Etiket arşivi: Kıbrıs Türkleri

ANMAK HATIRLAMANIN ÇOK DAHA ÖTESİNDE BİR MUHASEBEDİR

Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
E. Albay, Cumhuriyet Tarihi Uzmanı

Toplumların hak arama savaşımı (mücadelesi) çoğunlukla bir kişinin varlığında simgeleşmiştir. Toplumdan halka, halktan devlete evrilen süreçlerin her birinde bir veya birden çok kişi öne çıkmış, deniz feneri örneği aynı amaçla çevresinde toplanan kitleleri hareketlendirmeyi başarmıştır.

Simgeleşen önder, kimi kez salt söylemleri ile geniş kitleleri ortak hedefe yöneltebilirken, karizmatik nitelikli olanlar ise hem söylem hem de eylemleri ile bu savaşımın en önünde yer almaktan bir an bile geri durmamışlar ve bedel ödemekten çekinmemişlerdir.

Tıpkı Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Dr. Fazıl Küçük, Rauf Raif Denktaş gibi.

Kıbrıs Türk halkı için Ocak ayının ayrı bir önemi vardır. Çünkü Kıbrıs Türklerinin özgürlük ve bağımsızlığı uğruna yaşamlarını feda eden Dr. Fazıl Küçük (15 Ocak 1984) ve Rauf R. Denktaş (13 Ocak 2012) Ocak ayında aramızdan ayrılmışlardır. Kıbrıs Türk önderleri, yılın ilk ayında çoğunlukla devlet katının (erkânının) katıldığı törenlerde anılmakta, duygular çoğunlukla kalıp tümcelerle aktarılmaktadır.

Yıllardır birbirinin aynı olan anma törenlerini sorgulanmanın zamanı gelmedi mi?

KKTC’de bulunduğum dönemlerde birkaç kez anma törenlerine katılmış ve duygudan uzak etkinliklere doğrudan tanık olmuştum. Bu törenlerdeki gözlemlerimi değerli okuyucularla paylaşmakta sakınca görmüyorum. Dr. Fazıl Küçük’ü ölüm yıldönümünde anmak amacıyla 2018 yılında Anıt Mezar’ındaki anma törenine katılmıştım. Merhum Küçük’ün ailesi, devlet yetkililieri, askeri personel ve kimi ilkokullardan bir getirilen minik öğrencilerden başka kimseyi göremedim. Tören bittikten sonra belki gelen olur ümidiyle bir süre daha Anıt Mezar’da kalmıştım, ancak hiç kimse gelmemişti. Bürokrasi kendi üzerine düşeni yapmış, uğruna ömrünü adadığı halk ise ilgisiz kalmıştı.

Benzer ilgisizliği Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ı anma etkinliğinde de gözlemlemiştim. Aslında beni en çok üzen “Koca Reis” in Dr. Burhan Nalbantoğlu’nu anma etkinliğindeki tanıklığımdır. Yanılmıyorsam 2020 yılı idi. Ilık bir 6 Şubat sabahı Lefkoşa’daki gömütlükte (kabristanda) dönemin Cumhurbaşkanı Sayın Mustafa Akıncı, vefalı dost Keço ve ailesinden başka kimse yoktu. Hey gidi Koca Reis hey! Sen ki TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) kurucusu, Lise Mezunları Derneği Başkanı, Erenköy Mücahidi, Kıbrıs Türk Yönetimi Sağlık Bakanı, Lefkoşa’daki ilk Kıbrıs Türk Hastanesinin kurucusu. Yaşamını halkının özgürlüğü ve bağımsızlığı uğruna feda etmek için gözünü bile kırpmadan savaşan Mağusalı Mücahit, sanıyorum sana yaraşır görülen bu vefasızlığı görsen de, inandığın savaşımından (mücadelenden) yine vazgeçmezdin!

Ya M. Necati Özkan, Faiz Kaymak, İsmet Kotak, Osman Örek, Fazıl Plümer, Niyazi Manyera ve adlarını yazamadığım onlarca vatansever ne olacak? Onlar ancak ailelerinin çabaları ile unutturulmamaya çalışılıyorlar.

Bir toplum, kendi geçmişine ve önderlerine, savaşımcı (mücadeleci) önemli kişiliklerine sahip çıktığı sürece halk – ulus olabilir. Aksi durumda başkalarının amaçlarına hizmet eden kalabalık bir yığın olarak oradan oraya savrulur.

Bu gün sizleri kendi iç muhasebenizi yapmaya ve sosyal medyada paylaştığınız içeriklerden çok daha öte bir turum ile ömrünü halkının bağımsızlık savaşımına adamış kahramanlara hak ettikleri saygınlığı yeniden kazandırmak için ne yapılması gerektiğini düşünmeye çağırıyorum.

Onların vermiş olduğu özverili savaşıma karşın bizim davranış ve tutumlarımız uygun mu?

Şimdi muhasebe zamanıdır!

Dr. Fazıl Küçük, Rauf R. Denktaş’ın manevi huzurunda Kıbrıs Türk halkının “Var Olma Savaşımı” için yaşamını feda edenleri rahmet, minnet, şükran ve bağlılıkla anıyorum.

Toplum Barışını Bozmak İsteyenlere Karşı Dikkatli Olmalıyız

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
KIBRIS TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
E. Albay, Cumhuriyet Tarihi Uzmanı
Merkez Müdürü

Kıbrıs, coğrafi konumu nedeniyle her dönem egemen güçlerin ilgisini üzerine çekmiş ve tarih boyunca çok sayıda devletin/gücün egemenliği altına girmiştir. Bu durum Kıbrıs’taki yerel toplumlarının/halkların kendi geleceklerini belirleme iradelerini (istençlerini) gerçekleştirilmelerini önlemiş, geciktirmiştir.

İngiltere’nin Kıbrıs’a yönelik sömürge planlarını uygulamaya başladığı 19’uncu yüzyıl ve sonrasındaki süreç bugün yaşanan sorunların temelini oluşturmaktadır. Dünyanın farklı kıtalarında çok sayıda sömürgesi olan ve “Üzerinde güneş batmayan imparatorluk” olarak da nitelendirilen İngiltere’nin bu denli geniş bir coğrafyada egemenliğini uzun yıllar sürdürmesinin altında yatan en önemli ayrıntı ise, uyguladığı “Sömürge Politikası”dır.

İngiltere’nin meşhur (ünlü) sömürge politikasını tanımlayan olgu ise “Böl ve Yönet”tir. İngiltere sömürmeye karar verdiği coğrafyalarda öncelikle ayrıntılı demografik araştırmalar yapmış, varsa ihtilaflı (çatışmalı) noktaları tespit etmiş (belirlemiş), yoksa ihtilafı (çatışmayı) kendisi yaratmış ve kendi çıkarları doğrultusunda kullanmıştır.

İngiltere’nin Kıbrıs’a yerleştiği 1878 yılı ve sonrasındaki süreç de bu biçimde olmuştur. 19’uncu yüzyılın hemen başlarında Rumların ENOSİS isteğinin en büyük destekçisi olan İngiltere, Mora İsyanı sırasında (1829) Yunan asilerine (ayaklanmacılara) destek vermiş, ancak söz konusu Kıbrıs olunca bu destekten vazgeçmiş, Rumların isteklerini kimi Kıbrıs Türklerini kendi politikalarına uygun olarak “besleyerek” desteklemiştir.

İngiltere’nin Kıbrıs Türklerinin birlikte davranmamaları yönündeki politikasının en somut örneği Mehmet Münir’dir. İngiliz Kraliçesi Elisabeth tarafından1947’de “Sir” unvanı (sanı) ile de taltif edilen (övgülenen) Mehmet Münir 1925’ten 1947’ye dek İngiliz çıkarları doğrultusunda Kıbrıs Türklerinin temel haklarını gasp ettiği (el koyduğu) tarihçilerin uzlaştığı olduğu bir konudur.

Mehmet Münir’in İngiliz çıkarları doğrultusunda hareket etmesinden hoşnut olmayan ve önderliğini Mehmet Necati (Özkan) Bey’in yaptığı Halkçı Hareket bu duruma müdahil olmak (karışmak) istemiş ve 1930 yılındaki Kavanin Meclisi’nin seçimlerinde Mehmet Münir’e karşı M. Necati Bey’in aday olmasına karar vermiştir. İngiliz sömürge yönetiminin her türlü desteğini alan Mehmet Münir seçimleri yitirmiş ve M. Necati Bey Kavanin Meclisine Girne-Lefkoşa milletvekili olarak girmiştir.

Kıbrıs valisi bu gelişme üzerine Halkçı Hareketin önderi Kavanin Meclisi üyesi M. Necati Bey ile yaptığı görüşmede, İngiliz politikalarını desteklemesini isteyince, M. Necati Bey’in “Ne İngiliz’in ne de Rum’un çıkarları doğrultusunda hareket ederim. Yalnızca Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarları için çalışacağım” biçimindeki yanıtı sonrasında şaşkınlık içinde kalmış, yeni bir politikayı uygulamaya karar vermiştir. M. Necati Bey, Kıbrıs Türklerinin haklarını elde etmek amacıyla oluşturduğu stratejiyi (yordamı) uygulamaya hemen başlamış ve seçimden dört ay sonra 1 Mayıs 1931’de Lefkoşa’da Ulusal Kongre’yi toplamıştır. Ulusal Kongre’nin Kıbrıs Türklerinin hak ve çıkarlarının elde edilmesine yönelik yayımladığı manifesto (bildirge) ve hemen sonrasındaki uygulamaları Ada’nın yakın geleceğini de doğrudan etkilemiştir. İngilizlerin denetiminde yapıldığı konusunda tarihçilerin mutabık kaldığı (uzlaştığı) 1931 Rum İsyanı sonrasında İngiliz sömürge yönetimi anayasal düzeni askıya almış, yerli halk arasında ulusal duyguları geliştiren politikalarına son vermiş ve Kıbrıs’taki denetimi yeniden ele geçirmiştir.

İngiliz sömürge yönetimi, konjonktürel (durumsal) koşulların yeniden belirlendiği 2. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında da hem Rumların siyasal örgütlenmesi olan AKEL’in hem de Kıbrıs Türklerinin kurduğu Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK)’ın oluşumuna destek vererek Ada’daki siyasal ortamı kendi çıkarları doğrultusunda biçimlendirmek istemiştir. Söz konusu dönemde siyasal yaşamına yeni başlayan Dr. Fazıl Küçük bu etkinin ayrımına varmış ve KATAK Kurulundaki görevinden istifa ederek 23 Nisan 1944’te Kıbrıs Milli Türk Halk Partisi (KMTHP)’ni kurmuştur.

İngiltere, Kıbrıs da içinde olmak üzere sömürgelerindeki egemenliğini sürdürmek için halkların iradelerine (istençlerine) her dönem karışmış ve bunu yaparken de iç birliğin oluşmaması için etkili politikaları başarı ile yürütmüştür.

İngiltere’nin Kıbrıs’ta uyguladığı sömürge politikasının temelini / özünü oluşturan “böl ve yönet” ilkesinin etkilerinin KKTC’de sürmekte olduğunu gözlemlemek üzüntü vericidir. Kıbrıs Türk halkının 1955’ten 1974’e birlik içinde hareket etmesi, söz konusu dönemdeki sorunların toplumsal uzlaşma ile çözüldüğü genel olarak kabul gören bir noktadır. Ancak Kıbrıs Türk halkının geleceği söz konusu olunca, her türlü siyasal ve kişisel çekişmelerin ertelenmesinde bu uzlaşma son yıllarda yitirilmiş; ekonomik, siyasal, sosyal ve askeri alanda sanki her şey yolundaymış gibi iç çekişmeler / kavgalar / tavırlar sürmektedir.

Kıbrıs Türk halkının hak ve çıkarlarını elde edilmesi için “İç barışın” sağlanması,  manipülasyonlara (yönlendirmelere) karşı dikkatli olunması, KKTC’nin hak ve çıkarlarının sağlanması bağlamında toplum olarak birlikte davranılması yaşamsal derecede önemlidir. Ancak bu noktada gerek kamuoyunun gerekse de siyasal karar vericinin bu anlayışla davranması da kaçınılmaz bir ayrıntıdır. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yüzyıl önce söylemiş olduğu, “Bir toplumun iç kuruluşu ne denli güçlü, sağlam olursa, dış siyaseti de o ölçüde güçlü ve dayanıklı olur.“ özlü sözü, her düzeyde dikkate alınmalı ve uyanık olunmalıdır.

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ KIBRIS TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

BAŞKENT ÜNİVERSİTESİ
KIBRIS TÜRK TARİHİ ARAŞTIRMALARI MERKEZİ

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır..)

Sayın İsmail Bozkurt’un kavramsallaştırdığı Kıbrıs Türklerinin “Var Olma Mücadelesi”, 20’nci yüzyıla damgasını vuran bir olgudur. İngiliz yönetimi altında başlayan Var Olma Mücadelesi, Kıbrıs Cumhuriyeti sırasında ve sonrasında da sürmüş, günümüzde çözüm bekleyen sorunların başında yerini almıştır.

Mustafa Kemal ATATÜRK tarafından 20’nci yüzyılın ilk yarısında Anadolu’da başlatılan Milli Mücadele’nin bir benzerini de Kıbrıs Türkleri vermektedir. Ancak bir farkla; Anadolu’daki Milli Mücadele kısa bir süre sonra Tam Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüşmüş olmasına karşın, Kıbrıs Türk halkının bağımsızlık istenci (iradesi) ne yazık ki uluslararası kuruluşlar ve bağımsız devletler tarafından, Türkiye dışında, tanınmamıştır. Bu durum Kıbrıs Türk halkının on yıllar süren yalnızlığına yol açmıştır.

Kıbrıs Türklerinin vermiş olduğu ve dinamik yapısını hâlâ koruyan bu mücadelenin hem KKTC’de hem de Türkiye başta olmak üzere çeşitli düzlemlerde anlatılması ve kamuoyu ile akademik dünyada farkındalık oluşturulması büyük önem taşımaktadır.

Peki, bu konuda KKTC’nin devlet politikası var mıdır? Buna “evet” diyebilmeyi çok isterim, ancak Kıbrıs Türklerinin Var Olma Mücadelesinin kitlesel olarak anlatıldığı, yükseköğretim kurumlarının programları arasında olduğunu söyleyebilmek olanaklı değildir. Kıbrıs Türklerinin Var Olma Mücadelesi ile Kıbrıs Türk halkına on yıllardır dayatılan insanlık ve hukuk dışı uygulamaların yeterince anlatılmadığı gerçeği kamuoyunun da uzlaştığı bir sorundur.

KKTC’de halen etkin 22 üniversiteden yalnızca ikisinde (Yakın Doğu Üniversitesi ve Lefke Avrupa Üniversitesi) Tarih Bölümü vardır. Bu durum bile Kıbrıs Türklerinin savaşımının (mücadelesinin) kamuoyuna anlatılması ve yeni kuşaklarda tarih bilincinin oluşturulması konusundaki politika eksikliğinin somut göstergesidir.

Şöyle ki: Halen KKTC üniversitelerinde 110 bine yakın öğrenci lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimlerini yürütmektedir. Bu öğrencilerin %90’nı aşan bölümünü Türkiye ve 3. ülke vatandaşları oluşturmaktadır. Kısaca 90 binin üzerindeki üniversite öğrencisi mezun olduktan sonra uzun yıllar kaldığı KKTC’den ayrılırken, Kıbrıs Türklerinin Var Olma Savaşımından habersiz olarak ülkelerine dönmektedir. Uzun yıllardır süren bu durumun doğal sonucu olarak, KKTC’de yükseköğrenimlerini tamamlayan yaklaşık 400 bine yakın kişi, Kıbrıs Türklerine uygulanan insanlık ve hukuk dışı politikalar konusunda bilgi sahibi olmadan ülkelerine dönmüşlerdir.

  • Kıbrıs Türk halkının Var Olma Savaşımını anlatabilmek yolunda çok büyük bir fırsatın kaçırılmış olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Bu eksikliğin yaratmış olduğu sakıncalar her düzeyde dile getirilmiş olmasına karşın, önemli bir adımın atılmamış olması düşündürücüdür.
***
Kıbrıs Türklerinin Var Olma Mücadelesini Anavatan Türkiye’de anlatmak, hem kamuoyunda hem de akademik alanda farkındalık yaratmak amacıyla önemli bir girişimde bulunulmuştur.

Nitelikli bilimsel ve ulusal öğretim ile araştırmaları önceleyen, içinde bulunduğu coğrafyayı ve Türkiye’yi okumaya çalışan bir vizyonla çalışmalar yapan Başkent Üniversitesi kurucusu ve Yönetim Üst Kurul Başkanı Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın bu konudaki eksikliği gidermek amacıyla vermiş olduğu buyrum (direktif) doğrultusunda

  • Kıbrıs Türk Tarihi Araştırmaları Merkezi KITAMER kurulmuştur.

Türkiye ve KKTC’de benzeri olmayan bu Merkezin misyonları arasında:

  • Türkiye’de Ulusal Dava olarak kabul edilen Kıbrıs Türk halkının özgürlük ve bağımsızlık savaşımını geniş kitlelere duyurmak ve farkındalık düzeyini artırmak,
  • Akademik çalışmalar yaparak sorun alanlarını bilimsel yöntemlerle inceleyip elde ettiği sonuçları ve çözüm önerilerini ilgili kurumlarla paylaşmak,
  • Gereksinim duyulması durumunda Kıbrıs’taki gelişmeler konusunda danışmanlık yapmak yer almaktadır.

KITAMER’in yakın bir gelecekte Kıbrıs Türk Tarihi Enstitüsü’ne dönüşmesi ile ilgili stratejik hedef ise, on yıllardır dile getirilen ancak bugüne dek somut adım atılmamış önemli bir tasarımdır..
===========================
Dostlar,

Bu önemli ve coşku veren Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin kurucu müdürlüğüne, dostumuz E. Albay Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ atanmıştır.

Mehmet Balyemez - Kıbrıs Türk Tarihi Araştırmaları Merkezi - Başkent Üniversitesi | LinkedIn

Sayın Balyemez Cumhuriyet Tarihi doktorudur. Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü’nde Sn. Prof. Dr. Bige Sükan danışmanlığında yürüttüğü doktora tezi, Kıbrıs Türk tarihinde son derece kapsamlı ve değerli, beş yüz sayfayı aşkın bir bilimsel araştırma ürünüdür. İngiliz arşivlerinden geniş ölçekte yararlanılmıştır ve Türk Tarih Kurumu‘nca basılmaya değer bulunmuştur.

Dr. Balyemez’in kişisel arşivinde oldukça varsıl (zengin) belgeler bulunmaktadır. Bunların araştırmacılara açılması ve ulusal – uluslararası kamuoyuna doğru bilgiler verilmesi gereklidir. Haklı Kıbrıs Ulusal Davamızı savunmada elimiz gerçekte çok güçlüdür.

Ingiliz Yönetimi Döneminde Kıbrıs Türklerinin Siyasi Kitabı

Dr. Balyemez, KKTC üniversitelerinde öğretim üyesi olarak çalıştığı yıllarda “KKTC Tarih Kurumu”  (Türk Tarih Kurumu benzeri) kurulması için çok çaba göstermiştir. Bu adım atılmalıdır. KKTC halkına ve özellikle gençlerine ulusal tarih bilinci kazandırılması yaşamsaldır.

Başkent Üniversitesi kurucu rektörü, yurtsever bilim insanı hocamız Sayın Prof. Dr. Mehmet Haberal‘ın, kendisine götürdüğümüz böylesi bir öneriye hızla ve yürekten destek vermesi alkışlanacak bir durumdur. Zamanla bu Araştırma ve Uygulama Merkezinin ulusal – uluslararası ölçekte lisansüstü tezlerin üretildiği bir Enstitü’ye evrilmesi çok yerinde olacaktır.

Devletin ilgili birimlerinin, başta Türkiye ve KKTC Dışişleri Bakanlığı olmak üzere, bu girişme destek vermeleri çok olağandır. Türkiye’de ve İngiltere’de, dünyanın başka yörelerinde yaşayan Kıbrıs Türklerinin de bu Merkezle yakından ilgilenmeleri gerekmektedir:

Merkez, web sitesini de açmıştır ve önemli bilgi, belgeleri paylaşmaya başlamıştır :

https://kitamer.baskent.edu.tr/kw/index.php

Başarılar diliyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 06 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

KKTC’de BM BARIŞ GÜCÜ MİSYONU VARLIĞI HUKUKSAL DAYANAKTAN YOKSUNDUR

Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
E. Albay, Tarih uzmanı

Kıbrıs, yarım yüzyılı aşkın bir süredir devam eden, yakın bir gelecekte de çözülebilmesi pek de olanaklı görülmeyen sorunların başında gelmektedir. Peki Kıbrıs sorunu ne zaman oluştu? Sorunu çözmek için gösterilen çabalar gerçekçi ve içten miydi? Güncel durum (statüko) kimin veya kimlerin işine gelmektedir?

Kıbrıs sorununun başlangıcından bu yana yapılan girişimler, bilinçli veya bilinçsiz, öylesine kötü inşa edildi ki, bugün Arap saçına dönmüş olan güncel durumu çözecek bir aktör var mı veya hangi önerilerle bunu çözecek bilinmemektedir!!

Kıbrıs sorunu, kökleri 18’inci yüzyıla dek uzansa da, 1955 yılından bu yana görünür duruma gelmeye başlamıştır. Rumların, Kıbrıs’ın Yunanistan ile siyasal birleşmesinin kavramsal karşılığı olan ENOSİS‘i gerçekleştirmek amacıyla 1955 yılı nisan ayının ilk günü başlattıkları saldırıların kısa bir süre sonra toplumlararası çatışmaya dönüşmesi ile sorun Ada dışına taşınmıştır. Ancak ABD, birkaç yıl önce NATO üyesi olan Türkiye ve Yunanistan’ın Adadaki çatışmalardan dolayı doğrudan olmasa bile savaş konumuna gelmesinden rahatsız olmuş ve Kıbrıs’taki gelişmelere katılan (müdahil) olmuştur. ABD’nin karışması (müdahalesi) Kıbrıs’taki çatışma ortamını geçici olarak durdurmuş ve çözüm sürecini başlatacak olan Zürih ve Londra Konferansı’na giden yolu açmıştır.

Zürih ve Londra’da 1959 yılı şubat ayında yapılan görüşmeler sonunda Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturacak kurullar kurulmuş ve çalışmalarına başlamıştır. Bu çalışmalar yaklaşık 1,5 yıl sürdükten sonra 16 Ağustos 1960’ta bağıtlanan (imzalanan) Lefkoşa Antlaşması ile Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştur. Kıbrıs Cumhuriyeti, Kıbrıs Türk ve Rum halklarının anayasal organlara birlikte katılımını öngören ve sayıca daha az olan Kıbrıs Türk halkının haklarını koruyan düzenlemeler üzerine getirilmiştir. Ancak Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios, daha Lefkoşa Antlaşmasının mürekkebi kurumadan, yürürlükteki anayasal düzenden yakınmaya başlamış, Kıbrıs Türklerine tanınan hakların çok olduğunu sürekli gündeme getirmiş ve Anayasa’daki açık kurallara karşın Kıbrıs Türklerinin; Lefkoşa içinde, 5 farklı ilçede ayrı belediyeler kurmasını, Kıbrıs ordusunda 40/60, kamuda ise 30/70 oranında görev almasına engel olmuştur. Kıbrıs’ta kurulan düzeni korumak amacıyla çalışan Anayasa Mahkemesi’nin Alman Başkanı, Cumhurbaşkanı Makarios’un anayasaya aykırı söylem ve eylemleri karşısında tepkilerini açıklamış, ancak bunların dikkate alınmadığını görünce istifa etmek zorunda kalmıştır. Batı dünyası ise Kıbrıs’ta olanlara karşı herhangi bir konum almamış, Cumhurbaşkanı Makarios’un hukuka aykırı tutum ve davranışları ile EOKA militanı kimi kişilerin bürokraside görevlendirilmeleri karşısında sessiz kalmış, bir bakıma yakın gelecekte Adada yaşanacaklar karşısında Rumların yürekliliğini (cesaretini) artırmıştır!

Bu durumdan güç alan Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundan 3,5 yıl sonra 13 maddeden oluşan anayasa değişiklik önerisini 1963 Kasım sonlarında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’e vermiştir. Kıbrıs Türk siyasetçileri daha anayasa değişiklik önerisine verilecek yanıtı görüşürlerken 21 Aralık 1963’te Kanlı Noel olarak tarihe geçen saldırıları başlatmışlardır.

  • Kıbrıs Türk halkını yok etmeyi amaçlayan Akritas Planı doğrultusunda yapılan ve
    dört gün süren bu saldırılarda yüzlerce Kıbrıs Türk’ü yaşamını yitirmiştir.

Türkiye’nin 25 Aralık 1963’teki müdahalesi ile saldırılar sona ermiş, yaklaşık 25 bin Kıbrıs Türk’ü güneydeki evlerini terk ederek kuzeye göç etmek zorunda kalmışlardır.

Cumhurbaşkanı Makarios, sonraki günlerde Kıbrıs’taki gelişmeleri ENOSİS doğrultusunda biçimlendirmeye başlamış ve Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Küçük de içinde olmak üzere Kıbrıs Türk Bakan ve Milletvekillerinin Rum kesiminde kalan çalışma ofislerine ve Temsilciler Meclisine gitmelerini engellemiş, Kıbrıs’ta yaşanan olayları anlatmak amacıyla New York’a giden Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf R. Denktaş’ın adaya girişini  Anayasaya aykırı olarak yasaklamıştır. Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, yaşanan bu olayları BM başta olmak üzere İngiltere ve ABD’ye bildirmesine karşın herhangi bir girişim yapılmamış, Makarios’un önderliğinde oluşturulmaya başlanan yapılanma (statüko) eylemli olarak (de facto) kabul edilmiş ve Kıbrıs Cumhuriyeti Rumların denetimine bırakılmıştır. Bir bakıma Kıbrıs’taki gelişmeler ABD ve İngiltere’nin istediği gibi olmaya başlamıştır!

Kıbrıs sorununun çözümsüzlüğünü pekiştiren bir başka hata (?) ise BM Barış Gücü‘nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesi sürecinde yaşanmıştır. BM Barış Gücü‘nün bir ülkede görev yapabilmesi için biçim koşularından biri isteyen ülkenin onamının olmasıdır. Ülkesindeki çatışma ortamını durdurmak amacıyla Barış Gücünün topraklarında görev yapmasını isteyen devletlerin BM’ye başvurmaları gerekmektedir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nde de süreç böyle işlemiştir. Ancak bir farkla! Cumhurbaşkanı Makarios, Kıbrıs Cumhuriyeti adına BM’ye yaptığı başvuruda, Ada’da BM Barış Gücü’nün görevlendirilmesini isterken, anayasaya aykırı işlem yapmıştır. Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası md. 57’ye göre bu vb. uluslararası kuruluşlara yapılacak çağrı, işbirliği gibi başvurularda Cumhurbaşkanı Yardımcısının da onayı gereklidir. Ancak Cumhurbaşkanı Makarios’un başvurusu Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün onayı olmadan BM’ye gönderilmiştir.  Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük, bu durumu 2 Nisan 1964’te BM’ye gönderdiği yazıda, Cumhurbaşkanı Makarios’un BM Barış Gücü’nün Ada’da görevlendirilmesi ile ilgili yaptığı başvurunun anayasaya aykırı olduğunu açıkca belirtmiş ve BM Güvenlik Konseyi‘nin Kıbrıs Barış Gücü’nün görevlendirilmesi ile ilgili aldığı 186 Sayılı Karar’ın da “biçimsel bakımdan” (şeklen) hukuksuz olduğunu vurgulamıştır.

Gerek uluslararası gerek ulusal hukuksal düzenlemelerde kurulan ilk işlem temeldir. Yapılan ilk hukuksal işlem biçim ve/veya öz (esas) bakımından yanlış ise; bu hukuksal işleme dayalı sonraki tüm düzenlemeler “hükümsüz” dür. Dolayısıyla, 31 Temmuz 2022’de görev süresi dolacak olan BM Kıbrıs Barış Gücü’nün durumu bir kez de bu bakış açısıyla değerlendirilmelidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı olan Türkler, BM Barış Gücü’nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesine ilişkin kararda yer almamış ve onamlarına başvurulmamıştır.

  • BM Kıbrıs Barış Gücü’nün Kıbrıs’ta görevlendirilmesi ile ilgili alınan ilk karar,
    biçimsel olarak Kıbrıs Anayasası’na aykırıdır.

Halen Mağusa ve Lefke’deki BM Barış Gücü misyonları Kıbrıs Türk halkının istencine başvurulmadan görevlendirilmişlerdir. Uluslararası alanda tanınmamasına, –Türkiye dışında– karşın, KKTC egemen – eşit bir devlettir ve topraklarında görev yapan BM Kıbrıs Barış Gücü misyonunun varlığına kendi istenci ile karar verebilecek siyasal gücü vardır.

Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağı Türklerin onamı olmadan ve Cumhurbaşkan Yrd. Dr. F. Küçük’ün itirazını dikkate almadan görevlendirilen BM Barış Gücü misyonunun Kıbrıs’taki varlığı ile Kıbrıs Türk halkının anayasal haklarını yok sayıp Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak Rumları kabul eden (!) BMGK 186 Sayılı Kararı yeniden tartışılmalı ve Kıbrıs Türklerinin siyasal istencini, egemen – eşitliğini görmezden gelen bu yanlıştan dönülmelidir.

KIBRIS’TA BÜYÜK RESMİ GÖRMEK

Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
Em. Albay, Tarihçi

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (KKTC) önümüzdeki hafta sonunda genel seçim coşkusu yaşanacak. Yapılan anketlere göre seçimde Ulusal Birlik Partisi (UBP) ve Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin (CTP) oyların büyük bir kesimini alacağı öngörülüyor. UBP ve CTP’nin siyasal görüşleri ile hükümet etme yöntemlerinin birbirinden farklı olduğu ve asgari müşterekte birleşemeyecekleri gerçeği göz önüne alındığında, KKTC’de azınlık hükümeti kurulması olasıdır; tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi!

Ancak KKTC’nin varolan siyasal ve ekonomik durumundan kaynaklanan sorunların azınlık hükümetleri ile çözülemediği gerçeği de gün gibi ortadadır. Yine uzun erimli (vadeli) politikalar uygulanamayacak, sorunların büyük bölümü yüzeysel (palyatif) önlemlerle geçiştirilecek ve en önemlisi Kıbrıs Türk halkının siyaset kurumu hakkında olumsuz algısı artarak sürecektir.

Oysa Kıbrıs Türk siyasetçilerinden beklenen; 1974’teki askeri barış harekatından sonra hâlâ kalıcı bir barış antlaşması yapılmadığı ve Ada’da ateşkes koşullarının sürdüğü, KKTC’nin uluslararası alanda HALA tanınMAmış (1983’ten beri 39 yıldır!!??) olmasından kaynaklanan sorunların çığ gibi büyüdüğü bu dönemde, siyasal partilerin temel ortak değerlerde birleşerek Kıbrıs Türk halkının ağır sorunlarına kesin çözümler sağlayacak politikalar üretmesidir. Kıbrıs Türk siyasal geçmişinde böyle bir uzlaşı olmuş mudur? Tarihsel gelişime bakmak gerekir.

Kıbrıs’taki etnik ve dinsel yapının çeşitliliği her dönemde duyarlık yaratmıştır. Osmanlı Devletinin Kıbrıs’ı fethinden (1571) önce Katoliklerin özellikle Ortodokslar üzerinde kurduğu baskı sonucu Ada’da oluşan huzursuzluk Osmanlı egemenliği döneminde giderilmiş, ancak 19 yy başlarından bu yana, bu kez de Ortodoks Rumların ayrılıkçı isteklerini somutlaştıran Enosis (Yunanistan ile birleşme) ideali Ada’nın huzursuzluğunun en önemli nedeni olmaya başlamıştır. Bu gelişme, Doğu Akdeniz’de egemenlik kurma politikasını yaşama geçirmek isteyen İngiltere’nin işini kolaylaştırmıştır. İngiltere, önce 1821’de çıkarılan Mora İsyanını desteklemiş, ardından 1830’da bağımsızlığını kazanan Yunanistan’ın arkasındaki en büyük güç olmuş, 1878’de ise Kıbrıs’taki yönetimi 2. Abülhamit döneminde sözde “Kiralama” oyunu ile ele geçirmiştir. İngiltere’nin kısa sürede Doğu Akdeniz’de söz sahibi olmasını kolaylaştıran etkenlerin başında bölgenin dinsel ve etnik yapısındaki çeşitlilik gelmiştir. İngiltere, tıpkı sömürgelerinde uyguladığı politikası doğrultusunda hedef coğrafyadaki demografik yapıyı öncelikle çok ayrıntılı olarak araştırmış, duyarlıkları belirlemiş ve bunları sömürerek (istismar ederek) kendi çıkarlarını elde edeceği politikaları bir bir yürürlüğe sokmuştur. Tıpkı Kıbrıs’ta olduğu gibi!

İngiltere, Kıbrıs’taki yönetimi ele geçirdiği 1878’de, Ada’da iki derin fay hattı oluşturmayı başarmıştır. Bu hattın bir yanında Enosis isteyen Rumlar yer alırken karşı yanda ise Kıbrıs Türkleri bulunmuştur. İngiltere’nin oluşturduğu bu fay hattı, Lozan Barış Andlaşamasının bağıtlanmasından (imzalanmasından) sonraki birkaç yıl dışında, Kıbrıs’taki İngiliz politikalarına karşı gelecek yerel direnişin bütünleşmesini önlemiştir. Lozan Barış Andlaşması sonrasında Kıbrıs Türkleri arasında etkinliğini artırmaya başlayan Mısırlızade Necati Özkan liderliğindeki Kemalist oluşum (Halkçılar) İngiltere’nin Kıbrıs’taki çıkarlarını tehdit etmeye başlayınca, Ulusal Mücadele döneminde İstanbul’da etkinlik (faaliyet) yürüten ve Kuvayı Milliye hareketinin başarılı olmaması için çaba gösteren İngiliz Muhipleri (Sevenleri) Derneği Başkanı Sait Molla’ya İngilizler kucak açmıştır. Lozan Barış Andlaşması hükümleri doğrultusunda Türkiye’den kovulan Sait Molla Kıbrıs’a yerleşmiş ve  Ada’daki Kemalist hareketi engellemeye çalışmıştır. Ancak bu politika etkili olamamış, Mısırlızade Necati Özkan liderliğindeki Kemalistler 1930 yılında yapılan seçimlerini kazanarak Yasama Meclisine girmiş ve Kıbrıs Türklerinin sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik haklarını kazanmak için kararlı politikalar uygulamaya başlamış ve bu hakları kazanmak için Rumlarla birlikte hareket etmekten çekinmemiştir. İngiltere, bu gelişmeler sonrasında, kendi kurgusu ile Ada’da Rum isyanının başlatılmasına göz yummuş, isyan sonrasında yürürlüğe soktuğu sıkıyönetim önlemleriyle düzeni kendi dilediği gibi biçimlendirmiştir. Ta ki, 1940’lı yılların başına dek!

İngiltere, 2. Dünya Paylaşım Savaşı sırasında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) Kıbrıs’taki etkilerini önlemek amacıyla yeni politikalar devreye sokarken, Kıbrıs Türkleri arasında da kendi politikalarına karşı oluşabilecek birlikteliği önleyecek stratejiler uygulamaya koyulmuştur. Kıbrıs’taki bir başka fay hattı da Kıbrıs Türk önderleri arasında oluşturulmaya başlanmıştır.

İngiltere’nin desteklediği Kıbrıs Türklerinin ilk siyasal örgütlenmesi olan Kıbrıs Adası Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) kurucuları arasında olan 1930’lu yılların başında İngiliz sömürge yönetimine kafa tutan Mısırlızade Necati Özkan ile Dr. Fazıl Küçük arasındaki kişisel anlaşmazlıkların etkileri sonraki yılları da şekillendirmiştir. Siyasi faaliyetlerine 1950 yılında kurduğu Kıbrıs Türk Birliği İstiklal Partisi ve bu partinin yayın organı olan İstiklal gazetesi ile devam eden Mısırlızade N. Özkan, önce karşıtlarınca (muhaliflerince) tarafından darp edilerek ağır yaralanmış, daha sonra Lefkoşa’daki fabrikası ve öbür ticarethaneleri yakılarak ekonomik olarak çökertilince, siyasal yaşamdan çekilmek zorunda kalmıştır.

Kıbrıs Türk önderleri arasındaki çekişmenin görünür olduğu bir başka gelişme ise 1957’de yaşanmıştır. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu Başkanı Faiz Kaymak, sekiz yıl başarı ile yürüttüğü görevini kendisine gelen telkin ve baskılar sonrasında Rauf R. Denktaş’a bırakmak zorunda kalmıştır. (Faiz Kaymak’ın, Başbakan Adnan Menderes’e yazdığı kendisine yönelik baskı ve tehditlerden yakındığı mektubu, Devlet Arşivlerindedir.)

Benzer bir gelişme ise Rumların Kıbrıs Türk halkını yok etmek amacıyla  1963 yılı Aralık ayındaki “Kanlı Noel” saldırılarından sonra yaşanmıştır. Kıbrıs Türk halkına yapılan kırımları (katliamları)  BM’de anlatan Türk Cemaat Meclisi Başkanı Rauf R. Denktaş, Ada’ya girişi yasaklanınca, dört yıla yakın Ankara’da yaşamak zorunda kalmıştır. Kıbrıs’ta olağanüstü gelişmelerin yaşandığı bu dönemde de Dr. Fazıl Küçük ile Rauf R. Denktaş arasındaki düşün ayrılıkları gerginlikler yaratmış, Kıbrıs Türkleri arasında bölünmeler oluşmuştur. Bu durum 1973 seçimlerinde belirginleşmiş ve Dr. F. Küçük, istememesine karşın, kendisine yapılan telkinler sonucunda Cumhurbaşkanı Yardımcılığı görevine yeniden aday olmamış ve Rauf R. Denktaş, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 2. Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak seçilmiştir.

Kıbrıs Türk halkının olağanüstü zamanlarda bir araya gelme istençlerinin (iradelerinin) tam oluşamaması 1975 sonrasında da sürmüş, özellikle 2004’te Annan Planının halk oylamasına sunulduğu sırada ve sonrasındaki cepheleşmenin etkileri günümüze dek gelen bir başka fay hattını oluşturmuştur.

Kıbrıs Türklerinin güvenlik endişelerinin ortadan kalktığı bu dönemde de siyasiler asgari müşterekte anlaşarak sorunlara kalıcı çözüm bulamamışlar, Türkiye hükümetlerinin Kıbrıs politikası doğrultusunda konum almışlardır. Tıpkı günümüzde de olduğu gibi!

Türkiye, KKTC’yi tanıyan tek ülke olmasının yanı sıra, Kıbrıs Türkleri ile derin tarihsel bağlarından dolayı Kıbrıs’taki gelişmelere tepkisiz kalamazken, zaman zaman Kıbrıs Türklerinin ulusal istençlerine karışmalarıyla toplumsal tepkileri üzerine çekmiştir. Bununla birlikte uzun yıllardır süren süregenleşmiş (kronikleşmiş) sorunlara kalıcı çözüm bulunamayınca, ikili ilişkilerde de gerginlikler ve görüş ayrılıkları derinleşmeye ve genişlemeye başlamıştır. Yakın tarihte yaşanan olaylar dikkatle incelendiğinde, bu saptamamıza ilişkin çok sayıda örnek görmek olanaklıdır.

Önümüzdeki hafta sonu KKTC’de yapılacak Cumhuriyet Meclisi seçimlerinde; öncelikle Kıbrıs Türk halkının ulusal istencine saygı duyulmalı, kurulması olası azınlık hükümeti politikalarının bölgesel gerçekler göz önüne alınarak oluşturulmasında yakın temasta bulunulmalı ve ortak tutum geliştirilmeli, eleştirilere yapıcı yaklaşılmalı, Kıbrıs Türk halkının içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik durumun uzun hızla ve kalıcı çözümlenebilmesi konusundaki politikalar hem Türkiye’de hem de KKTC’de partiler üstü olmalıdır.

KKTC CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ

KKTC CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ 

Konuk yazar :
Yrd. Doç. Dr. Mehmet BALYEMEZ
(E) Albay

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC)’nde hafta sonu (18 Ekim 2020) yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimi 2’nci turuna sayılı günler kaldı. Özellikle geçen hafta boyunca bu seçime yönelik söylem ve eylemler Türkiye kamuoyunu çok meşgul etti. Gündemi meşgul eden konular; Mağosa’da bulunan Kapalı Maraş kıyılarının bir bölümünün Kıbrıs Türk halkının kullanımına açılması, Türkiye’den KKTC’ye su taşıyan boru hattında aylar öncesinde oluşan arızanın hızlı bir biçimde onarılarak hizmete sokulması ve bu açılışların Yüksek Seçim Kurulu kararlarına aykırı olmasına karşın KKTC Başbakanı Ersin Tatar’ın seçim propagandası olarak kullanılması ile halen Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan Mustafa Akıncı’ya yönelik kara propagandalar olmuştur.

Bu gelişmeler gündemi öylesine meşgul etmiştir ki; Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin olası sonuçlarının; Türkiye ile Kıbrıs Türk halkı arasındaki bağların sorgulanmasına yol açabileceği ifade edilmiş, Kıbrıs Sorunu’nun Rumların istediği biçimde yani Kıbrıs Türklerini azınlık olarak kabul eden sürece evrilebileceği hatta Türkiye’nin Ada’dan uzaklaştırılarak Doğu Akdeniz’deki çıkarlarına halel getirilebileceği noktasına dek uzanmış ve buna asla izin verilmeyeceği en yetkili ağızlar tarafından dile getirilmiştir.

Peki Türkiye kamuoyu, gündemini meşgul eden Kıbrıs Türkleri hakkında bu denli bilgili ve ilgili mi? Kumarhaneler ile gece kulüplerinin müdavimleri ile KKTC üniversitelerinde yüksek öğrenim gören öğrenciler ve bunların aileleri dışında KKTC’yi gören, Kıbrıs Türklerinin sosyo-kültürel yapısını, ekonomik durumunu, kurulduğundan bu yana onyıllardır siyasal olarak tanınmamasından kaynaklanan yalıtım (izolasyonu) ve ambargoyu kaçımız biliyoruz! Buna karşın sosyal medya kahramanları, TV yorumcuları ile köşe yazarlarının oldukça iddialı yazıları ve yorumlarını dinlemekten okumaktan yoruldum ve sizlerle tarihini ve güncel gelişmelerini yakından izlediğim KKTC ile ilgili birkaç hususu paylaşmak istedim.

Kıbrıs Türkleri, Lozan Barış Antlaşması ile ulusal sınırlar dışında kalmalarına karşın, özellikle 2. Dünya Paylaşım Savaşı sonrasındaki topludurumsal (konjonktürel) gelişmelerin etkilerinin Ada’ya yansıması ile Enosis İdealine (Kıbrıs’ın Yunanistan’la birleşmesi) ulaşmak için Rumların yaptıkları şiddete karşı özgürlük ve var olma savaşımı (mücadelesi) vermişler ve Türkiye’nin de desteğiyle azınlık statüsünden kurtulmuşlar, 1960 yılında kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nde siyasal ortaklık hakkına kavuşmuşlardır. Ancak ne Cumhurbaşkanı III. Makarios ne de Rumlar bu durumu içine sindirmiş ve 21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırıları ile henüz 3,5 yaşındaki Kıbrıs Cumhuriyeti’nin anayasal düzenini yıkmışlardır. Ne acıdır ki, anayasal düzeni ortadan kaldıran Rumlar, 1964 yılı Mart ayından başlayarak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin tek temsilcisi olarak kabul edilmişler, adeta yaptıkları terörist eylemden dolayı ödüllendirilmişlerdir. Kıbrıs Türkleri, bu durum karşısında da geri adım atmamışlar ve özgürlük savaşımlarını sürdürmüşlerdir. Bu süreç, Türkiye’nin 1974 yılındaki askeri harekâtı ile yeni bir aşamaya evrilmiş ve Kıbrıs Türkleri; 1975 yılında Kıbrıs Türk Federe Devleti’ni, 1983 yılında ise Kuzey Kıbrıs Türk Devleti’ni ilan ederek kendi siyasal düzenlerini kurmuşlar ve günümüze dek getirmişlerdir.

Kıbrıs Türkleri, 1. Dünya Paylaşım Savaşı sonrasında Türkiye çevresinde (periferinde) kalan soydaşlarımız arasında özgürlük savaşımı veren ve bu uğurda kan akıtarak özgürlüğünü kazanan biricik halk olup; bağımsızlık savaşımlarında Atatürk’ü ve O’nun ilkelerini rehber olarak benimsemişler ve her dönemde Anavatan ile birlikte hareket etmişlerdir. Kıbrıs Türk toplumu; Gazi Mustafa Kemal Atatürk, Türk Kimliği, İstiklal Marşı, Anavatan gibi ulusal değerlere karşı son derece duyarlıdır ve bunlara yönelik yapılacak her türlü söylem ve eyleme tepkisini gösterirken gözünü budaktan esirgemez. Bunların örneklerini yakın geçmişimizde görebilmek olanaklıdır. Kıbrıs Türkleri, ulusal değerlerini KKTC Anayasasında da dile getirmiş ve bunları anayasal koruma altına almıştır.

Kıbrıs Türk halkının bu özgün niteliklerine (hasletlerine) ek bir karakteri daha vardır. O da, her bağımsız halk gibi ulusal istençlerine (iradelerine) yönelik yapılan doğrudan müdahaleler ile kendilerinin yok sayılmalardır. Türkiye’deki siyasal iktidarlar zaman zaman bu durumu gözden kaçırmışlar ve Kıbrıs Türk halkının ulusal istencine yönelik söylem ve eylemlerde bulunmuşlar hatta daha da ileri giderek uzun yıllardır yapılan ekonomik yardımları kastederek “besleme toplum” benzetmesi yapmak aymazlığında (gafletinde) bulunmuşlardır. Tıpkı geçen hafta olduğu gibi! Kıbrıs Türk halkı bu söylem ve eylemlerden dolayı Türkiye’deki siyasal iradeye tepki gösterirken, bu tepkiler asla tüm Türkiye’yi kapsamamıştır.

KKTC’de 18 Ekim 2020 Pazar günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde 2 aday yarışacaktır. Mustafa AKINCI ve Ersin TATAR. Her 2 aday da, Kıbrıs Türk halkının var olma savaşımına yakından tanık olmuş, yalıtmalar (izolasyonlar) ve ambargoların yıkıcı etkilerini yakından duyumsamıştır (hissetmiştir). Adaylardan Mustafa AKINCI, lisans öğrenimini ODTÜ Mimarlık Fakültesinde tamamlamış, 68 kuşağında etkili olan özgürlük ve bağımsızlık gibi kavramları içselleştirmiş, 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti kurucu meclisinde görev almış, Toplumcu Kurtuluş Partisi’ni kurmuş ve 1976-1990 arasında 14 yıl Lefkoşa Türk Belediyesi Başkanlığını yapmıştır.

Cumhurbaşkanlığı adaylarından olan Ersin TATAR ise mücahit bir aileden gelmektedir. Ersin TATAR’ın babası Rüstem TATAR, 1963 Rum saldırıları sonrasında dağılan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden sonra Kıbrıs Türk halkının kurduğu siyasi örgütlenme olan Genel Komite’de Maliye Bakanı olarak görev almıştır. Ersin TATAR, Kıbrıs’ta ilk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra Cambridge’de İktisat konusunda lisans eğitimi almıştır. Ersin TATAR, yüksek öğreniminden sonra hem İngiltere hem de Türkiye’de özel kurum ve kuruluşlarda görev almış, Ulusal Birlik Partisi (UBP)’nin iktidara geldiği 2009 yılında Maliye Bakanlığı yapmıştır. 2018 yılı Ekim ayında yapılan UBP Genel Kongresinde Genel Başkanlığa seçilen Ersin TATAR, koalisyon hükümetinde Başbakanlık görevini üstlenmiştir. KKTC Cumhurbaşkanlığı için yarışacak her 2 aday da kendi yaşam biçimlerini ve dünya görüşlerini siyasal kararlarına yansıtmışlardır.

KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimi ilk turunda yarışan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) adayı Tufan Erhürman %21 oranı ile en 3. en çok oyu almıştır. CTP yönetimi hafta başında yaptığı toplantıda, bağımsız aday Mustafa Akıncı’yı destekleme kararı almıştır. Mustafa Akıncı’nın ilk turda almış olduğu % 30 oranındaki oy ile CTP’nin desteği göz önünde bulundurulduğunda, seçimin kazananını (galibini) kestirmek hiç de güç olmayacaktır.

Adalet ve Kalkınma Partisi, açıkça desteklediği Ersin Tatar’ın seçimi yitirmesi durumunda nasıl bir yol izleyecektir? Daha önce de yaptığına benzer yöntemlerle KKTC Cumhurbaşkanı’nı kendi çizgisine getirmek için yaptırımlar uygularken, Kıbrıs Türk halkının da mağdur olabileceğini göz ardı mı edecektir! Bu durum kimin işine gelecektir? Elbette bu durum ne Türkiye’deki ne de KKTC’deki siyasal iradenin işine gelir. Kıbrıs Türk halkı ile Türkiye arasındaki bağları koparmak isteyen ve Doğu Akdeniz’de çıkarları olan emperyalist güçler bu durumun daha da kötüleşmesini sağlayacak politikaları çoktan hazırlamışlardır bile. Bu fırsatı onlara vermemek gerekir.

Bunun için yapılması gerekenler açıktır. Öncelikle Türkiye’deki siyasal iktidar, KKTC halkının siyasal seçimine (iradesine) saygılı olmalı, sandıktan hangi sonuç çıkarsa çıksın seçilecek Cumhurbaşkanı ile doğrudan ilişki kurmalı, medya/sosyal medya üzerinden yapılan açıklamalara son vermeli, hem Türkiye hem de KKTC kamuoylarını etkilemeye / biçimlendirmeye çalışmamalıdır. KKTC’deki siyasal istenç (irade) ise sürekli gündeme getirdiği kendi ayakları üzerinde durabilecek bir ekonomik yapıyı kurmak için yeni politikalar belirlenmeli ve bunları Türkiye’deki siyasal yetke (otorite) ve özel sektörle eşgüdümlemelidir (koordine etmelidir). Bu kapsamda KKTC ekonomisinin lokomotifleri olan turizm ve eğitim sektörlerinin geliştirilmesine yönelik atılımlar vakit geçirilmeden yapılmalı, Kıbrıs Sorunu’nun çözümü amacıyla yapılan görüşmelerde Türkiye ve Kıbrıs Türk halkının çıkarları göz önünde bulundurulmalı, kırmızı çizgiler önceden belirlenmelidir.

Son çözümlemede şunlar söylenebilir :

“2 devlet 1 millet” söyleminin (mottosunun) en somut örneği KKTC ile Türkiye’dir. KKTC’nin bağımsızlık marşının İstiklal Marşı olduğu, bayrağının tasarlanması sırasında Türkiye Bayrağına benzemesi için çaba gösterildiği akıllardan çıkarılmamalı; her 2 toplumun arasındaki siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik bağların yıpratılmasına, zedelenmesini isteyen ülkelerin çıkarlarına hizmet edecek politikalar ile söylemlerden kaçınılmalıdır.

Dr. Mehmet Balyemez : Lozan Barış Antlaşması ve Kıbrıs

Lozan Barış Antlaşması ve Kıbrıs


Dr. Mehmet Balyemez

E. Albay, Tarih Doktoru (PhD)
Ankara Üniv. Siyasal Bilgiler Fak. – Mülkiye Öğrencisi
(AS : Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Lozan Barış Antlaşması’nın 94’üncü yıldönümü kutlu olsun!
Türkiye Cumhuriyeti’nin bir bakıma tapusu olan ve her alanda “Tam Bağımsız” olmasını sağlayan bu Antlaşma ile Osmanlı Devleti tarih olmuş, yerini ise genç ve dinamik
Türkiye Cumhuriyeti Devleti almıştır.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi
Kıbrıs Türkleri, Lozan Barış Antlaşması öncesinde yapılan Milli Mücadeleye
hem maddi hem de manevi destek vermişlerdir.
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, oturan insanlar ve yiyecek
Ancak Kıbrıs konusu, Lozan’da yapılan görüşmelerde ikincil düzeyde kalmış ve

Lozan Barış Antlaşması’nın 20 nci maddesi ile İngiltere’ye terk edilmiştir.
(AS: Aşağıda bizim açıklamamıza bakılması ricasıyla..)

Bu durum Kıbrıs Türklerinde düş kırıklığı yaratsa da, sonraki dönemde yaptıkları siyasal,
toplumsal ve kültürel mücadelelerinde kendi başlarının çarelerine bakmaları gerektiğini anlamışlardır.

Yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti, her türlü sorunla mücadele ettiği bir dönemde,
Kıbrıs Türklerinin bu mücadelelerine hem maddi hem manevi destek vererek
Ada’daki Türk varlığının devamını sağlamıştır.

Tam metin makale için lütfen tıklayınız : Lozan_Kibris
===========================================
Dostlar,

Değerli dostumuz Sn. E. Albay Dr. Mehmet Balyemez‘in bundan önce de bir yazısına sitemizde yer vermiştik. 20 Temmuz 2017 günü, Kıbrıs Mutlu Barış Harekatı‘nın 43. yılı nedeniyle idi.

Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Müdürü dostumuz
Sn. Prof. Dr. Temuçin Faik Ertan‘ın değerlendirmesine göre:

  • “Lozan Barış Andlaşması’nın 17-21. maddeleri Mısır, Sudan, Kıbrıs ve Libya ile ilgili olup, Türkiye’nin bu topraklardaki haklarından 5 Kasım 1914 tarihi itibariyle vazgeçtiğine ilişkindir.”

    (Kaynak : SEVR VE LOZAN ANTLAŞMALARI HAKKINDA KARŞILAŞTIRMALI BİR DEĞERLENDİME, Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi
    S. 58, Bahar 2016, s. 21-37; pdf olarak okumak için tıklayınız;
    SEVR_VE_LOZAN_ANTLASMALARI_HAKKINDA_KARSILASTIRMA_TEMUCIN_FAIK_ERTAN)

Dolayısıyla Kıbrıs Lozan Andlaşmasıyla verilmiş değildir. Osmanlı döneminde Balkan Savaşı yenilgisi nedeniyle 12 Ada vd. zaten elden çıkarılmıştı Osmanlı Devletince.
Lozan’da bu “de facto” (fiili, olmuş bitmiş) durumun bir kez daha onaylanması (tescili)
Lozan’da Türk Kurulu’na dayatılmış oldu.

*****

Lozan kahramanlarına bin selam olsun!
En başta büyük önder ve yengin (muzaffer) Başkomutan Mustafa Kemal Paşa‘ya!
Sonra Lozan Kahramanı İsmet (İNÖNÜ) Paşa‘ya,
Kurtuluş Savaşı’nın tüm komutan ve savaşçılarına, şehit ve gazilerimize,
Vatanı için her şeyi ile dövüşen yiğit Anadolu halkımıza,
Lozan Kurulu hukuk danışmanı aile büyüğümüz Prof. Dr.. Veli Saltık’a ve öbür üyelere…

Sonsuz bir şükran ve minnet borçluyuz…
Bu borcumuzu Türkiye Cumhuriyeti’mizi sonsuza dek onurlu ve başı dik yaşatarak ödeyeceğiz.

Ne yazık ki; değerli hocamız Sn. Prof. Dr. D. Ali ERCAN‘ın aşağıdaki sözleri acı ve gerçek :

  • “Her yıl 24 Temmuz’da, medyada 7 koldan Lozan farfarası başlatan gafiller; 
    Türkiye’nin meşruluğundan kuşkunuz mu var? 
  • Bugün Lozan’ı eleştirenler, İstiklâl Savaşında cepheden kaçan veya
    Orduyu arkadan vuranların torunlarıdır.”

Sevgi ve saygı ile. 24 Temmuz 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

KKTC Karambole Kurban Edilmesin..


KKTC Karambole Kurban Edilmesin..


Dostlar,

Türkiye’mizin içeriden – dışarıdan elbirliği ile içine sürüklendiği bilinçli karmaşada (karambolde) KKTC sorunu ne aşamada??

Kuruluşunun 31. yılında (15 Kasım 1983; o günkü yazımıza sitemizden bakılması..) bir halkın, Rumlarca soykırımının eşiğinden döndürülmüş bir halkın evrensel – meşru kendi geleceğini belirleme (self determinasyon) hakkını Küresel emperyalizm bir türlü tanımıyor..
Ama bizim gibi çevre ülkelerde azınlıklar yaratarak, mikromilliyetçilikle, etnik ayrımcılıkla yepyeni (!) minik devletçikler yaratmayı sürdürüyor..

Böl, parçala ve yönet! 

KüreselleşTİRmeciler = Yeni emperyalistler, kanlı “DIVIDA ET IMPERA” geleneğini sürdürüyor. Ama Kıbrıs’ta, dili – dini – kültürü – tarihi… her şeyi apayrı 2 toplumu
zorla tek devlet altında toplama baskısını sürdürüyor. Üstelik son 60-70 yıldır Rumlar,
Ada  Türklerini tam bir etnik temizliğe uğratma çabası içindeler.. Üstelik kezlerce..
Meslek büyüğümüz Dr. Fazıl KÜÇÜK‘ün kahramanca ve akıllıca savaşımını – direnişini
vefa ile anmak ve sürdürmek zorundayız.

1974 Mutlu Barış Harekatı
nı Türkiye, tüm zorluklarına ve de ödediği ağır faturaya karşın
(3 yıl ağır ABD askeri ambargosu) yap(a)mamış olsaydı, kanlı papaz Makarios‘un
insanlı dışı buyrumu (direktifi) yerine getirilmiş olacak ve

“Türkler Ada’da, Akdeniz’in sıcağında tereyağı gibi eritilmiş” olacaktı!

Dostumz Sayın Ahmet GÖKSAN, Kıbrıs sorununda yetkin bir yurtsever uzmandır.
O’nun yazdıklarını okumak gerekir.

Yineleyelim; Türkiye bilinçli bir karmaşaya itilmiştir.
Bu arada AKP iktidarının KKTC hakkında da yaşamsal ve fakat Ulusal çıkarlarımız ve
tarihsel gerçeklerle asla örtüşmeyen dönüşümsüz ödünlere dayalı adımları beklenebilir!
Dikkatli, uyanık olmak zorundayız..

Bu yüzden Sn. Göksan’ın Temmuz 2014’te yazdığı makaleyi özellikle paylaşalım..

Sevgi ve saygı ile.
29 Aralık 2014, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net 

==============================

PAZAR’LIK
GÜCÜN BİRLEŞTİRİCİSİ

portresi

Ahmet GÖKSAN
ahmetgoksan45@gmail.com

 

 

  • “Yıllardan beri özlemini çektiğimiz barışla güvenliğe, özgürlüğe ve 96 yıllık hasretimiz
    al sancağımıza bizi tarihin en şanlı ordusu kavuşturdu. Dünya durdukça büyük Anavatanı’mız
    ve O’nun güçlü ordusuna minnettarız. Kıbrıs Türk’ü 20 Temmuz kurtuluşunu ebediyete kadar
    bu coşkun hislerle anacak, bizim için toprağa düşenleri rahmet, şükran ve saygı ile yad edecektir.”
     Dr. Fazıl KÜÇÜK, 1974 

            İnsanlar, yaşadıkları güzel ve mutlu olayları olduğu kadar iz bırakan olumsuzlukları ve mutsuzlukları da unutamıyor. Bu bakış ve yaklaşım insan doğasının bir ürünü olsa gerek.
Buna karşın gerek ulusal gerekse dinsel bayramların birleştirici ortak özelliklerinin olduğu da biliniyor. Bayramların kısa süreli de olsa kırgınlıkların unutulmasına katkısı olduğu
hemen herkes tarafından kabul ediliyor. Bu nedenle bayramların birleştirci gücünün
uzun süreli olması yalnızca dileklerle yansıtılır.

Kıbrıs Türklerinin de yaşamlarında unutulmaz iz bırakan bayramlardan ve önemlilerinden
bir tanesi de 40. yılına ulaştığımız 20 Temmuz Barış ve Özgürlük bayramıdır. Aradan geçen
bu süreçte kendi iç kamuoyumuza olayın nedenlerini ve niçinlerini anlatabildiğimizi ne yazık ki söyleyemiyoruz. Aynı şekilde 1974 yılında gerçekleştirilen barış harekatlarının da uluslararası hukuktan kaynaklanan bir hak olduğunu yeterince ve ısrarla anlatamadığımızın kabul edilmesi gerekiyor. İçinden geçmekte olduğumuz bugünlerde, yaşamakta olduğumuz olumsuzlukların temelinde bu olgunun yattığının unutulmaması gerekiyor.

Bunları yazarken amacımız kimseyi incitmek veya tarih öğretmek değildir.
Geldiğimiz bu noktada sıkıntıların ve sorunların hamaset yapılarak çözülemeyeceğini, olumsuzlukların giderilemeyeceği ger – çe – ği – nin artık görülmesi gerekiyor.
Bu nedenle önümüzdeki dönemi doğru değerlendirmemiz gerektiğine inanıyoruz.

Bir gül bahçesine girercesine gözünü kırpmadan şehitlik şerbetini içen kardeşlerimizi
sevgi, saygı ve Yüce Tanrının rahmeti ile anıyoruz. Kahraman gazilerimize de sağlıklı bir yaşam diliyoruz. Bu satırları yazarken Irak Türkmenlerinin yiğit evladı, mücadele arkadaşım,
sevgili kardeşim Sadun Köprülü’yü yitirdiğimizin acı haberi geldi. Yaşamı boyunca
verdiği onurlu mücadelesi ve dik duruşu unutulmayacaktır. Yaptıkları, günümüzde de
var olma mücadelesi vermekte olan Iraklı Türkmen kardeşlerimizin yolunu aydınlatmaya
devam edecektir. Yüce tanrının rahmeti üzerine olsun.

Yaşamın sürprizlerle dolu olduğunun unutulmaması gerekiyor. Yaşadığımız bütün acılara karşın sağlıkla ve mutlulukla dolu geçecek bir Şeker Bayramını geçirmenizi diliyoruz.

Yüreğinizdeki insan sevgisinin hiç eksilmemesi dileklerimle…

SEVGİ ile kalınız… 25 Temmuz 2014  –  Ankara