Etiket arşivi: BM Güvenlik Konseyi

KKTC’de BM BARIŞ GÜCÜ MİSYONU VARLIĞI HUKUKSAL DAYANAKTAN YOKSUNDUR

Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
E. Albay, Tarih uzmanı

Kıbrıs, yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden, yakın bir gelecekte de çözülebilmesi pek de olanaklı görülmeyen sorunların başında gelmektedir. Peki Kıbrıs sorunu ne zaman oluştu? Sorunu çözmek için gösterilen çabalar gerçekçi ve içten miydi? Güncel durum (statüko) kimin veya kimlerin işine gelmektedir?

Kıbrıs sorununun başlangıcından bu yana yapılan girişimler, bilinçli veya bilinçsiz, öylesine kötü inşa edildi ki, bugün Arap saçına dönmüş olan güncel durumu çözecek bir aktör var mı veya hangi önerilerle bunu çözecek bilinmemektedir!!

Kıbrıs sorunu, kökleri 18’inci yüzyıla dek uzansa da, 1955 yılından bu yana görünür duruma gelmeye başlamıştır. Rumların, Kıbrıs’ın Yunanistan ile siyasal birleşmesinin kavramsal karşılığı olan ENOSİS‘i gerçekleştirmek amacıyla 1955 yılı nisan ayının ilk günü başlattıkları saldırıların kısa bir süre sonra toplumlararası çatışmaya dönüşmesi ile sorun Ada dışına taşınmıştır. Ancak ABD, birkaç yıl önce NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın Adadaki çatışmalardan dolayı doğrudan olmasa bile savaş konumuna gelmesinden rahatsız olmuş ve Kıbrıs’taki gelişmelere katılan (müdahil) olmuştur. ABD’nin karışması (müdahalesi) Kıbrıs’taki çatışma ortamını geçici olarak durdurmuş ve çözüm sürecini başlatacak olan Zürih ve Londra Konferansı’na giden yolu açmıştır.

Zürih ve Londra’da 1959 yılı şubat ayında yapılan görüşmeler sonunda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturacak kurullar kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Bu çalışmalar yaklaşık 1,5 yıl sürdükten sonra 16 Ağustos 1960’ta bağıtlanan (imzalanan) Lefkoşa Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının anayasal organlara birlikte katılımını öngören ve sayıca daha az olan Kıbrıs Türk halkının haklarını koruyan düzenlemeler üzerine getirilmiştir. Ancak Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, daha Lefkoşa Antlaşmasının mürekkebi kurumadan, yürürlükteki anayasal düzenden yakınmaya başlamış, Kıbrıs Türklerine tanınan hakların çok olduğunu sürekli gündeme getirmiş ve Anayasa’daki açık kurallara karşın Kıbrıs Türklerinin; Lefkoşa içinde, 5 farklı ilçede ayrı belediyeler kurmasını, Kıbrıs ordusunda 40/60, kamuda ise 30/70 oranında görev almasına engel olmuştur. Kıbrıs’ta kurulan düzeni korumak amacıyla çalışan Anayasa Mahkemesi’nin Alman Başkanı, Cumhurbaşkanı Makarios’un anayasaya aykırı söylem ve eylemleri karşısında tepkilerini açıklamış, ancak bunların dikkate alınmadığını görünce istifa etmek zorunda kalmıştır. Batı dünyası ise Kıbrıs’ta olanlara karşı herhangi bir konum almamış, Cumhurbaşkanı Makarios’un hukuka aykırı tutum ve davranışları ile EOKA militanı kimi kişilerin bürokraside görevlendirilmeleri karşısında sessiz kalmış, bir bakıma yakın gelecekte Adada yaşanacaklar karşısında Rumların yürekliliğini (cesaretini) artırmıştır!

Bu durumdan güç alan Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 3,5 yıl sonra 13 maddeden oluşan anayasa değişiklik önerisini 1963 Kasım sonlarında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’e vermiştir. Kıbrıs Türk siyasetçileri daha anayasa değişiklik önerisine verilecek yanıtı görüşürlerken 21 Aralık 1963’te Kanlı Noel olarak tarihe geçen saldırıları başlatmışlardır.

  • Kıbrıs Türk halkını yok etmeyi amaçlayan Akritas Planı doğrultusunda yapılan ve
    dört gün süren bu saldırılarda yüzlerce Kıbrıs Türk’ü yaşamını yitirmiştir.

Türkiye’nin 25 Aralık 1963’teki müdahalesi ile saldırılar sona ermiş, yaklaşık 25 bin Kıbrıs Türk’ü güneydeki evlerini terk ederek kuzeye göç etmek zorunda kalmışlardır.

Cumhurbaşkanı Makarios, sonraki günlerde Kıbrıs’taki gelişmeleri ENOSİS doğrultusunda biçimlendirmeye başlamış ve Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Küçük de içinde olmak üzere Kıbrıs Türk Bakan ve Milletvekillerinin Rum kesiminde kalan çalışma ofislerine ve Temsilciler Meclisine gitmelerini engellemiş, Kıbrıs’ta yaşanan olayları anlatmak amacıyla New York’a giden Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf R. Denktaş’ın adaya girişini  Anayasaya aykırı olarak yasaklamıştır. Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, yaşanan bu olayları BM başta olmak üzere İngiltere ve ABD’ye bildirmesine karşın herhangi bir girişim yapılmamış, Makarios’un önderliğinde oluşturulmaya başlanan yapılanma (statüko) eylemli olarak (de facto) kabul edilmiş ve Kıbrıs Cumhuriyeti Rumların denetimine bırakılmıştır. Bir bakıma Kıbrıs’taki gelişmeler ABD ve İngiltere’nin istediği gibi olmaya başlamıştır!

Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünü pekiştiren bir başka hata (?) ise BM Barış Gücü‘nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesi sürecinde yaşanmıştır. BM Barış Gücü‘nün bir ülkede görev yapabilmesi için biçim koşularından biri isteyen ülkenin onamının olmasıdır. Ülkesindeki çatışma ortamını durdurmak amacıyla Barış Gücünün topraklarında görev yapmasını isteyen devletlerin BM’ye başvurmaları gerekmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de süreç böyle işlemiştir. Ancak bir farkla! Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti adına BM’ye yaptığı başvuruda, Ada’da BM Barış Gücü’nün görevlendirilmesini isterken, anayasaya aykırı işlem yapmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası md. 57’ye göre bu vb. uluslararası kuruluşlara yapılacak çağrı, işbirliği gibi başvurularda Cumhurbaşkanı Yardımcısının da onayı gereklidir. Ancak Cumhurbaşkanı Makarios’un başvurusu Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün onayı olmadan BM’ye gönderilmiştir.  Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, bu durumu 2 Nisan 1964’te BM’ye gönderdiği yazıda, Cumhurbaşkanı Makarios’un BM Barış Gücü’nün Ada’da görevlendirilmesi ile ilgili yaptığı başvurunun anayasaya aykırı olduğunu açıkca belirtmiş ve BM Güvenlik Konseyi‘nin Kıbrıs Barış Gücü’nün görevlendirilmesi ile ilgili aldığı 186 Sayılı Karar’ın da “biçimsel bakımdan” (şeklen) hukuksuz olduğunu vurgulamıştır.

Gerek uluslararası gerek ulusal hukuksal düzenlemelerde kurulan ilk işlem temeldir. Yapılan ilk hukuksal işlem biçim ve/veya öz (esas) bakımından yanlış ise; bu hukuksal işleme dayalı sonraki tüm düzenlemeler “hükümsüz” dür. Dolayısıyla, 31 Temmuz 2022’de görev süresi dolacak olan BM Kıbrıs Barış Gücü’nün durumu bir kez de bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olan Türkler, BM Barış Gücü’nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesine ilişkin kararda yer almamış ve onamlarına başvurulmamıştır.

  • BM Kıbrıs Barış Gücü’nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesi ile ilgili alınan ilk karar,
    biçimsel olarak Kıbrıs Anayasası’na aykırıdır.

Halen Mağusa ve Lefke’deki BM Barış Gücü misyonları Kıbrıs Türk halkının istencine başvurulmadan görevlendirilmişlerdir. Uluslararası alanda tanınmamasına, –Türkiye dışında– karşın, KKTC egemen – eşit bir devlettir ve topraklarında görev yapan BM Kıbrıs Barış Gücü misyonunun varlığına kendi istenci ile karar verebilecek siyasal gücü vardır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı Türklerin onamı olmadan ve Cumhurbaşkan Yrd. Dr. F. Küçük’ün itirazını dikkate almadan görevlendirilen BM Barış Gücü misyonunun Kıbrıs’taki varlığı ile Kıbrıs Türk halkının anayasal haklarını yok sayıp Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak Rumları kabul eden (!) BMGK 186 Sayılı Kararı yeniden tartışılmalı ve Kıbrıs Türklerinin siyasal istencini, egemen – eşitliğini görmezden gelen bu yanlıştan dönülmelidir.

Afganistan’da acil adımlar atılmalı!

Faruk LOĞOĞLU
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ

Cumhuriyet, 19.8.2021

Afganistan’da Kâbil ve ülke yönetimini ele geçirmesi Taliban için işin sonu değil, sadece başlangıcıdır. En katı haliyle bir şeriat devleti kurma hedefinden asla ödün vermeyecek olan Taliban, yönetimini pekiştirdikçe ülkede hukukun, insan ve kadın haklarının kökünü kazımaya devam edecektir. Bununla beraber uluslararası planda meşruiyet kazanmak maksadıyla geçici bir süre için sözde mutedil bir profil çizecek, yatıştırıcı söylemler kullanacaktır. Ancak Taliban’ın sözlerine değil, eylemlerine bakmamız gerekecektir. Afganistan konusu birçok açıdan Türkiye’yi yakından ilgilendiren bir konudur. Dolayısıyla son gelişmeler ışığında çıkarlarımızı korumak ve barışa hizmet maksadıyla Türkiye’nin atması gereken acil adımlar vardır.

TÜRKİYE NE YAPMALI?

Öncelikle, sona erdiği açıklanan NATO operasyonu çerçevesinde ülkede bulunan askerlerimiz ve diğer tüm personelimiz -eğer henüz başlanılmamışsa- en kısa sürede tahliye edilmelidir. Ülkedeki vatandaşlarımızdan Türkiye’ye dönmek isteyenler için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Yeni bir değerlendirmeye kadar ülkedeki başkonsolosluklarımız -eğer henüz kapatılmamışsa- kapatılmalı, çalışanları tahliye edilmelidir. Büyükelçiliğimiz ise kısıtlı personelle görevini sürdürmelidir. Tüm tahliyelerin güvenliği için ABD ve Taliban dahil olmak üzere gerekli tüm temas noktaları kullanılmalıdır

Öte yandan sınırlarımızda Afganistan kaynaklı göç dalgalarını önleyecek çok yönlü fiziki ve teknik önlemler alınmalıdır. Bu bağlamda Afgan özel kuvvetlerinin Türkiye’de eğitilmesi projesinden de vazgeçilmelidir, zira bunlar da neticede sığınmacı olarak Türkiye’de kalacaklardır. Sığınmacılar konusunda İran, ABD ve AB’yle görüşmeler yapılmalı,

  • İran’a
  • Afganların sınırımıza getirilip bırakılmasına son vermelerini beklediğimiz”, ABD ve AB’ye “oluşumundan kendilerinin de sorumluk taşıdıkları sığınmacıları ülkelerine zamanlıca kabul etmelerini istediğimiz” belirtilmelidir.

Bu önlemlerin ötesinde Türkiye barış için de bazı girişimlerde bulunmalıdır. Cumhurbaşkanlığı tarafından bir görev gücü oluşturularak Afganistan’a barış ve istikrar getirmek için izlenebilecek bir yol haritası belirlenmelidir. Görev gücüne, Afganistan’da görev yapmış sivil/asker kişiler, diplomatlar, akademisyenler ve katkı sağlayabilecek diğer kişiler davet edilmelidir. Kendilerine tanınacak, örneğin bir haftalık süre sonunda hükümete bir plan/strateji sunmalıdırlar. Bu planın son noktası Türkiye’de düzenlenecek bir barış konferansı olmalıdır. Görev gücü katılımcılar, konferans tarihi, süresi ve yeri hakkında önerilerde bulunmalıdır.

BM GÜVENLİK KONSEYİ TOPLANMALI

Belirlenecek yol haritası çerçevesinde Afganistan’ın komşuları başta olmak üzere ilgili çevrelerle Türkiye, geniş bir diplomatik temaslar süreci başlatmalı ve zemin hazırlığı yapmalıdır. Bu amaçla ivedilikle uluslararası diplomasi tecrübesi olan bir “Afganistan özel temsilcisi” atanmalıdır.

Ve nihayet, Türkiye uluslararası toplumun Afgan halkına karşı sorumluluğu ve vicdan borcunu harekete geçirecek girişimlerde bulunmalıdır. Önce Sovyet işgali, sonra NATO müdahalesi ülkeye barış getirememiş, aksine ülkedeki etnik ve aşiretler eksenindeki bölünmeleri daha da derinleştirmiş, ülkeyi bir şiddet girdabına mahkûm etmiştir.

Taliban yönetimindeki bir Afganistan’ın radikal İslamın türevlerinin yuvalanacağı ve serpilip dünyaya dehşet saçabileceği zamanlar ne yazık ki artık çok yakındır. Taliban etki alanını şeriat üzerinden her yere yaymaya çalışacaktır.

Taliban’la dostluk ilişkileri kurmanın yarar sağlayacağına -bu aşamada Rusya ve Çin gibi- inananların hesapları tutmayacaktır. Günün sonunda Taliban’ın kılıcı, erişebildiği yerlerdeki ideolojisine ters düşen bütün karşıtlarını kesecektir.

Bu itibarla mevcut geçiş döneminin oluşturduğu fırsat penceresinden bilistifade BM Güvenlik Konseyi bir an önce toplanıp oybirliğiyle Afganistan için bir çerçeve kararı almalı ve Taliban’dan uluslararası hukuk, insan hakları ve temel özgürlükler gibi alanlarda uyması beklenecek esaslar belirlenmelidir. Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin toplanması için işte bu nedenlerle şimdi harekete geçmelidir. Afganistan’a sahip çıkacaksak, gün bugündür.

Karantina TV Programımız : 07 Ocak 2021

Dostlar,

07 Ocak 2021 Perşembe günü saat 20:00’de Karantina TV’de olacağız.. / OLDUK..

Kanal yöneticisi Sn. Recai AKSU ile konumuz :

Salgın Yönetimi Zora Giriyor :
Dünyada ve Türkiye’de Ne Yapmalı??

Özgür haber kaynağı Karantina TV’nin Youtube ve sosyal medya (facebokk, twitter) hesaplarında, canlı yayında idik. Herhangi birinden program izlenebilir, lütfen tıklayınız..

Salgın, küresel bir güvenlik sorunu durumuna gelmiştir ve DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) – BM
(Birleşmiş Milletler) işbirliğiyle BM Genel Kurulunda / Güvenlik Konseyinde ivedilikle görüşülerek;

TÜM DÜNYADA EŞ ZAMANLI EN AZ 2-3 HAFTA TAM KAPANMAYA GİDİLMELİDİR.

  • 1 saat boyunca Salgını kapsamlı olarak değerlendirdik.
  • Salgın artık Küresel güvenlik sorunu, BM Güvenlik Konseyi veya Genel Kurulda DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü) ile görüşülmeli ve
  • tüm dünyada eşzamanlı 2-4 hafta küresel kapanma + yaygın aşı uygulanmalı;
  • küresel dayanışma tek çıkar yol; ALARM durumundayız.

Sevgi ve saygı ile. 07 Ocak 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Daha öldürücü bir pandemi dalgası geliyor: Açlık!

Daha öldürücü bir pandemi dalgası geliyor: Açlık!

 

Arkadaşlarımla sık sık modern hayatın trajedileri üzerinde konuşur, trajedinin zemininde yatan komik şeylere gülüşürüz. Geçenlerde bir arkadaşım altı yaşındaki çocuğunun domatesin, biberin, patlıcanın, ekmeğin, peynirin marketlerde üretildiğini düşündüğünü söyledi. Aslında çoğumuz bu komik ayrıntının bilen tarafında görünsek de çocukların gerçeküstü düşüncelerini bizler besledik. Elimizde ederi hıyar, domates, ekmek olan para isimli bir kağıt parçasını cebimize koyup marketlere koştuğumuzda, ne ürün ne de üretim süreci hakkında düşündük. Hıyarın kütürtüsü ve lezzeti damağımızda patladığında, kokusu olfaktor traktustan (koku yolağı) beynimize ulaştığında, içimizdeki insanı ilkel insanın duyusal ve duygusal kontrolüne esir verdik. Bize neydi mazot fiyatından, tarımsal destekten, gübreden, ilaçtan, selden, erozyondan…

Covid salgını tüm gerçekçiliği ile gerçek dünyaya hızlı bir düşüşle inmemizi sağladı. Kafamızı, kolumuzu, kaburgalarımızı şöyle bir elimizle kontrol ettikten sonra etrafımıza bakınmaya başladık. Bu domatesin, biberin, hıyarın da bir üreteni varmış! Yok ya! Biz maaşla çalışanlar ya da emekliler için elimizdeki para hıyarın bedelini ödeyemiyorsa hıyarın suçu ne? Ya da markette artık domates kalmadıysa marketin suçu ne? Ya da elimizde para kalmadıysa kağıdın suçu ne?

Uluslararası İş Örgütü (ILO) diyor ki, Dünya çapında işsizlik oranı o kadar yükseldi ki dünyanın iş gücünün yaklaşık yarısı artık çalışmıyor. Tam 1.6 milyar kişi işsiz. COVID-19 pandemisi sonrası Nisan 2020 itibarıyla rakamlarına göre, kayıt dışı işçilerin kazançlarında %60 düşüş meydana geldi.

Peki ya çalışmayanlar, işini kaybedenler ya da atılanlar! Gerçek yaşamda bu insanların yiyebileceği bir lokma ekmek bulabilmesi, kirasını ödeyebilmesi için sokağa çıkması gerekiyor. Salgını yönetenler diyor ki dışarı çıkamazsın kardeşim. Bunu şöyle okuyabiliriz: Bu insanların, korunma, gıda bulma, ilaç temin etme hakları artık yok; açlığa ve ölüme mahkumlar…

Dünya’nın güney yarımküresinde milyonlarca insan mega şehirlerin kaldırımlarında açlık, sefalet ve hastalıklardan ölüyor. Bu ölümlerin Corona ile ilişkisi dolaylı. Bu insanlar hiçbir istatistik rakamının içine dahi girmiyorlar; hatta insan bile değiller, onlar dünyanın bir zaman diliminde yaşayanlar…

Dünya Gıda Programı (WFP) yöneticisi David Beasley, BM güvenlik Konseyinde yaptığı konuşmada diyor ki; “Virüsün yaşattığı sağlık riskleri bir yana,

  • birkaç ay içinde Dünya’da bir açlık pandemisi başlayacak ve günde 300.000 insan açlıktan ölecek.

Dünya Covid öncesinde dahi 2. Dünya Savaşı’ndan sonra yaşanan en büyük insani kriz içinde idi, açlığın tek nedeni Covid değildir, iç içe geçmiş sorunların devamıdır. Suriye, Yemen, Güney Sudan ve özellikle Afrika’nın doğusunda savaşlar, fırtınalar, sel felaketlerinin getirdiği ekonomik ve sosyal yıkımlar, coronavirüs salgınıyla birleşince açlık başladı, açlık artık üç düzine ülkeyi tehdit ediyor”.

Sadece üretim değil, hizmet sektörü ve gıda temin yolları da durma noktasına geldi. Taşımacılık sektörünün durmasıyla şehirler arası yaşamsal önemli malların nakil sorunu başladı. Güvenlik sadece kişiler kendilerini koruyabildikleri sürece mevcut. Her yerde görünmeyen bir düşmanın adı ve korkusu. Korku insan ruhunu esir aldı. Herkes bağırmaya başladı; “lütfen artık aşıyı bulun, yalvarırım bulun”. İşte tam bu noktada Bill Gates’in rüyaları gerçek oldu. Milyarlar aşılara teslim edilirken onun gücü yükselmeye başladı.

Bill Gates ve satın aldığı DSÖ, Dünya’yı Covid’den de yeni pandemilerden de koruyacak! Dünyayı kurtaran adam Bill Gates belki Nobel alacak belki biten ABD imparatorluğunun yeni başkanı olacak. 7 milyar insan aşılanacak, aşıların ne yan etkisini soracak, ne de öldürücü olup olmadığını bilecek.

Hükümetler ekonomi defterini kapatmak üzere olduklarının farkında ve yüklü miktarda paraya ihtiyaç duyduklarını açıklıyorlar. Sorular ise bu noktada başlıyor. Bu para nereden gelecek? Sonra esas soru! Alınan paralar nerelere gidecek?

Henry Kissinger’ın 1970 yılında sarf ettiği önemli sözü hatırlayalım. Diyor ki: “Kim gıda kaynaklarının kontrolünü elinde tutarsa insanları da kontrolünde tutar. Kim enerjinin kontrolünü ele geçirirse tüm kıtaları ve kim paranın kontrolünü ele geçirirse tüm dünyayı elinde tutar…”. İşte şimdi de toplumların sağlığını birilerinin ellerinde tutma siyasi hamlesi. Kapitalizmin insanların yumuşak karnını iyi bilmesi, insanlığın zaafları üzerinden hareket etmesi başlı başına iyi bir teorik bilginin pratiğe dökülmüş eylemler zinciri. Şaşıracak bir durum yok…

Ekonominin soğukkanlı katili IMF dünya ekonomisinin geleceğine dair tahminlerine başladı. Dünya ekonomisinin durumuna, sosyal krizlerden çıkarımına ve insan tabiatının kırılganlığına bağlı olarak IMF’nin sahneye çıkma zamanı geldi. IMF soruyor: “Kim borç ister?”

Bu Kurumdan merhamet dilenmek, ulusların kaderini ABD ve politikalarına sermaye bırakmak için yeterlidir. Sebep oldukları ekonomik krizler sonrası yaşadığımız ekonomik çöküşte IMF ve Dünya Bankası’nın merhametine mi sığınacağız? Sığınırsak pavyona sermaye olmak için borç kağıdına imza atan zavallı bir kadının ya da adamın durumuna düşmeyecek miyiz? Bağımsız olma umudu olan ulusal hareketimizi, ekonomi politikamızı, iç ekonominin düzelmesi için yapılacak girişimlerimizi, ulusal paramızı, bankacılık sistemimizi, merkez bankamızı, iş imkânı oluşturma, gıda, sağlık ve eğitim politikamızı IMF’ye teslim etmeyecek miyiz?

Diyeceksiniz ki ne yapalım?
– Tüm bu kirli senaryonun para ve egemenlik için yapıldığını algılamak, medyanın bilinçaltı, üstü, yanı saldırılarını insan bilinciyle yenmek zorundayız.
-Dünya’nın sahibi olmaya çalışan psikopat elitlerin elinden özgürlüğümüzü geri almak zorundayız.
– Zihni korkuya esir bırakılan insanların bedenlerinin esaretten kurtulamayacağını bilmek ve ona göre davranmak zorundayız.

  • Kısacası bir devrim yapmak zorundayız

20 Ekim 2018’e Güncel Notlar..

20 Ekim 2018’e Güncel Notlar..

Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi    profsaltik@gmail.com

Andımızın okunmasını engelleyen yönetmelik Danıştay’da iptal edilince AKP çıldırdı.
Hani siz “yerli ve milli” idiniz?!
Bu andın neresi batıyor size? “Türk” olmak mı? “Doğru” olmak mı… Neresi, neresi batıyor?!
Çünkü siz laik ve uygar “Millet – Ulus” değil; biat eden köle “Ümmet – tebaa” peşindesiniz.

MEB ise kararın kesinleşmediğini söylüyor!? Bu Bakanlığın hukuk danışmanları süs müdür?
İdare hukukunun en temel ilkelerindendir; bu idari yargı (Danıştay 8. Daire) kararı ile söz konusu Yönetmelik değişikliği tüm sonuçlarıyla hukuk dünyasından kalkmıştır.

  • İdare “derhal” 30 günü bekle(t)meden kararın gereği olarak okullarda
    Andımızın okunmasını başlatmak zo-run-da-dır.

Milli Eğitim Bakanlığı Danıştay 8. Daire kararına karşı yine Danıştay’da İdari Dava Daireleri Kurulu’na itiraz edebilir ancak itiraz kesinleşene dek 8. Daire kararı yürürlüktedir ve herkesi bağlar (Anayasa md. 138/son: “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”)
*****

AKP 
hala, 2023’te ilk 10 ekonomi içine gireceğimiz safsatası ile halkı / kendini kandırıyor..

19.10.2018 günü İzmir’de konuşmasında Erdoğan, ilk 10 ekonomi içine girme hedefinden zerrece caymadıklarını söyleyebildi! Bereket bu kez “2023’te” demedi.. Ne zaman, belirsiz! Eğer 2023’te bu hedefe erişilecekse (!), son verilerle (https://www.investopedia.com/insights/worlds-top-economies/) 1,65 Tr $ ulusal geliri olan Kanada’nın önümüzdeki 4-5 yılda aşılması gerek.

İlk 20 ülke (G-20) önümüzdeki 5 yılda olağan tempoyla büyümeyi sürdürürse (“ceteris paribus“), Kanada 2,43 Tr $’a erişecek. Türkiye 2018 sonunda 700 milyar $ GSMH sağlarsa ne ala! (2017 sonu 856 Bn $ idi) Türkiye’nin ulusal gelirinin 5 yıl içinde 2,43 Tr $’ı aşması için ardarda 5 yıl %30 büyümesi gerekiyor! Bunun dünya iktisat tarihinde benzeri, örneği ve olanağı var mı? 5 yıl kadar önce sitemizde yine bu hedef üzerine yayınladığımız makalemizde 10 yıl boyunca kesintisiz %19-20 büyüme gereğini hesaplamıştık.. Şimdi ise 5 yıl ve %30! Serap gibi değil mi?!

Bundan böyle, “balık kavağa çıkarsa” yerine “Türkiye 2023’te ilk 10’a girerse” demeli.

Korkarız, yıl sonunda G-20’den düşeceğiz!
Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan oluyoruz, olduk..

  • Yazıklar olsun AKP yönetimine = her şeyi talanına, yalanına ve seçmenleri dahil
    tüm suç ortaklarına!
    ****

Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli, ihalesiz et alındığı iddiasını soran Fox TV muhabirini azarladı. Bu önemli iddiayı soran gazetecinin ‘ıvır zıvır işler yaptığını‘ iddia eden Pakdemirli, “Gazetecilik değil, maskaralık yapıyorsunuz.” diyerek muhabiri hedef gösterdi. Pakdemirli, verdiği yanıtla etlerin ihalesiz getirildiğini kabul etmiş oldu. Fox TV, aynı iddiayı geçen günlerde yine Pakdemirli’ye sormak istemiş, Bakanın basın müşaviri soruya yanıt verilmesini engellemişti (Birgün internet, 20.10.18).

Erdoğan basını dışlayınca, Sekreteri de (Bakanı da) aynı yolda.

İki adım sonra ne olacak dersiniz??

  • Basın tümden susturulur mu?!
  • AKP, kendi yarattığı ekonomik çöküntüden bunaldıkça “örtük” faşizmden açık faşizme mi geçiyor?

*****
Suudi yazar Cemal Kaşıkçı S. Arabistan İstanbul Başkonsolosluğunda vahşice öldürüldü (02.10.2018).

Uluslararası hukuka göre olağan koşullarda orası S. Arabistan toprağı sayılır.

Ancak bu diplomatik dokunulmazlık statüsü suç işlenmesine izin vermez.
Orada, geçelim “ağır cezalık tasarlanmış (taammüden) cinayeti”,
insanlığa karşı suç işlenmiştir.

  • Ağır cezayı gerektiren suçüstü durumlarında devlet başkanlarının bile dokunulmazlığı kalkar ve kolluk önleyici – ölçülü müdahalede bulunur; bu evrensel bir hukuk kuralıdır.

İşlenen cinayet aynı zamanda Türkiye’nin egemenliğindeki topraklarda, egemen ülkesindedir.

Türkiye gevelemeyi bırakmalı ve bu çağ dışı krallık rejimine Nota vererek kınamalı,
protesto etmeli ve ilgililerin ülkemizde yargılanmasına başlamalıdır.

Gerekirse kaçan Başkonsolosun yargılanmak üzere iadesi ya da kendi ülkesinde saydamlıkla, uluslararası gözlemcilerin katılımıyla yargılanması istenmelidir.

Türkiye ve uluslararası toplum top gezdirmeyi bırakmalı,

  • BM Güvenlik Konseyi bu çağ dışı katil devlete etkili yaptırım uygulamalı, ambargo koymalı, sorunu Uluslararası Ceza Mahkemesine taşımalıdır.

Ama sefil kapitalizm çıkarlarına tutsak :

  1. Trump, birkaç yüz milyar dolarlık yağlı müşterisinden (purchaser!) söz ederek durumu
    idare etmeye, E. Macron bu ülkeye ziyaretini erteleyerek (sahi gündemde miydi?) geçiştirmeye bakıyor.
    Almanya, İngiltere’den… tık yok..

Aman petrol, yaman petrol! Ve de yağlı silah alıcısı Ortadoğu tetikçisi kanlı S. Arabistan..

  • Türkiye, topraklarında insan öldürülen, can güvenliğinin bulunmadığı bir ülke olamaz!

AKP sözcüsü Ömer Çelik, Cemal Kaşıkçı’nın öldürülmesi için ”Cemal Kaşıkçı olayının ortaya çıkarılması namus borcumuzdur.” buyurdu (basın, 20.10.18). Beylik söz, çok işittik geçmişte.

Anayasa’nın 2. maddesinde ülkemizin “insan haklarına saygılı” olduğu yazılı.

Haydi AKP, görelim! Gündem değişimi çok iyi geldi sanırız.
Sizin yarattığınız diz çökerten ekonomik yangını gündemden düşürmek ilaç gibi değil mi?
Ne var ki, yaşamın somut gerçekliğini on milyonlarca yoksul – dargelirli 7/24 yaşamakta.. Gündem oyunları neye ve nereye dek merhem ola ki!

Sevgi, saygı ve kaygı ile. 20 Ekim 2018, Ankara

Hüsnü Mahalli : ‘Tezkere’li sorti


‘Tezkere’li sorti

 

Portresi

 

Hüsnü Mahalli
hmahalli@hotmail.com
YURT, 02 Ekim 2014

 

 

ABD liderliğindeki Koalisyon ‘IŞİD’i yok edeceğiz’ diyor.
ABD askeri yetkilileri bu savaşın 10 yıl sürebileceğini söylüyor.
Böyle devam ederlerse 10 değil 20 yıl da sürer.

Neden mi?

ABD Savunma Bakanlığı önceki gün bir açıklama yaptı. Açıklamaya göre,
Amerikan uçakları Irak ve Suriye’de IŞİD’e karşı 4100 görev uçuşu yapmış.
Açıklamada bu uçuşların kaçının gözetleme, havada ikmal ya da hedefleri vurma olduğu anlatılmıyor. Amerikan medyası Irak’taki IŞİD hedeflerine yönelik bombardımanın başladığı 8 Ağustos’tan bu güne dek yani 52 günde Amerikan
ve Koalisyon uçaklarının 300 kadar saldırı görevi yani bombardıman sortisi gerçekleştirdiğini yazıyor.

Oysa ABD ve Koalisyon uçakları 1991’de Kuveyt Savaşı‘nda Irak hedeflerine karşı 109.867 sorti yapmıştı. Hem de 43 gün süren savaş boyunca.

Libya işgal sürecinde NATO uçakları 26326 kez bu ülkeyi bombaladı.

7 Ekim 2001’de başlayan ve halen devam eden Afganistan işgalinde
Amerikan ve NATO uçaklarının nereyi kaç bin kez bombaladığını bilen yok.

Peki Irak işgalinde durum neydi?
Irak’ta savaş 20 Mart’ta başladı ve 9 Nisan’da Bağdat’ın düşmesi ile son buldu.
Bu 19 günde ABD ve Koalisyon uçaklarının sorti sayısı 47300.
Yani Iraklılar ve özellikle Bağdatlılar 24 saat içinde tepelerinde ortalama 2200 uçak görüyordu.

Peki IŞİD’çiler ne görüyor?

52 günde yani 1248 saatte 300 kadar uçak.
Yani saatte 1.5 uçak.
Ama nerede?
IŞİD’in işgali altındaki Suriye ve Irak topraklar üzerinde.
Bu topraklar Ürdün ya da Danimarka büyüklüğünde.
Yani bir uçak Kobani üzerinde iken bir diğeri 300 kilometre uzaklıkta Musul’da.
Sinek vızıltısı gibi bir şey.
Pentagon‘a göre, bu sortilerde şimdiye kadar IŞİD’in 10-15 zırhlı aracı yok edildi.
Bağımsız kaynaklara göre, IŞİD şimdiye kadar 200 kadar kayıp verdi.
Tam bir eğlence!
Her ne hikmetse ABD ve Koalisyon uçakları Aynelarab

(Kobani) kasabasını kuşatan IŞİD’i yok edemiyorlar. IŞİD’in orada 8 tankı, az sayıda top ve zırhlı aracı var. ABD isterse bunları 5 dakikada yok eder. ABD isterse Erdoğan’dan rica eder ve Türk uçakları ya da topçusu bunları bir dakikada ortadan kaldırır.
Türk askeri Obama’nın ricasına gerek kalmadan Süleyman Şah Türbesi’ni tehdit eden IŞİD’çileri de 5 dakikada temizler.

Bunun için de yeni tezkere gerekmiyor. Var olan eski tezkereler fazla bile.
Yok Türkiye topraklarını işgalci NATO ordularına açacaksa o zaman iş başka.

Yeni bir 1 Mart Tezkeresi hikayesi.

Anlaşılan Ankara’nın derdi PKK ve IŞİD değil, yine Esad olacaktır.

Gündemimizde yeniden üç yıldır konuşulan ve Suriyeli muhalifleri korumaya yönelik tampon bölge ve Suriye’nin kuzeyine yönelik uçuşa yasak bölge de var.

Obama ‘olmaz’ diyor ama Ankara yeniden Suriye’de savaşın peşinde.

Ankara’ya göre önemli olan, ‘Sünni’ IŞİD değil ‘Alevi’ Esad’tır.

Ortada garip bir durum var.
Onlarca ülke toplanmış ve IŞİD için ‘ Dünya’nın en tehlikeli terör örgütü’ demiş ve yok edilmesi için Koalisyon kurmuş ama yok edilmesi için hiç kimse ciddi adım atmıyor.

Üstelik BM Güvenlik Konseyi IŞİD ile savaşmak için de 2170 ve 2178 sayılı iki önemli karar almış durumda.

Tam bir şamata.
İnsanları aptal sanıyorlar.
İnsanların kan, göz yaşı ve acıları onlar için sonsuz haz.
Herkes kendine göre gizli bir hesap peşinde.
Arap Baharı denilen kanlı tezgâhtan bu yana.
Sonra Obama çıkıp ‘ IŞİD’in bu denli tehlikeli olacağını kestiremedik’ diyor.
Peki ya kestiren, önceden bilen ve öyle olması için özel çaba harcayanlara ne demeli?
Onları da Allah’a havale edelim.
Tabi Allah’a inanıyorlarsa!

02 Ekim 2014 Tezkeresi ve Kritik Noktalar…


02 Ekim 2014 Başbakanlık Tezkeresinin ve Kritik Noktalar..

  • “Türkiye’nin ulusal güvenliğine yönelik terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye’deki tüm terörist örgütlerden ülkemize yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı güvenliğinin idame ettirilmesini sağlamak, kriz süresince ve sonrasında hasıl olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye’nin yüksek menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı hükümetçe takdir ve tayin olunacak şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gerektiği takdirde sınır ötesi harekat ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara yönelik olmak üzere yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması, bu kuvvetlerin hükümetin belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için
    her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkan sağlayacak düzenlemelerin
    hükümet tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 4.10.2014 tarihinden başlayarak bir yıl süreyle izin verilmesini Anayasanın 92. maddesi uyarınca arzederim.

    Başbakan Ahmet Davutoğlu.”

Tezkerenin gerekçesi                  :

  • “Türkiye’nin Güney kara sınırları boyunca ulusal güvenliğe dönük risk ve tehditler son dönemde yaşanan gelişmeler neticesinde ciddi biçimde artmıştır. Irak’ın Kuzey bölgesinde silahlı PKK terör unsurları varlığını sürdürmektedir, öte yandan Suriye ve Irak’ta diğer terör unsurlarının sayısı ve ortaya koydukları tehditte de önemli artış gözlenmektedir. Nitekim bu nedenle, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2170 ve 2178 (2014 yılı) sayılı kararlarıyla Irak ve Suriye’nin toprak bütünlüğünü ve bağımsızlığını teyit etmiş, bu ülkelerdeki terör faaliyetlerini kınamış, IŞİD ve benzeri terör örgütlerinin faaliyetlerine karşı BM üyesi tüm ülkelere 1373 (2001 yılı) sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı ve uluslararası hukuk çerçevesindeki sorumluluklarına uygun şekilde gerekli tedbirleri alma çağrısında bulunmuştur.”

**********

Dostlar,

Son derece geniş kapsamlı, sınırları neredeyse belirsiz bir yetki TBMM tarafından
AKP hükümetine verilmiştir. İlk olarak ABD hoşnutluğunu belirtmiştir ve gelecek hafta uzmanlarını yollayarak Tezkere yetkisinin içini dolduracaklardır..

İran Dışişleri Bakanı ise bölgede gerginlik yaratacak bir girişimden uzak durması için Türkiye’yi uyarmıştır. İran Dışişleri Bakanı bu amaçla Türk dengi (“mevkidaşı” diyorlar!?) Mevlüt Çavuşoğlu’nu telefonla aramıştır.

Tezkere 298 evet – 98 hayır ile geçmiştir. Bu rakamsal tablonun irdelemesini
şimdilik bir yana bırakıyoruz..

AKP hükümetini

– Son derece dikkatli,
YURTTA BARIŞ – DÜNYADA BARIŞ ilkesinden ayrılmadan
– Bölgede siyasal coğrafyaya dokunmadan – SINIRLARIN DEĞİŞMEZLİĞİ
ilkesine bağlı kalarak
BM Güvenlik Konseyi kararlarına uyarak
Terör örgütleri arasında ayrım yapmadan
– Bölge barışına kalıcı katkıda bulunacak
– Uluslararası hukuka ve Anayasaya tümüyle uygun davranmaya çağırıyoruz.

Yabancı silahlı kuvvetlerin Türkiye’de bulunması”

yetkisi kesinkes kullanılmamalıdır.

Büyük ATATÜRK‘ün yıllarca cephelerde kanlı savunma savaşlarda ömrü geçen bir komutan olarak şu sözü ne deni öğreticidir :

“Milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe savaş bir cinayettir!”

Sevgi ve saygıyla.
04.10.2014, Manavgat
(Güncelleme..)

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

Gazze Katliamı Batı Destekli İsrail Zulmü ile Sürüyor ve Türkiye ?!

Gazze Katliamı Batı Destekli İsrail Zulmü ile Sürüyor ve Türkiye !?

Dostlar,

7 Temmuz 2014 günü Gazze’de Filistinlilere karşı başlatılan İsrail zulmü 16 gününü bitirmek üzere..

Bilanço çok ağır.. Resmi sayısı 600’e varan çoğu cocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere Filistin’li Arap öldürüldü. Hastaneler bile bombalandı. Bu sonkinin kaza olacağını savlamak çok güç. İsrail ateşinin ince koordinat hesaplarına dayandığı rahatlıkla söylenebilir.

Bu bağlamda İsrail’in uluslararası savaş hukuku kurallarını bile çiğnediği açıkça izleniyor ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanması gerekiyor.

AB-ABD emperyalizmi ise İsrail’in kendini savunma hakkı bağlamında BM Güvenlik Konseyi’nden bir ateşkes ya da İsrail’e yaptırım kararı çıkmasını engelliyor..

İsrail orantısız güçle tam bir “imha” planı izliyor. Hamas ya da Hizbullah’ın düzenli ve çok yüksek teknolojili İsrail ordusu karşısında askeri bakımdan denkliği söz konusu değil. Öyle ki, İsrail’in 27500 km2’lik kara ülkesi bir elektronik füze kalkanı ile büyük ölçüde korumada.

O zaman 360 km2’lik avuç içi kadar toprakta balık istifi yaşamaya çalışan 1,75 milyon Filistinli Arap’tan ne isteniyor??

Bu politika soykırım sayılmasa ve o boyuta varmasa bile bir TEHCİR’dir. Filistinlilerin topraklarını terk etmeye zorlanmasıdır ve bu yolla Gazze’nin etnik temizliğidir.

Yapılan insanlığa karşı suçtur. Kendini savunma kapsamında değerlendirilmesi olanaksızdır.1,75 milyon yoksul ve yoksun, sanayisiz, çok geri kalmış, karnını bile doyurmaktan aciz ve ancak Mısır’dan yeraltı tunellerinden gelen gıda vb. destek ile yaşama tutunabilen bu zavallı halkın İsrail’in güvenliğini tehdit eden bir askeri donanıma hele hele offensiv (saldırgan) bir militer güce sahip olması beklenebilir mi?
Sınırlı bir defansif (savunmacı) askeri varlık sahibidir Filistin ve gerçekte BM Güvenlik Güçleriyle İsrail’e krşı korunması bile istenebilir.

Batı seyredip desteklediği gibi Çin-Rusya bloku da sessizliklere bürünmüş durumda.
Göz göre göre bir halk yok olmaya, bir ülke (Filistin) yeryüzünden silinmeye çalışılmakta. Yani Batı cephesinde yeni bir şey yok.. Emperyalizm gene eli kanlı emperyalizm..

Arap ülkeleri seyirci.. Arap Birliği (Arab League) sanki felç.. Zaten Katar ve S. Arabistan Batı’nın 5. sınıf maşaları durumunda. Mısır çok yetersiz kalıyor..

Türkiye ise başta Mısır olmak üzere bölge ülkeleri ile ilişkilerini stratejik derinlikte üstüne uzman olmayan Dışişleri Bakanımız sayesinde darmadağın etmiş durumda. “Sıfır sorun” yerini “Sıfır komşu” ya bıraktığından, Gazze’ye Türkiye’den lojistik yardım da ulaştırılamıyor..

AKP hükümeti şaibeli, daha önce Gazze’ye yardım için toplanan paralar yerine ulaştırılmamış.. Bosna yardımları gibi.. Deniz Feneri Almanya örneği gibi..
Abdullah Gül ve Necmettin Erbakan’ın kayıp trilyon davaları gibi.. Bunlar
hem müslüman, hem de müslümanlara Türk halkının yardımlarını iç ediyorlar!?

Üstelik İsrail jetlerine yakıt dışsatımı da bu günkü AYDINLIK’ta TÜİK verileriyle haber yapıldı.

Suriye ve Irak’ta iç savaş çıkmasına Türkiye yoğun destek oldu ve onbinlerce insan
bu iç savaşlarda telef edildi, binlerce kadının ırzına geçildi..

Veee besleme – büyütme IŞİD 49 diplomatımızı 2 aya yaklaşan bir süredir “rehin” tutmakta. AKP hükümeti acz içinde.. Hiçbir şey yap(a)mıyor. 1 milyonu aşkın Suriyeli sığınmacı ülkemizde perişan ve çok yönlü sorunların kaynağı..

R.T. Erdoğan 12. CB seçimlerine kilitlenmiş. Salt kendi güvenliği söz konusu.
Bu süreçte gelebilecek saldırılardan korunmak için vargücüyle polise abanıyor. “Paralel” yaftası ile Emniyet’te vahşi bir tasfiye sergileniyor. Polis polise ters kelepçe takıyor ve kin, nefret, intikam, bölünme-ayrışma tohumlanıyor. Ülke gündemi de bu yolla yönlendiriliyor..

Türkiye Gazze katliamında zerrece etkili olamıyor.. Sözde bölgesel aktör ve R.T. Erdoğan da neredeyse dünya lideri! Lafontaine’nin kargasına döndürüldü adam..

Sonuç olarak bölgesel ve ülke içi konjonktür son derece olumsuz ve kırılgan..
Bu tablo hiç de olumu sayılamayacak türlü gelişmelere gebe..
Hava kurşun gibi ağır ve ülkemizin stratejik devlet aklı ortada yok!
Muhalefet de makro çerçevenin ayırdında değil ne acı ki!

Günübirlik, RTE salvolarına yanıt yetiştirme ile sınırlı savunmacı siyasete kendini mahkum etmiş gibi.. Devlet Bahçeli uzuuuuun mu uzun tatillerde..

Eh Ramazan Bayramı da geldi, yarın Kadir gecesi..
Beşiktaş belediyesi 5 yıldızlı iftar yarışlarında malum çevrelerle..

Derken ver elini 10 Ağustos 2014 ve 12. CB seçiminin ilk turu..
Yalnız adam Ekmelettin İhsanoğlu yaşamının sonbaharının kabuslarında.

İster misiniz 10 Ağustos 1920’nin rövanşı, 94 yıl sonra R.T. Erdoğan,
Atlantik ötesi projelerin devamı olarak Atatürk‘ün koltuğuna oturtularak alınmış olsun??

10 Ağustos 2014’te kime oy vereceğimizi, oy kullanmaya gidip – gitmeyeceğimizi,
boş – geçersiz oy kullanıp kullanmayacağımızı bu makro çerçeve içinde bir kez daha serinkanlılıkla değerlendirmeliyiz.

Sevgi, saygı ve derin kaygıyla
22.7.2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

 

 

 

 

 

Doğumunun 96. yılında NELSON MANDELA ve Gazze’de İsrail’in Soykırımı


Doğumunun 96. yılında NELSON MANDELA ve Gazze’de İsrail’in Soykırımı..

Nelson_Mandela'nin_96._ dogum_gunu_kutlu_olsun

Dostlar,

Bir özgürlük kahramanı, bir bilge, bir filozof, bir halk savaşçısı, bir direniş anıtı..

İngiliz emperyalizmi, Güney Afrika’nın gerçek sahibi olan Güney Afrikalılarca yönetilmesi için bağımsızlık savaşı başlatan Mandela’yı sudan gerekçelerle hapse atmış ve
bu onurlu tutsaklık 26 yıl sürmüştü..

  • Mandela zindanlarda vereme yakalanmış, kan tükürmüş
    ama diz çökmemişti..

Utku, direnen ve savaşımını sürdüren örgütlü Güney Afrika halkının oldu..

İngilizlerin ırkçı APPARTHEID rejimi uzun onyıllar süren özgürlük savaşımı ile
ve on binlerce can bağımsızlık uğruna şehit – gazi verilerek Soweto’da, Johannesburg’da… çökertildi.

Mandela serbest bırakldı ve halkının başına geçti yaşamının son yıllarında..

Geçtiğimiz yıl O’nu yitirdiğimizde (5 Aralık 2013) web sitemizde kapsamlı dosyalar yayımladık (http://ahmetsaltik.net/2013/12/17/nelson-mandela-yasamini-yitirdi/, 17.12.13). Bakılmasını dileriz..

Güney Afrika’nın Efsane lideri öldüğünde 95 yaşındaydı.
Mandela’nın ölümünü saat 22.45’te Devlet Başkanı Jacob Zuma
‘Halkımız babasını yitirdi’ sözüyle açıklarken ulusal yas ilan edildiğini belirtti.

Tıbbiye’de öğrenci iken, “zindanda kan tüküren Mandela”,
karabasanlı ıslak düşlerimizin konuğu olurdu.. Dertleşirdik!

İngiliz kültür emperyalizminin koyduğu İngiliz adıyla Nelson Mandela,
halkının – oymağının (kabilesinin) koyduğu özgün adıyla MADİBA!
Selam olsun sana…

İnsanlık tarihi, senin paha biçilmez katkılarını ve öğrettiklerini, özgürlük savaşı destanını, kahrolası emperyalizme boyun eğmeyen yiğit ve onurlu başını
hiç ama hiç unutmayacak!

Senden öğrenmeyi ve dahası güç almayı sürdüreceğiz koca kara derili anıt adam!

  • Taa ki; senin gibi büyük bir özgürlük savaşçısı olan masum – mazlum – mağdur Anadolu halkının bağımsızlık önderi Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK‘ün
    büyük bir öngörüyle haykırdığı gibi :
  • “Sömürgecilik ve yayılmacılık (emperyalizm) yeryüzünden yok olacak
    ve yerlerine uluslararasında hiçbir renk, din ve ırk ayrıcalığı gözetmeyen yeni bir işbirliği ve uyum çağı egemen olacaktır.”

Ve tüm dünya senin ve Yüce ATATÜRK’ün öğütlerini – uyarılarını hiç aklından çıkarmamalı :

  • Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak kapitalizme karşı
    ulusça savaşmayı gerekli gören toplumsal bir mesleği izleyen insanlarız.

Demek ki Madiba; hepimizin 2 mesleği olacak.. Biri olağan uğraşımız, ekmek kapımız ve klasik toplumsal sorumluluğumuz;

Öbürü Madiba; 2 kadim düşmanı iyi belleyeceğiz.. Kadim Mustafa Kemal onları beynimize kazıdı.. Bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ve bizi yutmak kapitalizme karşı sürekli olarak, 2. bir meslek edinerek, moda deyimle “7/24 örgütlü savaşım”ı sürdüreceğiz.

İnsanlık onuru elbet üstün gelecek..

Son onyıllarda bu kez KÜRESELLEŞME = YENİ EMPERYALİZM masalları ardına saklanarak insanlığa kan kusturmayı sürdürüyorlar..

Bu hayasız yüzsüzlüğü insanlara vargücümüzle anlatacağız, anlatmalıyız Madiba!.

MADİBA“; sana selam olsun çoooook hoş sada bıraktığın bu ölümlü dünyadan!

Yapacak çoook işimiz var..
Eli kanlı iğrenç SİYONİZM, Ortadoğu’da Gazze’de mazlum Filistin halkına
kan kusturmayı sürdürüyor. Uygar dünya seyrediyor..

Türkiye’nin stratejik (trajik?!) müttefiki göz yummayı sürdürüyor ve Türkiye de kuru gürültü çıkarıyor.. Düne dek Gazze’yi bombalayan İsrail uçaklarına yakıt sağlıyordu
AKP iktidarı hiç sıkılmadan.

260’ı aşkın masum ve silahsız Filistin’li kadın-çocuk-yaşlı kahpece öldürüldü..
Zaten 360 km2 bir avuç toprakta 1,75 milyon yoksul – yoksun garip halk yaşama tutunmaya çalışıyor.. Havadan-karadan-denizden İsrail ablukası yıllardır utanmazca sürdürülüyor. Tek yaşam kanalı yeraltından Mısır’a bağlanan Gazze tunelleri..

Bir halk, kendi topraklarında yaşayabilmek için yeraltından tunel kazarak yaşam umudunu Mısır’a bağlıyor ve “tek dişi kalmış medeniyet” (Mehmet Akif Ersoy) izliyor..

Batsın sizin emperyal – soykırımcı – eli kanlı uygarlığınız.. ve de özellikle işbirlikçileriniz..

  • Mazlum Filistin halkına en içten dayanışma duygularımızı bildiriyor;
    Yahudi ırkçılığı olan SİYONİST EMPERYALİZMİNİ lanetle kınıyoruz.
  • Önceki gün, İsrail Büyükelçiliğinin önünde “kınama” eylemine katıldık;
    görün-duyun!
  • İsrail, uluslararası hukuk terimi ile “HAYDUT DEVLET” olmuştur.
    İsrail Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne götürülmeli, yargılanmalı
    ve hak ettiği ceza yaptırımlarını görmelidir.
  • BM Güvenlik Konseyi derhal İsrail’i kınamalı, saldırıyı durdurma kararı almalıdır. Bölgeye ivedilikle BM Barış Gücü yerleştirilmelidir.

Bu zulmü – soykırımı – etnik temizliği onaylamayan Dünyanın her yerindeki Yahudileri özellikle ve en başta, en önde derhal ayağa kalkarak İsrail hükümetini durdurmaya
davet ediyoruz.

İlk ve asıl görev, SİYONİST OLMAYAN (?!) bu büyük ve yaygın
Yahudi diyasporasınındır.

Bu gün ve hemen ve derhal girişim yapmazlarsa, “jenosit suçuna ortak” olacaklardır ve Yahudi = Musevi = SİYONİST denklemi ister istemez kurulacaktır..

Madiba; iyi ki Filistin’deki İsrail zulmünü görmedin, yüreğin kanardı bizim gibi..

(Yazının pdf biçimi : Dogumunun_96._yilinda_NELSON_MANDELA_ve_Gazze’de_Israil_Soykirimi)

Sevgi, saygı ve ACI ile, İSYAN ile.
18 Temmuz 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net

AKP’nin Suriye ile savaş çıkarma oyunları : AYDINLIK-8.4.14


Dostlar,

AYDINLIK‘ta bu gün (08 Nisan 2014). 2. sayfada yayımlanan makalemizi
sizinle paylaşmak istiyoruz. Daha önce sitemizde yayımladığımız bu makaleye
(http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari/)
ADD web sitesinde de yer verilmişti (28.3.14). Aradan geçen 10 gün dolayında süre
ne yazık ki yazdıklarımızı pekiştirmekte..

Suriye’deki kimyasal silah saldırısında Erdoğan’ın parmağı olduğu basında yer aldı.. ABD’li kimi yetililer de de benzer suçlamalarda bulundu. Çok kaygı verici bir durum..

  • Türkiye, Suriye’de emperyalizmin çıkardığı iğrenç iç savaştan
    kesinkes
    uzak durmalıdır.

Emperyalizmin amaçlarına taşeronluk yapmak, Atatürk Türkiyesi için
utanç vericidir.
Hele bir de yandaş bir şeriatçı rejim kurdurmak için Suriye’de
rejim karşıtı emperyalizm maşaları ile ortak davranmak asla kabul edilemez..

Sevgi ve saygı ile.
8 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

AKP’nin Suriye ile savaş çıkarma oyunları

AYDINLIK
08 Nisan 2014
http://www.aydinlikgazete.com/guendem/37603-akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari.html

2akpsavas

Komşusuyla kör gözüm parmağına savaşa sürüklenen güzel ülkemiz…
Eli kanlı El Kaide, El Nusra, Hamas, Müsülüman Kardeşler örgütlerine verilen destekler.

Tekbir sesleriyle insanları canice boğazlayan katil sürüleri,
psikopatlara açılan kapılar, korumalar, kollamalar.

Tapelerde itiraf edilen 2000 (iki bin) TIR dolusu savaş mühimmatı yollamalar..

1 general ve 1000 (bin) askeri sıcak çatışmaya göndermeler..

Hepsi hepsi;

– Suriye’de iç savaş çıkarmak,

– Suriye’de emperyalizmin çıkarttığı iç savaşa taraf ve maşa olmak,

Laik Esat rejimini devirip Müslüman Kardeşler – El Nusra – El Kaide tipi
ilkel bir yandaş şeriat rejimi kurdurmak
ve

– Suriye’yi bölüp kuzeyinde PYD (PKK’nın Suriye kolu) öncülüğünde,
Kuzey Irak’ta olduğu gibi bölgesel özerk Kürt devleti kurdurmak için..

Evet… AKP iktidarı bu politikaların AB-ABD adına taşeronluğunu yaparak bir yandan Batı’nın desteğini almak için BOP Eşbaşkanlığına = Türkiye’yi bölme planına görevli atanırken, bir yandan da örtük gündemine hizmet etmekte.. Bölünmüş ve şeriatın kucağına düşürülmüş, Başkanlık rejimi ile diktaya teslim edilmiş bir Anadolu Federe İslam Devleti. Ana hedef bu..

13-14 Mart 2014 günü devletin tepelerinde Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı,
MİT Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanı’nın katıldığı toplantıda yapılan konuşmalar sızdırıldı. Buna Cemaat’in tek başına gücünün yetmeyeceği açık… 2 seçenek var.
Ya içerde köstebek arayacaksınız ya da uluslararası büyük istihbarat örgütleri…

Peki niçin?

Çanlar kimin için çalıyor?

Onu da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP, artık kendine sorsun.
Tükenmiş bedeni ve incelmiş sesi ile Diyarbakır ve Van’daki mitingde bu dinlemeyi yapanlara 40 tane hakaret sıfatı takarken bir de durup “Acaba neden?” demek
aklına gelmez mi?

Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, Erdoğan da konuşmaların içeriğini yalanla(ya)madı.. “Ulusal Güvenlik” gerekçesi ile zorlama biçimde Youtube’dan görüntülü kayıtlara halkımızın erişimini engelleme kararı aldılar. Ama dünya alem izliyor..

Temel soru şudur        :

Siz o engellediğiniz görüntülü kayıtlardaki konuşmaları – planları niçin yaptınız?

Yeryüzü ve de insanlık tarihi bu denli mide bulandıran “siyaset” (!?) görmedi!

Bunun sonu felaketin de felaketidir!

Yarın BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye savaş suçlusu ilan edilebilir.

O zaman gelsin askeri – ekonomik – diplomatik – ticari.. ambargolar..

Bedelini bu garip – yoksul halk ve batırdığınız ülke ekonomisi ödesin..

Bu arada Başbakan Erdoğan da savaş suçlusu ilan edilsin ve
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak istensin..

Güneydoğuda bölücü taşeron örgütle savaşan kahraman komutanlara kurulan kumpas sizin başınıza çöksün..

Çanlar kimin çalıyor dersiniz?

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@mail.com