Etiket arşivi: Venedik Komisyonu

AİHM, ‘cumhurbaşkanına hakaret’ davasında Türkiye’yi mahkum etti: Madde değişmeli

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Vedat Şorli’nin Cumhurbaşkanı’na hakaret”ten mahkum edilmesini ifade özgürlüğünün ihlali saydı. Mahkeme, ilgili kararında ‘cumhurbaşkanına hakaret’i düzenlenen TCK 299. maddenin değiştirilmesini talep istedi.

https://www.birgun.net/haber/aihm-cumhurbaskanina-hakaret-davasinda-turkiye-yi-mahkum-etti-madde-degismeli-362659 20.10.21

AİHM, ‘cumhurbaşkanına hakaret’ davasında Türkiye’yi mahkum etti: Madde değişmeli

Bianet’ten Hikmet Adal’ın haberine göre, Cumhurbaşkanına hakareti düzenleyen TCK 299’un ne Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’yle ne de ifade özgürlüğüyle bağdaşamayacağını belirten AİHM “Devlet, Cumhurbaşkanı’nın itibarını (AS: saygınlığını) savunmayı amaçladığında ona özel bir koruma ayrıcalığı geliştiremez” dedi.

TCK 299’un, kamu yararı olan meseleleri gündeme getirmede birey üzerinde caydırıcı etki yapabileceğine vurgu yaptı. Karar ilk ve emsal olması açısından önem taşıyor.

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin 2004’teki “Siyasi şahsiyetler ile kamu görevlilerinin itibarı” başlıklı tavsiye kararını hatırlatan AİHM, bildirgedeki şu maddelere atıf yaptı:

“…Bazı ulusal hukuk sistemlerinin, siyasi şahsiyetlere veya yetkililere, medyada kendileri ile ilgili bilgi ve görüşlerin yayılmasına karşı, Sözleşme’nin 10. maddesi ile güvence altına alınan ifade özgürlüğü ve bilgi edinme hakkı ile bağdaşmayan yasal ayrıcalıklar tanıdığının bilincinde olarak;

“Devlet, hükümet veya herhangi bir yürütme, yasama, yargı organı, medyada eleştiri konusu olabilir. Hakim konumları nedeniyle bu kurumlar, karalayıcı veya aşağılayıcı ifadelere karşı ceza hukuku tarafından korunmamalıdır. Koruma, her durumda eleştiri özgürlüğünü kısıtlamak için kullanılabileceğinden kaçınarak çok kısıtlayıcı bir şekilde uygulanmalıdır.

“Politikacılar, itibarlarının ve diğer haklarının korunmasından, diğer kişilerden daha fazla yararlanmamalıdır ve bu nedenle medya, siyasi kişileri eleştirdiğinde medyaya karşı iç hukukta daha ağır yaptırımlar uygulanmamalıdır. Bu ilke memurlar için de geçerlidir. Derogasyonlara, yalnızca yetkililerin görevlerini gerektiği gibi yerine getirebilmeleri için kesinlikle gerekli olduğu durumlarda izin verilmelidir.

“Politikacılar ve memurlar, yalnızca medya tarafından haklarının ihlal edilmesi durumunda bireylere sunulan yasal yollara erişebilmelidir. (…) Medya tarafından iftira veya hakaret, özellikle diğer temel haklar ciddi şekilde ihlal edilmişse, başkalarının haklarının veya itibarının ihlalinin ciddiyeti açısından bu ceza gerekli ve orantılı olmadıkça hapis cezasına yol açmamalıdır.”

AVRUPA KONSEYİ VE VENEDİK KOMİSYONU KARARLARI

Avrupa Konseyi’ne üye birçok devletin hakaret için hapis cezasını kaldırdığını dile getiren AİHM, Azerbaycan ve Türkiye gibi devletlerin buna devam ettiğini belirterek, Parlamenterler Meclisi’nin bundan endişe duyduğunu karara işledi.

Parlamenterler Meclisi’nin hakaret nedeniyle verilen hapis cezalarının daha fazla gecikmeden kaldırılmasını istediğini hatırlattı.

AİHM aynı şekilde Avrupa Konseyi’nin anayasal konulardaki uzman organı olan Venedik Komisyonu’nun 2016’da TCK’nın 216, 299, 301 ve 314’üncü maddelerinin mevcut hali (AS: varolan biçimi) ve pratikte uygulanışının Avrupa normları ile bağdaşmadığına dair (AS: ilişkin) görüşüne de yer verdi.

TÜRKİYE MAHKUM OLDU

Atıfların ardından kararını açıklayan mahkeme Vedat Şorli’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nce kayıt altına alınan ‘ifade özgürlüğü’nün Türkiye tarafından ihlal edildiğine hükmetti.

Mahkeme, Türkiye’yi Şorli’ye 7500 Euro tazminat (AS: giderim) ödemeye mahkum etti.

Ayrıca mahkeme Türkiye’den TCK 299’un AİHM içtihatlarıyla uyumlu hale getirilmesini de istedi.

Sevgi ve saygı ile. 20 Ekim 2021, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, MSc, BSc
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı Anabilim Dalı
Sağlık Hukuku Uzmanı, Siyaset Bilimi – Kamu Yönetimi (Mülkiye)
www.ahmetsaltik.net         profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik    twitter : @profsaltik     

AKP, anayasa darbesi, Ennahdha

Ülkemizi kasıp kavuran yangınlar nedeniyle, ‘Parlamentosu bekleme odasına alınan’ Tunus gündemi kaydı. Bellek bobini on yıl öncesine sardı.

‘O Türk, ben ise İtalyan’

Meydanı tıklım tıklım dolduran kalabalık nedeniyle, Tunus Barosu’na gitmek için minibüsten inerek yürüyüşe geçtik. ‘İstemiyoruz Amerikalıları, defolun!’ bağrışmaları ile önümüz kesilince, ‘Amerikalı değiliz’ yanıtı da, ‘Avrupalıları da istemiyoruz’ tepkisiyle bastırılınca, Venedik Komisyonu üyeleri dağılıverdi ve Başkanı Gianni Buquicchio: ‘Hanımlar beyler, kaygılanmayın, arkadaşım Türk, ben ise İtalyan’ karşılığını verince, ‘Türkse tamam; siz de onunla geçebilirsiniz’ yanıtı, yolumuzu açtı.

ABD’yi protesto amaçlı kalabalık, kendisiyle sabah vakti görüştüğümüz Cumhurbaşkanı Essebsi’yi bu kez, Dışişleri Bakanı Bayan H. Clinton ziyareti nedeniyle toplanmıştı.

Karşılaştığımız davranıştan pek etkilenen  Başkan Buquicchio, üst düzey görüşmelerimizde, Türkiye’nin Tunuslular gözünde ayrıcalıklı konumunu bu tanıklığa yollama yaparak bir kaç kez dile getirmişti (Mart 2011).

Ankara ise, ters rüzgarlar estirmekte gecikmedi. İki örnek:

Posterler ve köpekler

Başbakan, Mısır üzerinden gelecekti Tunus’a. Geçiş döneminde ve demokrasi arayışında bulunan ülkenin bu sürecine katkı değil, ‘büyüklük iştahı’ öne çıkmıştı. Yüzlerce posteri Tunus caddelerine asılacaktı; onlarca koruma ve köpek, güvenliği içindi. Ankara-Tunus arasındaki diplomatik kriz, ‘posterler, resmi değil, Başbakanı seven işadamınca hazırlandı’ vb açıklamalarla geçiştirilmeye çalışıldı.

Müslüman Kardeşler

İzleyen aylarda, kurucu meclis çalışmaları ve anayasa tartışmaları ortamında, Ennahdha ve lideri R. Gannuşi’ye heyetler gönderen AKP, ‘İslami duruş’ yolunda istediğini alamadı; ama olan, Tunus-Türkiye ilişkilerine oldu. İçişlerine karışıldığı haklı gerekçesiyle Tunus, aradan iki yıl geçmeden ülkemize dirsek çevirdi.

Katılımcı Anayasa

«Tunus, diğer ‘Arap Baharı’ ülkelerinin aksine, siyasal geçiş sürecini başarıyla ve uzlaşıyla tamamlamıştır. Bu sürecin nihai meyvesi olan 27 Ocak 2014 tarihli yeni Anayasa, gerek yapılış süreci gerekse içeriğiyle anayasa hukukçularının dikkatini çekecek niteliktedir. Yeni Anayasa, sivil toplumun yoğun katılımıyla biçimlenmiş ve demokratik seçimlerle işbaşına gelen bir Kurucu Meclis’in çalışmalarıyla son halini almıştır. İslam’ın devletin dini olmaktan çıkarıldığı ve hukukun kaynağı olarak meclisin işaret edildiği bu yeni dönemde, devlet şekli olarak sivil ve demokratik bir yapı ön plana çıkmıştır. » (F. Horchani, Anayasa Hukuku Dergisi-6, s.11)

Uluslararası islamcılık

«Maddi ve partizan kişisel çıkarların genel çıkarı bastırdığı ve iktidar sarhoşluğunun zirve yaptığı Tunus, siyasal sendrom mağduru bir ülke. Bu çocukluk hastalığı, bütün yaşadığımız kötülükleri açıklıyor: Yolsuğluğun kitleselleşmesi, Devlet’in, idarenin, adaletin ve güvenlik hizmetlerinin partizanlaştırılması ve liyakatın düşmesi, bütçe açığı, kamu maliyelerinde dengesizlik, toplumsal bölünme, şiddetin tırmanışı, karanlık vahabi güçleriyle ittifak…

Durumu ağırlaştıran husus, hükümetlerimizin, ideolojik ittifaklara dayalı bu uluslararası ağlarla yakınlaşması. Kastettiğim, Katar ve Türkiye’nin baskın bir rol oynadığı uluslararası ‘kardeşçilik’. Ülkemizin özerkliği ve kendini belirlemesi bakımından daha kötüsü olamaz. Ululsararası islamcılık, egemenliğimiz için çok tehlikeli… » (7 Haziran 2021, La Presse, Prof. Y. Ben Achour)

Parlamento bekleme odasında

Tunus’un içinde bulunduğu bu ortam ve koşullarda Cumhurbaşkanı K. Sayed, 25 Temmuzda bir ay süreyle Parlamentoyu bekleme odasına aldı.

“Ulusun kurumlarını ve ülkenin güvenliğini ve bağımsızlığını tehdit eden, kamu kurumlarının düzenli işleyişini bozan açık bir tehlike durumunda, Cumhurbaşkanı, bu istisnai durumun gerekli kıldığı önlemleri, (…) alabilir.

Bu önlemler, kamu kurumlarının düzenli işleyişine en kısa sürede dönüşü güvence altına alan amaçlara yönelik olmalıdır. Bu süre boyunca halkın temsilcileri Meclisi, sürekli toplantı halinde olur…” (md.80)

CB, bu maddeyi usul ve esas bakımından ihlal ederek, Meclis’i bir ay süreyle askıya aldı; Başbakan görevlerini de kendisi üstlendi.

Kartaca: Neresi karanlık?

‘Parlamenter rejim bekleme odasına alındı’ ve -Hükümet kurma görevini vermemek için- ‘Kılıçdaroğlu, Saray’ın yolunu mu biliyor?’ sözlerinin sahibi için, ‘Anayasa suçu işlenmektedir’ saptaması (D. Bahçeli), anayasal darbeler zinciri ve AKP ilişkisinde sadece birkaç halka.

Şu halde seçimler yoluyla iktidara gelen kardeşlerin ortak paydası, demokratik hukuk devletinin değerlerini ortadan kaldırmak.

Ağabey’in anayasal darbe faili olduğu Türkiye’nin demokratik deneyimi ve Avrupa kurumlarında yer alıyor olması, başlıca farklar olarak öne çıksa da, egemenlik anlayışında ayrışma belirgin: Tunus, ‘kardeşlik’ üzerinden egemenliğine karışılmasından rahatsız; Ağabey ise, Afrika’dan Orta Asya’ya ‘İslami hegemonya’ için canhıraş çaba harcıyor, devasa camiler ve Mehmetçik üzerinden; yani kendi yurttaşının parası ve kanıyla.

Magrip ayağının zedelenmesi karşısında Maşrık kardeşler (AKP-Katar) suskunluğu, Kartaca karanlığından mı?

MÜLKİYELİLER BİRLİĞİ : 16 NİSAN 2017’DE YAPILAN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ REFERANDUMUNUN YILDÖNÜMÜ

 

KAMUOYUNA DUYURU       :
16 NİSAN 2017’DE YAPILAN ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ REFERANDUMUNUN
YILDÖNÜMÜ

(AS: Bizim katkımız yazının altındadır..)

Türkiye’nin anayasal rejiminde yaratılan en büyük kırılmanın yıl dönümündeyiz. 16 Nisan 2017’de yapılan anayasa değişikliği referandumu, demokratik bir siyasal düzenin gerekleriyle bağdaşmayan uygulamalarla gerçekleştirildi:

Referandum, 20 Temmuz 2016’dan beri sürmekte olan olağanüstü hal koşullarında gerçekleşti. Türkiye’nin anayasal rejimi, basının baskı altında olduğu ve milletvekillerinin kürsü dokunulmazlıklarının kaldırıldığı bir siyasal ortamda oylandı. Venedik Komisyonu başta olmak üzere yetkin uluslararası kuruluşların teyit etmiş olduğu, seçimler hususunda geliştirilmiş evrensel demokratik standartlara asgari düzeyde bile uyulmadı.

Referandum sürecinin denetiminden bir yüksek yargı organı olarak sorumlu olan

  • Yüksek Seçim Kurulu iki milyondan fazla mühürsüz oyu kanun hilafına geçerli saydı.

Böylelikle, kararlarına karşı yargı yolu kapalı olan Yüksek Seçim Kurulu’nun Türkiye’nin demokrasi tarihindeki rolü tartışmalı hale geldi.

Referandum sonucunda kabul edilen anayasa değişikliğinin içeriği, anayasal demokrasinin özü olarak tanımlanan kuvvetler ayrılığına aykırıydı. Siyasal iktidarı sınırlandırmanın, mutlak iktidarların önüne set çekmenin ifadesi olan kuvvetler ayrılığı ilkesi, devletin ve yürütmenin başı ilan edilen Cumhurbaşkanı lehine bozuldu. Cumhurbaşkanlığı kurumu egemen kuvvet haline getirilirken, Cumhuriyeti kuran Türkiye Büyük Millet Meclisi işlevsizleştirildi.

Türkiye’nin anayasal rejimi ve ülkenin geleceği, belirli bir siyasal anlayışın taleplerine ve siyasi iktidarın ihtiyaçlarına göre şekillendirildi. Siyasi iktidarın acilen ihtiyaç duyduğu “partili cumhurbaşkanı” kurumu hemen yürürlüğe sokulurken sistemin geri kalan unsurlarının yürürlüğü için ayrı ayrı tarihler belirlendi. Anayasaların toplum kesimleri arasındaki denge ve uzun vadeli toplumsal barışı kuran siyasal sözleşmeler olduğu gerçeği göz ardı edildi.

16 Nisan referandumunun üzerinden bir yıl geçmişken Türkiye’de olağanüstü hal hala sürmektedir. Ülke bir buçuk yılı aşkın bir süredir, hiçbir yargısal ve siyasal denetime imkan vermeyen olağanüstü hal KHK’leri ile yönetilmektedir.

  • Olağanüstü halin siyasal, ekonomik ve toplumsal etkileri ülkemizi büyük bir çıkmaza sürüklemektedir. 

Monarşiden halk egemenliğine geçişin tarihi olarak kutladığımız Birinci TBMM’nin açıldığı 23 Nisan 1920’nin 98’inci yılında Cumhuriyetimizin, anayasal demokrasilerin başta  laiklik ve hukuk devleti olmak üzere temel ve evrensel ilkelerinden uzaklaştığını üzüntüyle görmekteyiz.

Türkiye demokrasisinin temel ihtiyacı; olağanüstü halin kaldırılması, evrensel anayasal ilkelere uyulması, temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olan ve kuvvetler ayrılığını esas alan bir anayasal düzenin tesis edilmesidir.

Saygılarımızla. 16 Nisan 2018

Mülkiyeliler Birliği Yönetim Kurulu

============================================
Dostlar,

Bizim de üyesi olduğumuz saygın Mülkiyeliler Birliği‘nin yukarıdaki basın açıklamasına – kamuoyuna duyurusuna biz de aynen katılıyoruz.

OHAL’i sürdürmenin güvenlik gereklerinin kalmadığına inanıyoruz.
AKP = RTE, ülkeyi ancak OHAL baskısı hatta sopası ile yönetebilmektedir, dahası yönetibildiğini sanmaktadır..

Gerçekte, ülkemizi OHAL altında bile, OHAL kılcı ile bile yö-ne-te-ME-mek-te-dir.

Dramatik sahneler gözlüyoruz : Önce Suriye’yi kimyasal silah kullandı bahanesiyle bombalayan eli kanlı batı emperyalizminin katliamını alkışlayan Erdoğan; partisi dahil gelen büyük ve haklı – doğru – yerinde tepkilerle ertesi gün geri adım attı.. Sen 12 bin km öteden gelip burada nasıl füze – bomba yağdırırsın.. gibisinden sormaya başladı.. Libya‘da da öyle olmadı mı? NATO ne arıyor Libya’da.. diye haykıran Erdoğan, 2 gün sonra İzmir’deki NATO karargahını Libya katliamının üssü yaptı.. Kardeşim – biraderim Esad, Batı güdümüyle “hain Esed” olmadı mı?..

Saymakla bitmez.. Allah kimseyi böylesi bir duruma düşürmesin..
Derken, sahibinin sesi Bahçeli, 26 Ağustos’ta erken seçim çağrısı yaptı..
Ne yaparsan yap artık dikiş tutturamıyorsun.. Sonun geldi arkadaş..

Alma mazlumun ahını, çıkar aheste aheste..

Sevgi ve saygı ile. 17 Nisan 2018, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

CUMHURİYET Gazetesi Davasında Savunmalardan Alıntılar..

CUMHURİYET Gazetesi Davasında Savunmalardan Alıntılar..

11 Eylül 2017, Silivri Cezaevi

21:00- Avukat Fikret İlkiz:  Ahali bir dirhem hakiki havadis, bir satır doğru makaleden mahrum bırakılmıştır. Bütün makaleler amacından saptırılmış gerçekler tevkif edilmiş, yalanlar serbest bırakılmıştır. Bütün bu şeraitten daha elim ve vahim olmak üzere; gazete, mecmua, radyo ve televizyonlarda iktidara sahip olanlar gaflet ve dalalet ve hatta o güzel mesleklerine ihanete başlamışlardır. Şaşırmayan meslek erbabı gazetecilerin işten atılması ise matbuat sahiplerinin çıkarlarıyla siyasetçilerin al gülüm ver gülüm hesaplarına ters düşen yazılarından dolayıdır. Ağır aksak çalışan demokratik-siyasal-sosyal-ekonomik nizam yine bozulmuş; millet fakr-ü zarûret içinde bir kere daha harap ve bitap düşmüştür. İşte bu ahval ve şerait içinde dahi vazifen, meslek ahlakını korumak ve mesleğin onurunu kurtarmaktır. Muhtaç olduğun kudret, kaleminin ucunda, bilgisayarının tuşlarında ve demokrasi inancında mevcuttur. Bizim için Ahmet Şık olayların tanığıdır. Gazetecidir. O nedenle biz onun da ifade ettiği gibi medyada mahkeme kurmayız. Ama her duruşmadan önce bu belgeleri gönderenler hakkında yapılacak ne var bilmiyoruz.

Gazeteciler mahkemelerin değil olayların tanığıdır. Gazeteciler başka gazetecilerin tanığı olmamalıdırlar. Ama bugün oldular.

Ahmet Şık her dönemin sanığıdır, her dönemin tutuklusudur, her dönem tutuklanandır. Gülen’in gerçek yüzünü ortaya çıkardığında tutuklandı.
Ahmet Şık kimi kızdırdı? Kimi öfkelendirdi? Hangi sırları ortaya döktü acaba diye sorabiliriz.

20:40- Avukat Fikret İlkiz: Bu iddianamenin dili yoktur ama dil çok önemlidir. Bir iddianamenin dili yoksa anlaşma olanağı da tartışma olanağı da yoktur. Örgüte üye olmamakla birlikte gazete, manşet ve yazılarıyla örgüt adına suç işlenebilir mi? Üye olmamakla birlikte yardım edilebilir mi? İddianame bunu sorduyor. Bize göre olamaz ama Türkiye’de oluyor. Manşete kim karar verir, sizi kim işe aldı” gibi sorular soruyorsunuz. Doğru bu iddianame bunu sorduruyor.

Hiçbir basın savcısı terör örgütü üzerine iddianame yazamaz, yazmamalıdır.

Basın özgürlüğünü koruyan uluslararası anlaşmalar vardır ve biz de tarafız. Bu ilkeleri yok sayıyorsunuz. Ama biz var sayıyoruz. Bazı uluslararası kararları sevmiyor olabilirsiniz. AİHM’in Ahmet Şık kararı vardır. Şık’ı sevmiyor olabilirsiniz ama böyle bir karar vardır. Devletin yargıladığı kişi aslında devletin demokratik meşruiyetini ve hatta devletin var olup olmadığını yargılarsa, verilecek en iyi yanıt: Venedik Komisyonu 15 Mart 2016’da “örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” maddesinin kaldırılmasını tavsiye etmiştir. Terk edilmiş bir ceza hukuku anlayışıyla kaleme alınmış bir iddianame, II. Dünya Savaşı’nın sonunda kalmış bir yargılamadır. Türkiye’nin doğal kaynaklarını ve halkı soyup soğana çevirmek isteyenler kendilerini vatansever ilan etmiştir. Soygunları, yolsuzlukları, olup bitenleri araştıran, yazan gazeteciler varidatlarını korumak isteyenlerce ‘vatan haini’ ilan edilmiştir. Matbuat sahipleri, bu gazetecilere ses çıkarmayıp demokrasiden yana saf tutmayı ticari kârlarının artması için bir vesile saymışlardır. Aslında bunlar efkar-ı umumiyeyi uyutmak için gazeteciler üzerinde tahakküm kurmayı kafalarına koymuşladır. Bütün bu şeraitten daha elim ve vahim olmak üzere, memleketin dahilinde iktidara sahip olanlar yazmayı, görmeyi, konuşmayı hatta düşünmeyi yasaklayacak ölçüde ileri gitmiş, bir milleti rezil-i rüsva etmekte hiçbir mahzur görmemiştir. ‘Meslek ahlakının en kıymetli hazine olduğunu’ pek çabuk unutmuşlar; sadece iktidarların iradesine tabi olarak hadisat vicdaniyatından kendilerini pek kolayca mahrum eylemişlerdir. Matbuat sahipleri; matbuatı kendi gücü için kullanmıştır. Bi-netice matbuatın bütün kaleleri cebren ve hile ile zaptedilmiş ve bazı gazeteciler hapiste olabilirler. Bütün yazıişlerine girilmiş; bütün kalemlerine ve bilgisayarlarına el konulmuş; bütün fotoğraf makinaları kontrol altına alınmış…
……………………….
=================================
Teşekkürler Sayın Av. Fikret İlkiz, bu nitelikli savunma için..

Sevgi ve saygı ile. 12 Eylül 2017, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi
www.ahmetsaltik.net     profsaltik@gmail.com

Bozdağ’ın Konuşturulmaması İnsan Hakları İhlali mi Yoksa İnsan Haklarının Gereği mi?

YRD. DOÇ. DR. KEREM ALTIPARMAK YAZDI

Bozdağ’ın Konuşturulmaması
İnsan Hakları İhlali mi, Yoksa
İnsan Haklarının Gereği mi?

(AS: Bizim kapsamlı katkımız yazının altındadır..)
Hükümeti temsil eden bir bakanın konuşmasına izin verilmemesi, gerçekten insan hakları ve demokrasiye büyük bir darbe midir yoksa ölçülü bir yaptırım mıdır?

Yargıdaki Düzenlemeler Dünyadan Nasıl Görülüyor?


Dostlar,

Sayın Öymen’in aşağıdaki yazısı, özlü bir İNSAN HAKLARI metni gibi..
Ceza ve ceza usul hukukunun temel ilkeleri özetleniyor adeta..
Dileriz AKP hükümeti ve imam kökenli Adalet Bakanı da okur ve
hukuk sistemimizin yapılandırılmasında dinsel kaynaklar yerine,
evrensel hukukun oturmuş seküler (laik) ve ussal (akılcı, rasyonel) ilkelerine dayanırlar..

Bu arada teolojik referansların, pozitif hukuk biliminin ulaştığı yüksek aşama karşısında ne denli sığ, yetersiz, cılız hatta zavallı..
kaldığını görme olanağı da bulurlar dileyelim..

Sevgi ve saygı ile.
04 Şubat 2014, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

========================================

Yargıdaki Düzenlemeler Dünyadan Nasıl Görülüyor?

Portresi_ATA_ile

 

Onur Öymen

 

 

Yargı alanında yapılmak istenen düzenlemeler yurt içinde olduğu gibi yurt dışında da ciddi kaygılar yarattı. Türkiye’nin 60 yılı aşkın zamandan beri üyesi olduğu (AS: Üyelik tarihi 13.4.1950) ve hukuk ve insan haklarıyla ilgili sözleşmelerini imzalayıp onayladığı Avrupa Konseyi, Türkiye’nin yargıyı siyasallaştırmaya yönelik girişimlerinin devlete duyulan güveni zayıflatacağı ve demokrasiye zarar vereceği yolunda uyarıda bulundu.

Avrupa Konseyi’nin İnsan Haklarından Sorumlu yetkilisi Nils Muiznieks,
AFP’ye verdiği mülakatta, nedeni ne olursa olsun, yargı üzerine baskı yapılmasının Türkiye’nin demokratik yapısı için bir tehlike oluşturacağını söyledi.

Muiznieks, Türkiye’nin insan hakları standartlarına uyması için
yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını zayıflatması değil, tam tersine güçlendirmesi gerektiğini söyledi ve “siyasallaştırılmış bir yargının atacağı bütün adımların kuşkulu olacağını ifade etti ve

  • “Kaygım, önerilerin HSYK Genel Kurulunun sahip olduğu kimi yetkilerin
    geri alınarak onların Adalet Bakanına verilmesidir. Bu şimdiye dek
    Türkiye’ye yaptığımız tavsiyelerin tam tersine bir gidiş olur. Bu önerilerin
    ulusal ve uluslararası uzmanlara danışılmadan büyük bir hızla ortaya çıkartılmasına şaşırdım.”
    dedi.

AB Komisyonunun Genişlemeden Sorumlu üyesi Stefan Füle de yargı sisteminde yapılacak herhangi bir değişikliğin Türkiye’nin Kopenhag Ölçütlerine uymak için yaptığı taahhüdü kuşkulu duruma getirmemesi gerektiğini söyledi.

Venedik Komisyonu yetkilisi Gianni Buquicchio da 14 Ocak 2014’te yaptığı açıklamada şunları belirtti.

-HSYK konusunda acele karar vermekten kaçınılmalıdır

Yargı bağımsızlığı çok önemlidir ve
yargı Adalet Bakanının denetimine bırakılmamalıdır.

-Uluslararası standartlarla ve Türk anayasasıyla bağdaşmayan hiçbir yasa çıkartmamalı ve uygulanmamalıdır.

-Bir yasa çıkartılır ve Anayasa Mahkemesine götürülürse
bu Mahkeme karar vermeden uygulamaya geçilmemelidir.

Daha önce, Avrupa İnsan Hakları Komiseri Thomas Hammerbergt de
10 Ocak 2012 tarihli raporunda özetle şunları belirtmişti:

– İlerlemeyi engelleyen önemli etmenlerden biri, yargıç ve savcıların
devleti korumayı insan haklarını korumanın üstünde tutan tutum ve uygulamalarıdır

– Yargılamaların aşırı uzun sürmesi Türk adalet sisteminde
süregen (kronik) bir işlev bozukluğudur.

Adli kolluk sistemi geliştirilmelidir.

Tutukluk kararlarının çok sık verilmesi ve
uzun tutukluluk süreleri kaygı verici
dir.

Kişilerin tutuklu olarak geçirdikleri sürenin makul sınırların dışına çıkması tutukluluğun cezaya dönüşmesi anlamına gelir.

– Terörizm ve suç örgütüne üyelik ile ilgili kimi suçların tanımı ve bunların mahkemeler tarafından geniş olarak yorumlanması konusunda kaygılıyım.

– Adalet Bakanının HSYK’da ve yargıçların atanmasında oynadığı rol,
bağımsızlık görünümü üzerinde ters etki yapar.

– Yetkili makamları, savcılara ve yargıçlara karşı bu görünümü etkileyebilecek
disiplin cezaları vermekten sakınmaya ve HSYK kararlarının saydamlığını
ve bu kararlar üzerinde hukuk denetimini sağlamaya teşvik ediyoruz.

Hükümet bütün bu uyarıları dikkatle değerlendirmeli ve hukukun üstünlüğü alanında
geri adım atmaktan kaçınmalıdır. Ülkemizde son haftalarda yaşanan tartışmaların sonucu hiçbir şekilde demokrasi, hukuk ve insan hakları alanında daha da geriye gitmemize yol açmamalıdır.

Çağdaş ülkeler arasında yer almamız hukukun üstünlüğü ve insan hakları alanlarındaki eksikliklerimizi giderip vatandaşlarımızın hak ve özgürlüğüne en ileri düzeyde
saygı göstermemize bağlıdır.

Hükümet yetkililerinin bile, “hukuk alanında yapılan yanlışların pek çok saygın kişiyi mağdur ettiği” yolundaki açıklamalarından sonra yapılacak iş;
yargıyı büsbütün siyasallaştırmak değil, siyasetin denetiminden kurtarmak ve
mağdur edilenleri hiç gecikmeden özgürlüklerine kavuşturmaktır.

Dünyanın dilindeyiz.. Yargı bağımsız değil..

Dünyanın dilindeyiz..

Avrupa Yargıçlar Birliği (EAJ) Washington’da yaptığı toplantıda oluşturduğu deklarasyonda, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yeniden yapılandırılması sürecinde, kurula yargıyı temsil eden kişilerin değil, hükümetin görüşlerini ifade edenlerin dahil edilmesini eleştirdi. Hükümete de iletilecek olan deklarasyonda, HSYK’nin atamalarının yargıçlar üzerinde baskı aracı olarak kullanıldığı vurgulandı.

Mayıs ayında Amsterdam’da toplanan Avrupa Yargıçlar Birliği bir çalışma komisyonu oluşturmuştu. Bu komisyonun hazırladığı deklarasyon taslağı 11 Kasım’da Washington’da gerçekleştirilen toplantıda masaya yatırıldı. Türkiye’yi YARSAV’ın temsil ettiği toplantıda Türkiye’de yargının sorunlarına yönelik kaygı ve endişelerin kaleme alındığı deklarasyon, tüm üye Avrupa ülkeleri yargı örgütlerinin oybirliğiyle kabul edildi.

‘Temel ilkelere saygı gösterilsin’

EAJ’nin Türk yargısına ilişkin deklarasyonunda, yargı bağımsızlığının ve hukuk devletinin yalnızca bunları güvence altına alan mevzuatla değil, aynı zamanda ilgili otoritelerin
bu temel ilkelere saygı göstermesiyle korunacağına işaret edildi. Birlik tarafından
endişe verici bulunan düzenlemeler bildiride şöyle aktarıldı:

Yargıç ve savcıların rotasyonu kötüye kullanılarak yargıç ve savcılar üzerinde bir baskı aracına dönüştürülmüştür. Rotasyonlara karşı etkili bir hukuksal yol bulunmamaktadır ve bu eksiklik Venedik Komisyonu tarafından da ortaya konulmuştur. Bir yargıcın başka bir göreve atanması rızasına bağlı olmalıdır
ya da bir disiplin cezası ya da mahkeme sisteminin yasal şekilde değişmesi sonucunda bu tür bir işlem yapılabilir. Başka bir göreve atanma endişesi, özgür karar verme yeteneğini yargıçların elinden alır ve yargı bağımsızlığına karşı bir müdahaledir. Şunu da belirtmek gerekir ki, yargıç ve savcıların kendi istekleri dışında ve nesnel (objektif) gerekçe olmadan, bunlara karşı hukuksal başvuru yolu bulunmadan yer değiştirmeleri, uluslararası standartları
ihlal etmektedir. Öyle görünüyor ki, Türk hükümeti HSYK’nin yeniden yapılandırılması sürecinde kurula Türk yargısını temsil eden kişileri değil, hükümetin görüşlerini ifade eden kişilerin dahil edilmesini sağlamıştır.”

‘Üç erk birbirine yakın ve bağlantılı’

Kuvvetler ayrılığının, üç erkin birbirine çok yakın, bağlantılı olması nedeniyle tehlikede olduğu vurgulanan bildiride;

Savcıların yürüttüğü gizli soruşturmaların içeriğinin hükümet üyeleriyle paylaşılması, Adalet Bakanı’nın gerekli gördüğünde savcılardan bilgi istemesi, HSYK üyelerinin süregelen soruşturmalara ve süreçlere müdahil olmaya çalışması gibi olaylar bunu göstermektedir.” denildi.

Bildiri hükümete gönderilecek

Hükümet temsilcilerinin bağımsız yargının rolü ve hukuk devleti konusunda
algı hataları bulunduğu vurgusu yapılan bildiride,

“Başbakan, BDP milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması konusunda şöyle demektedir: ‘Biz yargıya neyin gerekli olduğunu söyledik. Yargı da gereğini yapacaktır.’ EAJ şunu hatırlatır ki, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının güvenceleri diğer iki erkin yargıya neyin gerekli olduğu konusunda talimat vermesine müsaade etmez. Bağımsız yargı anayasa
ve hukuka dayanır, diğer erklerin emir ve direktiflerine değil.” 
denildi.

Bildirinin mektup olarak Başbakanlık’a, Adalet Bakanlığı’na, HSYK’ye ve
Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyi organlarına gönderilmesi de kararlaştırıldı.
(25.11.12, Cumhuriyet)