son, yine BM verilerine göre, dünya genelinde 1,9 milyar insan ciddi düzeyde gıda güvensizliği içinde.

  • Her 4 insandan 1’inin gıda güvencesi yok; yarın ne yiyeceği / bulacağı belirsiz!

Eğer yoksul ailelerin çocukları şöyle veya böyle, bir miktar karbonhidrat sağlayabilirlerse yani ekmek, yağ, un, şeker, kurabiye, pasta –ki o da çok zor ekmek de çok pahalı biliyorsunuz– İnsanlar ucuz ekmek için Halk Ekmek kuyruklarında; aşırı karbonhidratla beslenme nedeni ile bu çocukların bir bölümü zayıf görünmeyebilir kısa hatta bodur kalırlar. Onlarda durum iyice acı, yoksulluğun tavana vurduğu aileler.. İyi kötü biraz karbonhidrat alabiliyorsa kilosu yerinde görünebilir. Bu bizi aldatıp kötü beslenmeyi maskeleyebilir. O bakımdan mutlaka boy değerlendirmesi de yapmak gerekir yaşına ve cinsiyetine göre. Yukarıda da vurguladığım üzere sürekli koruyucu sağlık hizmeti!

Evet, bu çocukların ruhsal enerjileri de yeterli gelişemiyor. Duygusal küntlük (apati), öğrenme güçlükleri, sosyalleşmede zorlanma, bedensel – zihinsel kapasitenin geri kalması, coşku azalması, içe dönüklük, yaratıcı yeteneklerin gelişememesi, ruhsal-bedensel hastalıklara, kazalara yatkınlık, daha kısa ve niteliği düşük bir yaşam, beceri edinmede güçlük.. yoksulluğa mahkum kalma!

Soru   : Yetersiz beslenme 0-5 yaş arası çocuklarda ve okul çağı ile gençlerde hangi sağlık sorunlarına yol açıyor? Çocukların entelektüel gelişimini nasıl etkiliyor?

Yanıt Çocuklarda bulaşıcı hastalıklara (enfeksiyonlara) direnç düşüyor bu nedenle sık sık enfeksiyonlar, ishal, zatürre görüyoruz. Yetersiz-dengesiz beslenen çocuklar çok daha ağır geçiriyor bu hastalıkları. Daha yüksek oranda ölümlere yol açıyor. Ayrıca engelli kalmalara da yol açıyor. Diyelim ki aşısı yoksa, menenjit geçirdiyse hem fiziksel hem mental olarak ciddi engelli kalabiliyor. Bulaşıcı hastalıklarla savaşta, yeterli-dengeli beslenme çok temel bir girdi bildiğiniz gibi.

Bağışıklık sistemini güçlendiren, sistemin hastalıklara karşı savaşırken ürettiği antikorlar proteinlerdir. Eğer yeterli-dengeli beslenme ile nitelikli proteinleri yeterince alamıyor iseniz, bağışık sisteminiz sizi bulaşıcı hastalıklardan ve kanserden korumada çok zayıf ve yetersiz kalır. Dolayısıyla her türlü hastalığa açık ve yatkın olursunuz. Yaşam kaliteniz düşer, yaşam süreniz kısalır. Zihinsel (mental) yaratıcılığınız düşer, bunu vurgulamak isterim özellikle. Bir Goethe çıkartamazsınız, bir Einstein çıkartamazsınız ve ayrıca bu tablo, toplum içindeki sınıfsal yapı desenini de uçurumlaştırır ve sınıflar arası geçişi olanaksızlaştırır. Kastik (katı sınıfsal) bir
sosyolojik yapıya dönüştürür toplumsal dokuyu.

  • Yoksul yoksul kalmaya,
  • reaya yani köylü köylü kalmaya,
  • reaya oğlu reaya, yoksulun oğlu-kızı yoksul olmaya devam eder…

söyleşimizin ilk bölümünde de altını çizdiğim üzere. Toplumsal eşitsizlikleri azaltamayız, daha da derinleşir.

Soru  : 5 yaş altı çocukların yeterli gıdaya erişebilmesi ve beslenme eşitsizliklerinin giderilmesi için ne yapılmalı? Okul beslenme programları çözüm olur mu?

Yanıt   : Sağlık Bakanlığı’nın 5 yaş altı çocuklara özel bir önem ve özen göstermesi gerekiyor. Genel ve yerel yönetimlerin aşısız çocuk bırakmaması, okul öncesi okul  çocuklara beslenme desteği verilmesi, okul öncesi eğitime çocuklarını göndermeyen ailelere, gebe kadınlara, beş yaş altı çocukları olan ailelere, mutlaka yerel ve genel yönetimlerin gıda desteği sağlaması gerekiyor. Nitelikli protein içeren süt ve ürünleri, meyve, hayvansal-bitkisel proteinler, vitamin-mineraller başta olmak üzere. Bu bağlamda Anayasa md. 45’i özellikle anımsamakta ve anımsatmakta yarar var:

  1. Tarım, hayvancılık ve bu üretim dallarında çalışanların korunması
  • Madde 45 – Devlet, tarım arazileri ile çayır ve mer’aların amaç dışı kullanılmasını ve tahribini önlemek, tarımsal üretim planlaması ilkelerine uygun olarak bitkisel ve hayvansal üretimi artırmak maksadıyla, tarım ve hayvancılıkla uğraşanların işletme araç ve gereçlerinin ve diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırır. Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerlerinin üreticinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır.

Soru  : Çocukların yeterli-dengeli beslenememesi sizce iktidarın politik bir tercihi mi?

Yanıt Çocuklar toplumların geleceğidir. Onlara ancak yeterli-dengeli beslenme ve sağlık hizmeti ile başlayarak, eğitim hakkını da ekleyerek destekleyici, sevgiye dayalı, şefkate dayalı yol göstermeye dayalı, doğumdan getirdikleri özgücün (potansiyelin) en üst sınırına ulaşmalarını sağlayıcı bir toplumsal dayanışmacı sistem kurarsak beklediklerimizi onlardan alabiliriz. Onlara bunları vermediğimizde;

  • Yoksul, işsiz, kavruk, zayıf, beden direnci düşük, yaratıcı olmayan hatta çağını
    ve sorunlarını kavramaktan uzak,
  • Kalabalık, niteliksiz bir sürü”ye dönüşebilir toplum! Rahatlıkla yönlendirilebilir.
  • Birtakım siyasetçiler bunu çok isteyebilirler.

AKP bunu böyle yapıyor. Bilerek ve isteyerek. Çok çocuk yapın, Tanrı rızkını verir diyor. Ama böyle bir şey yok, Allah’ın karıştığı yok, yoksulluğun-açlığın ülkede, dünyada nerelere vardığını görüyoruz.. Üstelik sorun çoğunluk ve ağırlıkla Müslüman ülkelerde ne yazık ki..

Bir yandan savaş koşulları, bölgesel Ukrayna- Rusya savaşı, bir yandan küresel iklim felaketi (climate disaster!).. Küresel iklim felaketinin getirdiği kuraklık, açlık, tarımsal üretim yetersizliği, bir yandan da korkunç nüfus artışı (her yıl 80 milyon!) dünyada çok ciddi sorunlara gebe. İvedi olarak yapılması gerekenlerin başında, anormal nüfus artışını sınırlamak geliyor. Artık dünya daha çok nüfusu kaldıramıyor.

  • Mutlaka, dünyadaki kapitalist sömürü sisteminin neoliberal vahşetin sonlandırılıp daha dayanışmacı, daha insancıl, daha paylaşımcı, doğaya saygılı bir toplum düzeni = sürdürülebilir yaşam.. kurulması gerekiyor;
  • Sürdürülebilir kalkınma” bitti, duvara dayandı, sürdürülemez oldu.
  • Devletlerin mutlaka sosyal – dayanışmacı politikalar izlemesi gerekiyor.

Hiç unutulmasın, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin 25. maddesinde 4 temel insan hakkından biri beslenmedir. Bütün insanların dengeli-yeterli beslenme temel hakkı vardır. Bu hakkın gerçekleştirilmesi uygar insanlığın görevidir ve bu olanaklıdır. Bu da adına Küreselleşme denen –gerçekte emperyalizmin ta kendisidir– vahşi sömürü düzeninin ülkemizde ve dünyada sonlandırılması için bilinçli ve kararlı bir küresel dayanışmayı gerektirmekte.

  • “İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir.
  • Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.
  • Bu, tekellerin ileri sürdükleri üzere ‘dünyadan kopma‘ ve ‘içe kapanma‘ değildir. Bu, emperyalizme karşı çıkma, sömürgeleşme sürecinden kopma.. demektir. (Küreselleşme, 2 Yüze Bir Maske, Kaldone G. NWEIHED, Çev. B.T. Gürel, Memleket Yay. 2006).

[1] Bodurluk (stunted), 5 yaş altı çocuklarda yaşa ve cinsiyete göre beklenen boyun çok altında (2 standart sapmadan daha fazla) kalma olarak tanımlanmakta.
*****
İlk bölüm için tıklayınız :
http://ahmetsaltik.net/2022/06/12/gazete-durum-ile-soylesi-yoksulluk-beslenme-sorunlari-ve-sonuclari-1/

 

Hayır başka türlü olmayacak, biz sosyalizme mecburuz

Mevcut durumdan rahatsız, endişeli, hoşnutsuz ve arayış için olan geniş halk sınıfları var. Onlarla bağ kurabilen bir siyasete, onlarla yarınlara bakan ilkeli bir birlikteliğe ihtiyacımız var.

Yangınlar, sel felaketleri, göç ve mülteci sorunları, aşı karşıtlığı… İçinde soluk alıp vermeye çalıştığımız bu yangın ve yıkım ortamında, muhalefetin gündeminde neler var? Egemen kurum ve kuruluşlara siyasa önerileri, topluma ahlak ve vicdan çağrıları, yeşil ekonomi manifestoları, şeffaflık, hesap verebilirlik uyarıları, liberal demokrasi talepleri… Sol siyaset buna mahkum edilebilir mi? Edilemez, edilmemeli!
Memleket yanıyor gözlerimizin önünde. Bir yanda “Yangınları söndüremiyorlar”, diğer yanda “Yangınları söndürmek istemiyorlar” sesleri. Toplumu ve yurttaşları var eden kurumlar çökmüş, onları geleceğe taşıyan birikim ve deneyim tasfiye edilmiş, bugünü ve yarını kuran bilgi yok olmuş. Toplumu ve yurttaşları var edecek kurumlar nasıl inşa edilecek? Toplumu ve yurttaşları geleceğe taşıyacak değerler nasıl örülecek? Yarını kuracak bilgi nasıl üretilecek? “Sol” muhalefette bu sorular yok. Sorusu olmayanın cevabı da olmaz.

Seller alıp götürüyor şehirleri, insanları. Dere yataklarına kurulan yerleşim yerleriyle, HES’lerle, doğanın sermayenin sınırsız talanına terk edilmiş olmasını gözlemliyoruz. Sel felaketleri nasıl göz göre göre geldiyse, göz göre göre de yönetilemiyor. Bir yukarıdaki paragrafta biriken soruların benzerleri burada da geçerli.

Memlekette göçmenler ve mülteciler artıyor. Bir yanda “Hepsini geri gönderelim, taşınamaz bir yük oldular” diğer yanda “Evimize geleni kovamayız” sesleriyle tam bir siyasetsizlik hakim. Bu siyasetsizlik, yoksulluk, işsizlik ve artan toplumsal eşitsizliklerle birleşince göçmen ve mülteci sorunu halk sınıflarını kanatan keskin bir bıçağa dönüşüyor.

  • Salgının tam olarak önü alınamıyor.
  • Aşı karşıtlığı var halk içinde.

Bu ülkede yalnızca aşı üreten kurumlar kapanmadı, bilimin ve tıbbın ışığının ulaşacağı evlerin de kapıları kapandı. “Laiklik ve laik eğitim vazgeçilmezdir” demek tam da bu ışıksız evlere işaret etmekti aslında. “Sol” muhalefetin laikliği “ibadet özgürlüğünün kıyısında ve yaşam tarzının dokunulmazlığında” takılı kaldı.

Yaşananları burjuva sosyal bilimleri şöyle açıklıyor: “Doğa yeterli bilince sahip olmayan bireylerin hataları ve yetersizlikleriyle tükeniyor, etnik kimliğe dayalı ayrımcılık artıyor, siyasal rejim otoriterleşiyor, ceberrut devlet toplumu yönetemiyor. Doğayı koruyalım, bireylerin farkındalıklarını artıralım, ayrımcılığı ortadan kaldıralım ve demokrasiyi tesis edelim.”

Burjuva sosyal bilimlerinin neden olarak saptadıkları neden değil sonuçtur. Doğanın tükenmesi, emekçiler arası etnik çatışmaların artması neden değildir; küresel eşitsizlikleri artırarak ve doğayı yok ederek derinleşen kapitalist üretim ilişkilerinin sonucudur.

İçinde yaşadığımız felaketin nedeni emek ve doğa sömürüsünü sermaye birikiminin kalbine yerleştiren kapitalist üretim ilişkileridir. 

Kapitalist üretim ilişkileri, tüm vahşiliğiyle ve yıkıcılığıyla toplumu ve yurttaşlarını piyasaya fırlatmış, piyasanın yarattığı sosyal rekabet bağlamında toplumsal bütünlüğü toplumsal düşmanlığa çevirmiş ve ülkeyi emperyalist ilişki ağlarına açmıştır. Bu topraklarda var olan halkçı, planlamacı, kamucu, emekten yana, kalkınmacı tüm birikimler sadece tatbikattan silinmemişlerdir. Bunlar “sol” muhalefet tarafından da terk edilmişlerdir. Bu birikimin yok edilişi yangın, salgın ve sel felaketlerinde apaçık hale gelmiştir.

İçinde yaşadığımız felaketin bütüncül ve tarihsel analizi sosyalist sola açık bir sorumluluk yüklüyor:

– Cumhuriyetçi ilkeleri,
– planlı kalkınmayı,
– kamucu değerleri,
– laikliği,
– yurttaşlığı, halk egemenliğini,
-yurtseverliği,
– anti-emperyalizmi

merkezine alan yeniden bir kuruluşu var etmek. Doğasıyla, insanıyla yaşanabilir bir sosyalist cumhuriyeti inşa etmek.

Mevcut durumdan rahatsız, endişeli, hoşnutsuz ve arayış için olan geniş halk sınıfları var. Onlarla bağ kurabilen bir siyasete, onlarla yarınlara bakan ilkeli bir birlikteliğe ihtiyacımız var. Yangınlarda ve sel felaketlerinde yine aydınlık yüzünü göstermedi mi halk örgütlenmesi? Yaraları sarmayı, felaketleri durdurmayı sağlamadı mı halkın dayanışması? O zaman, yolumuz bu örgütlenmeyi, dayanışmayı ileriye taşımak ve bir toplumsal dönüşümü mümkün kılmak.

Ne vakit yangınlarla, salgınlarla, felaketlerle baş etmeyi düşünsek, ne vakit apaydınlık bir ülke kurmayı düşlesek.

  • Hayır başka türlü olmayacak, biz sosyalizme mecburuz. 

Koronavirüs değil, ABD’yi toplumsal eşitsizlikler vurdu!

Ancak ABD’de toplumsal düzen içinden çürümüştü. Virüs toplumsal eşitsizliğin çürüttüğü bu toplumu vurdu, sermayenin ve Trump’ın hayalleri dâhil her şeyi altüst etti. ABD’de işler yolunda gidiyordu sanki, Trump’ın saldırgan korumacılığı çalışmış, ekonomiyi bir düzlüğe taşımıştı. Büyüme oranları biraz yükselmiş, işsizlik rakamları oldukça düşük seviyelere inmişti. Trump bu verilerle yaklaşan başkanlık seçimlerini kazanacağından emindi, kazanırdı da. Aşağıdaki grafik bu altüst oluşu çok iyi anlatıyor.

Daha birkaç ay önce işsizlik fonuna başvuranların sayısı 300 bin civarındayken, bu sayının bir anda nasıl arttığı grafikte görülüyor. Altı milyondan fazla emekçi işsizlik maaşı için başvurmuş durumda. ABD’den başlayan ve bütün dünyaya yayılan 2008 çöküşüne bağlı olarak işsizlik fonuna başvurunun sadece 600 binlerde kaldığı görülüyor. Hatta şu söyleniyor; 1900’lerin başındaki büyük depresyondan bile daha kötü hale gelmiş işsizlik. 1933’te işsizlik %25 civarına çıkmış, şimdi ise Nisan ayında %35’i bulabileceği söyleniyor.


Şekil: ABD’de işsizlik fonuna başvurularda pandemi ile birlikte roket hızındaki artış görülüyor.

Bu durum ABD’deki nitelikli iş kaybının bir sonucu. Artık çok az kişi güvenceli, hayatı boyunca çalışıp emekli olabileceği bir işte çalışıyor. İşsiz kalanlar sadece ücretlerini yitirmiyorlar, işyeri tarafından sağlanan sağlık sigortalarını da kaybediyorlar.

Eskiden Türkiye küçük Amerika olacak denirdi, şimdi ABD büyük bir Türkiye olmuş gibi!

ABD’li zenginler özel uçak tutarak ve özel doktorlarını yanlarına alarak sığınaklarına çekildi deniyor.

  • Yoksullar ise çalışmak ve belli bir oranda ölmek zorunda.

Ayrıca ABD’de sınıfsal ayrımlar Afrika kökenli Amerikalılarda çok daha belirgin bir uçurum gösteriyor. Yoksulluk, eğitimsizlik, işsizlik, kötü beslenme

Şöyle deniyormuş: “Amerikalı beyazlar soğuk algınlığı kapıyor, siyahlar zatürre”.

Örneğin Michigan nüfusunun %14’ünü oluştururken, koronavirüs nedeniyle hastalananların %35’i, ölenlerin %40’ı Afrika kökenliymiş. Bu çok korkunç ama sadece sınıfsal ayrımın abartılı hale gelmiş halini sunuyor bize. Ve ABD burjuvazisi gelişmeleri bir şekilde Çin’in başına yıkma eğilimiyle çıldırmış gibi davranıyor. Neredeyse Dünya Sağlık Örgütü Başkanı’nı linç ettiler. ABD emperyalizminin kibirli sözcülerinden Senatör Graham, “Bana kalırsa bütün dünya pandemiyle ilgili Çin’e fatura kesmeli” dedikten sonra şunu ekliyor:

  • Çin ile kimin kapışmasını istersiniz? -2020 başkanlık seçimlerini kast ederek- Trump mı, yoksa Joe Biden mı?

Amerikan burjuvazisinin sığınaklarında yaşadığı bu delilik haline çok ilginç bir olay eşlik etti. ABD için gerilimin en yüksek olduğu ve Çin’i kuşatmaya çalıştığı Pasifik’te görevli nükleer yakıtla çalışan USS Theodore Roosevelt uçak gemisinde salgın görülmeye başlandı. Beş bin mürettebatı olan geminin kaptanı Albay Brett Crozier testi pozitif gelenlerin sayısı yüzü bulunca amirlerine bir mektup yazdı. Kısaca; savaş zamanında değiliz, gemiyi bir yere çekelim, karantina koşulları uygulansın, dedi.

Kaptanın ne hainliği ne aptallığı kaldı, nasıl olur da bir nükleer uçak gemisinin kaptanı böyle bir mektup yazardı? Hemen görevden alındı. Kaptan gemiyi tek başına terk ederken mürettebatın onu destekleyen sloganlarını videoya almışlar, milyonlarca kez izlendi kısa sürede.

Eğer izlemediyseniz:

 Amber Smith @AmberSmithUSA

Watch this video of the send off of Captain Crozier, commander of the aircraft carrier USS Roosevelt who was fired yesterday for sounding the alarm to protect his sailors. Tells you everything you need to know about the type of he is.

 

ABD emperyalizminin bu leş yiyici çakal sürüsü için olumlu bir şey yazacağımız bundan birkaç ay önce aklımıza bile gelmezdi. Ama bu da çok önemli, tarihte referansların nasıl aniden değişebileceğini gösteriyor.

Çarlık ordusu ve donanması da Avrupa’nın en gerici gücüydü. Ama 1905 Devrimi’ne katılan Potemkin Zırhlısı bütün emekçilerin kalbindeki yerini koruyor. Ekim Devrimi’ni Kışlık Saray’a top atışıyla başlatan Avrora’yı çok iyi biliyoruz.

ABD’nin dünyanın en büyük silahlanma bütçesiyle beslenen dev ordusunu en kritik anda bütünlük içinde tutamayacağına ilişkin erken bir sinyal bu. Ama iş dönüp dolaşıp ABD işçi sınıfının bağımsız siyasi hattının güçlenmesine geliyor.

Sevgili okurlar, sakın bu dönemde hastalanayım filan demeyin,

  • Fransız Devrimi ve Ekim Devrimi’nden çok daha güçlü etkileri olacak bir döneme giriyoruz.

Tabii ki seyretmeyeceğiz, öznesi olacağız.