Etiket arşivi: İslamofobi

Tarikatın siyaseti, siyasetin tarikatı

Zülal KalkandelenZülal Kalkandelen

zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
11 Haziran 2023, Cumhuriyet

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Muhalefet partileri, seçim sonrasında kendi iç çalkantılarıyla uğraşıp aynı isimler çerçevesinde siyaseti bir tür “tarikata” dönüştürürken tarikatçılar ise Mart 2024’teki yerel seçimler için kolları sıvamış, siyasete etki etme yarışında.

Örneğin, birtakım TV kanallarına konuk edilip saatlerce konuşturulan Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet Hoca), şeriatı savunup muhalif belediyeleri hedef alırken şunları söylemiş:

  • Biz şeriatçıyız. Demokrasiye inanmıyoruz; reddediyoruz, biz şeriat ehliyiz… Tehlike büyüktür. İstanbul’da önümüzde belediye işi var. Görüyorsunuz ortalığı, olayları. İstanbul’un ne hale geldiği, belediyenin neler yapıldığı, ne zararlar ne zevaller, ne kazanımların geri gittiği ortadadır. Onun için rehavete kapılmamak lazım ama maalesef Ankara da öyle, İzmir de.”

İsmailağa Cemaati’ne mensup bu vaiz, tarikatlara ve cemaatlere yapılan yardımlar kesilince belli ki çok rahatsız olmuş, “Müslümanlara çok zeval verdiler” diyor ve siyasetin dik alasını yaptığı halde aksini iddia ediyor!

O zaman bıkmadan yineleyeyim:

  • Tarikatları ve cemaatleri kapatan 1925 tarihli 677 sayılı devrim kanunu yürürlükteyken tarikat mensuplarının siyaseti bu şekilde yönlendirmeye çalışması suçtur.
  • Demokrasinin sağladığı olanakları kullanıp şeriatçıyız diyen bu yasadışı yapılanmalar, anayasaya aykırıdır!

Bu konuda sessiz kalan her siyasi parti de savcı da anayasayı ihlal suçuna göz yumuyor. Gerçeği bu netlikte söylemeyen herkes, Türkiye’deki dincileşmeden sorumludur!

‘MİLLİ EĞİTİME İSLAM MÜHRÜ’ 

Laikliği hedef alan bir diğer vaiz ise İhsan Şenocak. O da

  • Milli eğitime İslam mührünü vuramazsak her yere fen liseleri açılsa da mimaride Sinan, hendesede Cezeri, tıpta Biruni, askeriyede Barbaros, siyasette Yavuz Selim yetiştiremez, Batı’nın masallarından kurtulup hakikate ulaşamayız. Adının milli olması yetmez, satırlara İslam mührünü vuracaksınız” buyurmuş…

Şenocak’ın 2017’de Samsun Aşıkkutlu Eğitim Merkezi müdürü iken Müslüman kadınların pantolon giymesi hakkında söylediklerini hatırlıyor musunuz?

  • “Kızın şu sokaktan geçip de okula pantolonla giderken yüreğin parçalanıyor mu senin? 18 yaşında kaşını aldıran kızın üniversiteye giderken o halde, yüreğin parçalanmıyorsa vallahi kıyamet günü cehennem seni parçalayacak. Allah’ın emanetini ne hale getirdin? Sevindin üniversiteyi kazanınca; ODTÜ’ye, Boğaziçi’ne gidince sevindin. Doktor olacak, mühendis olacak, 5 milyar aylık alacak, arabaya binecek, eşine mecbur olmayacak, mahkûm olmayacak… Peki onlara sevindin; kot pantolonuyla erkeklerin bakışı arasında kızın yürüyor, delikanlılar arkasına takılmışlar, arkasından gidiyorlar. Yavrunu cehenneme attın cehenneme!”

Bu skandal sözleri nedeniyle büyük tepki çekmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açığa alınmış, sonra da Sinop İl Müftülüğü’ne eğitim uzmanı olarak atanmıştı. O günlerde İsmailağa Cemaati, “Diyanet camiamızın güzide mensubu, kanaat önderi” diyerek Şenocak’a sahip çıkmıştı.

EĞİTİMDE DİNCİLEŞME TEHLİKESİ

“Milli eğitime İslam mührü vurmaktan” söz edildiği sırada, İstanbul’daki 236 okulun, valilik onayı ile Bilal Erdoğan’ın TÜGVA’sına tahsis edildiği ve yaz boyunca dini eğitimler düzenlendiği; İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İzmir Müftülüğü arasında imzalanan protokol kapsamında kentteki 842 okulda imam, Kuran kursu öğreticisi, vaiz ve din hizmetleri uzmanı görevlendirildiği haberleri medyada yer aldı.

Manevi rehberlik adı altında yapılan bu görevlendirmelerde din insanlarının pedagojik formasyonu olmadığı gibi, belli bir inanç sistemi ile eğitimde dincileşme hızlandırılıyor.

200 bin öğretmen ihtiyacı varken, 700 bin meslek mensubu atama beklerken, din görevlileri okullara atanıyor.

Bu, tamamen (tümüyle) laik ve bilimsel eğitimin ortadan kaldırılmasına yönelik bir projedir.

  • Bu uygulamalar, anayasadaki laiklik ilkesine aykırı olduğu gibi, milli eğitimin kendi mevzuatına da aykırıdır!

=========================================
Dostlar,

Bu bağlamda 11 Haziran 2023 günü yayınladığımız tweet iletisi aşağıda..

14 Haziran 2023, saat 01:26’da izlenme sayısı 64 bine erişti..

  • Taliban bile bu denli pervasız değil..

Bir yandan İslamofobi‘den yakınan İslamcılar, bir yandan da neler yaptıklarına baksalar.. “İslamofobi” haksız mı, az bile belki..

İslam dinine en büyük kötülük ve tehdit ne Batı’dan ne İslam’ı benimsemeyenlerden.. Doğrudan doğruya bu dini siyasete alet eden ve emperyalizmin güdümüne sokan SİYASAL İSLAM ve SİYASAL İSLAMCILAR!

İçten Müslümanların, bu çok tehlikeli ve insanlık dışı, barış düşmanı, Anayasayı ve insan – çocuk haklarını ayaklar altına alan (BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere…) abanmayı – dayatmayı – kurguyu reddetmeleri gerek. Açıkça, kararlılıkla ve daha çok gecikmeden..

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

‘Bir gece’ söylemi ve komşunun gündüz eylemi

SİYASET22.09.2022, BİRGÜN

 

Dünya, barış ve savaş sarkacında: Rusya, komşusu Ukrayna topraklarında, Doğu-Batı ilişkileri ve dengeleri yeniden biçimleniyor. Türkiye, taraf olduğu antlaşmalar ve uluslararası hukuk önünde haklı; Yunanistan’da ise siyasal dengeleri bakımından, Başbakan Miçotakis, güç durumda. İşte tam bu sırada Cumhurbaşkanı Erdoğan, ‘Bir gece ansızın gelebiliriz’ tehdidini sıkça yineledi.

Türkiye ve Yunanistan arasında, özellikle, Ege adaları ve kıta sahanlığı sorunları, bu tür tehditlerle çözülemeyeceği gibi, uluslararası toplum önünde saldırgan ve istilacı bir devlet görüntüsü yaratır. Üstelik yakın geçmiş hatalarının bedeli onca ağır iken.

NAMAZ SEFERBERLİĞİ!

Kısa bir bellek kaydı: ‘Emevi Camisi’nde namaz kılma’ söylemi ve sonrası:

İstila iştahı: AKP yönetimi, bölgede ve uluslararası alanda böyle bir algı yarattı.

Müslüman kardeşlerini al: Beşar Esad’a meydan okuma sonucu Türkiye’ye akın eden Suriyelilere cömertçe kucak açan AKP yönetimi ile geri dönüş anlaşması yapan AB, ‘müslüman kardeşleri’ ile başbaşa bırakmak için Türkiye‘ye sınırlarını kapattı.

Yabancı özgür, yurttaş mahpus: Mısır’da Müslüman Kardeşler iktidarını ‘kurtaramayan’ AKP, Suriye’de iktidarda olmayan Müslüman kardeşlerine ‘Misak-ı Milli’ sınırlarını açtı. Onlara, üç kıtadan milyonlar eklenerek tam bir güvensizlik sarmalına sokulan TürkiyeParti Başkanlığı Yoluyla Devlet Başkanlığı ve Yürütme (PBDBY) döneminde yabancılar için özgürlük ülkesi, yurttaşlar için hapishane oldu.

İslam korkusu kaynağı: Emevi Camisi’nde namaz kılamayan PBDBY, bu kez Ayasofya’da kılıçla namaza durdu; böylece, ‘istila iştahı’, İslamofobi yayıcılığı ile sürdü.

FİİLİ GÜÇ RİSKİ

Güncele dönersek; Ege ve adalar sorunlarının çözümü için, Türkiye Cumhuriyeti’nin olanakları ve hareket alanı oldukça geniş:

•Ulusal ölçekte, MGK’den TBMM’ye uzanan anayasal kurumları ve kuralları çerçevesinde birçok olanak,

•Uyuşmazlık konularıyla doğrudan ilgili Lozan Antlaşması’ndan Paris Anlaşması’na uzanan normlar,

•Her iki devletin içinde yer aldığı uluslararası örgütler; BM, Uluslararası Adalet Divanı ve NATO.

•İkili ilişkiler ve uluslararası hukuk kuralları.

Hukuk ve siyaset, bu dört düzlemde iç içe. Dördünde, Türkiye’nin haklılığını kanıtlama olanağı, siyasal söylemin hukuk zemininde yürütülmesine bağlı: Hukuk yoluyla siyaset.

Ne var ki, anayasal kurum ve kuralları değil yalnızca, uluslararası anlaşmaları ve örgütleri de ikinci plana atan ‘bir gece ansızın gelebiliriz’ vb. fiili güç kullanımı söylemi, adalar ve kıta sahanlığında Türkiye’nin haklılık payını arka plana kaydırdı ve Yunanistan arkasında –hak etmediği- bir uluslararası blok yarattı.

YUNANİSTAN’A DESTEK

Öyle ki Fransızlar, AB’de sürekli sorun yaratan Yunanistan için, 1980’lerde, CB V.G. D‘Estaign’in dansözü nitelemesi yaparlardı. Bununla, AB gereklerini tamamlamadığı halde CB’nin desteğiyle üyeliği kastediliyordu. AB’de Yunanistan rahatsızlığı hep sürdü. Ne var ki, AB ve ABD nezdinde mağdur ve tehdit edilen bir devlet görüntüsü yaratan CB Erdoğan, Yunanistan’a uluslararası toplum önünde çok güçlü bir destek vermiş oldu. CB Macron, Yunanistan ile Fransa arasında savunma alanında imzalanan stratejik ortaklık anlaşmasını ‘provokasyonlara karşı güçlü bir siper’ olarak niteledi. Dahası, iç politikada “derin devleti“ zirveye taşıyan aşırı sağcı Miçotakis de güçlendi.

HUKUK VE DEMOKRASİ

İslamofobi (İslam korkusu) ve Türkofobi (Türk korkusu/düşmanlığı) tetikleyicisi ‘istilacı devlet’ görüntüsü karşısında, Millet Masası olarak CHP, İYİ P., Saadet Partisi, Demokrat P., Deva Partisi, Gelecek P. -ve HDP ile bileşenleri-, “bir gece ansızın gelebiliriz“ söylemini, PBDBY ayracını kapatmanın artı nedeni olarak kullanmalı ve

  • Türkiye, ‘din ve ırk sarmalı’ndan çıkarılarak, ‘hukuk ve demokrasi yörüngesi’ne bir an önce konulmalıdır.

Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan Bomba Açıklama

İşte Din Adamı Budur!

Eski Diyanet İşleri Başkanı Ali Bardakoğlu’ndan Bomba Açıklama

1. İslam dini dünyada yaşansın diye gönderildi, ahirette değil. Yani dünyayı terk et, hiçbir şey yapma, ahirette kazanırsın mesajını vermiyor. Müslümanlar dünya-ahiret dengesini yitirdiler.

2. Biz Müslümanlığı sadece inanma ve namaz, oruç, hac gibi belli ritüelleri yerine getirme olarak algıladığımız sürece bu mahçup edici durum devam edecektir.

3. Ortadoğu toplumları barut fıçısı gibi. Birbirlerine duydukları öfkeyi mezhep, din duyarlılığı veya öteki üzerinden dile getiriyor, onlar üzerinden kimlikler şekilleniyor. Toplum olarak ayrıştığımız, artık birbirimize öfke duyduğumuz doğrudur. Bunlar sosyal birlik beraberliğimiz açısından alarm noktalarıdır.

4. Serbest pazar mantığıyla fetva arayan, müşteri memnuniyetine göre fetva verenler kapladı ortalığı. İslam âlimlerinin içinde yaşadığı hayatla ve gerçekliklerle bağı koptu. Üçüncü, beşinci asırda yazılan kitaplardaki bilgileri tekrar ederek insanlara dini anlattığımızı düşünemeyiz. 50 küsur İslam ülkesi var, paramparçayız.

5. İslam barış dinidir diyoruz ama kimseyi inandıramıyoruz, çünkü birçok yerde Müslümanlar birbirinin boğazını sıkıyor. Birbirinin Müslümanlığını beğenmez oldular, birbirini itham ve tekfir ederek sürekli camdan aşağı atmakla meşguller.

6. Her şeyin altüst olduğu, fırsat eşitliğinin olmadığı, işgaller altında umutların tükendiği, siyasal katılımın olmadığı toplumda yalnızca din anlatarak insanları mutlu edemeyiz.

İslam dünyası acilen bilgi, çalışma, üretme, temizlik, sosyal barış, sosyal adalet, insan hakları, kadın hakları, çevre, özgürlükler, ötekinin hakkı gibi temel konularda zihnini durultmak ve bu konularda mesafe almak zorunda. İslamiyette ibadet sadece kıldığımız namaz değildir. İnsanlığa, dünyanın imarına, sulha, barışa hizmet eden her davranış ibadettir.

7. Gönlüm isterdi ki, evrensel ilâhî din olan İslam’ın günümüz uleması dünyada kanıksadığımız bunca eşitsizlik, sömürü, adaletsizlik, güçlü ve egemenin oldu bittileri karşısında hakkın sesi olsun, her türlü ayırımcılığa karşı çıksın, bizlere hepimizin Âdem’in çocukları kardeşler olduğumuzu, insan olarak eşit ve değerli olduğumuzu, insanca bir hayatın hepimizin temel hakkı olduğunu hatırlatsın.

Ama öyle olmadı ve olmuyor. Olup bitene eleştirel baktığımızda bunu açıkça görüyoruz.

8. Bugün birçok dini cemaat birer ekonomik sektöre dönüştü. Unutmamalı, Türkiye’de dini gruplar kamusal alana sirayet etmeye başladığı, kapalı ve kayıt dışı olup kendilerine göre dini eğitim vermeye başlarsa sorun büyür, FETÖ’deki gibi. Ülke benzeri oluşumlara gebe demektir.

9. Dini cemaat ve tarikatlar siyaset, kamusal alan, yaygın din eğitimi ve ticaretten elini çekip kendi asli ve sivil hizmet alanlarına çekilmezse, kayıt dışılıktan çıkıp şeffaf ve denetlenebilir olmazsa yeni maceralar yaşamamız kaçınılmaz görünüyor.

10. Din artık melankoli ve gözyaşı olarak sunuluyor ve algılanıyor. Böyle bir din anlayışı sizi dünya sahnesinde yukarı çeker mi? Hazreti Muhammed’in hayatını öyle bir anlatıyorlar ki, öyle bir hayatın örnek alınması ve yaşanması mümkün değil. Bugün İslam dinini gizemli, esrarengiz bir din olarak sunanlar, asılsız kutsallıklar üretenler aslında kendi din ticaretleri için müşteri artırımı peşindeler.

11. “Din, acı, gözyaşı, melankoli ve menkıbedir” dedik. Ya geçmişe özlemle ya da bir kurtarıcı bekleyerek vakit geçiriyoruz. Bireyi ve birey bilincini, birey sorumluluğunu yok ettik.

Başımıza geleni de hep “ya Allah’ın gazabı ya da ötekinin kötülüğü” diye anlattık. “Sen sadece dua et, hatta en etkili ve gizemli duayı ve zamanı bul yeter, bunlardan kurtulursun” diyerek piyangocu bir anlayışı besledik. Halkı böyle besleyince onlar da buna uygun hoca tipi istemeye başladı.

12. Böyle bir dini anlayışın, çocuklarımız, torunlarımız tarafından nasıl karşılanacağından emin değilim. Artık yavaş yavaş yol ayrımına geliyoruz. Çocuklarımız, torunlarımız sorguluyor, görüyor, biliyor.

Bireyin olmadığı, kadın hakkı, insan hakkı, çevre bilinci, bilgi üretimi, sosyal adalet, hukuk, özgürlük, düşünce gibi temel değerlerin yeterince gelişmediği, sadece melankoli, sadece menkıbe, gözyaşı, ötekileştirme ve öfkenin yer aldığı bir din anlatımı İslamofobi’yi mahallemize indirecektir. Bizim çocuklarımız, torunlarımız da büyük sorular soracaktır.

13. Bizim din anlayışımız sığlaştı. Dindarlığı dar bir alana hapsettik. Müslümanlar şeklen dindarlaştıkça, dünyevileşmesi de artıyor. İslam, seccadeni ser ibadetle ömrünü geçir demiyor. Düşünce, bilgi, yararlı iş, temizlik, haklının ve mağdurun yanında olma, iyiliği destekleyip kötülüğü önleme, insanı insan olduğu için sevme hepsi ibadettir. Sadaka ve iane kültürüyle ya da retorikle bunları sağlayamayız.

14. Kuran’ı Kerim ile aramız açıldı. Kuran’ı Kerim’in bize verdiği öğütlere kulak tıkadık ve kendi yanlışlarımıza kendimiz fetva vermeye başladık.

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu
Diyanet İşleri eski Başkanı

Where have all the flowers gone?

Artık Türkiye’yi de siz eklersiniz !!! 😢

(AS : Bizim katkımız dosyanın altındadır..)

Where have all the flowers gone?

 This is a traditional Pakistani dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/133.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/226.jpg
These are Bangladeshi dresses….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/320.jpg
Not these….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/421.jpg
These are Afghani dresses….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/510.jpg
Not these….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/68.jpg
This is an Indian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/72.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/81.jpg
These are Iranian dresses….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/91.jpg
 Not these….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/101.jpg
This is a Malaysian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/1110.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/1211.jpg
This is an Indonesian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/134.jpg
 Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/141.jpg
 This is an Iraqi dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/151.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/161.jpg
 This is a Syrian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/171.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/181.jpg
This is a Moroccan dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/191.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/20.jpg
This is a Tunisian dress….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/2110.jpg
Not this….
https://etribuneblogs.files.wordpress.com/2016/01/22.jpeg
At one end we have colourful examples of cultural diversity,  
and at the other we have a misogynistic view…… 
that seeks to conform and darken women of the entire planet.  
Clearly, once upon a time, these colourful dresses were created by women for themselves.   
This is a disease that is spreading across the world. 
==========================

Dostlar,

Bu emekli ve değerli görsel dosyayı bize ulaştıran dostlarımıza teşekkür ederek sitemizde paylaşıyoruz..
Bir yandan İslam ülkelerinin karanlıktan çık(a)mamaları için türlü oyunlar sergileyen, bir yandan da İSLAMOFOBİ üzerinden bu kesime diyet ödeten, deyim yerinde ise sille  – tokat pataklayan Batı emperyalizmi bu kadın giysileri tuzağını da tezgahlayıp pazarladı ne yazı ki.. Kimi İslam ülkelerinin zavallı ve güç düşkünü aciz işbirlikçileri ise iktidar uğruna buna zaten dünden teşne idiler..
Bu gidişle İslam dünyası belki de 100 yıl sonra bile ilkelliğinden kurtulamayacak.. 57 islam ülkesinde 1,5+ milyar nüfus var ama tümü birden 82 milyon nüfuslu Almanya’nın dışsatım (ihracat) rakamna erişemiyor..  

Dileriz Türkiye’de, başta Seyyid Kutup – The US Green Line projesinin dış güdümlü müritleri olmak üzere tarikatlar ve Devlet aklını başına bir an önce alır da Türkiye laik – seküler düzenini daha çok yıpratmadan korur, geliştirir.
Demokrasi için bu koşul olmazsa olmaz..

İslam ortaçağından kurtuluşun başka hiçbir yolu ve yordamı yok, yok, yok, yok… ve olmayacak da.. Yakın tarihe bakın, Avrupa bu gerçeği yüzlerce yıl süren çoooooook kanlı mezhep savaşlarından sonra anladı.. Müslümanlar dünyayı yeniden mi keşfedecek??

Sevgi ve saygı ile.
07 Ocak 2017, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
Ankara Üniv. Tıp Fak. – Mülkiyeliler Birliği Üyesi

www.ahmetsaltik.net   profsaltik@gmail.com

11 EYLÜL SALDIRILARININ ÜZERİNDEN 15 YIL GEÇTİ!

11 EYLÜL SALDIRILARININ ÜZERİNDEN 15 YIL GEÇTİ!

(AS : Bizim katkımız yazının altındadır..)

Amerika Birleşik Devletleri tarihinin en büyük terör saldırılarından bir olarak kayıtlara geçen
11 Eylül (AS : 2001) saldırılarının üzerinden 15 yıl geçti.

Dünya’da da büyük değişimlere neden olan terör saldırıları başta New York olmak üzere ABD’de törenlerle anılmaya başlandı.

ABD Başkanı Barack Obama, Beyaz Saray’dan bir anma mesajı yayınladı. ABD Başkanı Obama, “El Kaide ve DAEŞ (AS : doğrusu DEAŞ olacak) gibi teröristlerle aralıksız şekilde mücadele ediyoruz ve ülkemizi güvende tutabilmek için onları yok edeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Geçen 15 yılda çok şeyin değiştiğini kaydeden Obama, “11 Eylül saldırılarını yapan El Kaide liderlerini ortadan kaldırdıklarını” ve “Usame bin Ladin’e adaleti götürdüklerini” belirtti.

Ancak bu süre içinde terörle ve teröristlerle yüzleşmeye devam ettiklerini dile getiren Obama, “El Kaide ve DAEŞ (AS : doğrusu DEAŞ olacak) gibi teröristlerle aralıksız şekilde mücadele ediyoruz ve ülkemizi güvende tutabilmek için onları yok edeceğiz.” ifadelerini kullandı.

“Trajik olarak Boston’dan Chattanooga’ya, San Bernardino’dan Orlando’ya kadar gördüğümüz üzere terörist tehdidi gelişti. Afganistan’da, Irak’ta Suriye’de ve bunlarında ötesinde EL Kaide ve DAEŞ (AS : doğrusu DEAŞ olacak) gibi teöristlere karşı acımasız olacağız. Onları yok edeceğiz ve gücümüz çerçevesinde vatanımızı korumak için her şeyi yapacağız.”

Resmi anma törenleri bu gün TSİ 16:00’da başlayacak olmasına rağmen New York Belediye Başkanı Bill de Blasio Dünya Ticaret Merkezi’nin yerine yapılan anıta çiçek bıraktı.

Ne olmuştu?

11 Eylül 2001’deki terör saldırılarda, 4 yolcu uçağı kaçırılmış, uçaklardan ikisi İkiz Kuleler’e çarpmıştı. Kaçırılan bir diğer uçak başkent Washington’da Pentagon’u hedef alırken dördüncü uçak ise F-16’lar tarafından Pensilvanya kırsalında düşürülmüştü.

İkiz Kuleler’de 2606 kişi, Pentagon’da 125 kişi ve kaçırılan uçaklarda ise 246 kişi hayatını kaybetmişti. Saldırılarda 19 teröristle birlikte toplam ölü sayısı 2996 olarak açıklanmıştı.

Tarihin akışını değiştiren 11 Eylül saldırılarının ardından eski Başkan George W. Bush, Afganistan ve Irak’a girme kararı almış, Beyaz Saray’ın Ortadoğu’daki savaş yanlısı politikası büyük tepkilere neden olmuştu.

Bush’un ‘‘Terörizmle Savaş Kampanyası’‘ çerçevesinde kurulan ABD Ulusal Güvenlik Kurumu (NSA) ülkede yasa dışı dinlemelerine başlarken, “Medeniyetler Çatışması“na ve İslamofobiye zemin oluşturan 11 Eylül saldırıları, başta ABD olmak üzere, Batılı devletlerde Müslümanlara karşı işlenen nefret suçlarında büyük artışa yol açtı.

=================================

Dostlar,

“ABD, Afganistan harekatına (AS: işgaline!) kendi ülkesinde tezgahladığı bir komployla başladı. ABD’de 9/11 olarak adlandırılan bu saldırılarda New York’taki Dünya Ticaret Merkezi ve Başkent Washigton’daki Savunma Bakanlığı (Pentagon) hedef alındı.

Binlerce günahsız ABD vatandaşı öldürüldü. Bu olay tek başına, emperyalizmin kendi yurttaşlarını bile nasıl acımasızca katledebileceğini gösteren bir ibret belgesidir..

9/11 konusundaki gerçekler çok sayıda internet sitesinde kendine yer buluyor. Ayrıca bu konuda onlarca bilimsel tabanlı analiz yapıldı. Biraz merak eden biri, çok kısa bir araştırmayla bu olayın bir tertip olduğunu hemen anlar. Zaten ABD’de yapılan kamuouı araştırmaları, ABD vatandaşlarının ezici bir çoğunluğunun -neredeyse %80’inin- bu konuda ABD hükümetinin yaptığı açıklamaya inanmadığını gösteriyor.

9/11 komplosunda ABD Başkanı Bush bile devre dışı bırakıldı. Çok istemesine rağmen uzun süre Wasington’a sokulmadı; korumasız olarak havada dolaştırıldı. Neler döndüğünün farkında olmadığı için verdiği tüm demeçler birbiriyle çelişiyordu. Komplonun bir nükleer savaşa yol açmasından endişe eden Bush, Nebraska eyaletindeki Offutt hava üssüne gitti. Burası Amerikan nükleer gücünün komuta ve kontrol merkeziydi.

Bush birşeyler döndüğünü anlıyor, ama ne olup bittiğinin tam olarak farkında olmadığı için panik içinde kararlar alıyordu. Ayrıca saldırıdan önce bazı şirketler hisselerine çok sayıda satış emri vermişlerdi.

ABD’nin Irak’a saldırısı da bir sahtekarlık üzerine inşa edildi. Iak’ta nükleer, biyolojk ve kimyasal (NBC) silahların olduğu ileri sürüldü. Ama müdahale yapıldıktan sonra bu silahların varolmadığı, bir istihbarat hatası (!) yapıldığı bizzat ABD yetkilileri tarafından açıklandı.

ABD eski Ggenelkurmay başkanı ve Dışişleri Bakanı emekl, orgrneral Colin Powell, Mayıs 2005’te Amerikan ABC televizyonua verdiği demeçte ‘Irak’ta kitle imha silahları yalanını desteklediği için kendisini çok kötü hissettiğini’ söyledi.
*****
Yukarıdaki dizeleri, E. Tümamiral Sayın Soner Polat‘ın “Türkiye İçin Jeopolitik Rota” adlı çok değerli kitabından aldık (s. 77-78, Kaynak yay. 2015).

İşte ABD emperyalizmi böyle bir şeydir..
Türkiye hala “stratejik müttefik” rollerini oynamaya devam edecek, kendisini ve halkını aldatarak felakete sürüklemeyi sürdürebilecek midir??

9/11 komplosunun Hitler’in Reichstag yangınından daha beter olduğunu söylemeye gerek var mı??

Sevgi ve saygı ile.
12 Eylül 2016, Datça

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

KUBİLAY vuruldu; ayağa kalkıp yürüdü..

KUBİLAY vuruldu; ayağa kalkıp yürüdü..

Saygı Öztürk
Saygı ÖZTÜRK
SÖZCÜ, 23.12.15

Genelkurmay’ın 26 Aralık 1930 tarihli raporunda Asteğmen Kubilay’ın adım adım ölüme gidişi yer aldı: Kubilay, bir anda yere düştü. Vurulmuştu… Derhal ayağa kalktı, camiye doğru yürürken avluda yığıldı kaldı. Mürteciler yanına gelip katletti

FOTO: SÖZCÜ Asteğmen Mustafa Fehmi Kubilay şehit edildiğinde henüz 24 yaşındaydı…

As­teğ­men Ku­bi­lay, de­mok­ra­si ve la­ik­lik şe­hi­di.
Bir kıs­mı ‘giz­li­’ ka­yıt­lı 85 yıl ön­ce­ki res­mi bel­ge­le­ri in­ce­le­di­ği­miz­de ola­yı da­ha iyi an­lı­yo­ruz. Der­viş Meh­met ta­ra­fın­dan es­ra­ra alış­tı­rı­lan gö­zü dön­müş gru­bun üze­ri­ne ilk gi­den ve
Der­vi­ş’­in ya­ka­sı­na ya­pı­şan As­teğ­men Ku­bi­lay, res­mi bel­ge­ler­de ge­çen ifa­deye gö­re
“ko­yun gi­bi­” ke­sil­di. Va­li Ka­zım Bey, ma­ki­ne­nin ba­şın­da­dır. İçiş­le­ri Ba­kan­lı­ğı­’nın
“Me­ne­men Ola­yı­” ile il­gi­li yö­nelt­ti­ği so­ru­la­rı ce­vap­lan­dı­rı­yor. Dün kal­dı­ğı­mız yer­den
‘Me­ne­men Ra­po­ru­’nu oku­ma­ya de­vam edi­yo­ruz:

YAKASINA YAPIŞIP BAĞIRDI

“Ku­bi­lay Bey müf­re­ze­si sa­at 08.30’da olay ye­ri­ne ge­li­yor. As­ker­le­ri­ne man­ga ko­lu ni­za­mın­da sün­gü tak­tı­ra­rak tel­graf­ha­ne ya­kı­nın­da bı­ra­kı­yor. Ken­di­si mür­te­ci­le­rin ya­nı­na gi­di­yor.
Meh­di Meh­me­t’­in ya­ka­sı­na ya­pı­şa­rak çe­ki­yor ve yap­tık­la­rı ha­re­ke­tin yan­lış­lı­ğı­nı an­la­tı­yor.
Bun­lar­la uğ­ra­şır­ken ye­re dü­şü­yor. Mür­te­ci­ler­den bi­rinin kur­şunuy­la ya­ra­la­nı­yor.
Fa­kat der­hal aya­ğa kal­ka­rak ca­mi­ye doğ­ru gi­der­ken ya­ra­nın te­si­riy­le av­lu­da dü­şü­yor.
Kah­ra­man Ku­bi­lay Be­y’­in ya­ra­lan­dı­ğı­nı gö­ren müf­re­ze­de­ki as­ker­ler hiç­bir ala­ka gös­ter­mek­si­zin olay ye­ri­ni terk edip da­ğı­lı­yor­lar. Bun­dan do­la­yı­dır ki ko­mu­tan­la­rı­nın uğ­ra­dı­ğı fe­ci vah­şet ve akı­bet­ten bi­le ha­ber­dar ola­mı­yor­lar.

FOTO: SÖZCÜ Ge­ne­ral Mus­ta­fa Muğ­la­lı baş­kan­lı­ğın­da ku­ru­lan as­ke­ri mah­ke­me­de 2 bin 200 sa­nık yar­gı­lan­dı. Derviş Mehmet’in aralarında bulunduğu 29 ki­şi Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edil­di­ği yer­de asıl­dı.

MUSALLA TAŞINA VURDULAR

5-10 da­ki­ka son­ra ya­ra­lı­nın ca­mi av­lu­sun­da ol­du­ğu­nu uzak­tan gö­ren Meh­di Meh­me­t’­le
Şam­dan Meh­met, yan­la­rın­da­ki bir bı­çak­la ve pek fe­ci bir su­ret­te ba­şı­nı ke­si­yor­lar.
Ke­si­len ba­şı av­lu­da­ki mu­sal­la ta­şı­na vu­ra­rak sil­ke­le­dik­ten son­ra Be­le­di­ye Mey­da­nı­’na ge­ti­rip bay­rak di­re­ği­ne ta­kı­yor­lar. Mey­dan­da­ki elek­trik di­re­ği­ne bir ku­şak­la bağ­la­nan bay­ra­ğın di­re­ği kı­rıl­mak is­ti­da­dı­nı gös­te­rin­ce mür­te­ci­le­rin istemi üze­ri­ne Yan­ya­lı Ar­na­vut Ka­mil,
70-80 met­re uzak­lık­ta­ki dük­ka­nın­dan ip ge­ti­ri­yor ve bay­rak so­pa­sı­nı elek­trik di­re­ği­ne bağ­lı­yor. Mür­te­ci­ler, ke­si­len ba­şın et­ra­fın­da do­la­şa­rak hal­kın ka­tı­lı­mı­nı ar­tır­ma­ya ça­lı­şır­ken,
ikin­ci saf­ha­nın müf­re­ze­le­ri ge­li­yor.

BEK­Çİ Sİ­LA­HI­NI ATEŞ­LE­Dİ

Yüz­ba­şı Bah­ri Be­y’­in ku­man­da­sın­da bu­lu­nan müf­re­ze olay ye­ri­ne gel­di. Hal­kın da­ğıl­ma­sı için ih­tar­la­rı yap­tık­tan son­ra ateş aç­mış­lar­dır. Bi­lin­di­ği gi­bi te­pe­len­miş ve bun­lar dağ­la­ra
kaç­mış­lar­dır. Bu sı­ra­da ha­pis­ha­ne ya­nın­da si­lah­sız ola­rak bu­lu­nan ve Ku­bi­lay Be­y’­in şe­ha­de­ti­ni gö­ren Kır Bek­çi­si Ha­san Ça­vuş 5 da­ki­ka me­sa­fe­de­ki Ahi Hı­zır Ma­hal­le­si­’n­de­ki evi­ne ko­şa­rak ora­dan si­la­hı­nı alır ve ye­ti­şe­rek as­ker­le­rin ate­şi­ne ka­tı­lır. Mür­te­ci­le­rin ate­şi so­nu­cu ölü­yor.
İkin­ci bek­çi de Na­lın­cı Ali us­ta­nın dük­ka­nı­nın önün­de şe­hit dü­şer.

KA­FA­LA­RI ve RUH­LA­RI DU­MAN­LAN­MIŞ

Ay­lar­dan be­ri po­li­ti­ka ce­re­yan­la­rıy­la çok tah­rik edil­miş ve bir bölüm ga­ze­te­le­rin za­li­mce
saf­sa­ta­la­rı da olay­la­rın çık­ma­sın­da et­ki­li ol­muş­tur. Bun­dan do­la­yı­dır ki ka­fa­la­rı ve ruh­la­rı
ta­as­su­bun ya­man ate­şiy­le du­man­laş­mış mür­te­ci, es­rar­keş ta­ri­kat­çı­lar ola­yın ba­şın­dan be­ri
en­di­şe­siz­di­ler. Ge­rek mey­dan­da ve ge­rek­se ka­sa­ba­nın için­de per­va­sız­ca ha­re­ket et­ti­ler.
Ba­şar­ma­la­rı durumunda as­ke­rin de ken­di­le­ri­ne si­lah at­ma­ya­ca­ğı ve hal­kın ken­di­le­ri­ne ka­tı­la­ca­ğı hak­kın­da ümit­le­ri­ni bes­li­yor­lar­dı. Gös­te­ri­le­re 300 ki­şi ka­tıl­mış, bun­la­rın bir bölümü ola­yı
sey­re­der­ken, kimileri ise yar­dım­cı ol­muş­tur.

VAHŞET BU DE­RE­CE­Yİ BUL­MAZ­DI

Yüz­ba­şı Fah­ri Efen­di yal­nız üç bü­yük si­lah ta­şı­yan şa­ki­le­ri ilk an­dan be­ri gör­müş­tü. On­lar açık­ta ken­di­le­ri du­var ar­ka­sın­da ve pu­su­da idi. Jan­dar­ma ya­zı­cı­sı Ali Efen­di ken­di deyimiy­le bu durumu fii­len ha­zır­la­mış­tı. Fa­kat ya­pı­la­cak bir tes­lim ih­ta­rı bir yay­lım ate­şi hal­kı da­ğıt­mak ve biz­zat halk ta­ra­fın­dan bun­la­rın bağ­lat­tı­rıl­ma­sı müm­kün­dü. Asteğmen Ku­bi­lay Be­y’­in düş­man­la te­ma­sı­nı gö­rür gör­mez or­ta­ya atı­lır bun­la­rı ya­ka­lar­dı. Ça­tış­sa bi­le fa­ci­a böy­le vah­şet de­re­ce­si­ni bul­maz­dı.”

O dö­nem­de “Er­ka­nı Har­p” adı­nı ta­şı­yan Ge­nel­kur­may Baş­kan­lı­ğı­’nın, 26 Ara­lık 1930 ta­rih ve 6747 nu­ma­ra­lı tez­ke­re­sin­de Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edi­li­şi şu cüm­le­ler­le an­la­tı­lı­yor:

  • “Ken­di­si­ne meh­di sü­sü ve­ren ki­şi ar­ka­sın­dan ko­şup za­bi­ti tu­tu­yor ve ca­mi­nin bi­nek ta­şı ta­ra­fı­na doğ­ru sü­rük­le­ye­rek ve be­lin­den bı­ça­ğı­nı çe­ke­rek bi­nek ta­şı üs­tün­de za­bi­tin ba­şı­nı bir ko­yun gi­bi ke­si­yor. Ba­şı, elin­de ta­şı­dı­ğı bay­ra­ğın ucu­na ta­kıp ta­şı­yor ve yi­ne nut­ku­na baş­lı­yor.
    Ku­bi­la­y’­ın bo­ğa­zı ke­si­lir­ken aha­li bu ha­li al­kış­lar­la kar­şı­lı­yor.

YOLA CEPHANESİZ ÇIKMIŞLAR

Bu durum kar­şı­sın­da 10 adım ka­dar ge­ri­de bu­lu­nan bö­lük, baş­la­rın­da­ki ça­vuş­la­rın kan­sız­lı­ğı
yü­zün­den hiç­bir ha­re­ket ve can­lı­lık gös­ter­mi­yor ve al­çak­ça­sı­na fi­rar edi­yor. 4 as­ker­le hü­kü­met ko­na­ğı içi­ne gi­ren Jan­dar­ma ku­man­da­nı da bu duruma ka­dın gi­bi se­yir­ci ka­lı­yor. Te­le­fon­la
kuv­vet ta­lep eden Jan­dar­ma ko­mu­ta­nı ve bu kuv­ve­tin ne için, ne mak­sat­la ve ne gi­bi bir va­zi­fe kar­şı­sın­da ta­lep edil­di­ği hak­kın­da ala­y­ı bil­gi­len­dir­me­miş­tir. Jan­dar­ma ku­man­da­nı­nın nok­san
ola­rak ver­di­ği bil­gi yü­zün­den, alay­ca gön­de­ri­len ilk bö­lük cep­ha­ne­siz ola­rak yo­la çı­ka­rıl­mış­tır.”

KES­TİK­LE­Rİ YER­DE ASIL­DI­LAR

Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edil­me­sin­den son­ra Der­viş Meh­met ve iki ada­mı öl­dü­rül­dü. Me­ne­men,
Ba­lı­ke­sir ve Ma­ni­sa­’da sı­kı­yö­ne­tim ilan edil­di. Ge­ne­ral Mus­ta­fa Muğ­la­lı baş­kan­lı­ğın­da ku­ru­lan as­ke­ri mah­ke­me­de 2 bin 200 sa­nık yar­gı­lan­dı. 29 ki­şi Ku­bi­la­y’­ın şe­hit edil­di­ği yer­de asıl­dı.

Ata­türk eli­ni ma­sa­ya vur­du ‘Suç­lu­la­rı he­men bu­lu­n!’ de­di

Ata­türk, Edir­ne Be­le­di­ye Mec­lis sa­lo­nun­da top­lan­tı ya­par­ken Me­ne­me­n’­de ya­şa­nan olay­la­rı
öğ­re­ni­yor. Emek­li öğ­ret­men Ay­han Tun­ca­’nın “Mus­ta­fa Ke­mal Ata­türk Edir­ne­’de”
ki­ta­bın­da, ora­da ya­şa­nan­la­rı şöy­le açık­lı­yor:

“O gün Edir­ne Be­le­di­ye Mec­lis Sa­lo­nu’n­da tat­lı bir soh­bet var­dı. İçiş­le­ri Ba­ka­nı Şük­rü Ka­ya, eniş­te­si olan Va­li Emin Bey ile il­gi­li bir şa­ka yap­mak için ağ­zı­nı aç­mış­tı ki, bir su­bay elin­de
tel­graf­la içe­ri­ye gir­di ve Ata­tür­k’­e uzat­tı. Ata­türk tel­gra­fı al­dı, oku­du; ama yüz hat­la­rı de­ğiş­miş, ren­gi sa­rar­mış­tı. Sa­lon­da tüm ne­fes­ler tu­tul­muş­tu. Ata­türk bir­den eli­ni ma­sa­ya vur­du,
aya­ğa kalk­tı ve hid­det­le:

  • ‘Ar­ka­daş­lar! Me­ne­me­n’­de mür­te­ci Nak­şi­ben­di­ler, be­nim Ku­bi­lay ad­lı su­ba­yı­mı kat­let­miş­ler.
    Şe­hit et­miş­ler. Ba­şı­nı, göv­de­sin­den ayır­mış­lar. Suç­lu­lar he­men bu­lun­sun,
    Me­ne­men ha­ri­ta­dan si­lin­si­n’ di­yor.Şükrü Ka­ya­’nın Ga­zi­’yi sa­kin­leş­tir­mek için çok uğ­raş­tı­ğı söy­le­nir.”23 Ara­lık 1930 ta­ri­hin­de Alay Baş­he­ki­mi Yüz­ba­şı H. Su­at, Me­ne­men Hü­kü­met Ta­bi­bi 43. Alay Dok­to­ru Ne­ca­ti Be­y’­in dü­zen­le­di­ği ölüm ra­po­run­da şun­lar ya­zı­yor:

    “Ku­bi­lay Efen­di, çı­kan ar­be­de­de asi­ler­den her­han­gi bi­ri­si ta­ra­fın­dan vu­rul­muş­tur.
    Sağ kol­tuk al­tın­dan vu­ru­lan Ku­bi­lay Efen­di 30 met­re ile­ri­sin­de­ki ca­mi­ye kaç­mış­tır.
    Ora­da başı bo­ynundan ay­rıl­mış­tır.”

    ==========================================

    Dostlar,

    İşte böyle hazin bir öykü…
    Araştırmacı gazetecilik geleneğine bağlı, SÖZCÜ yazarı sayın Saygı Öztürk‘ün
    bu çabası ve hizmeti için kendisine teşekkür borçluyuz..

    Hiç bir şey eyleme geçen cehaletten daha korkunç değildir..”

    İrtica da cehaletin acı ürünlerinden değil mi?
    İrtica paranoyamız mı depreşti, yakıcı gerçek karşısında feryat mı ediyoruz?
    Çığlığımız duyuluyor mu?
    İşte IŞİD faciası..
    Taliban, El Nusra, El Kaide..
    İSLAMOFOBİ boşuna ve yersiz mi; yoksa çığlık çığlığa SOS mi?

    Kur’an bunları dışlıyor mu, kesin buyrukları mı var??

    • “Tarih kralların, generallerin çiftliği değil, ulusların tarlasıdır.
      Her ulus geçmişte bu tarlaya ne ektiyse, onu biçer.” demişti Voltaire.

      Enis Behiç Koryürek ise;

    • “Kolay gelmedi bu günler,
      Toprağa çelenk oldu şehitler..” diye yazmıştı

      Artık yetmez mi?
      Hıristiyan dünyası nerdeyse 500 yıldır insan yakma vb. vahşeti terketti.
      Kiliseyi ve İncil’i insanların vicdanına bıraktı.
      Yaşamı ise akla ve bilime dayalı genel – evrensel kurallar yönetmeliydi.
      İnsanlar LAİK oldular 100 yıldan uzun süren çok kanlı mezhep savaşlarından sonra.
      Devleti ve toplumsal yaşamı, hukuk düzenini… SEKÜLER kıldılar.
      Dinde reform yaptılar.. Aydınlanma Devrimi‘ni yaşadılar..Aklı inançtan özgürleştirdiler, bilimi de dinden..

      Egemenliğin kaynağını göklerden (!) yeryüzüne indirdiler.

      Sonra da Sanayi Devrimi, bilimsel keşifler dönemi açıldı bu sayede.
      Veeee. günümüzde Dünyaya egemenler..

      DİNCİLİK (Din değil!) batağından çıkamayan İslam dünyası sömürge oldu!

      Şimdi daha iyi anlaşılıyor mu laik – seküler düzenin demokrasi ve insan hakları için
      hava gibi, su gibi vazgeçilmez olduğu??

      Türkiye’de dinci – laiklik karşıtı – sekülarizm düşmanı – fanatik şeriatçı kesimlere özellikle hükümetler eliyle “oy” beklentisiyle ölçüsüz ödün verilirse İRTİCA hep aynı şeyi yapar :

    • İNSANLARI VAHŞETLE ÖLDÜRÜR YAKAR..
      Canilikte sınır tanımaz..Ne yazık ki bu ilkel vahşet insanın doğasında var.
      Bu yüzden, çok sıkı önlemler bu vahşetin bastırılması – engellenmesi,
      uzun erimde genetik olarak sönümlendirilmesi hedef olmalıdır.Kubilay vahşeti tipik, çok öğretici ve ders verici bir örnektir.

      İslam tarihinde en can alıcı örnek KERBELA katliamıdır.
      Muhammet peygamberin torunları, gözbebeği EHLİBEYTİ, Irak çöllerinde
      Yezit tarafından aç ve susuz bırakılarak çoluk – çocuk 72 kişi görülmemiş bir vahşetle
      şehit edilmişlerdir..

      1400 yıla yakın zaman geçmesine karşın aradan, toplumsal bellek ve vicdanda oluşan
      çok ağır zedelenme hala aşılamamıştır ve “travma sonrası stres bozukluğu” (PTSD)
      sosyal psikolojik olarak hala süregelmekte, yoğunlukla yaşanmaktadır.

      Maraş (1978; 500’ü aşkın ölü) ve Çorum katliamları (1980; 100’ü aşkın kurban),
      Sivas Madımak kırımı (1993; 35 insan otelde canlı canlı yakıldı!),
      Gazi Mahallesi kırımı (1995; 19 kurban)…

      Hepsi de Alevi yurttaşlara dönük vahşet.. Postmodern Kerbela örnekleri..
      Bunlar asla olmamalı!

      En temel hak YAŞAM HAKKIDIR ve Devletin 1 numaralı görevi budur!

    • Bu amaçla laiklik ve seküler devlet düzeninden asla ve zerrece ödün verilemez!
      Tüm yurttaşlar bu üstün evrensel çağdaş değerlerle eğitilmeli ve içselleştirmeleri sağlanmalıdır. Yoksa Türkiye, dinci AKP iktidarında yeni Alevi kırımlarına sahne olabilir.
      Son 10 Ekim 2015 Ankara kırımı (103 ölüm!), dinci IŞİD ürünü olarak çook tazedir.Etnik ayrım da öyle.. Bakar mısınız PKK’nın Kürt kardeşlerimiz yaptığı eziyete?
      Sözde “Kürt halkı” için “özgürlük savaşı” (!) veriyorlar öyle mi??

      Sevgi ve saygı ile.
      24 Aralık 2015, Ankara

      Dr. Ahmet SALTIK
      www.ahmetsaltik.net
      profsaltik@gmail.com

      Önceki bölüm :
      http://ahmetsaltik.net/2015/12/23/menemen-ayaklanmasinin-tarihi-belgelerindeki-sir/

15 Soruda IŞİD Hakkında Her Şey

Nereden Çıktılar, Dünyadan Ne İstiyorlar? 15 Soruda IŞİD Hakkında Her Şey

IŞİD nereden çıktı, dünyadan ne istiyor, bu denli vahşi eylemlerle bile nasıl kendine yandaş topluyor?

Alanının en iyisi yazar ve gazeteciler,
IŞİD’in nedenini nasılını anlattı.

Nereden Çıktılar, Dünyadan Ne İstiyorlar? 15 Soruda IŞİD Hakkında Her Şey

Kendini ‘İslam Devleti’ olarak tanımlayan IŞİD korkunç eylemleriyle Türkiye‘yi kana bulamıştı. Paris saldırıları sonrasında tüm dünya IŞİD‘i konuşmaya başladı. Herkes bir şeyler söylüyor ama en yalın sorulara bile net yanıtlar verilmiyor: IŞİD nereden çıktı, dünyadan ne istiyor, bu denli vahşi eylemlerle bile nasıl kendine yandaş topluyor? Alanının en iyisi yazar ve gazeteciler, IŞİD‘in nedenini nasılını anlattı.

Kanlı katliamlara imza atan, son yılların en vahşi terör örgütlerinden IŞİD hakkında ne biliyorsunuz? Hürriyet‘ten Yenal Bilgici, İpek İzci ve Serkan Ocak’ın hazırladığı dosya, alanının en iyi gazeteci ve yazarlarına IŞİD‘i sordu, ortaya 15 maddede IŞİD rehberi çıktı…

1. Türkiye‘de kaç IŞİD militanı var? Türkiye‘den IŞİD‘e destek oldu mu?

Türkiye‘den IŞİD‘e katılan militanların sayısını bilmiyoruz ama Suriye ve Irak‘ta birçok cephede öldürülen ya da yakalanan militanların üzerinden çıkan kimliklerden epey Türk olduğunu anlıyoruz. Malum en son PEW’nun kamuoyu araştırması Türkiye‘de IŞİD‘e sempati duyanların oranının %8 olduğunu ortaya koydu. IŞİD dışında Nusra gibi örgütlerin saflarında yüzlerce genç var. Türkiye‘nin IŞİD‘e desteği sorunu çok kafa karıştırıcı. Ben Türkiye‘nin IŞİD ile ilgili politikasını dört farklı düzlemde değerlendirmekten yanayım. Suriye‘de 2013’ün ortalarına doğru Esad yönetimine karşı savaşan herkes Türkiye tarafından desteklendi. Hepsi AKP yönetimine göre devrimciydi. El Kaide‘de ayrışma yaşanıp IŞİD adı ortaya çıktığında Türkiye‘nin bu örgüte ilişkin politikası çeşitlendi. Ankara, Irak‘ta Türkiye destekli Sünni aşiret ve siyasetçilerin Şii Maliki yönetimini devirmeleri konusunda IŞİD‘i bir katalizör olarak gördü. Sıra Suriye‘ye geldiğinde IŞİD bir yerde desteklendi, başka bir yerde düşman olarak görüldü. IŞİDTürkiye destekli gruplara yani eski ortaklarına savaş açtığında Ankara IŞİD‘i elimine etmeye çalışanlara destek oldu.

Kürtler Rojava‘ya hakim olmaya başladığında da IŞİD‘in sonradan içine aldığı cihatçıların onlarla savaşmak için Türkiye‘den rahatça Suriye tarafına geçtiğini gördük. Bu şekilde Türkiye üzerinden geçen cihatçılar Rasulayn’da Kürtlerle çatıştı. Birçok kapı Türkiye üzerinden sevk edilen militanlarca ele geçirildi. IŞİD, dünyaya açıldığı, lojistik ve militan akışını sağladığı üç kapıya sahipti; üçü de Türkiye‘ye açılıyordu. Bunlardan Tel Ebyad’ı YPG ve Arap ortaklarına kaptırdı. Elinde hala Cerablus ve El Rai kapıları duruyor. Bir kritik nokta da petrol ticaretidir. IŞİD‘in çıkardığı petrol Türkiye sınırlarından satıldı. RusyaViyana görüşmelerinde IŞİD‘in petrol satışlarına dikkat çekmişti. G-20 doruğundaki göndermeler de önemli ölçüde Türkiye ve Suudi Arabistan ile ilgiliydi. (Fehim Taştekin / Radikal Yazarı )

2. IŞİD, Türkiye‘yi nasıl görüyor? Türkiye‘ye nasıl tehdit ediyorlar?

Türkiye‘deki IŞİD militanları üzerine, aylardır onlarca haber yapan Radikal muhabiri İdrisEmen anlatıyor:

IŞİD Fransa‘ya hangi gözle bakıyorsa Türkiye‘ye de aynı gözle bakıyor. Nitekim Paris saldırısından önce IŞİD‘in Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırıları oldu. Bu saldırılar bize IŞİD‘in Türkiye toplumunu kendisine düşman olarak gördüğünü gösteriyor. IŞİD yayınladığı videolarda Türkiye‘deki Müslümanların ‘Cihat’a katılmaları yönünde çağrıda bulundu. Hatta IŞİD‘e yakın ‘Konstantiniyye’ adlı dergide örgütün İstanbul‘u ‘fethedeceği’ duyuruldu. Bu durum IŞİD‘in hedefleri arasında Türkiye toprağının da olduğunu gösteriyor. Yine de Türkiye‘yle ilgili alışılmadık bir durum var şu an. IŞİD, nerede olursa olsun yaptığı eylemleri üstelemekten çekinmeyen bir örgüt. Hatta saldırıları sonrasında bazı videolar yayınlayarak militanlarının saldırılara nasıl hazırlandığını kamuoyuna duyuruyor. Ancak IŞİD, Türkiye‘de yaptığı Diyarbakır, Suruç ve Ankara saldırılarını üstlenmedi. Bunun yerine bu saldırıları tebrik etmekle yetindi. Bu durum kafa karıştırıcı; çünkü bu saldırıların IŞİD tarafından yapıldığı kesinleşti.

3. IŞİD, dini referanslarını nereden alıyor? Felsefesi ne?
Bunlar İslam adına geçerli iddialar mı? IŞİD, gerçekten ‘İslami’ bir terör örgütü mü?

Gazeteci-yazar Mustafa Akyol, IŞİD‘ın dünyadaki İslam alimlerinin ve sıradan Müslümanların çok büyük çoğunluğuna göre zalim, sapkın bir örgüt olduğuna ama kendini de İslam’ın en doğru temsilcisi olarak gördüğüne işaret ediyor: “Dolayısıyla ‘Ne İŞID İslamidir’ demek doğru, ne de ‘İslam’la hiçbir alakası yoktur’ demek. Bence en doğru tanım, İslam’ın ilk yüzyılındaki ‘Hariciler’ gibi, dini kaynakları çok katı, bağnaz ve vahşi yorumlayan bir akım olduğu.” Selefilik ve İslami hareketler konusunda uzman ilahiyatçı, Prof. Dr. Hilmi Demir’e göreyse IŞİD‘in dini referans çerçevesi oldukça karmaşık ama basitçe Selefi-devrimci-radikal örgütlerden biri olarak kabul edilebilir (İslam’ın şirk ve batıl inançlardan temizlenerek kendi kaynaklarına dönmesini savunan Abdullah İbn Abdulvehhab’ın düşüncesinden beslenen Selefilik’ten çok fazla yararlanıyor). Demir, IŞİD‘in sadece ‘İslamcı’ bir örgüt olarak nitelenmesini yanlış buluyor: “Yalnızca dini referanslar kullanmıyor. Batı dünyasının sömürgeci geçmişi, uyguladığı çifte standartlar ve İslamofobi gibi ideolojik araçları da kendi söylemine ekliyor.”

4. Liderleri kim; nasıl yapılandı, nasıl örgütlendi?

IŞİD‘i eski Kaideciler, Baasçılar ve kimi Sünni aşiretlerin koalisyonundan doğmuş bir örgüt olarak tanımlayabiliriz. Kaide’nin küresel ağını, Baas’ın stratejik aklını ve aşiretlerin sosyal tabanını kullanıyor. IŞİD‘in lider kadrosu ağırlıklı olarak Irak‘tan. Ömer Şişani gibi IŞİD‘in kuzey cephesi komutanı olan yabancılar cephelerde öne çıksa da, karar vericiler genelde Iraklı. Kendini halife ilan eden Ebu Bekir Bağdadi, İslam üzerine Bağdat Üniversitesi’nde doktora yapmış biri. Örgüt üzerindeki otoritesini yani kendini halife olarak kabul ettirmesini biraz da din eğitimi almış olmasına borçlu. Türkmen asıllı yardımcısı Abdurrahman Ebu Ala da din dersi hocasıydı. Stratejiyi belirleyen kadrolarda ise eski Baasçılar hakim. (Fehim Taştekin)

5. Vahşi eylem biçimlerine kim karar veriyor? Bu kadar vahşi eylem yapmalarının amacı ne? Böylesi eylemler, nasıl oluyor da dünyanın dört yanından gençleri kendine çekiyor?

Bir ‘Halife’leri var; dolayısıyla ana stratejilere onun karar verdiğini varsayabiliriz. Ama kullandıkları vahşet, ‘Tekfiri Selefilik’ denen din anlayışlarından geliyor. Henüz IŞİD ortada yokken, 2004-6 yıllarında, onun öncülü olan Ebu Musab El Zerkavi de Irak‘ta benzeri vahşi eylemler gerçekleştirmişti. Bir de onlara göre ‘stratejik’ bir mantığı var vahşetin: Az bir güçle çok korku salmaya yarıyor. Yine IŞİD‘in kuramsal öncülerinden Ebu Bekir Naci, 2004’teki ‘Vahşetin İdaresi’ adlı kitabında bunu açıkça anlatmıştı zaten. Ne yazık ki vahşetin bir çekiciliği de var. Dahası IŞİD “Masum insanları öldürüyoruz” demiyor. “Müslümanlara zulmeden kafirleri, mürtedleri (sapkınları) öldürüyoruz, bunu çoktan hak ettiler” diyor. Burada yapılan elbette korkunç bir ötekileştirme, şeytanlaştırma. Ve bu propagandanın alıcısı hemen her zaman, hemen her toplumdan çıkabilir. (Mustafa Akyol)

6. IŞİD, El Kaide’den daha mı zalim?

İslam anlayışlarında benzerlik var; ikisi de Tekfiri, Selefi, cihatçı örgütler. Ama El Kaide daha ‘ılımlı’ kaldı IŞİD‘in yanında. Örneğin IŞİD‘in yardım gönüllülerini öldürmesi gibi kimi vahşi eylemler son dönemde El Kaide tarafından kınandı. El Kaide’nin ‘Hilafet’ gibi bir iddiası olmadığını ve bir ‘devlet’ kurmaya çalışmadığını da belirtelim. Sol literatüre benzetirsek, El Kaide bir tür ‘şehir gerillası’ örgütü. IŞİD ise Kızıl Khmerler gibi devlet kurup kitle katliamları yapan bir örgüt (Mustafa Akyol)

7. IŞİD neyi hedefliyor?

Devletleşmek ve bu devlette kendi anlayışına göre şeri hükümleri hakim kılmak istiyor. Uzun vadede herhalde ‘kutsal’ şehirleri de isteyecektir. Bir de tabii Şiiler’den, gayri Müslimlerden arındırılmış bir Ortadoğu coğrafyası… (Soli Özel)

Brookings Enstitüsü‘nden Will McCants’e göre IŞİD geçen yıl doruğa çıktığı toprak büyüklüğünün 1/4’ünü yitirdi. Ancak bu kez de küresel terör saldırılarına başvurarak imajını canlı tutmaya çalışıyor. IŞİD ve destekçilerinin saldırıları arasında Kuveyt, Lübnan, Suudi Arabistan, Sina Çölü’nde düşürülen Rus uçağı, Türkiye ve Paris saldırıları var. IŞİD bu saldırılarla hem komşu ülkelerin içindeki mezhepsel ve etnik karışıklık çıkarmak istiyor hem de bu yolla Suriye‘deki kayıplarının üstünü örtmek istiyor. (Doç. Dr. Ahmet Yükleyen / İstanbul Ticaret Üniversitesi, Hazar Strateji Enstitüsü)

8. Rakka‘da hayat nasıl? IŞİD bir devlet ve Rakka başkent mi, nasıl bir yer?
Şeriatla mı yönetiliyor? Orada yaşayan herkes IŞİD‘çi mi?
Orada yaşayanlar açısından girip çıkmak mümkün mü? Yönetim kaçtı mı?

Fırat kıyısındaki Rakka kenti, 13 Ocak 2014’ten beri tümüyle IŞİD‘in denetiminde. Suriye‘nin en büyük barajının (Tabka) yakınındaki kentte, IŞİD gelmeden önce yaklaşık bir milyon kişi yaşıyordu. Toplu olarak kaçanların ardından, şu an nüfus 400 bin dolayında. IŞİD geldikten sonra kentteki Şiiler’i ve Beşar Esad yanlılarını yakalayıp idam etti. Şii camileri ve kiliseler yakıldı (Bir Ermeni kilisesi şu anda karargâh olarak kullanılıyor). Örgütün ilan ettiği ‘İslam Devleti‘nin şeriatla yönetilen başkenti konumundaki Rakka‘ya giriş zor değil ama IŞİD‘e karşı mücadele eden Rakkalıların söylediği üzere ‘çıkmak neredeyse olanaksız’.

Rakka‘dan dışarıya haberler şu an yalnızca, geçen yıldan beri kentte IŞİD karşıtı gizli bir yayın yapan (Raqqa Is Being Slaughtered Silently (RBSS) – Rakka Sessizce Katlediliyor) internet sitesi üzerinden çıkıyor. Bu yayın, çoğunlukla vatandaş gazeteciliği üzerinden, kelle koltukta yürüyor (Örgüt, engelleyemediği bu yayını yapanları bulup öldürmeye kararlı; geçen ay Şanlıurfa‘da öldürülen iki aktivist gazeteci de RBSS için çalışıyordu). RBSS’nin son yayını yoğun Fransız ve Rus bombardımanı altındaki Rakka‘da, IŞİD‘in dışarıya haber sızmasın diye internet kafeleri kapattığını ve tüm internet erişimini kestiğini anlatıyor. Kesin olmamakla beraber, IŞİD liderlerinin aileleriyle beraber Musul‘a kaçtığı bildiriliyor. RBSS’nin bir aktivisti, Ferit El Vefa, IŞİD idaresi altındaki kentte yaşamın neye benzediğini şöyle anlatıyor (Syria Direct’ten):

“IŞİD, Rakka‘nın idaresini ele aldığında şeriat yasalarına göre giyinme zorunluğunu getirdi. Sigara içmeyi yasakladı. Kısa bir süre içinde yaşam koşulları giderek kötüleşmeye başladı. Elektrik günde ancak bir-iki saat veriliyor. Ekmeğin fiyatı aşırı yükseldi. Bunu kasten yaptılar; un bulunamıyor ama kentten başka yerlere taşınan buğday yüklü kamyonlar görüyoruz. Nedeni, daha rahat koşullarda yaşayan IŞİD militanlarına özendirmek. Tıbbi malzeme çok az. Eskiden sokakları temizlemek için gönüllü gençler çalışırdı; şimdi o da yok. Bütün bunlar, petrol rafinerilerinin geliri sayesinde bir finansal kriz yaşanmamasına karşın gerçekleşti. Zaten, IŞİD halkı çeşitli vergilere de bağlı tutuyor. Bu vergiler, militanların daha rahat yaşaması için alınıyor. Zorunlu askerlik şu anda yok ama koşullar çok kötüleştiğinden birçok genç daha rahat yaşamak için IŞİD saflarına katılıyor. Öte yandan artık yabancı ülkelerden gelenlerin sayısı da çok azaldı. Gelenlerin bir bölümü de IŞİD‘in dışarıdan gördükleri gibi olmadığını anladı; çıkmaya çalışıyorlar.”

9. Lider kadro ilk nerede buluştu? Irak‘taki Camp Bucca Hapishanesi’nin sırrı ne? IŞİD‘ın üyeleri, liderleri nereden geliyor?

Ortadoğu’da süregiden karmaşa (kaos) ortamında belki bir noktada mutlaka olanaklı olacaktı ama IŞİD‘in hızla büyüyüp serpilmesinin özel bir needni var. O neden de Irak‘taki ‘Camp Bucca’ adlı hapishane. Irak‘ın güneyinde Amerikan güçlerince yönetilen bu cezaevinde bugünkü IŞİD‘i yöneten tepe kadro buluştu. Daha 2004’ün ekim ayında Ürdünlü militan Ebu Musab El Zerkavi, Usame Bin Ladine bağlılığını ilan etmiş, grubunu Irak‘taki El Kaide’ olarak tanımlamıştı. Camp Bucca’da tutuklu bulunan El Zerkaviciler orada bugünün ‘halifesiyle’ tanıştılar. İki grup orada birleşti ama onlara esas yardımı yine aynı cezaevinde bulunan ve onlarla hareket etmeye başlayan Saddam’ın Baasçı komutanları yaptı. El Kaide‘nin ve öbür yabancı savaşçıların gücü bölgede zayıflarken, El Zerkavi ve Bağdadi’nin içinde bulunduğu bu kesim Baasçıların deneyimleri sayesinde öne çıktı. Bu yeni merkez, Suriye‘deki karmaşayla ve Beşar Esad‘ın cezaevlerinin kapısını açıp, onlara katılan yüzlerce teröristi salmasıyla birlikte gücünün doruğuna çıktı.

10. Neden bu kadar vahşi eylemler yapıyorlar? Bunlara kim karar veriyor?

Bir ‘Halife’leri var; dolayısıyla ana stratejilere onun karar verdiğini varsayabiliriz. Ama kullandıkları vahşet, ‘Tekfiri Selefilik’ denen din anlayışlarından geliyor. Henüz IŞİD ortada yokken, 2004-06 yıllarında, onun öncülü olan Ebu Musab El Zerkavi de Irak‘ta benzeri vahşi eylemler gerçekleştirmişti. Bir de onlara göre ‘stratejik’ bir mantığı var vahşetin: Az bir güçle çok korku salmaya yarıyor. Yine IŞİD‘in teorik öncülerinden Ebu Bekir Naci, 2004’teki ‘Vahşetin İdaresi’ adlı kitabında bunu açıkça anlatmıştı zaten. Ne yazık ki vahşetin bir cazibesi de var. Dahası IŞİD “Masum insanları öldürüyoruz” demiyor. “Müslümanlara zulmeden kâfirleri, mürtedleri (sapkınları) öldürüyoruz, bunu çoktan hak ettiler” diyor. Burada yapılan elbette korkunç bir ötekileştirme, şeytanlaştırma. Ve bu propagandanın alıcısı hemen her zaman, hemen her toplumdan çıkabilir. (Mustafa Akyol)

11. Rakka‘ya karadan girmek IŞİD‘i bitirir mi? IŞİD nasıl mağlup edilebilir?

Fehim Taştekin, karadan yürütülecek bir savaşın IŞİD‘in alan hakimiyetini önemli ölçüde gerileteceğini ama meselenin ‘yerel otoritelerde’ biteceğini öne sürüyor: “Hava operasyonları IŞİD‘in şehirlerdeki hakimiyetini fazla etkilemiyor. Bir işgal gücü geçici olarak IŞİD‘in belini kırabilir ama bitiremez. Bunun için yerel otoritenin sahaya hakimiyeti önemli. Bu, Irak‘ta Irak ordusu ve diğer yasal güçler, Suriye‘de de Suriye ordusudur. Suriyeordusunu dışlayan hiçbir askeri seçenek sahada başarı elde edemez.”

Mehmet Şahin ise koalisyon güçlerinin ne karadan ne de havadan operasyonunun çözüm olacağını düşünüyor: “Rakka’da bir milyon insan yaşıyor. IŞİD‘le mücadelenin tek bir yolu var: Sünni kitleyi kendi yanına çekmeyen bir girişim sonuç vermez. Yerel güçlere onurlu bir çıkış göstermeleri gerekiyor. Yapılan her harekat katliama neden olur. Sosyal tabandan çok tepki çeker.”

12. IŞİD, parayı ve silahı nereden buluyor? Ne kadar parası var?
Rafinerileri gitse, IŞİD biter mi?

Fehim Taştekin, IŞİD‘in gelir kaynaklarını kalem kalem sıralıyor: “Musul’u aldığında 2 milyar dolara hükmeden dünyanın en zengin silahlı örgütü unvanını kazandı. Suriye‘de Haseke ve Deyr el Zor’da ele geçirdiği petrolle Irak‘ta Musul, Beyci gibi yerlerde ele geçirdiği petrol gelir kaynaklarının en büyüyüğüydü. Petrol dışında tarihi eserlerin satışı, ganimetler, koyduğu vergiler, kaçırdığı kişiler için aldığı fidyeler ve kestiği haraçlar gelir kalemlerini oluşturuyor. Başlangıçta Körfez ülkelerinden gelen bağışlar da vardı. FakatIrak‘ta Beyci’yi, Suriye‘de Haseki’de belli yerleri kaybedince petrol gelirleri düştü. Örgütün ekonomik olarak eskisi kadar güçlü olmadığı söyleniyor.”

13. Avrupa‘da ve dünyada gündelik hayat nasıl değişecek? Müslümanlara etkisi ne olacak?

Avrupa‘daki Müslümanların işi çok zorlaşacak. IŞİD‘in de niyetinin bu olduğunu sanıyorum. Medeniyetler çatışması kavramını sevmiyorum ama çok kültürlülük, çoğulculuk gibi olguların büyük bir baskı altında olduğu bir döneme girdik. Nativism (yerelcilik) her yerde yükseliyor. İkinci Dünya Savaşı sonrasının liberal dünya düzeni çözülüyor. Üstelik Avrupa‘da özellikle neyin kaybedileceği konusunda tam bir kavrayış da yok kanımca. Devletler tepkilerini ölçülü vermeye çalışsalar bile toplumlardaki çoğunluk korku/öfke karışımıyla içerideki Müslümanlara yönelik ters işler yapabilir. İlk beklenti, ırkçı partilerin desteğinin artacağıdır. Avrupa‘daki gündelik hayatta da güvenlik kaygıları daha fazla ön plana çıkacak. (Soli Özel )

IŞİD‘in Paris saldırılarının hedeflerinden biri, Fransa‘da ve daha genel olarak Avrupa‘da Müslüman ve Arap düşmanı bir iklim yaratmak. Son Paris saldırısında bu amaç çok daha belirgin. Böylece Avrupa‘yı, Batı dünyasını, iddia ettikleri gibi Haçlı gücü olarak daha fazla tanımlayabilecekler. Ailelerine, kendilerine yönelik toplumsal dışlamaların, tepkilerin ve belki yer yer şiddetin ortaya çıkması veya artması nedeniyle huzursuz olan gençleri kendi saflarına daha fazla çekecekler. Bu, düşman saflarında çelişkileri açığa çıkarmak, derinleştirmek ve böylece hem propaganda gücünü arttırmak hem de yandaşlar nezdinde meşruiyetini güçlendirmek için yürüttükleri stratejiydi. Maalesef Paris saldırıları sonrasında Batı Avrupa ülkelerinden IŞİD‘e katılımın artması bekleniyor. Bu öngörü doğrulanırsa, ki Charlie Hebdo katliamı sonrası doğrulandığı iddia ediliyor, o zaman Batı toplumları gerçekten çözülmesi çok zor bir ikilem karşısında kalacak. Bugün Fransa‘da cumhurbaşkanı Hollande’ın savaş söylemi aynı zamanda bu savaşa katılmaya zaten hazır bekleyen, Suriye‘ye, Irak‘a gitmeye çalışan ama gidemeyen gençleri, bulundukları yerde kendiliğinden eyleme geçmeye de teşvik edebilir. Teröre karşı savaş… Bu sözü ABD yönetimi, Bush döneminde çok kullandı ve etkisinin ters olduğu fark edildi ve genellikle terk edildi. Fransa‘da üç ay için yasa yoluyla bizdeki OHAL’e benzeyen ‘Acil Durum Yasası’ uzatılacak. Bunun Müslüman’dan, Arap’tan olağan kuşkulu yaratma riskini küçümsememek lazım. (Ahmet İnsel)

14. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry, Türkiye ile ortak operasyona gideceklerini açıkladı. Bu ne demek? Türkiye şu an nasıl bir hazırlık içinde, IŞİD‘e yönelik bir koalisyonun
bir parçası olacak mı, olası bir operasyonda bir rol oynayacak mı?

Kerry’nin orada kastettiği, Türkiye ve Suriye sınırının halen IŞİD‘in denetiminde olan 98 km’lik Cerablus-Azez arasında kalan bölümünün güvenliğinin sağlanması. Şu aşamada o bölgede herhangi bir kara operasyonu düşünülmüyor. Washington‘ın odaklandığı, IŞİD‘in bu hattı yabancı savaşçı geçişi, petrol, buğday kaçakçılığı gibi gelir getirici işler için kullanmasının önlenmesi. Peki neden operasyon sözünü kullandı? Çünkü Kerry, yönetim içinde Türkiye‘ye en yakın duran isim. Ve şu anda Obama yönetiminin Suriye‘de izlediği, Paris saldırısından sonra daha da pekiştirdiği politika, Ankara‘nın tezlerine uymuyor ve Kerry de dünyaya Türklerle yakın çalışıldığını vurgulayarak Erdoğan yönetiminin buna tepkisini hafifletmeye çalışıyor.

Nedir ABD‘nin politikası?

1) Suriye‘nin batısında, Türkiye‘nin de destek verdiği karşı gruplar ve Rusya ile İran‘ın ayakta tuttuğu Esad Rejimi arasında yılbaşına dek bir ateşkes sağlamak. Ki bu yaklaşım, Esad rejiminin devrilmesini öncelik sayan Türkiye‘nin istemediği bir şey.

2) Türkiye‘nin güvenli bölge oluşturulmasını istediği 98 km’lik Azez-Cerablus hattında güvenli bölge fikrine uzak durup yalnızca sınır güvenliğine yoğunlaşmak.

3) Suriye‘nin doğusunda, PKK bağlantısı nedeniyle Türkiye‘nin terörist saydığı Kürtler veIŞİD arasında süren çatışmalarda Kürtlere verilen desteği sürdürmek.

Sonuçta, bu üç başlıkta da Ankara ve Washington ters düşüyor. Kerry de Ankara‘nın gönlünü alacak bir mesaj vermeye çalışıyor. Çünkü Pentagon‘da verilen brifinglerde de sözedilen bölgede bir operasyon konusunda hiçbir ayrıntı yok. Hatta brifinglerde kullanılan haritalarda bile gazetecilere gösterilen bölge yalnızca Fırat  ve Erbil arasında kalan coğrafyayla sınırlı. Yani Türkiye‘nin odaklandığı bölüm Pentagon’un radarından çıkmış durumda. Halep’in kuzeyinden güneyde Şam‘a dek olan hatta Ruslar çalışıyor. Amerikalılar ise Cerablus‘un doğusunda Fırat’tan sonraki bölüme yoğunlaşıyor. (Tolga Tanış)

15. Papa, Fransa‘daki saldırılardan sonra ifadesini yeniden kullandı. Dünya büyük bir değişime doğru mu gidiyor; Türkiye‘nin pozisyonu ne olacak?

Papa’nın 3. Dünya Savaşı deyimini kullanması yerinde değil. Bugüne dek savaşlar devletler arasında oldu. Bu öyle bir durum değil. Ayrıca, bugüne dek Fransa içindeki saldırı ve katliamları çoğu Fransa doğumlu olan ve hemen hepsi Fransız vatandaşı olan insanlar yaptı. Hollande’ın pazartesi günkü konuşmasında, bir sol lidere yakışan biricik bölüm, saldırıların Fransızlar tarafından Fransa‘ya karşı yapıldığını vurgulamasıydı. Ne “Arap” dedi, ne “Müslüman”, ne de “Yabancı.” O zaman bu bir iç savaş mı? O da değil. Terör eylemlerini bir savaş diline çevirmek bence terör eylemi stratejisi yürütenlerin tam istediğini yapmaktır. Elbette özel savaşım yöntemleri gerekiyor olabilir, gerekiyordur ama savaş deyince terörist dediğiniz tarafa da başka bir meşruluk yüklemiş olursunuz. Ben Norveç‘te Norveçli genç Nazi hayranının yaptığı katliam sonrası Norveç Başbakanı’nın söylediğinin doğru tutum olduğunu düşünüyorum: “Elbette ne isek o olmayı sürdüreceğiz. Bu saldırıya karşı en güçlü yanıt demokrasiyi daha da derinleştirmektir.” Demokrasinin gücüne inanıyorsak, bunu söyleyebiliriz ancak. Türkiye, Batı’nın kalesi olma konusunda da güven vermiyor artık. İktidarın, bazıları El Nusra gibi uluslararası kuruluşların terör örgütü listesine giren cihatçı kuruluşlarla yürütmeye devam ettiği işbirliği, IŞİD konusunda çok yakın bir zamana deksergilediği müsamahakâr (AS: hoşgörülü) veya önemsemez tutum, güven vermiyor. Ayrıca IŞİD tehlikesi artık Türkiye için bir dış tehlike değil, neredeyse tümüyle iç tehlike. Dolayısıyla kale bile olsa, içine girilmiş bir kale olarak en çok görülecek dışarıdan. (Ahmet İnsel)

Dünyada ve özellikle bölgede elbirliğiyle yaratılmış bir karmaşa içindeyiz. Amerikan işgaliyle Irak devleti yıkılmasa olasılıkla bugün bunları konuşuyor olmazdık. Ne var ki Arap isyanlarının da gösterdigi gibi Arap-İslam dünyasının ciddi sorunları var ve bunları çözmek üzere yapıcı bir toplumsal proje üretilemiyor. İşgal olmadan önce de üretilemiyordu. Şu anda eğer ortadaki en ‘başarılı’ hareket IŞİD‘se onun şiddet tapınmasının da toplumların geleceğini ne denli kötü etkileyeceğini yakında hesaplamaya başlarız. Kimi uzmanlar ve Arap düşünürler bunu bir uygarlık bunalımı olarak tanımlıyor. Toplumların kendilerini içinde buldukları çaresizlik devletlerin çökmesiyle birlikte bir yaşamda kalma savaşımı peşinde “İnsan insanın kurdudur” türünden bir durumu da yarattı. İnsanlar kimliklerinin en dar tanımlarına sığınmak zorunda kaldı. Mezheplere sığındılar. İran-Suudi Arabistan (ve Katar ve Türkiye) jeopolitik kavgasında da ideolojik mobilizasyon bu mezhepçilikle gerçekleşti. Bölgeye özgü bu duruma büyük güçlerin artık kendi başlarına düzen oluşturma kapasiteleri olmadığını da eklemek gerekir kanısındayım. Kısacası dünyada genel bir düzen kuramama bunalımı var. Kavgalar, savaşlar ülkelerin içinde çıkıyor ve çıktığı yerleri de tüketiyor. ABD ve Rusya birlikte hareket edebilir. Ama dediğim gibi yerel ve bölgesel güçler onay vermezse bu ikisi Suriye sorununu çözemez. Türkiye‘yse içerideki Sünnileşmeyle, anti-batıcılıkla stratejik olarak çaresizlikten batılı kalmaya devam etmenin yarattığı büyük gerilim hattında siyasetini sürdürecektir sanıyorum. (Soli Özel) (Kaynak: Hürriyet)

=================================

Dostlar,

Hürriyet‘e ve uzmanlara bu derleme için teşekkür ederiz..
Ancak bam teline dokunulmamış??!
El Kaide, bu dinci örgütlerin başlıca kaynağı.
“Yeşil Kuşak” (The Green Line) stratejisi doğrultusunda 1960’ların ortalarında Afganistan’da en fanatik islamcı ögelerden kuruldu El Quaeda. Kurduran ABD idi. Afganistan’da SSCB’ye karşı kullanıldı bu bağnaz dinciler, sözde Sovyet Komünizmine karşı savaştılar ve SSCB’nin güneyden Yeşil Kuşak ile sarılarak sıcak denizlere inmesi engellenme istendi.

26 Aralık 1991’de SSCB dağılınca, 1945’lerden beri nerdeyse yarım yüzyıldır süregelen
soğuk savaş bitmiş ve Yeşil Hat‘ta El Qaeda’ya da gerek kalmamıştı. Ancak El Qaeda
ABD denetiminden çıktı ve BOP planıyla birlikte bölgede türevleri görülmeye başlandı.
Yeri geldiğinde bu örgütler, Ortadoğu’da izlenecek şahin planlar için gerekçe yaratmak üzere piyon olarak kullanıldılar..

İşin özü, Batı emperyalizmi dinci şeriat örgütlerini pek çok amaçla kendileri yarattılar,
hala kullanmaktalar ve zaman zaman da hizadan çıktıklarında denetlenmeleri gerekiyor fakat
bu artık eskisince kolay değil..

Türkiye ise; bu kanlı bataklığa ABD uydusu olarak girdi, sokuldu.
Hiç bıkmadan söyleyelim, yazalım : Tayyip bey başbakanlıpı döneminde onlarca kez
“..BOP eşbaşkanı olduğunu ve bu görevi yaptığını.. ” açıkladı (anlamını bilerek / bilmeyerek).
1990 başlarında Irak’a karşı Özal şahinleşmişti, O’nu Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay kendisini feda ederek, görevi bırakarak (3 Aralık 1990) engelledi. Anack Tayyip beyi frenlemek olanağı bulunamadı.. MİT TIR’ları bile kullanılarak (silah yollayarak!) Suriye’de ABD eliyle çıkarılan iç savaş ve bölme planına doğrudan ve vargücüyle Türkiye sokuldu..

Ödenen ve ödenecek olan çok ağır faturanın altında bu muazzam dış politika hataları vardır.
Suruç ve Ankara kırımları başta olmak üzere insan yitiklerimizin nedeni BOP eşbaşkanlığıdır.

Ülkemizdeki 2,5 milyonu aşkın Suriye ve Irak kökenli göçmen bu nedenle yurtlarından olmuştur. Bu göç seli hem engellenememiş hem de ABD tarafından Türkiye sınırlarını
açmaya zorlanmıştır.. Stratejik müttefiklik ve BOP eşbaşkanlığı gereği herhalde! Zırva tevil götürmeyeceğinden, dinci söylemle inanılmaz bir duygu sömürüsü yapılmış ve suret-i haktan görünerek;

  • “Esed zulmünden kaçan müslüman kardeşlerimize ensar olunarak dünyaya insanlık dersi verilmiştir..” (!??) söylemi ile yığınlar aldatılmış hatta oyları alınmıştır!

Çare; emperyalizmin bölgeden çekilmesi ve bölge halklarının kendi yazgılarını belirleme
(self determination) haklarını kullanmalarıdır; ülkelerin sınırlarının değişmezliği ilkesine bağlı kalınarak..

Yaratılan muazzam yıkımın onarımı için geniş kapsamlı teknik ve parasal destek vermektir.

Öte yandan kumarhane Kapitalizmi, gene, bitmeyen dönemsel bunalımlarından birinde..
2007-8’den beri bu sonki bunalımından çıkamıyor (!) 1929 bunalımını bile geçti..
İşimiz çok zor..  Öte yandan Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad sıklıkla ve her fırsatta

– Türkiye’nin ülkesinde (Suriye’de) iç savaşı her aracı kullanarak kışkırttığını,
– Rejim (Esat) karşıtlarına silah ve mühimmat dahil her türlü lojistik desteği verdiğini,
– Türkiye topraklarını üs gibi kullandırdığını, sağlık hizmeti ve pasaport verdiğini
– Eğit – Donat ile Suriye’ye Türk vatandaşları dahil IŞİD militanları yolladığını
– Komşuluk hukukunu ayaklar altına alarak ABD emperyalizminin maşalığını yaptığını
– IŞİD’in petrol pazarlamasını Türkiye üzerinden yaparak finansman sağladığını..
– Tüm eylem ve işlemleri ile uluslararası hukuku çiğneyerek insanlık suçu işlediğini

– Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde Türkiye’yi – Erdoğan’ı dava etme hakkının doğduğunu..
– …..
(http://haber.sol.org.tr/dunya/besar-esad-isidin-atar-damari-turkiye-136972, 22.11.15)

yüksek perdeden ve üstelik pek haklı olarak dillendirmekte. Uluslararası hukuk katında Esad’ın eli güçlenmekte, Türkiye – AKP – Erdoğan – Davutoğlu ise giderek hem uluslararası hem de
ulusal zeminde köşeye sıkışmaktadır. 4 yıldır Tayyip beyi inadı ile sürdürülegelen Suriye politikası kanlı bir batağa saplanmıştır ve sürdürülebilirliği kalmamıştır.

İlk olarak Türkiye Batı maşası şahin – düşmanca dış politikayı derhal bırakmalı.. 
Komşularının içişlerine karışmayacağını ve sınırların değişmezliğine uyacağını açıklamalı.

Sevgi ve saygı ile.
22 Kasım 2015, Ankara

Dr. Ahmet SALTIK
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

ŞİDDETİN ZİHİNSEL ALTYAPISI


ŞİDDETİN ZİHİNSEL ALTYAPISI

Prof. Dr. TÜLAY BOZKURT

Haber görseli

Özgecan Aslan’ın öldürülmesi ile yeniden gündeme gelen kadına karşı şiddet olgusu, toplumsal yaşamı erozyona uğratan ve siyasa tarafından da doğrudan teşvik edilen
şiddet kültüründe kadına biçilen değerin dışavurumudur.

Şiddet kültürü içinde yer alan kadına atfedilen “değer”sizlik dolaylı ve dolaysız yollardan toplumsal yaşamın hemen her alanına aktarılarak ete kemiğe bürünüyor. Bu “değer”sizlik aktarımını çalışma yaşamı, aile, eğitim, istihdam fırsatları, toplumsal yaşam gibi pek çok alanda gözlemlemek olanaklı. Nitekim bu gibi alanlarda yapılan sistematik gözlemler, adına toplumsal cinsiyet (gender) denilen ve zengin bilgi birikimi ile toplumlardaki cinsiyet temelli statükoyu açığa çıkarıp sorgulayan bir disiplini de ortaya çıkarmış bulunuyor.

Bilişsel psikoloji

Konunun ayrıntıları bir nefeste anlatılmayacak ölçüde derin. Ancak bu konulardan bir tanesi
var ki bu değersizleştirme sürecinde kanaat önderlerinin ve siyasilerin oynadıkları dolaylı rolleri bilimsel olarak da gözler önüne seriyor. 1970’li yıllardan sonra gelişen ve Psikoloji alanında geleceğin bilimi olarak da tartışılan “bilişsel psikoloji”, davranışın nedenini zihinsel süreçlerle açıklıyor.

  • Bu yaklaşıma göre, –Bilişsel Psikoloji yaklaşımı– birey, çevresinden edindiği bilgiyi kullanarak gerçek dünyanın zihinsel ve simgesel bir modelini kuruyor ve zihnindeki bu modele
    uygun olarak davranıyor.

Bilişsel kuramın bir uzantısı olarak nörotik duygu ve davranışlarımızın gerisinde de
kendimiz veya başkalarıyla ilgili düşünce biçimlerinin olduğunu gösteren pek çok araştırma var.  

Örneğin bir grup araştırma, “yeteneksizim sevilmeyi hak etmiyorum, sevilmek için mükemmel olmak gerekir..” gibi kendini değersiz gören düşünce biçimlerinin depresif duygu ve davranışlarla ilişkili iken, “hata yapan cezayı hak eder” gibi bir varsayımın öfke ve şiddet içeren davranışlara yön veren otomatik düşünce tarzı olduklarını gösteriyor (Greenberg, 2007).

Otomatik düşünce tarzlarının pek çok biçimi ve içeriği var.
Bu tür inanç ve düşünceler, rol modellerini de içeren çevremizle kurduğumuz ilişkiler sırasında gelişiyorlar.

  • Otomatik düşünce tarzlarıbaşkalarına karşı duygu ve davranışlarımızı
    irademiz dışında başlatıp yönlendiren zihinsel modeller olarak görev yapıyorlar.

  • Böylelikle “bilişsel” yaklaşım, her patolojik davranışın altında patolojik bir düşünce ve 
    inanç sisteminin bulunduğunu savunuyor ve kendi yöntemleriyle de bunu kanıtlıyor.

Toplumsal düzeyde bilişsel altyapılar

Bilişsel altyapılar toplumsal düzeyde de ele alınabiliyor.

Örneğin Yahudi soykırımı ya da İslamofobi’ye yön veren düşünce sistemlerini sosyalize eden (AS: toplumsallaştıran) süreçlerde eğitimin, siyasilerin ve kanaat önderlerinin rollerini açıklayan çalışmalar, toplumsal patolojilere de ışık tutuyor.

Benzer biçimde “Müslüman gençlik” yetiştirme hevesindeki siyasal iktidar ve onların sesi olmaya çalışan kanaat önderlerinin pazarladıkları kadına ilişkin görüşleri
“namuslu iyi kadın tanımları” dışında kalanlara karşı şiddet kullanılmasını
haklı çıkaracak “ilkel beyin” mekanizmalarını harekete geçiriyor.

Örneğin gündem değiştirmek gibi bir amaca hizmet eden dolayısıyla olasılıkla bir
“üst beyin” kurgusuyla söylenmiş olabilecek “Kadınlar sokakta yüksek sesle kahkaha atmamalıdır.” anlatımı, birtakım insanların duygularından sorumlu ilkel beyinlerine
hitap ediyor.

Sonuç, gülen kadınların ahlaksız olduğu ve her türlü kötü davranışı da hak ettiği yönünde gelişiyor. Kadına karşı şiddet eylemlerinin çoğunda -maalesef kimi kadınlarca da savunulan-
bu tür patolojik düşüncelerin izleri bulunuyor.


– “Mini etek giyen kadınlar laik,
yozlaşmış erkekler tarafından tecavüze uğrarlar”,
– “kadın
kuyruğunu sallamazsa erkek gelmez”,
– “ekonomi iyileşti, 
kadınlar artık evde oturabilir”,
“annelik en kutsal meslektir, kadınlar evde oturmalıdır”…

gibi, erkek egemen değerlerle yüklü aktarımlar ve yine kadınlara ilişkin kimi din adamlarının dillendirdikleri hurafeler, sahte hadisler; aslında kadını küçümsemeleri, bedeni, sosyal statüsü, görünüşü ya da davranışları üzerinde hak sahibi olduklarını iddia etmeleri açısından
kendi içlerinde psikolojik ve sözel şiddet ögeleri de taşıyor.

Haber görseli

Paralel davranma cesareti

Bu tür sapkın düşüncelerin kimilerince “önemli” kişiler tarafından sürekli pompalanması
bu zihniyetlere paralel davranma cesaretini artırıyor, bu tür davranışları da bir yerde
meşru kılıyor. Böylelikle başta siyaset iklimi ve bu iklimden beslenen kimi kurumlar kadınlara karşı şiddetin zihinsel zeminini oluşturuyor, adeta suça azmettiriyor. Kadınların toplumsal
yaşamda karşılaştıkları travmatik (AS: örseleyici) olaylar ,yıllardır kadınlar üzerinden gerçekleştirilen bir kültürel dönüşüme de ivme kazandırarak ikincil bir yarar sağlıyor :

– Sokaktan korkan kadın eve kapanıyor,
– Ne kadar kapalıysam o kadar namusluyum yarışına girebiliyor,
– Kendini güvende hissetmek için kapanıyor.
– Eğitim, ulaşım araçları, sosyal mekânlar, sağlık kamu hizmetleri kadınları erkeklerin hışmından koruyacak biçimde ayrımcılık temelinde yeniden düzenleniyor.

Pembe otobüs koruyucu mu?

Bu nedenledir ki “pembe otobüs” benzeri kadınları koruyucu önlemler bu ülkede yıllardır sürdürülegelen ince oyuna katkı sağlamak dışında bir çözüm olamaz. Suudi Arabistan’da da
bu koruyucu mantıkla kadınların araba kullanması yasaktır, çünkü ıssız yollarda erkeklerin tecavüzüne uğrayacakları düşünülür!


Öyleyse bu karabasandan kurtuluş umudu;
– eğitimle,
– siyasal önderleriyle,
– yasal düzenlemeleriyle,
– sivil toplum hareketleriyle,
– testosteronunu denetleyip frontal loblarını kullanabilmeyi öğrenmek zorunda kalan erkeklerin çoğaldığı,
eşitlikçi bir toplum yaratma kararlılığındaki erkek ve kadınlardadır.

Bir toplumun gelişim düzeyini belirleyen erkeklerin zihinsel haritalarının derinlerinde yatan, kadına bakış açılarıdır. (Cumhuriyet, 27 Şubat 2015

==================================

Dostlar,

Özgecan Aslan yabanılca (vahşetle) öldürüleli 3 hafta oldu… (12 Şubat 2015, Mersin)

Simgeleşen bu cinayeti izleyen başkaları da bu 3 haftada birbirini kovaladı.
Halk sokaklarda..

Oysa AKP iktidarının sorunun köklerine inecek bir girişimine tanık olamadık.
Hükümetin bu vb. kadına yönelik cinayetlerde siyasal sorumluluğunu anımsadığını da!

Örneğin bir TBMM Araştırma – İnceleme Komisyonu kurma girişimi olmadı,
Kadın – Aile ve Sosyal Politikalardan sorumlu Bakanlığın bir bilimsel kurultay topladığını
ya da üniversitelere kapsamlı bir araştırma “ısmarladığını”.. izlemedik..

Tersine, bu haftalarda, TBMM’de halka daha çok şiddet uygulayabilmek adına hukuk devleti ilkeleri çiğnenerek sözde İÇ GÜVENLİK yasa tasarısı görüşmelerinde AKP’li vekiller
muhalefet temsilcilerini kameralar önünde apaçık dövdüler, hatta kaburgalarını kırdılar..

Tepedeki giderek despotlaşan adam, “İsteseniz de istemeseniz de bu yasa çıkacak!” diyerek şiddet iklimini hatta uygulamasını meşrulaştırdı, hatta ortamı daha da terörize etti.
Anayasal yansızlığını da bilmem kaçıncı kez yitirmiş oldu.. Oysa bu metin yasalaşınca
Anayasa gereği (md. 89, 175) kendisine yollanacak ve Resmi Gazetede yayımlaması istenecekti; görüşünü peşinen açıkladı.

İktidar, adı sözde “Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi” olan fakat gerçekte apaçık zorunlu din dersi
ve İslamın Sünni mezhebinin zorla öğretilmesini içeren dersleri ve bunlar üzerinden
kadını ikincilleştiren, değersizleştiren, nesneleştiren…. hurafe öğretimini hem de 5. sınıftan başlayarak durdurmadı! Dahası, oku öncesi öğretime de “Değerler eğitimi” maskesiyle bacak kadar çocukların beynini yıkamayı yine sözde dinsel içerikler üzerinden planlamakta!
Bacak kadar çocuklara, dinci içerikli hurafe olmasa bile soyut değer eğitimi verilmesi
bilimsel olarak olanaksız ve giderek “ZİHİNSEL BİR SOYKIRIM” iken!

AİHM’nin bu derslerin “derhal” kaldırılmasına ilişkin AKP iktidarının temyiz başvurusunu reddetmesine karşın yine de siyasal iktidar kılını kıpırdatmıyor!?

Oysa yargı kararlarının gecikmeden yerine getirilmesi hukuk devletinin en temel ilkelerindendir.
(Anayasa md. 138/son : “Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına
uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez
ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez
.”)

İç hukukta geçerli yukarıdaki genel ilkeye ek olarak, AİHS’ne taraf olan (onaylayan) Türkiye,
bu Sözleşme gereği, AİHM’nin yargı yetkisini de kabul etmiş ve kararlarına uymayı yükümlenmiştir. AİHM kararlarını uygulamamanın yaptırımı vardır ve bu husus Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin yetkisindedir. Avrupa Konseyi’nden çıkarılmaya ve
çağdaş dünyadan dışlanmaya dek gidebilir.. O zaman Türkiye’nin AB düşleri de buharlaşır, uçar.. AKP bu yıkımın adını “Değerli yalnızlık” mı koyacaktır o aşamada,
ağır bir sosyal şizofrenik davranışla??

AKP iktidarı, seçime kilitlenmiştir ama gerek gördüğü yasal düzenlemeler için TBMM Grubunu koşturmaktan da geri durmamaktadır. Bir yandan da ekonomideki yangın ve işsizlik, dışsatımın yavaşlaması, % 15’leri bulan ağır devalüasyonun türev sonuçları.. ile sözde boğuşmaktadır.
HDP’yi seçime dek ve seçimde kendince “idare etmeye” çabalamaktadır ama yapıp ettiği
ürkünç (vahim) yanlışlar ayağına dolanmaktadır. Oslo’da yapılan gizli ve yasadışı görüşmelerde terör örgütüne vaadedilenlerin yerine getirilmesi istenmktedir.

HDP ile seçim tangosu, AKP açısından ölümcül (morteli fatal!) olabileektir..
Siyasal olarak intihar eden HDP, seçime girerek baraj altında kalacak ve AKP’ye 50-55 vekil armağan edecektir altın tepside.. Bundan ala stepne hatta can simidi olabilir mi AKP için??
Pazarlık büyüktür ve bu imoral (ahlak dışı) bağlamdadır ne yazık ki..

Nafiledir.. Eğik düzlemde kayış durdurulamayacak ve 7 Haziran 2015 gece yarısına doğru, Türkiye’nin hangi yepyeni seçeneklerle yoluna devam edeceği belli olacaktır..

Sayın Prof. Tülay Bozkurt’un yukarıdaki değerli yazısı bize bunları çağrıştırdı.

Sevgi ve saygı ile, 05.03.2015 

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net
profsaltik@gmail.com

Paris’teki kanlı irtica saldırısını kınıyoruz; ama…


Paris’teki kanlı irtica saldırısını kınıyoruz; ama…

Charlie_Hebdo_cinayetini_kinama_ama_PKK

07 Ocak 2015 günü mizah dergisi Charlie Hebdo’ya yapılan kanlı baskında yaşamını yitiren 12 Fransız kardeşimizin yakınlarının, Fransız Ulusu’nun acısını paylaşıyoruz..

Eylem ne olursa olsun, kanlı cinayetle insan öldürmenin gerekçesi asla olamaz.

Hz. Muhammed’in karikatürü de yapılabilir, yapılmıştır da..
Hz. İsa’nın da, Hz. Musa’nın da yapılıyor..
Hatta karikatür, saygı dışı olmamak üzere eleştiri de içerebilir.
İslam hoşgörü dini değil midir?

Herkesin bunu olağan karşılaması gerekir.
Bir değil bin karikatür de olsa Hz. Muhammet’in değeri düşmez herhalde..
Dolayısıyla fanatik – radikal – köktendinci İslamcı katillerin korkusu niye?
Hz. Muhammet’in öğretisi kendisini koruyamıyor da siz mi koruyacaksınız?
Bu zavalılık niyedir?
Açarsınız davanızı, hemen hemen her ülkede dince kutsal sayılan değerleri aşağılama
ceza yasalarında suç olarak sayıldığından, öngörülen yaptırımın uygulanmasını istersiniz.

Hatta yayının durdurulmasını, toplatılmasını bile…
Yargıyı ikna ederseniz bir hukuk devletinde bu olanak da vardır.
Türk Ceza Yasası da pek çok maddesinde md. 115,122,125, 135,153,158,216,219,230
dince kutsal değerlere saldırı dahil, çok kapsamlı düzenleme yapmıştır.

Ama ihkak-ı hak” modern hukuk sistemlerinde yeri olmayan ilkel bir yoldur, suçtur!

Kanlı cinayetleri El Kaide’nin Yemen Kolu üstlenmiştir..

Bir de İSLAMOFOBİ‘den yakınıyoruz..

Siz kendinizi bu gerekçelerle seri kırımların işlendiği ülke halkı yerine koyunuz..
Başka ne tür tepki verirdiniz?

Bu çok olumsuz / kabul edilemez gelişmeler, akıl dışı toplu cinayetler en başta Müslümanlara ve İslam dinine zarar vermektedir. İslam önderlerinin saldırıyı hiç gecikmeden ve tereddüt etmeden kınaması ve çok net tutum alması gereklidir.

Bu bakımdan, Başbakan Ahmet Davutoğlu‘nun bu gün Fransa’da düzenlenen ve
1,5 milyon insanın katıldığı terörü – şiddeti – insana kıymayı lanetleyen protesto yürüyüşüne katılması yerinde olmuştur. Ancak AKP’nin IŞİD desteğinin de derhal durdurulması,
tutarlı olmanın zorunlu ve çoook gecikmiş gereğidir..
Kendinizi birden bire, BM’de Haydut devlet olarak bulmak istemiyorsanız..

*****

Ancak, Batı’nın da 1984’ten bu yana resmen sürüdürülen ve 28 Avrupa ülkesinin desteklediğini TBMM Başkanı Sn. Cemil Çiçek‘ten öğrendiğimiz ülkemizi
bölücü PKK terörü karşısında ikiyüzlülüğünü artık bırakmasını istemek
en doğal hakkımızdır.

Ülkemize karşı sürdürülegelen bu ikiyüzlü Batı politikasıyla,
Türkiye’de Paris’te olduğu gibi 18 değil, NewYork’ta 11.9.2011’de olduğu gibi üçbin değil

  • Elli bini aşkın cana mal olmuştur bölücü PKK terör örgütü! Savaştan beterdir.

Yüzlerce milyar $ maddi yitik ve ülke barışının iç savaş eşiğine sürüklenmesi de cabası..

Burnumuzun dibinde Kandil’de üstlenen ve terörü bölücü amaçla kullanan PKK‘nın
kökten yok edilmesine ABD’nin engel olması / izin vermemesi asla kabul edilir bir durum değildir. Artık sürdürülebilir de değildir.. Hem NATO içinde birlikte olacaksınız,
hem stratejik müttefik olma masalı anlatacaksınız hem de PKK’yı apaçık,
Türkiye’ye karşı düşmanca kullanacaksınız..
Ülke içinde AKP iktidarı da buna ses çıkarmayacak!?
Ya da böylesi siyasal kadroları iktidara taşıyacak ve tutacaksınız..

Temel sorun ülkemizde AKP iktidarının bu akıl dışı gidişe karşı net – kararlı tutum almamaları, alamamalarıdır.

Fakat artık terörle “Paris’te son tango” nun zamanı gelmiştir ve geçmektedir.

Batı’lı “dostlarımıza” (!?), gerçekten “Batılı dostlarımız” olacaklarsa,
bu aptalca ve haince ikiyüzlülüğe artık son vermeleri gerekiyor.

Ulus olarak sabrımız kalmamıştır; böyle bilinsin isteriz.

Büyük Atatürk, YURTTA BARIŞ DÜNYADA BARIŞ öğüdünü salt biz Türk evlatlarına değil, tüm insanlığa verdi..

Dahası, nice kanlı savaşlar geçirmiş bir komutan olarak savaşı bile
tek bir koşul dışında mahkum etti :

Savaş, milletin yaşamı tehlikeye girmedikçe bir cinayettir..”

  • “Eğer sürekli barış isteniyorsa, insan yığınlarının durumlarını iyileştirecek uluslararası önlemler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün gönenci, açlık ve baskının önüne geçmelidir.
    Dünya yurttaşları çekememezlik, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir.”

“Paris’teki kanlı irtica saldırısını kınıyoruz; ama…”

diye koymuştuk yazı başlığını.

“Ama” mız şundan ibaret :

  • İkiyüzlülüğü bırakın, PKK terörünü üstümüzden artık çekin!

  • Eyy eli kanlı iki yüzlü Batı emperyalizmi;
    Başta Ortadoğu, de-stabilizasyon ve sonra da işgal amaçlı
    dünyaya terör ihracını durdurun, yüzyılların hastalığından artık kurtulun!

Sevgi ve saygı ile.
11.01.2015, Ankara

Dr. Ahmet Saltık
www.ahmetsaltik.net

CHP’nin Mısırlı, ilahiyatçı, hatta şeriatçı emperyalist ve darbeci çatı adayı!..


CHP’nin Mısırlı, ilahiyatçı, hatta şeriatçı emperyalist ve darbeci çatı adayı!..

Uğur Dündar

Uğur Dündar

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun konuk olduğu “Halk Arenası”ndan sonra
şöyle sorular geldi:

Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Mısır vatandaşlığı hakkında ne düşündüğünü
niçin sormadınız?”

Sormadım, çünkü Ekmel Bey, Ahmet Hakan’ın dün Hürriyet’te de yazdığı gibi,
Mısır vatandaşı değil, ama Kahire doğumlu!
“İlahiyatçılığını niçin vurgulamadınız?”
Vurgulamadım, çünkü Ekmel Bey ilahiyatçı değil kimya doktorudur.
Ayrıca bilim tarihçisidir.

“Tamam her şeye değindiğiniz, zihnimizde oluşan tüm soruları Kılıçdaroğlu’na yönelttiğiniz için size teşekkür ederiz ama, İhsanoğlu’nun şeriatçılığı üzerinde
yeterince durmadınız! Ayrıca Mursi’ye karşı darbeci Sisi’yi Suudiler’in, dolayısıyla ABD’nin, yani emperyalizmin telkiniyle desteklediğinin altını yeterince çizmediniz?”
Çizmedim çünkü değerli İslam felsefecisi, araştırmacı-yazar Eren Erdem’in
şu görüşlerinın dikkatle okunması gerektiğine inanıyorum:

* * * *

“Öncelikle, Ekmel Bey’in “Mursi ile ilişkilerinin bozulma sebebi, söylendiği gibi Sisi darbesi sonrası Suudiler’in tavır değişikliği falan değildir. Ekmel Bey, darbenin çok öncesinde Mursi’yi tenkit etmeye başlamış, henüz Suudiler Mursi’yi destekliyorken, Müslüman Kardeşler hareketinin “demokrasiyle barışıklaşması” hususunda telkinler yapmış, ve Mursi yönetiminin genel tutumu nedeniyle bir fikirsel çatışmanın tarafı olmuştur. İslam dünyasında, sanıldığı gibi her taşın altından bir “şeriatçı” çıkmaz. İslam Rönesansı‘nı savunan, aydınlanmayı ve demokratik kültürle uzlaşmayı esas alan çok sayıda bilim insanı da mevcuttur. Bu insanlar,
ömürlerini İslam dünyasının en eksik kaldığı noktaları tamamlamaya adarlar.

Ekmel Bey de neredeyse bütün ömrünü; “İslam’da sanat, kadın-erkek eşitliği” gibi,
üzeri örtülmüş ve “Arap-Emevi saltanatının tahrif ettiği” alanları ihya etmeye adamıştır. Bu hususta kaleme aldığı “Büyük Cihad ve Frenk Fodulluğu” adlı eserinde, Batılı aydınlanmanın tarihsel gelişimine dem vurarak, Osmanlı’nın
“bilim ve eşitlikçi ilkelerle hemhal olduğu evrelere değinerek, yeni bir
İslami rönesans çağrısı yapmış, tüm dünyada İslamofobi ile mücadele ederken,
“bilimsel aklın gelişimi atıflarıyla, Müslümanların cehaletten kurtulması adına
ciddi gayretler sarf etmiştir.”

Ekmel Bey, henüz darbe olmamışken Mısır’da laikliği savunan ve Mursi ile “laiklik nedeniyle karşı karşıya gelen,” aydınlanmayı esas alan bir bilim ve irfan insanıdır.
Cumhurbaşkanı olması halinde muhtemelen İslami eğitim adı altındaki, hurafe pazarlama merkezlerini dönüştürüp, dini eğitim müfredatına bilimsel aklı dahil edecek çalışmalar yapacak, sanat ve kadın-erkek eşitliği konusunda akademik çalışmaları teşvik edecek, İslam’ın en aydın ve çağdaş yüzünün anlaşılması hususundaki çalışmalara bizzat destek verecektir.

Bugün bizim en büyük problemimiz de bu değil mi? İslam’ı “sakal dinciliği üzerinden tanımanın yarattığı algı kirlenmesi nedeniyle, muhafazakarlığın yön ve kıblesinin şaşması sorununu yaşamıyor muyuz?” Bu alanda eserler yazmış ve yıllardır
her alanda mücadele veren bir kardeşiniz olarak, bu tehlikeyle mücadele eden
bir insanın Cumhurbaşkanı olmasından fevkalade memnuniyet duyacağımı belirtmek isterim.”

* * * *

Buraya kadar okuduklarınız Eren Erdem’in görüşleri…

“… Gemileri bir anda yakmaya eğilimliyiz. Toptancı reddedişlere ya da kabullenişlere yatkınız. Bizim inanışlarımıza, örneklerimize, modellerimize uygun olmayarak da
doğru dürüst insan olunabileceğini pek anlamıyor, kabul edemiyoruz.

Sonuç olarak söyleyeceğim şudur               :

Her türlü hesaplaşmayı, ideolojik kapışmayı sonraya bırakarak, şu anda yapılması gereken, ahlaksızlığa, hırsızlığa, savaş kışkırtıcılığına, cinayet destekçiliğine, alçaklığın ve ülke düşmanlığının görülmedik boyutlara ulaşmasına karşı, bütün namuslu insanların sağduyulu davranması, iyi düşünüp taşınması, inatlaşma yerine kenetlenmesi,
birbirine omuz vermesidir…”

Bu satırları da ülkemizin en değerli aydınlarından büyük şair Ataol Behramoğlu’nun Cumhuriyet’teki köşesinden alıntıladım.

* * * *

Yorumu size bırakıyorum.

Bana gelince… Ekmeleddin Bey hakkında henüz kişisel kararımı vermedim.

Televizyon tartışmalarında yapacağı açıklamaları, özellikle Atatürk, Cumhuriyet ve laiklik konularındaki görüşlerini dinleyip, öyle karar vereceğim.
Zihnimdeki soru işaretleri tümüyle yok olmadan desteklemeyeceğim.
Ama daha önce şablondan bakarak gemileri de yakmayacağım…