Etiket arşivi: laik ve bilimsel eğitim

Karma eğitim sahipsiz değil

Nazım Mutlu | Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLMNAZIM MUTLU
Emekli Öğretmen
05 Eylül 2023, Cumhuriyet

Milli Eğitim Bakanlığı’nın çalışma takvimine göre 2023-2024 öğretim yılı, 19 milyon dolayında öğrenci ve 1.3 milyon öğretmenle dün anaokulu ve ilkokul 1. sınıf öğrencileriyle, 11 Eylül günü de tüm ilk ve ortaöğretim okullarında başladı. 208 üniversitemiz de 7 milyon dolayındaki öğrencisiyle eylül- ekim aylarında öğretime başlayacak.

En az on yıldır her aşamadaki eğitim kurumlarımızda artarak yaşanan nitelik yitiminin bu öğretim yılında da eksiye doğru sürmesi kaçınılmaz. Bu yılki yükseköğretim kurumları sınavlarında (YKS) 100 bin öğrencinin sıfır çekmesi, çocuklarımızın yarısının Türkçeden, dörtte üçünün fen ve matematikten dökülmesi, temel eğitimde niteliğin düzeyini gösteriyor.

OKULLAŞMA ORANI AZALIYOR

Nitelik gerilemesi, yükseköğretim kurumlarımızda da aynı hızla sürüyor. Birçok taşra üniversitesinde en az beş değişik derse giren bir öğretim üyesiyle, kadavra görebilmek için yılda iki kez en yakınlarındaki tıp fakültelerine tur düzenlemek zorunda kalan tıp öğrencileriyle nitelik artabilir mi? Üniversitelerde kadrolaşmadan başka kaygıları olmayanların yarattığı sonuçla dünyanın ilk 500’ü bir yana, ilk 1000 üniversitesine de girememekten doğal sonuç olabilir mi?

Geçen öğretim yılında yaklaşık 1 milyon 740 öğrenci örgün eğitimin dışında, açık öğretimdeydi. Bu öğretim yılında bu sayı 2 milyonu bulur. Örgün eğitimde olmamak demek, bütünüyle göstermelik sınavlarla diploma almak demektir. Okul çağındaki 2 milyon çocuk okulda olmayacaksa doğal olarak ya ucuz işgücünün ya da sokaklarda kendilerini bekleyen türlü suçların içinde olacaktır.

Sekiz yıllık kesintisiz eğitim uygulamasından sonra on yıl öncelerine dek ilkokul düzeyinde %99’a çıkan okullulaşma oranının yıl yıl %93’e inmesi, 4+4+4’ün ürünü değilse neyin ürünüdür?

YAPTIRIMSIZ ANAYASA SUÇU

Ortaokul ve liseler de zorunlu eğitim kapsamında olduğuna göre, okullulaşma oranının ortaokullarda %89, liselerde %88 olmasının anlamı ne olabilir? Zorunluluğa karşın, demek ki ortaokula, liseye yazdırılmayan yüz binlerce öğrenci var. Yani anayasal suç (AS: anayasayı çiğnem-ihlal) suçu işleniyor, ama bunun bir yaptırımı yok! Okullulaşmada bölgesel ve cinsiyetler arası eşitsizlikler de işin cabası. Okulöncesi ve ilkokullarda Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Orta ve Doğu Karadeniz illerinin önemli bölümü Türkiye ortalamasının altındadır.

Yükseköğretim de bu yıl geçmişe oranla çok daha zorlu geçecektir. Çünkü her sekiz öğrenciden ancak birinin bir devlet yurduna yerleşeceği 2023-2024 yılında her sekiz öğrenciden yedisinin çoğu ya tarikat-cemaat vakıflarının işlettiği karanlık yuvalara teslim olacak ya da kirası 10 binlerle başlayan evlerde kalacak, kalabilirlerse…

KARŞIDEVRİM SALDIRISI

Ve ekonomik yıkımın tetiklediği yığınla sorun: Ulaşım ücretleri, beslenme, 2016’da biteceği söylenen ama hâlâ %20’lerdeki ikili öğretim. Özellikle büyük kentlerde yetmeyen okullar, derslikler, altyapı… İşte bunlar ve daha nice öncelikli sorunlar ortadayken başta AKP iktidarının 9. Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’le 14 Mayıs seçimlerinde hem iktidarın hem muhalefetin TBMM’ye taşıdığı yeni karşıdevrim çığırtkanlarına göre eğitimde asıl sorun karma eğitimdir!

  • Onlara göre çocuklarımızı karma eğitim işkencesinden kurtarırsak her şey yoluna girecektir!

Bu öğretim yılında AKP iktidarının 21 yıldır sürdürdüğü eğitimin bütün süreçlerini dincileştirme çabalarını karma eğitim atağıyla sürdüreceği anlaşılıyor.

  • Öncelikli amacın kızlarımızı okulun, kadınlarımızı toplumsal yaşamın büsbütün dışına itmek olduğunu anlamamak için kör olmak gerek.

Özetle karşıdevrim, bu öğretim yılında Cumhuriyete, laik ve bilimsel eğitime karşı geleneksel düşmanlıkta kararlı. Ama unutulmasın ki;

– Cumhuriyet değerlerini,
– laik yaşamı,
– bilimin kılavuzluğunu

içselleştirmiş toplumsal çoğunluk, bu değerleri korumakta daha da kararlıdır.

  • Yüzyılların kazanımlarından biri olan karma eğitim sahipsiz değildir,
    ortaçağ ilkelliğine yedirilmeyecektir.

LAİK ve BİLİMSEL EĞİTİMDEN ASLA VAZGEÇMEYECEĞİZ!

Engin Demirkollu

Torununun ve çocuğumun,
Aile dışından ve benim seçmeyeceğim uygun görmeyeceğim,
Manevi danışmana asla gereksinimi yoktur.

Onun öncelikli danışmanı ancak ve yalnız benim.
Gerekirse O’na kimin danışmanlık yapacağına ancak ve yalnız ben karar veririm.
Okulda atanmış manevi danışmanı reddediyorum.
Çocuğuma sözde manevi danışmanlık yapmasını asla kabul etmiyorum.

Eylül’de başlayacak yeni eğitim-öğretim yılında pilot bölge seçilen 3 il Tekirdağ, Eskişehir ve İzmir’de devlet okullarına, ilkokullar da içinde olmak üzere manevi danışman adı altında imam ve vaizler atanacak.
Belki de bir süre sonra Rehberlik ve Psikolojik Danışma ögretmenleri yerine salt bunlar atanacak.

İzmir Barosu bugün konuyla ilgili duyuru paylaştı, CHP il örgütleri de konuyla ilgili örgütleniyor ve bir protesto gösterisi planlanıyor.
Çocuklarımızın ve torunlarımızın geleceği için lütfen yayalım, ilgilenelim ve direncimizi gösterelim.

Bugün yalnızca pilot okullar ama herhangi bir direnç ya da karşı koyma olmazsa, yakında tüm Türkiye’de ve ileride özel okullarda da aynı durumla karşı karşıya kalabiliriz.
Bu nedenle, lütfen soruna duyarlılık gösterelim.
***

Milli Eğitim Bakanının, ayrımcılık yasağına, Anayasa’nın başlangıç kısmında yer alan eşitlik, din ve vicdan hürriyeti ilkelerine, Türkiye Cumhuriyeti’nde eğitiminin temel kanunu olan ve Anayasa’nın 174. maddesiyle koruma altına alınmış “inkılap kanunlarından”  Tevhidi Tedrisat Kanunu‘na açık aykırılık oluşturan açıklamalarını kınıyor ve kabul etmiyoruz.

Yasalar gereği kız-erkek ayrımı yapmaksızın tüm çocukların okula gitmesini sağlamakla görevli Milli Eğitim Bakanının kız okulları açılabileceğine ilişkin demeçleri; zorunlu eğitim çağındaki kız çocuklarının okula gönderilmediğinin, bunu engellemek için gerekli önlemlerin alınmadığının yani görev ihmalinin itirafını da içermektedir.

Kız çocuklarının eğitime erişiminin engellenmesi, 4+4+4 sistemiyle başlatılmış;  gitgide derinleşen yoksulluk ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile pekiştirilmiştir.

Engellerin kaldırılması yerine karma eğitimin “suçlu” ilan edilmesi,  bilinçli olarak yapılan politik bir tercihtir.

Eğitimin amaçlarından biri, tüm eşitsizlikleri ortadan kaldırarak inanç ve vicdan özgürlüğünü güvence altına almak iken bu açıklamalarla “milli eğitimde” laiklikten uzaklaşarak “dinsel eğitimin” hedeflendiği ve cinsiyetçi, eril anlayışın eğitim ilkelerine egemen kılınmaya çalışıldığı açıktır.

Karma eğitimin tartışmaya açılması Cumhuriyetin demokratik, bilimsel ve laik kazanımlarının tasfiye edilerek “milli eğitim”in “din temelli” eğitime dönüştürülmesinin devlet eliyle örgütlenmeye çalışılmasıdır.

Yine aynı biçimde geçen hafta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Artİstanbul Feshane’deki sergisi önünde bir araya gelen gerici grupların saldırı girişimi, Balıkesir Sivil Toplum Platformu adlı gerici oluşumların yaptıkları ortak açıklama dikkate alınarak Balıkesir Büyükşehir Belediyesi tarafından konserlerin iptal edilmesi, Kızılay’ın başına adı cemaatle anılan kişilerin getirilmesinin; din temelli bir devlet kurma ve laikliği yok etme çabalarının parçası olduğunu biliyoruz.

İzmir Barosu olarak demokratik, bilimsel ve çağdaş eğitimden uzaklaşma uğraşının her zaman karşısında duracağımızı tekrar eder;

  • Cumhuriyetin 100. Yılında başta laiklik olmak üzere Cumhuriyet kazanımlarımızı yok etmenize izin vermeyeceğimizi hatırlatırız.

https://www.izmirbarosu.org.tr/HaberDetay/3160/cumhuriyetin-demokratik-bilimsel-laik-kazanimlarindan-asla-vazgecmeyecegiz 7

 

Tarikatın siyaseti, siyasetin tarikatı

Zülal KalkandelenZülal Kalkandelen

zulal.kalkandelen@cumhuriyet.com.tr
11 Haziran 2023, Cumhuriyet

(AS: Bizim kısa katkımız yazının altındadır.)

Muhalefet partileri, seçim sonrasında kendi iç çalkantılarıyla uğraşıp aynı isimler çerçevesinde siyaseti bir tür “tarikata” dönüştürürken tarikatçılar ise Mart 2024’teki yerel seçimler için kolları sıvamış, siyasete etki etme yarışında.

Örneğin, birtakım TV kanallarına konuk edilip saatlerce konuşturulan Ahmet Mahmut Ünlü (Cübbeli Ahmet Hoca), şeriatı savunup muhalif belediyeleri hedef alırken şunları söylemiş:

  • Biz şeriatçıyız. Demokrasiye inanmıyoruz; reddediyoruz, biz şeriat ehliyiz… Tehlike büyüktür. İstanbul’da önümüzde belediye işi var. Görüyorsunuz ortalığı, olayları. İstanbul’un ne hale geldiği, belediyenin neler yapıldığı, ne zararlar ne zevaller, ne kazanımların geri gittiği ortadadır. Onun için rehavete kapılmamak lazım ama maalesef Ankara da öyle, İzmir de.”

İsmailağa Cemaati’ne mensup bu vaiz, tarikatlara ve cemaatlere yapılan yardımlar kesilince belli ki çok rahatsız olmuş, “Müslümanlara çok zeval verdiler” diyor ve siyasetin dik alasını yaptığı halde aksini iddia ediyor!

O zaman bıkmadan yineleyeyim:

  • Tarikatları ve cemaatleri kapatan 1925 tarihli 677 sayılı devrim kanunu yürürlükteyken tarikat mensuplarının siyaseti bu şekilde yönlendirmeye çalışması suçtur.
  • Demokrasinin sağladığı olanakları kullanıp şeriatçıyız diyen bu yasadışı yapılanmalar, anayasaya aykırıdır!

Bu konuda sessiz kalan her siyasi parti de savcı da anayasayı ihlal suçuna göz yumuyor. Gerçeği bu netlikte söylemeyen herkes, Türkiye’deki dincileşmeden sorumludur!

‘MİLLİ EĞİTİME İSLAM MÜHRÜ’ 

Laikliği hedef alan bir diğer vaiz ise İhsan Şenocak. O da

  • Milli eğitime İslam mührünü vuramazsak her yere fen liseleri açılsa da mimaride Sinan, hendesede Cezeri, tıpta Biruni, askeriyede Barbaros, siyasette Yavuz Selim yetiştiremez, Batı’nın masallarından kurtulup hakikate ulaşamayız. Adının milli olması yetmez, satırlara İslam mührünü vuracaksınız” buyurmuş…

Şenocak’ın 2017’de Samsun Aşıkkutlu Eğitim Merkezi müdürü iken Müslüman kadınların pantolon giymesi hakkında söylediklerini hatırlıyor musunuz?

  • “Kızın şu sokaktan geçip de okula pantolonla giderken yüreğin parçalanıyor mu senin? 18 yaşında kaşını aldıran kızın üniversiteye giderken o halde, yüreğin parçalanmıyorsa vallahi kıyamet günü cehennem seni parçalayacak. Allah’ın emanetini ne hale getirdin? Sevindin üniversiteyi kazanınca; ODTÜ’ye, Boğaziçi’ne gidince sevindin. Doktor olacak, mühendis olacak, 5 milyar aylık alacak, arabaya binecek, eşine mecbur olmayacak, mahkûm olmayacak… Peki onlara sevindin; kot pantolonuyla erkeklerin bakışı arasında kızın yürüyor, delikanlılar arkasına takılmışlar, arkasından gidiyorlar. Yavrunu cehenneme attın cehenneme!”

Bu skandal sözleri nedeniyle büyük tepki çekmiş, Diyanet İşleri Başkanlığı’nca açığa alınmış, sonra da Sinop İl Müftülüğü’ne eğitim uzmanı olarak atanmıştı. O günlerde İsmailağa Cemaati, “Diyanet camiamızın güzide mensubu, kanaat önderi” diyerek Şenocak’a sahip çıkmıştı.

EĞİTİMDE DİNCİLEŞME TEHLİKESİ

“Milli eğitime İslam mührü vurmaktan” söz edildiği sırada, İstanbul’daki 236 okulun, valilik onayı ile Bilal Erdoğan’ın TÜGVA’sına tahsis edildiği ve yaz boyunca dini eğitimler düzenlendiği; İzmir İl Milli Eğitim Müdürlüğü ve İzmir Müftülüğü arasında imzalanan protokol kapsamında kentteki 842 okulda imam, Kuran kursu öğreticisi, vaiz ve din hizmetleri uzmanı görevlendirildiği haberleri medyada yer aldı.

Manevi rehberlik adı altında yapılan bu görevlendirmelerde din insanlarının pedagojik formasyonu olmadığı gibi, belli bir inanç sistemi ile eğitimde dincileşme hızlandırılıyor.

200 bin öğretmen ihtiyacı varken, 700 bin meslek mensubu atama beklerken, din görevlileri okullara atanıyor.

Bu, tamamen (tümüyle) laik ve bilimsel eğitimin ortadan kaldırılmasına yönelik bir projedir.

  • Bu uygulamalar, anayasadaki laiklik ilkesine aykırı olduğu gibi, milli eğitimin kendi mevzuatına da aykırıdır!

=========================================
Dostlar,

Bu bağlamda 11 Haziran 2023 günü yayınladığımız tweet iletisi aşağıda..

14 Haziran 2023, saat 01:26’da izlenme sayısı 64 bine erişti..

  • Taliban bile bu denli pervasız değil..

Bir yandan İslamofobi‘den yakınan İslamcılar, bir yandan da neler yaptıklarına baksalar.. “İslamofobi” haksız mı, az bile belki..

İslam dinine en büyük kötülük ve tehdit ne Batı’dan ne İslam’ı benimsemeyenlerden.. Doğrudan doğruya bu dini siyasete alet eden ve emperyalizmin güdümüne sokan SİYASAL İSLAM ve SİYASAL İSLAMCILAR!

İçten Müslümanların, bu çok tehlikeli ve insanlık dışı, barış düşmanı, Anayasayı ve insan – çocuk haklarını ayaklar altına alan (BM Çocuk Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere…) abanmayı – dayatmayı – kurguyu reddetmeleri gerek. Açıkça, kararlılıkla ve daha çok gecikmeden..

Sevgi ve saygı ile. 14 Haziran 2023, Ankara

Prof. Dr. Ahmet SALTIK MD, BSc, LLM  
Atılım Üniv. Tıp Fak. Halk Sağlığı (Toplum Hekimliği) Uzmanı
Hekim, Hukukçu-Sağlık Hukuku Uzmanı, Mülkiyeli
www.ahmetsaltik.net       profsaltik@gmail.com
facebook.com/profsaltik     twitter : @profsaltik

YÜKSEK ÖĞRETİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ

Suay Karaman      

YÜKSEK ÖĞRETİM SORUNLARI VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ (*)

Değerli konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Yüksek öğretimin sorunlarına geçmeden önce, üniversite hakkında kısaca bilgi vermek istiyorum. Üniversite; yönetsel, bilimsel ve maddi özerkliğe sahip bir kurumdur. Bu kurum, devlet tarafından kurulan devlet dışı kurum kabul edilir. Bu özellikler, kamu adına, üniversite için vazgeçilmez özelliklerdir. ‘Üniversite’ adını taşıyan bir kurum bu nitelikleri taşımıyorsa, o kurum, adında ‘üniversite’ sözcüğü olan sıradan herhangi bir kurumdur. 

Üniversite kamu adına bilim üretir. Üretilen bilimin, doğru olabilmesi ve yayılabilmesi için, bilimi üreten kişilerin ve çalıştıkları kurumların akademik özgürlüğe ve özerkliğe sahip olmaları gerekir. Özerk ve özgür olma, her şeyden önce kişinin kendi iç dünyasına, devlete, hükümete, sermayeye ve herhangi bir toplumsal ya da örgütsel güce karşı gereklidir. Bu özelliklerinden ötürü gerçek üniversiteyi, ancak, kamu adına devlet kurabilir. Bu nedenle devletin kurduğu üniversite, devlet üniversitesi değil kamu üniversitesi olarak nitelendirilir. Bu yönüyle de üniversite devlet örgütünün dışında kalır. Devlet, kamu üniversitesine her türlü parasal ve kurumsal olanak sağlar; fakat bunlara karışmaz. Çünkü üniversitenin özerk ve akademik özgürlüğe sahip olması, kamu yararı açısından bunu gerektirir. 

Üniversite, akıl ve bilim kurumudur. İnanca dayanan dogmatik düşüncelerle ilgilenmez, önyargı ve hurafe (boşinan) üretmez; bunlara karşı durur, yaymaz ve savunmaz. Özerkliğe bunlar için de gereksinim duyar. Dolayısıyla üniversitede, dinsel, ırksal, mezhepsel ve öbür dogmasal düşüncelere sahip kişiler, kendi benliklerine karşı özerk ve özgür olamıyorlarsa, bunları yayıp savunuyorlarsa, çalışamazlar. Çünkü akademik özgürlük, ancak, bilimsellik niteliği taşıyan özgür düşünce için geçerlidir. 

Üniversitelerin, eğitim-öğretim vermek, araştırma yaparak bilgi üretmek ve bilgiyi topluma yaymak gibi temel işlevleri vardır. Üniversitelerin bu temel işlevlerini yerine getirebilmeleri, akademik ve idari (yönetsel) kadrolarının niteliği ile fiziksel koşullarının yeterli olmasına bağlıdır.. Üniversitelerin etkinlik kazanmaları toplum için çok önemlidir, çünkü üniversiteler toplumun ışığıdır, önünü açar ve aydınlatır. 

12 Eylül 1980 darbesinden sonra 6 Kasım 1981 tarihli 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu (YÖK) çıkarılmıştır. Çıkarılan bu yasa, Ocak 1981’de Şili’deki faşist cuntanın çıkardığı yasanın kötü bir kopyasıdır. YÖK yasasıyla birlikte üniversitelerde toplu tasfiyeler başlamış, akademisyenler susturulmuş, çağdaş ve özerk üniversite yok edilmiş, yöneticiler atamayla gelmiştir. YÖK Yasası ile bütün üniversitelerin programları ve ders içerikleri aynılaştırılmıştır. Üniversitelerin tümünün yatırım bütçeleri YÖK’e tahsis edilmiş ve yerleşke inşaatları YÖK tarafından ihale edilmeye başlanmıştır. Üniversite harçları artırılmış ve eğitimin özelleştirilmesinin yolu açılmıştır. Zaman içinde yasanın birçok maddesi değiştirilmiştir ama yasanın üniversiteler üzerindeki baskıcı havası 41 yıldır kırılamamıştır. Özellikle 2002 yılından sonra üniversitelerde liyakat (yaraşırlık) bitirilmiş, laik ve bilimsel eğitim yara almaya başlamıştır. 

Şimdi yükseköğretimin sorunlarına gelelim: Ülkemizde 129 kamu, 75 özel ve 4 Vakıf Meslek Yüksekokulu ile toplam 208 üniversitede 183.592 öğretim elemanı görev yapmakta ve 8,3 milyon öğrenci öğrenim görmektedir. Bu 208 üniversitenin kimisinde başta kütüphane olmak üzere, yerleşke (kampus), laboratuvar, yeterli derslik, yurt, kültür ve spor alanı gibi birçok temel alt yapıya sahip olmayan üniversitelerin bulunduğu bilinmektedir. 

Üniversitelerde yeterli akademik kadro, araştırma görevlisi, teknik eleman, memur ve hizmetli personel eksikliği vardır. Bunların yanında üniversitelerin bütçelerinin yetersizliği de ortadadır. 2022 yılında üniversitelere 58 milyar TL bütçe ayrılırken sadece Diyanet İşleri Başkanlığına 23 milyar TL bütçe ayrılmıştır. Üniversite araştırma fonlarının ve TÜBİTAK bütçelerinin yetersiz olması, yurt içi ve özellikle yurt dışı kongre ve toplantılara katılımın düşmesine neden olduğu gibi, bilimin gelişmesini de engellemektedir. Günümüzde öğretim elemanı kadrosu niteliği de çok tartışılmaktadır; son yıllarda öğretim elemanlarının yeterliliği ve niteliği oldukça düşmeye başlamıştır. Akademik kadrolar liyakate (yaraşırlığa) bakılmadan, eş, ahbap, tanıdık ve siyasal ölçütlere göre doldurulmaktadır. Bütün bu olgular birleşince birçok akademik personelin hevesi kalmamış, salt zorunlu yapmaları gereken dersleri yapmaktadırlar. Bu arada akademik ve idari (yönetsel) personelin aldıkları ücret, yoksulluk sınırına gerilemiştir. 

Çok sayıda paralı, sahte dergilerin, sahte kongrelerin ve sahte tez yazım bürolarının varlığı sayesinde kayırılan kimi kişilere, lisansüstü eğitim yaptırılmış ve sonrasında da doçentlik, profesörlük unvanları verilmiştir. Böyleleri üst yönetim görevlerine de getirilmiştir. Üniversite sınav sorularının şifrelenmesi ve çalınması, neredeyse rutin bir duruma getirilerek, insanların gelecekleri çalınmaktadır. 

Hızla sayısı artırılan yükseköğretim kurumlarının çok ciddi olarak nitelik sorunu vardır. Her ile ve ilçeye altyapısı olmadan üniversite açmak, eğitimin niteliğini düşürdüğü gibi, niteliksiz ama diplomalı işsizler ordusunu büyütmektedir. Birçok üniversitede kadrolu öğretim üyesi bulunmamaktadır. Öğrenciler araştırma görevlileri ile lise düzeyinde öğrenim görmektedirler.

  • Kimi ilçelerde yalnızca 2-3 öğrencisi bulunan Meslek Yüksek Okulları bile vardır. 

Öğrenciler açısından da bakarsak, barınma ve beslenme sorunları çok fazladır. Öğrenciler gerek büyük kentlerde, gerekse ilçelerde ulaşım sorunlarıyla da boğuşmaktadır. Üniversite öğrencilerinin çoğu okudukları kentlerden memnun (hoşnut) değildir. Kentte kendini güvende hissetme (duyumsama), eğlence, spor, gezi, sosyal (toplumsal), sanatsal, siyasal ve kültürel (ekinsel) etkinlikler ile sağlık sorunlarının çözümü gibi konularda da sıkıntı içindedir. Halkın ve esnafın öğrencilere karşı tutumu da olması gereken düzeyde değildir. Türkiye’de çok sayıda öğrenci yoksulluk nedeniyle okumakta zorluk çekerken, kimi öğrenciler de burs alamadığı, devlet yurduna yerleşemediği için öğrenimi bırakmak zorunda kalmaktadır. 

Eylül 2021’de ülkemizde 3-5 yaş arasında okul öncesi okullaşma oranı %38 ile düşük düzeydedir. Okullaşma oranları ilkokulda %93, ortaokulda %89, lisede %44, yükseköğretimde %45’tir. Bu oranlar gelişmiş ülkelere göre düşüktür. Bilimsel araştırmalar okul öncesi eğitimin, eğitimde ve yaşamda başarıyı etkileyen çok önemli bir etken olduğunu vurgulamaktadır. Eğitimin temel bir aşaması olan ve bütün çocuklara sağlanması gereken okul öncesi eğitim, eğitim-öğretim sisteminin temelidir. Anaokullarında ya da ana sınıflarında yeterli öğretmen, personel (çalışan), pedagog ve sosyal hizmet uzmanı bulunmaması, okul öncesi eğitimin en önemli sorunlarının başında gelmektedir. 

2022’de yapılan üniversite sınavına 3.008.287 öğrenci katıldı. 96.518 aday sıfır alırken, 40 soruluk Temel Matematik testindeki ortalama doğru yanıt 7, Türkçe testinde 18 olurken, 20 soruluk Fen Bilimleri testindeki ortalama doğru yanıt 3, Sosyal Bilimler testinde 8 oldu. Böylece üniversiteye kayıt yaptıran öğrencilerin yaklaşık %8.0 kadarının nitelikli bir yükseköğretim programını okuyacak temel akademik bilgiye sahip olmadığı anlaşılmaktadır. 

Yükseköğretimdeki sorunları çözmek için ulusalcı, vatansever ve cumhuriyet devrimlerini özümsemiş kadrolara gereksinim vardır. Öncelikle her alanda ulusal eğitim yapılmalıdır. Ulusal eğitim; ulusun kendi eğitimcileri tarafından hazırlanmış, kaynakları, yöntemleri, planları, olanakları ve uygulamaları ulusal olan eğitimdir. Bütün öğretim kademelerini (basamaklarını) içine alan bilimsel, laik, demokratik ve çağdaş eğitime inananlardan oluşan bir komisyon (kurul) ile köklü bir eğitim reformu yapılmalıdır. Üniversitedeki tüm sorunların temelinde, ülkemizde benimsenmiş bir bilim politikası olmaması ve buna bağlı olarak üniversitelerin de kendi politikası olmaması yatmaktadır. Bu nedenle yeni bir yükseköğretim yasası zorunludur. 

Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) kaldırılarak, üniversitelerin bilimsel özgürlük ve yönetsel, maddi (akçalı) özerkliklerini koruyacak biçimde, eşgüdümü sağlamakla yükümlü yeni bir üst kurul oluşturulmalıdır. Bu üst kurulun temel işlevi yükseköğretim planlaması yapmak, yükseköğretimde eşgüdümü sağlamak ve yükseköğretim ile istihdam ilişkisini planlayarak güçlendirmektir. Bu üst kurulun tüm üyelerini üniversiteler seçmelidir. Bugünkü YÖK merkeziyetçiliği içindeki tüm yetkiler, demokratik biçimde oluşturulan kurullara devredilmelidir. 

Kamu üniversitelerinin sayıları azaltılmalı, nitelikleri artırılmalıdır. Yalnızca büyük kentlerde üniversite açılmalı, küçük illerde ve ilçelerde üniversite olmamalıdır. Özel vakıf üniversiteleri kamulaştırılmalıdır, cumhuriyet devriminin toplumsal politikalarına dönerek eğitimin kamu hizmeti olması sağlanmalıdır. 

Eğitim sistemi sınav temelli değil, öğrenme temelli olmalı; ezbere değil, düşünmeye ve sorgulamaya dayanmalıdır. Nitelikli bir üniversite eğitimi için öğrencilerin temel fen bilimleri ve matematik bilgisi yanında felsefe, mantık, sosyoloji, psikoloji, sanat tarihi, tarih, coğrafya bilgilerine sahip olması için çalışmalar yapılmalıdır. Farkındalığı yüksek, duygusal zekâ, soyut, analitik (çözümleyici) düşünme ve sorgulama beceresi kazandırılması gerekir. Bunun için ortaokul ve liselerde bu eğitimler verilmelidir. 

Üniversitelerin finans (akçal) kaynaklarının kamusal ağırlıklı olmasına ve genel bütçeden sağlanmasına özen gösterilmelidir. Finansmanın kamusal ağırlığı, üniversitenin asli işi olan bilime daha çok yoğunlaşmasını sağlayacaktır. 

Üniversitelerde eğitim dili resmi dil ile yapılmalıdır. Ancak öğrencilerin bir ya da daha çok yabancı dil öğrenmeleri için gerekli çalışmalar da yapılmalıdır. 

Üniversite, neyi öğreteceğine, neyi araştıracağına, öğretim ve araştırmanın kimin tarafından yapılacağına kendisi karar vermelidir. Bilimsel özgürlükler kullanılırken, toplumun gereksinimleri ve öncelikleri temel alınmalı, araştırma alanları bilimsel gelişmeler doğrultusunda seçilmeli, eğitim ve öğretim programları ile ders içerikleri akademik gelişmelere uygun olarak düzenlenmelidir. 

Üniversite yönetiminde, en küçük akademik birimlerden başlayarak, üyelerin katılımıyla oluşan kurullarca yönetilmesine olanak sağlanmalıdır. Demokratik süreç ve katılımcı temsil biçimleri, akademik birimlerden başlayarak üniversite geneline egemen kılınmalıdır. Üniversite yöneticileri, rektör, dekan, enstitü ve yüksekokul müdürleri ile bölüm başkanları seçimle gelmelidir. Ancak bu seçimlerde nitelikli çoğunluk aranmalıdır. 

Akademik yükseltme ve öbür değerlendirme ölçütleri fen, sağlık, sosyal bilimler ve güzel sanatlar alanlarının özgünlükleri göz önünde tutularak hazırlanmalıdır. Bu bağlamda, yükseltmelerle ilgili kesin ölçütler konulmalı ve bunlara kesinlikle uyulmalıdır. 

Uluslararası ilişkiler teşvik edilmeli, birimlerin düzenleyecekleri sempozyum, konferans gibi etkinlikler için parasal kaynak sağlanmalıdır. Öğretim elemanlarının ulusal ve uluslararası sempozyum, konferans, sergi, festival, çalıştay vb. etkinliklere katılması akçalı olarak desteklenmelidir. 

Demokratik süreçlerin işletilmesinde, kamu çıkarı ve liyakat (yaraşırlık) ilkelerinden ödüne asla izin verilmemelidir. Kamusal çıkarlar ve yaraşırlık ilkesi temelinde bir kurumsallaşma hedeflenmelidir. Kadro alımında akademik birimlerin gereksinimleri, tercihleri ve en önemlisi yaraşırlık göz önünde bulundurulmalıdır. Ülkemizin gereksinimine göre yeni bölüm ve birimlerin açılmasında yeterli nitelik ve sayıda insangücü ve altyapının varlığına dikkat edilmelidir. 

Bilim yapan kurumlar olarak tanımlanan üniversitelerde, eğitimin niteliği çok önemlidir. Üniversitede kimin öğrenim görmesi gerektiği, kimin ders verebileceği, neyin ve nasıl öğretilmesi gerektiğinin belirlenen ölçütlere göre sağlanması, başarının temeli için çok önemlidir. Özellikle öğretim elemanı niteliğinin giderek düştüğü günümüzde, üniversitelerde hak edilmemiş unvan (san) ve görevler vardır. Akademik yükseltmeler mutlaka bilimsel yaraşırlık temeline göre düzenlenmeli ve saydam biçimde yapılmalıdır. Böylece üniversite saygınlığı her aşamada en üst düzeyde sağlanarak, toplumun üniversiteye olan güveni sarsılmamalıdır. 

Üniversiteler bağımsız olmalıdır. Bağımlı ortamda bilim yapılamaz. Ancak üniversite özerkliği, kötüye kullanılmaya olanak vermeyecek biçimde ve hukuk denetimine açık olmak üzere düzenlenmelidir. Eğer üniversite ve bilim, siyasal iktidarın güdümüne girerse, üniversite özerkliğinden söz edilemez. Özerklik olmadığı zaman, bilim de olmaz. Üniversitelerin yönetim süreçlerinde saydamlık, hesap verebilirlik ve katılımcılık ilkelerine göre davranmaları güvence altına alınmalıdır.  

Tüm bilimsel araştırmalara ve Ar-Ge çalışmalarına daha çok kaynak ayrılmalıdır. Üst düzey bilimsel araştırma yapılması ve nitelikli öğretim elemanı yetiştirilmesi için gerekli destek sağlanmalıdır. 

YÖK ilk çıktığı zamanlarda yeterince doçent ve profesör atanamayan yeni kurulmuş üniversiteler için getirilen yardımcı doçentlik kadroları şimdi doktor öğretim üyesi olarak yenilenmiştir. Ancak bu kadrolar, yetkili kişilere ya da yetkili kişinin destekledikleri kişilere oy sağlamak amacıyla kullanılır duruma gelmiştir ve birçoğunda yaraşırlık aranmamaktadır. Doktorası biten akademisyenlerden gerekli koşulları sağlayanlara doçentlik kadrosu verilmelidir. 

Doçent ve profesör kadrolarına atanacak olanların her unvan basamağında öbür üniversitelerde (gelişmekte olan) birer yıl zorunlu hizmet yapmaları sağlanmalıdır. 

Yüksek lisans yapmak isteyenlerde 4 üzerinden 3 not ortalaması, doktora yapmak isteyenlerde 4 üzerinden 3,5 not ortalaması koşulu getirilmelidir. Böylelikle lisansüstü çalışma yapanların da, akademisyen olmak isteyenlerin de nitelik sorunu çözümlenebilecektir. 

Yükseköğretimde açılacak bölümler, istihdam olanaklarına göre planlanmalıdır. Özellikle meslek yüksekokullarının sayıları ve açılacak programlar ülkenin gereksinimlerine göre belirlenmelidir. Meslek yüksekokullarının donanım ve kadroları, yeterli düzeye getirilerek, niteliklerini geliştirmek gerekmektedir. Meslek yüksekokullarının etkinliği, nitelikli ve yeterli sayıda akademik ve yönetsel kadroların görevlendirilmesiyle artırılarak, gençlerin bu okulları tercih edilebilir kurumlar durumuna getirilmesi sağlanmalıdır. 

Akademik ve yönetsel çalışanlar arasında işbirliğini geliştirmek ve eşgüdümü sağlamak için, yönetsel çalışanlara yönelik eğitim programları düzenlenmelidir. Üniversitenin kurumsallaşması ve demokratik katılımın sağlanmasının temel araçlarından biri olan örgütlenmenin desteklenmesi gerekir. 

Üniversitelerin tüm bölümlerinde ve hastanelerinde döner sermaye adı altında yapılan işlere son verilmelidir. Aynı biçimde ikinci öğretim adıyla yapılan ücretli eğitime de son verilmelidir. Üniversite öğrencilerinin estetik, sanatsal ve kültürel (ekinsel) bir formasyon  (donanım) kazanmasına yönelik olarak, yaratıcı drama, sanat ve müzik tarihi, uygarlık tarihi, felsefe, psikoloji, sosyoloji, mantık gibi dersler özendirilmeli ve spor olanakları geliştirilmelidir. Üniversite eğitimi, öğrencilerin eleştirel ve sorgulayıcı düşünmeyi öğrenmelerini sağlarken, yaratıcılıklarının geliştirilmesine yardımcı olması bakımından da önemlidir. 

Öğrencilerin gelişimi açısından ekinsel, toplumsal ve spor etkinliklerine yer verilmeli ve bahar şenlikleri, kültür (ekin) şenlikleri düzenlenmelidir. Öğrenci temsilcileri hem fakülte, hem de üniversite yönetim kurullarına, öğrencilerle ve öğrenim politikaları ile ilgili konularda oy hakkıyla katılmalıdır. 

Öğrenci yurtlarının kapasitesi ve niteliği artırılarak, barınma ile ilgili bütün sorunlar çözülmelidir. Dengeli ve yeterli beslenme sorunu da çözüme kavuşturulmalıdır. Tüm üniversite yerleşkeleri, öğrencilerin ve çalışanların günlük gereksinmelerini rahatlıkla karşılayacak biçimde düzenlemelidir. Kent merkezi ile yerleşkeler arasında ulaşım yeterli ve ücretsiz servislerle sağlanmalıdır. 

Ülke genelinde eğitim ve sağlık gibi hizmetlerin, mutlaka devlet tarafından ve ücretsiz sağlanması ön koşul olarak gerekmektedir. Öğrenciyi ‘müşteri’ olarak gören özel üniversiteler, kamulaştırılmalıdır. Eğer özel üniversite olması bir zorunluluksa, özel üniversitelerde alınacak ücret, asgari ücretin üç-beş katı arasında olmalıdır. Yerleştirme puanları ise, kamu üniversitelerindeki aynı bölümün en çok on-onbeş puan altında olmalıdır. Böylece bilgisi olmayan ama parası olanın, istediği üniversiteye girerek, fırsat eşitsizliği yaratmasının yolu kapatılmış olur. 

Fizikçi Richard Phillips Feynman (1918-88); öğrencilerin, okula gelmek ve öğrenme sevgilerini büyütmek için onları heyecanlandıracak mutlu öğretmenleri olması gerektiğini söylemiştir. Yani öğrencilerin mükemmel değil, mutlu öğretmenlere gereksinimi vardır. Çünkü mutsuz öğretmen, aynı zamanda öğrencilerin de mutsuzluğu demektir. Mutsuz öğrenci ise başarısızlığı getirir. 

Üniversite, gençlere yalnızca bilgi veren değil, yaşamda doğru davranış yolunu bulmaya alıştıran ve bu amaç için düşünme alışkanlığı veren kurumdur. Eğitim, gençlere dünyayı, çevreyi, toplumu, insanları ve tüm canlıları anlamalarını sağlamıyorsa neye yarar? Sorunları çözüme kavuşturulmuş çağdaş üniversitelerimizde ülkesini seven, ülkesinin kalkınması ve toplumun refahı (gönenci) için çalışacak genç akademisyenlere gereksinim vardır. Bunları gerçekleştirmek için, eğitimde başarılı olmak için çok çalışmamız gerektiğinin bilincinde olmalıyız. Bu duygularla sözlerime son veriyorum. 

Azim ve Karar, 28 Kasım 2022 

(*): Yüzüncü Yıl Platformu’nun 26 Kasım 2022 tarihinde düzenlediği “Ulusal Eğitim Sempozyumu (Kurultayı) 2022” konuşması

Anayasa ve laiklik

Anayasa ve laiklik

Örsan K. ÖymenÖrsan K. Öymen
Cumhuriyet, 22 Şubat 2021
Cumhurbaşkanı” ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yeni ve sivil bir anayasa” yapacaklarını açıklamasıyla birlikte, AKP’liler, yeni anayasanın “1921 anayasasının ruhunu taşıyacağına” dair söylemler geliştirmeye başladılar. Çünkü amaçları, demokratik laik cumhuriyeti yıkmak, onun yerine teokratik monarşik bir düzen kurmaktır!

Her şeyden önce “1921 Anayasası”, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin anayasası değildir. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti 1921 yılında henüz kurulmamıştı. Kurulmayan bir cumhuriyetin ve devletin anayasası olmaz. “1921 Anayasası” olarak adlandırılan ilkeler, Kurtuluş Savaşı yıllarında, savaş sürecindeki yönetim işlerini düzenlemek amacıyla geliştirilmiştir. Bu ilkeler cumhuriyetin temel kuruluş ilkeleri değildir. “1921 Anayasası’nda” egemenliğin halka devredilmesi ifade edilmiştir, ancak halkın nasıl egemen olacağı somut ve ayrıntılı olarak ortaya konulmamıştır.

  • Sözde “yeni ve sivil” bir anayasa önerirken “1921 Anayasası”nı dayanak noktası yapmak, demokratik, laik hukuk devletinin yıkılması çağrısından başka bir şey değildir!

***
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, 1921 yılından sonra, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin onayıyla, birçok devrim ve anayasa değişikliği gerçekleştirmiştir. Cumhuriyetin temel kuruluş ilkeleri, söz konusu devrimlerle ve anayasa değişiklikleriyle, 1921 yılından sonra biçimlenmiştir. Öğretim Birliği yasasıyla medreselerin kapatılması, tüm vatandaşların laik ve bilimsel eğitim sisteminden yararlanmalarının sağlanması; halifeliğin ve saltanatın kaldırılması; Medeni Yasa ile kadın ve erkek arasında eşitliğin sağlanması; üniversite reformuyla yeni üniversitelerin ve fakültelerin kurulması; kadınlara seçme ve seçilme hakkının tanınması; “devletin dini İslamdır” ifadesinin anayasadan çıkarılması ve laiklik ilkesinin bir anayasa maddesi haline gelmesi, 1921 yılından sonraki gelişmelerdir.

AKP’nin “1921 Anayasası”na sarılmasının nedeni budur. Çünkü AKP, 1921 yılından sonra cumhuriyetin elde ettiği kazanımları ortadan kaldırmayı amaçlamaktadır. Anayasa Mahkemesi’nin, AKP’nin laiklik karşıtı odakların merkezi haline geldiğine dair kararı, tarih ve olgular tarafından doğrulanmıştır.
***
Laik bir ülkede, devletin dini olmaz
, vatandaşların, kendi özgür iradeleriyle yapacakları seçime göre dini olur veya dini olmaz. Vatandaş, hangi dini veya mezhebi seçeceğine veya dindar mı dinsiz mi olacağına kendisi karar verir. Devlet vatandaşa, belli bir dini ve söz konusu dinle ilgili belli bir mezhepsel yorumu dayatamaz.

Bunun dayatıldığı bir ülke bölünmeye ve parçalanmaya mahkûmdur. Bir ülkenin birliği ve bütünlüğü, dini, mezhebi, dünya görüşü, etnik kimliği ne olursa olsun, tüm vatandaşların demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti etrafında birleşmeleriyle olanaklıdır. Dinci, mezhepçi, etnik kimlikçi bir bakış açısından, sadece çatışma, parçalanma, bölünme çıkar.

  • Laiklik karşıtlığı aynı zamanda bir ulusal güvenlik sorunudur ve emperyalizme hizmet eder.

Atatürk bu nedenle de 1928’de “devletin dini İslamdır” ifadesini anayasadan çıkarmıştır ve 1937’de laiklik ilkesini anayasa maddesi haline getirmiştir.

Laiklik bir uzlaşma modelidir.

  • Laiklik, bir yandan, dinin, siyasete, devlet işlerine, hukuka, eğitime müdahale etmemesini sağlar,
  • bir yandan da vatandaşların dini inanç ve ibadet özgürlüklerini ve farklı dünya görüşlerini güvence altına alır.

Laiklik demokrasinin önkoşullarından birisidir.

  • Laikliğin olmadığı yerde demokrasi değil, teokrasi olur.

Demokrasi halk egemenliğine dayalı bir düzendir. Teokrasi, “Tanrı”nın, “Allah”ın ve dinin egemenliğine dayalı bir düzendir. Halk, asgari müşterek bir kavramdır, somut bir gerçeklik ve olgudur. “Tanrı” ve “Allah” ise tartışma konusu olan soyut, kişisel, öznel, göreli, metafizik bir kavramdır.

Anayasanın ilk dört maddesini tartışmayız, kalanını tartışırız” söylemi de ilk dört maddenin içini boşaltmak amacını taşıyan bir tuzaktır. Anayasanın “kalan” kısmında, ilk dört maddenin açılımı olan birçok madde bulunmaktadır.

Gaflet, dalalet ve hıyanet içinde olanlara halk gereken dersi mutlaka verecektir!