Etiket arşivi: nepotizm

ZİHNİYET (İDEOLOJİ) ve İKTİDAR

Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Her siyasal iktidar, o iktidarı oluşturan zihniyet ya da ideolojinin ürünüdür.

Bir toplumdaki çoğunluğun ve o çoğunluğa önderlik edecek olan toplum liderlerinin zihniyeti çağdaşlaşmadan o toplum asla çağdaşlaşamaz.

Sakın hiç unutma; önemli olan liderler ya da kişiler değil, bu lider ya da kişilerin temsil ettikleri ZİHNİYETTİR. Çünkü her lider, iktidar olduğu ve iktidarın büyük gücüne kavuştuğu zaman temsil ettiği zihniyetin ajanı, önderi ve uygulayıcısı olacaktır…

EĞER                        :
– Babadan oğula geçen saltanat zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim MONARŞİ,
– Varlıklı, yüksek eğitimli, sanat ve estetik zevkleri gelişmiş, seçkin ve yüksek kültürlü (hot culture) insanların zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim ARİSTOKRASİ,
– Irkçılık, dincilik ve benzeri ötekileştirme, ayrıştırma ve düşmanlaştırma zihniyeti iktidar olursa, kurulan rejim FAŞİZM,
– Salt dinsel yasaların kabul edildiği bir zihniyet iktidar olursa kurulan rejim TEOKRASİ-ŞERİAT,
Irkçı zihniyet iktidar olursa kurulan rejim KAFATASÇILIK-IRKÇILIK (Rasizm),
– Salt eğitimli ve bilgili (liyakatli) olanların zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim MERİTOKRASİ,
– Dinci (dindar değil, çıkar dinciliği) zihniyet iktidar olursa kurulan rejim DİNSEL FAŞİZM,
– Zengin ve güçlülerin zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim OLİGARŞİ; (AS: Plütokrasi!),
– Toprağa bağlı ağalık, derebeylik zihniyeti iktidar olursa kurulan rejim FEODALİTE,
– Komünist zihniyet iktidar olursa kurulan rejim KOMÜNİZM-ORTAKLAŞACILIK,
– Sermayeci zihniyet iktidar olursa kurulan rejim KAPİTALİZM,
– Hiçbir yasal yetki sınırlaması olmayan ve keyfi olarak tek kişi tarafından yönetilen zihniyet iktidar olursa, kurulan rejim OTOKRASİ-DİKTATÖRLÜK,
– Toplumcu, empatik (duygudaş) zihniyet iktidar olursa kurulan rejim SOSYALİZM,
– Liberal zihniyet iktidar olursa kurulan rejim LİBERALİZM,
– Eş, dost, aile, kandaş, yandaş vb. dar çevredeki kişilerin kollanıp kayırılmasına dayalı siyasal zihniyetin iktidar olması NEPOTİZM,
– Köleci zihniyet iktidar olursa, kurulan rejim KÖLELİK olacaktır.

  • TEMEL EVRENSEL İNSAN HAKLARINA,
  • DİN ve VİCDAN ÖZGÜRLÜĞÜNE,
  • HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜNE,
  • LAİK ve SOSYAL HUKUK DEVLETİNE,
  • IRK, RENK, DİN, MEZHEP… CİNSIYET, SERVET ve STATÜ FARKI GÖZETMEKSİZİN
    TÜM İNSANLARIN YASALAR ÖNÜNDE EŞİTLİĞİ’NE,
  • SOYAL ADALETE YÜREKTEN İNANAN ZİHNİYET SAHİPLERİNİN KURACACAKLARI REJİM,
    OLSA OLSA DEMOKRATİK HUKUK DEVLETİ olur..

SİYASAL İKTİDARLARIN GÖREVİ NE : HALKI TESLİM ALMAK MI, YOKSA HALKI TEMSİL ETMEK Mİ?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

SİYASAL İKTİDARLARIN GÖREVİ NE : 
HALKI TESLİM ALMAK MI, YOKSA HALKI TEMSİL ETMEK Mİ?

Krallığa, şahlığa, sultanlığa, otoriter, totaliter ve diktatoryal siyasal rejimlere dayalı devlet modellerinde, çok küçük istisnalar hariç (ayrıklar dışında), yönetim gücünü elinde bulunduranların final (son) amacı yönettikleri halkların özgür iradelerini (istençlerini) yok saymak, halk üzerinde kayıtsız koşulsuz mutlak egemenlik kurmak, yani halkı elsiz ve dilsiz yapıp TESLİM ALMAKTIR.

Teslim almak, halkın üzerinde sınırsız ve sorumsuz egemenlik kurmak demektir.
Koşulsuz teslimiyet, sorgusuz itaat, sonsuz sadakat, tükenmez kanaat; yaşadığı her sıkıntısını ve yoksulluğunu ilahi kadere (tanrısal yazgıya) bağlayan, bilime, öğrenmeye ve değişime kapalı fatalist (yazgıcı) bir zihniyet )anlayış) bu teslimiyetin ana nedenleridir.

Gerçek demokrasilerde ise halk elli ve dillidir. Yasalar çerçevesinde (önceden izin almadan) toplantı ve gösteriler yapabilir. Özgür basın ve iktidarın güdümünde olmayan aydınlar yoluyla isteklerini özgürce siyasal iktidarlara iletebilir.

Demokratik rejimlerdeki siyasal iktidarlar halka kayıtsız koşulsuz egemen olmak yerine, toplumun ortak iyileri, iç ve dış güvenliği, eğitimi, sağlığı, ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmesi ve toplumsal adaletin sağlanması için halka hizmet ve halkın ortak iradesini TEMSİL ETMEK amacıyla iktidar olurlar.

Yine gerçek demokrasilerde cahil, kaderci, suskun ve itaatkâr (boyun eğen) toplum yerini akıl ve bilim girdileri ile her açıdan aydınlanmış, feodal, cemaatçı yapıyı geride bırakmış, bireyleri özgürleşmiş ve zihniyeti çağdaşlaşmış bir toplum vardır.

Gerçek demokrasilerde halk kendi özgür iradesini despotik yönetimlere asla bırakmaz. Beğenmediği siyasal iktidarı özgür seçimlerle görevden alır. Yerine halkın onayını almış yeni iktidarlar gelir.

Siyasal rejimler açısından, halkı teslim almak ya da halkı temsil etmek iki zıt kutup ve yönetim biçimidir. TESLİM ALMA kutbunda mutlak diktatörlükler, TEMSİL ETME kutbunda da gerçek demokrasiler yer alır.

Sosyolojik olarak, konuyu bitirmeden önce önemli bir olgunun altını daha kalın çizgilerle çizmek gerekiyor:

Göstermelik demokrasi ve güdümlü seçimlerle yönetilen otoriter ve totaliter ülkelerdeki siyasal iktidarlar kendi iktidarlarını ayakta tutabilmek için, çoğunlukla da kurmaca olarak, kendilerine iç ve dış düşmanlar üretirler. Rakiplerini ülkenin iç ve dış düşmanları ile işbirliği yapmakla suçlarlar. Toplumlar bölünür. Siyasal söylemleri saldırgan ve suçlayıcı olur. Toplumlarda çözülmeler ve fay hatları oluşmaya başlar.

Ancak bu tür baskıcı ülkelerde, eğer siyasal iktidarların söylemleri saldırganlıktan savunmacılığa dönmüşse o siyasal iktidarların içten içe çürümeleri başlamış ve iktidarlarını yitirmeleri yakın demektir.

Kıssadan hisse                             :

  • Otoriter ve totaliter siyasal rejimlerden uzak durmak gerekir.
  • Çünkü toplumun, ulusun ve devletin çıkarları ve birliği bunu gerektirir.
  • Ben hep özgür seçimlerden, gerçek demokrasilerden, iktidarı bir servet edinme, eş – dost, akraba ve arkadaş kayırma (Nepotizm) aracı olarak görmeyen, her zaman ve her koşulda halkın hizmetinde olan, yapacağı hizmetleri etkin ve adil olarak dağıtan siyasal iktidarlardan yanayım.
  • Hayallerim ve umutlarım hep bu yönde oldu ve hep bu yönde kalacak…

Kemalistler Ne Yapmalı?

Mustafa Hüsnü Bozkurt kimdir? - Yeni Akit

Dr. MUSTAFA HÜSNÜ BOZKURT
25-26. DÖNEM KONYA MİLLETVEKİLİ

Cumhuriyet, 11 Mayıs 2021

Emperyalizm, 18. yüzyılda Sanayi Devrimiyle başlayan, başta İngiltere olmak üzere kapitalist ülkelerin, ticaret yollarını denetim altına almak, yeni hammadde kaynaklarına ulaşmak, yeni pazarlar edinmek amacıyla mazlum ülkeleri ve ulusları siyasal, ekonomik, kültürel açıdan sömürmelerine verilen isimdir. Faşizm ise emperyalizmin, kapitalizmin, yerli işbirlikçileri de kullanarak uyguladığı kıyıcı diktatörlüktür.

Ülkemizde faşizmin yolunu açan, öncelikle 1950’de başlayan karşıdevrim sürecidir, devamında taşlarını döşeyen 12 Mart 1971 Muhtırası’dır, iktidar olma koşullarını oluşturan da 12 Eylül 1980 Darbesi’dir. 12 Eylül sonrasında dinci hareketler ve faşist eklentileri, darbeci cunta yönetimiyle, arkasındaki emperyalist gücün teşvik ve korumasında örgütlenmiş, güçlenmiştir. 1980’lere dek ancak %3-7 arasında oyu olan dinci hareket, 1994 yerel seçimlerinde %20’ye ulaşmıştır. 2001’de gömlek değiştirmiş, 2002’de ise yeni adıyla ve ABD’nin de desteğiyle, % 34 oyla tek başına iktidara gelmiştir. Sonrasını biliyoruz.

GENETİK KODLAR DEĞİŞTİRİLDİ

İktidarı ele geçiren ve özünde bir tarikatlar koalisyonu olan dinci hareket, liderini cumhurbaşkanı seçtirdikten sonra, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında, rejim değişikliğini ana gündem maddesi yapmıştır. Tesadüfe bakın ki, CIA ajanı Paul Henze de, 2006’da, ABD Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği raporunda “Türkiye’nin ABD çıkarlarına uygun davranmasını istiyorsak başkanlık sistemine geçmesini sağlamalıyız” diyordu. Keza başkanlık sistemini savunurken Cumhurbaşkanı Erdoğan, 2 Ocak 2016’da şu örneği veriyordu: “Üniter devlette başkanlık sistemi yoktur diye bir şey yok. Şu an zaten dünyada bunun örneği var, geçmişten bu yana da var. Yani Hitler Almanyası’na baktığınızda orada da bunu görürsünüz.”

FETÖ’nün 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından, OHAL koşullarında yapılan 16 Nisan 2017 referandumuyla, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilmiştir. Fiilen tek adam düzeninde, rejimimizin, siyaset kurumumuzun, devlet aygıtımızın genetik kodları değiştirilmiştir. TBMM işlevsizleşmiştir. Siyaset, mezhep-etnik köken çıkmazında tıkanmıştır. Siyasal partiler etkisizleşmiştir. Millet hiç olmadığı kadar bölünmüş, kutuplaşmıştır. Laiklik ilkesi ve güçler ayrılığı yok edilmiştir. Devlet, hukuk devleti olma niteliğini yitirmiştir. Bürokraside liyakat, nepotizm çukurunda helak olmuştur. Yolsuzluklar ayyuka çıkmış, yoksulluk kemiğe dayanmış, yasaklar tavan yapmıştır. (AS: AKP, 3 Kasım 2002 seçimi öncesi bu 3 Y le savaşma propagandası yapmıştı..)

EMPERYALİZMDEN BAĞIMSIZ FAŞİZM OLMAZ

Faşizm demokrasiyi, hukuku, seçimleri salt bir iktidar aracı olarak görür. Çünkü haksız, hukuksuz, ahlaksız bir sermaye diktatörlüğüdür. Emperyalizmin olmazsa olmazıdır. Acımasız bir baskı rejimidir. O nedenle faşizme karşı mücadele, öncelikle emperyalizme ve küresel kapitalizme karşı ödünsüz ve kararlı bir duruşla mümkündür. Emperyalizme, kapitalizme, serbest piyasa ekonomisi denilen neo-liberal sömürü düzenine karşı çıkmadan, faşizmle mücadeleden söz etmek laf ebeliğidir.

Bir ülkede faşizmin iktidarı ele geçirmesini, sıradan bir siyasal iktidar değişimi olarak görmek vahim (AS: ürkünç) bir yanılgıdır. Bu yanılgı muhalefeti, küresel emperyalizme karşı mücadele etmeyen, antikapitalist duruştan yoksun, emek-sermaye çelişkisinden ve sınıfsal gerçeklerden kopuk kılar. Yalnızca mevcut iktidar karşıtlığına sıkıştırır. Sonuç alması olanaksız bir sözde demokrasi mücadelesine sürükler. Bugün ülkemizde, iktidara karşı olduğunu söyleyen ama emperyalizme karşı olduğunu söyleyemeyen, kapitalist sömürü düzenine karşı çıkmayan sözde bir muhalefet anlayışı oldukça yaygındır. Tıpkı Atatürkçü olduğunu söyleyip Kemalizm’i reddetme dalaleti (AS: sapkınlığı) gibi.!!..

  • Oysa ülkemizde emperyalizmi, faşizmi yenmenin tek yolu Atatürkçü, Kemalist olmaktan geçer.

Ahmet Taner Kışlalı’nın dediği gibi

  • “Kemalizm geçmişin bekçiliği değil, geleceğin öncülüğüdür.”

Türkiye için olduğu kadar, bölgemiz ve tüm mazlum milletler için de tek gerçekçi çözüm yoludur.

NE YAPMALI?

Hitler’in propaganda bakanı Joseph Goebbels şöyle demiştir:

  • “Eğer hasmımız, ne kadar zayıf olduğumuzu bilebilse bizi herhalde un ufak ederdi.”

Dünyanın her yerinde despotik iktidarlar, ancak güçlü demokratik halk hareketlerinin mücadelesiyle işbaşından uzaklaştırılabilir. Faşist iktidarlar, hiçbir zaman sanıldıkları kadar güçlü, söyledikleri kadar cesur, göründükleri kadar muktedir olmamıştır. Milletler bu despotlara her zaman direnmiş, sonunda da mutlaka yenmiştir.

Demokratik haklarını kullanarak birleşecek, Kemalizmi yol haritası olarak belirleyecek, antiemperyalist ve tam bağımsızlıkçı bir yapı, milletin azim ve kararını harekete geçirerek iktidar olacaktır. Tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye’nin, hukuk devletinin, üretim ekonomisinin, hakça bölüşmenin, bilgi toplumunun, laik ve bilimsel eğitimin yaşamaa geçmesi, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, Kemalist kadroların güçbirliğiyle mümkündür.

ÇAĞDAŞ BİR LİDERİN TEMEL NİTEKLİKLERİ NELERDİR?

ÇAĞDAŞ BİR LİDERİN TEMEL NİTEKLİKLERİ NELERDİR?

Prof. Dr. Halil Çivi / İMZA...Prof. Dr. Halil Çivi
İnönü Üniv. İİBF Eski Dekanı

Vatandaş soruyor; “Hocam, çağdaş bir liderin asla vazgeçilemez temel niteliklerini, halkın anlayabileceği biçimde, kısaca sayabilir misiniz?”

Denemeye çalışayım :

1- Çağdaş bir lider akıl, bilim ve teknoloji ile et ve tırnak gibi olmalı, akla ve bilime aykırı hiçbir tutum ve davranış içinde olmamalıdır. Bu konudaki bilgi birikimini sürekli geliştirmeye ve derinleştirmeye çalışmalıdır. Çünkü liderlik dinamik (AS: devingen) bir süreçtir ve liderin kendi bilimsel bilgi kapasitesini sürekli artırması gerekir.

2- Çağdaş bir lider hukuk ve adaletle et ve tırnak gibi olmalıdır. Hukuk ve adalet ilkelerini içtenlikle benimsemelidir. Hukuk ve anayasa sınırları dışına asla taşmamalıdır. Kamu görevlerinin tümünü hukuk, adalet ve liyakat ilkelerinden şaşmadan dağıtmalıdır. Verdiği hiçbir buyruk, aldığı hiçbir karar hukuka, adalete asla aykırı olmamalıdır.

3- Çağdaş bir lider ahlak ve vicdanla et ve tırnak gibi olmalıdır. Kamu yönetimi ile ilgili tüm tutum ve davranışlarında ahlak ve vicdandan asla ayrılmamalıdır. (AS: 5176 s. Kamu Görevlileri Etik Kurulu… Yasası)

4 – Çağdaş bir lider insan ve toplum sevgisi ile et ve tırnak gibi olmalıdır. Din, mezhep, ırk, soy, renk, cinsiyet…ve benzeri ayrımcılığa asla sapmamalıdır. Anayasal eşit yurttaşlık esastır. (AS: yurttaşların eşitliği!)

5 – Çağdaş bir lider mutlaka ve mutlaka en geniş katılımlı ortak aklı kullanmalı ve toplumun ortak temel gereksinimlerini ilk sıralara almalıdır. Eş, dost, aile, ahbap ve arkadaş kayırmacılığından (Nepotizmden) kaçınmalıdır.

6- Çağdaş bir lider topluma her zaman doğruları ve gerçekleri söylemelidir. Toplumu asla yalan ve yanlış bilgilerle aldatmamalıdır. Halkın kandırılması er geç ortaya çıkar ve bunu yapanları büyük itibar kaybına (AS: saygınlık yitiğine) uğratır.

7- Çağdaş bir liderin özü ile sözü bir olmalıdır. Aile yaşamı, çevresi ve gündelik davranışları ile söyledikleri arasında çelişki olamamalıdır. Çünkü çağdaş lider her konuda toplumun rol modeli konumundadır.

8- Çağdaş bir liderin eğitimi, kültürü, bilgi ve deneyim birikimi, insan, toplum ve devlet yönetme kapasitesi, çağın gerekleri ve anlayışına uygun olmalıdır. Toplumu ve devleti kendi kişisel tutku, hırs ve serüven arayışlarına kurban etmemelidir. Yönetme erki. İnsana ve topluma refah (AS: gönenç) ve kamu hizmeti üretmeye odaklamalıdır…
****

Peki hocam böylesi bulunabilir mi diye soranlara şunu söylemek gerek :

Evet sürekli doğruların, gerçeklerin, hukukun, adaletin, aklın, bilimin, ahlakın ve vicdanın gereklerine göre karar verebilen toplumlar aradıkları yönetim biçimini er ya da geç mutlaka bulurlar. Çünkü her toplum kendi ürettiği ve yaraşır olduğu yönetim biçimi ile yönetilir. Eğer varolanı beğenmiyorsan önce kendi tutum ve davranışını gözden geçir ve kendini değiştir. Sen değişmeden yönetimin değişmeyeceğini asla unutma.

HER TOPLUM KENDİ ALIN YAZISINI KENDİSİ YAZAR.
UNUTMA, SENİN KARARIN ve DAVRANIŞIN DEĞİŞMEDEN SİYASAL ALIN YAZIN (toplumsal kaderin) ASLA DEĞİŞMEZ!

ORTA GELİR TUZAĞI NEDİR? NELER YANLIŞ YAPILDI?

ORTA GELİR TUZAĞI NEDİR?
NELER YANLIŞ YAPILDI?

Prof. Dr. Halil ÇİVİ
İnönü Üniv. İİBF Önceki Dekanlarından

(AS: Yazının sonunda hocamızın bir de şiiri var!)

Orta gelir tuzağı, önce hızlı bir büyüme sürecine giren ülke ekonomisinin daha önce yakalamış olduğu büyüme dinamiklerini, çeşitli nedenlerle, giderek yitirmesidir. Daha sonra da, ekonominin mevcut büyüme dinamiklerinin giderek yavaşlaması, sonra da kaybolmaya yüz tutması, mevcut ekonomi çarklarının patinaja geçmesi ve işlerin tersine gitmeye başlamasıdır.

İktisatçıların yapmış oldukları saptamalara göre önce orta gelir tuzağı başlar. Sonra da giderek ulusal gelir ve kişi başına gelir değerlerinde küçülmeler; ulusal gelir yapısında ve dağılımda da bozulma sürecine girilir.

Peki orta gelir tuzağına yakalanmak bir zorunluk mudur? Hayır, böyle bir zorunluk yoktur. Orta gelir tuzağı, bilerek ya da bilmeyerek, ülke yöneticilerinin yapmış oldukları bir dizi ekonomik, hukuksal, siyasal ve sosyal yanlışların birikimli sonucu olarak kendini gösterir. Aynı yanlışlar yapılmaya devam edildikçe bozulmalar daha da hızlanır.

Bu bozulmanın başlıca temel ve tetikleyici etmenleri olarak şunlar söylenebilir.

1_ Piyasanın rekabetçi dinamik kurallarına uygun olarak, rekabetçi bir ekonomik yapı ile ulusal ve uluslararası ölçekte yaşayabilen bir özel sektör kurmak yerine; devlet destekli ve sırtını siyasal iktidarlara ve devlet fonlarına dayamış, rantçı bir özel sektörün ortaya çıkması.

2_Bankacılık başta olmak üzere, iç ve dış finansal kaynakların, yine devlet ya da siyasal iktidarlar eliyle, çok büyük bir payının, piyasada rekabetçi olamamış iktidar yanlısı verimsiz işletmenlere aktarılması.

3- Ülkenin ve toplumun geleceği hakkındaki duyarsızlıklar. Başta enerji sektörü olmak üzere, ülkedeki yeraltı ve yer üstü doğal kaynak rezervlerinin aşırı kullanılması, büyük çevre kirlenmeleri, tarım alanlarının, su kaynaklarının, ormanların ve toprağın, tarımsal arazinin amaç dışı ya da hor kullanılması.

4_ Hukuk, adalet, liyakat ve ahlak sisteminin yozlaşması. Siyasal iktidarlara mensubiyet ve yaķınlığın her alanda bir avantaja dönüşmesi. Nepotizm, yani yetenek ve liyakat gözetilmeksizin, aile, akraba, eş, dost ve yandaş kayırma konusunda ortaya çıkan toplumsal kanaat.

5_ Ülkenin giderek ekonomi ve teknoloji yapısının rekabetçi, üretken ve yüksek verimli bir düzeye ulaşamaması. Montaja yani ithal ikamesine dayalı, dışa bağımlı, yeterli döviz kazancı sağlayamayan, fakat döviz savurganlığına ve ithalatı özendiren, istihdam yaratmayan, sürekli olarak işsizliği artıran bir ekonomik yapı.

6- Toplumun tümünün enerjisini birleştirip sinerji etkisi oluşturmak; ülke içinde, kardeşçe, adil, bütüncül, kucaklayıcı hakkaniyete dayalı bir siyaset anlayışı yerine; kavgacı, ötekileştirici, dışlayıcı, hatta yer yer cezalandırıcı RÖVANŞİST görünümlü bir siyaset ve yönetim biçimi.

7_ Yabancı sermaye ve dış borçlanma ile ilgili hatalı politikalar. Ülkenin uluslarası sermaye ve risk priminin aşırı yüksek olmasına bağlı olarak, üretken fiziksel yabancı yatırımların ürkekliği. Dış borçlanma maliyetinin olağandan fazla olması. Bu iki etmene bağlı olarak, ülkeden dışarıyla aktarılan kâr ve faiz transferlerinin yabancı sermayenin ülkeye yapmış olduğu reel ekonomik katkıdan daha yüksek olması.

8- Eğitim sisteminin yaz-boz tahtasına dönmesi. Yükseköğretim kurumları da dahil, ülkedeki eğitim ve öğretim politikalarının ekonomik ve toplumsal refah (AS: gönenç) düzeyini daha yukarılara çekmek yerine, giderek ideolojik amaçlar ya da hedeflere göre düzenlenir olmaya başlaması…

Eğer Türkiye‘nin toplam Ulusal Geliri yaklaşık 980 Milyar Dolardan 760 Milyar Dolara, kişi başına Ulusal Geliri de yine yaklaşık 10.000 Dolardan 7500 dolara gerilemişse, yani topyekun yılda 2500 dolar (20.000 TL), yoksullaşmıs isek (AS: yoksullaşTIRILMIŞ isek), gelir dağılımı bozulmuş, inşaat ve ithalat sektörü dışında, başta tarım sektörü olmak üzere, öbür tüm sektörler çok ümitvar görünmüyorsa; ekonomi ve ekonomi politikaları üzerinde iyice kafa yormak gerekir.
================
Sayın hocamız Prof. Çivi, bir de şiir eklemiş sağolsun…..

YUH BORUSU ÇALMAK GEREK.

Cehalet karanlığına,
Güneş gibi doğmak gerek.
Toplumun gidiş yolunu,
Aydınlığa boğmak gerek.
X x x
Döşeyip bilim taşını,
Çoğaltıp halkın aşını,
Mağrurların dik başını,
Akıl ile eğmek gerek.
X x x
Halkını küçük göreni,
Düşmanca gönül kıranı,
Birliğe balta vuranı,
Gönüllerden kovmak gerek.
X x x
Irkı, cinsi ayıranın,
Zorbaları kayıranın,
Çeteleri doyuranın,
Zekåsına gülmek gerek.
X x x
Din ayırıp can yakanı,
Hemcinsine hor bakanı,
Adalete kör bakanı,
Adalete vermek gerek .
X x x
Milletini sevmeyene,
Düşmanlığı kovmayana,
Haram aşa doymayana,
Yuh borusu çalmak gerek.
X x x
Gerçek diyerek yalanı,
Meşru gösterip talanı,
Devlet malını çalanı,
Defterlerden silmek gerek.
X x x
Vicdanları kuruyanın,
Gözünü kin bürüyenin,
Mal hırsıyla eriyenin,
Servetine bakmak gerek.
X x x
Temiz, duru akmayanı,
Hukuk, yasa takmayası,
Şer işlerden bıkmayanı,
Hapislere tıkmak gerek.
X x x
Halil Çivi işin özü,
Esirgeme hakça sözü,
Açılsın milletin gözü,
Gerçekleri bilmek gerek.
X x x

Prof. Dr. Halil Çivi.

20 Aralık / 2020/ Çiğli İZMİR.

 

Sağlık Bakanı’nın aşı açıklamaları: Doğru ne, yanlış ne?

ÇAĞHAN KIZIL 

Sağlık Bakanı’nın aşı açıklamaları:
Doğru ne, yanlış ne?

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Açıklamalarında genel bir bilgi eksikliği kendini belli ediyor. Bu söylemlerinden bazılarına aşağıdaki gibi yanıtlar verme mümkün.

Bakan: “Türkiye bu kadar zavallı mı? Sonuçlarını bilmediğimiz aşıyı 83 milyona yapacağımızı mı düşünüyorsunuz?”

Sonuçları bilinmeyen herhangi bir aşı zaten hiçbir kişiye yapılmamalı. Sadece klinik çalışmalar kapsamında bir aşılamaya gidilebilir, bu da bilimsel çalışma olarak adlandırılır ve etik ilkeler çerçevesinde, sonuçları bilimsel kamuoyuyla paylaşılır. Ancak Türkiye’nin Sinovac aşısından 50 milyon doz almış olması ve başka bir aşı şirketi ile anlaşma yapamamış olması, sonuçlardan bağımsız olarak bu aşının uygulanacağı korkusunu beraberinde getirdi. Bu korku yersiz değil çünkü etkisi olmayan hidroksiklorokin hala kullanılıyor.

  • Bakan Yardımcısı Birinci’nin yazarı olduğu bir makalede, etik izin olmadan, içeriği belli olmayan bir maddenin COVID hastaları üzerinde kullanıldığı biliniyor ve bilimsel kriterlere (AS: ölçütlere) bakılmaksızın uygulamaların yaşama geçirildiğini görüyoruz.

Bu nedenle sicili pek temiz olmayan pandemi yönetiminin daha inandırıcı ve güven verici söylemler geliştirmesi gerekiyor.

Bakan: “BioNTech faz 3 sonuçlarını tamamladı mı? Değil, ne yaptı? Erken sonuçları açıkladı”

BioNTech-Pfizer, Faz 3 çalışmasını tamamladı. Bu tamamlanan sonuçlar ışığında Birleşik Krallık’ta yaygın kullanım onayı aldı ve insanlar bugün itibarıyla (itibarıyla; gereksiz sözcük) aşılanmaya başladılar. Amerikan FDA’sı da bu aşının etkililiği raporunu açıkladı. Hafta içinde onay alması bekleniyor. Yani evet, faz 3 çalışmaları sonuçları biliniyor.

Bakan: “İnaktif aşılar en pahalı aşılardır. Bu aşılar geleneksel ve doğal aşılardır.”

İnaktif aşı üretiminde kimyasallar kullanılır, dolayısıyla doğal değildir. Bakan bu aşılamayı variolasyon ile karıştırmış görünüyor. Ayrıca en masraflı aşı ise neden diğer şirketlerle anlaşma yapılmadı? (AS: İnaktif olmayan aşı üretiminde de kimyasallar / adjuvan, koruyucu.. kullanılır.)

Bakan, inaktif virüs aşısı ile diğerlerini karşılaştırırken diğerleri daha ucuz ve sentetik diyor. Ancak mRNA aşılarının etkisinin %95 oranında olması oldukça başarılı ve inaktif aşılar bu orana ulaşamadılar. Yani daha etkili ve daha ucuz bir aşı varken pahalı olan tercih edilmiş gibi bir söylem yaratılıp, bunun bir tercih olduğu ortaya konuyor. Aksine, anlaşma yapılamaması ve diğer aşılardan alınamaması gibi bir durum var.

Bakan: “2021 Nisan’ından sonra benim aşım devreye girecek”
Herhangi bir faz çalışması sonucu henüz yayımlanmamış bir aşıdan bahsederken, salgın başından beri bakanlıkça verilen umutlu sözlerin neredeyse hiçbirinin gerçekleşmemiş olduğunu hatırlatmakta fayda var.
Bakan: “Yalnız AstraZeneca için değil, BioNTech için de söylüyorum. Bunlar mRNA aşısı, yani genetik yollarla elde edilen aşılar”
AstraZeneca aşısı mRNA aşısı değil, vektör aşısıdır. Genetik yollar kötü bir ima ile kullanılmış ancak birçok aşı rekombinant gen teknolojisi ve moleküler biyoloji metotları kullanılarak yapılır. Çin’deki aşı da dahil. Yani bu argüman bir anlam ifade etmiyor. Bakan ayrıca AstraZeneca ve BionTech aşılarının uzun vadeli etkilerini bilmediklerini söylüyor. Hiçbir aşının uzun vadeli etkileri bilinmiyor. Ama nötralize (AS: buraya “edici” sözcüğü eklenmeli) antikor üretimini sağlama kapasitelerine bakıldığında AstraZeneca ve BioNTech aşıları oldukça başarılı. Zayıflatılmış aşılarda nötralize eden antikor oranı daha düşük. Uzun vadeli koruma için bu tip antikorlar gerekiyor.
Faz 3 çalışması açıklanan ve bilim insanlarınca güvenliği kabul edilmiş her aşı kullanılabilir.
======================================
Dostlar,
Gen ve Moleküler Biyoloji uzmanı Sn. Doç. Dr. Çağhan KIZIL’a, bu başarılı yazısı için içtenlikle teşekkür ediyoruz…

Ne yazık ki, Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı da olan, yaklaşık 30 yıllık hekim Sağlık Bakanı Dr. F. Koca‘nın konuşmalarında ciddi bilgi açıklarını ve yanlışlarını izliyoruz sıklıkla.Bakan Koca’nın, örneğin Filyasyon‘un bile ne olduğunu doğru dürüst bilmediğini / yanlış bildiğini daha önceki konuşmalarımızda biz de dile getirmiştik.

Çok talihsiz bir tablo.. Oysa Bilim Kurulu orada, bir yığın danışman  – uzman Bakanlıkta

Profesör Bakan yardımcıları var, Halk Sağlığı Genel Müdürü bir Halk Sağlığı Doçenti…
Öter yandan, Bakan Yardımcısı Dr. Şuayip Birinci pratisyen hekim olduğundan, insanlarda ilaç çalışmalarına yasal olarak katılamaz! Bu suçtur ve hem yasal hem de yönetsel soruşturma yapılarak görevden alınması gerekir!
AKP iktidarının nepotizm hastalığı (yandaş tutsaklığı – kayırmacılığı) devlet yönetimini kemirmekte.
Ahbap – çavuş kapitalizmi (crony capitalism) de ekonomiyi oymakta. TCMB, 97 yıllık Cumhuriyet tarihimizde ilk kez negatif rezervli!

Sevgi, saygı ve KAYGI ile. 19 Aralık 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Cumhuriyet Gazetesi’ne demecimiz – 16 Kasım 2020

Cumhuriyet Gazetesi’ne demecimiz..

Dostlar,

Demecimize 1. sayfada bir bölüm giriş ve arka sayfada devamı verilmiş.
pdf dosyaları aşağıda..

Cumhuriyet’e_demec1_16.11.20

İSTANBUL TIKANIYOR..

Cumhuriyet’e_demec2_16.11.20

SALGIN TEPE  NOKTADA!

Gazete‘ye yolladığımız tam metin ise aşağıda..
****

İstanbul’da yoğun bakımda alarm zilleri çalıyor : İstanbul tıkanmak üzere

  • Prof. Dr. Ahmet Saltık :
  • Hasta seçme durumunda kalınabilir. Acil 14 günlük kapama yapılmalı’

‘Aşı ile ilgili dünyanın haberinin olmadığı bir sürpriz var. Aşı yeterince üretilse de eksi 70-80 santigrat derecede soğuk zincirle ulaştırılmalı. Dünyanın hiçbir yerinde böyle yaygın bir donanım yok. Bu şu an büyük sorun’

SİBEL BAHÇETEPE

Ülkemizde koronavirüs salgını 8. ayını geride bırakırken, özellikle İstanbul’da sıkıntı giderek artıyor. Vaka sayısı “resmen” (!) günlük 3 bine yaklaşırken; sahadan gelen bilgilere göre, koronalı hastalar için hastane hastane dolaşıp yatak aranıyor, hatta özel hastanelerde bile yatışlar için sıra olduğu belirtiliyor. Yoğun bakımlar adeta alarm veriyor. Ankara Üniversitesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı Öğretim Üyesi (E) Prof. Dr. Ahmet Saltık, İstanbul başta olmak üzere büyük kentlerde 14 günlük kapatma yapılması gerektiğini belirterek “İstanbul’daki salgın durumu nisan ayındaki tepe değerlerine yaklaşmış hatta aşmış durumda denebilir. Doktorlar yoğun bakıma alacakları hastaları seçmek durumunda kalabilir, bu çok acı” dedi.

  • Birleşmiş Milletler’e de çağrı yapan Saltık,

    tüm dünyada eş zamanlı 14 günlük kapatama yapılmasını

    bunun bir küresel dayanışma örneği olacağını söyledi.

Prof. Saltık, gazetemize yaptığı açıklamada, İstanbul’daki salgın durumunun Nisan ayındaki tepe değerlerine yaklaştığını hatta aştığını söyledi. Saltık “Birçok kaynaktan ve hastanelerden arkadaşlarımızdan gelen bilgiler bu yönde. Yoğun bakım yatağı bulmak son derece güç, cankurtaranlar saatlerce gelemiyor, merkezi yönlendirme ile hangi hastanede boş yatak varsa (?) oraya götürüyor cankurtaranlar. Ama yönlendirildikleri hastanelerde de rahatlık yok, tıkanmak üzere İstanbul’daki durum” uyarısında bulundu. Hangi ilde, hangi ilçede ne denli hasta olduğu, artış hızı, ölümler.. gibi epidemiyolojik verilerin bilinmesi ve buna göre önlemler alınması gerektiğini vurgulayan Saltık, “Sahadan gözlemlerimiz, meslektaşlarımızdan gelen bilgilere göre yoğun bakımlar doldu, hastalar sedyelerde bekletiliyor deniyor. Sağlık Bakanı 14 gün kapatma çağrısının yanlış olduğunu düşünüyorsa bilimsel gerçeklerle açıklamalı. İstanbul’dan başlayarak, epidemiyolojik verilerle uyumlu bicide 14 günlük kapatma yapılmalı” dedi.

‘Yoğun bakım hastaları seçilebilir’!

Hastanelerde doktorların “hasta seçme” durumuna düşebileceğini söyleyen Prof. Saltık, “Meslektaşlarımız neredeyse artık yoğun bakıma hasta seçmek durumda kalacaklar. ‘Bu hastayı mı, şu hastayı mı yoğun bakıma alalım?’ .. Bu çok ağır bir sorumluluk. Yoğun bakıma veremediğiniz hasta ölecek, böylesine ağır ve kritik, insan yaşamıyla ilgili kararlar vermeye siyasal iktidar bizi, kötü yönetimi ile zorluyor. Salgın yönetiminde gerek Türkiye genelinde gerek İstanbul’da geldiğimiz bu tıkanmanın temel sorumlusu siyasal iktidarın akıl ve bilim dışı kötü yönetimidir veya yönetimsizliğidir” diye konuştu. Saltık, şöyle devam etti:

“Türkiye, PCR testi pozitif insanların tümünü DSÖ’ye bildirmeyip neredeyse onda birini, yirmide birini bildiriyor. Dünya alem herhalde kör ve sersem değil. Uyarılar da gelmeye başladı. 9 aydır aşağı yukarı hükümet benzer yöntemleri izliyor ve Türkiye salgınla başedemiyor. Bu yöntemlerde eksiklik ve hatalar olduğunu artık kabul etmek gerekir, değiştirmek gerekir.

Ne yapılabilir?

Öncelikle bilimsel danışma kurulu ne kararlar alıyor, bunları iktidarın kamuoyu ile paylaşması gerekir. Sonra neden o kararları uygulamadığını gerçekleri ile paylaşması gerekir. Salgınla ilgili verileri DSÖ’nün kurallarına uygun biçimde PCR (+) çıkanların tümünü, negatif çıksa da klinik olarak tanı konan olguların tümünü kamuoyuna ve DSÖ’ye bildirmelidir.

  • Pek çok ülkede, Türkiye içinde olmak üzere ekonomik kaygılar ve sermayenin kârı öne çıkarılarak, masum insanların önlenebilecekken ölümleri önlenmiyor.
  • Ülkemizde salgınla başetmenin öndeki temel 3 engelden biri, talan edilen ekonomi nedeniyle salgına yeterli finansal kaynağı ayır(a)mamak geliyor.”

Ek Sağlıkçı ataması yapılmalı

Sağlık çalışanları sayısının yetersizliğine de dikkat çeken Prof. Saltık “En az yüz bin yeni sağlık çalışanı alınması gerekir diye aylardır uyarıyoruz.. Varolan sağlık personeli yetersiz, OECD’nin dibindeyiz” dedi.

Salgınla ilgili başarısızlığın bir başka nedeninin ise liyakat olduğunu anımsatan Saltık, Sağlık Bakanlığının liyakata dayalı kadrolarla değil ahpap çavuş ilişkisiyle, yandaşlarla yönetildiğini (nepotizm) anlattı.

“Salgından çok, Türkiye’deki kötü siyasal yönetim masum insanların ölümünün temel sorumlusu“

diyen Saltık, “11 Mayısta AVM’ler açılmıştı, Temmuz gelince yükselmeler başladı. ‘Böyle giderse Eylül – Ekimde Türkiye 14 gün kapama ile karşı karşıya kalabilir, buna hazırlıklı olun.’ demiştik. Şimdi o günlere geldik ne yazık ki.

  • Özellikle İstanbul’da ve büyük kentlerde en az 2 haftalık bir tam kapatma gerekiyor.

Bunun için de ciddi finansal kaynak ayırmalısınız. Ne yazık ki Türkiye iflasın eşiğinde ve AKP para bulamıyor.

  • İktidar, salgın yönetiminde ‘mış’ gibi yapıyor, oyalanıyor ve halkı oyalıyor” değerlendirmesini yaptı.

Maskeden yakında kurtulacağız söylemi yanlış

Sağlık Bakanı Koca’nın ‘aşı yakındır ve yakında maskeden kurtulacağız’ yönündeki söylemlerini de eleştiren Prof. Saltık, özetle şunları kaydetti:

“Bu söylemler halkın desteğini zayıflatır ve bu olmadan salgında başarılı olamazsınız. Maskeden kurtulacağız söylemi son derece yanlış. DSÖ ‘henüz elde aşı yok’ diyor ama çalışmalar hızla ilerliyor. Bu yılın sonlarına doğru belki sınırlı bir dağıtım olabilir. 2021’in ilkbaharı, yaza doğru bir aşı elde edebiliriz ancak bununla da bitmiyor. Ciddi bir üretim yetersizliği sorunu var. Türkiye 90 milyon, 45 milyona aşı yapacaksınız diyelim; bu denli aşıya erişmek olanaklı değil. Ayrıca Türkiye hangi ön anlaşmayı yapmış, bunları bilmiyoruz, İktidar açıklasın. 2 doz gerekli, 90 milyon doz yapar, 1 doz = 15 Dolardan 1,35 milyar Dolar! Bunca kaynak yok!

Ayrıca aşı ile ilgili dünyanın haberinin olmadığı bir tatsız sürpriz de var:

En yakın gibi gözüken aşı eksi 70-80 derecede saklanmak zorunda. Dünyanın hiçbir yerinde böyle bir donanım yok. Bu da ciddi bir kaynak ve zaman gerektiriyor.. üretildiği laboratuvardan çıkarken daha eksi 70- 80 derecede soğuk donanımla taşınacak ve kişinin koluna erişene dek bu soğuk zincir korunacak. Bunun hazırlığı yok, ciddi gider ve zaman gerek.

Daha bir yıl yaklaşık, iyimser söylüyoruz, çok sıkıntımız var.

Bu dönemde hem maske hem fiziksel korunma uzaklığı hem de genel hijyen önlemlerini daha da özenle sürdürmeliyiz.

Temaslılarda belirti yoksa test yapılmayacağı açıklandı. Bu kararın bilimsel dayanağı yok.

Hükümet salgınla mücadele ediyormuş gibi yapıyor.

AKP iktidarı, gerçek anlamda salgın politikası yürütemediği için, bu oyalanmalarla zaman kazanmaya çalışıyor. İlaç / aşı geliştirilmesini bekliyor.

24 Ekim’de BM’nin 75. yılında yaptığım konuşmalarda şunları vurguladım :

  • Yalnız Türkiye için değil, uluslararası toplum için tüm dünyada eşzamanlı 14 gün küresel kapatma çağrısı yapıyoruz.

Bu bir uluslararası dayanışmadır ve insanlığa çok şey kazandıracaktır. BM düzleminde konunun mutlaka ve ivedilikle ele alınması gerek.” (15.11.2020)
*****
Cumhuriyet’e ve değerli muhabiri Sn. Sibel Bahçetepe’ye teşekkür ederken,
bu gün  açıklanan Cumhuriyet Gazetesi’ne 28 gün reklam yasağı cezasını kınıyoruz. Asla adil değil, hukuka uygun değil; buram buram siyasal hınç – intikam – çökerteme saldırısı kokuyor.
Bunlar 21. yy’da Türkiye’ye yakışmıyor ama siyasal islamcı AKP kendine yakıştırıyor.
Bu Gazete neler gördü, geçirdi.. Asırlık çınardır.. Sel gidecek kum kalacaktır, unutulmasın.

Gazetemiz Cumhuriyet’i destekleyelim günde birkaç tane alıp dağıtalım..

Sevgi ve saygı ile. 16 Kasım 2020, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik

 

 

 

TÜRK HUKUK KURUMU Basın Açıklaması

turk_hukuk_kurumu

TÜRK HUKUK KURUMU

Association des Juristes Turcs.

Turkish Law Association.
Der Verein des Turkischen Rechts
 
KAMUOYUNA DUYURU

Eğer, bir ülkede Yasama’nın denetim yolları tıkanmış,
etkisiz ve güçsüz kılınmışsa;
Yürütme’de saydamlığa yer verilmemişse;
Yargı’nın bağımsızlığı ve yansızlığı yok edilmiş ve medya,
sahiplerinin ekonomik çıkarlarının sözcüsü haline getirilmiş,
siyasal iktidarın yandaşı olarak işlevinden uzaklaştırılmışsa;
eş, dost, akraba, yandaş ve partili kayırarak zengin etme yolu olan nepotizm iktidar politikası yapılmışsa; bu uygun ortamda yolsuzluklar kaçınılmaz olur.

Eğer, o ülkede, erkler ayrılığına uyulmaz, güç tek adamın elinde toplanır özellikle Yargı Yürütme’nin etkisine terk edilir,
Sayıştay ve teftiş kurullarının yetkileri kısıtlanır ve
toplumun bilgilenme ve tepki gösterme hakkı zedelenirse,
yolsuzluklarla mücadele etme olanağı da yoktur.

Ülkemiz, 17 Aralık’tan bu yana büyük yolsuzluk iddiaları ve
Yargının soruşturma çabalarına iktidarın direnmesi örnekleriyle
karşı karşıyadır. Siyaset, ticaret ve bürokrasi üçgeninin yolsuzluklar konusunda ulaştığı zirvenin, Cumhuriyet tarihinde bir benzeri yoktur.
Rüşvet ve rüşvete aracı olmak, ihaleye fesat karıştırma ve karapara aklama suçlarının şüphelileri, bir kısım Bakanlar, yakınları, bürokratlar ve ticaret adamlarıdır. Soruşturmanın sağlıklı yapılması halinde nereye ve kimlere değeceği belirsizdir. Siyasal iktidarın soruşturmanın başlangıcından itibaren sergilediği tutum ve davranış ise hayal ve umut kırıcı olduğu gibi, son dönemlerdeki soruşturma ve kovuşturmaların
şaibeli haline haklılık kazandırmaktadır.
Özellikle;

I‐ Soruşturma evresindeki usul işlemlerinin gizliliği ve
masumiyet ilkeleri ihlal edilmiştir.

II‐ Oğlu rüşvete aracı olmakla suçlanan İçişleri Bakanı’nın verdiği talimatla
soruşturmaya yardımcı olan adli kolluk görevlilerinin yerlerinin
değiştirilmesi yargıya açık bir müdahaledir.

III‐ Soruşturmanın başlamasından sonra Adli Kolluk Yönetmeliği’nin
değiştirilmesi, Anayasanın 2 nci, 9 ncu ve 138 nci maddeleri bir yana,
CMK’nun 157 nci, 160 ncı, 161 nci, 164 ncü ve 167 nci maddelerine
kesinlikle aykırıdır.

IV‐ Başka bir yolsuzluk soruşturmasına, kendisine verilen yetkiyle başlayan
Cumhuriyet Savcısının talimatlarının ve talep ederek aldığı hakim
kararlarının, Başsavcılıkla ilişkileri bahane edilerek kolluk tarafından
yerine getirilmemesi olayın ürkünçlüğünü daha da artırmaktadır.

Kolluk, bu gücünü ve yargının üstüne çıkma cüretini siyasal iktidardan almaktadır. Anayasanın ve CMK’nun 157 nci, 161 nci, 164 ncü maddeleri ve 3201 sayılı Emniyet Teşkilatı Kanunu’nun 12 nci maddesinin üzerine çıkan
bu sonuçla artık Türkiye “Hukuk Devleti” bir yana;
“Kanun Devleti” de değil sadece bir “Polis Devleti” dir.

Yargıya olması gereken ve sarsılan güven ve inancın yeniden sağlanması için
yargının herhangi bir hesaplaşmaya konu ve araç edilmemesi önkoşuldur.

Türk milleti, yolsuzluklarla birlikte yaşamaya layık ve mahkûm değildir.

Devletin çatırdayan temelini kurtaracak, yeniden hukuk devletini ve
yargının bağımsızlığını sağlayacak olan, milletimizin vereceği karardır.

Kamuoyunun bilgisine saygıyla sunarız. 28.12.2013

Türk Hukuk Kurumu Yönetim Kurulu adına
Başkan
Sabih Kanadoğlu