Etiket arşivi: karantina

Salgında YAZ DALGASI.. Cumhuriyet TV’ye video demecimiz..

Prof. Dr. Ahmet Saltık, Cumhuriyet‘e konuştu: Kurban Bayramı için çağrı yapılmalı

Türkiye’de 20-26 Haziran haftasında 26 bin 635 kişinin koronavirüs testi pozitif çıktı, 17 kişi yaşamını yitirdi.

Prof. Dr. Ahmet Saltık, artan vaka sayıları ve esnetilen önlemlerle ilgili olarak Cumhuriyet TV‘de konuştu.

04 Temmuz 2022 Pazartesi, 19:00

 

Sağlık Bakanlığı’nın verilerine göre, 13-19 Haziran 2022’de 10 bin 954 olan haftalık vaka sayısı, 20-26 Haziran 2022’de 26 bin 635’e yükseldi.

Bakan Fahrettin Koca da vaka sayılarında bir süredir artış gözlemlendiğini belirterek, günlük binin altına inen vaka sayılarının şu anda 4 bine doğru ilerlediğini söylemişti.

Prof. Dr. Ahmet Saltık, artan vaka sayıları ve tedbirlerdeki yetersizlikle ilgili Cumhuriyet TV‘ye konuştu.

“BAKANLIKTAN UTANÇ DUYUYORUM”

İktidarın gerçek verilerini sakladığını belirten Saltık, şu anki vaka sayısının geçen haftadakinin iki katı olabileceğini belirtti. Verilerin olağanüstü bir şekilde çelişkili olduğunu anlatan Saltık, “Bakanlıktan utanç duyuyorum. İnsanları salak yerine koyuyorlar. Masum insanların yaşam hakkını koruyamıyorlar. Çocuk aşıları da olağanüstü önemli” ifadelerini kullandı.

Videoyu haber içinde izlemek için lütfen tıklayınız :

https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/prof-dr-ahmet-saltik-cumhuriyete-konustu-kurban-bayrami-icin-cagri-yapilmali-1954536

“YAZ SALGINI İÇİNDEYİZ”

Hacdan dönecek olanların karantinaya alınması ve Kurban Bayramı için de ayrı bir çağrı yapılması gerektiğini söyleyen Saltık, Turkovac aşısının gerçek bir aşı olmadığını söyledi. Yurttaşların yeni bir dalga için daha kırılgan olduğunu belirten Saltık, “Sözde bilim kurulundan kurtulmalıyız. Verilerle oynuyor, halka yalan söylüyorsunuz. Avrupa kaynıyor. Hemen MRNA aşılarına başlayınız” ifadelerini kullandı.
===================
Dostlar,

Sağlık Bakanlığını ciddiyet içinde, bilimsel sorumluluklarını bütünü ile ve gecikmeksizin yerine getirmeye çağırıyoruz..

Hacca giden 60 bin dolayında insanın geri dönüşlerinde;
– Giderleri kendilerine ait olmak üzere 7-10 gün karantina, ardışık 2 PCR testi negatifleşince karantinayı bitirme..
– Ya da hızlı antijen testi.. yapılmalı.

2020’de yapılan büyük hata asla yinelenmemeli.

5+ yaş çocuklara hemen mRNA aşıları başlanmalı, okullar açılmadan 2 doz tamamlanmalı. Aşılama enerjik biçimde tüm toplumda sürdürülmeli. Toplum bağışıklığı çooook yetersiz.

Yeterince tarama testi yapılmalı güncel PCR ile, yeterince dizin analizi yapılmalı, ülkemizde dolaşan tipleri belirlemek için.

  • TURKOVAC aşı değil, geçiniz..

Aşılamayı hızlandırarak güncellenmiş mRNA aşıları başlayınız, gecikmeden..

Hastalanan tüm çalışanların, çalışamadıkları süre içinde ücretlerini TAM ALMALARI için yasal düzenleme (5510 ve 4857 s. yasalarda..) yapılmalı.

Kurban bayramı için halka uyarı yapılmalı.. Fizik uzaklık korunmalı.
Toplu taşımada, kapalı mekanlarda kapasite sınırlaması ve N95 maske uygulanmalı.

  • AVM girişlerinde ve toplu taşımada ücretsiz N95 maskesunar (mask dispenser) sağlanmalı.

Salgın verileri günlük ve dürüstçe yayınlanmalı. Utandırıcı çelişkiler ve halka saygısız tutumlar sona ermeli.

Salgın tümü ile Epidemiyolojik bilimsel ilkelere bağlı yönetilmeli.
Sürveyans, Karantina, İzolasyon ve Filyasyon güncellenerek hemen başlanmalı.

Refik Saydam Ulusal Koruyucu Sağlık Kurumu hemen, özerk olarak açılmalı.

Yeni bir Bilim Kurulu oluşturulmalı : Meslek kuruluşlarından, uzmanlık derneklerinden… toplantıları kamera kaydına alınmalı ve halka açık yayınlanmalı.

TÜİK, ölüm verilerini açıklamalı. Kovit’ten gerçek ölüm sayılarını öğrenmeliyiz, ayıptır!

DSÖ “salgın sürüyor.. 110 ülkede tırmanıyor..” uyarıları yapmakta. “SALGIN BİTTİ” demeye bu kurum yetkili..

Turistlerden, ülkemize girmeden önce son 3 gün içinde PCR ya da hızlı antijen testi istenmeli..

  1. Basamak Sağlık örgütü salgınla savaş için mutlaka ve hızla güçlendirilmeli

Salgın 1. Basamakta yenilir, hastanelerde değil..

Bakan Koca çıkıp halka açıklamalı : YAZ DALGASI İÇİNDEYİZ… sonbaharda daha da ağırlaşmaması için şimdiden işbirliği yapmalıyız… diye halka çağrıda bulunmalı.

Unutulmasın : Son 7 aydır yaşanan vahşi – acımasız YOKSULLAŞTIRMA ile halkın beli büküldü. Bu koşullarda salgın daha ağır seyrder ve hızlı yayılır. Ölümler artar, halkın psikolojik ve fiziksel direnci zayıfladı yoksulluk ve beslenememe yüzünden.

Yoksullara, okulda öğrencilere beslenme ve gıda desteği verilmeli.

Ulusa kısa uyarılarımızı içeren tweet iletimiz yarım milyondan çok insan tarafından okundu..

Sevgi ve saygı ile. 05 Temmuz 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Kamu Yönetimi – Siyaset Bilimci (​Mülkiye​)​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

 

TTB : Toplumun Sağlığını Riske Atmaya Devam Eden Sorumluları İstifaya Davet Ediyoruz

Bilim Kurulu Toplantısı Sonrası 12 Ocak 2022’de Açıklanan Kararlarla Toplumun Sağlığını Riske Atmaya Devam Eden Sorumluları İstifaya Davet Ediyoruz

Bilim Kurulu toplantısında temaslı aşılıların karantinaya alınmaması ve semptom göstermeyenlere PCR testi yapılmaması kararları alınmıştır. Bu kararları kamuoyuna açıklayan Sağlık Bakanı ve bireysel önlemlerle salgının şubat ayında kontrol altına alınacağını öngören salgının merkez üssü İstanbul’un il sağlık müdürünün yaklaşımları ise pandemi karşısında teslimiyeti işaret etmektedir.

Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yetmezlikleri, ekonomik kriz; liyakatsiz Sağlık Bakanlığı ve il sağlık müdürlüğü yöneticileri, salgını denetim altına alamamış ve kendi haline bırakmıştır. Yüksek sayıdaki ölümlere de kayıtsız kalınan bu kendi haline bırakma durumu yeni değildir ve bu durum salgının başından bu yana sürmektedir. Bilimsel temellerden yoksun son açıklamalar, Sağlık Bakanlığı ve il sağlık müdürlüklerinin pandemiyi yönet(e)meme sürecinde artık pes ettikleri aşamadır. Sağlıkta Dönüşüm Programı ile tedavi edici hizmetlere ve hastanelere odaklanmış sağlık hizmetleri stratejisi çökmüştür. Güçsüzleştirilen ve birey hedefli örgütlenen 1. Basamak sağlık hizmetleri, toplumsal bir tehdit olan salgın karşısında çaresiz kalmıştır.

Virüsün bulaşıcılığının artması nedeniyle test ve aşının özendirilmesi; etkin ve hızlı bir aşılama programı gerekirken Sağlık Bakanlığı’nın aldığı son kararlar bilimsel olarak kabul edilemez. Dolayısıyla kararların sağlık çalışanları ile toplumu karşı karşıya getirme, sağlıkta şiddeti artırma ihtimali yüksektir.

  • Test sayısının azaltılması, hastalığın gerçek boyutunun toplum tarafından anlaşılamamasına neden olmaktadır.

Bakanlık eliyle oluşturulan bu denetimsizlik durumu her yurttaşımızı potansiyel COVID-19 vakasına dönüştürerek toplumu riske atmaktadır. Kamu otoritesinin topluma sunduğu mesaj bu iken sağlık çalışanlarına yönelik politikaları da benzerdir, zira bu kararlar ve uygulamalar sonrası sağlık kurumlarında da herhangi bir önlemin alınmaması, sağlık emekçilerinin hayatlarının da hiçe sayıldığını göstermektedir.

Kötü sağlık politikalarına karşın tüm özverileriyle salgını denetim altına almaya çalışan hekimler ve onların örgütü Türk Tabipleri Birliği (TTB) olarak toplum sağlığı için 1 kez daha uyarıyoruz  :

  • Omicron varyantı ile salgın yeni bir evreye girmiştir ve bu varyantın aşılıları bile hasta edebildiği, bulaştırıcılığının çok yüksek olduğu ve kısa sürede toplumun büyük kesimine bulaşabileceği bilinmektedir.
  • Son bilimsel verilere göre hastaneye yatırma ve ölüme yol açma potansiyelinin Delta’ya göre düşük olması ve daha hafif seyrettiği de bilinmektedir. Buna karşın riskli kesimlerde ölüme yol açma tehdidinin de büyük olduğu ve bu pikin (AS: tepenin) ilerleyen günlerinde daha çok ölümle karşılaşılabileceği de öngörülmektedir.
  • Bununla birlikte hatırlatma dozunu yüksek düzeylerde tutan ülkelerde Omicron varyantının yol açabileceği hastane yatışlarının ve ölümlerin daha düşük olduğu görülmektedir.

Delta varyantı öncesi ve delta dönemindeki bilimsel yayınlarda, post-COVID sürecinin geçirilen hastalığın şiddeti ile paralellik (AS: koşutluk) göstermediği belirtilmişti. Bu anlamda, kişiler virüsle hastalandıktan sonra, yaşamda kalsalar bile sağlıkları olumsuz etkilenebilecektir.

Önümüzde kısa süre olduğunun bilinci ile halk sağlığını koruma yükümlülüğü olan Sağlık Bakanlığı, olası pikin (AS: tepenin) en hafif geçirilmesi için elinden geleni yapmalıdır.

  • Toplumsal ve bireysel önlemler birlikte yaşama geçirilmelidir.
  • Aşısızların ve eksik aşılıların etkin ve hızlı bir kampanya ile aşılanmaları sağlanmalıdır.
  • 5-11 yaş grubu için aşılama programı başlatılmalıdır.
  • PCR yanında hızlı testlerden de yararlanılmalı; günlük yapılan test sayısı yükseltilmeli; temaslı ve risk gruplarının taramaları hızlı tarama testi ile yapılmalıdır.
  • Bulaştırma potansiyeli olan yakın temaslı kişiler, hatırlatma dozu yapılmış olsalar bile karantinaya alınmalıdır.
  • İzolasyon ve karantina altına alınan aileler için adı konmuş bir ekonomik ve sosyal destek programı uygulanmalıdır.
  • Bulaşı artırma potansiyeli olan barınma koşullarına sahip aile bireyleri için karantina dönemini geçireceği kamusal yerler sağlanmalıdır.
  • Ücretsiz ve nitelikli maskenin Omicron varyantı pikinde yaşamsal olduğunu hatırlatıyoruz. Riskli yerlerde çalışanlara N95 maske dağıtılmalıdır.
  • Kalabalıklaşmalardan kaçınmak için önlemler alınmalıdır. Toplu yaşam yerlerinin kapasitesi %50 ile sınırlandırılmalıdır. Aşısız kişilerin bu yerlere girmeleri engellenmelidir. Bu öneriler toplu taşıma için de geçerlidir. Yüz yüze yapılacak etkinliklerde bu önlemlere dikkat edilmelidir, etkinliklerin mümkünse çevrimiçi olarak yapılması sağlanmalıdır.
  • Kapalı ortamlarda havalandırmaların kamusal denetimi sağlanmalıdır.
  • Çalışma yaşamı, kalabalıklaşmanın gözlemlendiği bir başka alandır. Fabrikalar ve kamu kurumları %50 kapasite ile çalışmalıdır. Bu süreçte çalışanlar herhangi bir hak kaybına uğramamalıdır.
  • Sağlık kurumlarında kapasitenin aşılmasına ilişkin hazırlıklar yapılmalıdır.

Bu öneriler, toplumun ve sağlık emek meslek örgütlerinin karar alma süreçlerinde olduğu aktif bir mekanizmayla, değişen koşullara göre güncellenmelidir. TTB’nin Aralık ayında yaptığı erken uyarı ve ayrıntılı önlemler kamuoyu ile paylaşılmıştır. Bu uyarılar kamu kurumlarınca göz önünde bulundurulmalıdır. Sıraladığımız önlemler, hem salgın denetim deneyimi olan bilim insanları hem de Sağlık Bakanlığı Bilim Kurulu üyeleri tarafından bilinmektedir. Olması gereken bilginin gereğini yerine getirecek iradeyi gösterebilmek ve yükümlülükleri yerine getirebilmektir.

Ne yazık ki yetkili merciler, salt bireysel korunma önlemlerine bel bağlamıştır, salgın denetimi vatandaşların aşı gönüllüğüne, fiziksel mesafe ve maske önlemlerine daraltılmış ve bırakılmıştır. Bakanlığın ve müdürlüklerin halk sağlığı yükümlülükleri rafa kaldırılmıştır. Bu tercih ile ölümlere sessiz kalan popülist, bilimsellikten uzak

  • iktidar, yaşam hakkı ihlali yapmaya ve insanlığa karşı suç işlemeye devam etmektedir.

Halk sağlığı için gerekli adımları atmayan iktidar yönet(e)memektedir ve bu süreçte sorumluluğu olanlar istifa etmelidir.

Türk Tabipleri Birliği Pandemi Çalışma Grubu
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı?

Dr. Ceyhun Balcı yazdı…

Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı?


Umumi Hıfzıssıhha Kanununu okuyan var mı? – Son Dakika Özel Haberler Köşe Yazıları (veryansintv.com)

Sonda söyleneceği baştan söylemekte sakınca yok!

Milli Mücadele’yi yapanları, Cumhuriyet’i kanları, canları pahasına kuranları ve devrimleri yaşama geçirenleri saygıyla anma görevi hiç ama hiç göz ardı edilmemeli. Anıları önünde bir kez daha saygıyla eğiliyorum.

Her geçen gün öğrendiğim ve varlığının farkına vardığım gerçekler başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere kurtarıcılara, Cumhuriyetçilere ve Devrimcilere olan hayranlığım ve saygım katlanarak artırıyor.

Tarihimiz kuru kuruya ve bir olaylar zincirinin zamandizinsel (kronolojik) anlatımına indirgendiği için pek çok şeyin farkına varmakta zorlandığımız ve dolayısı ile değerbilirlik duygularımızın her geçen gün köreldiği açıktır.

23 Nisan 1920’de Milli Mücadele’yi yürütsün ve yönetsin, egemenliği gökten yere indirsin diye açılan Büyük Millet Meclisi’nin ilk aldığı kararlardan birinin salgın hastalıkları denetim almaya yönelik olduğu neredeyse bilinmez.

Milli Mücadele’yle birlikte İstanbul’dan Anadolu’ya yoğun bir insan ve silah akımı oluştuğu biraz olsun öğrenilmiştir. Ancak, bu akımın içinde mikropların da bulunduğu bir başka bilinmeyen olarak öğrenilmeyi beklemektedir.

Tıbbiyeli Hikmetler “Ya İstiklâl Ya Ölüm” diye haykırmakla kalmamış, İstanbul’dan zor koşullarda, bin bir güçlükle kaçırdıkları mikroplarla Ankara Cebeci’de aşı üretimine girişmişlerdir. Milli Mücadele’de yer alanlar askerlerimizin ve Anadolu halkının yalnızca tüfek ve çelikle ölüme gitmediğinin fazlasıyla farkındadır. O dönemde Anadolu’da kol gezen sayısız bulaşıcı hastalık da hem savaşın temel öğesi askerlerimizi hem de Anadolu’nun yoksul ve yoksun halkını yaşamdan kopartmaktadır.

  • İşte o Tıbbiyeli Hikmetler Cebeci’de kısıtlı olanaklarla ürettikleri aşıları cephede kullanıma göndermezden önce kalite denetimini de kendilerine uygulayarak tamamladılar.

Öncülleri binlerce yıl öncesine dayansa da modern aşının 200 yıllık geçmişi olduğu unutulmamalı. Bu geçmişte biz Türklerin etkisi ve kullanımı da gözden kaçmayacak denli belirgindir.

Cumhuriyet kurulur kurulmaz toplum sağlığı ve koruyucu hekimliği her şeyin önüne koyan kurucu kadronun ilk işlerinden birisi de Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nü kurmak oldu. Bundan 10 yıl önce varlığına son verilen bu kurum, günümüzde varlığını sürdürmüş olsaydı Covid-19 aşısı geliştirmede birkaç adım önde olmaz mıydık diye hayıflanmamak elde değil.

Salgının aşı evresinde iki ileri bir geri yapan ülkemizde olan bitene kafa yorarken kimilerinin aşağıladığı, itip kakmaya çalıştığı 1930’lar Türkiye’sinde çıkartılmış bir yasayı üşenmedim okudum. Yazıya başlarken sıraladığım övgü sözlerini yazmamda bu yasanın önemli etkisi olduğunu unutmadan eklemeliyim.

Yasa 1930’da çıkartılmış. 300’ü aşkın maddeden oluşmakta. Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçişle birlikte yapılan uyum değişiklikleri dışında günümüze gelene dek neredeyse hiç değişmemiş. Bu durumu yasanın geliştirilmemesine bağlamak da olası olmakla birlikte, yasanın bugünün gereksinimlerine karşılık verecek denli kapsamlı ve öngörülü olmasına bağlamak çok daha doğru olur.

Yasa toplum sağlığını korumak, bulaşıcı hastalıklarla baş edebilmek için pek çok düzenlemeyi kapsarken, bildirimi zorunlu hastalıklar, karantina, aşılama, hastalığa neden olan etkenlerin ortadan kaldırılması gibi kavramlara da yer vermiş.

Aşılamanın en önemli koruyucu sağlık aracı olduğu yasanın iliklerine işlemiş dense yeridir. Aşılamanın ücretsiz olması, devletin görevi olduğunun altına çizilmesi ve kurumlara da çalışanlarını aşılatma görevinin verilmesi önde gelen başlıklar olarak dikkatimi çekti.

Okurdan yasanın tümünü okumasını beklemek yerine güncel salgınla bağlantısından yola çıkarak oluşturduğum seçkinin kısa ve kolay okunur olduğunun altını çizmeliyim.

Küresel ölçekte özellikle yoksul ülkelerde aşıya erişimin sorun olmayı sürdürdüğünü biliyoruz. Buna karşılık kişi başına 10 doza varan aşı edinmiş varsıl ülkeler olduğunu da. Türkiye ölçeğinde zaman zaman aşı kısıtı yaşansa da son aylarda böyle bir sorunun olmadığını söyleyebiliriz.

Sağlık Bakanı’nın hemen her gün ya kameralara karşı sözlü olarak ya da sosyal medya iletileriyle halkı aşılanmaya çağırdığını ve bu çağrıyı yaparken kimi zaman yalvar yakar olduğunu bilmeyenimiz olmasa gerektir.

Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nu okuduktan sonra kafamda bir soru belirdi. 1930 tarihli 91 yaşındaki bu yasayı az önce değindiğim gibi sokaktaki vatandaşın okumasını beklemek gerçekçi olmazdı. Ama, Sağlık Bakanı, bürokratları ve başka ilgililer de mi bu yasayı okuma zahmetine katlanmamışlardı?

Deyim yerindeyse bugünün gereksinimlerini de bire bir öngörmüş olduğu hemen her satırına sinmiş olan bu yasa varlığını sürdürürken sayın bakan başta olmak üzere yetkililerin umarsızlık sergileyen söylemleri anlaşılır gibi değildir.

Bir deneyimle sürdüreyim. Geçenlerde hastam olan genç bir hemşirenin ocak ayındaki ilk doz Covid-19 aşısı sonrasında aşılanmadığını fark ettim. Sorguladığımda gerekçesinin geçersiz olduğu açıktı. Zaman yitirmeden aşılanmasını öğütledim. Bir şeyi daha sorgulamak gerektiğini düşündüm. Bu kişi bir üniversite hastanesinin yoğun bakımında çalışmaktaydı. Kurumu böylesi bir eksikliği bu zamana gelmeden fark edip gereğini yapmalıydı. 1930’da yazılan ve yapılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu kurumlara da sorumluluk verip aşılanmayanları pek çok ortamda bulunmaktan yasaklarken günümüzde bu önemli eksikliğin gözden kaçırılmış olması akıl alır gibi gelmedi bana.

Yine geçenlerde haber olmuştu. Bir devlet hastanesinde aynı zamanda yönetici de olan bir hekimin aşılanmadığı ve Covid-19 nedeniyle yaşamını yitirdiğiydi haberin konusu. Hekim, aşı karşıtı ve hastane yöneticisi. Bu üçünün bir araya gelmesine nasıl seyirci kalınabilir? En verimli çağında bir hekimin yaşamdan kopması kabul edilebilir mi?

Bir yanda salgını bitirecek anahtar gereç olan aşı konusunda karşıtlık/kararsızlık sergileyen yurttaş, öbür yanda yasalar açık seçik gereğini yapma görevini vermişken oralı olmayan yöneticiler.

Salgın böyle sorumsuz ve duyarsız davranarak bitirilebilir mi?

Umudumuz virüste. Bugüne dek ortaya koyduğu kendisi açısından yararlı mutasyonlar yerine bir kez olsun insan yararına evrimleşmesinde.

Başta yazdıklarımı yineleyerek bitireyim.

Cumhuriyet’i kuranlara ve onu sağlam temeller üzerinde yükseltenlere bir kez daha şükranlarımı sunarım.

Not: 1930’da çıkartılan Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’ndan yaptığım seçkiye göz atılabilir. Önemli bulduğum alıntılar yapmaya çalıştım. Cumhuriyet kadrolarının değişmez rehberi olan akıl ve bilimin günümüzde o denli önemsenmemiş olması ilk bakışta şaşırtıcı görünse de post modern çılgınlık ve ona ülkemizde (ve elbette tüm dünyada) eşlik eden bilgi kirliliği anımsandığında olağan bir durumdur.

SALGIN YÖNETİMİNDE BAĞIŞLANMAZ POLİTİK HATALAR[1]

[1] Yeni Ülke Dergisi, sayı 3, syf. 16-17, Mayıs 2021
https://www.yeniulke.com.tr/2021/salgin-yonetiminde-bagislanmaz-politik-hatalar-2708/

Türkiye, 11 Mart 2020’de ilk Kovit-19 hastasını Sağlık Bakanı ağzından epey ertelemeyle duydu. İlginçtir, aynı gün, Aralık 2019 sonunda Çin’de başlayarak tüm dünyaya hızla yayılan salgını, Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) bir küresel salgın (Pandemi) olarak ilan etmişti.

İlk dalga 11 Nisan 2020’de 5138 hasta ile tepe yaptı ve 8 gün sonra 19 Nisan 2020’de en yüksek ölüm sayısı 127’ye eriştik. Normalleşmeye geçtiğimiz 1 Haziran 2020’de günlük 827 yeni hasta ve 23 ölüm kaydedilmişti. Uyarmıştık, “normalleşme” için Epidemiyolojik ölçütler uygun değildi. Yaz sonrası sonbahar ve özellikle kışa girerken bir kasırga yaşanabileceğini kezlerce vurguladık. Ama AKP iktidarı, 11 Mayıs 2020’de, okullar kapalıyken kapitalizmin tapınakları AVM’leri açarak siyasal seçiminin halk sağlığından yana değil, sermayeden yana olduğunu, turnusol kağıdı gibi belli etti.

2. dalga 8 Aralık 2020’de 33.198 yeni hasta ve 15 gün sonra 259 rekor ölüm sayısı ile tepeye vurdu. Ne yazık ki öngörülerimiz gerçekleşmişti. Kimi sıkılaştırmalarla 28 Şubat 2021’e erişildi. Kamuoyu baskısı yükseliyordu giderek. İşsizlere, yoksullara, kısa süreli çalıştırılanlara, küçük esnafa yeter akçalı (mali) toplumsal destek AKP iktidarınca veril(e)memekteydi. Çok sayıda Avrupa ülkesi birkaç kez, 4 haftayı da aşan tama yakın kapanmalara (lockdown) başvurmuş ve önemli ölçüde sınırlamıştı salgını. Alman hükümeti sosyal destek için 800 milyar € ayırdığını duyurdu. Geçtiğimiz ay da ABD Kongresi 1.9 Tr $ ek kaynağı salgın yönetimi için Biden hükümetine sundu.

Aşağıdaki çizimden (grafik) de izleneceği üzere, salgın yükselme eğiliminde iken, 1 Mart 2021 günü, tümü ile popülist gerekçelerle, hiçbir Epidemiyolojik ölçüt elvermemekle birlikte, sözde denetimli normalleşmeye (!?) geçildi, önlemler gevşetildi. Oysa 28 Şubat 2021 günü 8424 yeni hastamız ve 66 ölümümüz vardı. Anımsayalım, ilk dalganın tepesi 11 Nisan 2020’de 5138 hasta ile yaşanmıştı ve o sırada daha sıkı önlemler yürürlükteydi. Bu kez de 1 Mart 2021’den çok öncesinden kezlerce uyarılarda bulunduk. 3. dalganın 2.’den beter olabileceğine dikkat çektik Epidemiyolojik verilerle. Örneğin Eylül 2020 sonrasında İngiltere mutantı yaygınlaşmaya başlamıştı. İktidar, sorun ağırlaşırsa yeniden sıkılaştırmaya gidileceğini söyleyerek hem halka gözdağı vermeyi hem de salgını bilimsel öngörülerle değil deneme- yanılma ile yönetmeyi (!?) seçtiğini ortaya koymuş oldu. Öngördüğümüz ve ısrarla uyardığımız üzere, Salgın eğrisi hızla tırmanmaya başladı. 18 Nisan 2021’de 55.802 yeni hasta ve 318 ölüm rakamına ulaşıldı. 1 Mart’ta başlatılan 2. açılım – saçılım kumarı, 49 günde 1.566.859 yeni hasta (28 Şubat 2021’de 2,7 milyon idi) ve 7357 ek ölüme neden oldu.

Hem bu akıl ve bilim dışı açılım – saçılım kumarı oynanmamalıydı hem de Mart 2021 ortasında 14 günlük hızlı tırmanma sayılarla net olarak ortaya konduğundan “denetimli normalleşme” (!?) durdurulmalıydı. Ancak AKP iktidarı kayıtsız kalarak salgının daha da alevlenmesini apaçık seyretti! 18 Nisan 2021 akşamı verileriyle havuzda 544.931 aktif hastamız var. Bu sayı 28 Şubat 2021’de 100.785 idi. Ne yazık ki, bu kitleden %2-3’ü, izleyen 4 hafta içinde ölecektir (10.899 – 16.348 insan)! Türkiye’ deki 90 milyona yakın nüfusta her 165 kişiden 1’i PCR testi +, virüs taşıyan, bulaştıran hastadır!

Masum insanların ölümünün gerçek sorumlusu salgın mı,
iktidar mı!?

Son verilerle (18 Nisan 2021);
ABD 63.625 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 332.5 m = milyon nüfusta 191.4 insidens hızı
Brezilya 65.792 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 213,7 m = milyon nüfusta 307,9 insidens hızı
Hindistan 260.778 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 1,39 Bn = milyon nüfusta 187,6 insidens hızı

  • TÜRKİYE 62.606 yeni olgu – vaka (PCR+ hasta) / 85 m = milyon nüfusta 736,5 insidens hızı!

Açık ara Dünya şampiyonu Türkiye, yukarıdaki sayısal verilerle arayı sürekli açıyor!

Ayrıca, Dünya toplamı 784.815 yeni – günlük hastanın 62.606’sı, %8’i ülkemizde!
Oysa Türkiye nüfusu dünya nüfusunun 85 milyon / 7.8 milyar = %1,1!i..
Nüfusuna oranla 7 kat daha çok aktif kovit-19 hastası var ülkemizde!
Ölüm oranında ise tersine birinciyiz.. Dünya ortalaması %2-3, Türkiye’de %1!??
“Resmen” ilan edilen ölümler 35.926.. Rahatlıkla 2-3 ile çarpılmalı.. 108 bine erişebilir ne acı  ki! Üstelik bunlar doğrudan kovit-19 ölümleri.. Yarısı dolayında da ikincil-dolaylı korona ölümleri var. Toplam 150 bini aşabilir.. Bunca can yitiğini 1 yılda Türkiye, tarihinde nerede, ne zaman verdi?? Üstelik hesaplamalar açıklanan “resmi” sayılar üzerinden.. Gerçek veriler hep daha yüksektir.

AKP’nin açılım- saçılım kumarının yitireni, can pahasına emekçiler – yoksullar!

AKP iktidarının salgın yönetiminde çok başarısız olduğu ve halkın yaşam hakkını koruyamadığı tartışılmaz biçimde ortada. Oysa yukarıda da vurgulandığı üzere, 4 haftalık tama yakın kapanma artık kaçınılmazdır. Bu sürede, aşılanması gereken 70 milyon kitleye (90 m – 18 yaş altı çocuklar) ilk 2 haftada 1. doz, son 2 haftada 2. doz olmak üzere seferberlik disiplini ile aşı yapılmalıdır. Kabaca 20 milyon insanın 1 ya da 2 doz aşılandığı varsayılır ise, 4 hafta tama yakın kapanmada, kalan 50 milyon nüfus 2 doz aşı alabilir. Ayrıca bu süre içinde etkin – yaygın sürveyans ile insanlardan evlerinde burun sürüntüsü alınmalı ve saklı – gizli taşıyıcılar erken – geç yakalanmalı ve evleri dışında 14 gün karantinaya alınmalı, yatırılarak sağaltımı gerekenler hastanede yalıtılmalıdır (izolasyon).

  • 4 hafta tam kapanma, seferberlik disiplinli aşılama + aktif sürveyans ile desteklenmek zorundadır. Tersi durumda beklenen yarar sağlanamayabilir.

YokullaşTIRma azgın bir hız ve vahşetle sürdürülmekte, yandaşlar korunarak

Ne var ki, böylesi bir girişim her şeyden önce İNSAN YAŞAMINA BİRİNCİL ÖNEM VEREN bir siyasal seçim ve kararlılığı gerektirmektedir. Ama Erdoğan, Türkiye’yi bir anonim şirket gibi yönetiyor! Yanı sıra finansal durum perişan. TCMB -50 milyar $ dolayında batık. 128 milyar $ rezerv yağmalanmış. Erdoğan yönetimi ülkeyi uluslararası iflas eşiğine sürüklemiş ve 4 hafta kapanmaya para bulamıyor! 2020 sonu toplam ulusal gelir 720 milyar $ oldu ve kişi başına yıllık ortalama gelir 2006 değerinin gerisine düştü. 4 hafta tama yakın kapanma yaklaşık 40 milyar $ gerektiriyor. 150 milyon doz Sinovac aşısı ise 1,8 milyar $. Ulustan gasp edilen 128 milyar $ servetin 1/3’ü ile salgın giderlerini karşılamak olanaklı oysa. Çin’den damla damla gelebilen aşı da bedelinin firmaya ödenmesinde aksamalarla ilgili kanımızca. Başkaca aşı sağlanamaması, hem zamanında bağlantı – sipariş – ön ödeme gibi girişimlerin yönetsel beceriksizlikler yüzünden yapıl(a)maması hem de döviz sıkıntısı temelli büyük ölçüde. İktidar, aşı anlaşmalarını kamuoyuna “ticari sır” uydurması ile açıklamama ısrarını sürdürüyor!? Halen 10 aşı ivedi kullanım onayı almış durumda;

  • İktidar AŞI BULMALI!

Öte yandan, yerli aşı geliştirme de bir türlü gerçekleşemedi. Sağlık Bakanı Dr. Koca, taa Eylül 2020’de yerli aşının 1-2 aya dek hazır olacağını söylemişti. Erdoğan ise 18 merkezde (!!??) aşı geliştirme çalışması yapan dünyada tek ülke olduğumuzu bildirmişti önceki ay. Oysa bu olanaksız. Almanya, İngiltere, ABD, Rusya, Çin, Hindistan’da hükümetler yüzlerce milyon – birkaç milyar $ düzeyinde ilgili özel firmalara AR-GE desteği sağladılar. Ülkemizin, 18 yerde aşı geliştirme hovardalığını destekleyebilecek ne parası ne insangücü ne de teknik donanımı var. Örneğin BSL-4 düzeyinde Viroloji laboratuvarımız yok. Mutasyonları zamanında yakalayacak genom dizilimi yapma olanağımız da oldukça sınırlı. 19 yıldır bilime, üretken yatırımlara kaynak ayırmadı AKP.

1928’de Büyük ATATÜRK döneminde kurulan Dr. Refik Saydam Ulusal Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü (Kurumu) AKP iktidarınca 2011’de tümü ile kapatılmamış olsaydı, yerli aşı geliştirme olanağımız olabilirdi. Bu Cumhuriyet kurumu çok başarılı ve seçkindi. 1938’de Çin’e 1 milyon doz kolera aşısı yollamıştık. 2. Dünya Paylaşım savaşında İtalya’ya çıkarma yapan ABD ordusuna da aşı sağlamıştık. Almanya’da Robert Koch, Fransa’da Louise Pasteur, İngiltere’de Edward Jenner, geçmişte aşılar keşfeden saygın tıp insanlarıydı ve onların adına özerk bilim kurumları yüzyılı aşkın zamandır ayakta.. Salgını bu kadim bağımsız bilim Kurumları yönetmekte. Ülkemizde ise Cumhuriyet kurumları yok edilmekte ve kaçınılmaz afetler baş gösterdiğinde siyaset güdümünde bağımlı – göstermelik Bilim Kurulları oluşturulmakta. Bu Kurulun hiçbir önerisi kamuoyuna açıklan(a)mıyor ve TEK ADAM, kendince salgını yönettiğini sanıyor!? Milyon nüfusta günlük yeni hasta sayısı bakımından, yukarıda irdelediğimiz sayısal verilere göre son 1 haftadır açık ara Dünya şampiyonu olmamıza karşın, çoooook başarılı olduğumuza ilişkin propaganda kitapları bile yayınlanabiliyor! Ama önlenebilir ölümler durdurulamıyor. Bu, çok net İNSANLIK SUÇU!

Dr. Refik saydam Ulusal Hıfzıssıhha (Sağlığı Koruma) Enstitüsü (Kurumu) daha çok ertelenmeden açılmalı, insangücü – teknik donanımı sağlanmalı, yasa ile bilimsel özgürlüğü, akçalı ve yönetsel özerkliği kurulmalıdır. Salgın yönetimi bu Kuruma devredilmelidir. Aşı vb. biyolojik ürünler stratejik önemdedir Halk Sağlığı için. Bu yüzden özyeterliğimiz olmalıdır. Bu koşullarda bizim de etkili ve güvenilir aşı geliştirme ve üretme olanağımız olabilir. Küremiz olağanüstü kalabalık ve kirletilmiştir. Korona salgını benzeri afetler ne yazık ki sürecektir. Orta – uzun erimde kurumsal hazırlık zorunludur.

Türkiye; bütün kurumları, muhalefet partileri ile AKP iktidarını bu akıl – bilim dışı ve yaşam hakkını hiçe sayan politikadan / politikasızlıktan alıkoymaya, meşru zeminde vargücüyle çabalamalıdır.

  • Ulus, meşru direniş ile ayağa kalkmalı ve yaşam hakkını, -gerekirse iktidara karşın- hukuksal düzlemde savunmalıdır.

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (Emekli)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net           profsaltik@gmail.com       
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik 

Pandeminin Etik Sonuçlarına Bakış 

Pandeminin Etik Sonuçlarına Bakış 

Prof. Dr. Çağatay ÜSTÜN

EGE ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ
TIP TARİHİ VE ETİK ANABİLİM DALI BAŞKANI

Facebook’ta paylaş
WhatsApp
E-posta 

Cumhuriyet, 17 Şubat 2021

COVID 19’un klinik tablosundaki ağır bulgular ve hastaların hastalığı geçirmelerine rağmen uzun süre semptomlarla mücadele etmesi hastalığın esrarengiz yönünü destekliyor. Ancak şurası kesin ki, böyle bir hastalığın var olmadığını düşünenler dahi artık bu konuya karşı temkinli yaklaşıyorlar. Bir dönem hastalığın (AS: etkenin) laboratuvar ortamında üretildiğini söyleyenlerin komplo teorilerinin aksine, bugün hastalığın nasıl ortaya çıktığından çok tedavi ve aşı araştırmalarına yoğunlaşılması, ilk şokun atlatıldığını gösteriyor.

COVID 19 modern diye adlandırılan tıp dünyasına modernliğin ölçülerini sorgulatacak bir ders verdi. Ancak daha da önemlisi, bu hastalığın turizm, ziraat, lojistik, gıda tedarik zinciri, ekonomi, turizm, sosyal ve toplumsal yaşam (2 sıfat eşanlamlı?), bireysel hak ve özgürlük alanı, etik, hukuk anlamında farklı yönleriyle yüzleşildi. Bu yüzyılda etik sonuçları diğer sonuçlardan öne geçmiş COVID 19’un genel anlayışı, bilinen doğruların yanlışını ortaya çıkarması açısından önemlidir.

“Birey kavramının üst değer haline dönüştüğü insan merkezci” bir yaklaşımı destekleyen sistemin, doğa ve diğer canlılara bakış açısını geliştirmesi gerektiğini vurgulayan bu tablo umarım ki, kalıcı ve güzel kazanımlar bırakır ve yeni, doğru bir alışkanlığı sağlamlaştırır. Etik ve ahlâki ilke ve değerler sisteminin bir parçası olmayı hedefleyen yeni bir sistemin öngörüsü şimdi fark edilmiş durumdadır. Klinik sonuçlardan etik sonuçlara uzanan yolda COVID 19’un önemli aşamaların belirginleşmesine katkısı olduğuna inanıyorum.

PANDEMİNİN YOKSULLUĞA ETKİSİ 

Tüm ülkelerde farklı şekillerde etkisini gösteren pandemi neticesinde alınan önlemler, tedbirler, sokağa çıkma yasakları nedeniyle işe gitmelerin aksaması, evde çalışma ve işten çıkarma gibi durumlar yüzünden işsizlik ve yoksulluk tehlikesiyle karşı karşıya kalınmıştır.

Ülkelerin hazırlıksız yakalandığı bu süreçte üstü kapalı ekonomik bir kriz yaşanmıştır. Maaş, sigorta veya diğer desteklerin sağlanmasındaki yetersizlik, ekonomiyi çeviren çarkların kesintiye uğramasına sebep olmuştur. Çözümsüzlüğün etki ettiği kitlelerdeki yoksulluk, beraberinde psikolojik ve sosyal sıkıntıları getirmiştir.

Yoksulluğun büyümesi halinde endişe verici gelişmelerin ortaya çıkması mümkündür. Bazı ülkelerde sokağa çıkma yasaklarına karşı gösterilen itiraz ve protestolar bunun bir örneği niteliğinde olabilir. Pandemide hastalığın bulaşma riski ile işsizliğin çoğalma riski yüzünden bir tercih yapmak zorunda kalınarak, ekonominin devamı için kısıtlama süreleri kimi ülkelerde kısa tutulmuş, bu yüzden enfekte vaka ve ölüm sayılarında artışlar görülmüştür.

Pandeminin yeni mutasyona uğrayan virüsle çeşitleriyle sürmesi ve 3. dalga riskinin artması halinde bu tablonun daha da ağırlaşma ihtimali vardır.

SERBEST DOLAŞIM HAKKI KISITLAMASI

COVID-19 tehlikesi birçok ülkenin karantina tedbirlerine yönelmesine sebep olmuş, uluslararası ve ulusal seyahatle ilgili ciddi kısıtlamalara gidilmiştir. Keyfi nitelendirilmemesi gereken, bütünü koruyucu özelliği olan bu yasakların bireylerin hak algısı ve psikolojik yapısı üzerinde olumsuz etkileri gözlemlenmeye başlanmıştır.

2020 yılının yaz aylarında turizm açısından yaşanan gerileme, bunun doğal bir sonucudur. Seyahat özgürlüğü kısıtlamalarının sosyalleşme ve kişisel gelişimi engelleyeceği endişesini taşıyanların buna itiraz etmesi söz konusudur. Ancak halen etkin olan mutasyonlu virüs bulaş etkisi yüzünden şu an için başka yapılabilecek bir şey yoktur.

Ülkelerin aşı uygulamalarına başlamasının ardından önerilen bir başka husus, aşı olanların seyahat hakkı alabilmesi için aşı pasaportu verilmesine ilişkin öneridir. Ancak burada her ülkenin farklı bir yaklaşım tarzı belirlemesi gündemdedir. Bir şekilde doğru bir tavır gibi görülmesi düşünülen bu yeni gelişmeye kişisel hak ihlali gözüyle bakanların yaklaşımı sorunu derinleştirmektedir. Şu an için her ülkede yeterli doz aşının temin edilememiş olması, buradaki asıl etik ikilemdir. Bunun, hastalığın sürmesi halinde birkaç yıl içinde aşılması gündeme gelebilir.

ESKİ NORMALE DÖNME ÖZLEMİ

Pandemi sürecinde yaşanan en büyük özlem, her seferinde tekrarlanan eski normale dönme çabaları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Eski normalin uzun bir süre daha olamayacağına ilişkin fikirlere rağmen bu konuda ısrarcı olunmasının temel nedeni, eski alışkanlıkların bir yaşam biçimi haline dönüşmüş olmasındandır.

  • Doğaya zarar veren, öngörüden ve sağduyudan uzak tutumların hastalık sürecinden sonra yeniden gözden geçirilmesi gerekirken;
  • kolaycılığa kaçılması ve aynısını tekrarlama eğiliminin sürdürülmesi ısrarcı ve inatçı bir yaklaşımdan başka bir şey değildir.
  • Oysaki COVID-19’dan sonra gelenekselleşmiş yanlışların değişmesi gerekmektedir.
  • Ekonomik çarklar üzerinden kurgulanmış maddiyata dayalı bir yaşam biçiminin manevi ve duygusal olanı önemseyen bir biçimle değişimi sağlanmalıdır.

Bu konuda felsefe, etik, sosyoloji alanı akademisyenlerinin yol göstericiliğine ihtiyaç vardır. Tabii ki ülke yönetimlerinin de bunu dikkate alması ve değişime ortak olması gerekmektedir.

Buradaki temel yaklaşım şöyle özetlenebilir:

  • Eski normale dönmek, kolaycılıktan ve aynısını yapmaktan başka bir şey değildir.
  • Yeni ve doğru olanı yapmak, etik ve ahlaki olana yönelmek, bunun özlemini hissetmek gerekmektedir.
  • Sonu ne zaman geleceği bilinmeyen bu hastalık tablosunu yaşarken eski normali arzulamanın akıl ve mantıkla izah edilebilir bir yönü yoktur.

ANOMİ TOPLUMLAR TEHLİKESİ
(AS: “Anomik toplum” ya da “Anomi toplumları” denmesi uygun olur..)

COVID-19 pandemisi sürecinde alınan tedbir, önlem (son 2 sözcük eşanlamlı) ve kısıtlamalara yönelik bireysel veya toplumsal karşıt refleks geliştirilmesi, anomi(k) toplumların oluşmasına, anti-sosyal bir tavır ve tutum sergilenmesine kadar gitmiştir. Bu süreçte, maske takmamak, fiziksel mesafeye özen göstermemek, PCR testi pozitif olduğu halde karantinada kalmayıp kaçmak ve topluluklara karışmak, sosyal izolasyona uymamak kural tanımazlığın örnek olgularıydı.

Kendi tespitime göre 2013 yılında dünyada tamamlandığını ileri sürdüğüm etik ve ahlaki kırılmanın ardından gelişen olaylar ve örnekler bireylerin, toplumların hızlı bir şekilde ilke ve değerlerden soyutlanmış, kurallara uymayan anlayışlar geliştirmesine sebep olmuş, bunun sonuçları ise özellikle 2020 yılındaki pandemi sürecinde tümüyle su yüzüne çıkmıştır.

İlkesiz veya kuralsız gibi hissetmek ve davranmak, başıboşluğun içine sürüklenmeyi hızlandırmaktadır. İnsanın başıboş bir canlı olmadığından hareketle, toplumların bu olumsuzluğun girdabına kapılmasını önleyecek yeni yaklaşım tarzları üzerinde çalışılmalıdır. Buradaki önerim, etik ve ahlaki sağaltım yöntemleri kapsamında rol modellerin çoğaltılması, bununla ilgili yapılacak çalışmalara destek verilmesidir.

ETİK GÖSTERGELERE ETKİ EDEN BİR PANDEMİ

Doğru düşünme ve doğru eylem açısından belli bir bilinç bulanıklığı oluşturan COVID-19, bir süre daha bu etkisini sürdürecek gibi görünmektedir. Viral bir hastalığın geniş kitlelerdeki etik göstergelere etki ederek değerler sistemini sarsması, anlayış ve algılama unsurlarını zedelemesi tedirginlik vericidir. Ancak umutsuz olmadan, karşımıza çıkan olumsuz tablodaki yanlışları fark ederek bunların doğrusu ile yer değiştirmesini sağlayacak anlayışların savunulması ve bunların örnek kılınması gerekmektedir.

Etik ve ahlaki göstergeleri bozan bir etkinin iki sonucu söz konusudur: Ya gelişen bu kötü anlayış yeni normal gibi algılanacaktır ya da bundan kurtulmak için yeni bir etik anlayış ortaya çıkacaktır. Entropinin uzun soluklu bir düşünce biçimi olmadığını göz önüne aldığımızda, yeni etik bir anlayışın doğuşunu ve gelişini beklemek daha doğrudur. Elbette ki bütün yeni değişimler hemen bir anda gerçekleşmez.

Bir yer değiştirmenin, farklılığın (AS: farklılaşmanın?) söz konusu olduğu bu tür durumlarda eskinin yerine yeninin gelişi sırasında bazı sancıların ve sıkıntıların yaşanması normaldir. Sürecin doğası budur. Burada önemli olan, pandeminin değişim için getirdiği şartların doğru algılanması ve buna göre hareket edilmesidir. Sınırları belirsizleşen etik ve ahlaki çizgilerin üzerinden yeniden geçilmesiyle bireysel ve toplumsal (sosyal) düzlem, yönetimler ve meslek alanları açısından olumlu etkilerin görülmesi muhakkaktır. COVID-19 pandemisi, yeni bir bakış açısına geçişin ilk durağı olmuştur. Artık bundan sonra hiç kimse eskisini bugün ile özdeş tutmamalıdır.

 

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 07 Ekim 2020

ÇARŞAMBA İĞNELERİ – 07 Ekim 2020

Türk Vatandaşı Naci BEŞTEPE

HASTA / VAKA

Sağlık Bakanı salgınla ilgili açıklanan sayıların gerçeği yansıtmadığının ısrarla vurgulanması üzerine testi pozitif çıkan ancak hastalık belirtileri göstermeyen vakaları hasta sayılarına dahil etmediklerini, bunun ulusal çıkarımız için yapıldığını söylemek zorunda kaldı.

Etik hastalığı…

KARANTİNA

İngiltere Türkiye’den gelen yolculara 14 gün karantina koşulu koydu.
Japonya vizesiz girişi kaldırdı.
Vaka ile hastayı ayırırsan itibarını ayırırlar…

ÖDEME

ABD Büyükelçisi yabancı ilaç şirketlerinin paralarının ödenmediği için yakında Türkiye’ye ilaç vermeyecekleri tehdidini savurmuştu.

Yerli medikal üreticileri de devletten paralarını alamadıkları için eylem yaptı.
Devlet ihalelerinin gedikli firmaları araç-hasta-yolcu garantili paralarını alsın gerisi önemli değil…

AYM

Bahçeli’nin yeni kafa pası, AYM’nin mevcut hükümet sistemine uygun hale getirilmesi.
RTE, “AYM ile ilgili adıma seve seve katılırım” diyerek voleyi çaktı.
Paslaşma iyi, savunma sağlam, gol atmaları zor…

TEST

CHP Ordu Milletvekili Dr. Adıgüzel, COVID-19 test kitlerinin Sağlık Bakanlığı’nda etkili bir cemaate ait firmadan, piyasa değerinin 4-5 katı fazlasına alındığı iddiasını Meclise taşıdı.

Milletin anasını test ediyorlar…

ERİŞİLEMEZ

Gaziantep’in İslahiye ilçesine bağlı Koccağız Mahallesi’nde yaşayan bir grup öğrenci, Eğitim Bilişim Ağı’na (EBA) bağlanarak eğitim almak için, her gün internete erişimin sağlandığı tek yer olan mahalle camisinin terasına çıkıyor.

İstanbul’da bir öğrenci çatıdan düşüp yaşamını yitirdi.

Bakan sevinir, ilgi var,

DİB sevinir, camiler dolar…

NURCU

Saidi Nursi’nin öğrencisi, Nur Cemaatinin ileri gelenlerinden biri öldü. Ölümü Cumhurbaşkanlığı duyurdu. RTE, cenazenin Eyüp Sultan Camisine defnedilmesini buyurdu.

Laik T.C.  …

OR

Doğu Perinçek TV programında E. Korg. İ. H. Pekin’e “Korgeneral olmuşsunuz ama askerliği öğrenememişsiniz.” dedi.

Kardak kahramanı E. Alb. Ali Türkşen’e de “İyi asker değilsin” demişti.

Bilen var mı, D. Perinçek orgenerallikten mi oramirallikten mi emekli olmuştu?…

HARAMZEDE

“Faiz haramdır” diyen DİB geçen yıl 2.1 milyon TL faiz almış.

Haram pamuk tıkıyorlar…

EŞKIYA

Eski Bayındırlık ve İskan Bakanı Zeki Ergezen’in Hacı Bayram-ı Veli Camii’nde kılınan cenaze namazı öncesi MHP’li vekil Erkan Haberal’ın özel makam aracı trafik polisi ve özel güvenlik görevlileri tarafından araç girişinin yasak olduğu bölgeye alınmadı. Bu sırada gaza basan makam aracı şoförü, aracın önünde bekleyen güvenlik görevlisini ezdi. Olayın ardından MHP’li Baki Ersoy, Mansur Yavaş’ı ‘ezer, geçeriz’ sözleriyle hedef aldı.

Eşkıya ülkeye hükümdar olmaz…

MENZİL

Eski adıyla GATA, yeni adıyla Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin başhekim yardımcılığı görevini yürüten Dr. Ali Edizer, sosyal medya hesaplarından.”Boşanmayın, ikinci eş alın” vb. laiklik karşıtı paylaşımlar yaptı.

AKP ile menzile doğru…

ENGELLİ

Sayıştay’ın Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı 2019 Yılı Denetim Raporuna göre, Sağlık Bakanlığı Engelli Sağlık Kurulu Raporu olmayan 40 bin 746 kişi engelli evde bakım ödemesi aldı. Yine engelli raporu olmayan ancak engelli aylığı alan kişi sayısı ise 95 bin 917 oldu. Sayıştay’ın tespitine göre 2677 engellinin ölümünden sonra yakınları ödeme almaya devam etti.

Bakanlık engelli…

DEVLET

Halk TV Programcısı Levent Gültekin,

“ Bir kere Azerbaycan devlet mi?  Azerbaycan bir aşiret, Demokrasisi yok. Hukuku yok” dedi.

Bir söze, bir de söyleyene bakalım…

SALGINLA FLÖRT EDİLMEZ!

SALGINLA FLÖRT EDİLMEZ!


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
file:///C:/Users/user/Documents/Downloads/yilmazbeyyazi.pdf 06.09.2020SÖZCÜ

Aşağıdaki yazımız, 06 Eylül 2020 günü SÖZCÜ gazetesinde arka sayfada TAM SAYFA yayınlandı. Yurtsever ve yetenekli yazar Sn. Yılmaz ÖZDİL, köşesini tümüyle bize bıraktı.
SÖZCÜ de sağolsun, arka sayfayı TAM SAYFA bizim makalemize ayırdı. Yazı, Sn. Özdil’in bize bildirdiği medya raporuna göre 2 milyonu aşkın farklı kişi tarafından sanal ortamlarda okundu. Yarım milyona yakın da gazeteden okuyanlarla 2,5 milyonu aşkın faklı kişi tarafından okundu. Gerçekleri öğrenmek isteyen halkımızın değerbilir davranışına teşekkür ederiz.. 7 Eylül günü makalemizin PDF’sini ve SÖZCÜ‘deki erişkesini (linkini) sitemizde paylaştık (http://ahmetsaltik.net/2020/09/07/salginla-flort-edilmez/). Yazı metninin bir bütün olarak sanal ortamda arşivlenmesini de sağlamak üzere aşağıda sunuyoruz.
***

“KORONA ile UZAYAN TANGO…”

TÜRKİYE NE YAPMALI???[1]

11 Mart 2020 günü Türkiye’nin ilk yeni koronavirüs bulaşına (enfeksiyonuna) yakalanan olgu,
Sağlık Bakanı Dr. Koca tarafından resmen açıklandı. Çin – Wuhan’da 31 Aralık 2019’da ilk olgular tanılandığına göre, eh, 2.5 aya yakın süre ülkemize bu hastalığı / COVID-19’u sokmamayı başarmıştık!

Ancak, yalnızca 1 ay sonra Nisan ortalarında bizim salgınımız çok hızla “tepe” (pik) yapmıştı kimi ülkeler gibi. Günlük yeni olgu sayısı 5 binleri, ölüm sayısı 120’leri aşıyordu. Ne var ki, Mart sonunda, salgının 3. ayı bitmeden Çin, olağanüstü önlemler ve doğal ürünü eş nitelikli başarı ile salgını baskılamıştı. 80 gün sürmüştü baskılama, Jules Verne’e nazire ile adeta.

Türkiye’de, alınan sıkı önemlerle Nisan’ın 2. yarısında salgın eğrisi aşağıya inmeye başladı. “Her salgının bir çan eğrisi çizeceğini” muştulayan kimi uzmanlar oldu ne yazık ki, gevşemeye başladık. 11 Mayıs’ta, kapitalizmin tapınakları AVM’leri açtık.. Adına “Yeni normal” dedik Alaturka bir yaratıcılıkla. Ancak halkımız da, iktidarımız da “Yeni normal”i kendince yorumladı, “normalleşiyorduk” artık, üstelik normalimiz “yeni” idi, ne güzel… Açılıp – saçılmayı coşku ile sürdürdük; Epidemiyolojik öngörülerle değil. 1 Haziran’da ipler iyice gevşetildi. Ekonominin çarklarının dönmesi gerekiyordu, hafta sonu piknik karantinaları, arada denk düşen ulusal – dinsel bayramlarda bayram karantinaları ile durumu idare eyleyeceğimizi sandık. Oysa Nisan ortasında salgın tepeye erişmişken, pek çok AB ülkesinin yaptığı gibi en az 14 günlük bir tam kapatmaya (lockdown) gitmeliydik; kezlerce yazdık. Örneğin İtalya %95 oranında kapattı ekonomisini.

Salgın öncesinde, sürecinde çok belirgin (majör) hatalar yaptık. 21.500’ü aşkın insanımızı Umre için S. Arabistan’a gönderdik. Döndüler ve hemen hepsi bulaşlı idiler, tüm Türkiye’ye yaydılar. Epey öldüler – öldürdüler. Gerçekte iyi bir Filyasyonla bire bir aydınlatılabilir bu vb. topluluk hareketleri. Öğrenci yurtlarını kapatıp, birkaç milyon genci tüm ülkeye yaydık. 90 bin hükümlüyü infaz yasası değişikliği ile -gerçekte af yasası ile- denetimsiz salıverdik. Güle oynaya “yeni normalleşirken”, gerçekte halk ve iktidar yeniden normalleşirken, salgının çan eğrisi çizmekten vazgeçtiğini (!) biraz gecikme ile algıladık. İlk dalga sürüyor, 2, tepesini yaşıyoruz.

Bilimsel Danışma Kurulumuz tek 1 Halk Sağlığı Uzmanı ile çalışıyordu. Oysa bu ad hoc kurulun ağırlıklı olarak Halk Sağlığı Uzmanı hekimlerden oluşması gerekiyordu, istim epey arkadan geldi.. Sağlık Bakanı Dr. Koca akşamları basın açıklamaları yapıyor, kimi soruları yanıtlıyordu ama Bilimsel Danışma Kurulu’nun kararlarını öğrenemiyorduk, ayrıca Sn. Cumhurbaşkanı’na arz ediliyordu öneriler ve O’nun talimatlandırması ile yürütülüyordu bütüüüün işler.
****
Dünya’da ve Türkiye’de COVID-19 salgını yatay ve dikey eksende büyüyor ve yaygınlaşıyordu.
ABD “perişan” idi bütünüyle özelleştirilmiş / yabanıl (vahşi) sağlık sistemi yüzünden. İtalya, İsveç, İngiltere ağır bedeller ödemekteydiler. Almanya en başarılı AB ülkelerinden oldu, Fransa da. Ama Uzakdoğu’da Japonya, Singapur, Hong Kong, Tayvan, G. Kore… çok daha başarılı oldular “baskılama” yöntemiyle. Biz ise ilk dalgayı bile, salgının 6. ayı biterken henüz sönümlendiremedik.

Niçin başarılı olamadık, nerelerde yanlışlar yaptık?

Sağlık Bakanı Dr. Koca, 11 Mayıs sonrası hasta – ölüm sayılarında belirgin artışlar başlayınca basın toplantılarını kesti. Akşamları kişisel tweet hesabından kısa iletiler ve turkuvaz tabloyu sunuyordu. Bu tablo giderek AKP yeşiline dönüştü ve yaşamın rakamları ile orada açıklananlar arasındaki makas büyüdü, büyüdü.. Derken yoğun bakım ve entübe hasta sayıları kaldırılarak yerine, net – standart tanımlı olmayan “ağır hasta” ve “zatürreli hasta” sayıları kondu. Dünya verileri ise yoğun bakımdaki hasta sayısı ile paylaşılmakta. Karşılaştırma olanağı, bu boyutlarda kalmadı.

Üst üste hatalar birbirini izledi. Adına “yeni normal” dense de hep birlikte “normale / eskiye” büyük bir hızla döndük. Temmuz’daki 2 büyük sınav YKS ve LGS 1 ay öne çekilerek birkaç milyon insan hareketliliği yaratıldı ki; salgın yönetiminde altın ilke, toplumsal hareketliliği – değinimi (teması) en aza indirmekti. Hedef Temmuz’da turizmi açmaktı. Öyle yapıldı ama AB ülkeleri çok kısıt koydular. Ağustos başında Kurban Bayramı ile kurban kesimi ve iç turizm salgını azdırdı. Rusya, korona olguları sayısı bakımından dünyada 4. sırada iken uçak seferleri ve dış turizme açıldık, bir türlü başı yere ermeyen salgın eğrisi, tam da tersine baş kaldırdı ve göz göre göre Eylül başına, 6. ayın sonuna eriştik. Resmi veriler, Nisan ortasındaki ilk tepe sırası rakamlarına koşmakta :

Son dakika haberi: Sağlık Bakanlığı, 4 Eylül korona tablosu ve vaka  sayısını açıkladı! - Son Dakika Haberleri

Toplam olgu sayısı bakımından nüfus büyüklüğümüzle aynı sırada, 18. yiz epeydir. Fakat bu tablodaki sayısal verilerle ilgili çok ciddi sıkıntılar var. Somut olan şu ki; salgının ilk dalgasını 6. ay sonunda sönümlendirememiş olmak bir başarı sayılamaz, açık bir başarısızlık orta yerdedir.
Bu gerçekliği kabulle yola çıkmak gerekir. Sorun çok ciddidir ve ulusal ölçek ve niteliktedir. Salgın denetimden çıkmıştır, hastane yatakları – yoğun bakımlar doludur, halkta panik başlamıştır.

NE YAPMALI ?

Salgın Yönetimi Epidemiyoloji bilim alanının sorumluluğundadır. Bu eğitim Tıp Fakültelerinde Halk Sağlığı Anabilim Dallarında verilir. Dileyen Halk Sağlığı Uzmanı hekim, bu alanda yan dal eğitimi alabilir. Dolayısıyla söz ve karar sahibi alan Halk Sağlığı / Epidemiyoloji uzmanı hekimlerdir. Ancak Bilimsel Danışma Kurulunda çoğunluk başka Dallardadır, bu dengesizlik düzeltilmelidir.

Epidemiyolojik salgın yönetim yordamı (stratejisi), bir masanın 4 ayağı gibidir :

  1. Sürveyans : Toplumda hastalıklar / sağlık sorunlarıyla ilgili sürekli – düzenli – güncel – güvenilir veri toplamak, bunları uygun biyomatematik – sayısal yöntemlerle çözümlemek (analiz etmek) ve Epidemiyolojik olarak anlamlandırarak yorumlamaktır. Her türlü planlama ve müdahale bu adıma dayalıdır. Türleri vardır; Aktif, Pasif, Sentinel. Bu salgında da en temel strateji Sürveyanstır ve toplumda, özellikle riskli kümelerde etkin tarama testleriyle virüsü alanları erkenden bulma hedeflidir. Bu amaçla Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) başından beri TEST – TEST- TEST uyarısı yapıyor. Türkiye’de en başta, duyarlığı yüksek bir tarama testi ile kapı kapı dolaşarak etkin (aktif) iz sürme (sürveyans) yapılmalı ve erken yakalanan taşıyıcılar toplumdan ayrılmalı idi (izolasyon). Bu önerimiz samanlıkta iğne aramak olarak görüldü, samanlıktaki iğneler ekenden bulunsa idi, bugün her yerimize batmazdı.
  2. Karantina : Çok eskiden beri bilinen bir yöntem. Hastalığı almış olması olası – kuşkulanılan ama tanı konmayan – bulgu vermeyen insanların, en uzun kuluçka süresince toplumdan ayrılmasıdır.
  3. İzolasyon: Sürveyans ile olabildiğince erken yakalanan hasta – taşıyıcıların sağlık kuruluşlarında sağaltıma (tedaviye) alınmasıdır.
  4. Filyasyon : Tanı konan hastaların geriye doğru, bir cinayet detektifi gibi izi sürülerek kimden hastalığı aldığının bulunmasıdır. O kaynak uygun biçimde kurutulacak ve yeni bulaşların nedeni olmaktan çıkarılacaktır. Temaslı izlemidir (contact tracing), bulaş zincirini kırma hedeflidir.

Ülkemiz bu 4 adımda ciddi eksik ve yanlışlar yapmıştır. Epidemiyolojik bilimsel ilkeler sıklıkla kimi siyasal tercihlerin gerisinde kalmıştır. Ekonominin döndürülmesi tasası öne çıkmıştır. Bilim Kurulu kararları kamuoyuna açıklanmamıştır. Son söz Saray’daki Tek Adam Rejiminin olmuştur. Son günlerde kimi Bilim Kurulu üyeleri itiraf gibi açıklamalarla pek çok kritik kararı kendilerinin vermediğini, basından duyduklarını, dahası Turkuvaz / AKP yeşili tablo verilerinin ötesinde bilgi sahibi olmadıklarını bildirmektedir.. Bunlar dehşet vericidir; siyasal iktidar güdümünde “bilim kurulu” ile salgının yönetilemeyeceği çoook çıplak bir olgudur. Araba atın önüne konamaz!

Dr. Refik Saydam Ulusal Halk Sağlığı Kurumu bir yasa ile özerk olarak yeniden açılmalı, insangücü ve teknik donanımı hızla sağlanarak salgın yönetimi bütünüyle bu bilim Kurumuna bırakılmalıdır.

Tarama ve tanı amaçlı kullanılan PCR testinin virüsü taşıyanları yakalama yetkinliği (Duyarlığı) ne yazık ki %40’lara dek inebilmektedir. Bu testin kullanımında ısrar etmenin anlaşılır yanı yoktur. %90’ı aşan duyarlıklı testler vardır ve hızla bunlara geçilmelidir. Nitekim 117.612’yi bulan test sayısına karşın yalnızca 1612 (+) yakalanmıştır; % 1,4! Oysa Türkiye “hasta” kaynamaktadır, hastaneler tıka basa doludur.. Testin kendisi, yapılacak kitleler, soğuk zincir ve laboratuvar süreçleri mutlaka iyileştirilmelidir, tersi avare kasnak gibidir, anlamsız ve kaynak israfıdır. (Bkz. yukarıdaki 04.09.2020 günü verileri tablosu)

PCR testi (+) çıkanlar evlerine yollanmamalıdır, evde kendi kendine ilaç sağaltımı olmaz. Burada yapılacak olan İZOLASYON’dur, yukarıdaki 3. adımdır ve sağlık kuruluşunda olmak zorundadır. Tıbbi sağaltım (tedavi) verilecek ve virüsten arındırılarak topluma kazandırılacaktır hastalar.

Sürveyans, Filyasyon süreçlerinde yakalanan “kuşkulular” ın yeri Karantina’dır. Kural olarak bu işlem, amaca özel Karantina Yerlerinde yapılır. Bunlar, hastanelere yakın değişik binalardır ve sağlık çalışanlarının ve kolluğun gözetimi zorunludur. Önerdik taaa başlarda; boş oteller, tatil köyleri, boş onbinlerce TOKİ konutları, boşaltılan öğrenci yurtları.. Ama biz evlerine yolluyoruz bu insanları.. Oysa sahra hastaneleri yapmak zorunda idik, İstanbul’da yapılan 2 hastane sağlık turizmi için kullanılıyor.

O halde 1. Basamakta, yani hastane öncesinde, toplumun içinde salgın yenilecektir; hastanelerde asla değil. Nitekim ön cephede yenilgi, cephe gerisinde hastanelerde çöküş getirmiştir. Türkiye, “sağlık hizmetini hastane sanmak” gibi ürkünç (vahim) bir yanılgı içindedir ve bedelini çok ağır ödemektedir. Gerçek sağlık hizmeti SAĞLIKLI İNSANLARA SÜREKLİ verilen hizmettir. Hastane ve sağaltım, koruyucu hekimlik bir biçimde başarılı olamadığında istemsiz (arızi) olarak devrededir.

Öyleyse Türkiye, Sağlıkta Dönüşüm denen, asla yerli ve milli olmayan özelleştirmeci politikalarla çoooook zayıflattığı 1. Basamağı yeniden, tam kamusal sorumlulukla güçlendirmek zorundadır. Bu yüzden Türkiye salgına çoook zayıf yakalanmıştır. İvedi olarak yüz bin sağlık çalışanı ataması yapılmalıdır. Ayrıca her Aile Hekimliğine kamu görevlisi bir Halk Sağlığı Hemşiresi atanmalıdır. 400 binden çok sağlık çalışanı atama beklemektedir. Türkiye sağlık insangücü ve hastane yatakları sayısı akımından 36 OECD ülkesi içinde sonlardadır. Şehir Hastaneleri açık bir talan olup, salgında derde deva ol(a)madıkları / olamayacakları görülmüştür; hemen kamulaştırılmalı, onlara feda edilerek kapatılan hastaneler geri açılmalıdır. Özel sektörün 50 bin yatağından pandemide yararlanılmalıdır.

AKP yeşiline boyanan Turkuvaz tablo bize, tüm perdeleme çabalarına karşın hala çoooook önemli bilgiler veriyor. Toplam 276.555 olgudan iyileşen (doğrusu taburcu edilen; tam iyileşme yok..) 249.108 düşüldüğünde 27.447 bulunuyor. Bundan da ölen 6.564 çıkarılırsa, 20.883 elde edilir ki, bu rakam 4 Eylül günü Türkiye’de hastanelerde yatan hasta sayısının bir bölümüdür.. Olağan olarak COVID-19 olgularının %85’i ayakta, hafif geçirmektedir hastalığı, hatta ek bir %25 de hiç belirtisiz. Yatması beklenenler 15/125… kabaca 1/8. Ne var ki, Türkiye’de son verilerle, yoğun bakım dahil en az 130 bin hastane yatağı pandemi (küresel salgın) için ayrılmıştır ve hemen hemen tümüyle doludur. 1. Basamakta göğüslenemeyen, bulaş zinciri – kırılamayan salgın, cephe gerisinde 2. ve 3. Basamak hastaneleri çökertmiştir. 20.883 hasta PCR(+) olanlardır. Geri kalan 110 bin yatakta ise PCR(-) COVID-19 olguları yatmaktadır. Test dışında tüm bulguları birbiriyle aynı 2 hasta kümesi. Türkiye, DSÖ kodlama kurallarına uymayarak, test (-) leri yeni koronavirüs hastası saymıyor! Ama yataklar dolu! 130 bin hasta hastanelerde, bunun en az 7 katı evlerinde.. 1 milyonu aşkın hasta!

Bitmedi, yatak yetmezliği çok net olduğundan, S. Bakanlığı salt solunum güçlüğü / yetmezliği ve / veya yutma güçlüğü vb. olan AĞIR hastaları yatırabiliyor. Bunların da kabaca, yatması beklenen %15 hastanın 1/3’ü olduğu kabul edilirse,

  • Türkiye’de 3 milyon hasta – bulaşlı insan var demektir!

Bu muazzam bir yüktür ve bulaş denetimden çıkmış, tüm topluma yayılmıştır. 3 milyon hasta – bulaşlı, Türkiye’de her 29 kişiden 1’i demektir! Yangın yatay ve dikey eksende devasadır.

Çünkü yatırılanlar neredeyse tümüyle ağır hastadır 3 koşul nedeniyle (solunum güçlüğü / yetmezliği ve / veya yutma güçlüğü vb.) ve ölüm oranları kaçınılmaz olarak çok yüksek olacaktır. Gelin görün ki, bu tablodan 276.555 PCR(+) hastadan 6.564’ünün öldüğünü, oranın %2,4 olduğunu görüyoruz sevinçle (!) Dünya ortalamasının yarısı, nasıl oluyorsa!?? Pekiii, PCR(-) ama yatan 110 bin korona hastasından hiç ölüm yok mudur??!! Aynı oranda ölüm varsayarsak, 6.564’ü 5,5 ile çarpmamız gerek (110 bin / 20 bin = 5,5)..

  • Türkiye’de gerçek korona ölümleri yaklaşık 36 binlerde midir?

    Bu yakıcı sorunun yanıtı ise, Türkiye’deki 1397 belediyeden, AKP’nin elindeki 536 ve 64 dolayında kayyım atadıkları ve MHP’li 145 belediye çıkılırsa, kalan 652 muhalefet belediyesinden gelebilir. Muhalefet partileri, mezarlıklar müdürlüklerinden gerçek ölüm rakamlarını çıkarabilir ve ilan edilen korona ölümleri ile karşılaştırılarak aradaki farkın nedeni, kaynağı sorulabilir. Bu boyutta bir skandal herhalde, demokratik bir ülkede iktidarı Giresun’deki azgın sel gibi önüne katar ve hızla bitirir.

  • Salgınla flört edilmez!
  • Türkiye, AKP=RTE’nin babasının malı bir A.Ş. değildir!

Anti-emperyalist bir savaşla kurulmuş onurlu ve saygın devlet ve mazlum bir Ulus yaşamaktadır bu topraklarda. Partili Cumhurbaşkanı Erdoğan bu Ülkeyi bir CEO gibi yönetemez, bu insan haklarına aykırıdır, meşru değildir! TBMM olağanüstü toplanarak sorunu görüşmeli, muhalefet etkin çaba göstermeli ve gerçek ölüm rakamlarını ortaya koymalı, bir Salgın Kurultayı düzenleyerek iktidara ve kamuoyuna bildirgesini (manifestosunu) sunmalıdır.

Görülmektedir ki; salgında, insan yaşamı siyaset kurumu ve güdümündeki köhne bürokrasi tarafından korun(a)mamaktadır. Geriye tek seçenek BİLİM KURUMU kalmaktadır. Bu Kurumu, anda Bilimsel Danışma Kurulu -hasbel kader- temsil etmektedir. Kurulun ezici çoğunluğu Hipokrat yemini etmiş hekimlerdir ve temel evrensel ilke “Primum non nocere” dir (önce zararlı olmamak). Önerileri büyük ölçüde dikkate alınmıyorsa, derin çelişkiler varsa.. orada durmanın “suça ortak olma” dışında bir anlamı kalmayacaktır. Kuruldaki hekim akdemisyenler, tarihsel sorumluluklarının gereğini daha çok ertelemeden yerine getirmek zorundadırlar.

  • Son çözümlemede; denetimden çıkan salgın, en az 14 günlük tam kapatma ile baskılanabilecek gibi görünüyor.

AKP = RTE, gerekli yaklaşık 50 milyar $ kaynağı akılcı biçimde bulmalı ve bu yola gidilmelidir. Oyalanmanın, öteleme – ertelemenin, inadın bedeli hem ekonomik hem insan yitiği boyutlarıyla kabul edilemeyecek kertededir.

Sorun Ulusaldır, bu salgın Türkiye’ye diz çöktürebilir; İktidarı da önüne katarak tarihin çöplüğüne sürükler.

Bilimsel akılcılık dışında reçete YOK – TUR!

[1]SALGINLA FLÖRT EDİLMEZ” başlığı ile 06.09.2020’de SÖZCÜ Gazetesinde Sn. Yılmaz ÖZDİL’in köşesinde TAM SAYFA yayınlandı.

BU RAKAMLAR KABUL EDİLEMEZ: ODATV Söyleşimiz – 23 Ağustos 2020

BU RAKAMLAR KABUL EDİLEMEZ!


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

ODATV Söyleşimiz
https://odatv4.com/bu-rakam-kabul-edilemez-23082057_m.html 23.08.2020

Nurzen Amuran: Cumhurbaşkanı tarafından Karadeniz’de büyük bir doğalgaz rezervi bulunduğu açıklanınca gündem bir anda değişti ve gazın çıkarılmasının maliyetleri hangi koşullarda çıkarılıp devreye sokulabileceği tartışılmaya başlandı. Enerji ön plana çıktı. Bir anda ne okulların açılma tarihi ve okullarda alınacak önlemler konuşuldu ne de pandeminin yarattığı sorunlar gündemde kaldı. Elbette bir rezerv bulunması önemli. Daha önce de petrol ve doğalgaz için aramalar yapıldı ve yapılmalı. Ama 6000’den fazla insanımızı kaybettiğimiz pandemi sürecinde gelinen noktayı halkımız daha fazla bilmek istiyor. Açıklanan verilere inanmak istiyor. Covit-19‘a karşı verilen mücadelenin her aşamasını öğrenmek istiyor. Sözün özü şeffaflık istiyor. Evet dünden bugüne neler oldu bu son salgının sonuçlarını sağlık alanında bize hatırlattıklarını bugünkü sonuçlarla yeniden gözden geçirelim istiyoruz. Pandemi konusunda tek başına mücadele veren hemen hemen her gün televizyonlarda yazılı basında yetkililere uyarılarda, hatırlatmalarda bulunan Prof. Ahmet Saltık yine konuğumuz.

Ahmet Saltık sadece tıp alanında emek veren bir bilim insanı değil, aynı zamanda Sağlık Hukuku Uzmanı ve Mülkiye mezunu. Çok yönlü bir araştırmacımız.

Sayın Saltık, kamucu sağlık sisteminin ne denli önemli olduğu yaşanan son pandemi süreciyle ortaya çıktı. Sağlık Sektörü bugün baktığımızda Covit-19 salgınıyla beraber hangi problemleri yaşıyor?

Ahmet Saltık: COVID-19 salgınına Türkiye, sağlık sektöründe ciddi sorunlarla yakalanmıştır. En önemlisi 1. Basamak Sağlık Sisteminin zayıf ve büyük ölçüde özelleştirilmiş olmasıdır. Salgın, evrensel kural olarak 1. Basamak’ta yenilir, 2. ve 3. Basamak olan hastaneler salt hastaları sağaltır (tedavi eder). Oysa salgın, toplum içinde bulaşın durdurulması ile sönümlendirilebilir, bu 1. Basamak Sağlık Hizmetinin ana işlevlerindendir. Nitekim yeterince Sürveyans, Karantina, İzolasyon ve Filyasyon çalışması yapılamamaktadır. Bu yüzden hastaneler zorlanmakta, hastalar yer yokluğundan evlerine yollanmakta, evde izlenmeye çalışılmakta ancak 1. Basamak yetersiz bırakıldığından, bu da yeterince yapılamamaktadır.

  • Salt ağır hastalara hastanelerde –şimdilik– yer bulunabilmektedir.

Sözgelimi, ABD’de tipik bir facia yaşanmaktadır. Onca yüksek tıbbi teknolojiye ve sağlık hizmetleri için neredeyse ulusal gelirin 1/5’i harcanırken, özel sigorta zorunluğu nedeniyle, nüfusun %15’ine varan 45 milyonu aşkın yoksul – işsiz – evsiz etnik kümeler (Hispanik, İndian, Zenci) sağlık hizmetine erişememektedir. Bu ülkede COVID-19’a yakalanan ve ölenlerin büyük

bölümü, anılan yoksullar, sağlık güvencesi olmayanlardır.

Koronavirüs küresel salgını (pandemisi), insanlığa özellikle sağlık güvencesi ve koruyucu sağlık hizmetlerinin vazgeçilmezliğini çok acı biçimde öğretmiştir. Bu 2 temel sorumluluk kesinlikle kamunundur; hiç kimse salt kendi özel sağlık sigortası ile yetinemez. Ancak hep birlikte, dayanışma ile sağlıklı olabilir ve kalabiliriz. Dolayısıyla, neo-liberal vahşi küreselleşme rüzgarlarının sağlıkta ölçü – sınır tanımayan özelleştirmeci ve kamusal sorumluluğu dışlayan politikalarına kesinkes son vermek ve koruyucu sağlık hizmetlerine mutlak öncelik vererek sağlığı bir temel insan hakkı olarak tanıyıp yaşama geçirmek zorunludur. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 25. maddesinde bu hak açıkça tanınmıştır; uygulanması zamanı gelmiştir.

Amuran: Bugüne kadar yapılanlar Bilim Kurulu’nun bazı tavsiyeleriyle siyasetin gölgesinde gerçekleştirildi. İlgili meslek kuruluşlarının sendikaların ve derneklerin sözgelimi TTB’nin katkıları göz ardı edildi. Bu süreç de önlemler açısından sorumluluk alanı genişletilmeliydi. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Saltık: Salgın tüm toplumun sorunudur, kimseye ayrıcalık yoktur ancak gene de verilerden, daha çok yoksul – işsiz – evsiz – emekçi alt sınıfların etkilendiği açıktır. Dolayısıyla savaşımın (mücadelenin) hep birlikte (topyekün) olması kaçınılmazdır. Merkezi iktidar temel sorumludur ve toplumun tüm olanaklarını – güçlerini seferber etmek zorundadır. Özellikle kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşları ayrı ayrı yasalarla kurularak bu bağlamda yetkilendirilmişlerdir ve Anayasanın 135. maddesinin koruması altındadırlar, Anayasanın muradı da bu yöndedir. Yerel yönetimler ve sendikalar ülkemizin önemli güç alanlarıdır. Merkezi yönetimin tek başına bu ciddi salgını yönetmesi ve alt etmesi hayal bile edilemez. AKP iktidarının salgının 1. dalgasını ülkemizde 6 ay biterken hala sönümlendirememiş olması açık başarısızlık kanıtıdır ve yanlışlığı kesin, bu dışlayıcı ve gerçekleri halktan saklayıcı politikalar kabul edilemez. Türkiye’nin adı geçen örgütlerde üyeliği bulunan çok ciddi bir insan gücü kaynağı vardır ve paha biçilmez bir zenginlik olup mutlaka yararlanılmalıdır. AKP iktidarı, TBMM’de içtenlikle bir genel görüşme açtırmalıdır. Bir ulusal salgın kurultayı toplamalı ve tüm kesimlerin katkısını sürece katmalıdır.

  • Demokratik toplumlar, iktidarların halk yığınlarını ve onların yasal – kurumsal örgütlerini dışlayan değil, tersine etkin katılımını sağlayan gelişkin sosyal organizasyonlardır.

Amuran: Bilim Kurulu üyeleri medyada yazılı basında bireysel açıklamalar yaptılar halkı aydınlattılar. Ancak Pandemi sürecindeki gelişmeler, yapılan öneriler, alınan önlemler ve sonuçlar Bilim Kurulu tarafından açıklanmalıydı diyenler çoğunlukta. Bu daha inandırıcı olur daha güvenilirliği sağlardı diyenler var. Siz ne düşünüyorsunuz?

Saltık: Yaşamda en gerçek yol göstericinin akıl ve bilim olduğu, çağımız uygar toplumlarında tartışma dışıdır. Dolayısıyla halkın bu Kurulun önerilerini bilme hakkı demokratik ve savsaklanamaz bir haktır. Öte yandan, adı geçen Kurulun kararlarının açıklanmasına engel bir durum da yoktur. 3. gerekçe olarak, kamuoyuna mal olan Bilimsel Kurul önerileri karşısında siyasal iktidarın keyfiliğini önlemek önemlidir. Siyasal yetke (otorite), Bilimsel Kurulun önerilerini yerine getirmeyecekse, Kurul göstermelik olur. Bunun böyle olmadığının kanıtı saydamlıktan geçer ve Kurulu da İktidarı da ciddiyete iter. Kamu yetkesi neden kimi kararları uygulamadığını, uygulayamadığını kamuoyuna gerekçeleriyle açıklar ve süreç ciddiyet kazanır, toplumsal bütünleşme sağlanır.

Öte yandan, eğer Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü (Sağlığı Koruma Kurumu) AKP eliyle

Kasım 2011’de işlevsizleştirilmemiş olsaydı, siyasetin güdümünde Bilimsel Kurul yerine “Bilimsel olarak özgür, akçalı (mali) ve yönetsel (idari) açıdan özerk” bu Kurum tarafından salgın çok daha uzmanlıkla, yetkinlikle yönetilecekti. Almanya’da Dr. Robert Koch Enstitüsü, Fransa’da Dr. Louise Pasteur Enstitüsü son derece başarılı kurumsal örneklerdir. Çok zorunlu durumlar dışında “ad hoc” kurullar yerine, gereksinim duyduğumuz yerleşik köklü Kurumlardır. Dr. Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü (Sağlığı Koruma Kurumu), belirttiğimiz temel niteliklerle, “Bilimsel olarak özgür, akçalı (mali) ve yönetsel (idari) açıdan özerk” olarak hemen açılmalı ve salgın yönetimi elden gelen hızla bu Kuruma bırakılmalıdır.

Amuran: Televizyonlarda sokağa çıkma yasaklarının gerekli olduğunu ısrarla söylediniz. Diğer önlemlerin aynı etkiyi sağlamayacağını belirttiniz. Elbette bu tedbirin ekonomik maliyeti de vardı. Bugün ne düşünüyorsunuz?

Saltık: Salgın yönetiminde bulaşı kırmanın en etkin yöntemlerinden biri, toplumsal hareketliliği, değinimi (teması) en aza indirmektir. Burada söz konusu hastalığın en uzun kuluçka süresi belirleyicidir. COVID-19 için değindiğimiz süre 14 gündür. İtalya, Fransa, Almanya salgın yönetiminde başarılı olmuşlardır ve 14 günlük tam kapatma (lockdown) temel belirleyicidir. Elbette ciddi ekonomik bedeli vardır. Tükiye’de yaklaşık 3.2 milyar $ / gün gibi bir maliyet hesabı yapılmış ve yayınlanmıştır. 14 gün için yaklaşık 45 milyar $ dolayında bir kamusal kaynak gereklidir.

  • AKP iktidarı, ekonomi zaten olağanüstü kırılgan olduğundan, bu kaynağı bulamamış ve köktenci bir önlem olarak tam kapatmaya gidememiştir.

Nisan ortasında bu yapılabilseydi, şimdi 1. dalga büyük olasılıkla baskılanmış olurdu. Hafta sonları, bizim adlandırmamızla piknik karantinaları; 23 Nisan, 19 Mayıs, Ramazan Bayramlarında 3-4 günlük bayram karantinaları alaturka örneklerdir ve Epidemiyoloji biliminde karşılıkları yoktur. Kuramsal olarak tümü ile yararsız oldukları söylenemez ancak beklenen yarar da ortada yoktur; Salgın 6. ayını bitirmeye koşarken hala çok ciddi düzeydedir. Böyle giderse Eylül – Ekim içinde 14 günlük tam kapatma zorunlu duruma gelebilir. Salgın dünyada da çok yaygın ve komşu ülkelerde de şiddetli.

Amuran: Bu mücadeleyi sürdüren sağlık çalışanlarımızın durumu daha da zor. Hem hastalığın bulaşma riskini taşıyorlar, meslektaşlarını bu hastalık yüzünden kaybediyorlar hem de bu sürecin travmalarını yaşıyorlar. Bu nedenle mesafe, maske ve hijyen önlemleri almayanlara karşı kırgınlar. Pandemi başladığından bu yana, kendilerine motivasyonlarını artıracak destekler yeterince sağlandı mı?

Saltık: Hayır! Tükenmişlik… yaygın. Yorgunluk, bıkkınlık, yılgınlık, depresyon, gelecek kaygısı ve korku. Ek ödemeler büyük adaletsizlik ve yetersizlik yarattı. Yeterli kişisel koruyucu donanım sağlanamadı. En önemlilerinden biri, sağlık çalışanlarının COVID-19’a yakalanmaları durumunda meslek hastalığı sayılarak sağlık, sosyal, ekonomik, emeklilik gibi türev hakların tanınmaması bir sorun… Bu sorun mutlaka çözülmeli. Hala sağlık çalışanlarına yönelik şiddet sürüyor; hizmet sunumundaki kısıtlar ve zorluklar sağlık çalışanı kaynaklı değil; sistem kaynaklı. Hatalı politikaların bedeli / kurbanı asla, çok özverili sağlık çalışanları olmamalı.

  • Salgın boyunca 5,5 ayda 50’yi aşkın sağlık emekçisi öldü! Bu rakam kabul edilemez, öncelikle sağlık çalışanını korumayan / koruyamayan bir sistem, salgını yenemez.

Amuran: Salgınlarda alınan önlemlerin ne denli farklı olduğunu millet olarak yaşayarak öğrendik. Salgın yönetimlerinde uygulanan farklı stratejiler olduğunu biliyoruz. Güvenilir ve nitelikli bir aktif sürveyans sistemi kurulmasını önermiştiniz. Süreç nasıl işliyor?

Saltık: Salgın yönetiminde “Epidemiyolojik 4’lü” diyebileceğimiz 4 temel strateji vardır. Bunların ilki Sürveyans‘tır. Alt tipleri vardır Aktif, Pasif, Sentinel gibi. Toplumda sağlık sorunları ile ilgili sürekli veri toplama, çözümleme (analiz) ve müdahale stratejileri geliştirme demektir. Aktif Sürveyans‘ta, salgınlarda erken olgu bulmak hedeflenir, bu amaçla da toplumda yaygın tarama çalışması yapılır… Bizim, “… kapı kapı dolaşıp test yapılmalı..” dediğimiz bu idi. Başta Çin, çok başarılı uyguladı ve 82 günde salgını Wuhan’da sönümlendirdi. Uygulanmama gerekçesi yeterli sağlık çalışanı (personeli) olmayışı, test maliyeti, laboratuvar yetersizliği ve “samanlıkta iğne arama” reddiyesi ileri sürüldü… Ama Dünya Sağlık Örgütü başından beri Test yap, Erken olgu bul ve Sağaltdedi. Türkiye yaklaşık 14 kişiden 1’ine test yapmış oldu son verilerle. Çok daha yüksek skorlu ülkeler daha başarılı.

Amuran: Sağlık Bakanlığı’nın son açıklamalarında verdikleri bilgiler kamuoyunu tatmin etmiyor. Sözgelimi entübe hasta sayısının verilmeyişi. Oysa şeffaflık panik olmasını da engeller, insanların kendileri için alacakları önlemler de daha bilinçli hareket etmelerini sağlar, değil mi?

Saltık: Elbette. Tablo karmakarışık! Dahası, bu istendik bir durum, sorunu bulanıklaştırmak için. Yoğun bakımda ve/veya entübe hasta sayısını dediğiniz gibi son 2 haftadır Bakanlık saklıyor. Oysa bu önemli bir gösterge idi. Türkiye’de, karartılma öncesi son günlerde yatan toplam hastanın 1/10’ü düzeyine tırmanmıştı dünyada %1 iken. Gene de ölümler Türkiye’de dünya ortalamasının yarısından azdı. Bu derin çelişkiyi sorguluyorduk ama Sağlık Bakanlığı doyurucu açıklama yapamıyordu. Şimdilerde o turkuvaz tabloda günlük verilen 5-6 rakamdan ikisi ağır hasta ve zatürreli hasta sayısı. Dünya ile karşılaştırma olanağı kalmadı, standart bozuldu. Öte yandan sağaltımda (tedavide) elde gerçekten etkili anti-viral ajan yok. Hastalık sırasında gelişen bozukluklara dönük belirti (semptom) ile savaşılıyor. Ateş, solunum güçlüğü, yaygın pıhtılaşma eğilimi, aritmi vb. Hidroksiklorokin (Kinin) çok eski bir Sıtma ilacı. Bu hastalıkta denendi, artimi yapıcı etkisi yüzünden Dünya Sağlık Örgütü kullanılmamasını önerdi ama Türkiye’de hala kullanılıyor! Üstelik, hastaneler dolu olduğundan, ağır olmayan hastalara evde kullanmak üzere Filyasyon ekiplerince veriliyor. Bu suç (1219 s. yasa md. 25 vd.), ilacı ancak hekim yazar, o da hastayı görüp muayene ederek verir. Bu uygulama pek çok bakımdan ciddi sakıncalar ve riskler taşıyor ve hemen durdurulması gerek. Öbür anti-viral ajanlar tümüyle ampirik temelde kullanılmakta. Türkiye’de dünyadan ciddi biçimde ayrışan ve ölüm oranlarında belirgin (dramatik) azalma sağlayacak bir ilaç sağaltım rejimi söz konusu değil.

Amuran: Dünya Sağlık Örgütü bu dönemde kendisine düşen sorumlulukları yerine getirdi mi? Eleştiriler yapıldı, uyarıları önemsenmedi. Sizce iyi bir sınav verdi mi?

Saltık: DSÖ, BM’ye bağlı bir teknik uzmanlık kurumu ve Uluslararası Hukuk korumasında.

Kararları, üye ülkeleri bağlayıcı değil, öneri (tavsiye) niteliğinde. 1948’de çalışmaya başladı ve 72 yıllık bir Kurum kültürü ve deneyimi var. Pek çok uluslararası sağlık sorununda iyi sınav verdi. Son salgında Ocak 2020 başında Çin’e uzmanlarını yolladı ve aşamalı biçimde alarm düzeyini artırarak 10 Mart 2020 günü, salgının 2. ayı bitiminde “Bu bir küresel salgındır / pandemidir” dedi. Zamanlama hatası yok bize göre. Sorun yeni ve SARS-COV2 adlı bu virüsün (Yeni koronavirüs) tanınmayışı. DSÖ de bilimsel bilgi üretildikçe yönergelerinde değişikliğe gitti, bu çok normal. Sayıları 196’ya varan tüm üye ülkelerin DSÖ ile uyumlu bir işbirliği içinde çalışması bir zorunluktur. Eleştiriler biraz da, şimdiki Etyopyalı Genel Direktör Dr. Tedros Adenom Gebreyesus’un eşitlikçi – sosyal sağlık politikaları söylemlerine kapitalizmin ilkel tepkisi gibi.

Amuran: Covit 19’la birlikte bilimsel çalışmaların önemi bir kez daha ortaya çıktı. Özellikle Tıp alanında… Tıp dünyası önemli bir sınav verdi. Karar vericiler de bunun ne derece farkına vardılar, bilemiyoruz. Sağlığa dönük yapılan harcamaları yeterli buluyor musunuz?

Saltık: Bilimsel Tıp birikimimiz yabana atılamayacak düzeyde. Ancak nitelikli sağlık hizmetlerine erişimde kabul edilemez düzeyde eşitsizlikler var Türkiye’de ve dünyada. At başı giden önemli öbür sorun ise sağaltımın / tedavinin sağlık hizmeti sanılıp öne çıkarılması. Oysa gerçek sağlık hizmeti insanlar sağlıklı iken verilen koruyucu sağlık hizmetidir. Ancak böyle erken tanı konarak etkin sağaltım yapılabilir ve hastalıklar azaltılabilir. Ancak yabanıl kapitalizm her durumda en çok kâr gibi bir tunç yasayı (!) insanlığa bir boyunduruk gibi dayattığından, daha az giderle daha sağlıklı bir topluma erişemiyoruz.

Sağlık Bakanlığı’nın 2020 yılı bütçesi 58 milyar TL. Ayrıca SGK’nın 2020 için öngörülen 110 milyar TL dolayında sağlık gideri söz konusu. Kurumların da sağlık bütçeleri var, örneğin TBMM. Ayrıca yurttaşların cepten harcamaları… Türkiye sağlık sektöründe ulusal gelirinin informal (gayrı resmi) olarak 1/10’unu (%10), TÜİK’e göre ise %5’ini harcıyor. Her ikisi de ciddi tutarlar. 2019’da yaklaşık 700 milyar $ toplam ulusal gelirde 35 ya da 70 milyar $. En önemlisi verimli kullanılması; bu da kamusal sorumlulukla etkin ve yaygın, sürekli koruyucu sağlık hizmetlerinin kesin bir öncelik almasını tartışılmaz kılıyor. Yani, yerli – yabancı sermayeye rant aktarımını durdurmayı!

Amuran: Yeniden hatırlatmakta yarar var. Salgın sırasında halkın zamanında doğru gerçekçi bilgi alması önemlidir. Bu sağlanamazsa ne olur?

Saltık: Salgın dönemlerinde elbette halkın doğru, yeterli, güvenilir ve zamanında bilgi edinme hakkı tartışılamaz. Bu sağlan(a)mazsa fısıltı gazetesi devreye girer, halkla salgın yönetiminde işbirliği yapılamaz. Bu durumda da salgınla baş etme olanağı kalmaz. Türkiye’de yaşanan bir bakıma budur; iktidar gerçek verileri halktan, hatta Bilimsel Danışma Kurulundan bile saklamakta ve gerçekçi olmayan açıklamalar halkı tehlikeli bir gevşekliğe itmekte.

Amuran: Bu pandemi süreci bize neleri hatırlattı, neleri öğretti? Ayrıca son önerileriniz.

Saltık: Sorularınıza yanıt verirken önerilerimizi de sunmuş olduk. Farklı olarak ya da yer yer yineleyerek vurgulamamız gereken, sağlığın doğuşta kazanılan bir temel hak olduğu gerçeğidir.

  • Sağlıkta özelleştirmeden vazgeçilmeli, herkes hak ettiği sağlık hizmetine nüfus kağıdı ile erişebilmelidir.
  • Bu bağlamda, gerçek bir talan, kapitülasyon olan, Şehir Hastaneleri kamulaştırılmalıdır. Sağlıkta da liyakat mutlak olmalı, il – ilçe sağlık müdürleri
    Halk Sağlığı Uzmanı olmalıdır.

Benzer sağlık ve çevre sorunları insanlığı beklemektedir. Çevreyle barışık ve ona saygılı bir yaşam sürdürmek zorunludur; sürdürülebilir kalkınma dönemi kapanmıştır, artık sürdürülememektedir; sıra ve zaman sürdürülebilir yaşam ilkesindedir. Bunun da en temel gereklerinden biri, tüm dünyada etkili ve ivedi bir aile ve nüfus planlamasına geçmektir;

* HER AİLEYE 1 ÇOCUK… Zamanı geldi de geçiyor da…

Türkiye’deki Dolar milyarderleri, bu olağanüstü dönemde ülkeye sahip çıkmalı. 50 dolayında ultra zengin insanımız, salgınla savaş için 100’er milyon Dolar gönüllü katkı vermelidir…

Yaşamın her alanında en üst düzeyde tasarruf ve dünyaya en az yük olmak (en küçük karbon ayak izi bırakmak). Bu da son çözümlemede, Büyük Atatürk‘ün son derece yerinde uyarısı ile,

“Bizi yutmak isteyen kapitalizm ve bizi mahvetmek isteyen emperyalizm ile savaşımı meslek edinmiş insanlarız..” 

ilkesinin gereğini yerine getirmekle erişilebilecek ulusal ve küresel bir stratejik hedef olmalı.

Amuran: Atatürk’ten söz edince sizin bir Anayasa kadar önemli gördüğünüz TBMM’de Yüce Önder’in yaptığı bir konuşması vardı. Nasıl bir sağlık politikası ortaya koyduğunu anlatan bir konuşma. O konuşmayla o yıllarda yapılanları yeniden hatırlatalım okurlarımıza. Söyleşiyi Atatürk‘le noktalayalım.

Saltık: Çok iyi olur. 1947 tarihli Dünya Sağlık Örgütü Anayasasında Sağlık tanımlanırken, “sosyal yönden de tam bir iyilik” durumu / koşulu tanıma eklenmiştir. Bu durum, Büyük Önder Mustafa Kemal Paşa önderliği ile Cumhuriyeti kuran öncü kadroların engin ufkuna bir kanıttır. Mustafa Kemal Paşa ile dava – silah arkadaşları Sağlık işlerini son derece önemli bularak, bir Bakanlık düzeyinde örgütlemişlerdir. Sözünü ettiğiniz konuşma, 1 Mart 1923’te ilk Meclisin 4. yasama yılı açış konuşmasıdır.

Amuran: Atatürk’ün o konuşmasında salgınlarla nasıl mücadele edildiği de gündeme getirilir.

Saltık: Evet, dediğiniz gibi Atatürk‘ün o konuşmasıyla bitirelim söyleşiyi.

***

Efendiler,

İçişleri hakkında açıklamalarımı burada tamamlayarak sağlık işlerine geçiyorum. Ülkenin sağlık durumu Allah’a şükür sevindirici bir durum göstermektedir. (Elhamdülillah sesleri) Sağlık ile ilgili çalışmalarımızın önemli bir kısmı salgın hastalıklardan korunmaya ve bulaşmanın önlenmesine sarf edildi. Bu tip hastalıklardan yalnız çiçek ile tifüs bazı bölgelerde az da olsa kendini sınırlı bir şekilde göstermiş ise de, zamanında alınan ve sürdürülen koruyucu önlemler ile önlerine geçilmiştir. Ülkenin büyük bir kısmının düşman tarafından harabeye çevrildiği, ezilmiş halk derin bir yoksulluk içine terk edildiği, içten dışa ve dıştan içe sürekli olarak göçlerin sürmekte olduğu bugünkü dönemde, bu gibi hastalıkların görülmesi istenmeyen bir konu olmakla birlikte, oldukları yerlerde süratle ortadan kaldırılmalarında gösterilen başarı da sevindiricidir. Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı savaşın gereği düşünülürken en önce akla sıhhi önlemlerin uygulamasını yapan doktor ve sağlık memurları gelir. Geçen yıl ülke içinde memur olarak çalıştırıları doktor sayısı 337 ve sağlık memurlarının sayısı ise 434 idi. Ülkenin ihtiyacını karşılamaktan uzak olan bu sayıların bu yıl kısmen memleketin uzak yerlerinde doktor maaşlarının artırılması, kısmen askeri doktorların bir kısmının terhis ve çalıştırılmaları yoluyla çoğaltılması ve aynı zamanda okuldan çıkacak doktorlarımıza mecburi hizmet yüklenmesi ve daha çok doktor yetiştirilmesi önlemleri alınarak bugün görülen boşlukların doldurulması düşünülmektedir.

Salgın ve bulaşıcı hastalıklara karşı insanları koruma konusunda büyük hizmetleri görülen, aşıların hazırlanması ile uğraşan hıfzıssıhha kurumu üstün bir başarı ile çalışmalarını sürdürmekte ve hastalıklarla savaşta yararlı hizmetler yapmaktadır. 1921 yılı içinde, üç milyon kişilik çiçek aşısı yapabilen Sivas Kurumu geçen yıl içinde beş milyon kişilik çiçek aşısı, 537 Kg. kolera, 477 Kg. tifo aşıları üretmiş ve bunlar halka yeterli bir şekilde yapılmıştır. Halen İstanbul ve Sivas’ta bulunan her biri bakteriyoloji laboratuvarı, kimya laboratuvarı, aşı istasyonu ve kuduz tedavi merkezinden kurulu hıfzıssıhha müesseselerinin üçüncüsü de bu yıl Diyarbakır’da kurulacak ve böylece hastaların uzak yerlere gitmelerinden doğacak sakıncalar ortadan kalkacaktır. Bulaşıcı hastalıklara karşı önemli bir savaşın aracı olan temizlik ve etüv araçları gittikçe çoğaltılmakta ve düşman tarafından zarar görmüş olanlar onarılmakta, var olanlar ise yenileştirilmektedir. Bu şekilde yakında Afyon Karahisar, Eskişehir ve Niğde etüv kurumları faaliyete gireceklerdir. İzmir’de ve Ankara’da her türlü aracı olan birer etüvevi inşası düşünülmektedir. Aslında sağlık korunmasını sağlayan etüvevleri bulunmayan şehirlerde yerel yönetimler tarafından verilecek ödenekle ve merkezden yapılacak yardımla bir an önce bunların tamamlanması, 1923 yılında yerine getirilmesi amaçlanan işlerden birisidir. Bu arada, çeşitli yollarla dışarıdan gelecek salgın hastalıklara karşı korunmak için sınırlarımızda karantina yeri projesi de incelenmektedir.

Kapitülâsyonların kaldırılması sonucu olarak uluslararası bir yönetim durumundan çıkarılıp, halen doğrudan doğruya bakanlığın şubelerinden biri durumuna gelen eski karantina sağlık işleri de, en güç şartlar içinde teslim alınmış olmakla birlikte başarı ile yönetilmekte ve çalıştırılmaktadır. Bir harabe halinde teslim alınan Sinop ve Kılazömen karantina yerlerinin çalışır bir duruma getirilmesine çalışılmaktadır. Sadece bulaşıcı ve mikrobik hastalıklara yakalananların tedavi gördüğü hastahanelerin bulunmamasının ülkemiz için büyük bir eksiklik olduğu düşünülerek bu yıl İstanbul’da ve Anadolu’nun çeşitli yörelerinde 5 adet bulaşıcı hastalıklar hastahanesinin kurulması ve açılması sağlık programımıza konmuştur. Bu arada İzmir’deki hastahane çalışmaya başlamış, İstanbul’dakiler de açılmaya hazır olarak beklemektedir. Gerek yerel yönetimlerin çalışmaları gerek örnek kurumlarımızın ülkemize
iyi bir şekilde dağıtılması ile Anadolu’nun her yanında eldeki imkanlar içinde önemli sağlık merkezlerinin kurulmasına çalışılacaktır. Salgın hastalıklar oranı kadar önemli ve hatta ülkemizde bunlardan daha çok ölüme neden olan sıtma, frengi ve vereme karşı da önlemler alınmasından geri durulmuyor. Sıtma hastalığının ülkemizdeki yayılma oranı ve yaptığı yıkıntıya karşı yeterli önlemler bulunduğu iddia edilmemekle birlikte, sıtmanın en etkili ilacı olan, İstanbul kimyahanesinde üretilen devlet kinininin bin kiloya yakın mevcudu Ziraat Bankası eli ile bütün bölgelere dağıtılmak üzeredir. 250 kilo da parasız kinin dağıtılmıştır.
Yine geçen yıl ödeneğinden artan para ile dışarıdan yeniden bin kilo kadar kinin alımı için başvurulmuştur. Sıtma hastalığının kökünün kazınması için, tek çare olan kurutma ve arazi ıslahı sorununa ve şehir ve köylerin sağlık koruyucu şartlarının düzeltilmesine olağan durum sağlandığında hemen başlanacak ve bunun tamamlanması bayındırlık ve sağlık işlerimizin
en gerekli ve önemli görevlerinden olacaktır

Yıkıcı memleket hastalıklarından başlıcası olan vereme karşı şimdiye kadar durum ve şartlar nedeniyle uygulamaya izin ve imkan bulamadığımız önlemlere başlangıç olmak üzere İstanbul’da veremliler tedavi evi açmak ve böylece yeni ve çok gerekli bir mücadelenin ilk temel taşını koymak düşüncesindeyiz.”

***

Amuran: Sayın Saltık, Atatürk’ün stratejisi doğrultusunda gitmenin ne denli önemli olduğunu bu Meclis konuşmasıyla daha da netleştirdiniz. Açıklamalarınız ve Covit 19‘la ilgili son değerlendirmeleriniz için teşekkürler. Covit aşılarıyla ilgili gelişmeleri bir başka söyleşimize bırakalım teşekkürler.

Saltık: Ben teşekkür ederim.

Amuran: Tutuklu bulunan Gazeteci arkadaşlarımız Barış Pehlivan, Müyesser Yıldız, Murat Ağırel ve Hülya Kılınç‘a da selam ve sevgilerimizi gönderiyoruz. Bir an önce özgürlüklerini kavuşmaları dileğimizi yineliyoruz.

*****

Karantina TV : Engellenemeyen salgın… Ne yapmalı?

Prof. Dr. Ahmet Saltık
Recai Aksu ile Önce İnsan’da..

Karantina TV 
18 Ağustos Salı günü, saat 20:00’de Canlı Yayında…

Engellenemeyen salgın…
Ne yapmalı?

Özgür haber kaynağı Karantina TV’nin
Youtube ve sosyal medya hesaplarında,
18 Ağustos Salı günü, saat 20:00’de canlı yayında idik
80 dakika süren oldukça kapsamlı bir program oldu.

Sağlık hizmetlerinin yönetiminde masanın 4 bacağını konuştuk salgın bağlamında :
1. Örgütlenme
2. Sağlık İnsangücü 
3. Teknik donanım
4. Finansman

Ek olarak “Salgın Yönetimi 4’lüsü / Kuarteti” ni irdeledik.
1. Sürveyans
2. Filyasyon
3. Karantina
4. İzolasyon

6.  ayın içinde neden salgının daha ilk dalgasını sönümlendiremedik?
Nerelerde hata yapıldı? Ne yapmalı.. kapsamlı ve tümüyle bilimsel temelde açıkladık.

İlgi ve bilginize sunarız, izlenmesini, paylaşılmasını dileriz.

Sevgi ve saygı ile. 18 Ağustos 2020, Tekirdağ

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Uzmanı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com

Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem Epidemiyoloji bilimine uymaktır!

Salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir; mücadelede doğru yöntem Epidemiyoloji bilimine uymaktır!

TTB’den 30 Mart 2020 tarihinde yapılan açıklamada, Türkiye’de ilk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında İran’da salgın ortaya çıktığında sınırın etkin şekilde kapatılmaması ve gelenlere karantina uygulanmaması, salgının var olduğunun bilindiği dönemde sınır kapılarının açılarak mültecilerin sınıra gitmesine izin verilmesi, sonra da geri götürülmeleri, Umre’den dönenlerin karantinaya alınmaması gibi yaklaşımlar nedeniyle, Türkiye’nin göz göre göre enfekte hale getirildiği kaydedildi.

Karantina ve tecrit uygulamalarının epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabileceğine yer verilen açıklamada, ancak gelinen noktada risk grupları dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmadığı belirtilerek, “Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir” denildi.

TTB Merkez Konseyi, gelinen noktada yapılabilecekleri şöyle sıraladı:

  • Geldiğimiz aşamada, epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır.
  • Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir.
  • Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir.

Açıklamanın tam metni şöyle:

SALGINLA MÜCADELEDE DOĞRU YÖNTEM, EPİDEMİYOLOJİ BİLİMİNE UYMAKTIR

Tedavi etmek önemli ama salgında başarı, bulaşı-hastalanmayı önlemektir

Bugüne kadar 198 ülkede, 700 binden fazla insanı hastalandırdığı saptanan ve 33 bin insanın ölümüne yol açan SARS CoV-2 daha önce insanları hastalandırdığı bilinmeyen bir etken. Henüz, hastalığı (COVID-19) geçirip sağlığına kavuşanlarda kalıcı bağışıklığın gelişip gelişmediğinin tam olarak bilinmemesi bir yana, hastalığı geçirmemiş herkesin risk altında olduğu bir dönemdeyiz. Hastalığın benzerlerine göre bulaşıcılığı oldukça yüksek (RO=2-3), epidemiyolojik verilerle hazırlanan senaryolara göre herhangi bir kontrol yönteminin uygulanmaması halinde toplumun yarısından fazlasının enfekte olması, hastalığın üç ay içinde zirveye ulaşması ve çok sayıda ölümün gerçekleşmesi olasıdır.

Etken, solunum ve ağız yoluyla ulaşıyor. Hasta kişilerin öksürmesi ve solunumu sırasında havaya yayılan küçük damlacıklarla, bunların düştüğü yüzeylere ve hasta elleriyle temas eden ellerin yüze, ağıza götürülmesiyle bulaşıyor. Bulaşmadan sonraki 2-14 gün içinde ateş, öksürük ve solunum sıkıntısı gibi belirtilerle hastalık ortaya çıkıyor. Hastalanan 100 kişiden 30’u belirti vermeden hastalığı geçirirken, yaklaşık 50’si hafif bulgularla ve herhangi bir sağlık kuruluşuna başvuru gereği duymaksızın hastalığı geçiriyor. Geriye kalan 20’si tıbbi bakım ve tedaviye gereksinim duymakla birlikte, yalnızca 4-7’sinin solunum desteği ve yoğun bakım tedavisi gerektiren bir tablo oluşturduğu biliniyor. Bununla birlikte, hemen tüm virüs hastalıklarında olduğu gibi, COVID-19’a özgün olan bir ilaç ve tedavi henüz mevcut değil.

Bu durum göz önüne alındığında, hastalıktan korunma başka bir ifadeyle, sağlıklı kişilerin hastalanmasının önlenmesi öncelik ve büyük önem taşıyor. Bunun da yolu; SALGIN YÖNETİMİ’nin öncelikli ve bilimsel bilgiye dayalı olarak, Sağlık Bakanlığı’nın sorumluluğu ve koordinasyonunda sürecin tüm bileşenlerinin katılımıyla ve şeffaf olarak hayata geçirilmesidir.

COVID-19 pandemisine karşı temel yaklaşım, insanların birbirleriyle temas oranlarını azaltarak virüsün hasta kişiden sağlıklı kişiye bulaşmasını azaltmak olmalıdır.

Salgın yönetiminin birinci aşaması AKTİF SÜRVEYANS SİSTEMİNİN kurulması ve sistematik bir biçimde FİLYASYON (bilinen hastalarla temaslıları, hastaları bulma) uygulanmasıdır. Öte yandan, salgın yönetiminde birbirini tamamlayan, evrenselleşmiş hatta edebiyat dünyasının önemsediği romanlara da konu olmuş üç ayağının da doğru zamanda ve doğru içerikle uygulanması önemlidir.

Bunlardan ilki, KARANTİNA (Quarantine)’dır. Hastalık şüphesi olanların, hastalarla temas etmiş olduğu bilinen ya da düşünülen kişilerin, o hastalığın etkeninin en uzun kuluçka süresi kadar bir zaman diliminde, uygun koşullarda, sağlıklı kişilerle temasının önlenmesi, onlardan ayrı yerlerde tutulmasıdır. Sağlık Bakanlığı’nın Çin’den özel uçakla getirip, muayene ve tetkiklerinde hastalık belirtisi bulunamamasına karşın, 62 yurttaşımızı Ankara’da Şehir Hastanesi nedeniyle hizmet sunmaya kapatılmış bir devlet hastanesinde 14 gün süresince misafir etmiş olması karantina uygulamasının bir örneğidir. Umre’den gelenlerin sadece son grubunun öğrenci yurdunda hep beraber misafir edilmesi ise karantina uygulanmasında bilimsel, sistematik ve bütünsel bir yaklaşımın olmadığını göstermiş, bununla birlikte, karantina uygulaması birçok durumda gerekli olmasına karşın, Bakanlık tarafından bir daha uygulanmamıştır.

İkincisi İZOLASYON-AYIRMA (İsolation)’dur. Hastalık tanısı konanların, hastalığın bulaşıcılık süresi kadar bir zaman dilimi için ayrı tutulmasıdır. Böylece hasta kişinin etkeni sağlıklı kişilere doğrudan ya da dolaylı olarak bulaştırmasının engellenmesi sağlanmaya çalışılmış olur. COVID-19 tanısı konmasına karşın, hastanede tedavisi gerekmeyen olguların, uygun koşullar sağlanarak, ailenin diğer üyelerinin korunması için gerekenler yapıldıktan sonra evlerinde tutulmaları bir izolasyon uygulamasıdır. Evde izolasyon koşullarının sağlanamadığı durumlar için yerel yönetimlerle birlikte barınma olanakları sağlanmalıdır.

Sonuncusu TECRİT-AYRI TUTMA (Segregation)’dır. Tecrit, izolasyonun tersidir. Hastalanmamış, sağlıklı olduğu ve hastalanma riski olduğu bilinen kişilerin ayrı tutulmasıdır. Amaç hastalık riski taşıyanların hastalanmasını önlemektir. Günümüzde COVID-19 hastalığı riski yüksek olduğu bilinen 65+ yaş grubu yurttaşlarımızın uygun koşullar sağlanarak, dışarı çıkmalarının istenmemesi bunun bir örneği olarak kabul edilebilir. Unutulmamalıdır ki çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamakta olanlar için, özel tedbirler alınmamışsa, bu uygulamanın gerçekliğinden-başarısından söz edilemez.

Bunların dışında salgına karşı genel bir önlem olarak, toplumun hareketliliğinin sınırlanması (Community containment) söz konusu olabilir. Toplumun büyük bir çoğunluğunun uyması koşuluyla, kişisel etkileşimleri ve hareketliliği azaltmak için bütün toplantıların iptali, okulların kapatılması, evden çalışmanın benimsenmesi ve bakkaldan yiyecek almak gibi zorunlu karşılaşmalarda 2 metrelik fiziksel uzaklığın korunması gibi uygulamalar yürürlüğe konabilir. Ancak ülkemizde olduğu gibi özel sektörde çalışanların ücretli izin verilmeksizin çalışmaya devam etmek zorunda kaldığı koşullarda, bu uygulamanın etkili olması beklenemez.

Salgının dünyaya ilân edilmesinden sonra Türkiye’de;

  1. İran’da salgının olduğu öğrenilmesine karşın, sınır kapıları tedricen kapatıldı, gelenlere etkin karantina uygulanmadı.
  2. Salgının varolduğu bilinen Avrupa ülkelerinden gelen 300 bini aşkın kişiye ateş taraması dışında herhangi bir kısıtlayıcı uygulama neredeyse yapılmadı.
  3. AB ile ilişkiler gerginleştiğinde ülkenin çok farklı kentlerinde yaşamakta olan göçmenler-sığınmacılar-mülteciler araçlarla, kitlesel olarak Yunanistan sınırında olan illerimize taşındı. Yaklaşık bir hafta sonrasında yeniden, yine kitlesel olarak araçlarla eski ikametlerine taşındı. Böylece, yetkililer sorumluluklarının tam tersi bir uygulama ile etkenin yayılma riskini arttırmış oldu.
  4. Suudi Arabistan’da da salgın olduğu ve Umre’de çok farklı ülke yurttaşlarıyla temas olacağı biliniyor olmasına karşın, Umre’den dönen milletvekilleri, bürokratlar başta olmak üzere, yirmi binin üzerindeki kişinin önemli bir bölümüne karantina uygulanmadı. Bu kişiler, ülkemizin hemen bütün illerinde bulunan evlerine gittiler. Olağan dönemlerde olduğu gibi akrabalarının, komşularının vb. kutlamalarını yakın temaslarla kabul ettiler.
  5. Okullar ve üniversiteler tatil edilmesine karşın, eş zamanlı olarak askere alımlar/terhisler ile toplu ibadetler engellenmedi.

Sağlık Bakanı tarafından yapılan açıklamaya göre 29 Mart 2020 tarihi itibariyle test yapılan olgu sayısı ancak 65 bine ulaştı. Hastalık belirtisi olanların büyük bölümüne, temaslılara, sağlık kurumlarında hasta ve olası COVID-19’lularla teması olan sağlık emekçilerine sistemli olarak test yapılmadı. Filyasyon için hâlâ hangi adımların atıldığını bilmiyoruz. Bu nedenlerle, BİLİNEN/TANISI KESİNLEŞMİŞ hasta sayımız gün itibariye yalnızca 9 bin 217 kişi olarak açıklanabiliyor.

Oysa, etkenin bilinen özellikleri ve olası hastalar ve/veya temaslılarla ilgili uygulamalar göz önüne alındığında, sayılarını söyleme olanağımız olmasa da hastalığın ülkenin hemen her yerinde ve yaygın olduğunu söyleyebiliriz.

İlk doğrulanmış olgunun duyurulduğu günden bu yana salgın eğrisi incelendiğinde, başlangıçta salgını baskılama stratejisi uygulanacakmış gibi gözlenirken, sonrasında yukarıda beş maddede açıklanan yaklaşımlar yüzünden fiili olarak salgının etkisini azaltma stratejisine dönülmüş olması nedeniyle, ülkemiz göz göre göre enfekte hale getirilmiştir. Olgular ve temaslılar neredeyse hemen her yerdedir. Bu aşamadan sonra ülke çapında karantina uygulaması fırsatı kaçırılmıştır. Karantina ve tecrit, epidemiyolojik veriler ışığında yerel/bölgesel olarak halen hızla ve kararlılıkla uygulanabilir. Ancak geldiğimiz noktada risk grupları (Çocukları ve torunlarıyla birlikte yaşamayan, çalışmak zorunda olmayan 65+ yaştakilerden yalnız ve/veya eşiyle yaşayanlarla, kanser, şeker, tansiyon, bağışıklık sistemi bozukluğu olan hastalar) dışında ülke çapında tecrit uygulamasının da bir anlamı kalmamıştır.

Bugün ve sonrasında yapılması gereken Dünya Sağlık Örgütü’nün de önerdiği gibi çok sayıda test yaparak, katı bir izolasyon uygulamaktır. Suriyeli sığınmacılarla birlikte 90 milyona yakın kişinin yaşadığı ülkemizde, günde 30 binin üzerinde test yapılarak, test sonuçları pozitif olan olgular ile temaslıları ivedi olarak sağlıklı kişilerden ayrılmalıdır. İzolasyon, kişilerin evlerinde yapılacağı gibi, evlerde yapılamayacağı durum ve koşullarda İzolasyon için seçilen yurtlar ve oteller gibi mekânlar da kullanılabilir.

Dünyada ve ülkemizdeki salgınlar tarihi incelendiğinde, salgın yönetiminde bilimsel bilginin yol göstericiliğine güven ve sürekli kullanımı ve bu alanın kavramlarıyla tanımlanmış uygulamalar kullanılarak salgınla mücadelede başarı kazanmak mümkündür.

Geldiğimiz aşamada, Epidemiyolojik veriler ışığında belirlenecek bir süre için toplum hareketliğinin kısıtlanması yaygınlaştırılarak sürdürülmeli, aktif sürveyans ve filyasyonun yanı sıra, endikasyonu olan herkese test uygulanabilmesi sağlanmalı, hastane tedavisi gerekmeyen hastaların izolasyonuna ağırlık verilmelidir. Ayrıca olgu sayıları ve sağlık hizmeti kapasitesi iller bazında değerlendirilerek, gerektiğinde, çalışma koşulları ve fizik mesafeyi korumayı sağlayacak önlemler il bazında alınmalıdır.

Düzenli geliri olmayanların, günlük kazanabilenlerin, yoksulların günlük zorunlu gereksinimlerinin karşılanmasının mümkün olmadığı koşulları değiştirilmeden; toplum hareketliliğinin kısıtlanması başta olmak üzere tek başına salgına karşı alınması gereken önlemleri tartışmak yeterli değildir.

Bugün yapılması gereken kamusal bir sağlık sisteminin gerekliliğini akıldan çıkarmadan; işçilerin, işsizlerin, yoksulların yaşamlarının ve sağlıklarının olumsuz etkilenmesini engelleyecek desteklerin (Ücretli izin, işsizlik ödeneğinin kapsamının genişletilmesi ve tutarının artırılması, önümüzdeki üç ay boyunca ücretsiz su-ısınma-elektrik verilmesi vb.) ivedi olarak sağlanmasıdır. Türkiye’nin kaynakları bu destekler için yeterlidir.

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi