Etiket arşivi: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan

Necati DOĞRU : Tekirdağ suspus!

Tekirdağ suspus!

Necati DOĞRU
SÖZCÜ, 17 Ağustos 2017

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)

Kamyon sahipleri, nakliyeciler, liman emekçileri, esnaflar, muhtarlar, sanayiciler, tüccarlar, belediye başkanı, vali, kaymakamlar, belediye meclis üyeleri, işçi sendikaları, memur örgütleri, sivil toplum kurumları, sanayi ve ticaret odası başkanları, organize sanayi bölgesinde imalatçılar, şehirde yaşayan avukatlar, mühendisler, mimarlar, öğretmenler, imamlar, cami cemaati, akşamcılar, çevrede bağ sahibi üzüm üreticileri, Tekirdağ’ın önde gelenleri hepsi suspus, sessiz.
Önce parçalandı.
Parça parça içi boşaltıldı.
Sonunda Tekirdağ Valisi’ne “Tekirdağ İçki Fabrikamız 14 Ağustos 2017 tarihinde tüm faaliyetleri sonlandırılmak suretiyle kapatılacaktır” yazısı geldi.
Bu fabrika efsaneydi.
Yapıncak, Semillon, Gamay, Cinsault üzüm çeşitleri bu  bölgede yetiştiği için fabrika 1943 yılında “Tekirdağ Rakı Fabrikası” TEKEL idaresince devlet eliyle kurulmuştu.
TEKİRDAĞ  kapandı.
TEKİRDAĞ, suspus!
* * *
Diego şirketinin adı Türkiye’nin gazete arşivlerine “İthalat vurguncusu- Vergi kaçakçısı” iddialarıyla girmişti. Bu iddiaları belgeleriyle dile getiren gazete haberlerinde yabancı içki şirketlerinin, Türkiye’de gümrüğü ayarlayarak (kuşkusuz rüşvetle) ülkeye ithal yoluyla soktukları viski, şarap, cin, votka gibi içkilerin fatura değerini düşük gösterip vergi kaçırdıkları anlatılıyordu. Gümrükleri denetleyen dürüst, temiz süt emmiş müfettişler, belgelemişler ve Diego şirketinin “300 milyon doları geçen” miktarda vergi kaçakçılığı yaptığını ortaya koymuşlardı. O dönemde İngiliz Başbakanı Tony Blair, Türk Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a bir mektup yazıp, “Diego’nun gümrük vergi cezasının affı için yardımınızı bekliyorum” demişti. Blair, bir geceliğine sessizce Ankara’ya gelip dönemin Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile de görüşmüştü. Sonra da Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde “6111 sayılı torba kanunun içine gümrük vergisi cezalarının yeniden yapılandırılması” diye bir madde gece vakti girmişti. Dönemin CHP Milletvekillerinden Selçuk Ayhan, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan‘a “6111 sayılı torba kanunu ile Diego’nun MEY’i (TEKEL’in 17 fabrikasını ilk alan yerli dörtlünün kurduğu şirket) almasında ödemediği vergi, resim ve harçların pazarlığı mı yapıldı” diye bir soru önergesi vermişti.
İşte Diego!
* * *
TEKİRDAĞ Rakı Fabrikası, diğer 16 fabrika ile birlikte “tam bir yeni emperyalist soygun örneği” olarak TEKEL’in yani devletin mülkiyetinden alınıp İngiliz içki şirketi Diego’nun eline geçirilmişti. 17 fabrika, 100 milyon dolarlık hazır stokları, 30 milyon dolar değerinde satışa hazır şişelenmiş- etiketlenmiş içki kolileri, kıdem tazminatı yükü sıfırlanmış işçileriyle sadece 292 milyon dolara Limak-Özaltın-Çarmıklı-TÜTSAB adlı “DÖRTLÜ” ye satıldı. Bu 4 yeni yerli şirketin içinde TÜTSAB, sonradan bir dönem CHP milletvekili seçilen Mehmet Ali Susam adlı biri tarafından kurulmuştu. Tam o sırada emekliliğini isteyip TEKEL Pazarlama ve Dağıtım Genel Müdürlüğü görevinden ayrılan Gürkan Suner de işte bu TÜTSAB’a genel müdür olmuştu. TÜTSAB ile diğer 3 müteahhitlik şirketi MEY adlı yeni bir şirket kurdular ve MEY’in genel müdürlüğüne de yine TEKEL Alkollü İçkiler Müessese Müdürü iken aniden emekli olan Esen Atay’ı transfer ettiler. DÖRTLÜ, 292 milyon dolara aldıkları TEKEL’in 17 fabrikasını, bir çivi bile eklemeden, 820 milyon dolara Amerikan şirketi Texas Pacific’e sattılar. O da 17 fabrikayı 2,5 milyar dolara Diego’ya aktardı.
Diego da 7 yıl çalıştırdı
Şimdi kârlı değil dedi.
TEKİRDAĞ Rakı’yı kapattı ve şehrin merkezinde kalmış 102.5 dönümlük değerli arazisi üzerinde rezidans ile lüks konutlar yapılması planına geçildi. Tekirdağ Rakı’nın devletin elinden özelleştirme adıyla alınması, yabancıya aktarılması, kapanması, arazisine rezidans dikme planı yeni emperyalistler ile yeni yerli işbirlikçilerinin parlak bir başarı hikayesi (!) oldu.
TEKİRDAĞ suspus!
=================================
Dostlar,

Türkiye İçin İçin Kaynıyor – Yanıyor!

Sayın Doğru’nun KOMİSYONCUbaşlıklı yazısı da çooook başarılı.. (SÖZCÜ, 16 Ağustos 2017, biz e 20.08.2017 günü sitemizde yayınladık;
http://www.sozcu.com.tr/2017/yazarlar/necati-dogru/komisyoncu-1975097/)

  • Türkiye, Osmanlı’nın son dönemlerinde bile bunca vahşi ve gözü doymaz bir ”iştah” (!) ile talan edilmemişti.

Osmanlı Padişahı 1. Abdülmecit, altı milyon altın borç alarak Boğazı doldurarak Dolmabahçe sarayını yaptırmıştı (1853-56 arası). 1856’da da Osmanlı Devleti Batı dayatması ‘‘Islahat Fermanı’‘nı kabul etmek zorunda bırakılmıştı. Borçla saraylar yaptıran bir devletten ne beklenebilir ki? 1839’da Batı’nın ‘‘Tanzimat Fermanı’‘ ile ”Tanzim” ettiği (düzenlediği) Osmanlı devleti, 17 yıl sonra bu kez ”Islahat Fermanı” ile ‘ıslah’ ediliyordu (terbiye, düzeltme). Ders aldı mı Osmanlı?? Ne gezer! Borçlanmaya devam.. 1876 1. Meşrutiyeti 2. Abdülhamit’in 2 yıl sonra Osmanlı-Rus savaşını bahane ederek askıya almasından (1878) 3 yıl sonra ise Osmanlı İFLASINI İLAN EDECEK 1881’de ”Hasta Adam”ın tüm maliyesine İngiltere – Fransa – İtalya el koyacak ve ‘Düyun-u Umumiye’ rejimi başlayacaktı. Meclis-i Mebusan tatilde idi ve Osmanlı Devleti ne denli borçlu olduğunu bilmiyordu, kayıt tutulmamıştı! Bu hesabı İngiliz-Fransız-İtalyan maliye komiserleri çıkardılar. O komiserler ki, tüm vergileri topluyor, önce borç taksitlerini alıyor, Osmanlı’ya ölmeyecek denli bırakılıyordu. Bütçeyi onlar yapıyordu.. kitleler hızla yoksullaştırılıyordu ama Emperyalizm, işbirlikçisi Padişahları Sarayda tutuyordu.. 

Günümüzde bir ”Faiz Dışı Fazla” masalı var.. Halk hatta çoğu okumuş bile anlamasın diye.. Bütçeden önce devlet borçlarının faizi ayrılıyor..  2017 bütçe gideri 645, gelirler 587, Faiz 57.5, Sağlık Bakanlığı 32, Diyanet 6.9, Savunma ve güvenlik 70 milyar TL.. Bütçenin yaklaşık 1/10’u faize gidiyor. Bu düşüldükten sonra da kalan bütçeden kısıp borç ana parası ödemek gerek; bunun da adı ‘Faiz Dışı Fazla” oluyor. Ulusal gelirin %5’inin altına inmemesini istiyor IMF! Bu da Bütçenin %20’si, 1/5’i demek.. Bir de israfları… buraya yazamadığımız kalemleri (suç olur!) eklersek, geriye kamu hizmetlerine para kalmıyor. İstenen de bu.. Devlet her şeyi özelleştirsin = leş fiyatına yerli – yabancı sermayeye komisyonlarla peş keş çeksin; ağır ve adaletsiz vergileri halkın sırtında sopalı tahsildar gibi toplasın ama kamu hizmeti de vermesin! Bu hizmetler yandaş şirketlere – vakıflara bırakılsın ve halk tüm kamu hizmetlerini ayrıca bedel ödeyerek satın alsın!

Oysa Mustafa Kemal Paşa, ülkenin Mondros Silah Bırakışması (Mütarekesi) ile idam sehpasına çıkarılmasından sonra (30 Ekim 1918), ardından SEVR ile idamından sonra (10 Ağustos 1920) tüm Kurtuluş Savaşını 23 Nisan 1920’de açtığı Büyük Millet Meclisi ile yürütmüştü.. 2. Abdülhamit despotizminin – istibdadının tam tersine! Bu Halk Meclisi Osmanlı’yı bitiren Sevr Anlaşmasını geçersiz saymış, imzalayanları (son Padişah Vahdettin!) da vatan haini ilan etmişti!
******
Niyetimiz Osmanlı tarihi yazmak elbette değil.. Ama son yılların Türkiye’sinin giderek Hasta Adam Osmanlı Devleti’nin son çökme – çökertilme / parçalanma yıllarına ne yazık ki ne çok benzediğini sergilemek için yazdık..

Bir ülkenin 15 yılda toplam (iç + dış) borçlarının en az 3 katına çıkması durumunda (AKP iktidar olduğunda Kasım 2002’de Türkiye’nin toplam borcu 221 milyar $ idi; günümüzde 3 katından daha çok!) o ülke ve yönetimi için ne düşünülebilir, geçelim orta – uzun erimi, yakın gelecek için ne öngörülebilir??

İşte Türkiye, tüm zamanların en kötü yönetimiyle, başta özelleştirme talanıyla…..

Osmanlı’nın sonuna doğru sürükleniyor..

Yalnız Tekirdağ değil, Türkiye suspus!

OHAL altında inletiliyor ülke; ağzını açan kodeste! Hapishanelerde 200 binin çok üstünde insan var.. 1/4’ü, 50 binden çoğu son 1 yılda FETÖ gerekçesiyle içeri tıkıldı.. (38 bin hükümlü İnfaz Yasası değişikliğiyle örtük – kesimsel af ile çıkartılarak yer açıldı önce..) Osmanlı’nın son dönem hatalarını yineleyerek farklı bir sonuç elde edebilir misiniz; yoksa benzer sonuçlara mı erişirsiniz??

Türkiye ve AKP = R TE, köktenci bir rota değişikliği çoook geç kalmakta. Oysa Devletin sağkalımı için beka refleksi ile ülke için için kaynamakta – yanmakta. Bunu da mı görmüyorsunuz eyy gafiller – sapkınlar ve hainler!?

Ne Tekirdağ ne Türkiye sus pus gerçekte.. İçin için kaynıyor ülke..
Biz kendi adımıza Tekirdağ’dan bir sada yükseltiyor hatta çığlık atıyoruz..

Sevgi ve saygı ile. 21 Ağustos 2017, Tekirdağ

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

 

 

ANLI ŞANLI 15 TEMMUZ 2016 DARBE GİRİŞİMİ

ANLI ŞANLI
15 TEMMUZ 2016 DARBE GİRİŞİMİ 

Anlı şanlı 15 Temmuz 2016 darbe girişimi gündeme lök gibi oturmuşken / oturtulmuşken,
biz geçmişe giderek belleğimizi ve arşivimizi yokladık.. Neden??

“15 Temmuz”
 öncesine, onu hazırlayan ortam ve koşullara dikkat çekmek için..
Yakın tarihte güdülen dinci – gerici – dış güdümlü uydu politikalar ve vahşi kapitalizm değil midir ki; ülkemizin bataklık ortamını hazırlamış, insanımızı deyimi yerinde ise tam anlamıyla “çürütmüş” ve yozlaştırmıştır..

1950’lerden beri tarikat ve cemaatlar, sağ iktidarların kucağında beslenip büyütülmüşlerdir. Darbe girişiminden sorumlu tutulan dinci – gerici – maşa FETÖ cemaat yapılanması, özellikle son 14 yılda AKP şemsiyesi altında olabildiğince korunup kollanmıştır. Dahası, iktidara birkaç Bakanlık bile verilerek ortak edilmişlerdir! Erdoğan, 17/25 Aralık 2013’te Cemaatın kendisini ve AKP’yi tasfiye ederek iktidara tek başına el koymak istediğinde, oyun, sanırız dış güdümlü olarak bozulmuştur. O günlerde Erdoğan,

“Ne istediler de vermedik?”

diye kamuoyu önünde Cemaat’e serzenişte (!) bulunmuştur. Daha da açık ederek, 18 üniversiteyi kendilerine verdiklerini itiraf etmiştir! Bu gün (23 Temmuz 2016) RG’de yayımlanan AKP OHAL’inin ilk Yasa Gücünde Kararnamesi ile (667 sayılı) Cemaatin kapatılan 15 üniversitesinin listesini görüyoruz!

*****
Şu haberi arşivlerden çekip anımsayalım :

Erdoğan’dan bir büyük çelişki daha!

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Belediye Başkanları ile yaptığı toplantıda yine büyük bir çelişkiye imza attı. Başbakan Erdoğan Daha önce “Beraber yürüdük biz bu yollarda” dediği Cemaat için, “İnsan yetiştirdiklerini söyleyenler nasıl bu kadar siyasetin içine girebilir?” dedi. Ancak Erdoğan Cemaate yakın olduğu bilinen kişileri kendi partisine sokmuş, 17 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu sonrasında bu vekiller istifa etmişti. Erdoğan Belediye Başkanlarından, Cemaate verilen binaların da geri alınmasını istedi. Erdoğan’ın ‘Ne istediler de vermedik?’ sözleri de bu konuşmayla gerçeklik kazanmış oldu. (http://www.cumhuriyet.com.tr/video/video/81635/Erdogan_dan_bir_buyuk_celiski_daha_.html, 11 Haziran 2014, Cumhuriyet haber kapısı – portalı)

*****

Dolayısıyla, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminin faturasının son 60 yılın zaman bakımından oransal olarak en azından 1/4’ü AKP – RTE’nin sorumluluğundadır. Ancak geçmiş hiçbir iktidar döneminde bu Cemaata destek kapsam ve düzey olarak AKP – RTE’nin desteğine ulaşmamıştır! Şimdi suret-i haktan geçinmeye çalışmak, mağduru oynamak yüz kızartıcı, mide bulandırıcıdır.

Saptanabildiği kadarıyla 246 masum insanımız telef olmuştur (darbecilerden ölenler dışında).
PKK ile savaşımın başlatıldığı 24 Temmuz 2015’ten bu yana 600’e varan şehidimiz vardır.
AKP’nin de beslediği IŞİD saldırıları ile yüzlerce insanımız kitlesel terör eylemleriyle yaşamdan koparılmıştır.

14 yıla varan AKP yönetiminde yüzlerce faili meçhul cinayet vardır..

Ülkemizde hiçbir iktidar döneminde bunca çok insanımız ölmemiştir.
Toplum, bilinçli politikalarla adeta sersemleştirilmiş, alıklaştırılmıştır; şiddetle teslim alınmaya çalışılmıştır.

Özellikle Milli Eğitimde gençleri dincileştirici yobaz – batak eğitim belirleyicidir.

O tarikat – cemaat senin, bu tarikat – cemaat benim sefil politikasının ürünüdür 15 Temmuz!

Oysa insanımızı insanlaştıran laik – bilimsel – sorgulayıcı – kamusal – karma – uygulamalı, çağdaş eğitim programları izlenseydi bu bataklık ortamı oluşabilir miydi? En büyük yatırım 2 zıt anlamıyla da insana değil mi??

Yineleyelim, Büyük ATATÜRK‘ün en önemli sözlerindendir :

– En gerçek tarikat (yol) UYGARLIK yoludur..

*****

Nedense bize her şey şu acı ibretleri anımsatıyor                        :

– 1933; Almanya’da Hitler’in Alman Parlamentosu Reichstag’ı yaktırması ve
ertesi sabah büyük gözaltı ile ne denli karşıtı varsa derdest etmesi..

– 1955, 6-7 Eylül rezaletinde Menderes ve DP’nin İstanbul’daki Rum azınlığa kanlı tezgahı..
– 12 Mart 1971 öncesinde Marmara araba vapurunun batırılması ve olayın solculara yıkılması..
– 12 Mart 1971 darbesini yapan dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç’ın
“Sosyal gelişmeler ekonomik gelişmenin önüne geçti.. Bu 1961 anayasası ülkeye bol geliyor..”
deyişini ve dünyaya örnek 1961 Anayasası’nın güzelim 35 maddesinin sıkıyönetim altında değiştirilerek bu Anayasanın iğdişleştirilmesini..
– 12 Mart 1971 darbesinde yapılan, binlerce insanı içeren Balyoz Harekatı ve
BÜYÜK GÖZALTI‘nı… ki merhum Çetin Altan bu yakıcı sorunu önemli bir kitabına konu etmişti :

Cetin_ALTAN_BUYUK_GOZALTI
– 12 Mart’ın Anayasa hukuku profesörü Nihat Erim’in “Makable şamil kanun çıkaracağız..” sözü ile hukuk biliminin evrensel ilkelerini ve kendi hukukçu kimliğini ayaklar altına atışını..
12 Mart döneminde yüzlerce Kemalist subayın tasfiye edilişini..
– 12 Eylül 1980’e koşar adım sürüklenişimizi ve darbe lideri
Kenan Evren’in koşulların olgunlaşmasını beklediklerini itiraf eden tüyler ürpertici sözlerini..
– 12 Eylülcülerin 50’yi aşkın insanın idam edişini (17 yaşındaki
Erdal Eren’in yaşını büyütüp, bekletip asmalarını!),
Evren’in “Asmayıp da besleyelim mi??” kepazeliğini..
– 12 Eylül döneminde yüzlerce Kemalist subayın 10 yıl sonra
bir kez daha tasfiye edilişini..

……

Bu arada geçelim siyasal demokrasiyi, ekonomik demokrasinin de ülkeye uğratılmamasını; hızla artırılan nüfusun işsiz – yoksul – eğitimsiz -konutsuz – yurtsuz – burssuz – umutsuz… bırakılarak cemaatlerin tuzağına itilmesini ve Batı güdümünde dinci siyasete (Ilımlı İslam!) biat ettirilerek ümmetleştirilmesini, bunların kölesi, kurbanı, fedaisi, militanı kılınmasını…. nasıl unutacak,
hoş görecek ya da bağışlayacağız??

Saymakla biter mi bu ağır ihmaller ve günahlar?? ……

Bunca yoğun ve ağır İNSAN HAKLARI İHLALİ dünyanın başka neresinde ve hangi döneminde yaşanmıştır??

Artık herkesin aklını başına alması gerek..
Yaşı bizim gibi 60’ı geçenler kaaaç “darbe” geçirdiler..
Deyim yerinde ise artık “darbekeş” olduk, kolay kolay zoka yutacak halimiz kalmadı.. Özetle;

– Türkiye’nin hızla dinci – gerici iktidarlardan kurtularak 
– Cumhuriyet’in kurucu ayarlarına dönmesi gerek..

Timsah gözyaşlarına asla ve asla kanmayarak.. 21. yy. başlarında, daha fazla gecikmeden..

Sevgi, saygı ve kaygı ile.
23 Temmuz 2016, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Makalenin pdf biçimi : ANLI_SANLI_15_TEMMUZ_2016_DARBE_GIRISIMI

The New York Times : Türkiye ağır bedel ödüyor!


The New York Times : Türkiye ağır bedel ödüyor!

 

 
Türkiye’nin, Suriye Cumhurbaşkanı Beşar Esad’ın devrilmesi çabası çerçevesinde
“bir zamanlar her türlü çizgiden isyancı gruplara Suriye’deki savaş alanlarına
kolay erişimi sağladığı ancak şimdi yaratmaya yardımcı olduğu kaos için
ağır bir bedel ödediği“
 iddiaları dile getiriliyor.
 
New York Times gazetesi, 

“İsyancılara yol açtıktan sonra Türkiye ağır bir bedel ödüyor” savını
başlığa çıkarttığı Habur kaynaklı geniş haberinde, Türkiye ile Irak arasında
mal taşımacılığına darbe vurmasına ve Türk kamyoncularının yakınmalarına
dikkat çekerken Türkiye’nin politikalarına yönelik eleştirileri de yansıtıyor.

 
“Üç yıldır Suriye’de IŞİD bayraklarını görüyorduk ve bu, Türkiye yüzünden.
Türkiye, onların girmesine izin verdi.”
 gibi eleştirilere yer verildiği haberde
“Şimdi IŞİD’in yükselişiyle Türk hükümetinin yaratmaya yardımcı olduğu kaos için
ağır bedel ödüyor.”
 görüşünü öne sürüyor.
 
ABD’li gazete, 

“Yıllarca ‘komşularla sıfır sorun politikası’, Türkiye’yi, çok hayranlık duyulan bir İslami demokrasi ve ekonomik büyüme modeline haline getirmeye yardımcı olmuştu. Irak pazarının açılmasından çok yararlandı ve geçen yıl bu ülkeye 12 milyar $ tutarında ihracat yaptı.” dedikten sonra bu tutarın bu yıl dörtte biri veya daha çok gerileyebileceği kestirimlerini aktarıyor.
 
Türkiye’nin yitiklerinin yüzbinlerce Suriyeli sığınmacının sınırı geçmesi üzerine ortaya çıktığı, Türkiye’nin sığınmacılar için şimdiye dek 1.5 milyar $ harcadığının belirtildiği haberde “Irak’ta yeni çatışmalar, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi için bir dizi yurt içi ve yurt dışı politika aksaklıklarından yalnızca sonuncusudur.” yorumu yapılıyor.
 
Bu çerçevede son dönemdeki protesto gösterileri, SOMA maden faciası ve “yolsuzluk skandalı” gibi gelişmelere işaret eden gazete, Türk hükümetinin
“Arap isyanlarına desteğini eski müttefiklerinden daha da izole ettiğini..” savunuyor.
 
NYT

“Birçok kişi şimdi Türk hükümetini Suriye’deki aşırılığın yükselişini kolaylaştırmakla suçluyor.” dediği haberinde;

“Türk liderleri, sınırlarına yakın yerlerde cihatçıların yükselişinden kaygı ifade ettiler ve aşırı ögeleri ortaya çıkarmak için çabalarını hızlandırdıklarını söylüyorlar.
Ancak Irak’taki militanların hızlı yükselişi konusunda pek bir şey söylemediler.“ diye yazıyor.

Türkiye’nin “ABD’den bir buçuk yıl sonra bu ay” El Nusra’yı terör örgütü olarak nitelediği, Başbakan Erdoğan’ın da Avrupa ülkelerini cihatçıların Türkiye’ye seyahatlerini durdurmaya çağırdığını kaydeden gazete, Türk yetkililerinin
Kerkük’ün Kürtler tarafından ele geçirilmesine ise “sessiz” kaldıklarını düşünüyor ve bu 
“sessizliği” Türkiye’nin Kürtleri Irak’ta tek güvenli ortak olarak gördüğü anlamına gelebileceği görüşleri de yansıtıyor.
 
NYT, haberinin geri kalan bölümünde ise, Irak’a mal taşıyan Türk kamyoncularının maddi yitikleri ve karşı karşı bulundukları tehlikelere vurgu yaparken,

“Tehlike, çoğu kamyoncuyu Irak’a girmekten vazgeçirmedi..” diyor ve haberini,
hala 47 bin $ borcu olan kamyonu için her ay 2700 $ ödemek zorunda kalan bir
Türk vatandaşının “Irak’a gitmeliyiz, başka seçeneğiz yok.” sözleriyle noktalıyor.

 
Odatv.com

AKP’nin Suriye ile savaş çıkarma oyunları : AYDINLIK-8.4.14


Dostlar,

AYDINLIK‘ta bu gün (08 Nisan 2014). 2. sayfada yayımlanan makalemizi
sizinle paylaşmak istiyoruz. Daha önce sitemizde yayımladığımız bu makaleye
(http://ahmetsaltik.net/2014/03/29/akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari/)
ADD web sitesinde de yer verilmişti (28.3.14). Aradan geçen 10 gün dolayında süre
ne yazık ki yazdıklarımızı pekiştirmekte..

Suriye’deki kimyasal silah saldırısında Erdoğan’ın parmağı olduğu basında yer aldı.. ABD’li kimi yetililer de de benzer suçlamalarda bulundu. Çok kaygı verici bir durum..

  • Türkiye, Suriye’de emperyalizmin çıkardığı iğrenç iç savaştan
    kesinkes
    uzak durmalıdır.

Emperyalizmin amaçlarına taşeronluk yapmak, Atatürk Türkiyesi için
utanç vericidir.
Hele bir de yandaş bir şeriatçı rejim kurdurmak için Suriye’de
rejim karşıtı emperyalizm maşaları ile ortak davranmak asla kabul edilemez..

Sevgi ve saygı ile.
8 Nisan 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

============================================

AKP’nin Suriye ile savaş çıkarma oyunları

AYDINLIK
08 Nisan 2014
http://www.aydinlikgazete.com/guendem/37603-akpnin-suriye-ile-savas-cikarma-oyunlari.html

2akpsavas

Komşusuyla kör gözüm parmağına savaşa sürüklenen güzel ülkemiz…
Eli kanlı El Kaide, El Nusra, Hamas, Müsülüman Kardeşler örgütlerine verilen destekler.

Tekbir sesleriyle insanları canice boğazlayan katil sürüleri,
psikopatlara açılan kapılar, korumalar, kollamalar.

Tapelerde itiraf edilen 2000 (iki bin) TIR dolusu savaş mühimmatı yollamalar..

1 general ve 1000 (bin) askeri sıcak çatışmaya göndermeler..

Hepsi hepsi;

– Suriye’de iç savaş çıkarmak,

– Suriye’de emperyalizmin çıkarttığı iç savaşa taraf ve maşa olmak,

Laik Esat rejimini devirip Müslüman Kardeşler – El Nusra – El Kaide tipi
ilkel bir yandaş şeriat rejimi kurdurmak
ve

– Suriye’yi bölüp kuzeyinde PYD (PKK’nın Suriye kolu) öncülüğünde,
Kuzey Irak’ta olduğu gibi bölgesel özerk Kürt devleti kurdurmak için..

Evet… AKP iktidarı bu politikaların AB-ABD adına taşeronluğunu yaparak bir yandan Batı’nın desteğini almak için BOP Eşbaşkanlığına = Türkiye’yi bölme planına görevli atanırken, bir yandan da örtük gündemine hizmet etmekte.. Bölünmüş ve şeriatın kucağına düşürülmüş, Başkanlık rejimi ile diktaya teslim edilmiş bir Anadolu Federe İslam Devleti. Ana hedef bu..

13-14 Mart 2014 günü devletin tepelerinde Dışişleri Bakanı, Dışişleri Müsteşarı,
MİT Müsteşarı ve Genelkurmay 2. Başkanı’nın katıldığı toplantıda yapılan konuşmalar sızdırıldı. Buna Cemaat’in tek başına gücünün yetmeyeceği açık… 2 seçenek var.
Ya içerde köstebek arayacaksınız ya da uluslararası büyük istihbarat örgütleri…

Peki niçin?

Çanlar kimin için çalıyor?

Onu da Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve AKP, artık kendine sorsun.
Tükenmiş bedeni ve incelmiş sesi ile Diyarbakır ve Van’daki mitingde bu dinlemeyi yapanlara 40 tane hakaret sıfatı takarken bir de durup “Acaba neden?” demek
aklına gelmez mi?

Dışişleri Bakanı Davutoğlu da, Erdoğan da konuşmaların içeriğini yalanla(ya)madı.. “Ulusal Güvenlik” gerekçesi ile zorlama biçimde Youtube’dan görüntülü kayıtlara halkımızın erişimini engelleme kararı aldılar. Ama dünya alem izliyor..

Temel soru şudur        :

Siz o engellediğiniz görüntülü kayıtlardaki konuşmaları – planları niçin yaptınız?

Yeryüzü ve de insanlık tarihi bu denli mide bulandıran “siyaset” (!?) görmedi!

Bunun sonu felaketin de felaketidir!

Yarın BM Güvenlik Konseyi’nde Türkiye savaş suçlusu ilan edilebilir.

O zaman gelsin askeri – ekonomik – diplomatik – ticari.. ambargolar..

Bedelini bu garip – yoksul halk ve batırdığınız ülke ekonomisi ödesin..

Bu arada Başbakan Erdoğan da savaş suçlusu ilan edilsin ve
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmak istensin..

Güneydoğuda bölücü taşeron örgütle savaşan kahraman komutanlara kurulan kumpas sizin başınıza çöksün..

Çanlar kimin çalıyor dersiniz?

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@mail.com

AKP’nin Kampanya Stratejileri


AKP’nin Kampanya Stratejileri

portresi_resmiEmre Kongar
ekongar@cumhuriyet.com.tr, 16.3.14

Seçimlere iki hafta kaldı…

AKP, daha doğrusu Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, son derece yoğun bir seçim kampanyası sürdürüyor:
Neredeyse her an her yerde konuşuyor…

Bu konuşmaları bütün televizyon kanalları canlı veriyor…
Gazeteler her gün bu konuşmaları manşetten duyuruyor…
Bu yetmiyor, televizyonlarda karşısına dizilen ve çanak sorular soran
yandaş gazetecilerle mülakatlar yapıyor…
Günlük yaşam artık O’nun öfkeli, azarlayan, suçlayan, bağıran sesiyle bütünleşti neredeyse.

Peki, bütün bu yoğun kampanyada verdiği mesajlar ne?
Hangi stratejik konuları işliyor sürekli olarak?
Bunlar seçmeni ne denli etkiliyor acaba?

***

Birinci olarak, bütünüyle Erdoğan’ın kimliği üzerinde yoğunlaşan bu kampanya,
yerel belediye başkan adaylarını kişiliksizleştiriyor…
Böylece, zaten AKP’nin oy alacağı yerlere ek olarak, adayın kimliğinden gelecek olan artı destek önemli ölçüde yıpranıyor.

İkinci olarak
Menderes ve İsmet İnönü üzerinden verilmeye çalışılan mesajlar, özellikle genç seçmen açısından fazla bir anlam ifade etmiyor…
Ayrıca burada bir başka yanlış daha ortaya çıkıyor:
Bilindiği gibi seçmenler ileriye dönük beklenti ve umutlara göre oy kullanır,
geçmişin çok fazla bir değeri yoktur.

Üçüncü olarak
, çeşitli gruplara yönelik “nefret söylemleri”, sürekli “biz ve onlar” ayrımcılığı, düşmanlaştırıcı ifadeler, belki AKP’li seçmenlerin saflarını sıkılaştırıyor ama yüzen ve gezen oylar, kararsızlar, yalnızca hizmete oy veren partisizler açısından olumsuz bir rol oynuyor, onları yabancılaştırıyor ve uzaklaştırıyor.

Dördüncü olarak, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları için komplo demek, somut görüntüler, kutular, istifalar, konuşmalar, zabıtlar ortadayken, inandırıcı olmaktan uzak kalıyor.

Beşinci olarak
, seçim sonrası vaatlere baktığımızda, korkutucu önlemlerle karşılaşıyoruz:

İnternetin sınırlanması,
– Facebook’un kapatılması,
– MİT’i anayasanın bile üzerine çıkaracak olan yasa tasarısı,
– Cemaat’e karşı çete operasyonunun ve kitlesel tutuklamaların yapılacağı gibi.

***

Ne yazık ki bütün bu etkisiz ve yanlış kampanya stratejilerinin
tek bir ciddi sonucu oluyor:

  • Erdoğan toplumdaki ayrışma ve düşmanlaşmayı artırıyor!

Soner Yalçın : O telefon görüşmesinin kodları


O telefon görüşmesinin kodları

portresi_kasketli


Soner Yalçın
Sözcü – 27 Şubat 2014
syalcin@sozcu.com.tr

Cemaat-Erdoğan arasındaki pis savaşa
farklı açılardan bakmak zorundayız.

 

Bu kirli kavga salt Türkiye’nin iç sorunu değildir.

  • Oyun/tezgah büyüktür.

Kalbinizle değil aklınızla görmek zorundasınız.
Bakınız…

Cemaat; 17 Aralık Operasyonu’yla örtülü para trafiğini, rüşvetleri ortaya çıkardı.
Sonra bunları sosyal medyaya servis etti.
Cemaat; Erdoğan ve Erdoğan’a yakın işadamlarının telefonlarını dinledi.
Sonra bunları sosyal medyaya servis etti.
Cemaat; El Kadı gibi “küresel teröre destek veren” işadamlarının Erdoğan’la
ya da Bilal’le fotoğraflarını 
çekti. Sonra bunları sosyal medyaya servis etti.
Cemaat; Hatay’da, Adana’da MİT’e ait TIR’lara operasyon yaptı.

İHH bürolarına baskın düzenledi. Sonra bunları sosyal medyaya servis etti.
Son iki aydır yaşanan örneklerin sayısını artırabiliriz.

  • Cemaat; uluslararası arenada Türkiye’nin başını derde sokacak
    bu illegal faaliyetleri neden yapıyor/yaptırıyor?

Bu da soru mu demeyiniz; dünyaya bakınız. Bakın oradan neler görünüyor…

Uluslararası teröre destek

Tespit 1) Washington’da Cumhuriyetçilere yakın düşünce kuruluşu, “Demokrasileri Savunma Vakfı” 21 Şubat 2014’te Jonathan Schanzer imzalı rapor yayınladı. Vakfın başkan yardımcısı Schanzer, ABD Hazine Bakanlığı’nın küresel terör finansmanı analistiydi.

Rapor ne diyor:

  • – Erdoğan’ın liderliğinde Türkiye, İran’ı yaptırımlardan koruyarak, Suriye’deki Cihatçı örgütleri destekleyerek ve Hamas’a finansal destek sağlayarak, küresel terör örgütlerini finanse ediyor.
  • – Geçen yıl Türkiye, Tahran ile beraber büyük bir yaptırım bozma planına dahil oldu. “Altın için gaz” diye nitelendirilen plan, uluslararası yaptırımlara karşın İran’a geçen yıl 13 milyar dolar kazandırdı. Türkiye’de, Erdoğan destekçisi siyasi elitlerin para akışını kolaylaştırmakla suçlandığı 2000’in üzerinde kayıtlı İran şirketi bulunmaktadır. (17 Aralık Operasyonu’na bu açından da bakın. sy)
  • Erdoğan, Suriye’deki aşırı isyancı grupları desteklemek için çok ince hesaplar yapıyor; bunu, Sünni Cihatçı grupları silahlandırıp, eğitip ve hatta finanse ederek gerçekleştiriyor. 2013 yılında altı aylık bir zaman diliminde Türkiye’den Suriye’ye 47 ton silah gönderildi. C
  • Cihatçı insan kaynağının ve finansmanının Türkiye’den Suriye’ye aktığı tespit edilmiştir.
  • İsrailli askeri yetkililer, Suriyeli El Kaide gruplarının Türkiye’nin
    üç ayrı bölgesinde eğitildiklerini
    iddia etti. (MİT’in TIR’larına yapılan operasyonlara bu açıdan da bakın. sy)
  • – Erdoğan’ın, El Kaide, Usame Bin Ladin ve öbür terörist gruplar ile olan finansal bağları nedeniyle yaptırımlara maruz kalmış Suudi iş adamı
    Yasin El Kadı ile olan dostluğu açığa çıkmıştır. (Sızdırılan fotoğraflara
    bu açıdan da bakın. sy)
  • Erdoğan yönetimi Hamas’la müttefiktir. Hamas’ın önde gelenlerinden Salih El Aruri’nin Türkiye’de yaşadığı ve buradan Hamas’ın lojistiğini ve finansmanını yönettiği belirtiliyor. Terörizmi destekleyecek para kaynağını Türk topraklarından sağladığı ifade ediliyor. (Gazze’ye yardım götüren
    İHH bürolarına yapılan baskınlara bu açıdan da bakın. sy)

Küresel terör uzmanı Schanzer uyarıyor:

  • “ABD ve uluslararası topluluk tarafından engellenmediği takdirde,
    Türkiye’nin terörizmi finanse etmesi daha da büyük sorunlara dönüşecektir.”

“Mezhepçi Erdoğan”

Tespit 2) Schanzer’in raporundan iki gün önce, ABD’nin önde gelen
84 politikacısı Başkan Obama’ya Türkiye’ye yönelik endişelerini dile getiren
bir mektup
 gönderdi.

“Sayın Başkan,
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
– onlarca yıldır süren stratejik Türk-Amerikan ortaklığının temel direğini giderek daha çok baltalıyor;
– Türkiye’nin gelişen demokrasisini engelliyor.

Biz, bu gelişmeden doğan derin hayal kırıklığımızdan dolayı size bu mektubu yazıyoruz. Türkiye’nin izlediği şu anki yol hakkında Türk kamuoyuna Amerika’nın endişelerini netleştirmeniz için, sizi Erdoğan’a baskı yapmaya çağırıyoruz.

Sessizlik, yalnızca ülkede hukukun üstünlüğünü azaltmak yolunda
Başbakan Erdoğan’ı cesaretlendirecektir.”

Mektuptan sonra Başkan Obama, Başbakan Erdoğan’ı aradı. Medya sorunun özünü kamuoyundan kaçırdı; bu telefon görüşmesinin kodlarını çözmedi.
İşin özünde Obama, Erdoğan’ı uyardı.

Tespit 3) Demokrat eğilimli M. Abramowitz ile Cumhuriyetçi eğilimli
E. Edelman’ın da bulunduğu dokuz kişilik bir heyete hazırlatılarak
ABD yönetimine sunulan, “From Rhetoric to Reality – Reframing U.S. Turkey Policy” adlı 60 sayfalık raporun altında Ekim 2013 tarihi yazılı
.

Rapor, Erdoğan’ı otoriter ve mezhepçi olarak değerlendirdi.

“Kürt Özerkliği”

Saptamaların ortaya çıkardığı gerçek:

  • ABD Erdoğan’ın üzerini çizmiştir.

ABD, Türkiye’ye yeni bir Tanzimat programı dayatacaktır.

Bu yeni programın temel meselesi, “Kürt Özerkliği” olacaktır.

Erdoğan bu programı kabule zorlanacaktır.

Bu zorlama “Cemaat faaliyetleriyle” başladı.
Son darbe, Lahey’deki Uluslararası Ceza Mahkemesi olacaktır.
Bu mahkeme savaş suçları, insanlığa karşı işlenen suçlar, soykırım suçları ve
saldırı suçlarına bakan uluslararası bir mahkemedir.

1 Temmuz 2002’de kurulan ve 11 Mart 2003’te çalışmaya başlayan bu mahkemede
şu adlar yargılanmaktadır:

Darfur’da işlenen insanlık dışı suçlar nedeniyle (Erdoğan tarafından Ankara’da ağırlanan) Sudanlı Ömer El Beşir;

Orta Afrika Cumhuriyeti eski Devlet Başkanı Jean Pierre Bemba;

Kongo Vatanseverleri Birliği lideri Thomas Lubanga;

Uganda’nın kuzeyinde dini temellere dayalı bir devlet kurmak isteyen
“Tanrının Direnişi Ordusu”nun (LRA) beş lideri.

Sonuç                          :

Erdoğan-Cemaat arasındaki kirli savaşın tüm boyutlarını görmenizi
sağlamaya çalışıyorum.
Evet, tribüne çekilip “yesinler birbirlerini” diyemezsiniz.
Mevzubahis olan vatan’dır…

TTB Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun Tahliyesini İstedi

Dostlar,

Dün (10.2.14) sitemize koyduğumuz yazıda TTB’nin (Türk Tabipleri Birliği)
Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hk. bilim kurulu raporunu konu etmiş ve
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e açık mektup yazmıştık..Bu raporun TTB tarafından bir basın açıklaması ile kamuoyuna duyurulduğunu
ve ilgililerine bir mektup ekinde gönderildiğini de paylaşalım..

TTB’ye yerinde çabası için teşekkür ederiz.

Dünkü yazımızda da belirttiğimiz gibi, bir kez daha yineleyelim :

“…Cumhurbaşkanı Sn. Abdullah Gül, son derece kritik bir karar aşamasındadır, hem de hiç gecikmeden.. Aynaya bakmalı ve büyük bir ivedilikle vicdanının sesini dinlemelidir.

Anayasadaki yetki artık O’nu bağlamaktadır; istenen, olmayan suçun ve cezasının kaldırılması – Hilmioğlu’nun affı değildir; istenen; cezanın infazının mağdur sağlığını kazanana dek ertelenmesidir. Sağlık durumu elverdiğinde yine cezaevine konmak üzere.. Dilerseniz cezayı ağır hastalık ve kocama nedeniyle hafifletmek ya da kaldırmak yetkiniz de var :

Anayasa md. 104/b : Sürekli hastalık, sakatlık ve kocama sebebi ile belirli kişilerin cezalarını hafifletmek veya kaldırmak..  

Evet Sayın Gül, insaf ediniz artık insaf..

Bu yazı sizi cinayete ortak olmaktan, katil olmaktan alıkoyma amacı da taşıyor..
Bütün kalbimizle geç kalmamanızı diliyor ve bekliyoruz ulusal ve uluslararası kamuoyu önünde..

Türkiye’nin artık bu tür insancıl adımlara çok acil gereksinimi var..”

Sevgi ve saygı ile.
11 Şubat 2014, Ankara
 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net=========================================

TTB, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun Tahliyesini İstedi

TTB_logosu
TTB Merkez Konseyi tarafından 6 Şubat 2014’te- Cumhurbaşkanı Abdullah Gül,
– Başbakan Recep Tayyip Erdoğan,
– TBMM Başkanı Cemil Çiçek,
– Adalet Bakanı Bekir Bozdağ ve
– Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’na gönderilen mektupta;

  • Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumunun cezaevi koşullarında bulunmaya uygun olmadığını dikkat çekildi ve Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun tahliyesi istendi.

TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Özdemir Aktan imzasıyla gönderilen mektuba ek olarak Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumu, hastalığın klinik seyri ve hapishane koşullarında kalmasının sağlığını ve yaşamını nasıl etkileyeceği konusunda hazırlanan bilimsel bir değerlendirme raporu da sunuldu.

Mektupta şu ifadelere yer verildi:

“Son zamanlarda cezaevlerindeki hükümlü ve tutukluların sağlık sorunları kamuoyunun gündemindedir. Bu tutuklulardan birisi de Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’dur.

Prof.Dr Fatih Hilmioğlu’nun ailesi ve avukatının başvurusu üzerine Türk Tabipleri Birliği bir Bilimsel Araştırma Kurulu kurarak; Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu hakkında düzenlenmiş tıbbi belgeleri inceledi. Prof.Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumu, hastalığın klinik seyri ve hapishane koşullarında kalmasının sağlığını ve yaşamını
nasıl etkileyeceği konusunda bilimsel bir değerlendirme raporu yayınladı.

Ekte bir örneğini sunduğumuz rapor (TTB’nin_Fatih_Hilmioglu_Raporu)
yapılan bir basın açıklaması ile 30 Ocak 2014 tarihinde kamuoyu ile paylaşıldı.

Raporda da belirtildiği gibi, Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nun sağlık durumunun cezaevi koşullarında bulunmaya uygun olmadığına dair kanaatimizi ve tahliye edilmesi talebimizi tarafınıza iletir, saygılar sunarız.”

CHP’den Abdullah Gül’e Çağrı : Yolsuzluğun Örtülmesini Engelleyin!


CHP’den Abdullah Gül’e Çağrı : Yolsuzluğun Örtülmesini Engelleyin!

Hirsiz_vaaar_29.12.13

CHP GENEL BAŞKAN YARDIMCISI UMUT ORAN

YOLSUZLUK SORUŞTURMASI KAPSAMINDA YAŞANAN GERGİNLİKLERE DEĞİNEREK CUMHURBAŞKANI ABDULLAH GÜL’E ÇAĞRIDA BULUNDU.

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran, AKP’ye büyük rüşvet operasyonuyla gündeme gelen yolsuzluk operasyonunun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından örtülmesi girişimleri karşısında kolluk gücü ve savcılık arasında yaşanan gerilime
dikkat çekerek, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e tarihsel bir çağrıda bulundu.

Umut_Oran_CHP_amblemiyle


Umut Oran

 

 

  • “Bütün Türkiye aynı soruyu sormaktadır, ‘Cumhurbaşkanı daha ne bekliyor?’ Cumhurbaşkanı’nın artık sessiz kalması kabul edilemez. Bakanlar Kurulunu toplama yetkisini kullanmalıdır. Cumhurbaşkanı yeminine sahip çıkmalı ve artık Türkiye’den yana tavır almalıdır. Bu tavrı göstermeyen Cumhurbaşkanı’nın da tarihe bu suçların ortağı olarak geçeceğinin bilinciyle, kendisini görevini yapmaya davet ediyor, o makamda oturandan gereken ciddiyeti bekliyoruz.”

diye konuştu.

CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, konuyla ilgili yazılı açıklama yaparak,

  • “Türkiye tarihinde eşi benzeri olmayan yolsuzluk iddiaları ortaya çıkmış,
    Yürütme Organı üyeleri ve yakınları
    rüşvet, kara para aklama,
    kaçak altın ihracatı
    gibi iddialarla soruşturulmaktadır.” dedi.Bu soruşturma ortaya çıktıktan sonra

    4 bakanın istifa ettiğini,
    görevden alındığını belirten Oran, “Uzun yıllardır Tayyip Erdoğan ile çok yakın ilişkisi olan
    Erdoğan Bayraktar ise ne yaptıysa Başbakan’ın emri üzerine yaptığı söyleyip, halkımızı ve ülkemizi rahatlatmak için kendisini istifaya davet etmiştir.” 

dedi.

Umut Oran açıklamasında şunları kaydetti:

  • Başbakan soruşturmanın üstünü kapatıyor

Başbakan bu konuda sorumluluğu üstlenmek yerine soruşturmanın üstünü kapatmak için girişimlerde bulunmuş, yüzlerce polis ve memur görevden alınmış,
yargıya baskı uygulanmıştır. 26 Aralık 2013 tarihinde başlayan bir yolsuzluk soruşturması sırasında Emniyet Birimleri açık mahkeme kararına uymayı reddetmiş, soruşturmayı yürüten savcı görevden alınmış,  HSYK bu yapılanların hukuka aykırı olduğuna dair bir karar vermiş, Danıştay da ilgili Adli Kolluk Yönetmeliğinin durdurulmasına karar vermiştir. Buna rağmen İçişleri Bakanlığı’na bağlı olan Jandarmanın da açık mahkeme emrini uygulamadığı gözlenmektedir.

Erdoğan, 6 ay önce “Hukuksuz olan hukuktan korkar” diyordu

Demokratik ülkelerde iktidarda olanlar hesap vermekten gurur duyarlar.
Namuslu insanlar adaletten korkmaz. Yolsuzluk suçlamasıyla itham edilen
Almanya Cumhurbaşkanı istifa etmiş ve yargı önüne çıkmıştır. Oysa daha 6 ay önce “Hukuksuz olan hukuktan korkar” diyen Yürütme Organı Başkanı Erdoğan tarafından verilen talimatlarla yargıya müdahale edilmiş, mahkeme kararları uygulanamaz hale gelmiş, devlet tarafından deliller karartılmaya çalışılmış, hukukun üstünlüğü yerine Tayyip Erdoğan’ın hukuk üstüne çıkması gündeme gelmiştir.
Bugün Tayyip Erdoğan ve yakınları, hiçbir hukuksal temeli olmayan
bir dokunulmazlık zırhına sahiptir.

Diktatörlük veya padişahlık

Yargının soruşturma yapamadığı, engellendiği, iktidarın hesap vermeden halkın parasını alabildiğine kullanabildiği, yürütmenin yasamanın ve yargının doğrudan tek bir insana bağlı olduğu iki rejim vardır, diktatörlük veya padişahlık. Bu durum hiçbir demokraside gözlenemez.

Cumhurbaşkanı’na yeminini anımsattı

AbGül Arap giysili, Cumhuriyet, 15.11.07
Cumhurbaşkanı Anayasamızda ifadesini bulan “laik, demokratik, sosyal,
hukuk devleti” ilkelerini korumak üzere yemin etmiştir. Bugün devlet kurumları birbirleriyle çatışır, mahkeme kararları uygulanamaz hale gelmiş, hiçbir yasal geçerliliği olmayan uygulamalarla hukuk devleti anlayışı yok edilmiş, eski bakanlar bu işlerin arkasında Başbakan’ın olduğunu açıkça ifade etmiştir.

 

Cumhurbaşkanı daha ne bekliyor?

Bütün Türkiye aynı soruyu sormaktadır, “Cumhurbaşkanı daha ne bekliyor?” Cumhurbaşkanı devletin çivisi çıkarken, yolsuzluk iddiaları ayyuka çıkmışken,
yargı bağımsızlığı yok edilmişken, hukukun olmadığı bir muz cumhuriyetine yakışacak uygulamalar alabildiğine uygulanırken daha ne bekliyor?

Cumhurbaşkanı sessiz kalamaz, Bakanlar Kurulunu toplasın

Bu kapsamda, Cumhurbaşkanı’nın artık sessiz kalması kabul edilemez.
Cumhurbaşkanı artık harekete geçmeli ve Anayasa’nın 104. maddesinde ifadesini bulan Bakanlar Kurulunu toplama yetkisini kullanmalıdır. Bu şekilde Başbakan ve Bakanların işlemleri hakkında gereken hesap sorulmalı, özellikle hukuk alanı dışına çıkan uygulamalar ortaya çıkartılmalıdır.

Tavır göstermezse bu suçların ortağı olur

Cumhurbaşkanı yeminine sahip çıkmalı ve artık Türkiye’den yana tavır almalıdır.
Bu tavrı göstermeyen Cumhurbaşkanı’nın da tarihe bu suçların ortağı olarak geçeceğinin bilinciyle, kendisini görevini yapmaya davet ediyor,  o makamda oturandan gereken ciddiyeti bekliyoruz.

—–

Abdullah Gül’den böylesi bir tavır almasını beklemek gerçekçi değildir.
Halkı, CHP tabanını oyalamak, gazını almaktır.
CHP sonuç alıcı eylemler sergilemek zorundadır.
Suret-i haktan görünerek artık sabrı kalmayan halkı daha fazla oyalama olanağı yoktur.

  • CHP; CHP tarafından yönetilmelidir.

Yapılacak şey CHP’nin MHP ve BDP’ye de çağrı yaparak, demokratik kitle örgütleriyle birlikte AKP iktidarı karşısında bir toplumsal blok oluşturmaktır.

Bu çerçevede yaygın – ardışık – büyük halk mitingleri düzenlenerek
AKP hükümeti istifaya çağrılmalıdır.

Süleyman Demirel‘e kalsaydı sanırız AKP’yi 1 hafta – 10 gün içinde yıldırarak indidirdi..


Sevgi ve saygı ile.
29 Aralık 2013, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net 

YASSI KAFALILAR


YASSI KAFALILAR

portresi


Suay Karaman

 

 

Türkiye’nin birikmiş, bekleyen ve ivedilikle çözüm gerektiren
birçok sorunu varken, siyasal iktidarın Yassıada’nın adını ‘Demokrasi ve Özgürlükler Adası’ olarak değiştirmesi,
‘ileri demokrasi’ anlayışlarına ve uygulamalarına örnektir.

27 Mayıs 1960 İhtilali sonrasında, ülkeyi kutuplaştırarak kardeş kavgasına sürükleyen, Atatürk ilke ve devrimlerini ayaklar altına alarak yozlaştırmaya çalışan Demokrat Parti iktidarının yöneticileri Yassıada’da kurulan Yüksek Adalet Divanı’nda yargılanmışlar
ve çeşitli cezalara çarptırılmışlardı.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 30 Eylül 2013’te demokrasiyle ilgisi olmayan, demokratikleşme paketini açıklarken de, 27 Mayıs 1960 Devrimi’ne saldırmıştı. Başbakan, 1960’daki askeri harekatın “Türkiye’de 1950’den başlayarak saat gibi işleyen demokrasiyi durdurduğunu” söylemişti. Başbakanın bilgisi, birikimi ve kültürü, demokrasiyi bilmediği (AS: içermediği??) gibi, 27 Mayıs 1960 aydınlığını da kavramaya yetmez.

1950’den sonra yalnızca adı “demokrat” olan Demokrat Parti’nin yaptıklarının demokrasi ile uzaktan yakından ilgisi yoktu.
Hangi demokraside meclisin onayı olmadan emperyalist devletlerin çıkarı için yabancı ülkelere asker gönderilir? 6-7 Eylül 1955 olaylarını tahrik edenlerin baş sorumlusu olan DP iktidarı mı demokrasiyi saat gibi işletiyordu?

Demokrat Parti grubunda,

  • “Siz isterseniz hilafeti bile getirirsiniz” ve
  • “Odunu aday koysam milletvekili seçtiririm” diyen
    Adnan Menderes mi demokrattı?

Ana muhalefet partisinin genel başkanını (AS: İsmet İNÖNÜ) öldürmek için Kayseri, Uşak ve Topkapı’da suikastlar düzenletilmesi, demokrasi ile bağdaşabilir mi? Muhalefeti cezalandırmak için kurulan Meclis Tahkikat Komisyonu, hangi demokraside bulunmaktadır?

İrticaya ödünler verilerek, ulusal bütünlüğümüz parçalanarak, özgürlükler kısıtlanarak, basın ağır sansür altında tutularak,
gazeteciler ve iktidara muhalif olanlar hapse mahkum edilerek demokrasi olamayacağını bilmeyenlerin tanımına göre “saat gibi işleyen demokrasi”, ülkeyi kardeş kavgasına getirmişti.

Başbakan Erdoğan gibiler, sürekli 27 Mayıs 1960 İhtilalini eleştirirler ama hiçbir zaman 12 Mart 1971 muhtırasını ve özellikle
12 Eylül 1980 darbesini eleştirmezler. Çünkü aydınlığa düşman olanlar, kendilerini yaratan karanlıkları sever, toz kondurmazlar. ‘
12 Eylül 1980 darbesini yargılıyoruz’ diye, yassı kafalarıyla komedi ortaya koyanlar, ‘ileri demokrasi’ adını verdikleri ortamla, 12 Eylül’ün faşizmini aratmamaktadırlar.

“Atatürk’ü sevmek ibadettir” diyen Celal Bayar’ın iktidarında Atatürk Devrimleri, ‘tutan devrimler’ ve ‘tutmayan devrimler’ olarak ikiye ayrılmış ve tartışma konusu yapılmıştı. Demokrat Parti zamanında Mustafa Kemal Atatürk yok sayılmaktaydı, AKP iktidarında da yok sayılmaktadır. “10 Kasım’da sap gibi ayakta durmaya gerek yok” diyen zihniyet, Türkiye Kupası maçının seremonisinde sahaya ‘Yüce Atatürk’ yazılı formayla çıktığı için Fethiyespor’a ceza bile vermeye kalkışmış, artarak gelen tepkiler üzerine, cezadan vazgeçmişlerdir. Atatürk sevdalısı Türk insanı, bu anlamlı hareketleri için Fethiyespor’u hep gözleri yaşararak anımsayacak ve onurlu duruşlarına saygı gösterecektir. Ceza vermeye (AS: Gerçekte kapatmaya!) kalkanları da unutmayacaktır.

Uzun yıllar özellikle İspanya ve Portekiz’de diktatörler (AS: Franko ve Salazar) futbol ile toplumu uyutarak, ülkelerini yönetmişlerdi. Bizde ise futbol, ‘dikbakan’ diyebileceğimiz diktatör başbakanın koltuğunu sallamaktadır.
Özellikle maçların 34. dakikasında Taksim Gezi Parkı olaylarına atıfta bulunularak, “her yer Taksim – her yer direniş” ve
“Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sesleri, siyasi iktidarı çileden çıkartmaktadır.

Çünkü ortaçağ karanlığından hoşlananların, Atatürk denince ödleri kopmaktadır. Biliyorlar ki, toplumdaki Atatürk sevgisi, iktidarlarına
son verecektir. Bu yüzden Atatürk’ün resimlerinden, sözlerinden, ilkelerinden, devrimlerinden, Gençliğe Hitabesi’nden,
Bursa Nutku’ndan, ulusal bayramlardan çekinmektedirler. Ama ne yaparlarsa yapsınlar Atatürk korkusu, siyasi iktidarı perişan etmektedir. Atatürk adı, emperyalistlerin ve yerli işbirlikçilerinin karabasanıdır.

Atatürk’ün manevi kişiliğinin bile tartışıldığı günümüz Türkiye’sinde, “yassı kafalıların iktidarı son bulacak, aydınlık günler için örgütlü ve bilinçli mücadele başlayacaktır.

  • Yolumuz; Yüce Atatürk’ün çağdaş ve aydınlık yoludur.

(İlk Kurşun Gazetesi, 16 Aralık 2013,
http://www.ilk-kursun.com/haber/163889)

Bahçeli : Paket utanç vesikası!


Paket utanç vesikası!

  • Bahçeli yeni dönemin ilk grup toplantısında Erdoğan’a yüklendi:

portresi

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, yeni yasama yılının
ilk grup toplantısında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın
önceki gün (30.9.13) açıkladığı demokratikleşme paketini
sert bir dille eleştirdi.

Milliyetçilikle demokrasinin ayrılmaz bir birlikteliği olduğunu savunan Bahçeli, Erdoğan’ın milliyetçiliğe duyduğu nefretin kökeninde demokrasi hazımsızlığı bulunduğunu belirtti.

Erdoğan’ın bölünme ve yıkımın ustası olduğunu kaydeden Bahçeli,

  • “Erdoğan’ın açıkladığı ve tarihi olarak da tarif ettiği sözde demokratikleşme paketi her haliyle milletimiz adına büyük bir utanç vesikasıdır.”
    diye konuştu.

Gezi Parkı olaylarında gençlerin bireysel hak ve özgürlük istemlerinin gazla, TOMA’yla ve şiddetle bastırıldığını kaydeden Bahçeli, teröristlere özgürlük bonkörlüğü yapmanın ahlaka sığmadığını ifade etti.

Bahçeli,

  • “Öğrencilere orman yolu gösterirken çok mu demokrattın,
    çok mu özgürlükçüydün?
    Medyayı susturan sen,
    yandaşları kollayan sen,
    oy vermeyenleri dışlayan sen,
    muhalifleri sindirme edepsizliğine soyunan sen,
    partilere tezgâh kuran sen
    kalkıp da demokrasi ve özgürlükte ahkâm mı kesmektedir?”diye konuştu. (Cumhuriyet, 2.10.13)