Etiket arşivi: Homo Sapiens

Aşırı sıcaklarla nasıl başetmeli: Akbelen vahşeti ve çare HOMO ENVİRONMENTUM!

Dostlar,

Dün, 25 Temmuz 2023 günü saat 14:00 dolayında Cumhuriyet web TV bizimle bir görüşme yaptı. Görsel aşağıda..

Ancak bu görüşme bir kayıt oldu. Biz canlı yayın olarak algılamıştık ve üstteki görseli öncesinde paylaştık.. Affola..

Az önce, bizimle bu söyleşiyi yapan değerli muhabir Beste Çelik, erişkeyi (linki) bize yolladı. Yaklaşık 17 dakika..

Fakat biz bu görüşmede klasik, günübirlik, artık herkesin öğrendiği yalın tıbbi önerilerle yetinmedik..

Küresel ölçekte  “facia” aşamasına ulaşan iklim bunalımı (krizi) üzerinde durduk (climate disaster). Bu iklim faciası giderek tırmanacak. Küresel toplum, özellikle sera gazlarının atmosfere salımı konusunda etkili bir uzlaşmaya var(a)madı. Fosil yakıt kullanımı ve ÇEVRE TALANI sürüyor!

Homo sapiens” dünyanın içine etti! Onu yaşanmaz kıldı!

Homo rationalis” gibi davran(a)madı.. (aklını kullanmayı unuttu!)

Aşırı çoğaldı.. Papa Francis’in deyimi ile tavşanlar gibi üredi!
Dünya nüfusu 8+ milyar ve sonlu dünya kaynakları bunca nüfusa yetmiyor!

Dünya nüfusunun 1/10’u aç! (FAO verisi)

  • Her kadına 1 çocuk… başka yolu yok ve hemen!

Homo economicus” da olamadı..

Yabanıl (vahşi) kapitalizm doğayı fahişe gibi görerek
kar hırsı ile yağmaladı, “ırzına geçti”!  

Sorumsuzca davranarak “Homo hedonicus” oldu! (zevk tutsağı)

  • Geldiğimiz aşamada artık neredeyse dönüşümsüz evredeyiz..

Tüm alışkanlıklarımızı, yaşam biçimimizi HIZLA VE KÖKTEN DEĞİŞTİRMELİYİZ..

İsrafsız, çok tasarruflu, yenilenebilir enerjiye dayalı bir YEŞİL YAŞAM kurmalıyız her yönüyle..

Bisiklet, toplu taşıma, kent mimarisi, inşaat tekniği, su yönetimi.. karbon ayak izini herkes, hızla en aza indirmek zorunda..

Bir bütün olarak, artık ve de hızla HOMO ENVİRONMENTUM‘a evrilmeliyiz! (Bu betimleme bize ait.. çevreye saygılı insan..)

Unutulmasın; bizler öyle “eşref-i mahlukat” falan değiliz!
Yeryüzünde biyolojik / ekolojik olarak zorunlu parazitleriz!

Dünya bizler yokken çok daha güzeldi ve bizler olmazsak çok daha mutlu, sağlıklı dahası yaşayabilir olacak!

Baksanıza, aklını yitirmiş birileri Türkiye’de, Milas-Akbelen’de 18 bin ağacı keserek kömür madeni alanını “genişletme” saldırısında.. Yargı bağımsız ve tarafsızlıktan uzaklaştırıldığı için çelişkili ve çevre hakkını gözeten kararlar ver(e)miyor..

AKP iktidarı yerli – yabancı sermayenin mutlak koruyucusu olarak, kolluk gücünü yaşam alanlarını savunmak isteyen masum, silahsız, şiddet kullanmayan kadın – yaşlı.. bölge insanının üstüne sürüyor.. TOMA’sı ile, basınçlı suyu ile, biber gazı ve copu ile.. Yersiz – hukuksuz, orantısız güç kullanıyor.. Açıkça suç işliyor!

Anayasanın ilgili maddeleri                      : 

Ormanların korunması ve geliştirilmesi
Madde 169 – Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli
kanunları koyar ve tedbirleri alır. Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe
yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez….

Orman köylüsünün korunması
Madde 170- Ormanlar içinde veya bitişiğindeki köyler halkının kalkındırılması, ormanların ve bütünlüğünün korunması bakımlarından, ormanın gözetilmesi ve işletilmesinde Devletle bu halkın işbirliğini sağlayıcı tedbirlerle, .. orman niteliğini tamamen kaybetmiş yerlerin değerlendirilmesi; … Devlet eliyle anılan yerlerin ihya edilerek bu halkın yararlanmasına…
Devlet, bu halkın işletme araç ve gereçleriyle diğer girdilerinin sağlanmasını kolaylaştırıcı
tedbirleri alır. Orman içinden nakledilen köyler halkına ait araziler, Devlet ormanı olarak derhal ağaçlandırılır.

Image

Öte yandan                     :

Akbelen ormanında yurttaşın savunması meşru ! Hak ve ödev.
Ama karşıda, sermayeye tutsak bir iktidar ve kolluk.

Anayasa md.56 :

  • “Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek
    Devletin ve vatandaşların ödevidir.”
  • DİKKAT: Yurttaş anayasal görevini yapıyor, engellemek suç!

Image

Aşırı sıcaklar ve İklim faciasının ana nedenlerinden biri de ORMANSIZLAŞTIRMA!

Üstelik fosil yakıtları giderek terk etmek ve yenilenebilir / yeşil enerjiye yönelmek zorunlu iken..

Tarih, uygarlık, insanlık… AKP iktidarının Akbelen’de sergilediği vahşeti, çevre düşmanı – sermaye tutsağı ilkel politikasını asla bağışlamayacak ve unutmayacak..

Siz bu arada sıcaklardan korunmak için gündüz 11:00 – 16:00 arasında dışarı çıkmayın, şapka – şemsiye, UV filtreli güneş gözlüğü kullanın, klimalarınızı çalıştırın… bol sıvı alın vs.

17-18 dakika süren konuşmamızı izlemek ve yaymak için lütfen tıklayınız :

https://www.youtube.com/watch?v=H2fVQ2TWE0c

Sevgi, saygı, acı, kaygı ve ÖFKE ile.
26 Temmuz 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik      twitter : @profsaltik

Not : Bu yazı ADD Genel Merkez webinde de yayınlandı..
Asiri-sicaklarla-nasil-basetmeli-Akbelen-vahseti-ve-care-HOMO-ENVIRONMENTUM.pdf (add.org.tr)

Systematic Approach to Enviromental Health

Dear Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School

All medical students,
Medical residents in different branches
Allied health staff

General public and Media,

On 20th March 2023, we conducted a 1 hour lecture on MS-TEAMS for
Phase 3 Students of Atılım Univ. Medical School with a subject of

Systematic Approach to Enviromental Health

General health condition of both Turkiye and the World is not good at all.
Urgent actions are required both in Turkiye and at global scale.
Must do new things.
The motto of “Sustainable development” is no longer up to date..

Mankind, as compulsory parasite on the Earth, has to fight for “SUSTAINABLE LIFE(survival) on our poor Planet !

Homo sapiens” must now evolve into “Homo environmentum” by an evolutionary leap.

There are no more keys to “sustainable life” on this planet!

  • Consecutive disasters are next!

This determination is not ours, it is from the G20 summit final declaration.. about 2 years ago.
Similar warnings are also included in the COP-27 declaration.

Here are 42 power point slides having a rich and up to date content.. (PDF 4,5 MB)

Please click to review slides..

Systematic Approach to Enviromental Health

With respect and love. 21st March 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Univ. Medical School, Dept. of  Public Health
BSc in Political Sciences & Public Administration
LLM in Health Law
www.ahmetsaltik.net         
profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik       twitter  @profsaltik

Türkiye Cumhuriyeti Kurucularının Görkemli Sağlık Devrimi ve Günümüz

Dostlar,

Bu gün, 18 Mart 2023 Cumartesi günü, Kocaeli Tabip Odasının çağrısı ile bu kentte bir konferans verdik.

Konumuz, yandaki görselde de okunabileceği üzere,

  • Türkiye Cumhuriyeti Kurucularının Görkemli Sağlık Devrimi ve Günümüz

idi. 113 yansı ile kapsamlı olarak sorunsalı irdeledik.
Yansıları paylaşalım.

Kocaeli Tabip Odası, 18.3.23

Konferansın video kaydı alındı. Youtube’a yüklendiğinde buradan erişkeyi (linki) sunacağız.

Kocaeli Tabip Odası yönetimine ve Yunus Emre salonunu bu amaçla kullanıma açan İzmit Belediye Başkanlığına teşekkür ederiz.

Dünyanın ve Türkiye’nin “sağlığı” hiiiiiiiiiiiiç iyi değil. İvedi önlemler gerekli Türkiye’de ve Küre genelinde.
Yeni şeyler yapmalı. “Sürdürülebilir kalkınma” mottosu artık çağdışı.
Zorunlu parazit insanoğlu, “içine ettiğimiz” zavallı gezegenimizde “SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM(beka, sağkalım, survival) kavgası vermek zorunda!

  • Homo sapiens” artık bir evrimsel sıçrama ile “Homo environmentum“a evrilmeli.
    Bu gezegende “sürdürülebilir yaşam” ın başkaca anahtarı kalmadı!

Ardışık afetler sırada!

Bu saptama bizim değil, G20 doruğu sonuç bildirgesinden.. 2 yıl önce yaklaşık.
COP-27 bildirgesinde de benzer uyarılar yer almakta.

Salt zaman sorunu bu beklenen ardışık afetler! Uzun erimde de değil..
Küresel ısınma evresi aşılalı epey oldu. Artık gelinen aşama “İklim Faciası” (Climate disaster)!
İklim faciası, aşırı nüfus korkunç, hava ve çevre kirliliği, savaşlar..

En büyük insanlık düşmanı neo-liberal kapitalizm ve emperyalizm.
İnsanlık, bu kadim hastalığından en geç önümüzdeki birkaç on yılda kurtulmalı.
***

Bu gün ayrıca 18 Mart!
Şanlı 1915 Çanakkale Utkusu‘nun (Zaferi’nin) 108. yılı!
Zaferin eşsiz komutanı Albay Mustafa Kemal‘i ve yurt savunması için gözlerini kırpmadan şehit olan 250 bin vatan evladını sözcüklerle anlatamadığımız bir saygı, şükran ve minnetle anıyoruz.

Hele 15 yaşını yeni bulmuş / 45 kg beden ağırlığına erişen kınalı kuzuları..
Tokat’ta yakılan ağıt “Hey On beşli onbeşli…” 
İsyanımız öyle büyük ve acımız yakıcı oluyor ki, yer yer bu ağıt bir oyun havası olarak çalınıyor ve topluca oynanıyor. Birkaç yıl önce Datça / Billurkent’te tanık olmuş ve hemen durdurmuştuk.. Mikrofonu kapıp oradakilere acı gerçeği anımsatmıştık. Tokat’lı eşimiz Birsen, o ezginin “ağıt” biçimini okuduğunda herkes çok üzülmüş, duygulanmış ve çok da mahçup olmuştu.

  • Bir halk yakın tarihinden bu denli koparılarak köklerine yabancılaştırılabilir mi!? 

Tarih bilinci sağlayacak ulusal tarih eğitimi son derece önemli.

18 Mart 1915 için şu tweet iletisini de paylaştık..

https://twitter.com/profsaltik/status/1636939960061231104?s=20

Çanakkale Zaferi’nin 108. yılında “ÇANAKKALE GEÇILMEZ” sözünü tarihe yazdıran 250 bini geçen şehit ve gazilerimizi, zaferin eşsiz komutanı Albay Mustafa Kemal’i sonsuz saygı, minnet ve şükranla anıyoruz…
***
Sevgi ve saygı ile. 18 Mart 2023, İstanbul

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı / Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net    profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik 

Nüfus patlaması     

Yavuz Alogan

Bizden çok önce yaşayanların “dünya” adını verdikleri gezegenimiz 4,5 milyar yıl önce güneşten ve uzay parçacıklarından ödünç aldığı gazlar ve metallerle yoğrularak sürekli dönen bir ateş topu gibi uzay boşluğunda yer aldı.

Homo sapiens’in meyve toplamak için doğrulmasından bu yana yalnızca 2 milyon yıl, büyük kentlerin kurulmasından bu yana ise yalnızca 5000 yıl geçti. Yani burada henüz yeni sayılırız. Uzay fizikçilerinin hesaplamalarına göre önümüzde daha 7,5 milyar yıl var. Çok zahmetli geçeceği anlaşılan bu sürenin sonunda güneş bizi yutacak, böylece huzura kavuşacağız. Daha şimdiden yaklaşık 110 milyar insan yaşayıp ölmüş.

Nüfus artışı önceleri yavaştı. 16. yüzyılda istikrar kazanmaya başladı. 18. yüzyılda sanayi devrimiyle, özellikle tarımın makineleşmesiyle hızlandı. 1789 Fransız Devrimi sırasında bir milyara yakındı. Napoleon Savaşları (1803-1815) sırasında bir milyarı biraz geçti. Lenin’in Petrograd’ın Finlandiya İstasyonu’na ayak bastığı (1917) ve Mustafa Kemal’in Bandırma Vapuru’ndan Samsun’daki tütün iskelesine çıktığı (1919) dünyada yaklaşık 1 milyar 800 milyon insan yaşıyordu. Dünyanın kaderini değiştiren İspanyol İç Savaşı (1936-1939) ve Hitler’in Polonya’ya saldırdığı (1939) sıralarda 2 milyarı biraz geçmişti.

Büyük nüfus patlaması savaştan sonra oldu. Sürekli artan refah, Batıda “Baby Boomer” denilen ve 1946-1964 arasında dünyaya gelen huzursuz kuşağı ortalığa saldı. Bizim kuşağın (dünya tarihinin en fırlama kuşağı!) huzursuzluğu, iki arada bir derede kalmışlığı, inişli çıkışlı varoluş sorunları sürerken (kömür sobasından kalorifere, faytondan metroya, transistörlü radyodan internete, analogdan dijitale, şiddet yoluyla dünyayı değiştirme idealinden kapitalizmin her deliğe girerek bütün kültürlere nüfuz ettiği yavan küresel köye doğru) dünya nüfusu sürekli arttı.

Nüfus tarih boyunca sıçramalarla arttı… Bir milyara ulaştığı 1800’den 130 yıl sonra (1930) iki milyara, 30 yıl sonra (1960) üç milyara, 15 yıl sonra (1974) dört milyara ve 13 yıl sonra (1987) beş milyara ulaştı.

Milyar nüfusun toplam nüfusa eklenme süresi kısaldıkça insanlar kaygılanmaya başladılar. Doğum kontrolü, aile planlaması gibi çabalar 1960’larda başladı, toplumsal kalkınma ve refah planlarının değişmez maddesini oluşturdu. Bizde de 1963-1967 yıllarını kapsayan Birinci Beş Yıllık Kalkınma Planı döneminde nüfus / aile planlaması yapıldı. Fakat 2000’li yıllarda bu yaklaşım, planlamayla birlikte terk edildi. Daha iri ve daha diri olmamız için üç çocuk yapmamız tavsiye edildi; bununla da kalınmadı,

  • sekiz milyon muhacirun ülkemize hücum ederek hızla üremeye ve
    demografik dengemizi bozmaya başladı
    .

Neyse, konuyu dağıtmayalım… Nihayet Birleşmiş Milletler birkaç gün önce (15 Kasım 2022) dünya nüfusunun 8 milyarı aştığını ilan etti. Aslında büyük olay! Son 11 yılda bir milyar insan doğmuş. Dünya çapında toplam ölümlerin, toplam doğumların neredeyse yarısı kadar olduğu görülüyor. Şu satırları yazarken göz attığım https://www.worldometers.info/world-population/ yalnızca bu gün, şu erken saatte 121 800 kişinin doğduğunu, 61 600 kişinin öldüğünü bildiriyor. Trend (AS: Eğilim), dünya nüfusunun sıçrayarak artışı yönünde.

Elbette bu dengeli bir artış değil. Nitekim bilim adamları 2100 yılında dünya nüfusunun 11,2 milyar olacağını; Afrika’da nüfusun %256, Asya’da %6, Latin Amerika’da %10, Okyanusya’da %75 artacağını ve fakat Avrupa’da %10 azalacağını söylemişler.

Doğal olarak insanın aklına nüfus bilimci ve iktisatçı Thomas R. Malthus’un 19. yüzyılda yaptığı biraz abartılı kehanet (AS: önbili) geliyor: Gıda maddeleri üretiminin aritmetik, nüfusun ise geometrik artışı, sonunda insanlığı açlığa ve felakete sürükleyecek. Tarıma ayırmaları gereken parayla ürettikleri silahları ve kent içi yolları tıkayan otomobilleri yiyemeyeceklerine göre sonunda birbirlerini yiyecekler.

Denetimsiz nüfus artışının iklim krizinin etkilerini ağırlaştırarak gıda ve enerji gibi kıt kaynakların rasyonel (AS: ussal) kullanımını zorlaştıracağını, doğudan ve güneyden batıya ve kuzeye doğru kaçınılmaz göç dalgalarına yol açacağını, küresel sistemlerin dağılacağını, karar mekanizmalarının (AS: düzeneklerinin) bozulacağını, yerel savaşların çıkacağını, eski yeni bütün ideolojilerin radikalleşeceğini (AS: kötencileşeceğini), büyük devrimlerin kapıda olduğunu anlıyoruz.

Her vasıtanın -eski deyimle- bir istiap haddi, yani taşıma kapasitesi vardır. Elli kişilik otobüse 150 kişiyi zorla bindirebilirsiniz fakat yolcular arasında sorun çıkar.

  • Gezegenimizin de insanlarla kaynaklar arasındaki optimal dengenin gözetilmesini gerektiren bir taşıma kapasitesi vardır mutlaka. Hızlı nüfus artışının bu kapasiteyi zorladığı açık.

Nüfus patlaması yaşayan bir dünyada giderek kıtlaşan doğal kaynaklara sahip olmak ve sisteme açılan yeni pazarları birbirine bağlayan güzergâhları denetlemek için verilen bir paylaşım mücadelesi olarak patlak veren Ukrayna-Rusya savaşı ve Anglosakson-Çin rekabeti yakın gelecekte dünyanın nasıl bir yer olacağına dair (ilişkin) ipuçları veriyor.

Pandemi de önemli bir ipucu verdi. Bitkilerin ve hayvanların doğal ortamına taşan insan yerleşimlerinin doğanın dengesini nasıl bozduğunu gösterdi. Pandeminin en şiddetli olduğu, enerji kullanımının azaldığı, üretim ve nakliyenin yavaşladığı bir sırada NASA bütün dünyada hava kalitesinin Çin’den başlayarak düzelmekte olduğunu, belirli bir olayın ardından geniş bir alanda azot dioksit düzeyinde böylesine keskin bir düşüşün ilk kez görüldüğünü bildirdi.

Doğanın virüs sayesinde insanı durdurmaya, geriletmeye, bozulan dengesini yeniden kurmaya, yenilenmeye çalıştığını fark ettik. İnsanlar denetimsiz çoğalıp iç içe geçtikçe başka virüslerin koronanın bıraktığı görevi devralacağını, insan yine de rahat durmadığı taktirde doğanın onu sırtından atacağını anlıyoruz.

Bitkilere ve hayvanlara yer açmak için insan nüfusunun doğum kontrolüyle azaltılması, tekil ülkelerin ekonomik ve toplumsal kalkınma planları yaparak kendi aralarında eşgüdüm sağlamaları, nükleer silahların yok edilmesi ve iklim krizinin durdurulması; bütün bunların olabilmesi için de yeni bir Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin yapılması gerekir. Ama her şeyden önce sıradan insan, dünyayı değiştirme azim ve kararlılığını yeniden kazanmalıdır.

Şu güneşli pazar gününde herkesi önümüzdeki 7,5 milyar yılın nasıl geçeceğini düşünmeye davet ediyorum. Neler yapmayı tasarlıyorsunuz?
================================

Sayın yazara yanıtımız..

Lütfen, sitemizdeki şu yazıya da bakılması…

http://ahmetsaltik.net/2022/11/15/dunya-nufusu-bu-gun-8-milyari-asti-day-of-8-billion/

HER AİLEYE 1 ÇOCUK!

Başka yolu yok! Hemen, ivedilikle, ikna ile, teşvikle, yasal caydırcılıkla.. 

‘Büyük Keder Dalgası’

Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu
ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları 

31 Ekim 2022, Cumhuriyet

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)


“Çorak Ülke”
 şiirinin 100. yıldönümünde, yine bir Anksiyete Çağı”. Ancak o zaman, en azından, “dünyayı yeniden yapma umudu” vardı. Bugün, ben kendimi, David Brooks’un (New York Times) “Büyük keder dalgası” gözlemine daha yakın buluyorum; nihilizme düşmemek için her gün yeniden aşmaya çalıştığımız bir duyguyu betimliyor.

‘DÖNÜLMEZ AKŞAMIN UFKUNDA’

Yeni bir İklim Zirvesi’ne giderken Birleşmiş Milletler’in konuyla ilgili üç kurumu, bu yüzyılın sonuna kadar hedeflenen 1.5 °C sıcaklık artışı sınırının artık gerçekçi olmadığını açıkladılar: Bu hedefe ulaşmak için gerekli uluslararası işbirliği ortamı yok. Putin’in “Dünya, II. Dünya Savaşı’ndan bu yana en tehlikeli 10 yıla giriyor” sözlerinin, ABD Yeni Güvenlik Stratejisi’nin “büyük güçler arası rekabet dönemi” tanımlamasının, Çin’e yönelik ticari yaptırımların, Çin liderliğinin içeride otoriter ve dışarıda daha sert politikalara yönelmesinin gösterdiği gibi, olacağı da yok…

Yüzyılın sonuna kadar sıcaklık artışı 2.5 °C sınırına ulaşacak. “Uygarlık” artık altından kalkması olanaksız bir yıkım riskiyle karşı karşıya. Bu yıkımın bir boyutu, deniz seviyesinin yükselmesine, aşırı iklim olaylarına bağlı olarak artık kronikleşmiş su ve gıda kıtlığı; bir diğeri bu kıtlıklardan kaçanların, gittikçe daralan (hemen hepsi merkez ülkelerde) yaşanabilir alanlara sığınma çabasının ağırlaştıracağı siyasi gerginlikler. Büyük güçlerin, ekonomi, kaynak ve ulaşım açısından stratejik öneme sahip bölgeleri paylaşma çabasının yoğunlaşması da yeni jeopolitik krizleri, savaşları besleyecek. Ne de olsa: “İçeride devrim istemiyorsanız dışarıda emperyalizm…” (Cecile Rhodes)

Ulus devlet ve liberal demokrasi de vatandaşlarının temel gereksinimlerini karşılama kapasitesini hızla kaybediyor. Bu madalyonun öbür yüzünde, gücü ve serveti müstehcen düzeylere ulaşmış, finans, enerji, teknoloji ve silah şirketleri, sosyal medya ve internet üzerinden satış platformu tekellerinin sahibi, Bezos, Musk gibi tipler, hırsız siyasetçiler ortaçağ krallarını çatlatacak büyüklükte servetleri halkın gözüne sokuyorlar.

Bu büyük krizlerin, büyük servetlerin, “en çok zarar verenlerin sesinin en çok çıktığı” (Greta Thunberg) dünyasında halkın payına bir “büyük keder” dalgası düşüyor. Gallup şirketinin 140 ülkede, 150 bin kişiyi kapsayan bir araştırması keder, öfke duygularının geçen yıl rekor düzeye çıktığını saptamış: 16 yıl önce halkın yüzde 1.6’sı yaşamına “0” notu verirken (“0” en kötü – “10” en iyi), geçen yıl bu oran yüzde 6.4’e ulaşmış. En alt yüzde 20’sinin “mutsuzluk notu” ortalama 2.5’ten geçen yıl 1.2’ye gerilemiş.

Bu dalga, liberal demokrasiye, onun liderlerine olan güveni eritiyor. Bu kedere, öfkeye, tercüman olacak, “dünyayı yeniden yapma umudunu” yaşatacak bir sol hareketin yokluğunda “süreç olarak faşizm” hızlanıyor: İsveç’te ikinci parti, Macaristan’da, Polonya’da, İtalya’da, Hindistan’da iktidarda, İspanya ve Finlandiya’da 2023 seçimlerinde birinci sıraya yükselebilir. Pazar günü, Brezilya’da, büyük sermayenin ve ordunun tercihi faşist Bolsonaro, ya seçimleri “Atı alan Üsküdar’ı geçti” misali kazandı ya da “hile var” diyerek ortalığı birbirine katmaya başladı. Benzer bir krizin, ABD ara dönem seçimlerinde, 2024 başkanlık seçimlerinde yaşanma olasılığı çok yüksek. Tabii bu arada Türkiye de önümüzdeki seçimlerle bu resmin içinde kendine uygun bir yer bulacak.

Adeta, Yahya Kemal’in şiirindeki gibi “Dönülmez akşamın ufkundayız” ancak, şiirin “boş ver keyfine bak” havası bir seçenek değil. Çünkü “büyük keder” kişinin değil bir uygarlığın sonuna ilişkin. Bir insanın kendi yaşamı tükenirken “boş vermeyi” seçmesi bir özgürlük sorunu.

  • Bir insanın uygarlığın geleceğine boş vererek
  • “kişisel haz ilkesine”, (AS: Hedonizm’e) “öbür dünya umuduna” sığınması ise
  • insan olmaktan vazgeçmeye ilişkin bir ahlak sorunu.

====================================
Dostlar,

Homo sapiens” kendi elleriyle kendi sonuna doğru dört nal koşmakta.

Bu yüzyıl sonuna dek havaküre (atmosfer) sıcaklığının en çok 1,5 derece artması bile alarm sınırı iken, bu hedefin yakalanması çok güç görülüyor. Ülkelere tanınan karbon dioksit salım (emisyon) kotaları kürsel pazarda haraç mezat!! Diyelim Çin, ABD.. yoksul, sanayileşmemiş bir Afrika ülkesinin nüfus, yüzölçümü gibi ölçütlere dayalı belirlenen yıllık toplam fosil yakıtları salım (emisyon) kotasını satın alıyor! Satan ne ölçüde bunalımın ayırdında bilinmez ama alanın olası yıkımı bildiği çok açık. Bir bilinç tutulması mı bu??

İnsanoğlu yaşamının kumarını oynamakta! Birkaç çarpıcı örnek..

– DSÖ’ne göre (Dünya Sağlık Örgütü) dünya nüfusunun %99’u (doksan dokuzu!),
DSÖ standartlarına göre kirli hava soluyor.
– Kanserlerin neredeyse %80’e varan kesimi çevresel; Kanser politik bir hastalık!
– Unutulmuş kimi hastalıklar geri dönerken, yepyeni hastalıklar oluşuyor ve bu tür
ardışık afetlerin birlikte, eşzamanlı deneyimlenmesi salt bir zaman sorunu..

Yapılabilecekler belli ve sınırlı                :

1. Sürdürülebilir kalkınma (sustainable development) söylemi (mottosu) artık “sürdürülebilir” değildir. Hızla SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM (sustainable life) ayarlarına (moduna) geçilmelidir.

2. Küresel nüfus artış hızı %1,05’lerden en çok 10 yıl içinde yüzde yarımın altına çekilmeli,
yıllık net 80 milyonu aşan nüfus çoğalması 40 milyonun altına düşürülmeli.
(Türkiye’de yarım milyonun altına..)

3. BM ve ilgili uzmanlık kuruluşları DSÖ, FAO, UNEP, UNDP, ILO, UNICEF, UNESCO..
ağır küresel bunalımı / sağkalım (beka, survival) sorununu kesinlikle gündemden düşürmeden BM Genel Kurulunda, Güvenlik Konseyi’nde gündemde tutmalı ve küresel kapitalizm mutlaka dizginlenmeli. Tüketim çılgınlığı durdurulmalı, herkes en üst düzeyde tasarruflu yaşamalı.

4. Bilimsel buluşlar çevreyi – doğayı gemlemek için değil (Doğa fahişemiz değil!), onun yasalarını anlayarak birlikte barış içinde yaşamak (peaceful co-existence) felsefesiyle kullanılmalı.

5. Ekolojik devlet – ekolojik anayasalar dönemi açılmalı.

Son olarak; Neondertal insandan Homo sapiens‘e evrilen insanoğlu, 21. yy’ın ilk yarısında,
yepyeni ve “hızlı” bir evrimleşme ile “Homo environmentum“a yükseltgemeli kendisini.

Çünkü; ya Doğa intikam alarak sırtındaki zorunlu parazit insanoğlunu atarak büyük olasılıkla çok daha keyifli olarak evrendeki varlığını biz olmadan sürdürecek;

Ya da pes edecek ki bu da uygarlığın yeryüzünde sönümlenmesi ile eşdeğer.

Belki bu arada evrende başka gezegenlerde yaşam bulunursa ya da kolonileşme olanaklı olursa.. Ünlü kuantum fizkçisi Stephan Hawking‘in uyarısı ise “en geç bin yıl içinde” bu düşötesi (fantastik) tasarımın gerçekleşmesi.

Görünen o ki o denli zamanımız yok; uyan insanoğlu uyan!!

Sevgi ve saygı ile. 31 Ekim 2022, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
A​tılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı ​AbD
​Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, ​Mülkiye’li​
www.ahmetsaltik.net        profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik    

 

 

İnsanın kökeni, nereden geldik sorusuna Nobel

Orhan Bursalı
Orhan Bursalı

obursali@cumhuriyet.com.tr 
04 Ekim 2022, Cumhuriyet

İnsanlığın en merak ettiği konuların başında kendi soyunun kökeni geliyor: Nereden geliyoruz, nasıl biz olduk, bizden önceki benzerlerimiz var mıydı, varsa onlar kimlerdi, bizlerle onlar arasında akrabalık ilişkileri neydi, peki onlar neden yok oldular, yoksa aramızda yaşayanları var mı, birbirimize ne kadar benziyoruz, onları biz mi yok ettik… Sonu gelmez sorular.

Bilim insanları bu soruları büyük ölçüde yanıtladılar. Afrika’da, Avrupa’da, Asya’da arkeolog ve eski canlı bilimcilerin yüzyıldan fazla süren fosil avcılığı sonucu, insanların yakın atalarının kemiklerini bulması ile ilk adımlar atılmıştı. Kafatası ve diğer iskelet kemikleriyle bugünkü insanların karşılaştırmalı çok derin çok yönlü çok disiplinli araştırmaları, farklılıkları ortaya koydu. Evet benzerlerimiz vardı, bunlar bize benziyordu adeta biz gibiydiler ama ‘homo sapiens’ten ayrıydılar.

KUZENLERİMİZİ BİZ Mİ YOK ETTİK?

Çok sayıda yakın akrabamız ortaya çıkarıldı. En yakın akrabamız ise Neandertal insanıydı. Bir akrabamız daha vardı: Denisovan insanı. (Daha çok var da şimdilik konu dışı)

Neandertal insanı Afrika dışında gelişmiş, Avrupa ve Batı Asya’ya yayılmıştı. 400.000 – 30.000 yılları arasında yaşadılar.

Homo sapiens, yani bizler ise Afrika’da ortaya çıktık, 300.000 yıl öncesinde.. 70.000 yıl önce Afrika’dan çıkıp Orta Doğu’ya göç etti, oradan Anadolu yollarından Avrupa’ya ve Asya’ya yayıldı. (Bugün yeryüzünü istila etmiş durumdayız.)

Yani bizler Neandertal soyuyla uzun yıllar benzer coğrafyayı demek ki ortalama 40 bin yıl paylaşmışız.

HAYATINI (YAŞAMINI) BUNA ADADI

Genç bir adam, İsveç kökenli Svante Pääbo daha doktora öğrencisiyken kim bu Neandertaller ve bizlerle ilişkisi nedir sorusunun peşine düştü.

Ömrünü buna harcadı denebilir.

Soyu tükenmiş Neandertallerin bulunan kemiklerinden genomunu, yani genetik yapısını çıkardı (2010). Bu on yıllar alan olağanüstü bir çalışmanın ürünüydü. Bunun için yeni analiz yöntemleri geliştirdi.

Bizlerle Neandertallerin genetik yapılarını karşılaştırdı: Karışmışız, beraber olmuşuz çocuklarımız olmuş…

Bugün çeşitli coğrafyalarda yaşayan çağdaş insanların genomunda, %1-4 arası Neandertal var!

Sonra bir büyük keşif daha yaptı: Sibirya’da bir mağarada kuzenimiz Denisova insanı! 40 bin yıllık parmak kemiğinden elde edilen DNA analizi, Denisovaların Neandertal ve bizlerden farklı olduğunu gösterdi. 

Denisovalarla Güneydoğu Asya’da yaşayan Homo sapiensler arasında da gen alışverişi olmuştu. Bu bölgelerdeki insanların genomunda Denisova kökeni ise %6’ya dek varıyordu.

EN İSTİLACI (Yayılmacı) TÜR BİZİZ

Nobel Ödül komitesi (kurulu) diyor ki:

  • “Svante Pääbo’nun keşifleri sayesinde artık soyu tükenmiş akrabalarımızdan gelen arkaik gen dizilerinin günümüz insanının fizyolojisini etkilediğini anlıyoruz. Mesela, yüksek irtifada hayatta kalma avantajı sağlayan ve günümüz Tibetlileri arasında yaygın olan EPAS1 geni, Denisova versiyonudur. Farklı enfeksiyon türlerine karşı bağışıklık tepkimiz Neandertal genleri sayesindedir.”

Tek başına Nobel’i alan bilimcimiz, tüm bu çalışmaları sonucu paleogenomik bilim disiplinini kurmuş oldu. Yani şimdi yaşamda olmayan kuzenlerimizin genlerini araştıran disiplin.

Neandertal ve Denisovaların neden ve nasıl yok oldukları ve homo sapiens’in nasıl ve neden yeryüzünde tek kaldığı, aralarındaki savaş ve birliktelikler apayrı bir maceradır (serüvendir).

Şüphesiz (kuşkusuz), akıl, beceri ve yetenek konusunda farklılıklar bizi en istilacı (yayılmacı) tür yaptı.

Homo sapiens’in nereye doğru evrildiği ve gelecek yüzyıllarda daha üstün bir türün çıkıp çıkmayacağı ise bilimin spekülatif yönünü oluşturur ve bilimkurgulara bol senaryolar sunar.

Evrimi beklemeden, bugün

  • Bilim, insan genomuyla istediği gibi oynayarak yeni insan tipleri yaratmaya doğru da gidiyor!

Bir yandan da yapay zekâ insanları oluşturmaya çalışıyoruz!

Ama insan soyunun macerası (serüveni) her şeyi yok ederek sürüyor.

DÜNYANIN NÜFUSU

Prof. Dr. D. Ali ERCAN
ADD Bilim Kurulu Başkanı
Çekirdek Fiziği (Nükleer Fizik) Uzmanı 

Değerli arkadaşlar,


~75 bin yıl öncesi patlayan süper volkan Toba (Endonezya) yanardağından çıkan 5-6 milyar ton NO2, SO2… zehirli gazlar, asit yağmurları oluşturmuş ve `800 km3 dolayında külün atmosferi karartması sonucu yıllarca sürmüş olabilecek en ağır kış koşulları nedeniyle, insan nüfusunun çok büyük oranda kıyıma uğramış olabileceği ve bizlerin de büyük olasılıkla bu felaket (AS: yıkım) sonrası yaşamda kalabilenlerin ardılları olduğumuz düşünülüyor.

Hesaplamalara göre, Afrika’dan çıkış sonrası MÖ 2 bin yılına dek, çok uzun zaman aralığındaki zor koşullarda ancak ~50 milyar insan dünyaya gelmiş olabilir.. bu ilkel dönemlerdeki ortalama ömür 25 yıl kadardı ve canlı doğan her 5 çocuktan ancak biri belki erişkin olabiliyordu; yani nüfus çok çok yavaş artıyordu…

Her şeye karşın ateşi keşfetmiş olan, alet yapan ve birbirleriyle ileri derecede sesli iletişim sağlayabilen insan türü yine de yaşam savaşını başarıyor, gezegene yayılıyordu. 60-70 bin yıl öncesi değişik coğrafyalarda ayrık yaşayan kümelerin genetik evrimlerine paralel (AS: koşut) olarak farklı diller de evrimleşiyordu… MÖ 2 bin yılında, Dünya üzerinde yaşamakta olan nüfus 30-50 milyon arasında idi…

Ve yine bu hesaplamalara göre, MÖ 2 bin ile Endüstri Devrimin başladığı dönem (AS; 1760,, İngiltere) arasında kabaca 3800 yılda dünyaya gelen insan sayısı da 50 milyar kadar oldu …1800’lerden bu yana 220 yıl gibi görece “kısa” bir sürede ise, 18 milyar insan daha eklendi toplam sayıya.. Yani Afrika’dan çıkışı izleyen zamandan günümüze değin yaklaşık 120 milyar birey yaşadı… Bugün için dünyada halen yaşamakta olan insan sayısı ~8 milyardır.
***
1800’de 1 milyar olan nüfus 150 yılda 2,5 katına çıkarak 1950’de 2,5 milyar olmuştu; 1950 sonrası 70 yılda nüfus 3 katını geçerek 8 milyara dayandı… Bu hızlı nüfus artışının temel nedeni olarak gelişen teknoloji, aşı ve ilaçlar, bakım, beslenme, tarımın makineleşmesi, vs. vs. sayılabilir. özellikle 2. Dünya savaşı sonrası Dünya genelinde doğum oranı rekor düzeylere erişti, yıllık nüfus artış hızı binde 25 düzeyine çıktı. (AS: son veri %o11) 

O zamandan bu yana, 70 yıldır, “nüfus artış hızı” düşse de, “nüfus artışı” sürüyor; yıllık nüfus artış hızı giderek azalıyor, ama hala sıfırlanmadı. 2020 yılı Dünya genelinde nüfus artış oranı binde 11-10 düzeyinde idi… Ortalama ömür 65 yıla yükseldi (Gelişmiş ülkelerde 80-85 yıl)

Kadın başına ömür boyu (AS: doğurgan çağ olan 15-49 arası) çocuk sayısı 2’nin üzerinde olduğu sürece toplumun nüfusu artacaktır. Yıllık nüfus artış hızı (c), Kadın başına ömür boyu (AS: doğurgan çağ boyunca) çocuk sayısı (d) ve Toplumdaki ortalama yaşam süresi* y arasındaki bağlantı basitçe,

c ≈ (d – 2) / y

şeklinde gösterilebilir. Buna göre kadın başına çocuk sayısı 2’den büyük olduğu sürece nüfus artar, d=2 olduğunda, yani c=0 olduğunda toplumun nüfusu artmaz, sabit kalır; d 2’den küçük olursa nüfus azalır.

kadın başına 1 çocuk” (AS: HER AİLEYE 1 ÇOCUK!) kuralı uygulansa toplumun nüfusu 40-50 yılda yarıya inebilir..

Türkiye’de 2020 yılı doğuma bağlı biyolojik nüfus artış hızı binde 8 oldu (AS:  binde 5,5 oldu, bkz Salgını yönetemeyen iktidar ölüm sayılarında yalan mı söylüyor? – Prof. Dr. Ahmet SALTIK); 2020 Dünya ortalaması da binde 11 oldu. 2050’de Dünya nüfus artış hızı sıfırlanacak gibi görünüyor. 2050’de Gezegenin artık taşıyamayacağı bir düzeye, 10 milyara erişmiş olacak insan nüfusu…

Gerçekte adım adım yaklaşan “insan kaynaklı büyük küresel felaketi” görmek için 2050’yi beklemeye gerek yok; çünkü daha şimdiden Gezegenimizin yıllık biyolojik kapasitesinin nerdeyse 2 katını tüketiyor insanlık; yani tüm yaşam kaynakları hızla tükeniyor. Bir yandan da aşırı nüfusun aşırı ölçekte tükettiği Enerji sorunu var.

Yıllık tüketilen ~600 ExaJoule enerji %80’den çok oranda fosil yakıt dediğimiz “karbon” sınıfı Kömür, petrol, doğal gaz türevlerinden kaynaklanıyor.. Elbette iklim felaketinin (AS: Climate Disaster) temel nedeni aşırı insan nüfusu ve insanlığın doğa ile uyumsuz, yıkıcı yaşam biçimidir.

Fosil yakıtlardan Atmosfere salınan karbondioksit CO2 (ve metan CH4) gazının “sera etkisi” küresel ısınıma neden olmakta, sıcaklık nedeniyle milyonlarca yıllık buzullar hızla erimekte, okyanuslardaki akıntılarda ve atmosferde hava hareketlerinde meydana gelen anormal değişiklikler olumsuz iklimi yaratmaktadır.

Bir yanda aşırı kuraklıklar, öbür yanda seller, kasırgalar, öte yandan Orman yangınları, okyanuslarda asitlik derecesinin artışı fauna ve florada geri dönüşümsüz derin yıkımlar kaçınılmaz oluyor…

Bu iklimsel olumsuzluklar insanlık için felaket (yıkım) boyutunda açlık, susuzluk ve viral hastalıklar (AS: bulaşıcı hastalıklar) demektir. Özellikle az gelişmiş ülkelerde toplumsal ortamın kaotik hale (AS: karmaşa durumuna) gelişi, yüz milyonlarca insanın kitlesel göçleri (kuzeye ve varsıl ülkelere doğru) kaçınılmaz olacaktır.

Sonuçta; tüm bu olumsuzluklar nedeniyle ölüm oranı belki şimdikinin 2 katı olacak ve büyük olasılıkla Dünyamız 22. yüzyıla yarı yarıya azalmış yani 4-5 milyar dolayında bir nüfusla girecektir.

İnsan nüfusunun 2020 sonrası nasıl bir gelişim göstereceği aşağıdaki grafikte gösteriliyor..

Farklı senaryoların ortalaması mavi çizgiyle gösteriliyor… Küresel ısınıma karşı mücadelenin (savaşımın) başarısız oluşu ve Dünya ortalama sıcaklığının dizginsiz yükselişi durumunda nüfusun gidişini kırmızı çizgi ile gösteriyorum..

Derin kaygılarımla. æ

____________________
* Bir toplumda, belli bir yıl için “ortalama yaşam süresi” o yıl içinde ölen insanların ölüm yaşlarının ortalamasıdır.

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI

SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA ve TOPLUM SAĞLIĞI


Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc

Ankara Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı (E)
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter  @profsaltik 

Liberalizm’in kurucusu Adam Smith, “Sağlık hizmeti, piyasaya bırakılamayacak denli önemli, ‘kritik’ bir alandır.” görüşüne, 1776 tarihli The Welfare of Nations adlı klasik kitabında yer vermektedir.

BM Ana Sözleşmesi (1945), Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Anayasası (1947) Dünya sağlığının önemini vurgulayarak sağlığın tanımını vermektedir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi (1948) ise,

  • Herkesin, kendisi ve ailesinin sağlık ve gönenç içinde beslenme, giyim, konut ve tıbbi bakım hakkı vardır.

düzenlemesi ile (md.25) sağlık hakkını pekiştirmiştir.

Ek olarak pek çok Uluslararası sözleşmede sağlık hakkı ve toplum sağlığının önemi net olarak vurgulanmıştır.

Ulusal hukukumuzda da başta 2, 41 ve 56. madde olmak üzere Anayasal güvence sağlanmıştır.

17 Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) kapsamında Sağlıklı Toplum da özellikle vurgulanmaktadır.

DSÖ Genel Başkanı, G20 ülkeleri 2020 toplantısında

  • Pandemi, sağlığın, büyümenin bir yan ürünü olmadığının güçlü kanıtıdır.” 

saptamasını paylaşmıştır.

Son 40 yılda yoğunlaşan Küreselleşme sürecinde, 21. yy’da Halk Sağlığı bir yol ayrımına taşınmıştır.

DSÖ verileriyle;

* 1+ milyar insan denetimsiz hipertansiyon ile yaşamaktadır,
* küresel nüfusun en az yarısı en temel sağlık hizmetlerine erişememekte,
* her yıl yüz milyon insan, kaçınamadığı sağlık giderleri nedeniyle aşırı yoksulluğa düşmektedir!

Oysa Sağlık, temel bir insanlık hakkıdır!

Aşırı nüfus artışı, SKH önünde temel engellerdendir, pek çok gelişmekte olan ülke Demografik Fırsat Penceresini kaçırmak üzeredir.

  • Sağlık, Küresel Kalkınma Gündeminin kalbine konmalıdır.

Bu amaçla, dünya genelinde sağlık için en büyük süregelen engel olarak Yoksulluk tanımlanmalıdır.

Nobel Ekonomi ödüllü Prof. J. Stiglitz’e göre

  • Uluslararası sermaye Devleti eğitim ve sağlıktan çekmekte, bu hizmetler çökmektedir.

ILO da çalışanların sağlık – güvenlik sorunlarına dikkat çekmektedir.

Öte yandan, UNCTAD raporlarına göre IMF politikaları Sosyal çöküş reçeteleridir.

Prof. K. Nweihed,

  • İktisadi temelde PİYASACILIK ve siyasal düzlemde KÜRESELCİLİK, azgelişmiş ülkelerin iktisadi-siyasi istilası ve işgalidir. Buna karşılık memleketlerin yapabilecekleri şey açıktır:
  • İktisadi temelde PLANLAMACILIK  ve siyasal düzlemde BAĞIMSIZLIK.” vurgusu yapmaktadır.
    ****

Çevre kirliliği, sürdürülemez bir afet boyutuna erişmiştir!

Genel eğitimle yeterli çevre bilinci edinimi kaçınılmazdır. e-devlet vb. olanaklar bu amaçlarla daha yoğun ve özenli kullanılmalıdır.

Hedef; «doğaya ve emeğe saygılı hukukun üstünlüğü» dür. Halkın «demokratik hukuku» nun üstünlüğüne dayalı hukuk devleti ve toplumu yaratmanın temeli, insanların bu üstün değerlere aşık ve «erdemli» yetiştirilmesine bağlıdır.

  • HER-KE-SE eşit, nitelikli, sürekli, yaygın, kamusal KORUYUCU SAĞLIK HİZMETİ öncelikli olmalıdır!

«SÜRDÜRÜLEBİLİR KALKINMA» (Sustainable development) mottoso işlevini tamamlamıştır.

  • Küresel toplum, Gezegende bir «beka» (survival) sorunsalı ile yüz yüzedir.
  • Dolayısıyla, «SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM» tek zorunlu seçimdir.

Doğa yasaları O’nu «fahişeleştirmek» için değil, barış içinde birlikte yaşam (peaceful co-existence) içindir. 21. yy şafağında karşılaştığımız 6 ardışık salgın, yeterince çarpıcıdır.

  • Sömürüsüz, BAŞKA BİR DÜNYA OLANAKLIDIR!

2030’a ertelenen Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerine erişmenin başkaca akılcı yolu yoktur. Önce sağlıklı, ardından eğitimli küresel toplum!

İnsanın kendine – birbirine – emeğine yabancılaşmadığı; kendini gerçeklediği, onurlu, mutlu..

AKILDAN ÇIKARILMAMASI GEREKENLER…

“Homo sapiens” in = İNSANOĞLU / KIZI‘nın, akıl dışı kapitalist / yağmacı hırsı ile Gezegenimizden yok olması riski ile yüz yüzeyiz!

“Sürdürülebilir kalkınma” (Sustainable development) artık eski bir masaldır.. Sürdürülebilirliği” kalmamıştır; Gezegenimiz “imdat” çığlıkları içindedir.

20. yy’ın başında yaşadığımız 6. salgındır KOVİT-19 ve henüz başedemedik! Aklımızı başımıza almaz isek başedeceğimiz de yoktur.

Kurtuluş reçetesi SÜRDÜRÜLEBİLİR YAŞAM‘dır (sustainable life).

Homo sapiens (mankind), yeryüzünde sağkalım (survival) / BEKA eşiğindedir.

Dünyada tüm türler sayıca azalır / yok olurken; salt insanlar, Papa’nın deyimi ile tavşanlar gibi üremeyi daha ne denli sürdürebilir?

Dünya “sonlu” değil mi, hangi sonsuzluğa dayanması beklenebilir??

  • HER AİLEYE 1 ÇOCUK” en temel yeni yaşam yasalarından..

Doğaya, bilimsel yollarla keşfedilen yasaları üzerinden bir “fahişe” gibi davranmaya da kesinkes son..

Biz O’na mahkumuz, dahası, “zorunlu parazit” konumundayız.

Öyleyse temel yasa : BARIŞ İÇİNDE BİRLİKTE / “peaceful co-existence” !


Sevgi ve saygı ile. 05 Ocak 2021, Ankara

Salgın Bir Çevre Sorunudur

Salgın Bir Çevre Sorunudur

Dr. Ceyhun BALCI

Küresel salgın yarattığı korku ve ürküyle insanlığın başka önemli konuları düşünmesini ve sorgulamasını da engelledi. Yarasa, yılan ve pangolin derken iş bir etnisiteden nefrete vardırıldı. Olmadık şeylerin altında nefret suçu arayanlar her nedense bu konuda sessiz kaldılar.

Salgın, yüksek ölümcüllük sergileyince doğal olarak korunma ve tedavi öne çıktı. Yanı sıra üçüncü sayfa haberi olmaya varabilecek bir dizi ilginç soru gündeme oturdu.

Kargoyla gelen paketten virüs bulaşır mı?

Ya da virüs havada asılı kalarak insandan insana geçişi başarabilir mi türünden sorular kitlelerin ilgisini daha çok çekti.

Bu süreçte üçüncü sayfa haberleri de bolca üretildi.

Komplo kuramcılarının zevkten dört köşe oldukları da göz ardı edilmemeli.

Özellikle azmanlaşarak kent ötesi oluşumlara evrilen yerleşimlerin salgının denetim altına alınmasında önde gelen engeller olduğu da çok açık şekilde ortaya çıktı. Bu denli yoğun ve iç içe yaşanan ortamlar varlığını sürdürdükçe salgınla baş etmek olanaksız olmayı sürdürecektir.

Tüm bu güncel başlıklar gerçekten önemli birincil sorunu perdeleme işlevini de başarıyla yerine getirdi. İki ardışık küresel salgının insan ömrüne sığmaması önde gelen yanılsama etkeni oldu.

İnsan eliyle yaratılan çevre değişiklikleri salgının hız kesmeksizin sürdüğü göz önüne alındığında ele alınmayı ve fark edilmeyi fazlasıyla hak ediyor.

Ormanları, otlakları ve hatta çölleri kentleştiren insanın buralarda farklı canlılarla karşılaşması kaçınılmazlaşıyor. Bu da yerleşilen yerin gerçek ev sahibi olan türle yakınlaşma anlamına geliyor. İnsanın baskın olduğu ortamlarda diğer türler sağkalım savaşı vermektedir.

Tıpkı dere yatağını insanların basması ve belirli aralıklarla sele kapılıp yaşamlarını yitirmeleri gibi insanın çevreyi hiçe sayan sorumsuz, sınır tanımaz ve kibirli tutumu küresel salgınlar aracılığıyla hak ettiği yaptırımın uygulanması sonucunu doğuruyor. Yıllardır üzerinde durulan ama bir türlü dişe dokunur karşılık alınamayan insan-çevre ilişkisini düzeltme girişimlerinin her seferinde (AS: kezinde) karşılıksız kaldığını sayısız örnekle doğrulamak olasıdır.

Salgın, çevreye ve doğaya karşı insan hoyratlığını yaptırıma uğrattı saptamasını yapmak abartı sayılmamalı.

Yapılan çalışmalar insanların dünyanın yerleşime uygun alanlarının yarısını değişikliğe uğrattığını göstermektedir. İnsanın baskın olduğu ortamlarda gergedan ve devekuşu gibi türler “yitir(il)enler” listesine eklenirken, farelerin de içinde bulunduğu kemirgenler bu ortamların “kazananları” olmaktadırlar. Bu kazanan-yitiren denklemi, kazananların insanlara hastalık taşıma potansiyeli olduğunu gösteriyor. İnsanlık tarihinde derin iz bırakan kara ölüm (veba) salgınlarından bir kemirgen olan farenin sorumlu olduğunu anımsayalım!

Son salgında kendisini gösteren bir başka yanılsama, yaban yaşamının başka türlerden insana bulaşan hastalıkların kaynağı olduğudur. Bu kesinlikle yanlış bir saptamadır. Asıl sorun ekosistemde insan eliyle gerçekleştirilen değişikliklerdir. Yaban yaşamının sürdüğü alanların tarıma açılması ve kentsel yerleşimlere dönüştürülmesi salgınlara kaynaklık eden birincil etkendir.

Bu açıdan bakıldığında, son salgında kullanılan dilin de yanlış ve yanıltıcı olduğu ortadadır. Virüsle “mücadele” ve “savaş” gibi söylemler insanın doğaya yönelik hatalarına eklenmiş dil yanlışlarıdır. Açıkça vurgulamakta yarar var; İnsan doğanın bir parçasıdır. Her ne kadar Homo sapiens’in diğer canlılarla karşılaştırıldığında üstünlükleri olduğu doğruysa da, bu üstünlüklerin hiçbiri insanı doğanın bir parçası olmaktan soyutlayamaz. Hele hele doğaya savaş açma ve doğayı kendi amaçları uğruna bozma hakkı hiç vermez.

Virüs kaynaklı küresel salgın,
insanın ekosistemde yol açtığı olumsuzlukların doğal sonucudur.

Hiç kuşkusuz her canlı gibi insanın da kendisini koruma hakkı vardır. Maske-Fiziksel mesafe-Temizlik üçlemesi korunmanın bugün için bilinen etkili üçlemesidir. Korunma olgusunu, savaş ya da mücadele gibi doğayla barışık olmayan boyutlara taşımak hata olmakla kalmaz yeni salgınlara çağrı çıkartmak anlamına da gelir.

İnsanı başka canlılar karşısında üstün kılan aklını kullanma yeteneğini hiç olmazsa bu kez kullanması dileğiyle!

Virüsün dili olsa da bunları söylese! Doğrusu virüs her şeyi anlaşılabilir şekilde anlatıyor! Ama, üstün varlık insan, anlamamak için üç maymunu oynamayı tercih ediyor.

Özetle, küresel salgın gerçekte bir çevre sorununun gündelik yaşamımıza yansımasıdır.

Tıpkı ozon tabakasının incelmesi ya da küresel ısınma gibi. Onlardan farkı, kısa zaman aralığında yaşama geçmesi ve deyim yerindeyse insanı sersemletircesine silkeleme yeteneğine sahip olmasıdır. (http://dagarcikturkiye.com/2020/12/01/salgin-bir-cevre-sorunudur/)

Kaynakça : https://www.nature.com/articles/d41586-020-02189-5

Koronavirüs ve batmakta olan güneş

Koronavirüs ve batmakta olan güneş

Savaşlar, iç savaşlar, taht savaşları, ayaklanmalar, ekonomik krizler, doğal afetler, salgın hastalıklar gibi nedenlerle devletler de karaya oturabilir. Bazıları bu olağanüstü koşullardan enkaza dönüşmeden kurtulabilirler. Bazılarının bu olanağı olmaz. Tarihten silinirler. Bazıları da enkaz üzerine yeni bir ruhla yeni bir kimlikle ve taze bir güçle yeni bir devlet kurarlar.

DÜNYA DEMİR TARIYOR

Dünya Savaşları, iklim değişikliği, çevre felaketleri, doğal afetler, küresel ısınma, ekonomik krizler ve salgın hastalıklarda da dünya demir tarar. Ancak Homo Sapiens‘ten bu yana dünyada yaşamış olan 100 milyarın üzerindeki insanın kurduğu topluluk, kabile, millet, devlet sistemleri her ne kadar milyonlarca yıl önce insanın denetimidışında beş ayrı yok olma (extinction) süreci ile karşı karşıya kalsa da topyekûn ortadan kalkma tehdidi ile hiçbir zaman karşılaşmadı. Bu nedenle çeşitli nedenlerle demir tarayan dünya, asla karaya oturup enkaza dönmedi.

Ancak 1945 sonrasında yerküre ilk kez insan marifeti ile kendi kendini yok edecek ve altıncı yok olma sürecine girecek kendini yok etme (self extinction) potansiyeline sahip bir dönemi başlattı. Bu sürecin işaret fişeği Japonya’da nükleer silahın patlatılmasıydı. Nükleer silahlar insanlık tarihinin yarattığı en büyük yıkıcı güç oldu. İnsanlık, tarihinde ilk kez kendi kendini yok edecek süreci kendi iradesi ile başlatıyordu. Bu irade Amerikan iradesiydi. Bu nedenledir ki Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan Amerikan atom bombalarının mimarı Oppenheimer, Manhattan projesinin ilk testi başarılı olunca kutsal bir Hint kitabında okuduğu şu cümleleri sarf etmişti: “Şimdi ben ölüm ve dünyaların yok edicisi oldum.” 2012 kayıtlarına göre, dünyada 8 devlet (ABD, RF, İngiltere, Çin, Fransa, Hindistan, Pakistan, İsrail, K.Kore) her an kullanıma hazır 4400 nükleer silaha sahip. Eğer depolarda tutulanlar dahil edilirse kabaca 19000 nükleer silahtan bahsediliyor. Yıkım gücü dünyada neredeyse canlı bırakmayacak kadar büyük. Canlı kalanlar da radyasyon tehdidi ile yaşamak zorundalar.

ÇEVRESEL TEHDİT

Diğer yıkım çevreden geldi. 18. yüzyıl sonunda sanayi devriminin; 20. yüzyıl başlarında petrol çağının başlamasıyla yerküredeki en gelişmiş canlı türü olan insan, doğayı kontrol etme gücünü katladı. Bu süreci başlatan asıl sebep, insanoğlunun kazanma hırsının kontrol altına alınamamasıydı. Liberal kapitalist Batı hem kazanmak hem sömürmek hem de iyi yaşamak istiyordu. 21. yüzyıla girdiğimizde kabaca 4,5 milyar yaşında olan yerkürede insan, 200 bin yıldır varlığını sürdürüyordu. Medeniyetlerin en erkeni 10 bin yıl öncesine; Tek tanrılı dinlerin ilk kitabı bile kabaca 5 bin yıl öncesine dayanıyordu. Son 260 yılı saymazsak insanlık ve ekonomi kas ve rüzgâr gücü üzerinde yükseldi. 1773 yılında İngiliz James Watt’ın sitim makinesini bulmasından sonra her şey değişti. Yerkürenin sunduğu olanaklar ile önce kömür, yüz yıl sonra petrol, endüstriyel medeniyeti insan aklının tahmin edemeyeceği boyutlarda geliştirdi. Ancak doğayı da mahvetti. Petrol, enerjiden, plastiğe, gübreden kimya sanayine insan hayatının her alanına nüfuz etti. 21. yüzyıl biterken doğalgaz talebi artmaya başladı. Neticede hidrokarbonlar yani petrol, doğalgaz ve kömür insanlığa tarihte emsali olmayan büyük bir enerji arzı ile gelişme sağlarken, başta karbondioksit salınımları ve plastik, gübre vb. desteklediği yan ürünler ile doğayı mahvetti. Bugün insan dışındaki biyolojik tüm varlıklar yerkürede insan olmasa 100 kat daha az yok olacaklar. 1970’den sonra dünya nüfusu 2 kat artarken, vahşi hayvan nüfusu tam 2 kat azaldı. Bazı bilim insanları bu dönemi altıncı yok olma dönemi olarak isimlendiriyor. Atmosferdeki CO2 düzeyi milyonlarca yıllık tarihte yaşanmadık ölçüde yüksek. Okyanusların binlerce metre derinliklerindeki dünyaya oksijen temin eden organizmalar ölüyor. Denizler, nehirler ve göller ölüyor. Küresel ısınma sunucu buzullar eriyor. Deniz seviyesi yükseliyor. Kuraklıklar, su baskınları, kasırgalar artıyor. Katı atıklar yüzünden okyanuslarda Türkiye büyüklüğünde plastik adalar oluşuyor.

KOVID-19

Yerküre eriyen buzulları, yok olan canlı türleri, perişan edilen yağmur ormanları, neoliberal kapitalist sömürüye teslim edilen tüm varlıkları ile imdat sinyalini veriyordu. Yani yerküre demir tarıyordu. Kapitalist sistem, 18. yüzyıldan sonra dünya gemisinin kaptan köşküne geçmişti. Protestan ahlakı ile şekillenen kapitalizm emperyalizme evrilmiş, iki dünya savaşını ve soğuk savaşı kazanmış olmanın rahatlık ve şımarıklığı ile neoliberal kapitalizme dönüşmüştü. Sözde demokrasi maskesi altında emperyalist etki alanını genişleten bu sistem, sahip olduğu sermaye gücü, kültürel güç, psikolojik üstünlük ve yok edici nükleer askeri gücü kullanarak ulus devletlerin doğal kaynaklarını kontrol edecek tüm mekanizmaları ortadan kaldırdı. Artık doğanın kontrolü neoliberal elitlerin eline geçmişti. Sınır tanımıyorlardı. Gemi, 21. yüzyılın ilk yarısında doğanın tüm uyarılarına rağmen ısrarla karaya oturmaya kararlıydı. Zira sistem yanlıştı; teori yanlıştı. Pratik yanlıştı. İnsanlık intihar ediyordu.

  • Tüm dünyan nüfusunun %1’lik bölümü, küresel gelirin yüzde 80’ine sahipti.

Gelir dengesizliği, nüfus artışı, doğanın yok edilişi artık iç içe geçmişti. Bu dengesizlik sadece insanın insanı sömürmesinden kaynaklanmıyordu. Bu aynı zamanda neoliberal kapitalist ekonominin doğayı sömürmesinden de kaynaklanıyordu. Nükleer silahları geliştiren küresel sistem bu sefer doğayı yok ediyordu. Kovid-19 bu süreci durdurdu. Öte yandan küresel ekonomik sistemin demir taramasını hızlandırdı.

YENİ DÜNYA DÜZENİNDE GEMİYİ KURTARMAK

Bir aydır neredeyse 3 milyar insanı evine hapseden virüs, dünyanın ve doğanın kurtulabileceğini ispat etti. Yaratacağı yeni düzen milyonlarca ölü ve yaralı ile mahvolmuş şehirler ve devletleri yaratan bir dünya savaşı üzerinden değil, salgın bir hastalık üzerinden kendine yol açıyor. Batı, yarattığı iki devasa kötülüğün (nükleer ve çevre tahribatı) daha büyük felaketlere yol açmadan kontrol altına alınması gerçekliği ile yüzleşiyor. Ulus devletlerin güçlenme döneminin önü açılıyor.

Bu yeni dönemde Kemalizm öğretisinin yani “6 Ok“un her birinin sükûnet, refah, barış ve istikrar için her devlete rehber olacağını söyleyebiliriz.
Zira Kemalizm doğaya, insan hayatına, devlete, millete saygılıdır.
Devletçi, halkçı, laik, milliyetçi, cumhuriyetçi ve devrimcidir.
Asya çağında Kemalizm’i rehber edinecek yenilenen dünya, karaya oturan insanlığı
selametle açık denize çıkaracak tek reçetedir.
Türkiye’de yeni arayış içinde, hâlâ çöken Atlantik sistemden medet umanlar
ve ulusalcılığı hastalık olarak görenlere hatırlatalım.

Titanik 108 yıl önce, 14 Nisan 1912 günü gece 23.35’te buzdağına çarptığında, kaptan dahil yolcu ve mürettebattan yani 2200 kişiden hiç kimse geminin 2 saat 45 dakika sonra batacağını tahmin etmiyordu. Ne yazık!

Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti’ni yaratan bu topraklar, bugün bile Titanik artıklarını yaratmaya devam edebiliyor. Sorun onların ortaya çıkması değil. Onların dedelerini Mütareke döneminde gördük. 1919 yılında Sadrazam Damat Ferit, İngiltere Yüksek Komiseri Amiral Arthur Calthorpe’a şöyle diyordu:

  • “Padişahın ve benim yegâne ümidimiz, Allah’tan sonra İngiltere’dir.”

Sorun bu gibilerin batmakta olan güneşi doğuyor diye pazarlamaları ve bu yüzsüz yalana inananların varlığıdır. Bu güzel ülkede kısa dönem çıkarları nedeniyle bu yalana hâlâ inanan ve inanmak isteyenleri kripto FETÖ’cüler, açık Atatürk düşmanları ve sahte Atatürkçülerin yoğunlaştığı günümüz konjonktüründe ikaz etmek görevimizdir.