Etiket arşivi: COVID-19 pandemisi

Hacettepe Tıp Fakültesini birincilikle bitiren Dr. Can ZEYNELOĞLU’nun konuşması

Hacettepe Tıp Fakültesini
birincilikle bitiren, gururumuz…

Dr. Can Zeyneloğlu’nun bitirme
(mezuniyet) konuşması – 2023

Sayın rektörüm, sayın rektör yardımcılarım, sayın dekanım, sayın dekan yardımcılarım, sayın hocalarım, sevgili arkadaşlarım ve saygıdeğer ailelerimiz, hepiniz 2023 Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezuniyet törenine hoş geldiniz.

Öncelikle, Maraş merkezli depremlerde hayatını kaybeden (yaşamını yitiren) vatandaşlarımıza Allahtan rahmet, yakınlarına sabır ve baş sağlığı diliyorum. Etkilenen tüm vatandaşlarımıza da geçmiş olsun demek istiyorum.

Bu gün, uzun ve zorlu bir serüvenin sonuna gelmiş olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. 6 sene (yıl) önce M salonunda beyaz önlük giyme töreni ile başlayan tıp fakültesi yolculuğumuz, bu gün artık o önlüklerin içini doldurmamız ile son buluyor. Bu kutsal tıp eğitimini Türkiye’nin en iyi üniversitelerinden biri olan Hacettepe’de almanın gururunu hissediyoruz.. Hacettepe kimi zaman bizi mutlu etti ve iyi ki Hacettepe dedirtti. Kimi zaman ise üzdü, saygı duyulmadığımızı ve istenmediğimizi hissettirdi. Fakat iyisiyle ve kötüsüyle Hacettepe bizim evimiz oldu.

İlk amfi dersimize girmenin, ilk anatomi laboratuvarının, hastaneye ilk defa (kez) beyaz önlükle girmenin, ilk defa (kez) bir hastanın sorumluluğunu almanın heyecanını (coşkusunu) burada yaşadık.

Başta Cumhuriyetimizin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e,

sonra da bizim iyi hekimler olabilmemiz için imkanları dahilinde (olanakları içinde) ellerinden geleni yapan fakültemize ve kurucumuz merhum İhsan Doğramacı‘ya teşekkür etmek isterim.
Bizler için çabalayan, gecesini gündüzüne katan, öğrencisini seven ve sayan, pandemi – uzaktan eğitim demeden bilim ve öğretme aşkı ile bizlere katkı sağlamaya çalışan, Hacettepe’yi Hacettepe yapan, Hacettepe’nin Hacettepe kalması için uğraşan, alanlarında uzman saygıdeğer hocalarımıza şükran ve minnetlerimizi sunmayı kendim ve dönem arkadaşlarım adına borç bilirim.

Sizden doktorluk (bilim ve) sanatına dair (ilişkin) bizlere meslek hayatımız (yaşamımız) boyunca Hacettepeli olmanın ayrıcalığını hissettirecek (duyumsatacak) pek çok bilgi edindik. Üzerimizde emeğiniz çok büyüktür, teşekkür ederiz.

Ben, 35 sene (yıl) önce buradan mezun olan babamın, 28 sene (yıl) önce buradan mezun olan annemin, 14 yıl önce bu fakülteden emekli olan dedemin ve anneannemin izinden, çok büyük umutlarla ülkemizin en köklü ve en prestijli (saygın) tıp fakültelerinden birinde okuyacak olmanın heyecanını hissederek (coşkusunu duyumsayarak) bu fakülteye başladım.

Mottosu “HEP DAHA İLERİYE, EN İYİYE!” olan okulumuzun, bu vaatlerinin maalesef sözde kaldığının zamanla farkına vardık.

İlk yıllarımızda fakültemizin fiziksel yetersizliklerini hissetmeye başladık. Ders çalışmak için okul içinde veya kütüphanede çalışacak yer aradığımızda, boş yer bulamadık. Anatomi laboratuvarlarında “15-20 yıllık, her yeri un ufak olmuş” kadavraların başında, onlarca öğrenci bir şeyler görmeye, öğrenmeye çalıştık. Hasta görecek ve öğrendiğimiz bilgileri klinikte kullanacak olmanın heyecanıyla ilk 3 yılı tamamladık.

Klinik öncesi yıllarımızdan sonra hastaneye ilk kez ‘ stajyer de olsak’’ doktor olarak gireceğimiz yıl, COVID-19 pandemisi (salgını) patlak verdi.

Hastaneye stajyer olarak geldiğimiz yarım dönemde hocalarımızla yeterince hasta başı ders yapamamış olmanın ve hocalarımızın deneyimlerinden tam olarak yararlanamamış olmanın burukluğu ile tamamladık Dönem 4’ü.

Dönem 5’te ise yüz yüze olmasına rağmen (karşın) maalesef dersler aksamaya başladı. Bazı (kimi) hocalarımızı, danışmak, sorularımızı sormak için yerlerinde bulamadık. Bazılarını ise bulduk ama bulduğumuzda ya baştan savıldık ya da kapıdan çevrildik. Bu şekilde davranmayı seçmeyen, bizim için özveriyle çalışan, bizlerle ders işleyen, sohbet eden, bizleri hep daha iyiye en ileriye götürmek için uğraşan tüm saygıdeğer hocalarımıza tekrar bizlere akademisyenliğin nasıl yapılması gerektiğini öğrettikleri için huzurlarınızda teşekkür etmek istiyorum.

Ve geldi çattı, herkesin hem heyecanla hem de korkuyla beklediği o meşhur sene (ünlü yıl) : İntörnlük. Hasta sorumluluğu almaya başlayacağımız yıldı bu yıl. Hastanenin birçok bölümünde başta maddi olanaksızlıkların yarattığı personel eksikliği ve altyapı yetersizliği nedeniyle, hocalarımızdan edinebileceğimiz son damla bilgilerin peşinde koşacağımıza, randevu peşinde koştuk. Hekimlik sanatının inceliklerini öğrenmek umuduyla başladığımız intörnlüğü, hastanemizin personel açığını doldurmuş olarak tamamladık. Kendimizi akademik olarak geliştirmekten çok laboratuvara kan tüpü taşımayı, saatlerce hastalar için randevu almaya çalışmayı, muayene etmediğimiz hastaların istemlerini yapmayı ve en çok da dişimizi sıkmayı öğrendiğimiz bir yıl oldu.

Ama iyisiyle kötüsüyle bu yılı da geride bıraktık ve tıp doktoru ünvanını (sanını) almaya hak kazandık.

Tarih boyunca kutsal olmuş bu ünvana (sana) olan sevgi ve saygı maalesef giderek azalmaktadır. Bunun en büyük göstergesi gün geçtikçe artan sağlıkta şiddet olaylarıdır.

Doktor dövmek en büyük hakkım diye övünen,
doktora şiddeti normalleştiren bu zihniyete karşı yaptırımların artmasını ve yargının görevini yerine getirilmesini diliyorum.

Sevgili arkadaşlar, bu “gerici ve karanlık” zihniyet ile bilimin ve
Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerinin ışığında biz savaşacağız,
yılmadan, yorulmadan, dünyanın neresinde olursak olalım,
bu ilkelerin ve bilimin ışığının bu topraklarda sönmesine izin vermeyeceğiz.

Bizlerin ve öbür meslektaşlarımızın ağır iş yükü altında ezilmememiz ve hastalarımızın aldığı hizmetin verimini artırabilmemiz için sağlık sisteminde yeni düzenlemeler yapılması gerektiğini burada yeniden vurgulamak istiyorum. Her hasta için yalnızca 5 dakika ayıran bir sistem ile ne doktor gönlü rahat bir şekilde hastasını tedavi edebilir ne de hasta aldığı hizmetten memnun kalabilir.

Sevgili ailelerimiz, bu başarı bizim olduğu kadar sizlerindir. Her birinize ayrı ayrı teşekkür etmek istiyorum. Benim de bugünlere gelmemde çok büyük emeği olan aileme sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum. Bana özverili çalışmanın, çalışma aşkının ve iş ahlakının ne demek olduğunu gösteren anneme, her zaman bana yol gösteren ve örnek olan babama, bana her zaman destek olan kardeşime, bana bilim insanı ve akademisyen olmanın ne demek olduğunu öğreten anneannem Prof. Dr. Ayşın Bakkaloğlu’na, ve bana başta insan sevgisi ve vefa olmak üzere sayamayacağım kadar değer katan dedem Prof. Dr. Mehmet Bakkaloğlu’na teşekkür etmek istiyorum.

Fakülte boyunca yanımda olan, iyi ve zor zamanları birlikte geçirdiğimiz, birlikte eğlenip, birlikte üzüldüğümüz arkadaşlarıma da teşekkür etmek istiyorum.

Bana fakülte sürecinde kapısını açan, yardımcı olan ve yol göstericilik yapan tüm hocalarıma da minnetlerimi sunuyorum.

Bu yılımı güzel anımsamama neden olacak İntern Gurubum “Gurup 5’e” de ayrıca teşekkür ediyorum.

Pandemide yitirdiğimiz tüm sağlık çalışanlarını rahmetle anıyor, pandemi boyunca hastaları için emek veren başta asistan abi ve ablalarımız olmak üzere tüm sağlık çalışanlarına teşekkür ediyoruz. Tıp fakültesi sürecinde yitirdiğimiz sayın hocalarımız emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Mustafa Fevzi Sargon’u, Prof. Dr. Bülent Tırnaksız’ı ve Prof. Dr. Kadriye Yurdakök’ü saygı ve rahmetle anıyorum.

Ve son olarak;

  • Ülkemizin bu günlere gelmesinin en büyük mimarı olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk ve ülkemizin bağımsızlığı için şehit düşmüş tüm askerlerimizi rahmet ve saygıyla anıyor, sonsuz teşekkürlerimi sunuyorum.

Konuşmamı, Mustafa Kemal Atatürk’ün bir sözüyle tamamlamak istiyorum:

“Gençler, cesaretimizi takviye ve idame eden sizlersiniz.
Siz, almakta olduğunuz terbiye ve irfan ile insanlık ve medeniyetin,
vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli timsali olacaksınız.
Eyy yükselen yeni nesil, istikbal sizsiniz.
Cumhuriyeti biz kurduk, onu yükseltecek ve yaşatacak sizsiniz.”

Seçimlere giderken sağlık

GÜNCEL31.03.2023, BİRGÜN

 

Türkiye her yönüyle önemli bir seçime gidiyor. Bir seçimle, hele böyle ne kadar demokratik olduğu tartışmalı seçimle ülkenin kaderinin belirlenmesi ne kadar sağlıklıdır? Siyasal iktidarın medyadan seçim organlarına, tarafsızlığını kaybetmiş yöneticilere, bürokrasiye kadar hakimiyetini derinleştirip şekillendirdiği ülke ortamında seçimlere gittiğimizi düşünürsek, ne demek istediğim anlaşılacaktır. Seçime giren tarafların maddi olanaklarına gelince; bir tarafın aldığı çok yüksek devlet yardımları, sermaye çevreleri ile yakın ilişkisi ve tüm devlet olanaklarını elinde tutması seçimdeki adaletsizliğin açık göstergesi.

Tüm bu eşitsizliklere rağmen, halkın yıllardır sürdürdüğü

  • Adil, demokratik, laik, emeğin değerinin bilindiği, özgür bir ülke mücadelesi
    tüm diriliği ile sürüyor ve bu seçimde belirleyici olacak.

Daha yaşanabilir ülke talebi yükseliyor ve her alandan somut biçimde dile getiriliyor.

Sağlık alanında da yurttaşların, hekimlerin, tüm çalışanların yaşadığı önemli sorunlar ve beklentiler var. Haklı olarak değişim ve çözüm umudu dillendiriliyor. Bir yandan da seçime iki aydan az zaman kalmışken siyasal iktidarın sağlıkta önemli kararları alma eğilimi dikkat çekiyor. Dün TBMM’de pek çok değişiklik öngören yasa Komisyonda görüşülmeye başlandı. Sağlık Bakanı 28 Nisan’da, yani seçimden 2 hafta önce “Dışkapı, Sami Ulus hastanelerini yıkıp yerine, Ankara Onkoloji Hastanesi’nin ise yanına yapacağız” dediği hastanelerin ihalelerini duyurdu. Tüm bunların bilimsel gerekçelerini, raporlarını sorduğumuz halde öğrenemiyoruz. Öte yandan bunların yeni seçilecek iktidar tarafından, uzmanların, halkın, meslek kuruluşu ve çalışanların temsilcilerinin görüşü alınarak planlanması ve yapılması gerektiği çok açık.

UZMAN KURULUŞLARIN ÇABALARI

Türk Toraks Derneği bu hafta, seçime girecek siyasal partilere uzmanlık alanlarına ve genel olarak sağlığa dair tespit (ilişkin saptama) ve önerilerini yazılı olarak gönderdi. Çok önemli noktalar var. Siyasal partilerin bunları dikkatle değerlendirip programlarına alması gerekiyor. Temel bir tespit özellikle vurgulanıyor;

– sağlık sistemimiz tedaviye endeksli,
hizmet sunumu niceliğe dayanıyor,
sağlığın sosyal bileşenleri göz ardı ediliyor.

  • Oysa sağlık dediğimizin temelinde hastalanmamak olmalı,
  • insanları ve doğayı “iyilik durumunda” tutmak öncelenmeli.
  • Koruyucu sağlık hizmetlerinin önemi, hastalandığımızda ise basamaklandırılmış sağlık sisteminin gerekliliği vurgulanıyor.

Sağlık hizmetlerini bozan temel etmenlerden birine, performans-teşvik sistemine değiniliyor ve niceliğe değil niteliğe bakılması gerektiği anlatılıyor.

  • Hastaya yeterli zaman ayrılamaması çok büyük sorundur, özellikle vurgulanmış durumda.

Covid-19 pandemisi, sorun olmayı sürdürürken tüberküloz, tütün denetiminde geriye düşmemiz, hava kirliliğine bağlı ölümleri azaltmada Avrupa’daki en başarısız ülkelerden biri olmamız, işçi sağlığı ve iş güvenliği konularındaki başarısızlığımız ve çözüm önerileri titizlikle özetlenmiş. Göğüs hastalıkları uzmanı hekimler dahil, hekimlerin çalışma koşullarına ve taleplerine dair (istemlerine ilişkin), ücretlendirmeden geçici görevlendirme zulmüne, çalışma saatlerinden odaların havalandırmasına ve büyüklüğüne dek çok önemli vurgular var.

Türk Toraks Derneği’nin bu çalışması ve girişimi çok değerli. Öbür uzmanlık derneklerinin yanında sağlık alanındaki meslek örgütleri ve sendikaların da sorun başlıklarını ve çözüm önerilerini benzer biçimde maddeler halinde siyasal partiler ve kamuoyuyla paylaşmaları yol gösterici olacak.

SAĞLIĞA ÖNEM VERİYOR MUYUZ?

Bunun pek çok göstergesi var, en önemlilerinden biri kamu kaynaklarının ne kadarını sağlığa ayırdığınızdır. Önceki hafta 2021 yılı Sağlık Bakanlığı Sağlık İstatistikleri yıllığı, iki yıldır olduğu gibi gecikmeli olarak yayımlandı. 2020 ve 2021 yılları pandeminin en yoğun olduğu dönem olduğu için farklı özellikler de taşıyor. İnsanların salgın hastalıktan öldüğü, tüm yaşamın etkilendiği böylesi dönemlerde sağlığa ayrılan paranın artmasını beklersiniz değil mi?

  • Cari sağlık harcamalarının Gayrisafi Yurt İçi Hasıla (GSYH) içindeki payına baktığımızda hem 2020 hem de 2021 yıllarında %4,6 ile OECD ülkeleri içinde sonunculuğu koruduğumuz görülüyor.

OECD ortalaması %9,7 ve Avrupa Birliği ortalaması % 9,1 dersem uçurumu görürsünüz.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin iktidara geldiği 2002’de cari sağlık harcamalarının GSYH içindeki payı %5,1 idi. 2009 yılına giderken %5,9’a dek çıkan bu oranın sonra düşme eğilimine girdiği, bugün diplerde kaldığı, salgında insanlar ölürken bile artış yapılmadığı görülüyor. Bu paranın doğru harcanmaması ve piyasacı mantığa teslim edilmesi ise öbür önemli konudur.

Bu yalnızca bir örnektir.

  • Pek çok veri Türkiye’nin sağlığa, sağlıklı kalmaya önem veren bir ülke olmadığını gösteriyor.

Yapılması gereken çok şey var. Yüzü gerçekten halka dönük bir iktidarı kurmak için seçimler önemli mücadele alanı ve fırsat olacak.

Covid-19 pandemisi, afetler, ekonomi… Türkiye’nin ruh sağlığı alarm veriyor!

10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü“nde Ülkemizden Bir Kesit

Uzmanlar, pandemi öncesi ve sonrasında ruhsal hastalıklarda artış yaşandığına dikkat çekiyor. Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve İdari Sorumlusu Doç. Dr. Merih Altıntaş, “Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplum ruh sağlığının çok daha önemli ele alınması gereken bir dönemdeyiz. Buna bir alarm da diyebiliriz” dedi.

11 Ekim 2022, Cumhuriyet

Covid-19 pandemisi, afetler, ekonomi... Türkiye'nin ruh sağlığı alarm veriyor!

Uzmanlar, son yıllarda artış gösteren psikolojik sıkıntıların çevresel, ekonomik, sosyal nedenlerin yanı sıra pandemi öncesi ve sonrası arttığına dikkat çekiyor.

Ruh Sağlığı Günü‘nde önemli açıklamalarda bulunan Kartal Dr. Lütfi Kırdar Şehir Hastanesi Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Eğitim ve İdari Sorumlusu Doç. Dr. Merih Altıntaş, pandemi öncesi ve sonrası ruhsal tedavide artış olduğunun altını çizerek,

  • toplumun ruh sağlığının alarm verdiğini belirtti.

Doç. Dr. Altıntaş, “Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplum ruh sağlığının çok daha önemli ele alınması gereken bir dönemdeyiz. Buna bir alarm da diyebiliriz” dedi.

“RUHSAL HASTALIKLARDA ARTIŞ YAŞANIYOR”

Ruhsal hastalıklarda artış yaşandığını söyleyen Doç. Dr. Altıntaş, “Burası şehir hastanesinin yeni kurulan bir kliniği. Yaklaşık 2 yılı aşkın bir süreden beri biz burada kliniğimizde hizmet veriyoruz. 18 yataklı bir kliniğimiz var. Ve bunun yanında günde yüzlerce hastanın geldiği ve hizmet aldığı bir polikliniğimiz var. Burası aynı zamanda bir eğitim hastanesi. Yani asistanlarımız ve diğer öğrencilerimizle beraber tıp fakültesi öğrencileriyle beraber hem eğitim hem de hizmet sunmaya çalışıyoruz.

Şimdi tabii ruh sağlığı gününde (AS: 10 Ekim) biraz da vurgulamamız gereken farklı bir şey de şu ki; özellikle pandemiden sonra bu son 2-3 yıl içinde iklim değişikliklerinin getirdiği bazı afetler, bütün bunlar aslında ruh sağlığının ne kadar çok etkilendiğini ve bütün toplum için ne kadar önemli bir konu olduğunu gözler önüne serdi. Hem ülkemizde hem de aslında dünyada. Çünkü sonuçta pandemi bütün dünyayı etkileyen bir salgın.

Ruhsal hastalıklarda oldukça fazla artma oldu

Daha önceden bir psikiyatrik öyküsü olmayan kişilerde yine hastalıklar ortaya çıktığı gibi psikiyatrik hastalığı olan kişilerde de alevlenmeleri bu dönemlerde çok sık gözledik. Bu anlamda poliklinik başvurularımız, acil başvurularımız çok arttı. Bu anlamda yine yatak ihtiyacında çok artma oldu. Tabii zaman içinde pandeminin süresi de uzadıkça kişilerin bu yükü taşımada zorlandıklarını gözledik” dedi.

BU BİR ALARM…”

Doç. Dr. Merih Altıntaş, “Evet, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de toplum ruh sağlığının çok daha önemli ele alınması gereken bir dönemdeyiz. Buna bir alarm da diyebiliriz. Bunun bir öncelik haline getirilmesi gerekli. Özellikle pandemi döneminde pandeminin biraz daha hafiflediğini düşündüğümüz şu son dönemlerde de başvurularda herhangi bir değişiklik olmadı. Hatta günden güne daha fazla arttığını söyleyebiliriz. Çünkü kişilerin işte pandemiyle ilgili ekonomik sorunlar, gelecek kaygısı ve benzer bazı durumlardan dolayı yükü taşımakta zorlandıklarını hissediyoruz. O yüzden başvurularımız çok fazlasıyla arttı.

Biz bazı hastalarımızdan gerçekten yetkin olmayan yerlerden ve kişilerden tedavi adı altında bazı müdahalelere maruz kaldığını açıkçası duyuyoruz. Bu bir suistimal tabii ki. Ruh sağlığı hizmetini ancak bu konuda eğitim almış kişiler verebilirler. Bir hekim, bir psikiyatrist ve yine bu alanda çalışan uzman psikologlar da terapi hizmetinde çalışmaktalar.

Bilimsel çalışmayan, bu konuda yetkin olmayan, uzman olmayan hiç kimseden ruhsal, ruh sağlığı alanında yardım beklemelerinin uygun olmadığını düşünüyoruz. Çünkü bu kendilerine fayda sağlayamadığı gibi aslında zarar da verebilir. Bu konuda çok dikkatli olmalılar. Bir hekime gelmek bu konuda her zaman çok daha doğru bir karar olacaktır.“ diye konuştu.

CHP Covid-19 Danışma Kurulu Raporu

CHP Covid-19 Danışma Kurulu:

Pandeminin 30. Ayında Virüs Geri Döndü, “Müsterih” Olmak Değil Önlem Almak Zamanı!

Cumhuriyet Halk Partisi COVİD-19 Danışma Kurulu pandeminin 30’uncu ayında virüsün yeni varyantla geri döndüğünü hatırlatarak, “Sağlık Bakanı Koca’nın ‘müsterih olunuz’ yaklaşımı ile değil, bilimsel önlem alarak halkımızı koruma zamanı” dendi.

CHP COVİD-19 Danışma Kurulu yaptığı yazılı açıklama ile her yeni varyantın gelişen özellikleriyle salgının seyrini de değiştirdiği vurgulandı. Açıklamada azalan test sayılarına ve değişen salgın yönetimi uygulamalarına karşın vakaların arttığı ortaya konarak, çözüm önerileri sıralandı.

https://chp.org.tr/haberler/chp-covid-19-danisma-kurulu-pandeminin-30-ayinda-virus-geri-dondu-musterih-olmak-degil-onlem-almak-zamani

CHP COVİD-19 Danışma Kurulu’nun açıklaması şöyle                  :

“İlk kez 31 Aralık 2019’da Dünya Sağlık Örgütü Çin Ülke Ofisi tarafından Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan Şehrinde tespit edilen nedeni bilinmeyen zatürre vakaları ile gündeme gelen COVID-19 pandemisinde 30 ay geride kaldı.

COVID-19 pandemisi geçirilen zor zamanların ardından kontrol altına alınmış gibi görünse de halen devam ediyor. Hatırlanacağı üzere bu yılın Nisan ayında Dünya Sağlık Örgütü’nün COVID-19 Acil Durum Komitesi Başkanı Didier Houssin, “koronavirüs salgının bitmediği”ni vurgulayarak, salgına karşı “gardımızı düşürmenin” zamanının gelmediğini ifade etmişti.

Ancak dünyanın pek çok ülkesi yaz döneminde artacak turizm gelirlerini düşünerek pandemiye karşı gardını indirdi ve salgına yönelik halk sağlığı tedbirleri hızla kaldırıldı. Türkiye ise Sağlık Bakanı Koca’nın “müsterih olunuz” yaklaşımı uyarınca COVID-19 bilimsel tedbirleri arasında olmayan “canlı müzik yasağı” dışındaki tüm önlemleri ülke genelinde kaldırdı.

Toplum sağlığını korumaya yönelik bu uygulamaların kalkmasının sonucunda da pandeminin 30. ayına ulaştığımız şu günlerde SARS-CoV-2 virüsü yeni varyantla geri döndü.

Her yeni varyant gelişen özellikleriyle salgının seyrini de değiştiriyor. Azalan test sayılarına, değişen salgın yönetimi uygulamalarına karşın yeni bir yükseliş dönemine, bir yaz dalgasına girildiğini söylemek mümkün görünüyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün son verilerine göre 110 ülkede COVID-19 vakaları artış gösteriyor, haftalık %18’lik bir vaka artışı açıklandı. Avrupa’da ise vaka sayılarındaki artış oranı %33.

Bu yeni durum ve artışla paralel olarak ülkemizde de haftalık vaka sayıları artışa geçti. Sağlık Bakanlığı tarafından açıklanan verilere göre 20-26 Haziran haftasında, önceki haftalara göre hızlı bir artışla Nisan ayının ortalarındaki vaka sayısına geri dönüldü.

Önlemlerin kaldırılması ve aşırı serbestleşme, artan toplumsal hareketlilik, aşılamaya verilen önemin ve ilginin düşmesi, önlemsizliği adeta teşvik eden açıklamalarla başladığımız yaz kolay geçmeyecek gibi görünüyor.

Omikron varyantının alt türlerinin hızla tüm dünyaya yayıldığı, bulaşıcılık, yeniden enfeksiyon ve bağışıklık yanıtının azalması risklerinin arttığı bir dönemde ülkemizin bu sürece hazırlanmıyor oluşu kaygı verici.

Cumhuriyet Halk Partisi COVID-19 Danışma Kurulu olarak vurgulamak isteriz ki,
Haziran 2022 tarihi itibariyle;

  • Türkiye’de salgına ait ulusal veriler epidemiyoloji biliminin gereklerine uygun olmayacak biçimde, oldukça gecikmeli ve çok kısıtlı biçimde kamuoyuna duyurulmaktadır.
  • Dünyanın pek çok ülkesinin aksine ülkemizde hızlı tanı testleri uygulamaya geçirilmemiş, sağlık çalışanlarının büyük özverisiyle sürdürülen PCR testine ise ücretsiz erişim oldukça güçleştirilmiştir.
  • Ülkemizde baskın olan varyantı belirleyecek ve buna göre pandemi kontrol mücadelesini planlayacağımız genomik analiz sayısı çok düşük düzeydedir (21 Haziran 2022 tarihi itibarıyla genomik analiz yapılma oranı %0,06’dır).
  • PCR test pozitifliği sonucunda izolasyona alınan hastalar ücretli idari izinli sayılmamaları nedeniyle özlük hak kayıplarına uğramakta ve bu nedenle yakınması olan kişiler PCR testi yaptırmak istememektedir.
  • Sağlık Bakanı’nın pandemiyi önemsizleştiren talihsiz açıklamaları nedeniyle maske, fiziksel mesafe ve hijyen gibi bireysel önleyici uygulamalar hemen tümüyle ortadan kalkmıştır.
  • Hatırlatma doz aşı oranı toplumsal koruma sağlayacak düzeyde değildir. Öte yandan Turkovac aşısının etkinliğine yönelik yapılan bilimsel çalışmanın sonucu halen açıklanmamıştır. 12 yaş altı çocuklara aşı hakkı tanınmamıştır. Ayrıca pandeminin başından beri ülkemizde kullanılan aşıların etkililiğine yönelik hiçbir veri açıklanmamıştır.
  • Molnupiravir dışındaki etkili antiviral tedavi seçeneklerinin hiçbirisi ülkemizde erişilebilir değildir.

Cumhuriyet Halk Partisi COVID-19 Danışma Kurulu olarak belirtmek isteriz ki; temel görevi yurttaşların sağlığını korumak olan Sağlık Bakanlığı, COVID-19 pandemisinin hem izlem hem kontrolü konusunda ağır aksak sürdürdüğü yükümlülüklerini son dönemde tümüyle terk etmiş ve adeta pandemi mücadelesinde “havlu atmıştır”.

Omikron varyantı ile enfekte olan hastalarda öksürük, halsizlik, burun tıkanıklığı veya burun akıntısı şeklinde bulgular gözlenmektedir. Tat ve koku kaybı, Delta enfeksiyonlarından daha az, boğaz ağrısı ve seste kabalaşma, delta enfeksiyonlarından daha sık görülmektedir. Hastalık bulgusu olanların MUTLAKA test yaptırması gerekmektedir. Halihazırda yakınmaları olmasına rağmen test yaptırmama gibi bir yaklaşım söz konusudur. Birçok hastanede COVID-19 poliklinikleri kapatılmıştır.

Omikronun yeni ortaya çıkan alt varyantları giderek daha bulaşıcı hale gelmektedir (BA.2 alt varyantı BA.1 alt varyantından daha bulaşıcı idi. BA.2.12.1 alt varyantı, BA.2’den daha bulaşıcı). Kapalı alanlarda ve açık havada kalabalık ortamlarda maske kullanılmaması bulaşmayı daha da arttırmaktadır.

Omikron’un BA.4 ve BA.5 alt varyantları dünyada hızla yayılmaktadır. Bu alt varyantlar, Avrupa Enfeksiyon Hastalıkları Kontrolü Merkezi (ECDC) tarafından “endişe verici varyantlar” olarak kabul edilmiştir. Bu alt varyantların en önemli özelliği daha önce hastalanan kişileri TEKRAR hastalandırabilmesidir. Yani daha önce Omikronun BA.1 alt varyantı ile enfekte olan bireylerde ortaya çıkan bağışıklık yanıtı özellikle aşısız bireylerde BA.4 ve BA.5 alt varyantı ile enfekte olmayı engellemede yetersiz kalmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü ve ABD Gıda ve İlaç İdaresi (FDA) geçtiğimiz günlerde COVID-19 aşılarının içeriğine ek dozlar için Omikron varyantı antijeninin eklenmesini önermiştir. Bu öneri, sonbaharla birlikte pandemide yeni bir dalgaya hazır olmak gerektiğinin habercisi olarak ele alınmalıdır.

COVID-19 tanısı alanlar; MUTLAKA 5 gün evde dinlenmeli, kendilerini İZOLE etmelidir. Beş günün sonunda yakınmaları azalmışsa 5 gün daha MUTLAKA MASKE takarak ev dışına çıkmalı, eğer yakınmaları düzelmemişse evde dinlenmeye ve kendilerini izole etmeye devam etmelidir.

Omikron ile enfekte olmak hafif hastalığa yol açmakla birlikte, özellikle risk grubunda olanlarda ve aşısızlarda ağır hastalık ve ölüm riski halen mevcuttur.

Risk grubunda olanlarda COVID-19 hastalığının tedavisinde kullanılabilecek etkili bir ilaç olan Paxlovid halen Türkiye’de bulunmamaktadır.

Sonbaharda ve kış aylarında COVID-19 olgularının diğer viral solunum yolu enfeksiyonları ile birlikte artması kaçınılmaz görünmektedir. Okulların da açılmasıyla birlikte artacak COVID-19 olgularını azaltmanın en etkili yollarından biri aşılamadır. Dünya’da mRNA aşıları 6 AYDAN BÜYÜK HERKESE önerilmeye başlanmıştır. 5-11 yaş grubuna bir ek doz ve 11 yaşından büyük herkese de 2 ek doz önerilmektedir.

Gerek hastalığın yaygınlığını azaltmak gerekse varyantların ortaya çıkmasını engellemek için hastalığın bulaşmasını azaltmanın gerektiği çok iyi bilinmektedir. Hastalığın bulaşmasını azaltmanın iki önemli yöntemi; kalabalık ortamların iyi havalandırılması ve maske kullanımı ile etkili aşıların ve gereken ek (hatırlatma) dozların yapılmasıdır.

Ülkemizde her ne kadar hangi yaş grubuna, hangi risk grubuna hangi aşıların ve kaç doz yapılmış olduğu açıklanmasa da sadece CoronaVac (Sinovac) aşısı olan birçok kişinin olduğu gözlenmektedir. COVID-19’dan korunmada en etkili aşılar mRNA aşılarıdır ve ülkemizde bulunmaktadır. Ancak aşı merkezlerinin sadece devlet hastanelerinde ve toplum sağlığı merkezlerinde açık halde tutulması ve hatırlatma dozlarının yapılması konusundaki uyarıların/önerilerin yeterince güçlü olmaması, aşılanma oranlarının epey düşmesine yol açmıştır.

Özetle;

  • Toplu taşıma gibi belirli alanlarda maske takılması ve fizik mesafe sağlanması gibi salgın önlemleri yeniden yürürlüğe konmalı,
  • Test sayısı artırılmalı, hastalık bulgusu olan herkese test yapılmalı,
  • İzolasyon, karantina ve izlem uygulamaları gözden geçirilmeli ve güncellenmeli,
  • Aşılama hızla yaygınlaştırılmalı,
  • Çalışma yaşamında kaldırılan özlük hakları ile ilgili COVID-19 düzenlemeleri ve destekleri yeniden hayata geçirilmelidir.

Herkesi halen içinde bulunduğumuz “yaz dalgası” nedeniyle kapalı ortamlarda yüksek koruyucu maske kullanmaya ve solunumsal yakınması olan kişileri de hızlı test ya da PCR testi yaptırmaya davet ediyoruz.

Avrupa kaynaklı veriler ve ülkemizdeki gözlemlerimiz son haftalarda COVID-19 vakalarında büyük bir artışa işaret etmektedir. Söz konusu vaka artışları henüz vefat sayılarına yansımamıştır. Ancak bilinmelidir ki; pandemi halen öldürücüdür ve ayrıca hastalık değişen oranlarda “Uzun-COVID” tablosuna da yol açmaktadır.

  • Bu nedenle
  • Sağlık Bakanlığı’nı COVID-19 pandemisini bilime uygun biçimde izlemeye ve
  • Birey-toplum sağlığını koruyacak biçimde
  • Pandeminin ciddiyetini toplumla paylaşmaya davet ediyoruz.

Aksi halde her bir kişinin hastalanması ya da kaybının sorumluluğunun Sağlık Bakanlığı’na ve Sağlık Bakanı’na ait olacağını vurgulamayı görev sayıyoruz.

1 Temmuz 2022
Cumhuriyet Halk Partisi COVID-19 Danışma Kurulu

Dünya AIDS Günü 2021: Eşitsizlikleri sonlandır, AIDS’i sonlandır!

HIV enfeksiyonu tedavisinde son yıllarda elde edilen önemli başarılara karşın, halen dünyada yaklaşık 38 milyon kişi HIV ile yaşamaktadır ve HIV enfeksiyonu önemli ve öncelikli bir halk sağlığı sorunu olmaya devam etmektedir.

Yıllık yeni HIV enfeksiyonu sayısı 2000 yılında 3 milyonun üzerindeyken bugün 1,5 milyona inmiş, HIV enfeksiyonuna bağlı ölümler 2007 yılında 2 milyona yaklaşırken, geçtiğimiz yıl 680 bine gerilemiştir. Bu sayılar hala çok yüksek olmakla birlikte, sağlanan azalışlar önümüzdeki dönem için umut vericidir.

Küresel ölçekte yeni olgu sayısı her yıl azalmaktayken, Türkiye ve çevresindeki ülkelerde yeni olgu sayılarının sürekli artış göstermesi dikkat çekicidir. Son bir iki yılda Türkiye’de belirlenen yeni olgu sayılarının önceki yıllara göre azaldığı yönündeki veriler –uzun dönem verileri incelendiğinde– dikkatle izlenmeyi ve doğrulanmayı gerektirmektedir. Türkiye’de olgu sayıları halen Dünya ortalamasının altındadır; ancak, artışın sürmesi durumunda bu tablo değişecek gibi görünmektedir. Bu gidiş, küresel deneyimlerden ve bilgi birikiminden yararlanmak yoluyla durdurulabilir.

Küresel ölçekte yeni olguların ve ölümlerin azalmasını sağlayan başlıca iki müdahale alanı bulunuyor. Bunların ilki, bulaşmayı önleyici koruyucu davranışların toplumda yaygınlaştırılmasıdır. Üreme sağlığı ve cinsel sağlık hizmetleri ile risk altındaki kesimlere ve toplumun bütününe yönelik farkındalık ve güvenli cinsel davranış eğitimleri ile bu alanda etkili sonuçlar alınabilmektedir. Öte yandan, tedavideki gelişmelerin de küresel başarıda büyük payı vardır. Doğru ve sürekli olarak uygulanan anti-HIV tedavileri enfeksiyonun semptomatik hastalığa (AIDS’e) dönüşmesini başarıyla önlemektedir. Uygun tedavinin sağlanması bulaştırıcılığı da büyük ölçüde önlemektedir. Böylece, tedaviye erişimi olan HIV pozitif kişilere, daha iyi işbirliği sağlanarak güvenli davranış kazandırılabilmekte ve viral yükün sıfıra yaklaşması ile paralel olarak bulaştırıcı olmaları da önlenmektedir. Başka bir anlatımla, HIV pozitif bireylerin tedaviye erişimleri hem kendilerinin sağlığını korumak, hem de yeni olguları önlemek için çok etkili olmaktadır.

Dünyada, HIV ile yaşayanların % 73’ü anti-retroviral tedaviye erişebilmektedir. Bu oran önceki yıllara göre çok olumlu olmakla birlikte UNAIDS’in belirlediği %90 hedefinin altındadır. UNAIDS, HIV pozitif kişilerin en az %90’ının tanı alması, tanı alanların en az %90’ının tedaviye erişebilmesi ve tedaviye erişenlerin en az %90’ında bu tedavinin tam ve sürekli olmasının sağlanması durumunda HIV enfeksiyonu pandemisinin denetim altına alınabileceğini öngörmüştür. Eşitsizlikler, 90-90-90 hedefleri olarak ifade edilen bu hedeflere ulaşmayı güçleştiren en önemli etmendir. COVID-19 Pandemisi de eşitsizlikleri artırarak ve hizmete erişimi engelleyerek süreci olumsuz etkilemektedir.

Türkiye’de HIV enfeksiyonu tedavisinde kullanılan ilaçlar sağlık güvencesi kapsamında yer almakta ve HIV pozitif bireylerin tedaviye erişimi sağlanabilmektedir. Ancak henüz bu anti-HIV tedavi uygulamalarının 1. Basamak sağlık hizmetlerine ve Üreme Sağlığı Programlarına entegrasyonu (AS: eklemlenmesi) sağlanmamıştır. HIV’le yaşayan bireylerin sayısının giderek artması ile birlikte, bu hizmetlerin entegrasyonu (AS: bütünleştirilmesi) tedavinin sürekliliği için önemli bir gereklilik haline gelmiştir. Bundan başka, sığınmacılar, mahpuslar gibi özel grupların tanı ve tedavi hizmetlerine ve ilaca erişimleriyle ilgili sorunlar yaşanmaktadır. Anti-HIV tedavilerin etkili olması için tedavi sürekliliği büyük önem taşır ve bu yüzden dezavantajlı toplum kesimlerinden kişilerin tedaviye erişimleri özel yaklaşım gerektirir.

Türkiye’de 90-90-90 hedeflerine ulaşmak ve HIV enfeksiyonlarının artış eğilimini durdurmak için önemli bir sorun, tanı konulmayan HIV enfeksiyonlarıdır. Tedavi ve kontrolün (AS: denetimin) sağlanabilmesi için önce HIV enfeksiyonu tanısının konması gereklidir. Toplumda bu konuda olumsuz yargıların, dışlayıcı ve damgalayıcı tutumların yaygınlığı ve sağlık kuruluşlarında gizliliğin sağlanamadığı örneklerin çokluğu tanı için başvuruları güçleştirmektedir. Riskli cinsel davranışı olan, bu nedenle HIV ile ilgili endişesi olan kişilerin endişe etmeden başvurarak bilgi alabileceği, isimsiz ve ücretsiz test yaptırabileceği birimlerin artırılması gereklidir. Halen Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmeyen ve Belediyeler tarafından açılmış anonim (AS: adsz) test merkezleri, kısıtlı sayılarına karşın çok önemli bir hizmet sunmaktadır. Bu merkezlerin her ilde ve başlıca her Sağlık Bakanlığı hastanesi bünyesinde bulunması ve tanı için başvurunun teşvik edilmesi önemli bir gereksinimdir. Bundan başka, HIV tarama programının 1. Basamak sağlık hizmetlerine entegre edilmesi (eklenmesi) de bu hizmetin yaygınlığını ve ulaşılabilirliğini artıracaktır.

2021 Dünya AIDS Gününün bu yılki teması

  • “Eşitsizlikleri sonlandır. AIDS’i sonlandır”

şeklinde formüle edilmiştir (AS: belirlenmiştir). Eşitsizlikler en köklü toplumsal sorunlardandır ve günümüzde en ağır biçimde sürmektedir. HIV/AIDS dahil birçok halk sağlığı sorunu eşitsizlikler temelinde büyümekte, çözüm güçleşmektedir. Dünya Sağlık Örgütü’nün 70’li yıllardan itibaren (AS: başlayarak) ortaya koyduğu eşitlik hedeflerine halen ulaşılamamıştır. Eşitsizlikler temel olarak makro-ekonomik sistemin yapısal özelliklerinden kaynaklanmaktadır ve yok edilmesi de kolay gözükmemektedir. Ancak bugünkü sistemler içinde bile eşitsizlikleri azaltabilmek, derin uçurumları ortadan kaldırmak mümkündür. Bu yıl 1 Aralık Dünya AIDS Günü için belirlenen eşitsizlikleri sonlandırma teması bu açıdan büyük önem taşımaktadır. Sağlığın her alanında, eşitsizlikleri dikkate almayan çabalar ancak sınırlı yarar sağlayabilir.

  • Eşitsizliklerin azaltılması ve ortadan kaldırılması için çalışmak halk sağlığı yaklaşımının temelini oluşturur.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 1. maddesine göre

  • “Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğarlar.”

Bu ilkeyi soyut bir genelleme olarak değil, var olan toplumsal ve uluslararası sorunların temelden çözümünün anahtarı olarak görmek gerekir. HIV enfeksiyonu taşıyan bireyler ve HIV nedeniyle damgalamaya uğrayan toplum kesimleri başta olmak üzere, toplumun tüm kesimlerine yönelik her türlü ayrımcılığa son verilmesi gereklidir. HIV pandemisi, halk sağlığı sorunlarının çözümü için eşitsizliklerin ve ayrımcılığın önlenmesi gerektiğini gösteren deneyimler sağlamıştır. Bu deneyimlerden yararlanmak gerekir.

  • Eşitsizlikleri sonlandıralım; AIDS’i sonlandıralım!

*Bulaşıcı Hastalıklar Çalışma Grubu adına, Prof. Dr. Tacettin İnandı ve Prof. Dr. Tuğrul Erbaydar tarafından hazırlanmıştır.

ÇOCUKLARIN TUTUKLU YARGILANMALARINA SON VERİLSİN

ÇOCUKLARIN TUTUKLU YARGILANMALARINA
SON VERİLSİN

31 Ekim 2021 itibariyle Türkiye hapishanelerinde 1.347 tutuklu çocuk bulunuyor. 566 hükümlü çocuğun ise cezaları, COVID-19 izniyle hapishane dışında infaz ediliyor. Tutuklu çocuklar, çocuk ve gençlik kapalı ceza infaz kurumlarında ya da yetişkin kapalı ceza infaz kurumlarının çocuk koğuşlarında tutulmaya devam ediyor.

Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme (BMÇHS), bir çocuğun tutuklanmasının
başvurulacak en son yöntem olması ve bunun en kısa süreyle uygulanmasını devletlere bir yükümlülük olarak verirken,  Türkiye’de tutuklu çocukların sayısı, tüm zamanlarda hükümlü çocuklardan daha fazla olmuştur ve çocuklar, kimi suç tiplerinde veya kanun yollarına giden dosyalarda çok uzun süre tutuklu yargılamalarla karşılaşmaktadır.

Çocuk Koruma Kanunu, öngördüğü koruyucu ve destekleyici tedbirlerin suçla ilişkilenen çocuklar hakkında da uygulanmasını düzenler. Buna karşılık çocuklar, yeterli risk ve ihtiyaç analizi yapılmaksızın ve etkin tedbirler uygulanmaksızın tutuklanmaktadır. Bu da suçtan uzaklaşmalarının aksine bir sonuç doğurmaktadır.

  • Onarıcı adalet, çocuklar için yerini cezalandırıcı adalete bırakmıştır.

Tutuklu çocukların aileleriyle ve dış dünyayla kurdukları sınırlı iletişim, hapishanede erişebildikleri sınırlı sosyal ve kültürel etkinlikler, eğitim-öğrenim ve sağlıklı gelişim hakkının önündeki engeller pandeminin getirdiği sınırlılıklarla eskisinden çok daha olumsuz koşullar yaratmaktadır. Çocuklar, bir yılı aşkın süredir bu olağan dışı tecrit şartlarında tutulmaktadır. Tecridin sonucu olarak tetiklenen şiddet ve bu şiddetin önlenmesi adına (AS: için) yapılan çalışmaların bağımsız izleme mekanizmaları tarafından denetlenemiyor olması, en büyük endişelerimizden biridir.

Pandemi döneminde hükümlü çocukların izinli sayılarak cezalarını denetimde – kurum dışında
geçirmeleri, bu durumdan yararlandırılmayan tutuklu çocukların ceza almayı göze alarak haklarındaki yargılamanın bir an önce bitmesini istemelerine sebep olmaktadır; haklarındaki ceza kesinleştiğinde, hükümlü sıfatıyla tahliye olabileceklerdir. Bunun anlamı, çocukların savunma haklarından vazgeçtikleri, bir diğer deyişle uygulamanın çocukların adil yargılanma haklarını ihlal ettiğidir.
Ceza adalet mevzuatı çocuklar için BMÇHS ve evrensel insan haklarını ihlal eden pek çok düzenlemeye sahipken günümüzdeki uygulama, bizi bu ihlallerin daha ağır boyutlarla yaşandığı sonucuna götürmektedir.

Çocuk tutukluluklarına son verilmesi, adalet sisteminin öncelikli meselelerinden biri olmalıdır!
Tutuklama, bir cezalandırma aracı olarak çocukların karşısına çıkmaktadır. Hapishane koşullarından dolayı pek çok ek –sosyal hayattan uzaklaştırılma ve disiplin cezaları gibi– yaptırım da bu cezalandırmaya eklenmektedir. Çocukların duygusal ve fiziksel olarak sağlıklı gelişimlerinin sağlanabilmesi için hemen bu gün harekete geçilmelidir.

TUTUKLAMANIN BAŞVURULMASI GEREKEN SON YÖNTEM OLDUĞU VE EN KISA SÜREYLE UYGULANMASI GEREKTİĞİNE DAİR BAĞLAYICI DÜZENLEMELERE UYULARAK TUTUKLU ÇOCUKLAR, GÜVENLİ BİR ŞEKİLDE TAHLİYE EDİLMELİ VE HAKLARINDA KORUYUCU VE DESTEKLEYİCİ TEDBİRLER UYGULANMALIDIR.
ÇOCUKLARIN BİR DAHA SUÇLA İLİŞKİLENMEMESİ İÇİN YAŞAMDAN SOYUTLANARAK HAPSEDİLMELERİ YERİNE AİLE VE SOSYAL HİZMETLER BAKANLIĞI VE MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞIYLA, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİYLE, ALANDA FAALİYET GÖSTEREN MESLEK ÖRGÜTLERİYLE VE ELBETTE ÇOCUKLARLA ORTAK ÇÖZÜMLER ARANMALI, ÇALIŞMALAR YÜRÜTÜLMELİDİR.
TAHLİYELERİ TAMAMLANANA KADAR ÇOCUKLAR, TECRİTİN DOĞURDUĞU OLUMSUZ ETKİLERDEN KORUNMALIDIR. AİLELERİNE, ARKADAŞLARINA, AVUKATLARINA, SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİNE, BAĞIMSIZ DENETİM MEKANİZMALARINA, EĞİTİM VE OYUN MATERYALLERİNE, SAĞLIKLI GIDAYA VE SAĞLIK BİRİMLERİNE ERİŞİMLERİNİN ÖNÜNDEKİ ENGELLER KALDIRILMALI VE ÇOCUKLAR BURALARA ERİŞMELERİ İÇİN DESTEKLENMELİDİR.

ÇOCUKLARIN ÜSTÜN YARARI VE İYİLİK HALİ
ADALET SİSTEMİNİN HER AŞAMASINDA GÖZETİLMELİ, ÇOCUK TUTUKLULUKLARINA KALICI OLARAK SON VERİLMELİDİR.
TUTUKLAMA YERİNE RİSK VE İHTİYAÇLARA GÖRE GELİŞTİRİLECEK ADLİ KONTROL UYGULAMALARI İLE ÇOCUKLARIN KORUNMASI VE DESTEKLENMESİ SAĞLANMALIDIR.
HÜKÜMLÜ ÇOCUKLAR İÇİN CEZALANDIRICI UYGULAMALAR DIŞINDA HAPSETMENİN ALTERNATİFLERİ, SALGIN ÖNLEMLERİNDEN SONRA DA ASIL YÖNTEM HALİNE GELMELİDİR.

  • BİR ÇOCUĞU HAPSETMENİN ONARICI HİÇBİR YÖNÜ YOKTUR.

****
İMZACI KURUMLAR (Alfabetik sırayla)

1- Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği
2- Çocuk İşçiliğini İzleme ve Önleme Derneği
3- Çocuk ve Bilgi Güvenliği Derneği
4- Diyarbakır Barosu Çocuk Hakları Merkezi
5- Düşünce Suçu(!?)na Karşı Girişim
6- Genç Düşünce Enstitüsü
7- Görülmüştür Kolektifi
8- Hak İnisiyatifi Derneği
9- Halk Sağlığı Uzmanları Derneği
10- İnsan Hakları Derneği Çocuk Hakları Komisyonu
11- İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi
12- İnsan Hakları Gündemi Derneği
13- İzmir Barosu
14- Özgürlüğünden Yoksun Gençlerle Dayanışma Derneği
15- Özgürlük İçin Hukukçular Derneği
16- Özgürlük İçin Hukukçular Derneği İstanbul Şubesi
17- Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası
18- Sosyal Hizmet Uzmanları Derneği İstanbul Şubesi
19- Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği
20- Toplumsal Dayanışma İçin Psikologlar Derneği
21- Türk Tabipleri Birliği İnsan Hakları Kolu
22- Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı
23- Türkiye İnsan Hakları Vakfı

Giderayak güldürüyorlar

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 15 Ekim 2021

 

Bir insan için de, bir kurum için de, bir siyasi parti için de, hele hele iktidardaki bir siyasi parti için de en arzu edilmeyen durum, gelişmelerin girdabına kapılarak “iradesi hilafına savrulma” halidir. Bunun bir başka biçimi de olup biteni yani gündemi belirleme yeteneğini yitirmek, “proaktif” yani ilk ve önce davranıp tavır almaktan ziyade, başkalarının aldıkları tavra söyledikleri her lafa yanıt vermek yani “reaktif” duruma düşmektir. Bugünün iktidar koalisyonunun manzarasını tam da bu şekilde tarif etmek mümkündür.

Kılıçdaroğlu’nun “Siyasi cinayetler işlenmesinden endişe ediyorum” uyarısına karşı, İçişleri Bakanı’nın “MİT’e sordum, Emniyet’e sordum. Yok öyle bir şey” demesi, buna mukabil geçen 20 yılda yaşanan ve kimilerinde 50-100 canın bir anda yitirildiği siyasi cinayet ve katliamları unutturmaya çalışması da güçlü bir örnek sayılmaz mı? Çok sayıda toplu katliam (Suruç, Ankara, Merasim Sokak, Dolmabahçe, Reina baskını, Atatürk Havalimanı baskını) ve bireysel (Hrant Dink, Tahir Elçi, Gezi Şehitleri, Kumpas süreci şehitleri, Yasin Börü, HDP’li Deniz Poyraz) cinayet sanki bu iktidar döneminde işlenmemiş gibi pişkin pişkin “Recep Tayyip Erdoğan 70’lerin 80’lerin 90’ların siyasi cinayetler devrini kapatmıştır” diyebilmek ve yazabilmek, (olayın muhtevası, yitirilen yüzlerce insan canı olmasını saymazsak) bir kara mizah örneği değil midir?

Bu ülkede 800 bin futbol sahası büyüklüğünde orman alanının cayır cayır yanmasını muhalefetle didişerek izleyen bir Orman Bakanı’nın, kalkıp da “Türkiye, yangınlarına müdahalede dünyanın en iyisi” mealinde konuşması, bir “başyapıt” sayılmaz mı?

Sağlık Bakanı’nın, her gün giderek daha da vahim bir hal aldığı anlaşılan, görülen bir Covid-19 pandemisi tablosuna baka baka hâlâ (aklınca) mizah ürünü tweet’ler atabilmesine ne demeli?

TÜGVA rezaleti ile ilgili belgeleri ilk gün “montaj – düzmece” diye inkâr edip ardından “Kim sızdırmış bunları?” diye atarlanmak, adeta “Kendilerine güldürmek için özel bir çaba”nın ürünü değilse, nedir?

Hepsini alt alta dizip toplamasını aldığınızda, “Eyvah.. Gidiyoruz galiba” diye özetlenebilecek bir ruh halinden söz ediyoruz. Giderayak daha çok katıla katıla (aslında acı acı) güleceğimiz iyice belli oldu.

10 Ekim Dünya Ruh Sağlığı Günü

HASUDER (Halk Sağlığı Uzmanları Derneği) 
Toplum Ruh Sağlığı Çalışma Grubu

Herkese Nitelikli Ruh Sağlığı Hizmeti:
Hep birlikte gerçekleştirelim!

COVID-19 pandemisinin başlamasından bu yana 18 aydan çok zaman geçmiş durumda.
Kimi ülkelerde yaşam  normale dönüyor; diğerlerinde, bulaşma ve hastaneye yatış oranları yüksek kalıyor ve bu da ailelerin ve toplulukların yaşamlarını alt üst ediyor.

  • Pandemi tüm ülkelerde insanların ruh sağlığı üzerinde büyük bir etki yarattı.

Sağlık çalışanları ve işlerini pandemi koşullarında da kesintisiz sürdürmek durumunda kalanlar, öğrenciler, yalnız yaşayan insanlar ve önceden zihinsel sağlık sorunları olanlar dahil olmak üzere kimi kesimler özellikle etkilendiler. Aynı zamanda, 2020 ortalarında gerçekleştirilen bir DSÖ araştırması, pandemi sırasında zihinsel, nörolojik ve madde kullanım bozukluklarına yönelik hizmetlerin önemli ölçüde kesintiye uğradığını açıkça göstermiştir.

Yine de iyimser olmak için kimi nedenler var. Mayıs 2021’deki Dünya Sağlık Asamblesi (AS: Genel Kurulu) sırasında, dünyanın dört bir yanından hükümetler, kaliteli (AS: nitelikli) ruh sağlığı hizmetlerinin her düzeyde yaygınlaştırılması gereğini fark ettiler ve planın güncellenmiş uygulama seçenekleri ve ilerlemeyi ölçmek için göstergeler de dahil olmak üzere, DSÖ’nün Kapsamlı Ruh Sağlığı Eylem Planı 2013-2030’u onayladılar.

Herkes için kaliteli (AS: nitelikli) ruh sağlığı hizmetini gerçeğe dönüştürmek için hükümet önderleri arasında yenilenen bu enerjiden yararlanmanın zamanı geldi.

Dünya Ruh Sağlığı Günü, hükümet önderlerine, sivil toplum kuruluşlarına ve diğer (AS: öbür) pek çok kişiye, bu hedefi desteklemek için attıkları ve atmayı düşündükleri adımlar hakkında konuşma fırsatı sunuyor.

DSÖ’nün bu yıl 10 Ekim için hazırladığı depresyon ve intihar (AS: özekıyım) temalı broşürlere https://www.who.int/campaigns/world-mental-health-day/2021 linkinden (AS: erişkesinden) ulaşabilirsiniz. 

İlişkili yazılar

Aşısız 300 bin öğretmen ya aşı olmalı ya da bu kamusal alandan çekilmelidir

authorÜNAL ÖZMEN
ozmenu@gmail.com

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

İktidar yanlısı öğretmenlerin üyesi olduğu Eğitim Bir Sen, öğretmenlere aşı zorunluluğuna olduğu gibi zorunlu test uygulamasına da karşı çıkıyor. İtirazını da AİHM ve Anayasa Mahkemesinin “İhtiyari olmayan tıbbi bir müdahale olarak zorunlu aşının özel hayata saygı hakkına müdahale teşkil ettiğine dair kararı”na dayandırıyor. Eğitim Bir Sen itirazının, vücut bütünlüğünün korunması gibi tıbbi veya kişilik haklarıyla ilgili olmadığını, aşı karşıtlığının inanç meselesinden kaynaklandığını biliyoruz. Tersi olsa bile hukuktan bulduğu argüman ne kişi hakkını ne de inancını destekler niteliktedir. Çünkü kamu görevlisinin kamusal hizmetini riskli hale getiren eylemi özel hayata dair değildir. Özel hayatına saygı gösterilmesini bekleyen öğretmenden karşısındaki 42 öğrenci ve ailesinin yaşam hakkına saygılı olması beklenir.

Nitekim Eğitim Bakanı, Covid-19 pandemisine karşı okullarda alınması gereken tedbirler ile ilgili yaptığı açıklamada, açıkça çocukları öğretmenlerden korumak gerektiğini söylüyor. “Dünyadaki veriler, çocuklardan yetişkinlere bulaş oranının, yetişkinlerden çocuklara bulaş oranına göre çok daha düşük olduğunu gösteriyor. Dolayısıyla eğitim öğretimi sürdürebilmemiz için öğrencilerimizi korumamız gerekiyor.” diyor bakan. Bu bilgi doğru ve bakan net ifadelerle dile getirdiği bu görüşte ise ondan öğretmenlere aşı zorunluluğu getirmesini beklersiniz, ama değil. Bilime ait bu tespiti konumu gereği sarf ediyor ve bir soluk ardından “Aşı zorunlu değil, süreç gönüllülük esasına göre işliyor.” diyerek kendi görüşünü dile getirme, taraftarlarını yatıştırma ihtiyacı duyuyor.

Aşı karşıtlığının bilimsel gerekçesi olamaz; o nedenle sağa doğru baktıkça bilimden uzaklaşıldığı ve aynı oranda aşı karşıtlarının sayısının arttığı görülür. Bunu eğitim sendikalarında da görmek mümkün: En sağdakini (Eğitim Bir Sen) gördük; onun bir berisindeki Türk Eğitim Sen ise aşı karşıtlığını üstü örtük bir şekilde dile getiriyor. Türk Eğitim Sen Genel Başkanı Talip Geylan, uygulanabilir görmediği PCR test zorunluluğunun “Aşıyı teşvik için getirildiğini” düşünüyor. Öğretmenlerden haftada iki kez istenecek PCR testinin zorunlu tutulmasına karşı olan Eğitim İş “Bilimsel veriler eşliğinde aşıya ikna çalışmaları yapılmalıdır.” görüşünde. Öğretmeni bilimsel veriler kullanarak aşıya ikna edeceksek işimiz var demektir! Net bir fikirle karşılaşmak için biraz daha sola bakmak gerekiyor: Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul “Velilerin çocuklarını okula güven duyarak gönderebilmeleri için tüm eğitim ve bilim emekçilerinin aşılanması gerektiğini” açıkladı. Biraz muğlak olsa da bu ifadeden, öğretmenlerin zorunlu aşıya tabi tutulmaları gerektiği anlamı çıkarılabilir.

İnancından ötürü aşı olmak istemeyenleri sistemin dışına atmak kaydıyla kendi haline terk edelim. Ama PCR testine karşı olan öğretmen çoğunluğunu ne yapabiliriz? Uygulanamazmış! Uygulanamaz diyerek karşı çıkma yerine, uygulanabilir test yöntemlerini savunmak, Sağlık ve Eğitim Bakanlığını buna zorlamak gerekmez mi? Tükürük veya diğer vücut sıvılarıyla yapılan moleküler testler 20 saniyede sonuç veriyor. Birçok ülkede uygulanan bu yöntem neden Türkiye’de de uygulanmasın.

Öğretmenlere aşının zorunlu olmasını savunan Beyaz Saray Sağlık Başdanışmanı Fauci’nin “Okul sezonuna girerken büyük bir dalganın ortasındayız. Durum çok ciddi” tespitinin sadece ABD için geçerli olmadığını, durumun bizim için de oldukça ciddi olduğunu bilmek ve ona göre davranmak zorundayız.

  • Az değil, 300 bin öğretmen aşısız. Kimse başkasını kendi riskine ortak etmemeli, bu öğretmenler ya aşı olmalı ya da bu büyük kamusal alandan çekilmelidir.

En kısa ömürlü yalan: Tüm önlemleri aldık!

Eğitim Bakanı Mahmut Özer “Okullarda alınması gereken tüm önlemleri aldık.” dedikten sonra üç okul müdürünü aradım:

Biri (lise) “Bin 600 öğrencimiz var, bin maskemiz… Sınıf mevcudu ortalaması 42…”

İkincisi (ilkokul) “Ankara Büyükşehir Belediyesinden gelen bir koli temizlik malzemesi var. Henüz Milli Eğitimden birşey gelmedi.”

Üçüncüsü (Ortaokul) “Maske ve hijyen malzemelerini velilere aldıracağım. 140’ı Suriyeli bin öğrencim var, sınıf ortalaması 30. Süreci bir müdür yardımcısı ile yürüteceğim. Okulda hizmetli yok!”
=========================
Dostlar,

Kovit-19 salgını almış başını gidiyor. Günde 300’e yakın “resmi” ölüm!
Denetlenemeyişinde temel etmenlerden bir aşılama yetersizliği, TOPLUM BAĞIŞIKLIĞININ gerekli yüksek düzeye (>%90) erişemeyişi.

İnsan davranışlarına, hak ve özgürlüklerine doğal sınır BAŞKALARINA ZARAR VERMEMEKTİR.

İdeal olanı, ayrıca, davranışlarımızın başkalarına yarar sağlamasıdır.

Kişi özerkliği mutlak değildir ve daha yüksek bir değer için sınırlanır. Ek olarak, insan hak ve özgürlüklerinin kullanımının adaletsizlik doğurmaması da gereklidir.

AİHM’nin, Çekya’dan bir başvuruyu geri çevirdiğini ve Devletin aşıları zorunlu kılabileceğini kararlaştırdığını da belirtelim.

Ayrıca yazıda değinilen Anayasa Mahkemesi kararları 2 bireysel başvuruya dayalı olup takvimli – programlı çocuk aşılarına ilişkindir.  AYM, çocuklarına bu aşıları yaptırmak istemeyen 2 başvurucuyu haklı bulurken, bu aşıları zorunlu kılan yasal düzenleme olmadığına (Çiçek aşısı dışında) dayanmıştır. Oysa salgın koşullarında gerekli aşıyı zorunlu uygulamaya elveren hüküm, 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 72. maddesinde açıkça yer almaktadır. Bu amaçla yeni bir yasal düzenleme gerekmediği gibi, AYM kararı da böylesine çarpıtılamaz.

İnanç, aşıyı red için geçerli gerekçe sayılamaz; ne yani, İslam dini aşı olmayarak başkalarının ölmesine neden olmaya izin mi vermektedir? Böyle din anlayışı olmaz!

Salgın azgın iken aşıdan kaçmak katil / öldürme eylemiyle eşdeğerdir.

Öneri / çözüm                                    :

  • 1593 s. Umumi Hıfzıssıhha Yasası’nın 72. maddesine dayalı bir Cumhurbaşkanı kararı ile zorunlu aşı uygulaması başlatılmalıdır!

Sevgi ve saygı ile. 04 Eylül 2021, Datça

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net          profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

Yahu, siz aklınızı mı yitirdiniz?

Zafer ArapkirliZafer Arapkirli
Cumhuriyet, 20 Ağustos 2021

Türkiye’de, son zamanlarda her kesimden gelen seslere kulak verdiğinizde, insan gerçekten bir rüyada, hatta bir kâbusun tam ortasında hissedebiliyor kendini. Öyle laflar edilebiliyor, öyle fikirler savunulabiliyor ve öylesine “akıl ve mantık sınırlarının dışına” çıkılabiliyor ki hani şu malum (buraya yazamayacağım) küfür ifadesinin “zekice” üretilmiş (masum) karşılığı ağzımızdan dökülüyor:

“Yok artık!..”

Mesela, önüne gelen bu Covid-19 pandemisi ve bununla mücadele konusunda bir şeyler söyleyebilme hakkını kendinde görüyor. Yahu, tıp biliminden, bunun Halk Sağlığı denen dalından, Epidemiyoloji denen yan dalından, tababetten, farmakolojiden, biyolojiden filan söz ediyoruz. Yani, en azından 6 – 8 yıl temel bir eğitim ve pratik sonrasında bile daha “başlangıç seviyesi”nde kabul edilip üzerine en az bir o kadar koyulmadan “yetkin” sayılmayan insanlardan söz ediyoruz. Bunların bile “bir konuşup üç sustuğu” yani son derece temkinli konuşabildiği bir alandan söz ediyoruz. Öyle, önüne gelen “her cahil nagehan”ın fikir yürütebileceği ve fetva verebileceği bir şeyden değil.

Kafayı mı yediniz kardeşim?

Mesela, Afganistan’da yönetimi ele geçiren ve sicili belli, niteliği belli, (kendileri gibi terör örgütleri dışında), tüm dünyanın terör örgütü olarak kabul ettiği bir katil ve caniler sürüsünün “Afgan kardeşlerimiz” diye tanımlanmasından söz ediyorum. Türkiye Cumhuriyeti’nin koskoca yöneticilerinin, (ki aralarından biri Ankara – Çubuk’taki terörist linç çetesine de “Arkadaşlar, mesajınızı verdiniz. Tamam” diye hitap etmişti)“Afganlı kardeşlerimiz” diye hitap etmesinden…

Aklınızı peynir ekmekle mi yediniz?

Mesela, bir yabancı heyetin başkanı ile birlikte yapılan basın toplantısında, konuk liderin Büyük reformcu Mustafa Kemal ATATÜRK dediğinde, ev sahibi devlet katında bu sözlerin “tercüme edilmesinden duyulmuş olabilecek korku”dan söz ediyorum. Bu nasıl bir iğrenç ve aşağılık korkudur?

Siz “kayışı mı” sıyırdınız birader?

Mesela, doğu sınırlarımızda yaşanmakta olan endişe verici bir göç dalgası karşısında, ülkenin sınırlarının “delik deşik olduğuna, yol geçen hanına döndüğüne” dikkat çeken bir grup gencin “Hudut namustur” diye pankart asması üzerine gözaltına alınmalarından söz ediyorum. Bundan daha da absürt ve vahim olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi’nin bu slogana sahip çıkması üzerine “namus” sözcüğünü, ille de “bel altı” ve cinsellik bağlantılı bir kavram olarak algılanması pratiğine sahip çıkan “aklı başında sandığımız” (aklı evvel) sözüm ona aydın kadınlarımızın komik ve absürt tepkisinden söz ediyorum. “Namus” deyince, aynı “Cübbeli’nin anladığı” versiyona yazılanları kastediyorum.

Siz, ne dediğinizin farkında mısınız?

Yandaş, Yalaka, Yalancı, Yılışık, Yardakçı, Besleme 5Y1B medyasından bir köşe yazarının “Ellerinden gelse Erdoğan’sız bir Türkiye hayali kuracaklar” cümlesinden söz ediyorum. Herifin “abdüllük düzeyine”ne bakar mısınız? Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetmediği bir Türkiye hayali kurmayı, adeta “suç” sayacak. Bu derece kendini bilmezlikten, bu derece bir hödüklükten söz ediyorum.

Sizin beyniniz yüreğiniz ilaçlanmış mı?

Bir sporcu genç kadının, cinsel yönelimini “mangal gibi yüreğini” ortaya koyarak kamuoyunun önünde deklare etmiş olması karşısında, ona hakaret eden ve “ahlak” dersi vermeye kalkışan “badeci, sübyancı, ensarcı, pedofil, 4 eşlilik savunucusu” kerkenezlerden söz ediyorum.

Ne yer, ne içersiniz siz?

Mesela, Karadeniz’deki sel felaketinin, neredeyse her tekrarlandığında ortaya bir kez daha çıkan “Dere yatağına yapılaşma” hatasından kaynaklandığını bile bile buna karşı önlem almak yerine “E, biz demiştik yapmayın diye” diyen, ama iki cümle sonra, “Vatandaşın yıkılan evlerinin hızla onarılmasına yardım edeceğiz” diyen sorumsuz yetkililerden söz ediyorum. Yine bu sel felaketi üzerine “IBAN verelim, devlete yardım edin. Başka türlü altından kalkamayız” diyen, ama üç gün önce “Uçaklarımız yangına yetişmiyor Help Turkey” diyenleri neredeyse “ülkeyi güçsüz göstermeye çalışan vatan hainleri” diye karalayan minnacık beyinli kafadan söz ediyorum.

Hangi birini sayayım?

Siz çoğaltabilirsiniz.